Tacettin ŞİMŞEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tacettin ŞİMŞEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2017 Salı

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 17


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 17


SORU VE CEVAPLARI..


Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)

Son konuşmacımız en genç üyemiz Sayın Alparslan Altan, kısa bir özgeçmişini sunmak istiyorum: 1968 yılında Sarıkamış’ta dünyaya gelen Alparslan Altan, 
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1989 yılında mezun olduktan sonra, avukatlık ve hâkimlik stajını tamamladı, yurdun çeşitli yerlerinde savcılık yapan 
Altan, 2001 yılında Anayasa Mahkemesi Raportörlüğüne atandı. Yüksek lisansını Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim 
Dalında, Doktorasını Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalında tamamladı. Denizcilik Müsteşarlığında Müsteşar Yardımcısı 
olarak 26.02.2010 tarihine kadar görev yapan Sayın Altan, Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Anayasa Mahkemesi Üyeliğine seçildi. Türkiye Adalet Akademisinde “Anayasa Hukuku ve Anayasa Yargısı, Anayasa Yargısında İtiraz Yolu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, İnsan Hakları” konularında seminerler veren Altan’ın, Anayasa yargısı ve özel hukuk alanlarında yayınlanmış çeşitli makaleleri bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babası olan Altan İngilizce bilmektedir. 

Buyurun Sayın Altan. 

Dr. Alparslan ALTAN 
Anayasa Mahkemesi Üyesi 

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Ben konuşmamın başında öncelikle hukuka ve avukatlık mesleğine olan katkılarından dolayı önceki Barolar Birliği Başkanı Sayın Özdemir Özok’u rahmetle anıyorum. 

Şu anda son konuşmacı olmanın getirdiği dezavantajı yaşıyorum, bir kısım şeyler tekrar edildi, bir kısım konularla ilgili daha geniş açıklamalar yapıldı. 
Öncelikle Anayasa şikâyeti ya da Türk Anayasa koyucusunun ve yasa koyucusunun tercih ettiği tabirle bireysel başvuru sistemi artık ülkemiz açısından pozitif hukukumuza dahil edilen ve halen 2012 yılı Eylül ayında yürürlüğe girmeyi bekleyen bir kurum, bir müessese olarak karşımıza çıkıyor. 

Mevcut yasal düzenlemeyle ilgili bir kasım eleştiriler ortaya konuldu. Bu eleştirilerin bundan sonra yapılması muhtemel değişiklikler ve Anayasa Mahkemesinin çalışmaları için mutlaka olumlu katkıları olacağını düşünüyorum. 

Tabii eleştiri anlamında ve olması gereken açısından çok şey söylenebilir. Herhangi bir yasal düzenleme için olduğu gibi 3.4.2011 günü Resmi Gazetede 
yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu ele aldığınızda bazı hükümlerin birbiriyle çeliştiği, 
bazı hükümlerin daha açık yazılmasının daha doğru olabileceği şeklinde görüşler ileri sürülebilir. Ancak ben sunumumda daha çok mevcut düzenlemeleri 
dikkate alarak, bununla ilgili hem genel bir bilgi vermeye çalışacağım hem de Anayasa şikâyeti ya da bireysel başvuru yolunun ülkemiz açısından 
önemi üzerinde duracağım. 

Öncelikle bireysel başvurunun temeli ve amacı iki şekilde belirtiliyor. Bunlardan birincisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 
içtihatlarıyla ortaya konulan temel insan hakları standardının ülkemiz açısından da bundan sonraki uygulamalarda dikkate alınmasının sağlanması; ikinci pratik 
amacı ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne giden başvuru ve ihlal sayısının azaltılmasıdır. Ben açıkçası bunlardan ilkinin ülkemiz açısından daha 
gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizde, buna imkan sağlayan Anayasanın 90. maddesindeki açık düzenlemeye rağmen, gerek genel yargı yerlerinin, gerek kamu gücünü kullanan otoritelerin, gerekse yüksek yargının temel haklar konusunda yeterince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının ve evrensel standartları dikkate aldığı kanaatinde değilim. Bu açıdan Anayasa şikâyeti kurumunun ülkemizde kabul edilmesinin önemli bir fırsat ve bu standardın oluşturulması açısından önemli bir imkan olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Ülkemizin Avrupa İnsan Hakları tarafından görünümünü ortaya koyan rakamları tekrarlamak pek hoşumuza gitmiyor, ama Anayasa şikayeti söz konusu olduğunda bu rakamlardan ister istemez bahsetmek durumunda kalıyoruz. 1954’den beri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olan Türkiye, Rusya’dan sonra hakkında en çok başvuru yapılan devlettir ve 2010 yılı sonu itibariyle Türkiye’ye karşı açılmış olan dava sayısı 19 bin civarındadır ve bu sayı önceki yıla göre yüzde 37 oranında artmış bulunuyor. Türkiye aleyhine açılmış olan bu davaların büyük bir kısmı, yüzde 60 civarı daire önünde görülmesi gereken, önemli davalardandır. 

Bu sayı, hakkında bizden fazla başvuru olan Rusya’nın iki katını oluşturuyor. 50 yıllık istatistiklere baktığımızda ise Türkiye yüzde 19 ile hakkında en çok ihlal 
kararı verilen ülke konumundadır. Yine 2010 yılı itibariyle infaza verilmiş, infaz aşamasında olan kararlara baktığımızda, Bakanlar Komitesi gündeminde 47 devlet aleyhine verilmiş 10 bine yakın, 9 922 dava uygulanmayı beklemektedir. Bu davalardan yüzde 17’sini ise, Türkiye hakkında verilmiş AİHM kararları 
oluşturmaktadır, bu rakam da 1 547’dir. 

2010 yılında AİHM’in ihlal bulduğu davaların beşte biri, yani yüzde 20’si Türkiye aleyhine verilmiştir. Sadece 2010 yılında Türkiye hakkında verilen ihlal 
kararlarında toplam 24 milyon 542 bin Euro tazminata hükmedilmiştir. Görüldüğü gibi tablo pek de iç açıcı değil. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi aslında bireysel başvurudan öncede gözetilmesi, dikkate alınması gereken iç hukukun bir parçasıdır. 

Sözleşme diğer Sözleşmeci Devletlere olduğu gibi, Türkiye’ye üç tür yükümlülük yüklemektedir. Bunlardan en çok bilineni hakkı ihlal edilen kişiye tazminat 
ödenmesidir. Bireyler açısından somut bir iyileştirme sağlaması ve Devlet açısından açık bir yük getirmesi nedeniyle oldukça etkilidir. 

Asıl önemli olan ikincisi ise, başvurucunun ihlale konu mağduriyetinin giderilmesi ve bu ihlallerin tekrar etmemesi için gerekli önlemlerin alınması ülkemiz 
açısından bir yükümlülük olarak karşımızda durmaktadır. 

Şimdiye kadar bu yükümlülüklerin yerine getirilmesiyle ilgili ülkemiz açısından ortaya konulan yaklaşıma baktığımızda, yine iç açıcı bir tablonun olmadığını 
görüyoruz. Başvuru sayıları, ihlal sayıları ve tazminat miktarları artmasına rağmen ülkemizde bu konuda pek olumlu bir adım atılmadığı görülmekteydi. 
Ülkemizde bireysel başvuru yolunun açılmış olması bu anlamda olumlu bir adım olarak görülmelidir. 

Önceki oturumda da ifade edildiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ikincil nitelikte bir koruma sistemi sağlamaktadır. Sözleşme gereğince öncelikle taraf 
devletlerin ülkelerinde insan haklarının korunması, bireylerin temel haklarının ihlal edilmemesini sağlayacak alternatif tedbirlerin alınması yükümlülüğü 
bulunmaktadır. 

Dolayısıyla sözleşmeci devletler ve devletlerin içerisinde bireylerin temel haklarıyla ilgili tasarrufta bulunan kişi, kurum ve kuruluşlar ne ölçüde bu haklara riayet ederlerse, sözleşme mekanizması da o ölçüde başarılı olacaktır. Bu açıdan bakıldığında, Anayasa şikâyeti söz konusu sözleşme standartlarına ulaşılması 
bakımından önemli bir imkân sağlamaktadır. Şu anda Anayasa şikâyetini başarılı biçimde uygulayan ülkelere baktığımızda sözleşmenin getirdiği korumayı, 
kendi ülkelerinde önceden sağladıkları için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne daha az başvuruya muhatap oldukları ve kişilere kendi ülkelerinde, bireylerin temel haklarının korunması bakımından daha fazla güvence sağladıklarını görüyoruz. 

Ülkemiz açısından düşündüğümüzde, bireysel başvuru temel hakları korumakla aynı zamanda Anayasamızda yer alan hukuk devleti ilkesinin üst düzeyde 
gerçekleştirilmesine de hizmet edecektir. Anayasa şikâyetinin Türk hukukunda da kabul edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla ortaya konan 
standardın ülkemizde de daha dikkatli takip edilmesi için önemli bir fırsat sunuyor. Öncelikle bireysel başvuru yolunu usul kanunlarında yer alan olağan 
ve olağanüstü başvuru yollarından ayırmamız gerekiyor. Bireysel başvuru olağandışı kendine özgü bir başvuru yoludur. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde olduğu gibi Anayasa Mahkemesine yapılacak şikâyetler bakımından da bu başvuru yolu ikincil, tali nitelikte bir yoldur. Dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından öncelikle kamu gücünü kullanan otoritelerin, bu otoritelerin yetki verdiği kimselerin 
yerel ve genel yargı organlarının öncelikle temel hakların korunması yolundaki görev ve sorumluluklarının bilincinde olmaları gerekiyor. 

Genel kamu gücüyle sağlanamayan, yerel ve genel yargı yollarından geçmesine rağmen telafi edilemeyen ve yüksek yargı organlarının denetiminden de 
geçmesine rağmen vatandaşın temel haklarıyla ilgili bir ihlale uğradığı iddiası söz konusu olduğunda Anayasa şikâyeti devreye girmektedir. 

Bireysel başvuru Anayasanın 148’inci maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine doğrudan atıf yapılmak suretiyle Türkiye açısından da kabul edilmiş bulunmaktadır. Önceki oturumda da ifade edildiği gibi, burada bir belirsizlik mevcuttu. Acaba Türkiye’nin taraf olmadığı sözleşme hükümleriyle ilgili durum ne olacak? sorusunun cevabı belli değildi. 6216 sayılı Kanunla yapılan düzenlemede Türkiye’nin taraf olduğu protokoller şeklinde somutlaştırılarak sorun bu açıdan çözülmüş oldu. 

6216 sayılı Kanunda bireysel başvuruya ilişkin hükümlerin yürürlük tarihi 23 Eylül 2012 olarak tespit edilmiştir, dolayısıyla bireysel başvurular bu tarihten 
itibaren kabul edilmeye başlanacaktır. 

Başvurunun koşularına bakmak gerekirse, öncelikle bir temel anayasal hakkın ihlali gerekiyor, güncel ve kişisel bir hakkın doğrudan etkilenmiş olması gerekiyor ve hukuksal başvuru yollarının tüketilmesi gerekiyor. Yasama işlemleriyle düzenleyici işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı yasayla hükme bağlanmış. Tabii bu konularla ilgili biraz önce konuşmacıların da ifade ettiği bazı belirsiz durumlar var. Ancak bunlar Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları kabul etmesiyle birlikte oluşturacağı içtihatlarla çözülebilecek nitelikte konulardır. 

Bireysel başvurunun Türkiye’de başarılı olabilmesi için Türkiye’de bireysel başvurunun etkin bir iç hukuk yolu olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 
tarafından kabul edilmesi büyük bir zorunluluktur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesince yapılacak bireysel başvuru denetiminin de Avrupa İnsan Hakları 
Mahkemesinin denetimine paralel şekilde seyretmesi gerekir. 

Ancak bu koşulladır ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türk Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunu etkin bir iç hukuk yolu olarak değerlendirecek ve dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Anayasa Mahkemesine başvurulmadan doğrudan gelinmesi halinde iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvuruyu geri gönderecektir. Aksi takdirde bireysel başvuru etkin bir yol olarak görülmezse, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun önemli bir işlevi kalmayacaktır. Bu durumda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’de Anayasa Mahkemesine başvurulmadan doğrudan kendisine yapılan başvuruları kabul edecektir. Başka bir anlatımla Türk Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yönünde verdiği kararları yok sayacaktır. 

Bu nedenle, bireysel başvurunun başarılı olabilmesi için Anayasa Mahkemesince yapılacak denetimin etkili bir yol olarak görülmesi gerekir. Avrupa İnsan Hakları 
Mahkemesi bireysel başvurunun etkili bir yol olarak kabul edilebilmesi için üç ölçüt arıyor. Bunlardan birisi ulaşılabilir olmak ölçütü, buna göre ilgili herkes bu 
yola doğrudan, bir engelle karşılaşmaksızın başvurabilmelidir. Bu konuda süre ve harçla ilgili koşullar ölçülü olmak kaydıyla getirilebilir. 

Diğer iki ölçüt aslında birbiriyle bağlantılıdır. Buna göre, bu yolun etkili ve yeterli olması gerekmektedir. Vatandaşlar bireysel başvuru yoluyla haklarını 
somut bir biçimde alabilmeli ve bu yolla ihlal giderilerek bireysel tatminin sağlanabilmelidir. 

Hukuki yarar konusunda Türkiye’de Almanya ve İspanya örneği esas alınarak kişisel, doğrudan ve güncel bir hakkın ihlali ölçütü getirilmiştir. İkincil nitelikte 
olmasının bir sonucu olarak öncelikle kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Kesinleşmiş 
karar ortaya çıkmadığı sürece bu yola başvurulamayacaktır. 

Almanya Federal Anayasa Mahkemesinin içtihatlarıyla ortaya koyduğu şöyle bir uygulama vardır: buna göre, eğer başvurucu temel hak ihlali iddiasını ve buna 
ilişkin olguları genel mahkemeler önünde ileri sürmemişse, bireysel başvuru yoluyla bunu Anayasa Mahkemesinin önüne getiremiyor. Burada Almanya Anayasa Mahkemesi ikincillik ilkesi gereğince genel mahkemelere, bireysel hak ihlali konusundaki iddiayı araştırma imkanının verilmiş olması gerektiği düşüncesiyle bu içtihadını oluşturmuş durumdadır. Ülkemiz açısından 6216 sayılı Kanunda bu konuda bir açıklık bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki uygulamasının nasıl olacağını göreceğiz. 

Bireysel başvuruyla ilgili Türkiye’de şu andaki beklenti çok büyük miktarda bir başvurunun Anayasa Mahkemesinin önüne geleceği yönündedir. Harç, süre ve 
kötüye kullanma tazminatıyla ilgili hükümlerin de Anayasa Mahkemesini bu yoğun iş yükünden bir ölçüde kurtarma düşüncesiyle getirildiği anlaşılmaktadır. 
Dolayısıyla burada 30 günlük bir başvuru süresi öngörülmüş, mazereti olanlar 15 gün içerisinde başvurmak ve bu mazeretlerini belgelemek koşuluyla Anayasa 
Mahkemesine başvurabileceklerdir. Getirilen harç ödeme zorunluluğu karşısında, bu harcı karşılamaya gücü olmayanların ne yapacakları sorusuyla ilgili olarak 
adli yardım kurumundan yararlanma imkânlarının bulunduğu söylenebilir. 

Bir önceki oturumda dava ehliyetiyle ilgili konu dile getirildi. Yasayla gerçek kişilerle özel hukuk tüzelkişilerine bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurma hakları tanınmıştır. Kamu tüzelkişilerine bireysel başvuruda bulunma imkânı verilmemiştir. 

Kabul edilebilirlik incelemesinin komisyonlar tarafından yapılması öngörülmüştür. Komisyonlarca kabul edilebilirlik ya da edilemezlik konusunda karar verilmesi şeklinde bir uygulama olacak. Başvuru dilekçesinin gerekli biçimsel koşulları taşımadığı ve mahkeme tarafından verilen ilk sürede bu eksiklikler giderilmediği takdirde, kabul edilemezlik kararları verilecektir. 

Yine iş yükü kaygısıyla getirilen bir hükme 48’inci maddede rastlıyoruz. Buna göre Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabuledilemezliğine karar verilebilme imkânı getirilmiştir. Bu hüküm başvurucu açısından da başvuruda bulunurken temel hak ihlaliyle ilgili iddiasını daha somuta indirmesi, daha hassas hale getirmesi ya da daha ciddi bir şekilde bireysel başvuru yoluna başvurması açısından konulmuş bir hüküm olarak görüyoruz. 

Komisyonların oyçokluğuyla kabul edilebilirlik kararı alabilmeleri mümkün iken, kabul edilemezlik kararlarını oyçokluğuyla alabilmelerine imkân verilmemiştir. 
Bu durumda oybirliğinin sağlanamadığı hallerde başvuru doğrudan bölüme havale edilecek ve bu yöndeki karar bölüm tarafından verilecektir. Komisyonlarca ya da bölümlerce verilen kabul edilemezlik kararları kesin olup, itiraz imkânı bulunmamaktadır. Kural olarak bireysel başvuruyla ilgili incelemeler dosya üzerinden yapılacaktır, ancak mahkeme gerekli gördüğü hallerde duruşma yapılmasına da karar verebilecektir. 

Ekranda bireysel başvuruyla ilgili kaba bir şema görüyorsunuz. Burada başvurucu adliyeler veya dış temsilcilikler vasıtasıyla başvuruda bulunacak, kayıt ve 
tasnif işleminden sonra komisyonlara başvurular gelecek, komisyonlardan kabul edilemezlik yoluyla geri dönen dosyalar dışındaki kabul edilebilir bulunan 
dosyalar bölümlere gönderilecek ve bölümlerde sonuçlandırılarak kararlar verilecektir. 

Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuru yolunun etkin bir yol olmasını sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesine geçici tedbir kararı alabilme imkanı 
getirilmiştir. Bireysel başvuru niteliği itibariyle kesin kararlar aleyhine yapılabildiği için Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla ihlal kararı 
vermiş olmasına rağmen ihlalin ortadan kalkmaması veya ihlale bir etkisinin olmaması mümkündür. Dolayısıyla böyle bir düzenleme ile Anayasa Mahkemesinin geçici tedbir yoluyla ihlalin ortadan kaldırılmasına karar vermesi yolu açılmıştır. 

6216 sayılı Kanunun 49. maddesine göre, tedbir kararı verilmesi halinde esas hakkındaki kararın da en geç altı ay içerisinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde 
tedbir kararı kendiliğinden kalacaktır. Komisyonlardan geçen başvurular esas inceleme amacıyla bölümlere gönderilecektir. Bölümler yapacakları inceleme 
sonucunda bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varmışlarsa, ihlal kararı vereceklerdir. Varsa bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağına ilişkin bir kararı da ortaya koyacaklardır. 
Tabii Fazıl Hoca da önceki oturumda ifade ettiler, Anayasanın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında “bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken 
hususlarda inceleme yapılamaz” şeklinde bir hükme yer verilmiştir. Bu hüküm büyük ihtimalle bu konuda özellikle Yüksek Yargı tarafından ileri sürülen süper 
temyiz itirazını engellemek amacıyla konulmuştur. Ancak bu hükümde bir paradoks olduğu düşüncesini ben de paylaşıyorum. Yani genel mahkemelerde de temel hak ihlalleri yönünden gözetilmesi gereken birçok husus var. Bu hususların genel mahkemelerde gözetilmemesi halinde tabii ki Anayasa Mahkemesi tarafından da bunların gözetilmesi gerekecektir. 

Bireysel başvuru, bireysel bir işlem olarak görüldüğünden feragat mümkün hale getirilmiştir. Başvurucu başvurusundan vazgeçtiği takdirde düşme kararı 
verilecektir. Bir anayasal hakkın ihlal edildiği yolunda karar verilmesi halinde Anayasa Mahkemesi daha doğrusu bölümler, öncelikle ihlalin ortadan 
kaldırılması için yeni bir yargılamaya ihtiyaç bulunup bulunmadığı konusunu değerlendirecek, eğer yargılamanın yenilenmesine hukuksal açıdan bir yarar 
bulunmadığı sonucuna ulaşılmışsa yalnızca tespitle yetinebileceği gibi, doğrudan başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Örnek vermek gerekirse, 
çok uzun süren bir yargılama sonucunda Anayasa Mahkemesi makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verirse, yargılanmanın yenilenmesi için dosyanın geri gönderilmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla bu durumda başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi mümkün olabilecektir. 

Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde Anayasa Mahkemesi tazminata karar verebileceği gibi genel mahkemelerde dava açılması yolunu da gösterebilecektir. 

İhlalin ortadan kaldırılması için yeni bir yargılama yapılması gerekiyorsa, bu durumda dosya ihlale neden olan işlemi yapan mahkemeye yargılamanın 
yenilenmesi için gönderilecektir. 

Bu karar doğrultusunda yeniden yargılama yapacak mahkemenin ihlal kararının Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekli kararı vermesi gerekmektedir. Bu gereğe riayet edilmediği takdirde Anayasa Mahkemesine tekrar aynı yolla başvurulması ve Anayasa Mahkemesinin tekrar bir ihlal kararı vermesi mümkündür. 

Kanunda kararların tebliğiyle ilgili hükümlere yer verilmiş, bölümlerin esas hakkındaki kararlarının başvurucuya ve temel hak ihlaline neden olan adli ya da idari 
organa tebliğ edileceği hükme bağlanmış, ayrıca, kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderileceği belirtilmiştir. 

Yine Kanunda içtihat farklılıklarının giderilmesiyle ilgili bir hükme yer verildiğini görüyoruz. Buna göre komisyonlar arasında bireysel başvuruların 
değerlendirilmesiyle ilgili içtihat farklılıkları oluştuğunda bunun bağlı oldukları bölüm; bölümler arasındaki içtihat farklılıklarının da genel kurul tarafından 
giderileceği ve karara bağlanacağı belirtilmiştir. 

Kanunda bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılması, Alman Anayasa Mahkemesinde de olduğu gibi bir kötü niyet tazminatıyla cezalandırılmış, başvurucuya kötü niyetli hareket ettiğinin anlaşılması halinde 2 bin Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebileceği kuralı getirilmiştir. 

Bireysel başvurunun başarısı ülkemiz açısından büyük önem taşımaktadır. Şayet Anayasa şikâyet kurumu ülkemizde başarılı olursa, evrensel insan hakları 
standartlarına ulaşılması, yargı kararlarının ve bu kararlara esas oluşturan takdir ölçülerinin temel hak öncelikle olarak belirlenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine daha az sayıda başvurunun gitmesi ve ülkemizin “hakkında en fazla ihlal kararı verilen ülke” imajının silinmesi gibi olumlu sonuçları 
gerçekleşebilecektir. 

Ancak bu konudaki tek görevli ve sorumlu makam olarak Anayasa Mahkemesi görülmemelidir. Temel hakları koruma konusunda birinci derecede sorumluluk 
sahibi olan idari organlar ve yargı makamlarının bu sorumluluklarını yerine getirme konusunda istekli olmamaları halinde yalnızca Anayasa Mahkemesi nin vereceği ihlal veya tazminat kararlarıyla temel hakların etkin bir şekilde korunması mümkün olmayacaktır. 

Beni Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. (Alkışlar) 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)

- Biz de Sayın Alparslan Altan’a bu doyurucu açıklamaları nedeniyle teşekkür ediyoruz. 

Şimdi sorularınız varsa onları alalım. 

Buyurun Sayın Hocam 

Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM (Anayasa Mahkemesi Onursal Üyesi)

- Önce çok teşekkür etmek istiyorum, bu ikili oturumun bir şekilde düzenlenmesinin çok anlamlı olduğu ortaya çıktı. 

Yani bizlerde çok şey öğrenme durumunda hissettik kendimizi. Özellikle Yargıtay ve Danıştay’dan gelen temsilciler çok daha eleştirel yaklaşımlar sergilediler, 
onlar bizim için çok önemli, öğreti için çok önemli. Alparslan Beyin daha deskriptif bir anlatımda bulunmasını anlıyorum, çünkü bazı konular önüne gelebilir. 

Yani bizim rahatlıkla söylediğimiz, mesela Anayasaya aykırı bulduğumuz şeyleri o rahatlıkla söyleyemez, ama ben kendisine bu genel girişten sonra, kendi 
söyledikleriyle bağlantılı olarak yeniden sormak istiyorum, gerçi kısaca değindiler ona ama. Şimdi doğru olarak Anayasa Mahkemesinin buradaki, Anayasa 
şikâyetleriyle ilgili fonksiyonu ikincil bir fonksiyon olduğunun altını çizdi. Öyleyse o zaman bu fıkranın ne anlama geldiği konusunda kendisinin de bir şey 
söyleyebileceğini düşünüyorum, çünkü kendisi de onda bir paradoks gördü. 

“Bireysel başvurularda kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” Şimdi ben bunu sözcük anlamıyla aldığım zaman olay bitmiş oluyor, 
yani Anayasa şikâyetinin konusu kalmıyor âdeta. Çünkü bunlar önce Yargıtay’da Danıştay’da diğer yüksek mahkemelerde ele alınacak, hatta Alman uygulama sında öyle ki bunu şart koşuyor, siz dava yollarını tüketirken bu konulara değindiniz mi, hangi gerekçeleri kullandınız, yani bunları şekil şartı olarak arıyor, bunun anlamı ne? Anayasa Mahkemesine gelmeden diğer yargı yerlerinde sorunun çözülmesi. Şimdi bu onunla tamamen çelişiyor, o zaman siz bir 
Anayasa yargıcı olarak bundan ne anlıyorsunuz, bu absürt fıkradan ne anlıyorsunuz? 

Sorum bu. 

Av. Alparslan ALTAN (Anayasa Mahkemesi Üyesi)

- Hocam, yani bu konuda sizin anladığınız şeyi anlıyorum, dolayısıyla zaten yazılışta öyle bir sıkıntı var. Tabii bu sıkıntı şundan kaynaklanıyor, bizde maalesef yasa yapım süreçleri çok sağlıklı değil. Yani bir bütünlük içerisinde ele alınıp, bu bütünlükle ortaya konulan bir yasal düzenleme olsa bu tür sıkıntılar 
yaşanmayabilir. 

Tabii bu işin yasama boyutu var, alt komisyon boyutu var, esas komisyon boyutu var, genel kurul boyutu var. Bazen Selin Hanım da bahsettiler, Anayasa yargısı veya Anayasa şikâyeti açısından olumlu olabilecek birçok konu yasama sürecinde kısıtlanabiliyor, farklı bir hüküm getirilebiliyor, değiştirilebiliyor, dolayısıyla sıkıntının ben buradan kaynaklandığını düşünüyorum. 

Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM (Anayasa Mahkemesi Onursal Üyesi)

- Ece Hanım da bahsetti, biz İzmir’de bir çalıştay yaptık, sonra bir hafta veya 10 gün, hatta 15 günde sürmüş olabilir, karşılıklı mail yoluyla bir metin geliştirdik 
ve bu metin komisyonlara ulaştırıldı Türkiye Büyük Millet Meclisine. Bu mesela orada vardı, ama önerilen yani uyarılan hiçbir şeye neredeyse değinilmedi. 
Bu kadar duyarsız nasıl olabiliyor bir Türkiye Büyük Millet Meclisi, yani hata yapmamak, kendini bu kadar hatadan arî mi görüyor; benim anlayamadığım nokta o. 
O bakımdan sizin söylediğiniz şeyler tam varit değil, çünkü bu uyarılar yapıldı, yani Meclise yapıldı bunlar, bunu eklemek istedim, teşekkür ederim. 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)

- Teşekkürler Hocam. 

Buyurun efendim, kendinizi tanıtır mısınız? 

Av. Mahmut KAMACI (Yargıtay 2’inci Hukuk Dairesi Üyesi)

- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. 

Bireysel başvuru hakkının öncelikle şunu söyleyeyim: Birey olarak bana tanınmış olan bir hak olduğu için çok önemsiyorum bu işi, ama birtakım kaygılarımda var, onu da burada belirtmeden geçemeyeceğim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir başvuruyu kabul edilebilir bulduktan sonra işin esasını incelerken 
dört ölçüyü ele alıyor, bunu kararlarından görüyoruz. 

Birincisi sözleşmede ya da ek protokollerde öngörülen hakka bir müdahale var mıdır, bu bir. Müdahale var ise, buna olumlu yanıt veriyor ise, bu müdahale yasal mıdır? Buradan da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarından anladığımız kadarıyla yasallığı müdahalenin iç hukukta bir yasaya dayanıyor olmasıyla sınırlı tutmuyor, bu iç hukukta bir yasaya dayanıyor olmasının yanında iç hukukta öngörülen bu yasanın kişiler için sonuçları önceden öngörülebilir, kesin ve ulaşılabilir bir yasa olmasını da, buna da olumlu yanıt verdikten sonra müdahale ölçülülük ilkesine ya da orantısallık ilkesine uygun mudur, değil midir buna bakıyor. Buna da olumlu yanıt verecek olursa, dördüncü ölçü olarak benim anladığım kadarıyla, lütfen yanlış biliyor isem arkadaşlarım düzeltsinler, müdahale demokratik bir toplum düzeni için gerekli midir değil midir? 

İşte benim asıl endişem dördüncü ölçüyü Anayasa Mahkemesinin ne şekilde uygulayacağıdır. Demokratik toplum düzenini batı standartlarında bir demokratik toplum düzeni olarak mı algılayacaktır, yoksa Türkiye’ye özgü bir demokrasi anlayışı mı geliştirecektir. Benim birey olarak endişem buradadır, bu bir. Bunu paylaşır mısınız, Sayın Anayasa Mahkemesi Üyesi bu düşüncelerime ne der onu merak ediyorum. 

Asıl sorum şudur: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına baktığınız zaman bir ihlal kararı varsa, ihlal nereden kaynaklanıyor, burada kararın gerekçesinden 
öğrenebilirsiniz. 

İç hukuktaki bir yasal düzenleme mi ihlale yol açmıştır, yasal düzenlemenin ulusal yargı makamları tarafından uygulanış biçimi mi ihlale yol açmıştır, yoksa 
uygulama mı ihlale yol açmıştır. 
Şimdi ihlal kararını gereklerini ortadan kaldırmak istediğin zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gerekçesine bu şekilde bakmanız lazım. Eğer ihlal iç 
hukukta bir yasal düzenlemeden kaynaklanıyor ise ihlalin gereklerini siz o yasayı değiştirerek kaldırabilirsiniz. Ulusal yargı makamlarının ulusal yasayı yorum 
biçiminden kaynaklanıyor ise bu takdirde ulusal yargı makamları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarını geliştirmek suretiyle içtihatlarını değiştirme 
olanağına sahiplerdir. Ama uygulamadan kaynaklanıyorsa, örneğin kolluğun uygulamasından kaynaklanıyorsa bu ihlal ne şekilde giderilecektir. 

Teşekkür ediyorum. 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)

- Herhalde bu soru size. 

Av. Alparslan ALTAN (Anayasa Mahkemesi Üyesi)- Öncelikle aslında sunumumun ana fikri buydu. Yani Anayasa Mahkemesinin eskiden de öyle olması gerekirken, 
Anayasa şikâyeti kabul edildikten sonra, artık Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle oluşturulan standartlardan ayrılmaması gerekir, onunla senkronize şekilde hareket etmesi gerekir. Tabii yani Anayasa Mahkemesi bundan sonra nasıl davranır? Bununla ilgili ben şöyle davranır diyemem. Çünkü Anayasa Mahkemesi birçok farklı üyeden oluşuyor, ama Anayasa Mahkemesinin bundan sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle ortaya konan ve şu anda gelişen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla somutlaşan standartları ölçü alması gerekir ve o standartlara ülkenin hukukunu çıkartabilmek için kendisine düşen görevleri yerine getirmesi gerekir. Tabii bu sadece sunumumda da belirttiğim gibi Anayasa Mahkemesinin görevi değil, buna kamu gücünü kullanan kişilerin, temsilcilerin, yerel mahkemelerin, genel mahkemelerin, yüksek mahkemelerin dikkat etmesi gerekir, bu ölçüleri esas alması gerekir. Sorunu ancak böyle çözebiliriz, aksi takdirde diğer kurumlarda veya diğer yargı mercilerinde bu konuda olumsuz tutum olursa, Anayasa Mahkemesinin yapacağı açılımlarda çok fazla bir şey ifade etmeyebilir. Dolayısıyla burada sorumluluk herkese düşüyor. 

Teşekkürler. 

Av. Tolga ŞİRİN (Marmara Üniversitesi Araştırma Görevlisi)- Ben Alparslan Altan’a bir soru soracağım, tabii yargıç olması durumunu gözeterek biraz objektif bir soru sormaya çalışacağım. Anayasa Mahkemesinin internet sitesinde şöyle bir ibare var, şöyle bir duyuru var: Diyor ki “ Yurttaşlar tarafından ya da kişiler 
tarafından hâlihazırda Anayasa Mahkemesine bireysel başvurular yapılmakta, ancak ilgili yasalar çıkıncaya kadar bizim bunu incelememiz mümkün değildir” 
şeklinde bir ilan var. Benim sormak istediğim soru şu: Bu başvurular Anayasada verilmiş olan bir hakka dayanarak yapılmış olan bu başvurulara, Anayasa 
Mahkemesi kabul edilemez mi bulmuştur hâlihazırda yasa olmadığı için yoksa 23 Eylül 2012 tarihinde yani görüşmek üzere şimdilik ertelemiş midir? 

Bu önemli bir şey, şunun için önemli: Bu iki yıllık süreçte Anayasa şikâyetine başvurabilecek olan kişilerin beklemesi veya beklememesi gibi bir pozitif 
sonucu var, bu birinci sorum. 

İkinci sorum, biliyorsunuz Anayasanın 149’uncu maddesinde şöyle bir ifade var: Komisyon ve bölümlerin oluşumu ve bunlar arasındaki işbölümü yine 
mahkemenin çalışma esasları, mahkemenin kendi belirleyeceği içtüzükle ortaya konur. Şimdi mevcut yasa mahkemenin özel tüzük yapma alanına ne kadar 
müdahale etmiştir, yani ne düşünüyorsunuz bu konuda. Bir de bu içtüzük ne zamana kadar çıkması düşünülüyor, kural olarak tabii, bağlayıcı bir cevap vermek durumunda değilsiniz. 

Bu iki soruya cevap istiyorum. 

Av. Alparslan ALTAN (Anayasa Mahkemesi Üyesi)- 

İki soru da aslında çok tehlikeli sorular değil, o yüzden rahatlıkla cevap verebilirim. Bireysel başvurular referandumun yapıldığı gün, sonuçlar belli olduğu geceden itibaren gelmeye başladı, yani onlar belli bir sayıya ulaştı. Ancak bu başvurularla ilgili hiçbir işlem yapılmadı, yalnızca mahkemenin resmi sitesine 
öyle bir yazı konulmakla yetinildi. Dolayısıyla bu bireysel başvurularla ilgili resmi bir işlem yapılmadı, bir değerlendirme yapılmadı. 

Tabii yürürlük tarihiyle ilgili belirtilen süreden sonra yapılacak başvurular kabul edilebilecek. Bu başvurularda da yasanın öngördüğü süreyle ilgili koşul çok 
önemli bir koşul. Dolayısıyla şu anda ya da geçmişte yapılan başvurular bireysel başvuruların kabulünden sonra tekrar Anayasa Mahkemesine gelirse bunlar 
muhtemelen süreden dolayı reddedilecek. 

İçtüzük konusuyla ilgili soruya gelince, Anayasa Mahkemesinin İçtüzüğü, Anayasa Mahkemesi heyetince kararlaştırılarak içtüzük haline getiriliyor. 
Şu anda içtüzükle ilgili ön çalışmalar başlamış durumda. Bu ön çalışmalar tamamlandıktan sonra heyet halinde çalışmalara başlanacak ve bu heyet 
halinde çalışmalardan sonra son hali verilerek, Anayasa Mahkemesinin üyeleriyle, heyetiyle oluşturulacak içtüzük yürürlüğe konulacak. Büyük ihtimalle içtüzük de yeterli olmayabilir, bir de bu konuyla ilgili bir ya da birden fazla yönetmeliğin de çıkarılması gerekebilir. Tabii bununla ilgili süreç çok hızlı bir 
şekilde işliyor, benim şahsi kanaatim bir an önce bu içtüzüğün yürürlüğe konulması yönündedir. 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)- Evet başka soru görmüyorum. Bütün katılımcılara konuşmacılara özellikle bu tatil gününde bu saate kadar ilgiyle bu 
toplantıyı izleyen sizlere ayrı ayrı teşekkür ediyor saygılar sunuyorum. 

Sunucu- Değerli katılımcılar, İkinci Oturum Başkanı ve katılımcılarımıza plaket takdim etmek üzere Türkiye Barolar Birliği Sayın Başkan Yardımcısı 
Av. Berra Besler’i davet ediyorum. 

Av. Berra BESLER (Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı)

- Değerli konuklar bu anlamlı günü bizlerle paylaştınız ve unutamayacağımız Başkanımız Özdemir Özok’u birlikte andık, onun anısına düzenlenen ve hukukumuza yeni girmiş olan “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru” konulu panelin ilk oturumunda bizleri aydınlatan değerli hocalarımıza, akademisyen lerimize ve ikinci oturumunda bizlere yeniden bilgilendiren ve çok önemli katkıları olan yüksek mahkemelerimizin üyelerine teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyorum ve kendilerine bugünün anısı olarak takdim edeceğimiz plaketleri lütfen kabul etmelerini rica ediyorum. 

(Plaket töreni yapıldı) 

KAYNAK ; TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ WEB SAYFASINDAN ALINMIŞTIR.

http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/ambb-2011-382.pdf

***

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 16

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 16



Söz konusu fıkra Tasarı metninde; “ihlal bir mahkeme kararından veya idari işlemden kaynaklanmışsa, kararın veya idari işlemin iptaline karar verilir. 
Kararın iptali kendiliğinden ihlali kaldırmazsa yargılamanın yeniden yapılmasına hükmedilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 

Anayasa Alt Komisyonunda Tasarı metni değiştirilerek Kanunda yer alan hüküm getirilmişse de, Komisyondaki tartışmalarda belirtildiği gibi, Anayasa 
Mahkemesinin, Anayasada yer almayan, “mahkeme kararlarını iptal yetkisi” devam etmektedir. Madde metnindeki “yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesi” ifadesi başka şekilde anlaşılamaz. 

Bireysel başvuru yolunun etkili olması için getirildiği vurgulanan düzenlemeye gerekçe ve örnek olarak gösterilen Almanya ve İspanya uygulamaları ise o 
ülkelerin Anayasal sistemlerinden soyutlanarak ele alınmamalıdır.9 

Madde metnindeki, “yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği” ibaresi, Anayasa Mahkemesini, idare mahkemeleri veya Danıştay 
daireleri kararlarına karşı ikinci derece temyiz mercii konumuna getirmektedir. Bu hüküm Anayasanın 148 inci maddesinin 4 üncü fıkrasındaki, “Bireysel  başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”; 155 inci maddesinin 1 inci fıkrasındaki, “Danıştay, idarî 
mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.” hükümlerine aykırıdır. 

Maddede dikkati çeken diğer husus ise, “yargılamanın yenilenmesi” kararının Anayasa Mahkemesince verilmesidir. Yargılamanın yenilenmesi sebepleri, istemde bulunma süresi ve başvurunun hangi mahkemeye yapılacağı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 53 üncü maddesinde düzenlenmiştir. 
Maddenin 2 nci fıkrasına göre, yargılamanın yenilenmesi istekleri esas kararı vermiş olan mahkemece karara bağlanacaktır. Halbuki 6216 sayılı Kanuna göre, 
yargı kararlarına karşı bireysel başvuru yolunda yargılamanın yenilenmesi kararı Anayasa Mahkemesince verilecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 
kesinleşmiş kararının yargılamanın yenilenmesi sebebi sayılmasına karşılık, Anayasa Mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi kararı vermesi idari yargılama 
usulünde bütünlüğü de bozacaktır. 

Konunun bu şekilde düzenlenmesi yerine, Anayasa Mahkemesinin, gerek işlem, eylem veya ihmallerde gerek mahkeme kararlarında ihlalin bulunup bulunmadığını tespit etmesi ile sınırlı şekilde bir düzenlemenin getirilmesi, buna bağlı olarak da, 2577 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; “Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.” düzenlemesine, Anayasa Mahkemesi kararı ile tespit halinin de eklenmesi daha uygun olurdu. 

Sonuç 

Anayasa, yüksek mahkemeleri bağımsız ve eşit düzeyde kabul etmektedir. Her yüksek mahkemenin görevi ayrıdır ve görevli kılındıkları uyuşmazlıklarda son karar merciidirler. Bu ilke, Anayasanın bireysel başvuruya ilişkin 148 inci maddesinde, “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” ifadesinde kendini bulmuştur. 

Bu hüküm, Anayasanın 155 inci maddesindeki, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.” şeklindeki görev tanımını pekiştirmektedir. 

Öte yandan, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemeyeceği ilkesi de Anayasada yerini almıştır. 

6216 sayılı Kanun hükümleri, bu Anayasal ilkelere açıkça aykırı hükümler taşımaktadır. 

Bu hükümlerin Anayasaya uygun hale getirilmesi gerekmektedir. 

6216 sayılı Kanunda yer alan usule ilişkin hükümlerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu çerçevesinde ele alınması bütünlüğün devamını sağlayacaktır. 

Bireysel başvuru hakkına sahip olanların oldukça sınırlı tutulduğu açıktır. İş yükü kaygısıyla benimsenen bu yaklaşım, bireysel başvuru hakkının kullanılması 
bakımından Kanunu yetersiz hale getirmektedir. 

6216 sayılı Kanundaki kabul edilebilirlik koşullarına, esas hakkında incelemeye, içtihat farklılıklarına ilişkin diğer hususlar yayımlanacak İçtüzük ile 
düzenlenecektir. 

Kanunun bireysel başvuruya ilişkin hükümlerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe girecek olması nedeniyle, Kanundaki Anayasaya aykırı hükümlerin bu sürede 
giderilmesi, bireysel başvuru hakkının etkin bir şekilde kullanılabilmesi bakımından Kanunun kapsamının genişletilmesi, daha geniş kesimlerin bireysel başvuru hakkına sahip olmalarını sağlayacak hükümlerin eklenmesi gerekmektedir. 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)

- Süresini ekonomik kullandığı içinde ayrıca açıklamaları içinde çok teşekkür ediyoruz Sayın Şimşek’e. 


DİPNOTLAR;

1 Resmi Gazete, 13/05/2010 tarih ve 27580 s. 

2 Resmi Gazete, 03/04/2011 tarih ve 27894 s. 

3 Tasarının 46 ncı maddesinin gerekçesi. http://www.tbmm.gov.tr/ sirasayi/donem23/yil01/ss696pdf. 

4 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, madde 19/2-f; Resmi Gazete, 12/7/2001 tarih , 24460 s. 

5 2821 sayılı Sendikalar Kanunu, madde 32/3, Resmi Gazete, 7/5/1983 tarih, 18O40 s. 

6 Bireysel başvuru hakkının koşulları için bkz. Ece Göztepe, a.g.e., s. 50 v.d. 

7 Anayasa şikayetinin işlevi için bkz. Ece Göztepe, Anayasa Şikayeti, A.Ü.H.F. Yayın No. 530, Ankara 1998, s.16 v.d. 

8 http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss696pdf. 

9 http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss696pdf. 


17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 15


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 15



İDARİ YARGI AÇISINDAN ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU HAKKI 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)

İkinci konuşmacımız Sayın Tacettin Şimşek’in kısa bir özgeçmişini sunmak istiyorum: Sayın Şimşek; 1956’da Tunceli’de dünyaya geldi, 
1979 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Bir süre hâkimlik yapan Şimşek, daha sonra avukatlığa geçerek çeşitli kurumlarda hukuk müşavirliği görevinde bulunmuş, 12 Haziran 2002 tarihinde Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından Danıştay Üyeliğine seçilmiştir. 
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında yüksek lisans programını “Avrupa Yatırım Bankası”, doktora programını 
“Sınıraşan Su Yollarından Hakça ve Makul Faydalanma” başlıklı tezleri ile tamamlamıştır. 07.12.2007’de dört yıllığına Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurul Üyeliğine, 19 Ekim 2010’da Türkiye Adalet Akademisi tarafından Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu yedek üyeliğine seçilmiştir. Sayın Şimşek evli olup, İngilizce bilmektedir. 

Buyurun Sayın Şimşek. 

Dr. Tacettin ŞİMŞEK 
Danıştay 8. Daire Üyesi 
Giriş 

Bilindiği üzere kamuoyunda “Anayasa Şikayeti” olarak tanımlanan bireysel başvuru hakkı, 7/5/2010 tarih ve 5982 sayılı, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”1 ile hukukumuza dahil edilmiştir. 

Söz konusu Kanun ile, Anayasanın 148 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin sonuna “ve bireysel başvuruları karara bağlar” ibaresi eklenmiş ve 
maddeye şu fıkralar eklenmiştir; 


“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü 
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. 

Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. 

Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” 

Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar ise 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı, “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun”2 ile 
düzenlenmiştir. 

Kanunun Geçici 1 inci maddesinin 8 inci fıkrasında, Mahkemenin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel 
başvuruları inceleyeceği; 76 ncı maddesinde ise, 45 ila 51 inci maddeler arasındaki hükümlerin, yani Kanunun 4 üncü bölümünün 23/9/2012 tarihinde 
yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. 

Bireysel Başvuru Hakkına Kimler Sahiptir 

Kanunun 46 ncı maddesine göre, bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan 
etkilenenler tarafından yapılabilecektir. 

Bireysel başvurunun hukuki niteliği, söz konusu işlem ve eylemler nedeniyle ilgilinin şahsına ait bir hakka yönelik mevcut ve doğrudan bir ihlalin varlığını 
gerektirmektedir. Bu nedenle potansiyel hak iddiasına dayanan ya da başvuranın kendi hakları ile ilgili olmayan hususlar bireysel başvurunun 
konusu olmayacaktır.3 

Madde kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuruda bulunamayacaklarını, özel hukuk tüzel kişilerinin ise, sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği 
gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabileceklerini hükme bağlamıştır. Yine, yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar 
bireysel başvuru yapamayacaklardır. 

Kanunun 50 nci maddesinin 5 inci fıkrasına göre, davadan feragat hâlinde, düşme kararı verilecektir. 

Tüzel kişiliği olmayan kişi gruplarının bireysel başvuru hakkı var mıdır? Kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve idari yargı uygulamaları göz önüne alındığında bunların da bireysel başvuru hakları bulunmalıdır. 

Kanunda yer alan, kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuruda bulunamayacaklarını, özel hukuk tüzel kişilerinin ise, sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabileceklerini belirten hükmün de bazı idari işlemlerin bireysel başvuru yolu ile anayasal denetiminde sorunlar yaratması kaçınılmazdır. 

Örneğin, kamu görevlileri sendikaları, üyelerinin idare ile ilgili doğacak ihtilaflarında, ortak hak ve menfaatlerinin izlenmesinde veya hukukî yardım gerekliliğinin ortaya çıkması durumunda, üyelerini veya mirasçılarını, her düzeyde ve derecedeki yönetim ve yargı organları önünde temsil etmek veya ettirmek, dava açmak ve bu nedenle açılan davalarda taraf olmak hakkına sahiptir.4 

Keza, sendikalar, çalışma hayatından, mevzuattan, toplu iş sözleşmesinden, örf ve adetten doğan hususlarda işçileri ve işverenleri temsilen veya yazılı başvuru ları üzerine, nakliye, neşir veya adi şirket mukaveleleri ile hizmet akdinden doğan hakları ve sigorta haklarında üyelerini ve mirasçılarını temsilen 
davaya ve bu münasebetle açtığı davadan ötürü husumete ehil sayılmakta dırlar.5 

Kendi kanunlarına göre, üyelerini ve mirasçılarını her derecedeki yargı organları önünde temsil hak ve yetkisine sahip olan sendikaların üyelerini ve mirasçılarını 
ilgilendiren işlem, eylem veya ihmal nedeniyle bireysel başvuru hakları bulunmayacak mıdır?. 

Anayasanın 56 nci maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre 
kirliliğini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu vurgulanmaktadır. Madde ile Devlete verilen bu ödev kamu kurumlarının özel mevzuatında 
yer almıştır. Kamu kurumları da bu ödevlerini halkın çevre hakkını gerçekleştirmek ve korumak için yerine getirmektedirler. Bu çerçevede yerel yönetimlerin konumu önem taşımaktadır. 
Yine kuruluş belgelerinde bu amaç açıkça yer alan kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları bulunmaktadır. 

Merkezi idarelerin, kültür ve tabiat varlıklarını, çevre değerlerini etkileyen bazı işlem ve kararları Danıştay veya idare mahkemelerinde iptal davalarına konu 
olabilmektedir. Bu davalarda gerçek kişilerin yanında belediyeler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları davacı sıfatıyla bir 
arada bulunabilmektedirler. 

Sendikaların üyelerini ve mirasçılarını ilgilendiren işlem, eylem veya ihmal nedeniyle; yerel yönetimler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının, temel haklardan sayılan ve dayanışma hakları arasında bulunan çevre hakkı çerçevesinde idari işlem ve kararlara karşı bireysel başvuru haklarına sahip olmamaları eksikliktir. 

Bireysel Başvurunun Koşulları 

Kanunun bireysel başvuru için iki koşulu aradığını söyleyebiliriz.6 

a- Bireysel başvuruda bulunanın güncel ve kişisel bir hakkının doğrudan etkilenmesi. 

b- Kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması. 

Bireysel başvuru yapma hakkına sahip olanlarla ilgili sınırlayıcı yaklaşım başvuru koşullarının değerlendirilmesinde de kendini gösterecektir. Bu sakıncanın önüne 
geçilebilmesi için Anayasa Mahkemesinin önüne getirilen başvurularda, başvuru koşullarının bulunup bulunmadığının idari yargılama usulünün özellikleri ve 
istikrar kazanmış içtihatlar dikkate alınarak değerlendirilmesi, bireysel başvuru hakkının etkin bir şekilde uygulanabilmesi açısından önem taşımaktadır. 

Örneğin mahkeme kararlarının istikrar kazandığı ve değişmeyeceğinin açık olduğu bir konuda, işlemin muhatabının yargısal başvuru yollarını tüketmiş olması koşulu aranmamalıdır. 

Keza, idarenin herhangi bir takdir hakkının bulunmadığı ve belirli bir şekilde işlem tesis etmekle yükümlü olduğu bir konuda da yargısal başvuru yollarının 
tüketilmiş olması koşulu aranmamalıdır. 

Yine, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının üyelerini ilgilendiren düzenleyici işlemlere karşı açtıkları davaların reddedilmesinden sonra, söz konusu düzenleyici işlemlerin üyelere doğrudan uygulanmasına yönelik bireysel işlemlerin de yargı yollarına başvurmadan bireysel başvuruya konu edilebilmesi gerekir. 

Bireysel Başvurunun Kapsamı ve Niteliği 

Temel hak ve özgürlüklerin daha etkin bir şekilde korunması bakımından Anayasa Yargısı düzeyinde korumayı amaç edinen Anayasanın 148 inci maddesinde, “herkesin, temel hak ve özgürlüklerinden herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla” Anayasa Mahkemesine başvurabileceği 
düzenlemesi yer almaktadır. 

Bireysel başvurunun kapsamını oluşturan “kamu gücü” ifadesi ile hangi kurum veya organdan bahsedilmektedir ve hangi işlemler kastedilmektedir. 
Çünkü Anayasa ve diğer mevzuatta “kamu gücü” tanımı bulunmamaktadır. 

6216 sayılı Kanunun “Dördüncü Bölüm” hükümleri incelendiğinde, bireysel başvurunun kapsamının sınırlı tutulduğu, sübjektif işlevini7 sınırlı bir biçimde yerine getirmesinin amaçlandığı görülmektedir. 

Kanunun 45 inci maddesinin 2 nci fıkrasında, ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmalden söz edilmektedir. İdarelerin tesis ettiği bireysel 
işlemlerin, idari eylemlerin bireysel başvurunun kapsamında bulunduğu maddeden açıkça anlaşılmaktadır. 

Tasarının 50 nci maddesinin 3 üncü fıkrasında; “ihlal, bir kamu gücünün kanunen yapması gereken bir işlemi yapmamasından kaynaklanmışsa, Mahkeme kararının hangi makam tarafından yerine getirileceğini ve özel durumlarda kararın yerine getiriliş şeklini belirleyebilir.” hükmü yer almaktaydı. 
Böylece kamu gücünün eylemsizlik hali de bireysel başvurunun kapsamına alınmaktaydı. Ancak bu hüküm Anayasa Komisyonundaki görüşmelerde 
metinden çıkarılmıştır. 

Yine Kanunun 50 nci maddesinde açıkça, ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklanmış olması halinden söz edilmiş olması karşısında yargı organlarının 
yargılama sürecindeki işlem veya ihmallerinin de bireysel başvurunun kapsamında olduğu sonucuna varıyoruz. Bu tür işlem veya ihmallerin kararın 
esasını etkilemiş olmaları halinde 6216 sayılı Kanunun 48 inci maddesi uyarınca başvuru kabul edilebilir bulunacağından, Anayasa Mahkemesinin incelemesi 
de bu kapsamda olacaktır. 

Kanunun 45 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında, yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa 
Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemlerin de bireysel başvurunun konusu olamayacağı hükmü yer almaktadır. 

Bir işlemin dayanağı, düzenleyici bir idari işlem veya bir kanun hükmü olabilir, ya da her ikisi birden olabilir. Bu taktirde, bireysel başvuruda bulunanın, temel 
hak ve özgürlüklerinden herhangi birinin kanun hükmü ve/veya düzenleyici idari işlem nedeniyle ihlal edildiği iddiasının incelenip incelenmeyeceği sorusuyla 
karşı karşıya kalıyoruz. Kanun hükmü karşısında böyle bir soruya olumlu cevap verilmesinin mümkün olmadığı açıktır. 

Tasarının 49 uncu maddesinin 6 ncı fıkrasında; “Bölümler, bireysel başvuru incelemesi sırasında temel hak ihlalinin kanun veya kanun hükmünde kararname hükmünden kaynaklandığı kanaatine varırlarsa iptali istemiyle Genel Kurula başvururlar.” düzenlemesi yer almış olmasına rağmen, hüküm TBMM Anayasa Alt Komisyonundaki görüşmeler sırasında, Anayasaya aykırı olarak yeni bir iptal davası açma imkanının yaratıldığı, Anayasa Mahkemesinin hem hakim hem savcı durumuna getirildiği, bölümlerde görev yapan üyelerin Genel Kurula da katılacakları, bu durumun sakıncalı olacağı, yasama organının kanundan kaynaklanan ihlallerde hassasiyet göstererek düzenleme yapması gerektiği, itiraz yolu ile Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülebileceği gerekçeleri ile düzenlemeden çıkarılmıştır.8 

Bireysel işlemlerin dayanaklarını oluşturan yasama işlemlerinin başvuru hakkı kapsamına alınmaması, hakkın etkili bir şekilde kullanılmasının önünde büyük 
bir engeldir. 

Tasarıda düzenlenen ancak Komisyon görüşmelerinde metinden çıkarılan hüküm Anayasanın 152 nci maddesi hükmü ile paralel bir maddedir. Anayasanın söz 
konusu maddesine göre; 

“Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. 

Mahkeme, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddî görmezse bu iddia, temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır.” 

Yasama işlemlerine karşı bireysel başvuru hakkının tanınmamış olması ve Tasarıdan söz konusu hükmün çıkarılmış olması karşısında, mahkemelerin, önlerine getirilen uyuşmazlıklarda, Anayasanın 152 nci maddesi uyarınca, taraflarca ileri sürülen her aykırılık iddiasını, ciddi olup olmadığına bakmaksızın 
Anayasa Mahkemesine göndermeleri sonucu doğabilir. 

İdari yargı uygulamasında, bireysel işlemin, dayanağı olan düzenleyici idari işlem ile birlikte iptal davasına konu edilmesi yasal olarak mümkündür. 
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7 nci maddesinin 4 üncü fıkrası uyarınca bu şekilde dava açılması mümkündür. 

Böyle bir davada, Danıştay’ca ilgilinin aleyhine verilecek karardan sonra, bireysel işlem, dayanağı olan düzenleyici idari işlem ile birlikte, temel hak ve 
hürriyetler yönünden bireysel başvuruya konu yapılabilmelidir. 

Bireysel Başvuruda Anayasa Mahkemesinin Konumunun İrdelenmesi 

6216 sayılı Kanunun 50 nci maddesinin ilk fıkrasında, esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verileceği, 
ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği belirtilmektedir. 

Bireysel başvurunun konusunun idari yargı organlarınca hukuka uygun bulunan bir idari işlem veya eylem olması, inceleme sonucunda idari işlem veya eylemin 
temel hak ve hürriyetleri ihlal edip etmediğine yönelik tespitin aynı zamanda bu işlem veya eylemi hukuka uygun bulan yargı kararının da değerlendirilmesi 
sonucunu doğuracaktır. Uygulama da bu doğrultudadır. Bu nedenledir ki, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 53 üncü maddesine yargılamanın 
yenilenmesi sebebi olarak, “Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.” hükmü eklenmiştir. 

Anayasanın,7/5/2010 tarih ve 5982 sayılı, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 11 inci maddesiyle 
değişik 125 inci maddesinin 4 üncü fıkrasına göre; “Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette 
yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.” 

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin 2 nci fıkrasına göre, idari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler. 

İdari işlem veya eylemlere karşı bireysel başvuruların incelenmesi sonucunda, Anayasa Mahkemesince ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının 
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmetmesi idari eylem ve işlem niteliğinde karar sayılmayacak mıdır?. 

Öte yandan, kesinleşmiş bir idari yargı kararı ile hukuka uygun bulunan bir idari işleme karşı yapılan Anayasa Şikayetinin incelenmesi sonunda ihlal kararının 
verilmesi halinde bu kararın İdari Yargılama Usulü Kanunundaki karşılığının bulunmaması usul mevzuatını zaafa uğratmayacak mıdır?. 

Önüne getirilen uyuşmazlık konusu idari eylem ve işlemlerin hukuka uygun olup olmadıklarını incelemekle görevli olan idari yargı organlarına, Anayasa uyarınca 
yüksek mahkeme sayılan Danıştay’a verilmeyen bir yetkinin Anayasa Mahkemesine verilmesi Mahkemeyi sadece ikinci derecede temyiz mercii konumuna getirmemekte, aynı zamanda idari yargılama usulünü de işlevsiz kılmaktadır. 

6216 sayılı Kanunun 49 uncu maddesinin 6 ncı fıkrasında, bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel baş vurulara ilişkin incelemelerinin, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlı olduğu belirtilmektedir. 

Kanunun 50 nci maddesinin 2 nci fıkrasında ise tespit edilen ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklanmış olması halinde, ihlali ve sonuçlarını ortadan 
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği, yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkemenin, Anayasa 
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar vereceği hükmü yer almaktadır. 

16 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***