Devlet Güvenlik Mahkemesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Devlet Güvenlik Mahkemesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 13


28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 13



İdarı Yargı/Danıştayın Tutumu 

Fazilet Partisi'nden milletvekili seçilen Merve Kavakçı'ya Türkiye Büyük Millet 
Meclisi'nde yemin ettirilmemiş, fiili saldırı ile milletin verdiği vekâlet görevinin ifası engellenmiştir. 
Sadece bununla da yetinilmemiş, -başka ülke vatandaşı başka milletvekilleri olmasına rağmen- Merve Kavakçı hakkında, ABD vatandaşı olduğu gerekçesiyle, Bakanlar Kurulu karan üe Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkanlmasına karar verilmiştir. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Bülent Ecevit'in "bu kadına haddini bildirin" talimatına uyan DSP'li vekillerce yemin etmesi engellenen Merve Kavakçı, Bakanlar Kurulunun vatandaşlıktan çıkarma "kararının iptali ve yürütmenin durdurulması" talebiyle Danıştay 10. Dairede dava açmıştır. 

Danıştay 10. Dairesi, 08.05.1999 tarihli Hürriyet gazetesinde ilan edildiği şekilde ve mahiyette Merve Kavakçı'mn davasında önce yürütmeyi durdurma talebim daha sonra da davanın esastan reddine karar vermiştir. Mahkemenin kararı malumu üam matayetinde olmuştur. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı'nın yüksek yargı mensuplarına verdiği brifingin bir gereği olan bu karar, aylar öncesinden gazetelerde yayımlanmıştır. Nitekim Danıştay'ın 'yürütmeyi durdurma talebinin reddi kararı, basında "Danıştay Esas Duruşta" şeklinde nitelendirilmiştir. 

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 07.05.1999 tarihli kararından sonra, Danıştay'da gereklik derece mahkemesi ve gerekse temyiz incelemesi için kendisine gelen davalar açısından yeni bir dönem de başlamış olmaktaydı. 

Danıştay 8. Dairesi, Z. Zeybel kararından sonra Samsun 19 Mayıs Üniversitesi öğrencisi Esra Ege tarafından Samsun idare mahkemesi'nde açılan ve mahkeme hâldmlerinin sürgün edilmesi ile sonuçlanan "okula almama işleminin iptali ile 100 milyon, manevi tazminata hükmedilmesine" ilişkin kararı bozarak idare mahkemesince verilen hukuki nitelikli bir kararı "siyasi düşüncelerle" 
sonuçlandırmış olmaktaydı. Çünkü geçmiş yıllarda başörtülü öğrencilerin okullara girişlerine bir mani bulunmadığı gibi, başörtülü olarak sınava giren öğrencinin sınavını geçerli saymayan fakültenin işlemini ve başörtülü öğrenciyi fakülteden uzaklaştiran disiplin cezasını "hukuka aykırı" bularak iptal etmişti. 

Başörtülü olarak fakülteye (sınava) girişe engel olan bir kural olmamasına rağmen 03.03.1987 tarihinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yapılan 'Kamu Hukuku' sınavı ile 23.03.1987 tarihinde yapılan "iş hukuku ve sosyal güvenlik" ara sınavına katılmasına rağmen smava usulsüz -başörtülü- olarak girdiği gerekçesiyle smav kağıdı iptal edilen İstanbul Üniversitesi Hukuk 
Fakültesi öğrencisi tarafından İstanbul 2. İdare Mahkemesi'nde açılan davada, (14/02/1989 ve E:1987/572, K:1989/163 sayılı kararı) davanın kabulü ile sınavların geçerli kabul edilmesine karar verilmiştir. 

İdare Mahkemesi, davayı kabul kararı gerekçesinde "..Dava konusu olayda davacının İstanbul Üniversitesi ara (vize) sınavlarına görevlilerin uyarısına rağmen başörtülü olarak girdiği tespit edilmiş ise de bu eylemin adı geçenin girdiği sınava ait kağıtlarının iptalini gerektirdiği şeklinde yürürlükte bulunan yasa ve yönetmeliklerde herhangi bir müeyyidenin bulunmaması karşısında 
işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı"nı belirtmiş, dolayısıyla öğrencinin başörtülü olarak fakülte içerisinde yapılan sınav, ders ve benzeri eğitim faaliyetleri için bulunmasını yasaklayan bir kanun bulunmadığını kabul etmiştir. Bu karar, idare tarafından temyiz edildiği halde, temyiz başvurusu, Danıştay tarafından reddedilerek yerel mahkeme kararı onaylanmıştır. 

Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu öğrencisi S. Tokuş, başörtülü olarak derslere girdiği gerekçesiyle "bir yarıyıl süreyle okuldan uzaklaştırma" cezası ile cezalandırılması üzerine, cezanın iptali için İzmir 4. İdare Mahkemesi'nde dava açmışür. İzmir 4. İdare Mahkemesi 26.05.1995 tarih ve 493 sayılı karan ile "işlemde hukuka aykmlık bulunmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. 

Davacı İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin kararını temyiz ederek Danıştay'a göndermiştir. İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin kararım inceleyen Danıştay 8. Daire, 09.12.1997 tarih ve 1995/4731 E. 1997/3847 K. Sayılı kararı ile İdare Mahkemesi'nin kararının "bozulmasına" karar vermiştir. 

Danıştay 8. Dairesi, İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin kararım bozma gerekçesinde; ".. dosyanın incelenmesinden davacı öğrencinin iç hastalıkları hemşireliği dersi uygulamaları sırasında, kep yerine başörtüsü takması nedeniyle soruşturma başlatıldığı, davacının eyleminin Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 7le maddesindeki ders, seminer, uygulama, laboratuvar, 
atölye çalışması ve konferans gibi çalışmaların düzenini bozmak eylemi kapsamında değerlendirilerek, kınama cezası verilmesinin önerildiği, ancak davacının daha önce de kınama ve 10-15 gün süreyle okuldan uzaklaştırma cezası aldığı göz önünde tutularak Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 12. maddesi uyarınca suçun tekerrürü nazara alınarak bir yarıyıl uzaklaştırma cezası 
verildiği, 

YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin disiplin suçunun tekerrürü başlıklı 12. maddesinde "disiplin cezası verilmesine neden olmuş bir fiil veya halin öğrencilik süresince tekerrüründe bir derece ağır ceza uygulanır kuralı yer almıştır. 

Bu maddedeki bir derece ağır ceza kavramından, suçun niteliği hangi cezayı 
gerektiriyorsa bu cezanın bir derece ağırının anlaşılması gerektiği açıktır. Aksi bir anlayış cezaların derece derece ağırlaşarak öğrencinin fakülteden çıkarılması sonucunu doğurur ki bu ANAYASA İLE GÜVENCE ALTINA ALINAN ÖĞRENİM HAKKINI KISITLAYICI BİR DURUMA YOL AÇAR. 

Açıklanan nedenlerle .... Kararın bozulmasına karar verildiği" belirtmiştir. 

İstanbul 2. İdare Mahkemesi'nin "başörtülü olarak girilen sınavın iptal edilemeyeceğine" ilişkin kararı ve İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin başörtülü olarak fakülteye giren öğrenciye verilen bir yanyıl uzaklaştırma cezasını onaylayan kararını başörtülü fakülteye girme sonucu artırılarak verilen bir yan yıl uzaklaştırma disiplin cezasını, Anayasal öğrenim hakkım kısıtlayıcı olarak değerlendirip bozan Danıştay 8. Dairesi karan ve emsali kararlar, Yargı'nın brifingle etkilenmesi sonrası değişmiş, başörtülü fakülteye girmek bir yana, girmeye teşebbüs bile "sisteme başkaldırı olarak" yorumlanmaya, dolayısıyla başörtülülerin Anayasal ya da yasal herhangi bir eğitim hakkının bulunmadığı 
vurgulanmaya başlanmıştır. 

Önceki yıllarda "başörtüsü" ile ilgili verilen olumlu kararların aksine yönlendirme -
empoze etme- ve dikte ettirme yöntemiyle başörtülüler aleyhine değiştirilen kararlar, "başörtüsü için son nokta" olarak değerlendirilmiştir. 

Hukuk devletinde, davalann reddi ya da kabulü, dava konusu işlem ya da eylemle ilgili hukuk normlannın bir gereğidir. Hâkimler, hukuk kuralları çerçevesinde yaptıklan incelemede davanın taraflanmn kimliği, etnik kökeni, cinsiyeti, dini ya da felsefi ve siyasi görüşünden etkilenmeksizin kararlarını verecektir. Genel ve evrensel hukuk ilkeleri ve bakışı bunu gerektirmektedir. Halbuki brifingli, yönlendirmeli yargı süreci, hâldmlerin kararlarına yasaların dışında dikkate almaları gereken bir kısım hususları daha eklemiştir. Bunlardan biri de "devletin âli menfaati"dir. 

İdare mahkemelerinde veya Danıştay'da idareyi temsil edenler, davacıların iddialarına karşı "hukuki gerekçeler" ileri sürme yerine, mütemadiyen "devletin âli menfaati bunu gerektirir" savunmasını kullanmışlardır. 

Yargıya müdahale sürecinde en çok etkilenen davalardan bir bölümü de "denklik 
iptalleri" ile ilgili davalardır. "Topyekûn savaş" doğrultusunda uzun yıllar boyunca herhangi bir problem yaşamamış, bir kısmı memuriyet nedeniyle emekli olmuş ya da emekliliği gelmiş, bir kısmı doktora ./ yapmış, Mısır El-Ezher, Pakistan İslam üniversitelerinden mezun olmuş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının diploma denklikleri iptal edilmek suretiyle statüleri ile oynanmıştır. 

Onlarca yıl önce, yurt dışında yüksek öğrenimlerini tamamlayan kişilerin almış oldukları diplomaları, geçmişe yürürlü olarak iptal edilmiştir. Bu konuda açılmış bulunan davalarda YÖK temsilcileri, yıllar öncesi alman diplomaların iptaline makul bir gerekçe bulamadıklarmdan, "devletimizin âli menfaati bunu gerektirmektedir" savunmasını ileri sürmüşler, ne yazık ki tarafsız ve 
bağımsız yargımız tarafından bu gerekçeler geçerli kabul edilerek davaların reddine karar verilmiştir. 

Bu konuda yargının ne denli taraflı kullanıldığına işaret eden bir örneği zikretmekte fayda görüyoruz. 

Mısır'da bulunan ve uluslararası üne sahip El-Ezher Üniversitesi mezunu N. Altıner, diplomasının denkliğini iptal eden YÖK işlemini dava etmiştir. Denkliğin niçin iptal edilemeyeceğine dair birçok hukuki gerekçe dava dilekçesinde belirtilmiştir. Buna karşılık davalı YÖK tarafından verilen savunma dilekçesinde davanın niçin reddedilmesi gerektiğinin şifreleri mahkemeye şöyle 
verilmiştir. 

"..Ayrıca radikal dinci bazı kişi, örgüt ve kuruluşların, ideolojik amaçla özellikle El-Ezher Üniversitesi'ne öğrenci götürdükleri, bu öğrencilere Cumhuriyetimizin ve Anayasamızın temel ilke ve kurallarına aykırı ideolojik eğitim verildiği, bu durumun demokratik, laik ve sosyal hukuk devletimizin geleceği için tehlike arz ettiği Dışişleri Bakanlığımızın, büyükelçilerimizin, eğitim ataşelerimizin resmi 
yazılarında ifade edilmiştir. 

Bütün bu olgular karşısında da ülkemizin âli menfaatleri, kamu yararı göz önünde bulundurularak.... tarihli karar alınmıştır." 

Neticede Danıştay 8. Daire "hukuk ilkelerine, hukukun üstünlüğüne, maddi gerçeklere" göre değil, "devletimizin âli menfaatine, Dışişleri Bakanlığı'nın, büyükelçilerin, eğitim ataşelerinin gözlemlerine, siyasi düşüncelerine ve ideolojik anlayışlarına" dayanan bir kararla davanın reddine karar vermiştir.(Danıştay 8. Daire 1997/3975 E. Sayılı dosyası) 

Karar; 

"Cumhuriyet Balosuna Katılmazsan, Yönetici Olamazsın!" 

Devlet memurluğuna nasıl girileceği, devlet memurluğuna girişte aranacak şartların neler olduğu "devlet memurlan yasası"nda beklenmiştir. Memuriyete başladıktan sonra hangi uygulamalarla karşılaşabileceğine de yasa ve yönetmelikler ile işaret edilmiştir. Memuriyette yükselme/terfi hususu da ilgili kurumlarca yasalara uygun olarak çıkarılan yönetmeliklerle belirlenmektedir. Bu nedenle devlet memurluğunun kazanılmasında ya da terfi etmede veya memuriyet görevinin sürdürülmesinde yasalarda belirtilmeyen şartlar koşulamaz. 1997 sonrası yargıya yapılan müdahaleler bu yöndeki kuralları da alt üst eden uygulamalara yol açmıştır. 

Tekirdağ-Malkara Endüstri Meslek Lisesi Müdürlüğü görevini yürüten M. Unsal, 1998 yılında açılan bir disiplin soruşturması ile görevden alınarak başka bir okula atanmıştır. Soruşturma dosyasında aynen şunlar yazılmaktadır: 

"..eğitim yöneticisi -okul müdürü- olarak resmi görevini basarı ile sürdürmektedir. Görevi dışında sadece 'dinci" bilinen kesimle ilişkilerini sürdürmekte, çalışma saatleri içinde de olsa Cuma namazlarını aksatmamakta, eşi bir sembol olarak kabul edilen 'türban' takmakta ve kapalı dolaşmakta, ilişkileri de sadece kendisi gibi giyinen kesimle olmakta, Ulusal Bayramlar ve 
Cumhuriyet Balosu da dahil eşiyle hiçbir toplantıya katılmamaktadır. 

Bu bağlamda çevrenin sosyal ve kültürel ortamından uzak, belli bir kesimle uzlaşmış ve birlikte hareket eden kapalı bir aile yaşantısının ortaya çıktığı belirlenmiş, bunun üzerine davacının görev alanının bir bölümünü teşkil eden eğitim-öğretim faaliyetlerinde başarılı çalışmalar yaptığı ancak, bir yöneticide bulunması gereken en önemli özelliklerden tarafsızlık ilkesini ihlal eder nitelikte 
bilgi ve duyumların küçük bir ilçede yaygın bir şekilde konuşulduğu, somut bir örneği olmasa da toplumda bazı çevrelere karşı zaafı olduğuna dair yorumlar yapıldığı, ayrıca bu kesim dışındakilerin de aile olarak kendilerini soyutladıkları, laik bir ülkede dinci akımların sembolü haline gelen türbanı yanlış mesajlara neden olabileceğini düşünmeksizin eşine kullandırarak hakkındaki söylentilerin daha da artmasına ve eğitim müessesinin zedelenmesine neden olmuştur." 

Bu, hukuki açıdan izahı mümkün olmayan, önyargı ve ideolojik gerekçelerle hazırlanan soruşturma raporuna dayanarak görev yeri değiştirilen M. Ünsal'ın davası Edirne İdare Mahkemesi'nce kabul edilerek işlem iptal edilmiştir. 

Milli Eğitim Bakanlığı'nın kararı temyiz etmesi üzerine davayı ele alan Danıştay 5. Dairesi, yerel mahkemenin kararım bozarak "rapor içeriğinin, dolayısıyla görevden alma işleminin hukuka uygun olduğuna" karar vermiştir. 

Danıştay 5. Dairesi, raporda belirtilen hususların, "davacının yüklendiği görevin özelliği ve önemi karşısında yöneticilik konumunu ve kurumu temsil niteliğini yitirdiği.." gerekçesine yer vererek soyut, tespiti ve değerlendirilmesi imkânsız iddiaları delil kabul etmiş ve buna istinaden yerel mahkeme kararını bozmuştur. 

Danıştay 5. Dairenin kararına göre "Mesleğinde başarılı, iyi bir yönetici olmak" yeterli değüdir. Yöneticilik görevini sürdürebilmesi için "türbansız eşi ile Ulusal Bayramlara ve Cumhuriyet balolarına katılması", ayrıca bayan "eşinin nasıl giyineceğine de -özellikle başörtüsü, uzun manto, yanlış anlamalara müsait renkten elbiseler giymemesini sağlamak için- müdahale etmesi" gerekmektedir. 

Kararda görüldüğü üzere, memurlar için, sadece devlet memurları yasasının aradığı şartlar yeterli görülmemekte, bu yasadaki şartlara ilaveten, tarafsız ve bağımsız mahkemelerin çizdiği şartlan da taşıması gerekmektedir. Aksi halde kamu görevinde kaç seneden buyana çalıştığına bakılmaksızın bir anda görevine son verilebilecektir. 



14 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 12

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 12


Başörtüsü Davaları/ Brifing Sonrası Verilen Kararlar 

Başörtü yasağını hukuk ihlali olarak değerlendiren, İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 26.06.1998 tarihli kararı, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne tebliğ edilmesinden sonra, üniversite yetkilileri hemen harekete geçerek, adli tatil içerisinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz dilekçesi vermiştir. Bu arada Trakya Üniversitesi de (İstanbul Üniversitesi ile birlikte) adli tatilde 
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz dilekçesi vermiştir. Adli tatil olması nedeniyle, nöbetçi hâkimlerden A. Hayat Aysal başkanlığında Necati Alkan ve Yunus Kutlu tarafından oluşturulan heyet, İstanbul 6. İdare Mahkemesi ve Edirne İdare Mahkemesi tarafından verilen "Yürütmenin durdurulması" kararlarının kaldırılmasına karar vermiştir. (İstanbul Böge İdare Mahkemesi   E:1998/910, 945, 946, 947 Y.D itiraz ). 

İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin kararlarının, içerik ve gerekçelerinin, neredeyse üniversitelere ve mahkemelere dağıtılan "bilgi notundaki cümle ve kelimelerle birebir ör-tüşmesi, "tehditin hedefine ulaştığını göstermektedir. 

Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, İstanbul 6. İdare Mahkemesi tarafından verilen yümtmenin durdurulması kararının kaldırılması için, adli tatilde bu heyetin' oluşturulması için İstanbul Üniversitesi rektörünün olağanüstü bir çaba gösterdiği bilinmektedir. Nitekim, Kemal Alemdaroğlu'nun rektörlük yaptığı esnada "Üniversiteye ait Antalya Konyaaltı-nda bulunan gayrı menkulün kat karşılığı ihale edilmesinde üniversiteyi zarara uğrattığı" gerekçesiyle yargılanması yönündeki karara itirazı üzerine, Danıştay incelemesi esnasında şimdilerde CHP milletvekili olan eski yardımcısı ile yaptığı telefon görüşmeleri basma yansımıştır. 

Söz konusu telefon görüşmesinde, Danıştay hâkimlerinden S. Y/a ulaşılarak dosyayı inceleyecek heyetin "güçlü bir Alevi kanalıyla etkilenebileceği" belirtilmekteydi. Aracı olarak görüşülmesi istenen ve ismi geçen Danıştay üyesi S. Y.'ın 1998 yılında İstanbul İdare mahkemelerinde görevli hâkim olarak bulunduğu dikkate alındığında, adli tatilde "yürütmenin durdurulması kararının 
kaldınlması"na dair kararların nasıl alındığı daha net anlaşılmaktadır. 

Bölge İdare Mahkemesi tarafından, '"başörtü yasağını durduran kararlar" ortadan kaldırıldıktan sonra, İstanbul İdare mahkemelerinde açılan iptal davalarında yürütmenin durdurulması talepleri tek tek reddedilmeye başlamıştır. O tarihte, alü idare mahkemesinin bulunduğu İstanbul İdare Mahkemesi'nde, tüm mahkemelerin "yürütmenin durdurulması talebinin reddi kararları aynı gerekçe, aynı cümle ve kelimelerden oluşması, dikkat çekmektedir. 

Adli tatilde nöbetçi hâkimlerden oluşturulan heyetten alınan kararlar yeterli görülmemiş, yasağa karşı karar veren mahkemede davaların esasına ilişkin olarak verilecek kararlar, garantiye alınmaya çalışılmıştır. 

Başörtüsü yasağı aleyhine karara imza atan İstanbul 6. İdare Mahkemesi üyelerinden hâkim Seher Bayrak, Edirne'ye tayin edilmiş, hâkim Dr. Selami Demirkol da önce Trabzon'a sürgün edilmiş, daha sonra da Sakarya İdare Mahkemesi'nde görevlendirilmiştir. 

İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nde görev yapan iki hâkimin görev yeri -bakmakta olduğu davalar (E:1998/367, 368, 369 sayılı dosyalar) nedeniyle- değiştirildiği için, yeni bir heyet oluşturulmuş, böylece, "tabii hâkim" ilkesi ihlal edilmiştir. Aynı mahkeme, daha önce -başörtüsü yasağım hukuka aykırı bularak- yürütmenin durdurulması karan verdiği halde, bu hâldmlerin yerine 
görevlendirilen başkan A.Ç, üyeler E.A ve G.T'den oluşan heyetin, "AYNI DAVADA" (hem de) OYBİRLİĞİYLE davanın reddine (İst.6.İdare Mahk. 31/05/198 tarih E:1998/368, K:1998/511 sayılı kararı ) karar vermesi, yargıya müdahaleyi çok açık bir şekilde kanıtlamaktadır. 

Mahkemelerde, başörtüsü yasağına karşı açılan davalarda kararlar, artık matbu hale gelmiştir. Mahkemelere verilen 4-5 sayfalık "bilgi notu" ya da bu notların kısaltılmış şekliyle "karar formatinda" metinler, "davacı, davalı ve işlem tarih ve sayılarının yazılacağı bölümler" boş bırakılmak suretiyle teksir edilerek çoğaltılmış, karar verilecek dosyalar için boşluk doldurma yöntemiyle kararlar 
"hazır" hale getirilmiştir. (İstanbul 6.İdare Mah.31.05.1999 tarih 1998/367 E, 1998/510 K. sayı b, 1998/368-511 sayılı.,1998/369-512 Sayılı kararlan) 

İstanbul İdare Mahkemelerinin, başörtüsü yasağı ile ilgili davalarda verdiği kararlann "mahkemelere verilen bilgi notu ve şablon gerekçelere göre yazıldığını" anlamak için, mahkemelerin, aynı konuda verilmiş kararlarına bakmak yeterlidir. İstanbul Üniversitesi rektörlüğünün 23 Ocak 1998 
ve 26 Ocak 1998 tarihli "üniversiteye almama"ya ilişkin işlemin iptaline dair İstanbul 2. İdare Mahkemesi'nin 27.10.1998 tarih ve 1998/261 E. 1998/935 K. Sayılı kararı ile İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 21.04.1999 tarih ve 1998/227 E. 1999/504 K. sayılı kararlan örnek olarak gösterilebilir. 

Her iki karar da 12 paragraftan oluşmakta, her iki kararın 7 paragrafı, paragraf başlığı, kelime şekli ve sayısı aynıdır. 

Özellikle kılık kıyafet nedeniyle açılan idari davalarda, şablon metinlerle teksir edilen kararlar dönemi başlayınca, bu davalar için, mahkeme hâkimlerinin inceleme yapmasına da gerek kalmamıştır. Çünkü sonucun herhangi bir şekilde (davacı lehine) değişmemesi gerekmektedir. Hal böyle olunca hâkim incelemesi ne de gerek kalmamakta (hâkimlerin değil!) kalem memurlarının şablon   metinleri yazmaları ve hâkimlere imzalatmasıyla karar oluşmaktadır. Kararlar hâkimlerin görüşü ve el mahsulü olmadığı için, kaçınılmaz hatalar da yapılmaktadır. 

Teksir edilen karar metninde; davacının ve veldlinin isimlerinin yazılacağı bölüm ve dava edilen işlemin tarih ve sayısı için uygun bir boşluk bırakılarak çoğaltılmaktadır. Bazen birden fazla davası olan avukatın ismi de teksirde belirtilerek metin çoğaltılmakta, bu şekilde çoğaltılan kararlar, 
idare mahkemesinde birçok davası olan avukat isimleriyle birlikte teksir edilmekte, karar, davacı karşısına herhangi bir davacı ismi yazılmak suretiyle imzalanmaktadır. 

Bu konuda trajikomik hadiseler yaşanmış olup, bunlardan biri, şu şekilde cereyan etmiştir: 

İstanbul İdare mahkemelerinde "kılık kıyafet nedeniyle memuriyetten atılan memureler adına" dava açan avukat Fatma Benli'ye bir karar tebliğ edilmiştir. 

Mahkeme kararı, öğretmen olarak görev ifa ederken \ "başörtülü görev yaptığı" 
gerekçesiyle görevine son verilen Meryem Altıntaş adına Avukat Hüsnü Tuna tarafından İstanbul 2. İdare Mahkemesinde açılan bir davaya ilişkindir. Diğer bir ifade ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinde Av. Hüsnü Tuna tarafından davacı Meryem Altıntaş adına açılan davanın kararı, aynı konuda idare mahkemesin de davaları bulunan Avukat Fatma Benli ismiyle çoğaltıldığı için, karar da bu davada vekil olan Av. Hüsnü Tuna yerine, (Meryem Altıntaş'ın vekili olmayan) Av. Fatma Benli'ye tebliğ edilmiştir. (İst. 2. İdare Mah. 28.09.2001 tarih 2001/74 E. 2001/1161 K. Sayılı karan ve dava dilekçesi). 

Kararda, davacı vekili olarak adı yazıları Fatma Benli, Meryem Altıntaş adına açılmış bir davasının olmadığı ve bu kişinin vekili de olmadığı halde, kararın kendisine tebliğ edilmesi üzerine, anılan avukat mahkemeye "kararda ismi geçen davacının vekili olmadığı gibi kendisini de tanımadığını, ilgilinin usuli bir mağduriyete uğramaması için kararın iadesini ve işlemin düzeltilmesini" talep eden bir dilekçe vermiştir. 

Mahkeme heyeti, kararın mahkemeye iade edildiği 15.03.2002 tarihinden tam dört ay sonra 19.07.2002 tarihinde kararda "davacı vekili olarak yazılan Fatma Benli" isrninin "davacı vekili Av. Hüsnü Tuna olarak düzeltilmesine" karar vermiş ve bu düzeltme kararı ile birlikte eski karan yine Av. Fatma Benli'ye tebliğe çıkarmıştır. 

Bu arada gerekçeli kararırı bir türlü tebliğ edilmemesi üzerine, kararın yazıldığı tarih olan 28.09.2001'den tam on iki ay sonra 7 Ekim 2002 tarihinde mahkemeye dilekçe ile başvuruda bulunarak, "davanın akıbeti ve kararın gecikme nedeninin bildirilmesi" istenmiştir. Bu dilekçeden sonra, 30 Ekim 2002'de (davacısı Meryem Altıntaş, vekili Av. Fatma Benli olarak görülen) teksir 
edilen ve nokta nokta bırakılan yerleri doldurularak hazırlanmış olan karar, bu kez Av. Hüsnü Tuna'ya tebliğ edilmiştir. 

Yazılı dilekçelerle uyarıda bulunulmasına rağmen, bu kararları veren mahkemelerin hâkimleri, son derece lakayıt bir şekilde, karar verdikleri tarihten on üç ay sonra, bu usulsüzlükleri giderme ihtiyacı dahi hissetmeden muamelelerini devam ettirmişlerdir. Davacının "makul bir sürede davasının görülmesini isteme hakkı" bu davalar için rafa kaldırılmıştır. 

Brifinge Kayıtsız Kalan Mahkemeler 

Samsun İdare Mahkemesi 

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisi olup, başörtüsü yasağı 
nedeniyle fakülteye alınmayan E. ECE isimli öğrenci, Samsun İdare Mahkemesi'ne başvuruda bulunarak, idarenin hukuka aykırı "işlemin iptali ve 1 milyar manevi tazminata" hükmedilmesini istemiştir. 

Samsun İdare Mahkemesi 01.10.1999 tarih ve 1999/139 E. 1999/908 K. Sayılı kararı ile "Fakülteye almama işleminin" iptali ile "davada, 100.000.000 TL manevi tazminatın ödenmesine" karar vermiştir. Karar oyçokluğuyla (l'e karşı 2 oyla) alınmıştır. Karara, mahkeme heyeti başkanı M.K.A muhalif kalmıştır. Davanın reddi yönünde oy kullanan muhalif hâkimin iki sayfalık gerekçesine bakıldığında, yukarıda ele aldığımız ve şablon gerekçelere göre oluşturulan, İstanbul 2. ve 3. İdare Mahkemesi kararlarıyla tıpa tıp aynı olduğu görülmüştür. 

Bursa İdare Mahkemesi 

Başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmaması, Bursa Uludağ Üniversitesi'nde de acımasız bir şekilde uygulamaya konulmuştu. Bu öğrenciler fakültelerine alınmadığı gibi, bir şekilde üniversiteye girenlerin, yıldırım hızıyla işlem yapılarak okulla ilişiği kesiliyordu. Bu çerçevede, başörtüsüyle fakülteye girdiği için "bir yarıyıl yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma" cezası verilen Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi H. Atasoy, bu cezanın iptali ve yürütme nin durdurulması talebiyle dava açmıştır. 

Davayı inceleyen Bursa 2. İdare Mahkemesi, disiplin cezasının uygulanmaması için "Yürütmenin durdurulmasına" karar vermiştir. 

Daha sonra açıklanacağı gibi, bu dava da diğer örnekleri gibi, başlangıçta hukuka aykırılık gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı veren heyetin üyeleri -tabii hâkim ilkesi ihlal edilerek- dağıtıldıktan sonra, yerine atanan hâkimler kanalıyla, dava öğrenci aleyhine sonuçlandırılmıştır. 

Öte yandan, birçok idare mahkemesinde, başörtüsü nedeniyle açılan davalarda "dikte edilen gerekçelere itibar etmeyerek" davacılar lehine karar veren hâkimler, tek tek sürgün edilmişlerdir. Kamuoyuna, "Hâkime Örtü Sürgünü", "Adalette Türban Sürp( rizi", "Yargıda Türban Sürgünü" olarak yansıyan bu uygulamalarla, hukuksuz yasağı talimatla sürdürenler değü; adil, objektif 
ve hukuk çerçevesinde hareket etmeye çalışanlar cezalandırılmışlardır. 

Edirne İdare Mahkemesi'nde "başörtülü bir öğrencinin" davasmda "yürütmenin 
durdurulması karan veren hâkimlerden Başkan Ali Kazan, Trabzon İdare Mahkemesine üye olarak, yine Edirne İdare Mahkemesi üyesi Abdurrahman Beşer ise Trabzon Vergi Mahkemesine üye olarak sürülmüşlerdir. 

Bursa İdare Mahkemesi'nde, İmam Hatip Lisesi öğrencileri tarafından açüan ye dönemin Bursa valisi Orhan Taşanlar'ın "başörtü yasağı genelgesi"nirt iptali ve yürütmenin durdurulması davası ile Bursa Uludağ Üniversitesi'nden uzaklaşünlan öğrencilerin açtığı davada "yürütmeyi durdurma kararı" veren hâkimlerden Bursa 2. İdare Mahkemesi Başkam Sabri Ünal, Aydın Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine, aynı mahkemenin üyesi Mehmet Ali Ceran ise Gaziantep Vergi Mahkemesi üyeliğine gönderilmişlerdir. 

Samsun İdare Mahkemesi'nde, başörtülü öğrencinin açtiğı davada, "davanın kabulü" yönünde oy kullanan hâkim Cafer Ergen, Kayseri İdare Mahkemesi'ne sürgün edilmiştir. 

Ankara'da yargı mensuplarına verilen brifinglerle, taşrada bulunanlara da matbu, form mahiyetinde verilen metinlerle yönlendirilmeye çalışılan hâkimlerden, bu güçlerin istemediği kararların çıkması üzerine, hâkimlerin susturulması için muhtelif tedbirler alınmıştır. 

Bunların başında "mevhum, gülünç ve gerçek dışı gerekçelerle" hâkimler hakkında soruşturmalar açılması gelmektedir. Bu dönemde, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün onayıyla birçok hâkim hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bunların en ilginçlerinden birisi 11.09.2000 tarihini taşıyan 2.74.11.237. 1999 sayılı Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü başlıklı soruşturma yazısıdır. Hâkim Genel Müdür, N. Turan tarafından imzalanarak Bakanlık Makamına sunulan yazının içeriğinde aynen şöyle denilmektedir: 

"..Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş, Fatih Terzi, Resul Çomoğlu, Recep Taş, Hasan Önal ile Samsun İdare Mahkemesi eski üyeleri halen Kayseri İdare Mahkemesi üyesi cafer Ergen ve Kocaeli Vergi Mahkemesi üyesi nermin Kurt haklarında verilen 09.05.2000 tarihli soruşturma izni üzerine adalet müfettişi tarafından düzenlenen 24.07.2000 günlü soruşturma raporuna 
bağlı (2.74.11.237. 1999) sayılı dosya incelendi. 

...Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş (sicil no.su), Fatih Terzi (sicil no.su), Resul Çomoğlu (sicil no.su), Recep Taş (sicil no.su), Hasan Önal (sicil no.su) ile Samsun İdare Mahkemesi eski üyeleri halen Kayseri İdare Mahkemesi üyesi Cafer Ergen (sicil no.su) ve Kocaeli Vergi Mahkemesi üyesi Nermin Kurt, 

Yaptıkları işler ve davranışlarıyla kişisel duygulara kapılarak görevlerini doğru ve tarafsız yapamayacakları kanısını uyandırdıkları, 

Bu cümleden olarak, 

Sosyal ve özel yaşantıları ve eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzı nedeniyle çevrede olumsuz imaj yarattıkları, başörtüsü taktıkları gerekçesiyle haklarında disiplin cezası uygulanan ya da bu nedenle okula alınmayan öğrenciler tarafından Samsun İdare Mahkemesi'ne açılan davalarda türbanlı öğrenciler lehine karar verdikleri, Atatürkçü, laik ve demokrat olduğu bilinen kişiler 
tarafından açılan davalarda ön yargılı davrandıkları, hususundan ibarettir." 

Yazının soruşturma gerekçesinin açıklandığı bölümde; 

"Eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzını benimsedikleri, kendilerinin sosyal ve özel yaşantılarında mesleğe yakışmayan davranışlarda bulundukları, toplu halde ve tören havasında cuma ve teravih namazlarına gittikleri" İddia edilmiş. 

Bu bakımdan, "Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş, Fatih Terzi, Resul Çomoğlu, Recep Taş, Hasan Önal ile Samsun İdare Mahkemesi eski üyeleri halen Kayseri İdare Mahkemesi üyesi Cafer Ergen ve Kocaeli Vergi Mahkemesi üyesi Nermin Kurt haklarında disiplin yönünden gereği takdir ve tayin olunmak üzere soruşturma dosyasının 2802 Sayılı Kanunun 87. maddesi gereğince Hâkimler ve Savcılar Yülcsek Kurulu 'na tevdiinin düşünüldüğü" belirtilmiştir. 

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk tarafından 06.09.2000 tarihli onay ile soruşturma dosyalarının HSYK'ya sunulması uygun bulunmuştur. 

Soruşturma yazısından anlaşıldığı üzere "eşlerinin kapalı ve başı örtülü giyim tarzını benimsediği" iddia edilen hâkimlerden biri, bayan Nermin Kurt'tür. Yine soruşturmacılar, bayan hâkim Nermin Kurt'un, diğer (erkek) hâkimlerle beraber "toplu halde ve tören havasında Cuma ve teravih namazlarına gittikleri"ni iddia edebilmişlerdir. Bu soruşturma üslubu, bu soruşturmaların taciz amaçlı yapıldığını açıkça göstermektedir. Diğer bir deyişle bu soruşturmalarla, hâkimler, talimatları derhal uygulayan, verilen her emre tartışmasız olarak itaat eden bir emir erine dönüştürülmek istenmiştir. 



***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 11

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 11


Recep Tayyip Erdoğan’a Siyasi Yasak Kararı, 

Fazilet Partisinin kapatılmasından sonra 14 Ağustos 2001 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi kurulmuş ve Recep Tayyip Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer almıştır. Recep Tayyip Erdoğan’ın yen bir parti kurarak onun genel başkanlığını üstlenmesi, Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığı tarafından uygun görülmemiş, yargı bir kez daha siyaseti kendi ideolojisine göre şekillendirme adına olaya müdahil olmuştur. 

Yargıtay Cumhuriyetbaşsavcılığı 21 Ağustos 2001 tarihinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu Üyesi ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk Ceza Kanunu'nun 312/2. maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasına mahkûm olması nedeniyle milletvekili seçilme yeterliliği bulunmadığı ve bu nedenle 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 8. maddesine göre Siyasî Parti Kurucu Üyesi 
olamayacağından, 104. maddesi uyarınca davalı Siyasî Parti'ye adı geçenin kurucu üyelikten çıkarılması için ihtar kararı verilmesi istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. 

Anayasa Mahkemesi, 9 Ocak 2002 tarihinde verdiği kararla; Recep Tayyip Erdoğan'ın suçunun, 4454 sayılı Yasa'nın kapsamında olmadığı gibi cezası infaz edildikten sonra 22.12.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4616 sayılı Yasa hükümlerinden yararlanmasının da mümkün olmadığı gerekçesiyle, Recep Tayyip ERDOĞAN'ın 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 8. maddesine aykırı 
olarak Parti'nin kurucu üyesi olduğu anlaşıldığından Adalet ve Kalkınma Partisi'ne, kararın tebliğ tarihinden itibaren altı ay içinde aykırılığı gidermesi için aynı Yasa'nın 104. maddesi gereğince ihtarda bulunulmasına karar vermiştir. Söz konusu karar 5’e karşı 6 oyla verilmiştir. 

Oysa aynı Anayasa Mahkemesi, Recep Tayyip Erdoğan’la aynı suçtan mahkum olan ve benzer durumda bulunan Yeniden Doğuş Partisi üyesi Hasan Celal GÜZEL'in siyasî partiye üye olamayacağı gerekçesiyle 2820 sayılı Yasa'nın 104. maddesi uyarınca davalı Siyasî Parti'ye adı geçenin üyelikten çıkarılması için ihtar kararı verilmesi yönündeki Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığının istemini 19 Temmuz 2001 tarihinde 4’e karşı 7 oyla reddetmişti. 

Anayasa Mahkemesinin aynı tür davada yaklaşık altı ay arayla farklı kararlar vermesi, 28 Şubat Sürecinin yargı üzerindeki etkisinin devam ettiğinin ve siyasetin siyaset dışı güçlerce yargı eliyle dizayn edilmesi projesinin bir göstergesidir. İki karar arasında dikkat çekici olan ise Hasan Celal 
Güzel kararındaki gerekçenin, Recep Tayyip Erdoğan kararında karara muhalif kalanlarca aynen karşı oy gerekçesi olarak kullanılmasıdır. 

İDARİ YARGININ/İDARE MAHKEMELERİNİN TUTUMLARI 

Başörtüsü Davaları/ Brifing öncesi verilen kararlar 

28 Şubat, MGK kararlarrnın önemli bir bölümü "irtica" dolayısıyla "kılık kıyafet" e ilişkin hususlardı. Darbecilerin müdahalede öncelikli hedefleri, eğitim ve çalışma alam olarak belirlenmişti. Bunun sonucu olarak, öncelikle, "üniversiteler" "uygulama alam" olarak seçilmiş, aym zamanda orta öğrenimde İmam Hatip okulları da uygulamanın bir parçası olarak belirlenmiştir. Bunların yaranda 
ister kamu kurumları, ister özel şirketler olsun çalışma alanlan da uygulamanın hedefi olmuştur. 

"Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okullarda Okuyan Öğrencilerin Kılık Kıyafetine Dair Yönetmelik" hükümleri ile 1982 yılında kısmen başlatılan, 1987 yılı Ocak ayında da "katı bir yasak" olarak uygulanmak istenen, ancak daha sonraki süreçte yasal olarak ve fiilen ortadan kaldmlan "kılık kıyafet yasağı" üniversite hayatında hemen hemen hiç olmamıştı. 

1997 yılına kadar üniversitelerde "kılık kıyafet yasağı"nı uygulama imkânı bulamayan yasakçı güçler, 1997 sonlann-da İstanbul Üniversitesi'ne rektör seçilen bir kişiyi "uygulamacı", İstanbul Üniversitesi'ni de "uygulama alanı" olarak belirlemiştir. 

Kemal Alemdaroğlu, rektörlüğe başlamasının ikinci ayında, 23 Şubat 1998 tarihli ve 5786 sayılı bir genelge yayımlayarak; "yeni düzenlemeye göre verilmiş öğrenci kimlik kartı olmayan öğrencilerin içeri alınmaması, kimlik kartsız olarak içeri girenler hakkında işlem yapılması" istemiştir. 

Genelgede her ne kadar kimlik kartı olmayanların içeri alınmayacağı belirtilmek te ise de genelgenin içeriğinden mesaj açıkça anlaşılmakta "... bayan öğrencilerin başlan bağlı olarak (başörtülü olarak) erkek öğrencilerin sakallı olarak ders, staj ve uygulamalara alınmamaları.." istenmektedir. 

Genelgede, içeri alınmama sebebi "kimlik kartının olmaması" olarak gösterilmek te ise de bu genelgenin anlamı, başörtülü öğrencilere kimlik verilmediği için üniversiteye "başörtülü öğrencilerin alınmayacağı" anlamına gelmekteydi. Bu genelge, aynı zamanda 1998 yılı başlarında başlatılan kılık kıyafet yasağının, kanuni ve hukuki bir dayanağının da olmadığına işaret etmekteydi. 

Aynı genelgede "öğrencilere ait yoklama listelerine başörtülü ve sakallı olan öğrencilerin numara ve adlarının yazılmaması, adları listede olmadığı halde pratik ve dersaneye girip orada bulunmakta ısrar eden öğrencilerin uyarılması, çıkmadığı takdirde ismi ve numarası alınarak dersin yapılmayacağı kendisine bildirilmeli, buna rağmen çıkmamakta direnirse öğretim üyesi tarafından 
tutanakla durum tespiti yapılarak dersin engellendiği belirtilerek ders yapılmayacak, ilgili öğrenciler hakkında cezai işlem yapılacağı.." belirtilmektedir. 

Bu genelge ile üniversitelerin kapısı, o güne kadar görülmemiş bir şekilde -1987 yılında kısa bir süre hariç olmak üzere- başörtülü öğrencilere kapatılmış oldu. Genelgenin uygulanması için, üniversite kapılarında -üniversitenin bütçesiyle- güvenlik görevlileri istihdam edilmiş, bu kişiler kolluk kuvveti gibi kullanılmış, başörtülü öğrencilere karşı etten bir duvar örmüşlerdir. 

Başörtü yasağı, İstanbul Üniversitesi'nin muhtelif fakültelerinde uygulanmakla birlikte, özellikle Tıp fakültelerinde çok daha acımasız bir şekilde uygulanmıştır. Bu yasaktan, bütün öğrenciler etkilenmekle birlikte, en çok etkilenenler, tıp fakültelerini bitirme aşamasında olan, 5. ve 6.sınıf öğrencileri olmuştur. Bitirmeyi düşledikleri okulun kapısı yüzlerine kapatılmıştır. Yasadışı yasak 
nedeniyle zor durumda kalan öğrenciler, anlamsız yasağın ve oluşturulan fiili engelin kaldırılması için çareler aramaya başlamışlardır. 

Mağdur öğrenciler, hukuk devletinde haksızlığa uğrayan herkesin baş vurabileceği bir yola, mahkemelere başvurmaya karar vermişler, hukuksuz uygulamanın ve haksızlığın giderilmesi için İdare Mahkemelerinde davalar açmaya başlamışlardır. 

Ankara'da düzenlenen brifinglere, yargının her biriminde görev yapan hâkimler ve savalar davet edilmişler, Ankara dışmda görev yapan hâkimler -özel bir gayret sarf edenler hariç- bu brifinglere muhatap olmadığı için, brifinglerde yapılan telkin ve tavsiyeden doğrudan etkilenmemişlerdir. Ayrıca, her hâkimin her telkin ve her tavsiyeden etkilenmeyeceği, taraflı davranmayacağı da şüphesizdir. 

Nitekim İdare Mahkemelerinde verilen ilk kararlar, hukuki nitelemelerin ağır bastığı, yönlendirme ve telkinlere direnme mahiyetindedir. Bu nedenle İdare Mahkemelerinin telkinlere karşı tepkisi/tepkisizliği, tavrı, hâkimlere uygulanacak yaptırım konusunda da belirleyici olmuştur. 

İstanbul İdare Mahkemelerinde Verilen Kararlar 

İstanbul Üniversitesi'nde başörtüsü yasağının en acımasız bir şekilde tıp fakültelerinde uygulandığım belirtmiştik. Tıp fakültesi öğrencilerinden 5. sınıf öğrencisi H. Arslan, Edebiyat Fakültesi öğrencilerinden S. Caferoğlu ve S. Coşkun, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün "Başörtülü" öğrencilerin derslere alınmamasına dair işleminin iptali ve yürürlüğünün durdurulması talebiyle 
İstanbul İdare Mahkemelerinde dava açmışlardır. 

İstanbul 6. İdare Mahkemesi S. Coşkun, S. Caferoğlu ve H. Arslan isimli kız öğrencilerin açtıkları davanın ilk incelemesinde 26.06.1998 tarih ve 1998/367 Esas sayılı, yine aynı tarih ve 1998/368 Esas sayılı ve yine aynı tarih ve 1998/369 Esas sayılı kararlan ile Başkan Belir Can, üyeler Seher Bayrak ve Dr. Selami Demirkol'dan oluşan heyet, başkanın muhalefetine karşılık Seher Bayrak 
ve Selami Demirkol'un görüşleri ile İstanbul Üniversitesinin başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmamasına ilişkin işlemini durdurmuştur. 

Yürütmenin durdurulmasına dair kararlarda; 

"... 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası, 2547 sayılı YÖK Yasası'nın Ek 17. maddesi ve YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin disiplin suçları başlıklı 7. maddesinin 08.01.1987 tarihinde yürürlüğe giren 'Yüksek öğretim kurumlarının dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünüm dışındaki bir kıyafet ve görünümde bulunmak' fiilinin kınama cezası ile cezalandırılabileceği kuralı" dikkate alınarak dava konusu işlemin incelendiği 
belirtilmiştir. 

Mahkeme heyeti; 

"dava konusu işlemin ilk bakışta kimlik kartı olmayan öğrencilerin üniversite ve 
kampüslerine alınmaması şeklinde güvenliğe yönelik olarak tesis edildiği izlenimi vermekte, ancak devamında rektörün imzasından sonra yer alan yaptırımlarla bayan öğrencilerin başları bağlı olarak (başörtülü olarak) erkek öğrencilerin sakallı olarak ders, staj ve uygulamalara alınmamalarının gerekmekte olduğunu belirtmekte ve öğrencilerin öğrenim özgürlüğünü kısıtlamaya yönelmekte, 
devamında ise derslerin yapılmamasına kadar yaptırım getirecek öğretimin engellenmesi sonucuna kadar vardırıl-makta olduğunu" görmüştür. 

Kararda "Üniversitede güvenliği sağlamak açısından gerekli önlemlerin alınması 
rektörün görev ve yetkisi dahilinde bulunmakta ise de diğer hususların bir genelge ile düzenlenmesi gereken hususlar olmadığı kanun, tüzük ve yönetmelikle düzenlenmesi gereken hususlar olduğu" belirtilmiştir. 

1982 Anayasası'nın 124. maddesinde "Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri" nin kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelik çıkarabilecekleri hükmü vardır. 

...Hukuki normlar hiyerarşisi içerisinde yasa ve tüzüklerin uygulanması bağlamında çıkarılan yönetmelikler ile kamu tüzel kişileri kendi görev alanlarını ilgilendiren konulara açıklık getirmek işlevini yüklenmektedirler. 

...bu yönde yasama organınca düzenleme yapılarak Ek 17. madde hükmü ile düzenleme getirilmiş, bu düzenleme iptal davası olarak Anayasa Mahkemesi'nin önüne getirilmiş ancak Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi Anayasaya aykırı bulmayarak davayı reddetmiş, ancak Ek 17. madde hükmünün uygulamada birliği sağlayacak şekilde açıklık taşımaması nedeniyle farklı uygulamalar 
ortaya çıkmış, ancak yürütme erki tüm ülke çapında uygulamayı belirleyecek bir genel düzenleyici işlemle (yönetmelik) meseleyi çözme yoluna gitmemiş 1990 yılından bu yana (karar tarihine kadar) uygulama farklı üniversitelerde değişik yöneticiler tarafından değişik şekilde uygulanmış, sonuç olarak başörtüsü veya türban olayı yüksek öğretim kurumlarında her zaman bazı çevrelerce kötü 
amaçla kullanılarak devam eden problem durumuna gelmiş, yasa ve yürütme erki meseleyi kökünden çözümleyecek şekilde üzerlerine düşen görevleri yapmadığından onların kullanması gereken yetkiyi yüksek öğretim kurumlarındaki yöneticilerin kullanmasına zemin hazırlanmıştır. 

Nitekim konunun özelliği gereği 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uyarınca çıkarılan devlet memurlarının kılık kıyafet yönetmeliği ile memurların kılık kıyafetleri yönetmelik gibi genel, soyut ve kişisel olmayan bir düzenleyici işlemle uygulamaya yansıtılırken 2547 sayılı yasa uyarınca yükseköğretim personeli ile öğrenciler hakkında iki ayrı yönetmelik çıkarılmış ise de 2547 sayılı yasanın Ek 17. maddesi hükmü bağlamında yükseköğretim personeli ile öğrencilerin kılık kıyafeti hakkında... yönetmelik çıkarılma yoluna gidilmemiştir. 

Bu durumda yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin kılık kıyafeti konusu yasa ile (Ek 17. madde) serbest bırakılmışken ve bu konuda ülkemizde yaşanan sorunlar dikkate alındığında bu günekadar bir yönetmelikle konunun açıklığa kavuşturulması gerekirken kılık kıyafet konusunda davalı idarece birer işlem niteliğinde tesis olunan işlemin altına düşülen notla öğrencilerin kılık 
kıyafeti hakkında hukuki sonuçlar doğuracak bir yaptırım uygulanmasına dair dava konusu işlemde, üniversite rektörünün konu yönünden yetkisiz bulunduğu sonucuna varıldığı, dolayısıyla işlemin yetki yönünden hukuka aykırı olduğu." belirtilmiştir. 

Kararda ayrıca; 

"..dava konusu işlemde şekil yönünden de hukuka aykırılık" sonucuna varılmış, ".. 2547 sayılı yasanın Ek 17. maddesinde 1990 yılından bu yana değişiklik olmadığı, yönetmelik düzeyinde de herhangi bir hukuki değişiklik bulunmadığı halde dava konusu işlem idarenin düzenli olması ve idarenin istikrarlı olması ilkesine aykırılık oluşturduğu, idareyi bu işlemi tesisi etmeye yönelten yasa 
ve yönetmelik düzeyinde herhangi bir değişiklik yapılmadan, işlemin dayanağı olarak açıkça yasal dayanak gösterilmediği ve gerekçe belirtilmediğinden objektif bir sebebi bulunmadığı sonucuna varılarak sebep unsuru yönünden de hukuka uygun bulunmadığı..." belirtilmiştir. 

Netice olarak, İstanbul 6. İdare Mahkemesi, İstanbul Üniversitesi rektörlüğünün 
"başörtülü ve sakallı öğrencilerin üniversiteye alınmaması" yönündeki uygulamasını hukuka uygun bulmamış, "dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına" karar vermiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi karar oyçokluğuyla (bire karşı iki oyla) alınmıştır. 

Karara muhalefet eden yargıç, muhalefet gerekçesini, idari yargılama usulü yasasının 27/2. maddesindeki, "işlemin açıkça hukuka aykırı olması ve uygulanması halinde telafisi güç zararların doğacak olması" sartlarının birlikte gerçekleşmediği tezine dayandırmıştır. 

Edirne İdare Mahkemesi 

Trakya Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi öğrencisi M. Parlak, üniversiteye "başörtülü olarak girdiği gerekçesiyle" Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi dekanlığının 18.06.1998 tarihli kararı ile verilen bir hafta süre ile yükseköğretim kuramlarından uzaklaştırılmasma dair disiplin cezasının iptali ve yürütmesihin durdurulması talebiyle Edirne İdare Mahkemesi'nde dava açmıştır. 

Söz konusu davada, hâkim Ali Kaban başkanlığında Abdurrahman Beşer ve Gülten Kaya Hatipoğlu'ndan oluşan Mahkeme heyeti, 08.07.1998 tarih ve 1998/410 Esas sayılı kararlarıyla oybirliği ile "yürütmenin durdurulmasına" karar vermişlerdir. 

Davacı öğrencinin bir hafta süre ile üniversiteden uzak-laştmlmasma ilişkin işlem; "Trakya Üniversitesi Öğrencilerinin Genel Görünüş, Giyiniş ve Davranışları Yönergesinin 4. Maddesine aykırı olarak derslere başörtüsü ile girdiği, bu fiili nedeniyle Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 7. Maddesi uyarınca "kınama" cezası verilmesine karşın, bu davranışında ısrar ederek yine derslere başörtüsü ile girdiği gerekçesiyle aynı yönetmeliğin 12. maddesi yollamasıyla 8. madde uyarınca tekerrürden dolayı bir üst ceza olan bir hafta uzaklaştırma cezası verilmek suretiyle gerçekleştirilmiştir" diyen Edirne İdare Mah-kemesi'ne göre; 

"...2547 sayılı yasanın 54. maddesinde sayılan ve bu yasanın verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan YÖK. Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinde öngörülen disiplin suçları dışında herhangi bir fiil veya tutumun disiplin suçu olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle dava konusu cezalandırma işlemine dayanak alınan Trakya Üniversitesi Öğrencilerinin Genel Görünüş, Giyiniş ve 
Davranışları Yönergesi'nin 4. maddesinde belirtilen fiil ve tutumların aynı yönergenin 6. maddesiyle disiplin suçu olarak öngörülmesi, yasaların yalnızca Yüksek Öğretim Kuruluna tanıdığı bir düzenleme yetkisinin yönergeyle disiplin suçu ihdas etme ve yetki gaspı suretiyle üniversite senatosunda kullanımı 
anlamı taşıyacağından; bu düzenlemenin yasal dayanaktan yoksun olması nedeniyle hukuki bağlayıcılığı bulunmamaktadır. 

Sonuç olarak disiplin yönetmeliğinde davacının saçlarını örtmesini cezalandıran bir hüküm bulunmadığına ve davacının bu davranışının da kargaşaya yol açıp düzeni bozduğu veya dini inancın gereğini yerine getirmenin dışında bir amaçla yapıldığı yolunda somut bir bilgi ve belge ibraz edilmediği gibi, bu yönde herhangi bir iddiada bulunulmadığına göre aksi kabul ve yoruma dayalı 
olarak davacının suç teşkil etmeyen tutumunu tekrarladığı gerekçesiyle yüksek öğretim kurumlarından uzaklaştırma cezası ile cezalandırılması, hukuka, mevzuata ve hakkaniyet ölçülerine uygun.." değildir. 

Herhangi bir yasaya veya mevzuat değişikliğine dayanmaksızın, (sadece) talimatla uygulamaya konulan başörtüsü yasağına karşı açılan ve yukarıda örneğini verdiğimiz ilk birkaç davada "yürütmenin durdurulması" kararı verilmesi, Ankara'da yapılan brifmgli yönlendirmenin Ankara dışındaki mahkemelerde etkili olmadığının görülmesi, yasakçı zihniyeti harekete geçirmiş, 
yeni tedbirler almaya sevk etmiştir. 

12 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..