28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 21
- Bu doğrultuda Refah partisinin kapatılmış olmasının sürekli gündemde tutulduğu, propaganda ve gösteri ağırlıklı eylemlerde bulunulduğu, mağdur kitle oldukları teması ile demokrasi aldatmasına devam ederek, özellikle İrtica’nın asıl yüzünü hala anlamayanları, etkilemeye ve saflarına katmaya çalıştıkları,
- Yerel yönetimlerde kadrolaşma faaliyetlerini hızlandırdıkları,
-İrticai kesimin Fazilet Partisi içinde sözkonusu stratejiyi uygulayarak siyasi mücadeleyi devam ettireceği, gerekli gördüklerinde şiddet ve teröre başvurmaktan çekinmeyecekleri,
- Bunun için yeraltı faaliyetlerini organize edecekleri, yurt dışında ise bilinen faaliyetlerini yoğunlaştıracakları, bazı kasıtlı çevrelerin ise “İrtica abartılıyor” sloganı ile olayı basite indirgedikleri,
- Demokrasi savunuculuğu adına gelişmeler karşısında ciddi şekilde hareketsiz kaldıkları, böylece irticai gelişmeye daha da ivme kazandırdıklarının açıkça görüldüğü, irticanın eğitim alanındaki faaliyetlerinin devam ettiği, dini eğitim ve kadrolaşmaya önem verildiği,
-Aydın din adamı yetiştirmek için açılan İmam Hatip Okullarının istismarın odağı haline geldiği, diğer liselerle eşit hale getirilerek ve mezunlarına üniversite giriş hakkı verilmesiyle birlikte, hem okul hem de öğrenci sayısında büyük bir artış meydana geldiği,
- Bu okulların Siyasal İslamın arka bahçesi haline geldiği, bu okullarda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olmalarına rağmen kız-erkek ayrı eğitim yapıldığı ve kız öğrencilerin Milli eğitim Bakanlığı Kılık Kıyafet Yönetmeliğine rağmen İrtica’nın simgesi olan türban ile bütün derslere girdiği, bu okulların Atatürk’ün adının anılmadığı bir şekle büründüğü,
- Bu okullar yoluyla medrese eğitiminin geri getirildiği ve eğitimde birliğin ortadan kalktığı, İmam Hatip mezunlarının özellikle hukuk, siyasal bilgiler ve tıp fakültelerine girmeye veya polis ve öğretmen olmaya teşvik edildiği, böylece mülki idare amirleri, yargıç ve savcılar ile emniyet teşkilatı içinde önemli bir orana ulaştıkları,
- İzinli izinsiz sınır tanımadan açılan Kur’an kurslarında teokratik düşüncenin işlendiği ve özellikle Atatürk ve din düşmanlığı aşılandığı, sekiz yıllık kesintisiz eğitim sebebiyle imam hatip liselerine olan talebin azalmasına karşı yoğun bir kampanya yürütüldüğü,
- Yapılan incelemede İmam Hatip liselerindeki toplam kız öğrenci sayısının erkek öğrencilerden fazla olduğunun tespit edildiği, irticai kesim tarafından kontrol edilen 584 özel okulun büyük bir kısmının tarikatlara mensup şahıs, şirket veya vakıflar tarafından işletildiği, bu okullarda irticai faaliyet tespit edildiği,
- 45 fen lisesinin de bu kesimin kontrolünde olduğu bu okullarda sözde “altın nesil” yetiştirme adı altında başta Harp Okulları olmak üzere kritik üniversitelere girmeye aday tarikat müridleri yetiştirildiği, 5000’e yaklaşan dershane ve kursun da bu kesime ait olduğu, eğitim alanında faaliyet gösteren en önemli tarikatın Fethullah GÜLEN ve tarikatı olduğu,
- Gülen’in hedefinin “okullarında beyinlerini yıkadığı gençlikle oluşturacağı toplum vasıtasıyla laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan TC’yi sona erdirip yerine şeri yasaların hâkim olduğu İslam devletini kurmak” olduğu,
- 1972 yılında Fethullah GÜLEN’in, Atatürk’ü gençliğe din düşmanı olarak göstermeye ve tanıtmaya çalıştığı, Nurculuk tarikatı yoluyla dine dayalı devlet düzenini kurma yönünde faaliyette bulunduğunun Mahkemece belirlendiği ve üç yıl ağır hapse mahkum edildiği,
- Adı geçenin mahkumiyetine esas teşkil eden, “dine dayalı Devlet düzeni kurma” amacını güden faaliyetlerinin, Askeri Yargıtayın 24.10.1973 tarih ve 1973/242 sayılı Kararı ile de sabit görüldüğü, Fethullah GÜLEN tarikatının yurt içinde 182 okulu, 300 dershanesi ve 25 bin kapasiteli 240 yurt ve pansiyonunun mevcut olduğu,
- Bu kurumların 200 civarında vakıf ve yine 200 civarında şirket tarafından desteklendiği, bu okullarda kız ve erkek öğrencilere ayrı eğitim verildiği, Siyasal İslam zihniyetiyle yönlendirildikleri,
- Fethullahçıların Türkiye’de gerçekleştirilmesi hedeflenen İslam devletine uluslararası destek sağlamak amacıyla yurt dışında okul açma atağı başlattıkları, özelikle de Orta Asya’da okullar açtıkları, bu çerçevede 52 ülkede 6 üniversite, 236 ilkokul ve orta dereceli okul, 6 dershane olmak üzere toplam 248 okul/dershane ve 21 öğrenci yurdu açıldığı, bu okullarda 3 bini yabancı olmak
üzere, 7 bin eğitici/idarecinin görev yaptığı, önümüzdeki 5 yıl içinde 500 orta dereceli, 50 üniversite açılmasını hedefledikleri,
- Fethullah GÜLEN’in eğitim alanındaki bu yatırımlarının toplam değerinin 350 trilyon TL olduğu, GÜLEN’in Batıya karşı ılımlı bir dini lider görüntüsü çizmeye özen gösterdiği, Fethullah’ın Papa ile görüşmesinin yaratılmak istenen bu imajın bir uzantısı olduğu, bu görüşmede Türkiye’de rahip yetiştiren bir Ruhban Okulu açılmasını destekleyeceği konusunda garantiler verdiği duyumunun alındığı, bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanının Papa ile görüşme talebinin 3 yıldan beri
bekletilmesine rağmen, GÜLEN’in görüşme talebinin kısa süre içinde olumlu cevaplandırılması ve resmi bir sıfatı olmamasına rağmen Roma’da Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi tarafından Devlet protokolü ile karşılanarak, Papa ile görüştürülmesinin ve Papa’yı İsa’nın Doğumunun 2000 nci Yılı vesilesiyle Türkiye’ye davet etmesinin devletin Diyanet İşleri Başkanının itibarını zedelemeye matuf bir hareket olduğu gibi aynı zamanda Büyükelçinin bu tavrının da Devlet onuruyla bağdaşmayacak bir durum olduğu,
- GÜLEN’in çizilen “Hoşgörü” ve “Barış” tablolarıyla bazı Devlet çevrelerini etkilediği, GÜLEN’in faaliyetlerine Devletin destek verdiği imajını çizmesinin takiyye olduğu, oysa Cumhuriyet dönemine “Kefere düzeni” diyen Fethullahçıların bugün bu düzenin devamlılığını ister görünerek bazı
kesimleri de davranışlarına inandırabildikleri, “Devlet içinde Devlet” faaliyetleri icra eden Fethullahçıların tarikat okullarının Milli Eğitime alternatif bir anlayışla yönetildikleri, okullarında idareci dahil tüm personelin tarikat tarafından tayin edildiği ve maaşlarının kendi kıstaslarına göre belirlendiği, irticai kesimin İslam Devletine ulaşıldığında gerekli olacak kadroları yetiştirmek ve devlete sızmayı amaçladıkları,
-“Bürokrasiye hakim olan Devlete hakim olur” prensibini uygulayan Fethullah GÜLEN Nurcu tarikatında yeralan bazı bürokratların, Hazine Müsteşarlığının Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü ile Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü gibi icra birimlerinde örgütlenerek, irticaı destekleyen sermayeye teşvik verilmesini sağladıkları, bu kesimlerin Devlet imkanlarıyla büyüyüp gelişmesine ön ayak oldukları,
- Ayrıca, Maliye Bakanlığı Gelirler genel Müdürlüğünde de örgütlenerek irticai firmaların mali denetimlerini istedikleri şekilde engelledikleri, TCK’nun 141, 142 ve 163 üncü maddelerinin kaldırılmasıyla oluşan liberal ortamın özel yayıncılığı geliştirmesiyle radikal söylemlere fırsat yaratıldığı, bu ortamdan istifadeyle 224 radyodan 124’ünün, 60 televizyondan 41’inin irticai yönde yayın yaptığı, bu hali ile irticai kesimin Türkiye nüfusunun %90’una televizyon ve radyo yoluyla ulaşabildikleri,
- Samanyolu, Mesaj ve Kanal-7 gibi televizyonların irticaya destek verdikleri, ayrıca Türkiye genelinde mevcut 7.650 gazete ve derginin %70’inin irticai nitelik taşıdığı, Türkiye’de çocuklara yönelik yayın yapan basımevlerinin önemli bir bölümünün irticai kesime ait olduğu, yayınlanan kitaplarının bir kısmının Milli Eğitim Bakanlığınca tavsiye edilen yayınlar içinde yer aldığı,
- İrticai kesimin sermaye alanında 7 büyük holding, 4000 civarında şirket, 11 büyük özel finans kurumunun olduğu, özel finans kurumlarının topladığı fonları kendi iştirakleri dahil dilediği kuruluşlara, özkaynaklarının belli bir oranı ile sınırlı olmaksızın kredi olarak dağıtabildikleri, bu kuruluşların 1990 yılında 1.7 trilyon olan aktiflerinin, 1997 yılında 337 trilyona ulaştığı,
- Örneğin 1995 yılında 20 milyar TL ile kurulan K.’nın iki yıl içinde sermayesini 500 kat artırarak 100 trilyona çıkardığı,
- 23 Aralık 1997 tarihli MGK toplantısında Özel Finans Kurumlarının durumlarının görüşüldüğü ve Hükümetten “Özel Finans Kurumlarının durumlarının incelenmesi ve Bankalar Yasası’na benzer yasal düzenlenme içerisinde faaliyette bulunmalarını temin için” gerekli çalışmaların yapılmasının istendiği,
- Ayrıca, Hazine Müsteşarlığı içerisindeki irticai kadroların, İrticaı destekleyen sermaye içerisinde yer alan A. Finans kurumu A.Ş.’ne 1997 yılı Eylül ayında 553 milyar TL., Y.Y.A.Ş.’ye 1998 yılı Şubat ayında 3.1 trilyon TL. teşvik verilmesini sağladıkları, K.Holding’in Refahyol Hükümetinin son döneminde toplam 8.5 trilyon TL değerinde 5 adet teşvik belgesi alırken, 55 inci Hükümet döneminde ise 1997 yılı Aralık ayında 526 milyar TL. teşvik aldıkları,
- Ü.A.Ş.’ne 11 Mart 1998 tarihinde verilen 6 trilyon TL’lik teşvik verildiği, bu teşviklerin devlet eliyle irtica’ı destekleyen sermayeye kredi verilmesine devam edeceğini ve gerçek rakamın bunun çok üzerine çıkabileceğini gösterdiği, irtica’ı destekleyen sermayeye teşvik verilmesini engellemeye çalışan bürokratların bazılarının sindirildiği,
- Vakıflar Bankası Genel Müdürü ve Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdür Vekili gibi bazılarının ise görevlerinden alındığı, sonuç olarak irtica’ı destekleyen sermayenin kaynağı
belirsiz finansmanı ile ekonomide söz sahibi olmasına halen mani olunamadığı,
- İrticanın Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmak için birinci dönemde İmam Hatip Lisesi
mezunlarının Harp Okullarına alınmasına sağlama girişimleri yapıldığı ve tarikatlar aracılığıyla
Askeri Okul ve Birliklere sızma girişimleri yapıldığı, ikinci dönemde irticai faaliyetleri sebebiyle YAŞ
kararıyla ordudan atılan personel konusunun istismar edilerek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin din
düşmanı bir kurum olarak ilan edildiği, üçüncü dönemde Türk Silahlı kuvvetlere karşı uyguladıkları
stratejide sertleşme gözlendiği,
- Silahlı Kuvvetlerin yasal yetki ve görevleri çerçevesinde ve Genelkurmay Başkanlığının
emirleri ile karargah çalışması yapmak üzere teşkil edilen Batı Çalışma Grubu’na ve Türk Silahlı
Kuvvetlerine yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere çeşitli çalışma grupları kurulduğu, bu gruplar
vasıtası ile hayali senaryolar üreterek ve çeşitli mercilere gönderdikleri Komutanları hedef alan
mektuplarla; kasıtlı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri personelini Müslüman-Ateist, Alevi-Sünni şeklinde
bölmeye ve karşılıklı güvensizlik ortamı yaratarak emir komuta sistemini parçalamaya yönelik
propaganda yapmaya başladıkları,
- Özellikle Fethullah GÜLEN Nurcu tarikatının da Türk Silahlı Kuvvetlerine sızma
girişimlerinde bulunduğu, GÜLEN tarikatına ait yurt dışındaki okulların açılış törenlerine özellikle
emekli generallerin davet edilerek Türk Silahlı Kuvvetlerine yakınlaşma gayretleri sarf edildiği,
- 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasasının kabul edilmesiyle
irticaya karşı mesafe kaydedildiği, ayrıca refah Partisinin kapatılmasına ilişkin Mahkeme Kararının
Cumhuriyet tarihinin en önemli İrtica belgesi olarak tarihe geçtiği, 28 Şubat kararlarının
uygulanması, takip ve koordinasyonu amacıyla üst düzeyde bir Kurul kurulması ve yayınlanan
genelgelerin olumlu olduğu,
- Genelkurmay Başkanlığınca yapılan durum değerlendirmesinde, bölücü terör yanında irtica
ile mücadeleye de iç tehditte birinci öncelik verildiği, bu hususun Milli Güvenlik Siyaset Belgesine de
dahil edilerek, Milli Güvenlik Kurulu’nun 31 Ekim 1997 tarihli toplantısında kabul edildiği ve 413
sayılı kararlar Hükümete bildirildiği,
- İrtica’ın ulaştığı boyutları ortaya çıkaran ve mücadelede dinamo görevi yapan Türk Silahlı
Kuvvetlerinin irticai kesimin boy hedefi haline geldiği, bu durum karşısında irticai kesimin de Türk
Silahlı Kuvvetlerini “siyasete müdahale ettiği”, daha açık bir ifadeyle “siyaset yaptığı” temasını
yaygın biçimde işlediği,
- Halbuki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin irtica ile mücadelesinin hiçbir siyasi yönünün olmadığı,
Silahlı Kuvvetlerin, Anayasa ve yasaların kendisine verdiği “Türk Yurdunu ve Anayasa ile tayin
edilmiş Türkiye Cumhuriyeti’ni içten ve dıştan gelecek her türlü tehdide karşı kollamak ve korumak”
görevini yerine getirdiği,
- Bu gelişmeler üzerine Genelkurmay Başkanlığı Karargahında Güven Çalışma Grubu
kurulduğu, bu Grubun öncelikle bir durum tespiti yaparak terörün ulaştığı boyutun resmini ortaya
koyduğu ve bilahare teröre mücadele esaslarını belirleyen Harekat Konseptini hazırladığı, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadelenin hukuki sorumluluğu İçişleri Bakanlığında olmasına rağmen
iç tehditteki gelişmeler nedeniyle Anayasal ve yasal görevlerinin gereği, kendiliğinden terörle
mücadelenin fiili sorumluluğunu üstlendiği,
- Sonuçta bölücü terör örgütünün yurtiçi ve Kuzey Irak’ta kontrol edilebilir bir seviyeye
getirildiği, 1997 yılına gelindiğinde bölücü terörün yanında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel
niteliklerini ortadan kaldırmaya yönelik irticai faaliyetlerin de yoğunlaştığının görüldüğü, bu
gelişmeler üzerine Genelkurmay Başkanlığında Güven Çalışma Grubuna benzer Batı Çalışma
Grubunun emirle teşkil edildiği, Batı Çalışma Grubunun öncelikle irtica’ın ulaştığı boyutların resmini
ortaya koyarak durum tespiti yaptığı ve bilahare mücadele esaslarını belirleyen Batı Harekat
Konseptini hazırladığı, bu suretle 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu gereğince, Genelkurmay Başkanlığı
direktifi doğrultusunda hazırlanan Emniyet, Asayiş ve Yardımlaşma Planlarının güncelleştirilmesinin
amaçlandığı,
- Bazı çevrelerce Türk Silahlı Kuvvetlerince bölücü terörün meydana getirdiği tehdit ile ilgili
değerlendirme ve buna bağlı olarak oluşturulan Çalışma Grubuna hiçbir tepki gösterilmemesine
rağmen, iç tehdidin diğer bir kolu olan irticai faaliyetlerdeki hayati öneme, haiz gelişmeler
doğrultusunda yapılan çalışmalara ve oluşturulan “Batı Çalışma Grubu”na tepki gösterilmesinin
nedeninin anlaşılamadığı,
- 55’inci Cumhuriyet Hükümetinin kurulması ile birlikte öncelikle 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim
Yasasının görüşülmesi aşamasında safların net olarak belli olduğunu ve irticaın tüm boyutlarının,
parti, kurum, kuruluş ve şahısların gerçek yüzlerinin ortaya çıkmaya başladığı, Tevhid-i Tedrisat
Yasasından sonra eğitim alanındaki en önemli reform olan bu yasanın çıkarılmasında Hükümet’in
göstermiş olduğu iyiniyeti, Anayasa Mahkemesinin Anayasa Mahkemesi’nin Refah Partisini kapatma
kararının takip ettiği ve Yüce Mahkemenin gerekçeli kararının Cumhuriyet tarihinin en önemli irtica
belgesi olarak tarihteki yerini aldığı,
- Böylece Anayasa Mahkemesinin “hukukta birlik” ilkesi doğrultusunda yüksek öğretim
kurumlarında, dershane ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmanın zorunlu
olduğuna karar vererek “laiklik tartışmasını” hukuken bitirdiği, ancak kapatma kararı sürecinde bazı
siyasi parti, kurum ve kuruluşların demokrasi savunuculuğu adına RP’nin mağdur rolüne destek
verdiği, irticai kesime hoş görünecek mesajlar verildiği, böylece yargı kararının sulandırıldığı ve yeni
irtica oluşumlarının cesaretlendirildiği, bir taraftan RP tabanından oy alma, diğer taraftan RP’ye
alternatif ancak yandaş yeni oluşumlar yaratma denemeleri yapıldığı, özellikle bu arayışın yeni bir
örneğini teşkil eden Nurcu Fethullah GÜLEN’in, siyasilerin çok partili hayata geçişten itibaren İslami
oluşumların temsilcileri ile yakın ilişki kurma arzusunun son halkası olarak ortaya çıktığı,
-Bu tablonun, çağdaş bir toplumda, Cumhuriyete sahip çıkması gerekenlerin, İrticaın; bölücü,
takiyyeci, yasa tanımayan, demokrat olmayan ve gayri milli özelliklerinden oluşan asıl yüzünü hala
göremediklerinin göstergesi olduğunu, bu durum nedeniyle tarihi bir fırsatın kaçırılarak yeni irticai
denemelerin teşvik edildiği,
- 55 inci Hükümetin 28 Şubat kararlarının uygulanmasını takip ve koordinasyonu amacıyla üst
düzeyde bir kurul oluşturulması ve bazı genelgeler yayınlayarak eğitim, kılık kıyafet, yayınların
kontrolü, İrtica’ı destekleyen sermayenin takibi ve benzer konularda irtica ile mücadeledeki gayretini
gösterdiği, bu kapsamda irticayla mücadeleyi yurt sathına yaymayı hem de tüm Devlet kadrolarını bu
mücadelede görevlendirmeyi amaçlayan “İlçe Merkezli Denetim Sistemi” oluşturulduğu,
-Bu teşkilatlanma ile paralel bir rapor sistemi kurularak işletilmeye başlandığı, diğer yandan
başta "Laiklik" ilkesinin korunması olmak üzere, irtica ile mücadelede ihtiyaç duyulan yasal
düzenlemeler ile ilgili hazırlıklar, gerekli birimlerle koordine edilerek tamamlandığı ve Hükümet'e
sunulduğu,
- Bu süreçte Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulunun kurulması ile birlikte
Genelkurmay Başkanlığının kendiliğinden Başbakanlığa müracaat ederek, bu kurulun çalışmalarına
katılmak istediğini ifade ettiği ve bu müracaatın kabul görmesi üzerine de çalışmalara katıldığı,
mevcut bilgilerin kurula iletilmesinde ve yapılan çalışmalara katılma konusunda son dereceolumlu
bir tutum sergilendiği,
- Böylece Türk Silahlı Kuvvetlerinin, irticai tehditin ortaya konulmasını, sadece kendi görevi
olarak görmediğini ve Hükümetin tüm organları ile bu tehditin önlenmesi
gerektiğine olan inancını
açıkça gösterdiği, 28 Şubat kararlarının bazılarının idari, bazılarının yasal düzenlemeye ihtiyaç
gösterdiği ve bu yöndeki çalışmaların devam ettiği,
- Ancak son zamanlardaki gelişmeler ve mevcut kadroların, yürürlükteki idari ve yasal
tedbirleri uygulamada gösterdiği yetersizliğin, yeni düzenlemelere bağlanan umutları da zayıflattığı,
son günlerdeki türban tartışmaları bunun en belirgin örneği olduğu,
- Milli Eğitim ile diğer Bakanlıklara bağlı okullardaki görevlilerle, öğrencilerin kılık, kıyafetine
ilişkin 1981 yılında çıkartılan yönetmeliğin, yönetici, öğretmen ve diğer görevlileriyle, öğrencilerin
Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun, uygar, aşırılıklara kaçmayan sade bir kılık, kıyafette olmalarını
sağlamayı amaçladığı, kız öğrencilerin ise; okul içinde başı açık, saçları temiz ve düzgün taranmış
olması gerektiği, sadece İmam Hatip Liselerindeki kız öğrencilerin yalnız Kur'an-ı Kerim ders
saatlerinde başlarını örtebilecekleri nin hükme bağlandığı,
- Bunun yanı sıra; 2547 sayılı YÖK Yasası'na 1988 tarihinde 3511 sayılı Yasayla eklenen 16 ncı
maddede; "Yüksek öğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında
çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmanın zorunlu olduğu, dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü
veya türbanla kapatılması serbesttir" şeklinde hüküm bulunduğu,
- Bu ikilemi gidermek maksadıyla; 1989 yılında Anayasa Mahkemesinin 2547 sayılı YÖK
Yasası'ndaki Ek 16 ncı maddeyi iptal ettiği, bu iptal kararına rağmen, 25 Ekim 1990 tarih ve 3670
sayılı yasa ile YÖK yasasına Ek 17 nci madde getirildiği, bu maddenin, "Yürürlükteki yasalara aykırı
olmamak kaydı ile, Yüksek Öğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" şeklinde olduğu, bu
maddeye ilişkin iptal istemi üzerine, Anayasa Mahkemesinin 09 Nisan 1991 tarih ve 1991/8 sayılı
kararı ile Ek 17 nci maddenin türban gibi dini inanç sembolü niteliğindeki kılık-kıyafete izin
vermediğini ve bu maddede öngörülen serbestlikten, doktor, ebe ve hemşire gibi meslekleri icabı
giyilen kılık-kıyafet ile çağdaş görünüm sınırları içindeki kıyafetin amaçlandığını belirttiği,
- Ayrıca, Refah Partisinin kapatılmasına ilişkin 09 Ocak 1998 tarih ve 1998/1 sayılı gerekçeli
kararda da bu konuda açık ve kesin ifadeler mevcut olduğu, Anayasa Mahkemesinin kararları kesin
olduğu, Yüce Mahkemenin kararlarının Resmi Gazete'de yayımlandığı ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığı, özellikle bu son karar konuya
ilişkin her türlü tartışma ve tereddütü hukuk kuralları ile sona erdirmiş ve
kesinlikle çözümlediği, Milli Eğitim Bakanlığının; mevcut mevzuata dayanarak
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı görevlilerle öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin
yönetmeliğe kesinlikle uymalarını isteyen bir genelge yayınladığı,
- Bilahare, 55 nci Hükümet tarafından, kamu personelinin kılık ve kıyafetine
ilişkin 04 Şubat 1998 tarihinde bir genelge yayımlanarak, yürürlükteki
yönetmeliğin titizlikle uygulanması hususunda, bütün yöneticiler ile kamu
personelinin konuya hassasiyet göstermesi için direktif verildiği, ancak; yönerge,
yönetmelik ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararına rağmen bazı milletvekilleri ve
siyasiler tarafından "Din adamı olacak insanların başının açılması laikliğe
aykırıdır" beyanatında bulunulduğu, bazı milletvekillerinin ise daha da ileri
giderek "Bu genelgenin uygulanmayacağından hiç kimsenin endişesi olmasın.
Genelge yasa da olsa uygulatmayacağız" şeklinde açıklamada bulundukları,
- Özellikle iktidarda bulunan Partilerin yönetici düzeyindeki milletvekillerinin
kılık kıyafet yönetmeliğinin uygulanmasına gösterdiği tepkilerin dikkat çekici
olduğu, bu konuda sadece mevcut mevzuatın uygulanması yönündeki isteklerin Milli
Güvenlik Kurulunun ya da Türk Silahlı Kuvvetlerinin "dayatması" olarak
gösterildiği ve böylece Türk Silahlı Kuvvetlerinin toplumla karşı karşıya getirilmek
istendiği,
- İrticai kesimin ise, üniversite önlerinde bölücü örgüt taraftarları ve aşırı sol kesimle birlikte
yürüttüğü türban eylemlerini, İmam Hatip Liseleri önlerine ve camilere de taşıdığı ve böylece oluştuğu
kabul edilen sözde kamuoyunun etkisinde kalan yöneticilerin, görevlerini ihmal ederek geri adım
atmaya ve yasaların emrettiğini değil, şahsi çıkarlarına uygun düşeni yapmaya başladıkları, bu
bağlamda; İmam Hatip Liselerinde mevcut yönetmeliğin uygulanması doğrultusunda Milli Eğitim
Bakanlığınca çıkarılan genelgenin bir ay geçmeden geri adım atılarak uygulatılmadığı ve bu suretle
bundan sonra alınmış ve alınacak her tedbirin tartışılabilir ve uygulanamaz hale getirildiği,
- Bu gelişmenin 28 Şubat kararlarının özünü oluşturan Laiklik ilkesinin korunmasında Cumhuriyet
Hükümetlerince gösterilen en büyük zafiyet olduğu, Laikliğin korunması ve irticai faaliyetlerle
mücadele konusunda çeşitli vesilelerle verilen beyanatlarda inançlı olunduğu ifade edilmesine
rağmen, uygulamada yeterli kararlılığın gözlenememiş olduğu, nitekim; Hükümetin aldığı karar ile
birlikte İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü de aynı paralelde bir kararla türban ve sakalı serbest
bıraktığı,
- Böylece irtica hem yasalara rağmen neleri yaptırabileceğini göstermiş, hem de yasaların
gereğini uygulayan kadrolar kararsızlık ve çaresizlik içinde bırakılmış ve bu durum bir özdeyişte ki;
"Taviz kapısı aralandığı takdirde bir daha kapanamaz" ifadesini doğrulayan tipik bir örnek olduğu,
- Bu kapsamda; İstanbul Üniversitesi önündeki eylemleri ile türban konusunda amacına ulaşan
irticai kesimin bu eylemlerini diğer okul ve üniversitelere de yaygınlaştırması ve bu eylemlerin sadece
türban ile sınırlı kalmayarak laikliğe tüm olarak karşı çıkan şeriat gösteri ve şiddet eylemlerine
dönüşmesi muhtemel görüldüğü,
- İrticai kesim tarafından; Batılı ülkelerdeki Ruhban okulları örnek gösterilerek İmam Hatip
Liselerindeki kılık ve kıyafetin dini gereklere uygun olması savunulduğu,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder