4 Temmuz 2017 Salı

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 6


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 6


Prof. Dr. Rona AYBAY (Oturum Başkanı)

Şimdi soru, yorum için söz vermek durumundayım, Lütfen önce sizi gördüm, sonra Kazım Başkanı gördüm, buyurun efendim sizden başlayalım. 

Prof. Dr. Yaşar BİLGE (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı)
- Şimdi bilirkişilik müessesesiyle hak ve özgürlüklerin korunması 
arasındaki bağlantıya dikkat çekmek istiyorum. Bilirkişilik müessesesi resmi olması halinde ve tek bir kuruma sürekli olarak müracaatı halinde bu 
kurumun da işlevselliğinin tartışılır olması durumunda bir açılım yapılması gereği söz konusudur. O takdirde de adli bilimler alanında acaba bir yapılanmaya, 
hak ve özgürlüklerin sağlanması için, delillerin sağlanması için bir çalışma yapılmasına gerek var mı diye düşünmemiz gerekiyor. 

Bu açıdan da CMK 67’de belirtildiği üzere avukatların, daha aynı şekilde savcılar nasıl adli tıp kurumundan rapor alıyorsa, üniversite hastanelerinden rapor alıp, 
onların geçerliliği konusunda teşvik edici ve bu konuda ortak çalışma yapılması konusunda destek vermelerinin önemini vurgulamak için söz aldım, 
Teşekkür ederim. 

Prof. Dr. Rona AYBAY (Oturum Başkanı)

- Çok teşekkür ederim, ama sorunuzun konumuzla ilgisini ben şahsen kuramadım, teşekkür ederiz dinledik. Sayın Başkan Kazım Kolcuoğlu buyurun efendim. 

Av. Kazım KOLCUOĞLU (İstanbul Barosu önceki Başkanlarından)

- Teşekkür ediyoruz konuşmacılara. Benim birinci açıklamam şöyle olacak: Daha önce burada yapmış olduğumuz bir Anayasa sempozyumunda Alman Anayasa 
Mahkemesi üyesine bir soru yöneltmiştim, o da şuydu: “Şikâyet yoluyla Anayasa Mahkemesine gidildiğinde, kişinin kendisine uygulanan yasanın Anayasaya 
aykırı olduğunu iddia ederse, ileri sürerse Anayasa Mahkemesi bu şikâyeti değerlendirir mi?” diye sorduğumda, yanıtı şöyle olmuştu: “Elbette değerlendirir, ama yasayı iptali karar vermez, uygulanan yasanın Anayasa aykırı olması nedeniyle o kişinin bu konudaki haktan yararlanmasını sağlayabilir dedi. Şimdi bizde de aynı şekilde itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine itiraz gidilebiliyor, ama maalesef bizde Anayasa Mahkemesine gitme konusunda başvuru yapacakların alanını genişletmede yapılan tereddütlerin hiçbiri dikkate alınmadı ve eski haliyle devam ediyor. Örneğin, Barolar Birliği gibi bir hukuk kurumunun Anayasaya aykırılık iddiası ve bunun gibi diğer kamu kurumu niteliğindeki meslek odalarının başvuruları yapabilmeleri gerekliyken bunların hiçbiri yapılamadı. 

Şimdi ben şunu sormak istiyorum: İdare mahkemesinden vatandaşa uygulanacak olan yasanın Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine götürülmesi talebi yani itiraz yoluyla götürülmesi talebi mahkemelerce reddedilir ise sonuçta bu kesinleşirse, şikâyet yoluyla kendisine uygulanan yasanın Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürmek suretiyle bu konuda bir şikâyet talebinde bulunabilir mi ve bu yasaya göre mahkeme böyle bir karar verebilir mi? 

Çok önemli, neden önemli? Çünkü şuanda değişecek olan Anayasaya aykırı çok yasa var, hiçbir yasa Anayasayla uyumlu halde değiştirilip yürürlüğe konmadı, 
hatta 12 Eylül’ün birçok yasası var. Şimdi vatandaşlarımız bunları kullanıyor, ama maalesef hiçbir sonuç alamıyor, o nedenle önemli gördüm, bu konuda 
ne düşünüyorsunuz bilemiyorum onu öğrenmek istedim. Teşekkür ediyorum. 

Prof. Dr. Rona AYBAY ( Oturum Başkanı)

- Bir soru daha buyurun efendim. Sayın Tolga, genç meslektaşımız, buyurun. 
Av. Tolga ŞİRİN (Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi)

- Merhaba, teşekkür ederiz verdiğiniz bilgiler için. 

Birkaç sorum olacak benim, ama sorudan önce belki ekleme olabilir. Anayasaya aykırı olduğu söyleniliyor bu yasanın, dolayısıyla 65’in iptal davası dışında 
Anayasa Mahkemesinin kendisi davaya bakmakta olan bir mahkeme sıfatıyla uygulayacağı bu kanunu, yani Anayasa Mahkemesinin yapısına ilişkin kanunu 
kendisi bir ön mesele yapıp Anayasaya aykırılığını gündeme getirebilir mi acaba? Çünkü şunu biliyoruz: Yüce Divan ve siyasi parti kapatma davalarının kendisini 
bir mahkeme olarak görüyor, ama itiraz ve iptal davalarını görmüyordu, acaba burada ne olabilir. Dolayısıyla daraltıcı olan yasa hükümlerini ön mesele 
yapıp Anayasaya aykırılığını iddia edebilir mi? Bir sorum bu. 

İkinci sorum, bildiğim kadarıyla yine Anayasa şikâyetinin objektif ve sübjektif fonksiyonlarından bahsediyor uluslararası literatürde. Şimdi bizde doğrudan 
doğruya, resen hareket edecek bir yani bir kamu hukukundaki savcıya benzer bir ombudsman kurumu bunu harekete geçiremiyor. Yasada gördüğüm kadarıyla başvuru elden çekildiği zamanda derhal düşüyor, yani Anayasa hukuku açısından önem kazansa dahi düşüyor ki, Avrupa Sözleşmesinde biliyorsunuz, sözleşme düşse bile kamu düzeni açısından önem taşıyorsa bakmaya devam edilir, ama burada böyle bir şey yok, artı bir savcı veya bir ombudsman tarafından harekete geçirmekte söz konusu değil, dolayısıyla bir objektif dava niteliği taşır mı taşımaz mı veya idare mahkemesindeki iptal davasına bu yanıyla benzer mi benzemez mi, böyle bir soru sorabilirim. 

Son olarak da şunu özellikle merak ediyorum: Almanya’da bildiğim kadarıyla yine Avrupa Sözleşmesinden uzak bir şey bu, üniversitelerin yani bazı kamu 
kurumlarının dava açabilmesi mümkün Anayasa şikâyeti yoluyla, bu Avrupa Mahkemesi açısından yabancı bir şey, kamu kurumlarının dava açması. 
Türkiye’de bunun uygulanacak olduğu varsayımında spesifik işler üniversite açısından nasıl söz konusu olabilir, bunu biraz açabilirseniz teşekkür ederim. 

Prof. Dr. Rona AYBAY ( Oturum Başkanı)

- Sayın Prof. Durmuş Tezcan buyurun efendim. 

Prof. Dr. Durmuş TEZCAN- Teşekkür ederim, bir konuda sayın konuşmacı Ece Hanımla aynı görüşü paylaşmıyorum. 

Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Lüksemburg ile ilgili bir davada, Lüksemburg küçük bir ülke olduğu için görüş bildirdiği bir konuda daha sonra yargılama yapmasında, yargı bağımsızlığının ihlali olduğu sonucuna vardı. Dolayısıyla Anayasa şikâyetine bakan üyelerin daha sonra bu konuda bir kanunun Anayasaya aykırılığı iddiasını gündeme getirilmesi halinde o konuya bakması yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını ihlal eder. Çünkü zaten bizim Ceza Muhakemesi Kanunumuzda da var, fakat yürürlük kanunuyla Türkiye’de yeteri kadar hâkim savcı olmadığı için soruşturma evresine katılan hâkimlerin daha sonra savcı gibi çalışması, yani 163’üncü maddeye dönük faaliyetleri dışında yargı bağımsızlığını etkilemediği yönünde düzenleme getirmiştir ki, bu da yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve uygulamasının tersine bir durumdur. 

Ona katılmadığımı vurgulamak isterim. 

Diğer bir konu şu, sadece bilgi vermek için ifade ediyorum: Rahmetli Bülent Nuri Esen Hocamızın da torunu olan bugün genç meslektaşımız ile ilgili olarak aile 
hakkıyla ilgili bir konuya değineceğim, o da şu: Devrim kanunlarında geçen ve Anayasanın da ayrılmaz bir parçası olan hükümler çerçevesinde tek evlilik konusu Medeni Kanundaki hüküm Anayasal bir düzenlemedir. O nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 12’inci maddesindeki evlenme hakkı ve aile hakkı konusunda onu da Anayasal şikâyet çerçevesinde herhalde bu kurum dikkate alacaktır. Teşekkür ederim. 


Prof. Dr. Rona AYBAY (Oturum Başkanı)

- Çok teşekkür ediyoruz, şu anda yeni soru almıyoruz, mevcut sorulara cevap, peki Sayın Atilla Sav buyurun efendim. 

Av. Atila SAV- Sayın Başkan, Sayın konuşmacılara teşekkür ederim. 

Ben bir soru sormak istiyorum. 

Şimdi 46’ıncı maddenin 2’inci bendinde “kamu tüzelkişileri bireysel başvuru yapamaz” kuralı var. Biraz önce bir soru soran arkadaşım üniversitelerden 
söz etti, konu tüzelkişileri değil, başka kuruluşları da kapsıyor ki bunların hak öznesi olduğu, uyuşmazlıklarda dava hakkı olmayacak mı? Barolar Birliği, Barolar, üniversiteler ve diğer kamu -örneğin TRT gibi- kuruluşlar da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapabilmeliler diye geliyor. Dün özel konuşmamızda Sayın Hocam, “Bunu kamu tüzelkişileri doğrudan bireysel başvuruda bulunamazlar, başvuru yapamazlar diye anlamak gerekir” demişti. İki anlam arasında büyük fark olduğu kanısındayım, acaba sayın konuşmacılar ne diyorlar? Teşekkür ederim. 

Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM (Anayasa Mahkemesi Onursal Üyesi)- Tabii sorular hem sayıca çok, hem de biraz karmaşık. Hepsinin altından kalkabilir miyim bilmiyorum. Ama bende bıraktıkları genel izlenime göre bir şeyler söyleyebilirim. 

Şimdi somut norm denetimi talebi reddedilirse, bu Anayasa şikâyeti konusu olur mu? Bu soruya birazdan döneceğim. Ama önce şunu belirtmek gerekir. 
Somut norm denetimi ile anayasa şikayeti farklı yöntemler. Anayasa şikâyeti daha çok normun uygulanışında bir problem varsa, gündeme geliyor. Yani belli 
bir normun temel hak ve özgürlüklerin anayasal önem ve etkisini ortadan kaldıracak bir biçimde uygulanması halinde, bu sorun anayasa şikâyeti ile çözülebiliyor. 

Anayasa Mahkemesi’nin kendisi somut norm denetimini başlatabilir mi? Anladığım kadarıyla Tolga’nın sorusu, anayasa şikâyetinin incelenmesi sırasında, şikâyet konusu olayın ilgili olduğu kural hakkında bir somut norm denetimi başlatıp başlatamayacağı yönündeydi. Anayasa Mahkemesi bunu özellikle parti davalarında yaptı. Ama orada parti davasına ilk ve son derece olarak bakan bir mahkeme sıfatıyla bunu yapabildi. Şimdi burada öyle bir konumda değil. 
Vatandaşın ya da kişilerin somut olaya ilişkin şikâyetini, olağan kanun yolları tüketildikten sonra ele alma durumunda. Bu ise somut norm denetiminden farklı 
bir inceleme türü. Şimdi bu konuda bazı yanlış anlayışların dile getirildiğini biliyorum. Mesela Ece Göztepe’nin Anayasa şikâyeti konusunda önemli bir 
çalışması olduğunu bildiğim için, doçentlik sınavında kendisine buna ilişkin bir soru yöneltmiştim. Tabii o da gayet güzel cevaplamıştı. 

Bir başka Hocamız, - ismi lazım değil- kendisine “Somut norm denetimi anayasamızda yer aldığına göre, ayrıca anayasa şikâyetine gerek var mı?” şeklinde bir soru yöneltti. Oysa bunlar çok faklı şeyler. Bir somut norm denetimi sırasında denetlenen normun Anayasaya aykırılığı söz konusu olmayabilir. 

Ama o normun uygulanmasında bir sorun olabilir. Anayasa şikâyetinin asıl spesifik işlevi burada kendisini gösteriyor. Şayet söz konusu norm, anayasanın 
üstünlüğüne ve bağlayıcılığına aykırı bir anlamda uygulanmışsa ve bu anlamıyla bir temel hak ve özgürlük ihlâl edilmişse, işte o zaman Anayasa şikâyeti 
devreye giriyor. Asil spesifik uygulama alanı da bu. 

Bir yasaya karşı doğrudan anayasa şikâyeti ise oldukça dar koşullarla gündeme gelebilecek bir konu. Zaten yeni çıkarılan yasa da ona cevaz vermemiş. 
Şimdi bu çerçevede Mahkemenin kendiliğinden somut norm denetimini başlatması, bana biraz sisteme yabancı gibi geliyor. O zaman itiraz davasının konumu ne olacak? Kanun yollarının tüketilmesi aşamasında itiraz yoluna her zaman gidilebilir. Belki bu aşamadaki girişimlerin bir temel hakkı ihlal edecek biçimde reddedilmiş olması, Tolga’yı haklı kılabilir. Bunun üzerinde düşünmek gerekir. Ama anayasa şikâyetinden önceki zorunlu aşamalarda anayasaya aykırılık itirazı söz konusu olmaksızın Anayasa Mahkemesi’nin anayasa şikâyeti aşamasında kendisini davayı uygulayan mahkeme olarak görmesi bana ters geliyor. Parti ya da Yüce Divan yargılamalarında durum farklı. Çünkü bunlarda Anayasa Mahkemesi bir ön aşama olmaksızın doğrudan davaya bakıyor. 
Yani itiraz davasının harekete geçirilebileceği bir ilk yargılama aşaması yok. 

Soru- Sevgili Fazıl Hocaya ben bir soru sorabilir miyim bu aşamada. Anayasa şikâyeti teknik anlamda bir teknik anlamda 

Anayasa Mahkemesi önünde görülen dava mıdır? Eğer dava ise o zaman Tolga’nın argümanını kolay kolay reddedemeyiz. 

Doç. Dr. Ece GÖZTEPE (Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi)- Ben de araya girebilir miyim? Bu husus, tasarının 49. maddesinin altıncı fıkrasında 
vardı; Anayasa Alt Komisyonunda bu kaldırıldı. Yani tasarı bekletici mesele yapmayı öngörüyordu, ama bu kaldırıldığı için soru şurada: Salt tarihsel yorumla yasakoyucunun aksi yönde bir iradesi olduğunu mu kabul edeceğiz, yoksa Anayasa Mahkemesi içtihat yoluyla kendisini davaya bakan mahkeme olarak kabul edebilecek mi? Sanırım bu sorunun cevabını gene Anayasa Mahkemesi verecek. Bence Anayasa Mahkemesi’ne bekletici sorun yapma yetkisi tanınmalı. 

Prof. Dr. Rona AYBAY ( Oturum Başkanı)

- Şimdi tabii bu açıklamaya göre eğer tasarıdaki reddedilmemiş olsaydı, bakabilecekti bu anlam çıkıyor. Ben o açıdan bakmadım olaya, yani şimdi Anayasa Mahkemesine Anayasa şikâyeti konu olarak gelmiş önüne, bu olayla ilgili bir şey ama olayda bir aykırılık görmüyor, hani olayın uygulanmasında, 
yorumlanmasında Anayasaya ters bir durum görmüyor, ama kanunun kendisinde görüyorsa ne yapabilir? Tabii biraz isterseniz biraz açın siz de. 

Av. Tolga ŞİRİN- Mesela, bir üniversite öğretim üyesi varsa, Anayasa Mahkemesinin yapısına ilişkin kanun gereğince, Anayasa Mahkemesi reddedecek, çünkü Anayasa Mahkemesinin yapısına ilişkin kanun, kamu kurumlarına izin vermiyor; yasaya karşı ne yapacak? 

Doç. Dr. Ece GÖZTEPE- Bu Anayasa Mahkemesinin yapısına ilişkin kanunu -yani diğer kanun ayrı - bundan dolayı vereceği için, uygulayacağı doğru mu, davaya 
bakmakta olan bir mahkeme olarak acaba kendisinde görmesi yapabilir mi? 

Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM (Anayasa Mahkemesi Onursal Üyesi)- Şimdi bu bağlamda daha kesin bir cevap vermek mümkün. 
Çünkü kamu kuruluşlarına Anayasa şikâyetinde bulunmak imkânı tanınmıyor, yani kamu kuruluşlarının anayasa şikâyeti başvurusunda bulunma ehliyeti yok. 

Av. Tolga ŞİRİN- Anayasaya aykırı bir madde konusunda gerekirse? 

Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM (Anayasa Mahkemesi Onursal Üyesi)- Biraz önce belirttiğim gibi, o zaman somut norm denetimi yönteminin bir anlamı kalmıyor ve anayasa şikâyeti bir yönüyle popüler davaya dönüşmüş oluyor. Ama Ece’nin belirttiği olanak, Tasarı’dan çıkarılmamış olsaydı, Bölümlerin Genel Kurula 
başvurması, itiraz davasını harekete geçirecek yeni bir birim olarak düşünülebilirdi. Bu durumda yalnızca şu yol aklıma geliyor: Anayasa şikâyeti başvurusundan önce tüketilmesi gereken yargısal başvuru yolları aşamasında anayasaya aykırılık itirazının reddedilmiş olması, başlı başına bir temel hak ihlâli olarak değerlendirilebilir diye düşünüyorum. Sanırım Kazım Başkan’ın sorusu da bu çerçevede karşılanmış oluyor. Ama yanlış anlamadıysam, Tolga’nın belirttiği örnekte pek mümkün değil. Çünkü orada zaten kamu hukuku tüzel kişilerinin başvuru yetkisi yok. Dolayısıyla Bölüm önüne gelmiş bir dava da söz konusu olamayacak. 
Şimdi biraz önce de benzer bir şey soruldu. Onu tamamlamak üzere belirteyim. Vakıf üniversitelerinin de anayasa şikayetinde bulunma yetkileri yok. 
Çünkü onlar da özel değil, kamu tüzelkişisi. Yani onlar da anayasa şikayeti başvurusu yapamıyor. Özel hukuk tüzel kişileri ise sadece tüzel kişiliğe ait 
haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir. Buna karşılık tüzelkişiliklerinin faaliyet alanında olan bir konu ile ilgili anayasa şikâyeti 
başvurusu, Anayasa Mahkemesi’nin yeni kuruluş yasasına göre yapılamayacak. Bence bu da aşırı daraltma olarak değerlendirilmesi gereken bir durum. 

Doç. Dr. Ece GÖZTEPE (Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi)- Ben de önce sırayla gitmek istiyorum. 

Yaşar Bilge Hocanın sorduğu soru zannedersem bilirkişilik, yani Ceza Muhakeme si anlamında iş yükünün dağıtılması talebiyle ilgili. Burada anayasa şikâyeti  açısından sorun, bence kamu gücünü temsil yetkisine sahip bir organın tespit edilmesi. Yani bireysel olarak avukatlar bir kamu görevi yerine getiriyorlar, ama kamu hukuku anlamında kamu görevlisi değiller ve kamu gücünü temsil etmiyorlar. Dolayısıyla Adli Tıp Kurumunun yükünün avukatlara ya da bazı barolara dağıtılması bu anlamda bir çözüm olamaz, anayasa şikâyetiyle bağlantılı gördüğüm noktada. 

Kazım Beyin zannedersem bir yanlışı var. Çünkü Alman Anayasa Mahkemesi Kanununa göre, Alman Anayasa Mahkemesi anayasa şikâyetiyle önüne gelen bir 
davada, uygulanan kanun normunu Anayasaya aykırı görürse bunu Senatoya yolluyor, Senato da görüşerek bunun iptaline karar verebiliyor. 
Dolayısıyla 49’uncu maddenin 6’ıncı fıkrasından çıkartılan somut norm denetiminde genişletici etki, Alman Anayasa Mahkemesinin yetkileri arasında. 
Oysaki hükümet tasarısında mevcut olan bu yetki Alt Komisyon aşamasında çıkartıldı. O yüzden de birazdan geleceğim sorunun cevabı çok açık ve 
net. Bugün anayasa şikâyeti uygulanmaya başlandıktan sonra - eğer bir yasa değişikliği yapılmazsa - anayasa şikâyetinin konusu olan kanunun uygulanması 
büyük olasılıkla engellenmiş olacak, kanunun Anayasaya aykırılığı iddiası Anayasa Mahkemesi tarafından görüşülemeyecek. 

Durmuş Hocayla şöyle bir konuda anlaşamadık: Soruşturma evresindeki katılımla, Anayasa Mahkemesinin bir yargı organı olarak dar ve genişletilmiş bir organ sıfatıyla çalışması bence birbiriyle karşılaştırılamayacak iki durum. Lüksemburg’daki karar bildiğim kadarıyla kişi düzeyinde, yani soruşturma evresinde bulunmuş bir savcının daha sonra mahkeme heyetinin üyesi olmasıydı; başka bir karar varsa bilmiyorum. Bir kişinin iki ayrı evredeki kurulun üyesi olması sözkonusu. 
Oysaki burada bir mahkemenin dar bir heyet iken, daha genişletilmiş bir heyet olarak karar vermesi aşaması var. Ben burada bir çıkar çatışması görmüyorum 
ve itiraz yolunda olduğu gibi burada hâlâ bir yargılama yapıldığını ve Anayasa Mahkemesinin burada Bölüm halinde çalışırken savcı rolünde, Genel 
Kurula yollarken savcı rolünde, Genel Kurulda hâkim rolünde olduğunu düşünmüyorum. 

Elbette ki 1961 Anayasasındaki sisteme geçilmesi iptal davaları açısından istenilen bir şey. Kamu kurum ve kuruluşlarının kendi görev ve yetki alanlarıyla ilgili iptal davası açmaya yetkili olması kadar, temel hak ve özgürlüklerin uygulama alanının genişletilmesi için anayasa şikâyetine başvuru hakkı da olmalı. 
Ama Anayasa Mahkemesi kanununa baktığımızda, Anayasa Mahkemesinin şimdiye kadarki birçok pratiği yasaya geçmediği gibi - mesela yürürlüğün durdurulması kararı verme yetkisi gibi – “anayasa şikâyetinde gerekli gördüğü tedbirleri alır” denmesine rağmen bu somutlaştırılmamış. Fırsat bu fırsat denilip yeni bir anayasa değişikliğine eşlik edecek şekilde yine 1961 Anayasasındaki sistemine dönülebilirdi. Bu yine yapılmadı ve ben bunun çok bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Yani anayasa şikâyetinin, anayasa yargısının daha fazla kökleştirilmesinin, temel hak ve özgürlüklerin Mahkeme tarafından etraflı biçimde korunmasının bir aracı olarak görüldüğünü düşünmüyorum. 

Bu söylediğim hem hükümetin tasarısıi hem de kanun için geçerli. Bu nedenle kamu tüzelkişilerine dava yetkisi tanınmadığı için bunun zaten mümkün olmadığı açık. 

Soru- Bir sorum var Ece Göztepe’ye: “Adalet Bakanlığından görüş sorulmasıyla ilgili açıklamalarınız sırasında bu hükmün gerekçesinde konu Anayasa Mahkemesi önüne gelir ise muhatap yahut savunmayı yazma durumunda Adalet Bakanlığı olacak dolayısıyla bu aşamada bilgi vermesi yerindedir, gereklidir şeklinde gerekçede bir açıklama olduğunu” söylediniz. Bundan şu sonuç mu çıkıyor, bugüne kadar Dışişleri Bakanlığı yürütüyordu bu işi Adalet Bakanlığıyla danışarak işbirliği yaparak ama muhatap Dışişleri Bakanlığı oluyordu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine. Acaba bu konuda bir değişiklik yapılacağının işareti mi bu veya yapıldı da haberimiz mi yok, teşekkür ederim. 

Doç. Dr. Ece GÖZTEPE (Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi)

- Ben bu yönde kanunda ya da başka bir metinde bir şey okumadım. Herhalde Dışişleri Bakanlığının temsil yetkisi sürecek ve işbirliği sağlayacak. 

Prof. Dr. Rona AYBAY ( Oturum Başkanı)

- Sevgili Durmuş Tezcan sizin bilginiz var mı? 

Prof. Dr. Durmuş TEZCAN- Teşekkür ederim. Dışişleri Bakanlığı İnsan Hakları Mahkemesinde hükümet ajanlığı görevini üstlenmiş vaziyette, ancak Dışişleri 
Bakanlığı dosyanın oluşması açısından Türk tezinin savunması açısından esas itibariyle yargısal bir faaliyet ise mutlaka konuyu Adalet Bakanlığına 
aktarır, Adalet Bakanlığı bu konuda hazırlanacak savunmayla ilgili görüşlerini Dışişleri Bakanlığına bildirir. Anladığım kadarıyla burada yurtdışında bir savunma henüz gündeme gelmediğine göre Adalet Bakanlığı bu çalışmayı iç hukukta Anayasa Mahkemesi nezdinde gerçekleştirsin diye konulmuş olması gerektiğini zannediyorum. 

Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM (Anayasa Mahkemesi Onursal Üyesi)- 49. maddenin gerekçesinde şöyle bir ifade var: “ Bireysel başvurularda kamu adına yapılması 
gereken savunmaların Adalet Bakanlığınca koordine edilmesi öngörülmektedir”. Bu ifade Durmuş Hoca’yı doğruluyor. AİHM’deki yargılama, iç hukuk dışında, 
daha çok uluslararası hukuk kapsamında bir yargılama. Orada muhatabın Dışişleri Bakanlığı olması doğal. Anayasa şikayeti, iç hukuka ilişkin bir yargılama 
olduğu için, koordinasyonun Adalet Bakanlığına verilmesinin iç hukuk açısından daha uygun olacağı düşünülmüş olmalı. Ancak, bence gene de Dışişleri 
Bakanlığı’nın koordinatör olarak seçilmesi, AİHM’nde Türkiye aleyhine açılan davalardaki geniş bilgi birikimi ve deneyimi açısından daha doğru olurdu. 
Anayasa şikâyetinin AİHS kapsamındaki anayasal haklar ile sınırlı tutulması, böyle bir seçimi özellikle gerekli kılmaktadır. 

Bu nedenle gerekçe bana da yetirince inandırıcı gözükmüyor. 

Soru- Bu işlerin Dışişleri Bakanlığından alınıp, Adalet Bakanlığına verilmek istenmesinin bir işareti olarak da algılanabilir belki? 

Prof. Dr. Rona AYBAY ( Oturum Başkanı)- Evet efendim uzatmayalım zamanımız geçti. Çok teşekkür ediyoruz katkılarınız için. 

Sunucu- Değerli konuklar, kahve aramızdan önce bir plaket törenimiz var. İlk oturum başkanı ve konuşmacılara plaketlerini takdim etmek üzere Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Av. Vedat Ahsen Coşar’ı davet ediyorum. 

(Plaket töreni yapıldı) 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder