14 Temmuz 2017 Cuma

DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE MİLLİ GÜVENLİK KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI


DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE MİLLİ GÜVENLİK KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI 


Dünyada Milli Güvenlik kavramının ortaya çıkışı: 

 “ Milli Güvenlik ” kavramı, ilk kez İkinci Dünya Savaşından sonra, ABD Başkanı Truman tarafından, 1945 yılında Kongre’de yapılan konuşmada 28 gündeme 
getirilmiş,29 ardından, 1947 yılında çıkarılan Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) Kanunu ile ABD yasalarına girmiştir. 

Özellikle 1949 yılında kurulan NATO’ya üye olan Avrupa ülkelerin birçoğunda, 1950’li yıllardan itibaren, MGK benzeri teşkilatlar birbiri ardına kurulmuştur. 
Halihazırda, dört Avrupa ülkesinde MGK benzeri teşkilat yokken, on bir Avrupa ülkesindeki MGK teşkilatları tamamen sivil üyelerden oluşmaktadır. 
ABD ve Türkiye gibi hem asker, hem sivil üyelerin yer aldığı MGK’ya sahip Avrupa ülkesi sayısı on birdir.30

 İşte bu nedenledir ki, günümüzde devletler, modern insanın sözkonusu güvenlik ihtiyaçlarının tümünü birden karşılamak gibi zor ve karmaşık bir görevle karşı 
karşıyadır. Sorun “güvenlik” ile “özgürlük” kavramı arasındadır. Demokratik ülkeler, “güvenlik” ile “temel hak ve özgürlükler” arasında denge kurmuşlardır. 
Bunu sağlamak için “hukukun üstünlüğü” kavramını geliştirmişlerdir. Öte yandan, “ Asker ”in mutlaka “sivil otorite”nin emrinde olmasını sağlamışlardır.

Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının ortaya çıkışı:

Her imparatorluk gibi, yüzyıllar boyunca “ordu millet” anlayışının hüküm sürdüğü Osmanlı Devletinde, 1800’lü yılların sonlarından itibaren özellikle ordu ve 
Harbiye Nezareti üzerinde Almanya’nın etkisi belirleyici olmuştur. Uzun yıllar boyunca Osmanlı ordusuna danışmanlık yapan Alman General Goltz özellikle 
zikredilmelidir. 
Zira Goltz’un, Türkiye’ye etkisi askeri alanda kalmamış; Türkçeye “Millet-i Müsellaha (“silahlanmış halk/yurttaş ordusu/milli ordu)” adıyla tercüme edilen 
eseri, Harp Akademilerinde yıllarca okunması tavsiye edilen kitaplar arasında yer almıştır. Goltz’un sözkonusu askeri-politik anlayışı sadece orduyu değil, 
Jön Türkleri ve daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarını etkilemiştir.31
ABD’nin telkinleri doğrultusunda, özellikle 1949 yılının başından itibaren, Türk ordusunun 1. Dünya Savaşından bu yana var olan Prusya modeline dayalı 
“ Milli Müdafaa ” anlayışı yerine, Amerikan askeri paradigmasına dayalı “topyekün harp/savunma” anlayışı hızla benimsenmeye başlamıştır.32

Bu çerçevede, “ Milli Müdafaa ” kavramına dayalı olarak 1933 yılında kurulan Yüksek Müdafaa Meclisi ve Umumi Katipliği lağvedilerek, ABD’de 1947 yılında 
kurulan NSC model alınarak, “ Milli Savunma Yüksek Kurulu ” ve “Milli Savunma Yüksek Kurulu Genel Sekreterliği” kurulmuştur. Bu Kurul’un teşkil amacı, 
mevcut harp ve seferberlik planlarına kamu kurumlarının yanı sıra, özel sektörün dahil edilmesi olarak gösterilmiş, “milli müdafaa” kavramı yerine, 
“topyekun harp” kavramı esas alınmıştır. Ancak bu Kurul da, -tıpkı selefi Milli Müdafaa Meclisi gibi-, ABD’den farklı olarak, hükümetin, bir başka deyişle 
yürütmenin, ordu üzerinde kontrolünü sağlamak yerine, “harbe hazırlık” hedefi arkasında, ordunun hükümeti yönlendirme amacına hizmet edecek tarzda 
konumlandırılmıştır.33

1949 yılında Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanı’na bağlanmış, üst rütbeli subayların atama ve terfilerinin kararlaştırıldığı Yüksek Askeri Şura’ya 
yeni bir şekil verilmiştir.
Avrupa ülkeleri ve ABD ile yakın işbirliği içinde hareket eden Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya üye olmasıyla, Türk ordusu, ABD askeri sistemine dayalı olarak, 
NATO konseptlerine uygun olarak yeniden yapılandırılmış, askeri eğitim düzeni ve kuvvet yapısı NATO standartlarına uygun hale getirilmiştir. 
1940’lı yılların sonunda, uzun zamandır kullanılan Alman Talimatnameleri değiştirilerek, yerlerine Türkçeye tercüme edilen ABD Talimatnameleri takip 
edilmeye başlanmıştır.34
Bu değişim süreci, Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya üye olmasıyla beraber ivme kazanmış, TSK’nın NATO’ya tahsis edilmiş, ulusal savunma planları ABD 
planları ile uyumlu hale getirilmiştir.35 
1952 yılında, ABD’de var olan Milli Harp Koleji model alınarak, üst düzey subayların eğitim ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla “Milli Savunma Akademisi” 
kurulmuştur.
1950’lerden itibaren, tüm NATO ülkelerinde komünizm tehlikesine karşı CIA tarafından, Özel Harp Daireleri kurulmuş, ABD çıkarlarına uygun olarak özel eğitim programları düzenlenmiştir. Bu çerçevede, 1953 yılında, Ankara’da, “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla kurulmuştur. Kamuoyunda “ Özel Harp Dairesi (ÖHD) olarak anılan bu birimin finansmanını ve teçhizatını ABD sağlamıştır. Aynı şekilde, yine Ankara’da, CIA’nın karargahı olarak çalıştığı öne sürülen “Amerikan Yardım Kurulu (USAID)”nun bir şubesi açılmıştır. Aynı binada bulunan bu birimlerin birbirleriyle yakın işbirliği içinde hareket ettiği öne sürülmüştür. 
Sözkonusu Seferberlik Tetkik Kurulu’nun teşkil edilmesinden sonra, bu birimin koordinesinde Ankara’da yapılan İngilizce sınavlarını geçen Türk subayları, 
Amerika’da özel harp kurslarına katılmışlardır. Bu subaylardan bazılarının, 1960 ve sonrasındaki darbelerde rol oynadıkları görülmüştür.

Bu dönemde ilk kez, Milli Savunma Akademisi’nde eğitim alan subaylar tarafından Bakanlıklarla işbirliği yapılarak, Türkiye’nin “milli güvenlik politikaları” konusunda çeşitli akademik çalışma ve etütler hazırlanmıştır.36

1961 Anayasasıyla, ayrıca, ordunun siyasi etki altında kaldığı savıyla Genelkurmay Başkanının, Milli Savunma Bakanı yerine, Başbakana bağlanması yoluna gidilmiştir. Bu tutum, ordunun “siyaset dışında ancak siyaset üstü kalma” arzusunun bir yansıması olarak görülebilir. Bu anlayışa göre,siyasiler tarafından ordunun iç işlerine karışılmaması; dolayısıyla ordunun bir tür özerklik içinde çalışması gereken bir kurum olduğu tasavvur edilmektedir.

1971 Muhtırası ile ordu Türkiye’nin siyasi hayatına bir kez daha darbe vurmuştur. Bu muhtıra ile kurumsal özerkliğini daha fazla pekiştiren ordu mensubu darbeciler, 12 Mart Muhtırasını “Genelkurmay Başkanı/Kuvvet Komutanı ve MGK Üyesi” olarak imzalamışlardır. Bu durum, ordunun Türk siyasi hayatına müdahale etmesi açısından MGK’nın oynadığı rolü göstermektedir. 12 Mart 1971 öncesinde anarşi ve terör olayları karşısında Başbakan DEMİREL’in sarf ettiği “ Biz yakalıyoruz, ama yargıç bırakıyor, anarşi buradan gelişmektedir ” şeklindeki sözlerini darbe gerekçesi olarak kullanan darbeciler, aynı gerekçeyle 
15 Mart 1973 tarihli ve 1699 sayılı kanunla yaptıkları Anayasa değişikliği çerçevesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış, “ Devlet Güvenlik Mahkemeleri ”ni kurmuşlardır.37 

Bireyin yerine, devletin güvenliğini esas alan bu mahkemelerin üyeleri arasında askeri hakimler de yer almıştır. Esasen “Sıkıyönetim Mahkemelerinin” bir 
benzeri olup, 1982 Anayasasında mevcudiyetlerini koruyarak, 1999 yılına kadar faaliyet göstermişlerdir.
Öte yandan, 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış harekatı, Türkiye-ABD ilişkilerini bozmuş, bu gelişme üzerine ordu içinde Amerikan etkisi ilk kez 
tartışılmaya başlanmıştır. Ardından ülke içinde baş gösteren anarşi ve terör olayları orduyu teyakkuz haline geçirmiştir. Nihayet, 1978 yılında İran’da meydana gelen olaylar ve 1979 yılında gerçekleşen Humeyni devrimi hem ABD’yi, hem Türk ordusunun aynı noktada buluşturmuştur.

1978 yılında Kahramanmaraş, Malatya ve Çorum’daki olaylar gerekçe gösterilerek olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edilmiş, huzursuzluk ortamı, kardeş kavgası ve kargaşa ortamıyla birlikte, “yönetilemeyen devlet” algısı oluşturulmuş ve bu gerekçelerle darbe gerçekleştirilmiştir.
1980 yılına gelindiğinde, Genelkurmay komuta kademesi, ülkedeki anarşi ve şiddet ortamını gerekçe göstererek, 12 Eylül 1980 darbesini yapmış ve sıkıyönetim tüm ülkeye yayılmıştır. 12 Eylül darbesini gerçekleştiren Kuvvet Komutanları, kendilerinden oluşan konseyi, “Milli Güvenlik Konseyi” olarak tanımlamışlardır. 
Bu durum, tıpkı 1971 Muhtırasını yapan generallerin “MGK üyesi” sıfatını kullanmaları örneğinde olduğu gibi, ordunun “milli güvenlik” kavramına atfettiği 
önemi ortaya koymaktadır. Milli Güvenlik Konseyi’nin adının Milli Güvenlik Kurulu’nu çağrıştırması ise generallerin darbeye meşruiyet kazandırma çabası olarak yorumlanabilir.38

Darbenin görünürdeki sebebi Türkiye’de İran benzeri bir gelişmenin önlenmesi olmuşsa da asıl sebebin askeri vesayet düzeninin geliştirilmesi olduğu kısa 
bir süre içinde anlaşılmıştır. 1980 darbesinden sonra, halk oylamasıyla kabul edilen 1982 Anayasası’nda, 1961 Anayasasında mevcut olan MGK ve MGK Genel Sekreterliği muhafaza edilmekle kalmamış; bu Kurul ve Genel Sekreterliğin görev ve yetki alanı daha da genişletilerek, Kurul ve Genel Sekreterliğinin etkinliği artırılmıştır.

  Askeri vesayeti kurumsallaştıran 1982 Anayasası, adeta bir “ Milli Güvenlik Anayasası ” olarak hazırlanmıştır. Hemen her hükmünde “milli” ifadesinin yer 
aldığı bu Anayasada, “milli güvenlik” kavramı bir tür “devlet aklı” manasında kullanılmış, “milli güvenlik”, Anayasadaki “milli menfaat” kavramından öncelikli 
şekilde ele alınmıştır. Böylece, “milli güvenlik” kavramı, bürokrasi diline ve resmi belgelere yerleşmiş ve bir tür “dokunulmazlık ve ulviyet” kazanmıştır.
1990’larda Sovyet Blokunun dağılmasıyla NATO’nun yeni konsepti başta İran olmak üzere, Ortadoğu ve İslam ülkelerine odaklanmıştır.39 

NATO ve ABD tarafından, Türkiye’ye yön verilmeye çalışılmış; İslami referanslara sahip olan Refah Partisi’nin güçlenmesi karşısında, halkın muhafazakarlaştığı, demokratik ve laik Cumhuriyete karşı bir tehdit oluşturduğu öne sürülerek, gerici/irticai faaliyetlere karşı tedbirler alınmıştır.

1992 yılında, MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan “Gizli” gizlilik dereceli “Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi” ilk kez basına yansımıştır. 
Gazeteler tarafından “Kırmızı Kitap” olarak adlandırılan bu belge ile “devlet aklı” açısından nelerin iç ve dış tehdit kapsamında olduğu ilk kez öğrenilmiştir.
Nihayet, ilk kez 1972 yılında Milli Güvenlik Siyaseti Belgesine giren irtica kavramı, REFAH-YOL Hükümeti döneminde, 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararıyla 
terörün önüne geçecek şekilde birinci dereceli tehdit algısı olarak tanımlanmıştır.
Neticede, 28 Şubat süreci olarak bilinen bu dönemde MGK’nın almış olduğu kararlarla hükümetler üzerindeki baskıcı tavrı, MGK’nın kamuoyu nezdindeki 
itibarının yavaş yavaş tartışılmasına sebep olmuştur. Asker-sivil ilişkilerinde askerin her alanda inisiyatif kullanmış olması, siviller üzerinde korku ve endişe 
yaratmıştır.
MGK; dayandığı hukuki mevzuatı açısından yürütme içinde hükümete danışmanlık hizmeti vermek üzere kurulmuş gözükmesine rağmen, fiiliyatta ülkenin kaderini etkileyecek konularda “yüksek siyasete” yön verme aracı olarak kullanılmıştır.
Taslak Gündemi, başında üst düzey bir askerin bulunduğu MGK Genel Sekreteri tarafından, Genelkurmay Başkanı ve Başbakanın önerileri doğrultusunda 
hazırlanarak Cumhurbaşkanı tarafından nihai hale getirilen MGK, uzun yıllar boyunca, “milli güvenlik” olarak takdim edilen sihirli kavramın arkasına sığınarak, “gizlilik” şemsiyesi altında, millet egemenliğin sembolü olan TBMM iradesinin ve kamuoyunun baypas edildiği bir yapı haline gelmiştir. Buna mukabil, MGK, kimi zaman da seçilmişlerin, halkın tepkisini çekebilecek konularda, sorumluluğu atanmışlarla paylaşma amacına hizmet etmiş; böylece atanmışlarla seçilmişler arasında karşılıklı bir çıkar ilişkisini yansıtmıştır. Kurul, görüşme tutanaklarının ve kararlarının “gizli” olması sebebiyle, demokrasinin en önemli ilkelerinden birisi olan şeffaflık ilkesinin yaygınlaşmasına da engel olmuştur.
28 Şubat sürecinin sağlıklı bir şekilde tahlil edilebilmesi için, öncelikle bu müdahale/darbe sürecinde rol oynayan yasal platformun irdelenmesi gerekmektedir.

