Nusret Demiral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nusret Demiral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 14

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 14

 Eğitimde Katsayı Davası 

 Yargının hukukun gereklerinden ziyade ideolojik kaygılarla hareket ettiğini göstermek açısından, son dönemde Danıştay’ın üniversite giriş sınavlarında katsayı uygulamasına ilişkin verdiği kararlar üzerinde de durulmalıdır. 28 Şubat 1997 öncesinde, Türkiye’de üniversiteye giriş sisteminde genel liseler ile meslek liseleri arasında herhangi bir ayrımcılık söz konusu değildi. Öğrenciler -hangi liseden geldiklerine bakılmaksızın- aynı sınava tabi tutulurlar ve bu sınavda gösterdikleri başarı oranında üniversitelere yerleştirilirlerdi. 

28 Şubat süreci ile bu durum kökten bir değişikliğe uğradı. MGK’nın, 28 Şubat 1997’de “irticai faaliyetlere karşı mücadele çağrısı”nı içeren bir bildiri yayınlama sı ile birlikte tüm dengeler alt-üst oldu. YÖK, meslek liselerinin ağırlıklı orta öğretim puanlarının, ÖSS’de alanlarında bir okulu seçerlerse 0.5, alanlarının dışında bir okulu seçerlerse 0.2 ile çarpılmasını kararlaştırdı ve böylece katsayı sorunu doğdu. 

Sorunun temeli, hesaplama yönteminin değiştirilmesinden ötürü meslek liselerinden mezun öğrencilerin üniversiteye giriş sınavlarında daha fazla soru yapsalar bile genel lise mezunlarından daha az puan almaları ve dolayısıyla üniversitelere girememeleriydi. Meslek lisesi öğrencileri üniversite sınavında doğru cevapları çok düşük bir katsayı ile çarpıldığı için- genel lise öğrencilerin den çok daha fazla soruyu doğru çözseler bile daha az puan aldıklarından başarısız sayılıyorlar ve hak ettikleri üniversiteleri okuma imkânları ellerinden alınıyordu. Bu ayrımcı uygulamanın öncelikli hedefi, İmam Hatip liseleri idi. 

21 Temmuz 2009’da YÖK, üniversiteye giriş sınavında farklı katsayı uygulamasını kaldıran bir karar aldı. Bu kararla düz lisede okuyanlar ile mesleklisesinde okuyanların katsayısı eşitlendi ve lisede seçtiği alanın dışında bir alanda üniversite eğitimi almak isteyenlerin karşılaştıkları dezavantaj ortadan kaldırıldı 

İstanbul Barosu, YÖK’ün bu kararına karşı, kararın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtı. Danıştay 8. Dairesi, YÖK’ün kararının yürütmesini oy birliğiyle durdurdu. Katsayının eşit olarak uygulanamayacağı görüşünden hareket eden Danıştay, bir bakıma, üniversiteye giren öğrenciler arasında eşitliği tesis eden bir kararı eşitliğe aykırı buldu. Bunun üzerine YÖK, 
konuyu yeniden düzenledi ve düz liseler ile meslek liselerine farklı katsayı uygulanmasını kabul eden ancak katsayılar arasındaki farkı daraltan yeni bir karar aldı. Buna göre, alan içi tercihlerde 0.8, alan dışı tercihlerde 0.3 katsayısının esas alınacağına ilişkin düzenleme değiştirildi, alan içi 0.15, alan dışı ise 0.13 katsayı uygulanması öngörüldü. Fakat İstanbul Barosu, YÖK’ün bu kararının da iptal edilmesi ve yürütmesinin durdurulması talebiyle bir kez daha Danıştay’a başvurdu. Danıştay 8. Dairesi, bu kez de, katsayılar arasındaki farklılığın yeterli olmadığı tezine dayanarak, YÖK kararını hukuka aykırı buldu. 

Danıştay’ın katsayıya ilişkin olarak aldığı her iki karar da, hem Anayasa’ya hem de idare hukukunun temel esaslarına aykırılık taşımaktadır. Bir kere, Anayasa’nın 125. maddesi, idarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olacağını belirlerken, aynı zamanda bu denetimin sınırlarını da çizer. Anayasa’ya göre, yargı makamları, idarenin eylem ve işlemleri hakkında ancak “hukuka uygunluk” denetimi yapabilir, “yerindelik” denetimi yapamazlar. 

Ne var ki, anılan kararlarında Danıştay’ın yerindelik denetimi yaptığı açıktır. Danıştay, kendisini idarenin yerine koymakta, önce düz lise ile meslek lisesi öğrencileri arasında bir eşitliğin olmaması gerektiğine karar vermekte, daha sonra bu eşitsizliğin hangi oranda uygulanması gerektiğini de kendisi belirlemektedir. “0.13–0.15 aralığı yerinde değil, uygun olan 0.8–03 aralığıdır” deyip bir idari işlem yapar gibi yürütmenin yetkilerine müdahale etmektedir. 

Söz konusu kararında Danıştay, hem bir katsayı farkının varlığını zaruri görmekte hem de bu farkın “aşılabilir bir niteliğinin bulunmaması” gerektiğini belirtmektedir. Eğitimin en önemli özelliklerinden biri, bir toplumdaki farklı toplumsal gruplar ve sınıflar arasındaki geçişkenliği sağlamak iken, Danıştay bu kararlarda kullandığı ifade ile eğitimi bir kast sistemi mantığı içinde düşündüğü nü belli etmektedir. 

Danıştay’a göre iki grup vardır: Birinci grup, düz liseler ile fen liseleri ve Anadolu liselerinde okuyan ve yüksek katsayıya sahip öğrencilerden oluşmaktadır ve Danıştay bunları “üst bir hukuki statü”de görmektedir. İkinci grup ise, meslek liselerinde okuyan ve düşük katsayıya sahip öğrencilerden meydana gelmektedir ve Danıştay’ın indinde bunlar “alt bir hukuki statü”ye tekabül etmektedirler. Danıştay, bu iki grup arasında herhangi bir geçişin mümkün olmamasını 
arzulamaktadır. Bu nedenle de, bu gruplar arasındaki farkın, alttakilerin hiçbir şekilde üsttekilerle aynı okulda okumalarına imkân vermeyecek kadar yüksek tutulması gerektiğine hükmedebilmektedir. 

Danıştay’ın “aşılamaz” katsayı farkı oluşturulmasını mecburi görmesinin hukuki bir sebebi yoktur. Öğrencilerin “aşamayacağı” nitelikte bir katsayının belirlenme sini zorunlu kılan herhangi bir hukuk kuralı tasavvur edilemez. Burada Danıştay’ın kararını oluşturan temel faktör, hukuki değil ideolojiktir ve bunun izlerini de 28 Şubat sürecinde bulmak mümkündür. 

Yargının bu şekilde devlet ideolojisinin nüfuz alanında hareket etmesi ve kararlarında bunun etkisi altında kalması, yargı açısından en kritik sorundur. Bu sorun aşılamadığı takdirde, ne yargının gerçek manada bağımsız ve tarafsız olması sağlanabilir ne de demokrasiyi yerleştirmek ve hukukun üstünlüğü ilkesini hâkim kılmak mümkün olabilir. 

Post-modern darbe sürecinde uygulamaya konulan planlardan birisi de, İmam Hatip lisesi mezunlarının yargı kurumları ve kamu yönetimlerinden uzaklaştırılma sıdır. Darbeci zihniyetler, İmam Hatip Liselerini sürekli bir engel olarak görmüşler, bu öğrencilerin önünü kesmek için fırsat kollamışlardır. 

Yargının, darbe süreçlerinde emir komuta zinciri içerisinde hareket etmesi için, imam hatip okullan gündeme alınmıştır. Önce bu okullarda öğrenim gören kız öğrencüer için, "imam olamayacaklarına göre, imam hatiplerde kız öğrenciye gerek bulunmadığı" türünden iddialarla, kız öğrencilerin imam hatip liselerine girişleri engellenmeye çalışılırken, "imam hatiplerde öğrenim gören öğrenci sayısının, Türkiye'nin imam ihtiyacının çok üzerinde olduğu" gerekçesiyle de öğrenci sayısı azaltılmaya çalışılmıştır. 

İmam hatip okullan üzerinde oynanmak istenen oyunlar için önce Bati Çalışma Grubu bünyesinde proje yapılmıştır. 28 Şubat 1997 tarihli Milli güvenlik kurulu kararları arasında "kılık kıyafet sorunu" olarak gündeme getirilmiş, Refahyol iktidarının yıkılması üzerine, yeni oluşturulacak hükümette ele alınması gereken hususlardan biri "imam hatip okullarının kapatılması" olmuştur. Darbe 
sürecinde iktidara getirilenler, kendilerine altın tepsi içinde sunulan iktidar karşılığında, önce imam hatip okullarırun orta lasmını kapatmış, bununla yetinilmeyerek, üniversite sınavı ile hak ettiği her üniversiteye girebilen imam hatip okulu öğrencilerinin önüne "kat sayı" engeli getirilmiştir. 

Katsayı uygulamasına göre, okullar belli alanlara ayrılmış, kendi alanına göre tercih yaptığında orta öğrenim başarı puanı 0.5 ile çarpılmakta, başka bir alana ilişkin üniversiteyi tercih yaptığında, puanı 0.2 ile çarpılmak suretiyle he-' saplanmaktadır. Bu uygulamaya göre imam hatip okullarının alanı, İlahiyat fakülteleri, İlahiyat Meslek Yüksek Okulu ve İlköğretim Din Kültürü ve 
Ahlak Bilgisi Öğretmenliği" ile sınırlanırken, ilahiyat fakültelerine ve diğer iki bölüme- alınacak öğrenci sayılan düşürülmüştür. 

Bir yandan hak ettiği puanı, alan uygulaması ile kırpılmak suretiyle esaslı bir eşitsizlik ve adaletsizlik yapılırken, diğer yandan, girebileceği fakültelerin öğrenci kontenjanı düşürülerek üniversiteler, oldukça başanlı olan bu öğrencilerin yüzlerine karşı kapatılmıştır. Bu haksız ve hukuk dışı uygulamaya karşı, imam hatip lisesi ve meslek liseleri öğrencileri, haklannı mahkemelerde aramaya karar vermişler, bu düşünce ile Danıştay'da davalar açmışlardır. 

Bu yöndeki ilk uygulama, 1999 yılı üniversite giriş sınavında uygulamaya konulmuştur. İmam hatip lisesi öğrencileri tarafından 1999 yılında açılan "kat sayı uygulamasının iptali ve yürütmenin durdurulması" davalanyla, konu Danıştay'a taşınmıştır. 

Danıştay 8. Dairesinde açılan bir davada, Danıştay tetkik hâkimi "hukuka aykırılık nedeniyle davanın kabul edilmesi gerektiği" görüşünü bildirmiştir. 

Dosyayı inceleyen Danıştay savcısı da alan sınırlaması gibi "..radikal değişikliklerin mevcut statü içinde öğrenim gören ve alana yönelmiş öğrencilerin hukuki durumlarında esaslı değişiklik getireceği, kazanılmış haklarını ihlal edeceği, hatta mağduriyetlerine yol açacağı"m belirtmiş, bu yeni uygulama ile "..hukuk programına yerleşmek amacıyla önceki sisteme göre alan seçmiş öğrencilerin tercih ettikleri programa girmeleri hemen hemen tümüyle olanaksız hale geldiği, .. katsayı uygulaması nedeniyle meydana gelen puan kaybının, davacı öğrencinin durumunda olan öğrenciler için tam anlamıyla bir hak kaybı olduğu" nu vurgulamıştır. 

Danıştay savcısı söz konusu görüşlerinde kat sayı uygulamasının ".. mevcut statüde okuyan ve bir alana yönelmiş öğrencilerin mağdur edilmemesi, daha sonraki öğrenci kuşağının da iyi bilgilendirilerek bir geçiş kuralı ile daha sonraki yıllar uygulanması gerekirken doğrudan uygulanmasının hukuka uygun bulunmadığı"m ileri sürmüş ve alan sınırlaması getiren uygulamanın 
"iptaline karar verilmesini" dolayısıyla davamn kabulünü istemiştir.( Danıştay 8.Dairesi 14/12/2000 gün E:1999/397, K:2000/8248) 

Danıştay 8. Dairesi, imam hatip okullanrun üniversiteye girişine engel olarak kabul edilen Danıştay Savcısı ve tetkik hâkimince de hukuka aykırılığı savunulan "alan sınırlaması" davasında "eğitim ükelerinin öngördüğü amaca, kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığı" gerekçesiyle "davamn reddine" karar vermiştir.( Danıştay 8.Dairesi 14/12/2000 gün E:1999/397, K:2000/8248) 

Söz konusu kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, aynı mahiyette karar vererek, alan sınırlamasının hukuka aykırı olmadığına hükmetmiştir. 

İmam hatip okullannda öğrenim gören öğrencilerin yükseköğrenime girişleri için bir engel olarak çıkarıldığında geniş bir halk kitlesinin görüş birliği içinde olduğu "alan sınırlaması" davaları da yargının politik suistimaline uğramış davalardan birisidir. 

Uygulamanın çıkış sürecine bir göz atalım. 

1976 yılında başlayan uygulama ile imam hatip okullan ve diğer meslek liseli öğrenciler yüksek öğrenime geçiş için konulan sınavlara katılmak ve gitmek istediği fakültenin puarara almak kaydıyla üniversitenin her bir bölümüne girebilmişlerdir. Bu süreçte İlahiyat Fakültesi başta olmak üzere, Tıp fakülteleri, Mühendislik fakülteleri ve özellikle de Hukuk fakülteleri ile Siyasal Bilgiler 
fakültelerine binlerce imam hatip öğrencisi kayıt yaptırmış ve mezun olmuştur. 1998 yılma kadar herhangi bir engelle karşılaşmayan imam hatip lisesi öğrencüerinin, 1990'lı yıllarda hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerine yönelmeleri, bazı çevreleri rahatsız etmiştir. 

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta meydana gelen olaylarla ilgili olarak açılan davada -hiç ilgisi olmamasma karşın-imam hatip okulları gündeme gelmiş, olayda bir çocuğu vefat eden Alevi bir vatandaşımız, duruşmada, "imam hatip okullarının kapatılması halinde şikâyetinden vazgeçeceğini" beyan etmiştir. 

Aynı yıllarda görev yapan Adalet Bakanı Mehmet Moğultay, hâkim ve savcı alımları için yapılan bir smavı "kazananların çoğunluğunun imam hatip kökenli kişiler olduğu" gerekçesiyle iptal etmiş, müteakip dönemde yapılan sınavlara katılarak smavı kazanan imam hatip mezunlarını da mülakatlarda elemek suretiyle görev almalarını engellemiştir. 

O günlerde imam hatip okullarının kapatılması ile ilgili bazı projeler düşünülmüş ise de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve siyasi iktidarın zayıflığı nedeniyle düşünülen projeler uygulamaya konulamamıştır. 

1995 genel seçimleri, beklentilerini karşılamamış, Refah Partisi seçimden birinci parti olarak çıkmıştır. Refah Partisinin iktidara getirilmemesi için çaba sarfedilmiş ancak diğer partilerden bir koalisyon oluşturulamadığı için Refah-Yol olarak anılacak Refah Partisi-Doğruyol Partisi tarafından oluşturulan hükümet iş basma gelmiştir. 

İmam hatip okulları, Refah Partisi'ne karşı verilen mücadelede sürekli bir argüman olarak kullanılmıştır. Zaman zaman bu partinin "arka bahçesi" nitelemesine maruz kalan imam hatip okullannın, orta kısımlarının kapatılması için, ilköğretimin 8 yıla çıkarılması gündeme getirilmiş, bu eğitimin "kesintisiz" olması kararlaştırılmıştır. Refah-Yol iktidan kısa bir süre içinde postmodern 
darbe üe yıkıldığından bu proje sonuçlanmamıştır. İktidann hemen teslim edildiği Anavatan Partisi'nin yandan destekli iktidan, imam hatip okullanna karşı uygulanacak projeler için uygun bir zemin oluşturmuştur. 

Önce ilköğretimin süresi 8 yıla çıkarılarak imam hatip okullarının orta kısmı kapatılmıştır. İlginç olanı "kesintisiz eğitim yasasıyla imam hatip okullannm orta kısmının kapa-tılmasırun", Anavatan Partisi genel başkam Mesut Yılmaz tarafından Hacıbektaş'ta yapılan bir konuşmada "Alevi vatandaşlara armağan ettiğinin" açıklanmasıdır. İmam hatip okullarının kapatılmasından Alevi 
vatandaşların ne tür bir kazanından olacağı, bu güne kadar anlaşılamamıştır. Kanaatimizce "imam hatip okullarm kapatılması" politik bir araç olarak kullamlmasmdan öte bir anlam ifade etmemektedir. 

1997 yılı sonu itibariyle İstanbul Üniversitesi Rektörlü-ğü'ne seçilen Kemal 
Alemdaroğlu'nun ilk ele aldığı konulardan biri, kız öğrencilerin başörtüsü kullanmasının nasıl engelleneceği, diğeri ise Hukuk ve Siyasal Bilgüer Fakültelerinde çok miktarda bulunan imam hatip lisesi mezunu öğrencilerin fakülteye girişlerinin nasıl engelleneceğidir. 

Bu amaçla 24 Haziran 1998 tarihinde Ankara'da yapılan bir toplantıda, Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültelerinin durumu tartışılmıştır. Toplantıda İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü Mehmet Haberal ve Kocaeli Üniversitesi Rektörü ile Türkiye Barolar Birliği başkanının ortak girişimi olarak "Hukuk Fakültelerine Türkçe-Matematik puanı ile öğrenci alınması" talebi gündeme getirilmiş, dönemin psikolojik savaş şartlarına 
da uygun düşen bu talep, bir emir gibi telakki edilerek Yüksek öğretim Genel Kurulu'nun 30 Temmuz 1998 tarihli toplantısında kabul edilmiştir. Bu kararla sadece Hukuk fakülteleri değil, aynı zamanda " Kamu yönetimi programlarına " da Türkçe-Matematik puanına göre öğrenci yerleştirilmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla üniversite girişleri de bu karar doğrultusunda acilen 
Şekillendirilmiştir. 

Post modern darbeyi bin yıl sürdürmek isteyenler, Türkiye'nin yönetiminde etkinliğe sahip olan hukukçu ve kamu yöneticisi yetiştiren fakültelere girişler için tedbir almak istemişlerdir. 

Bu husus, dava dosyasına bakınız nasıl yansımıştır. 

Alan sınırlamasının kaldırılmasına dair davada Yüksek öğrenim Kurulu adına verilen cevapta aynen şöyle denilmektedir: 

"Yıllardan beri yüksek yargı organlannın, Türkiye Barolar Birliği'nin ve başta gelen hukuk fakültelerinin ısrarlı bir şekilde hukuk fakültelerine öğrenci yerleştirilmesinde sosyal bilimler ağırlıklı puan yerine Türkçe-Matematik ağırlıklı puanların esas alınması talepleri göz önüne alınarak...Yükseköğretim Genel Kurulu'nun Hukuk fakültelerine girişte seçme ve yerleştirmenin 'sosyal ağırlıklı puan' yerine 'Türkçe-Matematik ağırlıklı puan' esas alınarak yapılması yönündeki kararı, hukuk eğitiminin ve bu hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini yakından ilgilendiren önemli bir karardır" 


 15 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 13


28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 13



İdarı Yargı/Danıştayın Tutumu 

Fazilet Partisi'nden milletvekili seçilen Merve Kavakçı'ya Türkiye Büyük Millet 
Meclisi'nde yemin ettirilmemiş, fiili saldırı ile milletin verdiği vekâlet görevinin ifası engellenmiştir. 
Sadece bununla da yetinilmemiş, -başka ülke vatandaşı başka milletvekilleri olmasına rağmen- Merve Kavakçı hakkında, ABD vatandaşı olduğu gerekçesiyle, Bakanlar Kurulu karan üe Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkanlmasına karar verilmiştir. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Bülent Ecevit'in "bu kadına haddini bildirin" talimatına uyan DSP'li vekillerce yemin etmesi engellenen Merve Kavakçı, Bakanlar Kurulunun vatandaşlıktan çıkarma "kararının iptali ve yürütmenin durdurulması" talebiyle Danıştay 10. Dairede dava açmıştır. 

Danıştay 10. Dairesi, 08.05.1999 tarihli Hürriyet gazetesinde ilan edildiği şekilde ve mahiyette Merve Kavakçı'mn davasında önce yürütmeyi durdurma talebim daha sonra da davanın esastan reddine karar vermiştir. Mahkemenin kararı malumu üam matayetinde olmuştur. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı'nın yüksek yargı mensuplarına verdiği brifingin bir gereği olan bu karar, aylar öncesinden gazetelerde yayımlanmıştır. Nitekim Danıştay'ın 'yürütmeyi durdurma talebinin reddi kararı, basında "Danıştay Esas Duruşta" şeklinde nitelendirilmiştir. 

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 07.05.1999 tarihli kararından sonra, Danıştay'da gereklik derece mahkemesi ve gerekse temyiz incelemesi için kendisine gelen davalar açısından yeni bir dönem de başlamış olmaktaydı. 

Danıştay 8. Dairesi, Z. Zeybel kararından sonra Samsun 19 Mayıs Üniversitesi öğrencisi Esra Ege tarafından Samsun idare mahkemesi'nde açılan ve mahkeme hâldmlerinin sürgün edilmesi ile sonuçlanan "okula almama işleminin iptali ile 100 milyon, manevi tazminata hükmedilmesine" ilişkin kararı bozarak idare mahkemesince verilen hukuki nitelikli bir kararı "siyasi düşüncelerle" 
sonuçlandırmış olmaktaydı. Çünkü geçmiş yıllarda başörtülü öğrencilerin okullara girişlerine bir mani bulunmadığı gibi, başörtülü olarak sınava giren öğrencinin sınavını geçerli saymayan fakültenin işlemini ve başörtülü öğrenciyi fakülteden uzaklaştiran disiplin cezasını "hukuka aykırı" bularak iptal etmişti. 

Başörtülü olarak fakülteye (sınava) girişe engel olan bir kural olmamasına rağmen 03.03.1987 tarihinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yapılan 'Kamu Hukuku' sınavı ile 23.03.1987 tarihinde yapılan "iş hukuku ve sosyal güvenlik" ara sınavına katılmasına rağmen smava usulsüz -başörtülü- olarak girdiği gerekçesiyle smav kağıdı iptal edilen İstanbul Üniversitesi Hukuk 
Fakültesi öğrencisi tarafından İstanbul 2. İdare Mahkemesi'nde açılan davada, (14/02/1989 ve E:1987/572, K:1989/163 sayılı kararı) davanın kabulü ile sınavların geçerli kabul edilmesine karar verilmiştir. 

İdare Mahkemesi, davayı kabul kararı gerekçesinde "..Dava konusu olayda davacının İstanbul Üniversitesi ara (vize) sınavlarına görevlilerin uyarısına rağmen başörtülü olarak girdiği tespit edilmiş ise de bu eylemin adı geçenin girdiği sınava ait kağıtlarının iptalini gerektirdiği şeklinde yürürlükte bulunan yasa ve yönetmeliklerde herhangi bir müeyyidenin bulunmaması karşısında 
işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı"nı belirtmiş, dolayısıyla öğrencinin başörtülü olarak fakülte içerisinde yapılan sınav, ders ve benzeri eğitim faaliyetleri için bulunmasını yasaklayan bir kanun bulunmadığını kabul etmiştir. Bu karar, idare tarafından temyiz edildiği halde, temyiz başvurusu, Danıştay tarafından reddedilerek yerel mahkeme kararı onaylanmıştır. 

Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu öğrencisi S. Tokuş, başörtülü olarak derslere girdiği gerekçesiyle "bir yarıyıl süreyle okuldan uzaklaştırma" cezası ile cezalandırılması üzerine, cezanın iptali için İzmir 4. İdare Mahkemesi'nde dava açmışür. İzmir 4. İdare Mahkemesi 26.05.1995 tarih ve 493 sayılı karan ile "işlemde hukuka aykmlık bulunmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. 

Davacı İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin kararını temyiz ederek Danıştay'a göndermiştir. İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin kararım inceleyen Danıştay 8. Daire, 09.12.1997 tarih ve 1995/4731 E. 1997/3847 K. Sayılı kararı ile İdare Mahkemesi'nin kararının "bozulmasına" karar vermiştir. 

Danıştay 8. Dairesi, İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin kararım bozma gerekçesinde; ".. dosyanın incelenmesinden davacı öğrencinin iç hastalıkları hemşireliği dersi uygulamaları sırasında, kep yerine başörtüsü takması nedeniyle soruşturma başlatıldığı, davacının eyleminin Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 7le maddesindeki ders, seminer, uygulama, laboratuvar, 
atölye çalışması ve konferans gibi çalışmaların düzenini bozmak eylemi kapsamında değerlendirilerek, kınama cezası verilmesinin önerildiği, ancak davacının daha önce de kınama ve 10-15 gün süreyle okuldan uzaklaştırma cezası aldığı göz önünde tutularak Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 12. maddesi uyarınca suçun tekerrürü nazara alınarak bir yarıyıl uzaklaştırma cezası 
verildiği, 

YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin disiplin suçunun tekerrürü başlıklı 12. maddesinde "disiplin cezası verilmesine neden olmuş bir fiil veya halin öğrencilik süresince tekerrüründe bir derece ağır ceza uygulanır kuralı yer almıştır. 

Bu maddedeki bir derece ağır ceza kavramından, suçun niteliği hangi cezayı 
gerektiriyorsa bu cezanın bir derece ağırının anlaşılması gerektiği açıktır. Aksi bir anlayış cezaların derece derece ağırlaşarak öğrencinin fakülteden çıkarılması sonucunu doğurur ki bu ANAYASA İLE GÜVENCE ALTINA ALINAN ÖĞRENİM HAKKINI KISITLAYICI BİR DURUMA YOL AÇAR. 

Açıklanan nedenlerle .... Kararın bozulmasına karar verildiği" belirtmiştir. 

İstanbul 2. İdare Mahkemesi'nin "başörtülü olarak girilen sınavın iptal edilemeyeceğine" ilişkin kararı ve İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin başörtülü olarak fakülteye giren öğrenciye verilen bir yanyıl uzaklaştırma cezasını onaylayan kararını başörtülü fakülteye girme sonucu artırılarak verilen bir yan yıl uzaklaştırma disiplin cezasını, Anayasal öğrenim hakkım kısıtlayıcı olarak değerlendirip bozan Danıştay 8. Dairesi karan ve emsali kararlar, Yargı'nın brifingle etkilenmesi sonrası değişmiş, başörtülü fakülteye girmek bir yana, girmeye teşebbüs bile "sisteme başkaldırı olarak" yorumlanmaya, dolayısıyla başörtülülerin Anayasal ya da yasal herhangi bir eğitim hakkının bulunmadığı 
vurgulanmaya başlanmıştır. 

Önceki yıllarda "başörtüsü" ile ilgili verilen olumlu kararların aksine yönlendirme -
empoze etme- ve dikte ettirme yöntemiyle başörtülüler aleyhine değiştirilen kararlar, "başörtüsü için son nokta" olarak değerlendirilmiştir. 

Hukuk devletinde, davalann reddi ya da kabulü, dava konusu işlem ya da eylemle ilgili hukuk normlannın bir gereğidir. Hâkimler, hukuk kuralları çerçevesinde yaptıklan incelemede davanın taraflanmn kimliği, etnik kökeni, cinsiyeti, dini ya da felsefi ve siyasi görüşünden etkilenmeksizin kararlarını verecektir. Genel ve evrensel hukuk ilkeleri ve bakışı bunu gerektirmektedir. Halbuki brifingli, yönlendirmeli yargı süreci, hâldmlerin kararlarına yasaların dışında dikkate almaları gereken bir kısım hususları daha eklemiştir. Bunlardan biri de "devletin âli menfaati"dir. 

İdare mahkemelerinde veya Danıştay'da idareyi temsil edenler, davacıların iddialarına karşı "hukuki gerekçeler" ileri sürme yerine, mütemadiyen "devletin âli menfaati bunu gerektirir" savunmasını kullanmışlardır. 

Yargıya müdahale sürecinde en çok etkilenen davalardan bir bölümü de "denklik 
iptalleri" ile ilgili davalardır. "Topyekûn savaş" doğrultusunda uzun yıllar boyunca herhangi bir problem yaşamamış, bir kısmı memuriyet nedeniyle emekli olmuş ya da emekliliği gelmiş, bir kısmı doktora ./ yapmış, Mısır El-Ezher, Pakistan İslam üniversitelerinden mezun olmuş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının diploma denklikleri iptal edilmek suretiyle statüleri ile oynanmıştır. 

Onlarca yıl önce, yurt dışında yüksek öğrenimlerini tamamlayan kişilerin almış oldukları diplomaları, geçmişe yürürlü olarak iptal edilmiştir. Bu konuda açılmış bulunan davalarda YÖK temsilcileri, yıllar öncesi alman diplomaların iptaline makul bir gerekçe bulamadıklarmdan, "devletimizin âli menfaati bunu gerektirmektedir" savunmasını ileri sürmüşler, ne yazık ki tarafsız ve 
bağımsız yargımız tarafından bu gerekçeler geçerli kabul edilerek davaların reddine karar verilmiştir. 

Bu konuda yargının ne denli taraflı kullanıldığına işaret eden bir örneği zikretmekte fayda görüyoruz. 

Mısır'da bulunan ve uluslararası üne sahip El-Ezher Üniversitesi mezunu N. Altıner, diplomasının denkliğini iptal eden YÖK işlemini dava etmiştir. Denkliğin niçin iptal edilemeyeceğine dair birçok hukuki gerekçe dava dilekçesinde belirtilmiştir. Buna karşılık davalı YÖK tarafından verilen savunma dilekçesinde davanın niçin reddedilmesi gerektiğinin şifreleri mahkemeye şöyle 
verilmiştir. 

"..Ayrıca radikal dinci bazı kişi, örgüt ve kuruluşların, ideolojik amaçla özellikle El-Ezher Üniversitesi'ne öğrenci götürdükleri, bu öğrencilere Cumhuriyetimizin ve Anayasamızın temel ilke ve kurallarına aykırı ideolojik eğitim verildiği, bu durumun demokratik, laik ve sosyal hukuk devletimizin geleceği için tehlike arz ettiği Dışişleri Bakanlığımızın, büyükelçilerimizin, eğitim ataşelerimizin resmi 
yazılarında ifade edilmiştir. 

Bütün bu olgular karşısında da ülkemizin âli menfaatleri, kamu yararı göz önünde bulundurularak.... tarihli karar alınmıştır." 

Neticede Danıştay 8. Daire "hukuk ilkelerine, hukukun üstünlüğüne, maddi gerçeklere" göre değil, "devletimizin âli menfaatine, Dışişleri Bakanlığı'nın, büyükelçilerin, eğitim ataşelerinin gözlemlerine, siyasi düşüncelerine ve ideolojik anlayışlarına" dayanan bir kararla davanın reddine karar vermiştir.(Danıştay 8. Daire 1997/3975 E. Sayılı dosyası) 

Karar; 

"Cumhuriyet Balosuna Katılmazsan, Yönetici Olamazsın!" 

Devlet memurluğuna nasıl girileceği, devlet memurluğuna girişte aranacak şartların neler olduğu "devlet memurlan yasası"nda beklenmiştir. Memuriyete başladıktan sonra hangi uygulamalarla karşılaşabileceğine de yasa ve yönetmelikler ile işaret edilmiştir. Memuriyette yükselme/terfi hususu da ilgili kurumlarca yasalara uygun olarak çıkarılan yönetmeliklerle belirlenmektedir. Bu nedenle devlet memurluğunun kazanılmasında ya da terfi etmede veya memuriyet görevinin sürdürülmesinde yasalarda belirtilmeyen şartlar koşulamaz. 1997 sonrası yargıya yapılan müdahaleler bu yöndeki kuralları da alt üst eden uygulamalara yol açmıştır. 

Tekirdağ-Malkara Endüstri Meslek Lisesi Müdürlüğü görevini yürüten M. Unsal, 1998 yılında açılan bir disiplin soruşturması ile görevden alınarak başka bir okula atanmıştır. Soruşturma dosyasında aynen şunlar yazılmaktadır: 

"..eğitim yöneticisi -okul müdürü- olarak resmi görevini basarı ile sürdürmektedir. Görevi dışında sadece 'dinci" bilinen kesimle ilişkilerini sürdürmekte, çalışma saatleri içinde de olsa Cuma namazlarını aksatmamakta, eşi bir sembol olarak kabul edilen 'türban' takmakta ve kapalı dolaşmakta, ilişkileri de sadece kendisi gibi giyinen kesimle olmakta, Ulusal Bayramlar ve 
Cumhuriyet Balosu da dahil eşiyle hiçbir toplantıya katılmamaktadır. 

Bu bağlamda çevrenin sosyal ve kültürel ortamından uzak, belli bir kesimle uzlaşmış ve birlikte hareket eden kapalı bir aile yaşantısının ortaya çıktığı belirlenmiş, bunun üzerine davacının görev alanının bir bölümünü teşkil eden eğitim-öğretim faaliyetlerinde başarılı çalışmalar yaptığı ancak, bir yöneticide bulunması gereken en önemli özelliklerden tarafsızlık ilkesini ihlal eder nitelikte 
bilgi ve duyumların küçük bir ilçede yaygın bir şekilde konuşulduğu, somut bir örneği olmasa da toplumda bazı çevrelere karşı zaafı olduğuna dair yorumlar yapıldığı, ayrıca bu kesim dışındakilerin de aile olarak kendilerini soyutladıkları, laik bir ülkede dinci akımların sembolü haline gelen türbanı yanlış mesajlara neden olabileceğini düşünmeksizin eşine kullandırarak hakkındaki söylentilerin daha da artmasına ve eğitim müessesinin zedelenmesine neden olmuştur." 

Bu, hukuki açıdan izahı mümkün olmayan, önyargı ve ideolojik gerekçelerle hazırlanan soruşturma raporuna dayanarak görev yeri değiştirilen M. Ünsal'ın davası Edirne İdare Mahkemesi'nce kabul edilerek işlem iptal edilmiştir. 

Milli Eğitim Bakanlığı'nın kararı temyiz etmesi üzerine davayı ele alan Danıştay 5. Dairesi, yerel mahkemenin kararım bozarak "rapor içeriğinin, dolayısıyla görevden alma işleminin hukuka uygun olduğuna" karar vermiştir. 

Danıştay 5. Dairesi, raporda belirtilen hususların, "davacının yüklendiği görevin özelliği ve önemi karşısında yöneticilik konumunu ve kurumu temsil niteliğini yitirdiği.." gerekçesine yer vererek soyut, tespiti ve değerlendirilmesi imkânsız iddiaları delil kabul etmiş ve buna istinaden yerel mahkeme kararını bozmuştur. 

Danıştay 5. Dairenin kararına göre "Mesleğinde başarılı, iyi bir yönetici olmak" yeterli değüdir. Yöneticilik görevini sürdürebilmesi için "türbansız eşi ile Ulusal Bayramlara ve Cumhuriyet balolarına katılması", ayrıca bayan "eşinin nasıl giyineceğine de -özellikle başörtüsü, uzun manto, yanlış anlamalara müsait renkten elbiseler giymemesini sağlamak için- müdahale etmesi" gerekmektedir. 

Kararda görüldüğü üzere, memurlar için, sadece devlet memurları yasasının aradığı şartlar yeterli görülmemekte, bu yasadaki şartlara ilaveten, tarafsız ve bağımsız mahkemelerin çizdiği şartlan da taşıması gerekmektedir. Aksi halde kamu görevinde kaç seneden buyana çalıştığına bakılmaksızın bir anda görevine son verilebilecektir. 



14 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 12

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 12


Başörtüsü Davaları/ Brifing Sonrası Verilen Kararlar 

Başörtü yasağını hukuk ihlali olarak değerlendiren, İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 26.06.1998 tarihli kararı, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne tebliğ edilmesinden sonra, üniversite yetkilileri hemen harekete geçerek, adli tatil içerisinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz dilekçesi vermiştir. Bu arada Trakya Üniversitesi de (İstanbul Üniversitesi ile birlikte) adli tatilde 
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz dilekçesi vermiştir. Adli tatil olması nedeniyle, nöbetçi hâkimlerden A. Hayat Aysal başkanlığında Necati Alkan ve Yunus Kutlu tarafından oluşturulan heyet, İstanbul 6. İdare Mahkemesi ve Edirne İdare Mahkemesi tarafından verilen "Yürütmenin durdurulması" kararlarının kaldırılmasına karar vermiştir. (İstanbul Böge İdare Mahkemesi   E:1998/910, 945, 946, 947 Y.D itiraz ). 

İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin kararlarının, içerik ve gerekçelerinin, neredeyse üniversitelere ve mahkemelere dağıtılan "bilgi notundaki cümle ve kelimelerle birebir ör-tüşmesi, "tehditin hedefine ulaştığını göstermektedir. 

Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, İstanbul 6. İdare Mahkemesi tarafından verilen yümtmenin durdurulması kararının kaldırılması için, adli tatilde bu heyetin' oluşturulması için İstanbul Üniversitesi rektörünün olağanüstü bir çaba gösterdiği bilinmektedir. Nitekim, Kemal Alemdaroğlu'nun rektörlük yaptığı esnada "Üniversiteye ait Antalya Konyaaltı-nda bulunan gayrı menkulün kat karşılığı ihale edilmesinde üniversiteyi zarara uğrattığı" gerekçesiyle yargılanması yönündeki karara itirazı üzerine, Danıştay incelemesi esnasında şimdilerde CHP milletvekili olan eski yardımcısı ile yaptığı telefon görüşmeleri basma yansımıştır. 

Söz konusu telefon görüşmesinde, Danıştay hâkimlerinden S. Y/a ulaşılarak dosyayı inceleyecek heyetin "güçlü bir Alevi kanalıyla etkilenebileceği" belirtilmekteydi. Aracı olarak görüşülmesi istenen ve ismi geçen Danıştay üyesi S. Y.'ın 1998 yılında İstanbul İdare mahkemelerinde görevli hâkim olarak bulunduğu dikkate alındığında, adli tatilde "yürütmenin durdurulması kararının 
kaldınlması"na dair kararların nasıl alındığı daha net anlaşılmaktadır. 

Bölge İdare Mahkemesi tarafından, '"başörtü yasağını durduran kararlar" ortadan kaldırıldıktan sonra, İstanbul İdare mahkemelerinde açılan iptal davalarında yürütmenin durdurulması talepleri tek tek reddedilmeye başlamıştır. O tarihte, alü idare mahkemesinin bulunduğu İstanbul İdare Mahkemesi'nde, tüm mahkemelerin "yürütmenin durdurulması talebinin reddi kararları aynı gerekçe, aynı cümle ve kelimelerden oluşması, dikkat çekmektedir. 

Adli tatilde nöbetçi hâkimlerden oluşturulan heyetten alınan kararlar yeterli görülmemiş, yasağa karşı karar veren mahkemede davaların esasına ilişkin olarak verilecek kararlar, garantiye alınmaya çalışılmıştır. 

Başörtüsü yasağı aleyhine karara imza atan İstanbul 6. İdare Mahkemesi üyelerinden hâkim Seher Bayrak, Edirne'ye tayin edilmiş, hâkim Dr. Selami Demirkol da önce Trabzon'a sürgün edilmiş, daha sonra da Sakarya İdare Mahkemesi'nde görevlendirilmiştir. 

İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nde görev yapan iki hâkimin görev yeri -bakmakta olduğu davalar (E:1998/367, 368, 369 sayılı dosyalar) nedeniyle- değiştirildiği için, yeni bir heyet oluşturulmuş, böylece, "tabii hâkim" ilkesi ihlal edilmiştir. Aynı mahkeme, daha önce -başörtüsü yasağım hukuka aykırı bularak- yürütmenin durdurulması karan verdiği halde, bu hâldmlerin yerine 
görevlendirilen başkan A.Ç, üyeler E.A ve G.T'den oluşan heyetin, "AYNI DAVADA" (hem de) OYBİRLİĞİYLE davanın reddine (İst.6.İdare Mahk. 31/05/198 tarih E:1998/368, K:1998/511 sayılı kararı ) karar vermesi, yargıya müdahaleyi çok açık bir şekilde kanıtlamaktadır. 

Mahkemelerde, başörtüsü yasağına karşı açılan davalarda kararlar, artık matbu hale gelmiştir. Mahkemelere verilen 4-5 sayfalık "bilgi notu" ya da bu notların kısaltılmış şekliyle "karar formatinda" metinler, "davacı, davalı ve işlem tarih ve sayılarının yazılacağı bölümler" boş bırakılmak suretiyle teksir edilerek çoğaltılmış, karar verilecek dosyalar için boşluk doldurma yöntemiyle kararlar 
"hazır" hale getirilmiştir. (İstanbul 6.İdare Mah.31.05.1999 tarih 1998/367 E, 1998/510 K. sayı b, 1998/368-511 sayılı.,1998/369-512 Sayılı kararlan) 

İstanbul İdare Mahkemelerinin, başörtüsü yasağı ile ilgili davalarda verdiği kararlann "mahkemelere verilen bilgi notu ve şablon gerekçelere göre yazıldığını" anlamak için, mahkemelerin, aynı konuda verilmiş kararlarına bakmak yeterlidir. İstanbul Üniversitesi rektörlüğünün 23 Ocak 1998 
ve 26 Ocak 1998 tarihli "üniversiteye almama"ya ilişkin işlemin iptaline dair İstanbul 2. İdare Mahkemesi'nin 27.10.1998 tarih ve 1998/261 E. 1998/935 K. Sayılı kararı ile İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 21.04.1999 tarih ve 1998/227 E. 1999/504 K. sayılı kararlan örnek olarak gösterilebilir. 

Her iki karar da 12 paragraftan oluşmakta, her iki kararın 7 paragrafı, paragraf başlığı, kelime şekli ve sayısı aynıdır. 

Özellikle kılık kıyafet nedeniyle açılan idari davalarda, şablon metinlerle teksir edilen kararlar dönemi başlayınca, bu davalar için, mahkeme hâkimlerinin inceleme yapmasına da gerek kalmamıştır. Çünkü sonucun herhangi bir şekilde (davacı lehine) değişmemesi gerekmektedir. Hal böyle olunca hâkim incelemesi ne de gerek kalmamakta (hâkimlerin değil!) kalem memurlarının şablon   metinleri yazmaları ve hâkimlere imzalatmasıyla karar oluşmaktadır. Kararlar hâkimlerin görüşü ve el mahsulü olmadığı için, kaçınılmaz hatalar da yapılmaktadır. 

Teksir edilen karar metninde; davacının ve veldlinin isimlerinin yazılacağı bölüm ve dava edilen işlemin tarih ve sayısı için uygun bir boşluk bırakılarak çoğaltılmaktadır. Bazen birden fazla davası olan avukatın ismi de teksirde belirtilerek metin çoğaltılmakta, bu şekilde çoğaltılan kararlar, 
idare mahkemesinde birçok davası olan avukat isimleriyle birlikte teksir edilmekte, karar, davacı karşısına herhangi bir davacı ismi yazılmak suretiyle imzalanmaktadır. 

Bu konuda trajikomik hadiseler yaşanmış olup, bunlardan biri, şu şekilde cereyan etmiştir: 

İstanbul İdare mahkemelerinde "kılık kıyafet nedeniyle memuriyetten atılan memureler adına" dava açan avukat Fatma Benli'ye bir karar tebliğ edilmiştir. 

Mahkeme kararı, öğretmen olarak görev ifa ederken \ "başörtülü görev yaptığı" 
gerekçesiyle görevine son verilen Meryem Altıntaş adına Avukat Hüsnü Tuna tarafından İstanbul 2. İdare Mahkemesinde açılan bir davaya ilişkindir. Diğer bir ifade ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinde Av. Hüsnü Tuna tarafından davacı Meryem Altıntaş adına açılan davanın kararı, aynı konuda idare mahkemesin de davaları bulunan Avukat Fatma Benli ismiyle çoğaltıldığı için, karar da bu davada vekil olan Av. Hüsnü Tuna yerine, (Meryem Altıntaş'ın vekili olmayan) Av. Fatma Benli'ye tebliğ edilmiştir. (İst. 2. İdare Mah. 28.09.2001 tarih 2001/74 E. 2001/1161 K. Sayılı karan ve dava dilekçesi). 

Kararda, davacı vekili olarak adı yazıları Fatma Benli, Meryem Altıntaş adına açılmış bir davasının olmadığı ve bu kişinin vekili de olmadığı halde, kararın kendisine tebliğ edilmesi üzerine, anılan avukat mahkemeye "kararda ismi geçen davacının vekili olmadığı gibi kendisini de tanımadığını, ilgilinin usuli bir mağduriyete uğramaması için kararın iadesini ve işlemin düzeltilmesini" talep eden bir dilekçe vermiştir. 

Mahkeme heyeti, kararın mahkemeye iade edildiği 15.03.2002 tarihinden tam dört ay sonra 19.07.2002 tarihinde kararda "davacı vekili olarak yazılan Fatma Benli" isrninin "davacı vekili Av. Hüsnü Tuna olarak düzeltilmesine" karar vermiş ve bu düzeltme kararı ile birlikte eski karan yine Av. Fatma Benli'ye tebliğe çıkarmıştır. 

Bu arada gerekçeli kararırı bir türlü tebliğ edilmemesi üzerine, kararın yazıldığı tarih olan 28.09.2001'den tam on iki ay sonra 7 Ekim 2002 tarihinde mahkemeye dilekçe ile başvuruda bulunarak, "davanın akıbeti ve kararın gecikme nedeninin bildirilmesi" istenmiştir. Bu dilekçeden sonra, 30 Ekim 2002'de (davacısı Meryem Altıntaş, vekili Av. Fatma Benli olarak görülen) teksir 
edilen ve nokta nokta bırakılan yerleri doldurularak hazırlanmış olan karar, bu kez Av. Hüsnü Tuna'ya tebliğ edilmiştir. 

Yazılı dilekçelerle uyarıda bulunulmasına rağmen, bu kararları veren mahkemelerin hâkimleri, son derece lakayıt bir şekilde, karar verdikleri tarihten on üç ay sonra, bu usulsüzlükleri giderme ihtiyacı dahi hissetmeden muamelelerini devam ettirmişlerdir. Davacının "makul bir sürede davasının görülmesini isteme hakkı" bu davalar için rafa kaldırılmıştır. 

Brifinge Kayıtsız Kalan Mahkemeler 

Samsun İdare Mahkemesi 

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisi olup, başörtüsü yasağı 
nedeniyle fakülteye alınmayan E. ECE isimli öğrenci, Samsun İdare Mahkemesi'ne başvuruda bulunarak, idarenin hukuka aykırı "işlemin iptali ve 1 milyar manevi tazminata" hükmedilmesini istemiştir. 

Samsun İdare Mahkemesi 01.10.1999 tarih ve 1999/139 E. 1999/908 K. Sayılı kararı ile "Fakülteye almama işleminin" iptali ile "davada, 100.000.000 TL manevi tazminatın ödenmesine" karar vermiştir. Karar oyçokluğuyla (l'e karşı 2 oyla) alınmıştır. Karara, mahkeme heyeti başkanı M.K.A muhalif kalmıştır. Davanın reddi yönünde oy kullanan muhalif hâkimin iki sayfalık gerekçesine bakıldığında, yukarıda ele aldığımız ve şablon gerekçelere göre oluşturulan, İstanbul 2. ve 3. İdare Mahkemesi kararlarıyla tıpa tıp aynı olduğu görülmüştür. 

Bursa İdare Mahkemesi 

Başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmaması, Bursa Uludağ Üniversitesi'nde de acımasız bir şekilde uygulamaya konulmuştu. Bu öğrenciler fakültelerine alınmadığı gibi, bir şekilde üniversiteye girenlerin, yıldırım hızıyla işlem yapılarak okulla ilişiği kesiliyordu. Bu çerçevede, başörtüsüyle fakülteye girdiği için "bir yarıyıl yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma" cezası verilen Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi H. Atasoy, bu cezanın iptali ve yürütme nin durdurulması talebiyle dava açmıştır. 

Davayı inceleyen Bursa 2. İdare Mahkemesi, disiplin cezasının uygulanmaması için "Yürütmenin durdurulmasına" karar vermiştir. 

Daha sonra açıklanacağı gibi, bu dava da diğer örnekleri gibi, başlangıçta hukuka aykırılık gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı veren heyetin üyeleri -tabii hâkim ilkesi ihlal edilerek- dağıtıldıktan sonra, yerine atanan hâkimler kanalıyla, dava öğrenci aleyhine sonuçlandırılmıştır. 

Öte yandan, birçok idare mahkemesinde, başörtüsü nedeniyle açılan davalarda "dikte edilen gerekçelere itibar etmeyerek" davacılar lehine karar veren hâkimler, tek tek sürgün edilmişlerdir. Kamuoyuna, "Hâkime Örtü Sürgünü", "Adalette Türban Sürp( rizi", "Yargıda Türban Sürgünü" olarak yansıyan bu uygulamalarla, hukuksuz yasağı talimatla sürdürenler değü; adil, objektif 
ve hukuk çerçevesinde hareket etmeye çalışanlar cezalandırılmışlardır. 

Edirne İdare Mahkemesi'nde "başörtülü bir öğrencinin" davasmda "yürütmenin 
durdurulması karan veren hâkimlerden Başkan Ali Kazan, Trabzon İdare Mahkemesine üye olarak, yine Edirne İdare Mahkemesi üyesi Abdurrahman Beşer ise Trabzon Vergi Mahkemesine üye olarak sürülmüşlerdir. 

Bursa İdare Mahkemesi'nde, İmam Hatip Lisesi öğrencileri tarafından açüan ye dönemin Bursa valisi Orhan Taşanlar'ın "başörtü yasağı genelgesi"nirt iptali ve yürütmenin durdurulması davası ile Bursa Uludağ Üniversitesi'nden uzaklaşünlan öğrencilerin açtığı davada "yürütmeyi durdurma kararı" veren hâkimlerden Bursa 2. İdare Mahkemesi Başkam Sabri Ünal, Aydın Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine, aynı mahkemenin üyesi Mehmet Ali Ceran ise Gaziantep Vergi Mahkemesi üyeliğine gönderilmişlerdir. 

Samsun İdare Mahkemesi'nde, başörtülü öğrencinin açtiğı davada, "davanın kabulü" yönünde oy kullanan hâkim Cafer Ergen, Kayseri İdare Mahkemesi'ne sürgün edilmiştir. 

Ankara'da yargı mensuplarına verilen brifinglerle, taşrada bulunanlara da matbu, form mahiyetinde verilen metinlerle yönlendirilmeye çalışılan hâkimlerden, bu güçlerin istemediği kararların çıkması üzerine, hâkimlerin susturulması için muhtelif tedbirler alınmıştır. 

Bunların başında "mevhum, gülünç ve gerçek dışı gerekçelerle" hâkimler hakkında soruşturmalar açılması gelmektedir. Bu dönemde, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün onayıyla birçok hâkim hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bunların en ilginçlerinden birisi 11.09.2000 tarihini taşıyan 2.74.11.237. 1999 sayılı Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü başlıklı soruşturma yazısıdır. Hâkim Genel Müdür, N. Turan tarafından imzalanarak Bakanlık Makamına sunulan yazının içeriğinde aynen şöyle denilmektedir: 

"..Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş, Fatih Terzi, Resul Çomoğlu, Recep Taş, Hasan Önal ile Samsun İdare Mahkemesi eski üyeleri halen Kayseri İdare Mahkemesi üyesi cafer Ergen ve Kocaeli Vergi Mahkemesi üyesi nermin Kurt haklarında verilen 09.05.2000 tarihli soruşturma izni üzerine adalet müfettişi tarafından düzenlenen 24.07.2000 günlü soruşturma raporuna 
bağlı (2.74.11.237. 1999) sayılı dosya incelendi. 

...Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş (sicil no.su), Fatih Terzi (sicil no.su), Resul Çomoğlu (sicil no.su), Recep Taş (sicil no.su), Hasan Önal (sicil no.su) ile Samsun İdare Mahkemesi eski üyeleri halen Kayseri İdare Mahkemesi üyesi Cafer Ergen (sicil no.su) ve Kocaeli Vergi Mahkemesi üyesi Nermin Kurt, 

Yaptıkları işler ve davranışlarıyla kişisel duygulara kapılarak görevlerini doğru ve tarafsız yapamayacakları kanısını uyandırdıkları, 

Bu cümleden olarak, 

Sosyal ve özel yaşantıları ve eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzı nedeniyle çevrede olumsuz imaj yarattıkları, başörtüsü taktıkları gerekçesiyle haklarında disiplin cezası uygulanan ya da bu nedenle okula alınmayan öğrenciler tarafından Samsun İdare Mahkemesi'ne açılan davalarda türbanlı öğrenciler lehine karar verdikleri, Atatürkçü, laik ve demokrat olduğu bilinen kişiler 
tarafından açılan davalarda ön yargılı davrandıkları, hususundan ibarettir." 

Yazının soruşturma gerekçesinin açıklandığı bölümde; 

"Eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzını benimsedikleri, kendilerinin sosyal ve özel yaşantılarında mesleğe yakışmayan davranışlarda bulundukları, toplu halde ve tören havasında cuma ve teravih namazlarına gittikleri" İddia edilmiş. 

Bu bakımdan, "Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş, Fatih Terzi, Resul Çomoğlu, Recep Taş, Hasan Önal ile Samsun İdare Mahkemesi eski üyeleri halen Kayseri İdare Mahkemesi üyesi Cafer Ergen ve Kocaeli Vergi Mahkemesi üyesi Nermin Kurt haklarında disiplin yönünden gereği takdir ve tayin olunmak üzere soruşturma dosyasının 2802 Sayılı Kanunun 87. maddesi gereğince Hâkimler ve Savcılar Yülcsek Kurulu 'na tevdiinin düşünüldüğü" belirtilmiştir. 

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk tarafından 06.09.2000 tarihli onay ile soruşturma dosyalarının HSYK'ya sunulması uygun bulunmuştur. 

Soruşturma yazısından anlaşıldığı üzere "eşlerinin kapalı ve başı örtülü giyim tarzını benimsediği" iddia edilen hâkimlerden biri, bayan Nermin Kurt'tür. Yine soruşturmacılar, bayan hâkim Nermin Kurt'un, diğer (erkek) hâkimlerle beraber "toplu halde ve tören havasında Cuma ve teravih namazlarına gittikleri"ni iddia edebilmişlerdir. Bu soruşturma üslubu, bu soruşturmaların taciz amaçlı yapıldığını açıkça göstermektedir. Diğer bir deyişle bu soruşturmalarla, hâkimler, talimatları derhal uygulayan, verilen her emre tartışmasız olarak itaat eden bir emir erine dönüştürülmek istenmiştir. 



***