Türkiye’de darbelere gerekçe gösterilen mevzuatlar:

Bu Bölüm’de, ilk olarak, 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında “irticayla mücadele” konusunda alınan on sekiz tedbirden oluşan 
406 sayılı Karar’ın alınması öncesinde ve sonrasında, üst düzey askerler tarafından sık sık gündeme getirilen,40 

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin Anayasa, yasa ve yönetmeliklerden kaynaklanan görevleri incelenecektir.
İkinci olarak, 28 Şubat 1997 tarihli 406 sayılı Kararın alındığı, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin Anayasa, 
Yasa ve Milli Güvenlik Konseyi’nce, 1984 yılında “ Gizli ” olarak çıkarılıp, 2004 yılında yürürlükten kaldırılan Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 
Yönetmeliğinden kaynaklanan görevleri ele alınacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri Mevzuatı: 
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Anayasa’dan Kaynaklanan Görevi: 

 Anayasa’nın “ Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı ” başlıklı 117’inci maddesinin ikinci fıkrasında; “ Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur.” denilmektedir. 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin İç Hizmet Kanunu’ndan Kaynaklanan Görevi: 

 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından kabul edilen 1961 Anayasasına istinaden çıkarılan ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevini tayin eden 04/01/1961 tarih ve 211 sayılı "Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu”nun 2’nci maddesine göre, "askerlik”; "Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harb sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunlarla vaz'olunur." şeklinde tanımlanmıştır. 

 Sözkonusu Kanunun 35’inci maddesinde; "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi: Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve 
korumaktır." hükmü yer almıştır. 

 Sözkonusu Kanun’un 37’nci maddesiyle, Silahlı Kuvvetlere katılan her askere "andiçme" zorunluluğu getirilmiştir. Bu yemin şu şekildedir: " Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda 
eyliyeceğime namusum üzerine andiçerim." 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin İç Hizmet Yönetmeliği’nden Kaynaklanan Görevi: 

 İç Hizmet Kanunu’na istinaden çıkarılan "Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği"nin "disiplin"le ilgili 1 inci maddesinde; "Yurt ve Milletin saadet ve 
selametini ve istiklalini temin etmek ve Cumhuriyeti korumak, ancak disiplini mükemmel olan Silahlı Kuvvetlerle kabil olacağı" belirtilmiştir. 

 Adıgeçen Yönetmeliğin 85’inci maddesi; "Vazifesi, Türk Yurdu ve Cumhuriyetini içe ve dışa karşı, lüzumunda silahla korumak olan Silahlı Kuvvetlerde her 
asker kendine düşeni öğrenmeğe ve öğrendiğini öğretmeye ve icabında son kuvvetini sarfederek yapmaya mecburdur." şeklindedir. 

 Yönetmeliğin 86/2-a maddesinde ise "Cumhuriyete, yurda ve Millete karşı sevgi ve bağlılık, Cumhuriyet, yurt ve milletin askerin mukaddesatından olduğu, 
bunlara içerden ve dışardan vaki olacak her türlü tecavüzü karşılamak, def etmek ve lüzumunda bu uğurda hayatını fedadan çekinmemenin her askerin borcu olduğu" belirtilmiştir. 

Türk Silahlı Kuvvetleri Mevzuatının Değerlendirilmesi: 

 Yukarıda belirtilen Türk Silahlı Kuvvetleri mevzuatı incelendiğinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevinin İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesine göre; 
“Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak” olduğu; İç Hizmet Yönetmeliğinin 85’inci maddesine göre ise “…

Türk Yurdu ve Cumhuriyetini içe ve dışa karşı, lüzumunda silahla korumak olan Silahlı Kuvvetlerde her asker kendine düşeni öğrenmeğe ve öğrendiğini 
öğretmeye ve icabında son kuvvetini sarfederek yapmaya mecburdur." şeklinde belirlendiği görülmektedir. 

 TSK’nın, İç Hizmet Kanunu’na göre, sadece “Türk yurdunu” değil, aynı zamanda, “Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama” görevinin de olduğu; İç Hizmet Yönetmeliği’ne göre ise “Türk Yurdu ve Cumhuriyetini içe ve dışa karşı, lüzumunda silahla korumak”la görevlendirildiği anlaşılmaktadır. 

 Bu Kanuna istinaden çıkarılan sözkonusu Yönetmeliğin 85’inci maddesinde ise TSK’nın; “Türk Yurdu”nu ve “Cumhuriyeti”ni hem “iç”e, hem de “dış”a karşı 
“lüzumunda”, silahla koruma görevinin olduğu görülmektedir. Sözkonusu “iç” ve “dış” ifadeleriyle neyin kastedildiği belli değildir. 

 Öte yandan, Türkiye’de TSK’nın, “durumdan vazife çıkarmak” suretiyle her zaman darbe yapabileceğini düşünenler için herhangi bir yasal mevzuat aramaya da gerek yoktur.41  

Bu açıdan bakıldığında, mer’i mevzuatta, TSK’nın darbe yapmasına cevaz veren yasal bir dayanak bulunup, bulanmadığı sorusunun bir önemi bulunmamaktadır. 
Silahlı Kuvvetlerin Anayasal kurumlar üzerinde nasıl bir militarist yapı oluşturduğunun en açık göstergesi de ortaya çıkan askerlerin hadiseye yaklaşım tarzıdır. 

 Komisyonumuz tarafından görüşlerine başvurulan pek çok akademisyen ve gazeteci tarafından, Türkiye’de darbeleri meşru gören zihniyetin tam olarak sona erdirilmesi için öncelikle tüm eğitim sisteminin yeni baştan gözden geçirilmesi üzerinde durulmuştur. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

28 Gencer ÖZCAN, “Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının Gelişimi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, 
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.311. 
29 Gencer ÖZCAN, “Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının Gelişimi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, 
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.311. 
30 Avrupa ülkeleri içinde, Almanya, Belçika, Estonya ve Macaristan’da ulusal güvenlik ve savunma konularının görüşüldüğü hükümet komiteleri görev yaparken; Danimarka, Finlandiya, İsveç, Lüksemburg, Güney Kıbrıs ve İsviçre’de MGK benzeri teşkilat mevcut değildir. MGK Genel Sekreterliği internet sitesindeki bilgilere göre; Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, Letonya, Polonya ve Slovenya gibi ülkelerdeki MGK benzeri yapılarda, sadece sivil üyeler yer almaktadır. Türkiye gibi asker ve sivil üyelerin olduğu MGK benzeri kuruluşlara sahip olan ülkeler ise Bulgaristan, Estonya, İspanya, İtalya, Litvanya, Macaristan, Portekiz, Romanya, Slovakya, Yunanistan ve Portekiz’dir. http://www.mgk.gov.tr/Turkce/benzerkuruluslar.html   (10 Ekim 2012). Türkiye gibi Anayasal statülü MGK’ya sahip olan ülkeler, Arnavutluk, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Gürcistan İtalya, Litvanya, 
Makedonya, Polonya Portekiz, Romanya, Rusya Federasyonu, Slovakya ve Ukrayna’dır. ABD, Avusturya, Estonya, Fransa, Hırvatistan, İsrail, İspanya, Letonya, Moldova ve Sırbistan’daki MGK’lar ise kanuni statüye sahiptir. Kuvvet Komutanlarının MGK üyesi olduğu ülkeler Portekiz ve İspanya’dır. 
Türkiye gibi MGK üyesi kişilerin Anayasayla belirlendiği ülkeler Litvanya, Makedonya, Portekiz ve Ukrayna’dır. 
Bazı ülkelerdeki MGK’lara, Parlamento başkanları, parlamento komisyonu başkanları, muhalefet partisi liderleri, siyasi parti grup temsilcileri de üye 
olabilmektedir. Kasım ERDEM, “Ulusal Güvenlik Konseyleri Bilgi Notu”, TBMM Araştırma Merkezi, Ocak 2012. 
31 Şerif Mardin, Jön Türk hareketinin ilk önderlerinden olan Ahmet Rıza’nın “askeri erkanın milleti uyaran bir elit görevini görmesi ve bununla beraber gelen 
halkın en çok sürekli bir seferberlik halinde bulundurulması fikrini ” Millet-i Müsellaha’dan aldığını belirtmektedir. Gencer ÖZCAN, Türkiye’de Cumhuriyet 
Dönemi Ordusunda Prusya Etkisi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, İstanbul Bilgi 
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 189. 
32 Amerikan askeri paradigmasının temel özellikleri şunlardır: “müşterek harp vurgusu (kara, deniz ve hava kuvvetleri arasında belli bir kuvvete öncelik 
verilmez), harbin taktik ve stratejik seviyelerini esas alan doktrin, siyasal harp anlayışı ya da harbi araçsallaştırma (diğer bir deyimle ‘harbi siyasetin başka 
araçlarla devamı sayma’), kaynak bolluğuna ve ileri teknolojili silahlara dayalı yıpratma stratejisine ağırlık verilmesi, muharebe görevinin nasıl 
gerçekleştirileceğinin talimnamelerle ayrıntılı biçimde düzenlenmesi, uzun bir seferberlik süreciyle harbe hazır olunabilmesi nedeniyle, zaman kazanabilmek 
için mekandan geçici olarak feragat edebilme, subaylardan sağlam bir akademik eğitim altyapısı yerine, uygulamalı eğitime uygunluk beklentisi”. 
Serhat GÜVENÇ, “ABD Askeri Yardımı ve Türk Ordusunun Dönüşümü, 1942-1960”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, 
Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.257. 
33 Gencer ÖZCAN, “Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının Gelişimi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.348.
34 Gencer ÖZCAN, “Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının Gelişimi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.315.
35 Gencer ÖZCAN, “Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının Gelişimi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.315.
36 Gencer ÖZCAN, “Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının Gelişimi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.326.
37 Şaban İBA, Milli Güvenlik Devleti, Çiviyazıları, İstanbul, 1999, s.129.
38 Gencer ÖZCAN, “Türkiye’de Milli Güvenlik Kavramının Gelişimi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, Der.:Evren Balta PAKER-İsmet AKÇA, 
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.342.
39 Margareth Thatcher’ın İskoçya’da 1990’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi konuşması.
41 Mesela (E) Korg.BÖLÜGİRAY, 1999 yılında çıkardığı “28 Şubat Süreci 1” adlı kitabının 167’inci sayfasında, “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”nin, içerik olarak, 
Türk gençliğine “durumdan görev çıkarması” yönünde verilen bir direktif olduğunu öne sürerek; kitabını 166’ncı sayfasında “durumdan vazife çıkarma” konusunda şunları söylemektedir. “Bu konu, Harp Akademisi’nin temel eğitim programları içinde önde gelen bir konudur. Öyle ki, üç yıllık Akdemi eğitimi süresince, hemen hemen her gün Akademi öğrencilerine verilen çeşitli taktik ve stratejik harp meselelerinde, öğrencinin meselede verilen savaş durumuna bakarak, “yeni bir görev çıkarması” ve bu göreve göre de bir “karar vermesi” istenir.” demektedir. BÖLÜGİRAY, kitabının 158’nci sayfasında ise “Asıl olan iç cephedir” sözünün Atatürk’e ait olduğunu iddia etmektedir. Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999. 
42 Bu düzenlemenin yapılmasının gerekçesini (E) Korg.Nevzat BÖLÜGİRAY şu şekilde izah etmektedir: “1980 öncesi koalisyon hükümetlerinde bulunan 
partilerden bazılarınca; o günlerde ülkenin içinde bulunduğu anarşi ve terör olayları karşısında, MGK’ca alınması öngörülen tedbir ve önerilerin; ya taraf 
olması ya da örtülü destek vermeleri nedeni ile, görüşülmesinin engellenmesi yoluyla bunların Bakanlar Kurulu’nda ele alınmasına mani olunması; 
1982 Anayasası’na böyle bir ilave yapılmasını gerekli kılmıştı.” Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999, s.49. 


 ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder