15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 1


28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 1 


 Raporun bu bölümünde, 28 Şubat 1997 post-modern darbe sürecinde toplumun değişik kesimlerine verilen yada sunulan brifinglerin genel felsefesi ve 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kararları çercevesinde Refah Partisi ve Fazilet Partisi kapatma davaları ele alınacak olup, 28 Şubat sürecinin yargısal etkileri değerlendirmeye tabi tutularak ülkemizde bir daha darbe olmaması için yapılması gerekenler/öneriler sunulacaktır. 

1. 28 Şubat süreci Brifinglerinin Genel Felsefesi: 

28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından sivil toplum örgütlerine, medyaya, öğretim üyelerine, yargı mensuplarına verilen brifinglerin hangi amaçla verildiğini ve taşıdıkları felsefeyi anlayabilmek için söz konusu brifinglerin, “hükümetin demokratik yolla sona ermesi için kullandıkları yöntemlerden biri” olarak niteleyen Deniz Kuvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya'nın söylediklerinin ne kadar önemli olduğu görülecektir. 

Oramiral Güven Erkaya brifinglerle ilgili olarak basına şu demeçi vermekte dir:”..Brifinglerle kamuoyunu bilinçlendiriyoruz. Tabii çalışmalarımızın çoğu milletvekillerini ikna etmeye yöneliktir. 
Rejimin içine düştüğü tehlikeyi öncelikle onların görmesi gerekir...Biz bu yola çıkarken Genelkurmayda toplandık.Muhtemel olumsuzluklara karşı köklü, alternatif planlar hazırlamaya koyulduk. Her olumsuzluğun bir karşı koyma tedbirini aldık. Planlar cebimizde. Ama meselenin demokratik yollardan çözülmesini istiyoruz ve bekliyoruz. Parlemento üyelerinin meseleyi siyaseten 
halletmeleri için bekledik. Verdiğimiz mesajları almadılar veya almak istemediler. Şimdi ikinci maddeyi uyguluyoruz. Sivil kesimde kamoyu oluşturuyoruz.”257 

Dönemin Genel Kurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak brifinglerin 
gerekçesini şöyle izah etmektedir: “TSK yapısı gereği kamuoyu ile iç içe olan bir kurum değildir. 
Ancak yapılan kimi çalışmalar hakkında da kamuoyunun bilgisinin olması gereklidir. TSK demokrasiye saygılıdır. Demokrasinin ilkelerinin ödünsüz korunmasından yanadır. Toplumun çok önemli bir kesiminin de bu konuda herhangi bir şüphesi yoktur. Ancak TSK'nın bu konudaki kararlığının tüm kesimlerce bilinmesi gerekmektedir.”258 

Özellikle, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in Washington Post gazetesine verdiği demeçte “ Biz Silahlı Kuvetler olarak anti-laik akımları not etmeye birinci öncelik veriyoruz. Bu akımlar, orduya bile sızmaya çalışıyorlar. Laiklik karşıtı tehdit, 12 yıldır süren PKK tehditinden daha ciddi duruma gelmiştir. MGK kararları üzerinde MGK'nın bütün üyeleri görüş birliğine varmıştır. Bunlar mutlaka uygulanmalıdır. Aksi halde ülkenin geleceği çok olumsuz etkilenecektir. Askeri darbelerin olumsuz sonuçlar yarattığını biliyoruz. Demokratik kurumların baskısı ile MGK kararlarının uygulanacağına inanıyoruz.” şeklinde görüşlerini beyan etmektedir.259 

Raporumuzun daha önceki bölümlerinde sunulan brifingler, yukarıdaki görüşlerle birlikte değerlendirildiğinde; 28 Şubat döneminde, askerin, irticai kesim ve Refah Partisinin ülke için artık PKK kadar tehlikeli olduğu ve bunların mutlaka yok edilmesi gerektiğinden bahisle, demokrasiden yana gözüküp, silahsız kuvvetler yoluyla demokrasiye müdahale/yön verme gayreti içinde olduları, bu 
hususla ilgili olarak planlarının bulunduğu ve planların aşama aşama uygulanacağı, ilk aşamanın bilgilendirme toplantıları olduğu, ikinci olarak sivil kesimde kamuoyu oluşturmak olduğu, üçünçü aşamanın alınan kararların uygulanması, son aşamanın ise askeri bir darbe olacağı açıkça dile getirilmekte dir. Özetle, söz konusu brifinglerin 28 Şubat kararlarının uygulamasına zemin hazırlama/hazırlatma toplantıları olduğu sonucuna varılabilir. 

Burada, dikkatleri çeken hususlar ise; demokratik yolla seçimle işbaşına gelmiş ve asker tarafından PKK kadar tehlikeli olduğu ileri sürülen Refah Partisinin ve irticai kesimin askerin birinci tehdit önceliği haline gelmesi, diğeri ise askerin demokrasiden yana olduğunu söylemekle birlikte müdahaleden bahsetmesidir. Bir başka deyişle, demokrasiden yana olduğunu, demokratik kurumlara 
müdahale ederek göstermeye çalışan bir silahlı kuvvetlerin varlığıdır. 

28 Şubat brifinglerinde, özellikle 10 Haziran ve 12 Haziran 1997 tarihlerinde 
yargı mensuplarına verilen brifinglerde, “...söylenen her hususun delilleri elimizde mevcut olup, bunların saklı tutulmasında ülke huzuru bakımından fayda görülmüştür, bundan dolayı ayrıntılara girilmeyecektir...” şeklinde bir beyanda bulunulduğundan, anılan iddialara ilişkin belgeler Komisyonumuzca 21/09/2012 tarih ve A.01.GEÇ.0.00.00.00-10/236-85411 sayılı yazılı ile Genelkurmay Başkanlığı'ndan istenmiş olup anılan yazıya verilen cevabı 11/10/2012 gün ve 0940-1094-12 sayılı yazıda; “batı çalışma grubu ile ilgili bilgi ve belgelerin Ankara Cumhuriyet Başsavcığına gönderildiği, adlî makamlar tarafından 
yürütülen soruşturmanın gizliliğini ihlal edebilecek nitelikte olduğundan Ankara 
Cumhuriyet Başsavcığın'dan talep edilmesinin uygun olacağı” bildirilmiş olup, anılan yazımızla istenilen brifinglerdeki iddiaların dayanağı bilgi ve belgelere ilişkin her hangi bir açıklama yapılmamıştır. 

2. 28 Şubat kararlarının analizi: 

 28 Şubat Kararlarının analizini yapabilmek için, anılan kararların ve kararlara ilişkin bildirinin gözden geçirilmesi yerinde olacaktır. Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat tarihli olağan toplantısı sonucunda alınan kararların kamuoyuyla paylaşıldığı bildiri, Cumhuriyet tarihinin son askeri müdahalesi olarak anılacak 28 Şubat sürecini başlatan belge olarak önem kazanmaktadır. 
Bildirinin yayınlanmasından önce, Milli Güvenlik Kurulu’nun olağan toplantısıyla ilgili basın yoluyla oluşan gündem, bildirinin sunulmasından sonra da beklendiği gibi ülkeyi oldukça uzun bir süre meşgul etmiştir. 

 Genel hatlarıyla bakıldığında bildiri, Türkiye Cumhuriyeti’nde görülen askeri müdahaleleri başlatan bildirilere oranla daha yumuşak bir dille yazılmış ve ifadeleri daha özenli seçilmiş bir bildiridir. En önemli özelliklerinden biri de, toplantıda alınan 18 maddelik kararlardan 10’uncu maddenin Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkarabileceği problemler dolayısıyla tam metninin 
yayınlanmamış olması, zaten bildirinin de tamamı yerine toplantı görüşmesinin kısa bir özetinin basın yolundan kamuoyuyla paylaşılmış olmasıdır. 

 Bu durum; Türkiye'deki askeri müdahalelerin bundan sonra daha temkinli ve sessiz bir şekilde ve hatta siyasetin daha çok boyutunu etkilemeyi planlayarak yapılacağının bir işareti gibidir. 10’uncu maddenin, siyasete daha çok etki etmek değil, bilakis onu korumak adına açıklanmadığı görüntüsü yaratılsa da, aslında askerin kendini uluslararası ilişkiler konusunda da baş aktörlerden biri olarak 
gördüğünün, yani istemeyerek de olsa dış ilişkiler konusunda etkili olmaya kendini muktedir gördüğünün kanıtıdır.260 

 Toplantı sonucunda basınla paylaşılan bildiri dışında hükümete yönelik 18 maddelik uyarı ve yapılması gerekenler listesi, toplantı gündeminin asıl kısmını oluşturmuştur. 

 Basına gönderilen bildiriye bakıldığında “Çağdaş Medeniyet Yolu”, “Bölücü Terör”, “Devletin Bölünmez Bütünlüğü”, “Tedbir”, “Huzur ve Güvenlik”, “Hukuk Devleti”, “İstenmeyen Davranışların Yol Açacağı Yaptırım” kavramlarının sıkça tekrarlandığı görülmektedir. Bu kavramların yükleneceği asıl anlam kendini; kamuoyunun başlangıçta bilmediği 18 maddelik listede göstermektedir. Giriş 
bölümü olarak nitelendirilebilecek olan basın bildirisi; oldukça vakur bir dille yazılmış ve hatta askeri bir müdahale için gayet demokratik ve kibar sayılacak bir dilde ifadelerden oluşmuştur. Aslında toplantıda alınan kararlar, çok örtülü bir şekilde paylaşılmış olmasına rağmen, MGK'nin çok paylaşımcı bir hava içinde basına özel bir bildiri hazırlamış ve göndermiş olması da askerin yeni 
manevralarından biridir. Böylece; ulaştırılmak istenen mesaj kısıtlı bir alanda amaçlanan yere ulaşmış olmakla birlikte, basınla iyi ilişkiler kurulduğuna yönelik kanaat de güçlenmiş olacaktır. Devamında halkın endişelerinin giderilmesi ya da askerin müdahil tavrının aklanması işlevini medya zaten kendiliğinden üstlenecektir. Nitekim medyanın üstleneceği göreve hazır olduğunu da Mehmet Ali Birand Komisyonumuza 04/10/2012 tarihinde ifade etmiştir. 

 Milli Güvenlik Kurulu kararlarının özünü oluşturduğunu söyleyebileceğimiz 18 maddelik asıl bölümde ise sıkça “Cumhuriyetin temel nitelikleri” vurgusu yapılmış, “Laiklik İlkelerinin Korunması” konusunda da özel bir hassasiyet olduğu birkaç kez dile getirilmiştir. Bu ikinci bölümde, İslami hareketlerin toplumda ciddi biçimde ve denetlemeye maruz kalmadan yayılmasına da “Millet Yerine 
Ümmet Kavramı”nın oturtulmaya çalışıldığı vurgulanarak ve “Mezhep Ayrılıklarının Körüklenmesi”ne dikkat çekilerek değinilmiştir. 

 Bildirinin genel havasını, söylem tarzını, üslubunu belirleyen temel kavramlarsa demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ve tedbir kavramlarıdır. Bu iki kavram üzerinden bakıldığında mesaj gayet açıktır: “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti tehlike altındadır.” Öyleyse yapılması gereken şey “tedbir” almaktır. Bu tedbiri almak da bu toplantı vesilesiyle MGK ve ilgili birimlere düşmektedir. 
Buraya kadarki değerlendirmeleri kısa bir şekilde özetlemek gerekirse; toplumsal huzursuzluk, İslami örgütlenme ve irticai kadrolaşma askeri oldukça rahatsız etmekte ve kendini Cumhuriyetin temel değerlerini korumakla görevli gördüğünden bir müdahale yolu aramakta; buna karşın Cumhuriyet 
tarihi boyunca daha önce yaşanmış üç askeri darbenin yarattığı kötü imaj da daha fazla pekiştirilmek istenmemektedir. Belki de bu yüzden bildiride hukuk devleti vurgusu dikkatle ve diğer kavramlara oranla daha baskın bir şekilde dile getirilmiştir. Bildirinin belirli bir yöntem örgüsüyle hazırlandığını varsayarsak; ortaya koyulan bildirinin amacı, hukuk devletinin devamlılığı için uygun ortamın 
sağlanmasıdır. Bu vurgunun askerin imajına yönelik bir çekinceyle yapıldığı, amacın aslında bir müdahale değil, hukuk devleti ilkesinin ön plana çıkarılmaya çalışılıyor olduğu düşünülebilir olmakla birlikte; bildiride kullanılan, basında da önemli yer teşkil etmiş olan bir başka ifade, bu varsayımla çelişen bir durum yaratmaktadır.261 

 Basın bildirisinin 4. maddesinin son paragrafı ve kapanıştan önceki son cümlesinde geçen “açıklanan esaslar aksine davranışların toplumda huzur ve güveni bozarak yeni gerginlik ve yaptırımlara neden olacağı” cümlesindeki yaptırım sözcüğü, hukuk devletine yapılan vurgunun ve bu vesileyle verilen önemin samimiyeti konusunda MGK'yi sorgulanır bir duruma düşürmüştür. Zaten basında yer alan haberlerde bu bildirinin darbeye yönelik bir ihtar olduğuna dair söylemler de, kaynağını çoğunlukla yaptırım kelimesinden almaktadır. 

 28 Şubat MGK bildirisiyle ilgili değinilmesi gereken son önemli nokta ise Avrupa Birliğine girme konusundaki kararlılığa değinilmiş olunmasıdır. Bu nokta aslında MGK'nin bazı kavram ve söylemleri sarf ederken gösterdiği çekincenin nereye dayandığını açıkça ortaya koymaktadır. Demokratik sistemlerde ülkelerin Uluslararası toplum nezdindeki hak ve menfaatlerini koruyacak dış politika 
tedbirlerinin takdiri tamamen halkın demokratik temsilcileri olan TBMM ve Hükümete ait olduğu halde, Avrupa Birliğine tam üye olma gibi bütünüyle sivil sorumluluk altında olması gereken politik bir hedefin MGK’nun tayin ve takdir edilmesi oldukça düşündürücü olup, hukuki ilkelerin çiğnendiğinin en önemli kanıtıdır. Adı geçen bildiride, o gün için gündemi meşgul eden Susurluk 
Olayı ile ilgili bir tek satır cümle dahi bulunmaması oldukça manidardır. 

 Bildirinin tüm metni irdeleğinde, 28 Şubat 1997 tarihli toplantıya yansıyan iradenin sistemin gerçek patronu olduğunu ve bu iradenin bir bakıma anayasal-kurucu iradeyi yansıttığını alenen ilan etmektedir. Söz konusu bildiri, adeta normal anayasal düzenin dışında olduğumuzun kanıtı gibidir. En 
belirgin kanıtı ise, bildirinin bir çok yerinde çeşitli konularda gerekli tedbirlerin Kurulca “uygun bulunduğu” belirtilmek suretiyle, hükümete herhangi bir takdir yetkisinin bırakılmadığının imâ edilmiş olmasıdır.262 Tavsiye niteliğinde olması gereken bildiride ilk defa yaptırım kelimesinin geçmesi de bildirinin arkasındaki iradenin niyetini açıkça ortaya koymaktadır. 

 Anayasa Hukukçusu Prof.Dr.Mustafa Erdoğan'ın 1999 yılında yazmış olduğu “28 Şubat Süreci” adlı kitabında, bildirinin analizini yapmış ve bildirinin arkasındaki iradeye hakim olan kaygının anayasallık ve demokrasi ile ilgili olmadığını ortaya koyan bir çok ifade ve ibareye rastlandığını aşağıdaki şekilde ifade etmiştir: “Birincisi, bildirinin müelliflerinin temel kaygısı Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk İlke ve İnkılapları, çağdaş medeniyet, rejim aleyhtarı, çağ dışı uygulamalar, devleti  güçsüzleştirmeye yeltenmek gibi ibarelerde yansıyan devletçi-ideolojik bir kaygıdır. Gerçi metinde demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları terimlerine de rastlanmakla beraber, bunların bildirinin genel felsefesiyle pek uyumlu olmadıkları ve onun için birer yama gibi durdukları söylenebilir. İkincisi, laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin'de güvencesi olduğunu ve bazı ilkelerin Anayasamızın ve Devletimizin teminatı altında olduğunu belirten ifadelerden, rejim ve devletin anayasallık ve demokrasiden ayrı ve öncelikli birer değer olarak görüldükleri anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, çağdışılıktan ve çağdaş medeniyet'ten ayrılma yönündeki eğilimleri yeren ibarelerle birlikte düşünüldüğünde, laikliğin bir yaşam tarzı olduğunun vurgulanması, devletin asıl 
kaygısının insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi olmayıp, belli bir dünya görüşü ve toplum projesini hakim kılmak olduğunu göstermektedir. Dördüncüsü, bildirinin müelliflerine göre, herhangi bir çağdaş demokraside olduğu gibi rejim'in tartışılması Türkiye'ye yarardan çok zarar vermek'tedir. 
Demek ki, MGK'nın temel güdüsü, insan haklarının özünü oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğünü muzır addeden cari rejimin son derece kısıtlayıcı çevresini bile yeterli görmeyen bir ruh halinden doğmaktadır. Gerçi bu, demokrat yurttaşlar için yeni bir bilgi olmamakla beraber, 28 Şubat muhtırasının gerçek motivasyon ları konusunda yararlı bir ipucu teşkil etmesi bakımından  yararlıdır. 263 

    Ülkemizin en önemli köşe yazarlarından, Ali Bayramoğlu, Mehmet Ali Birand, Mehmet Barlas gibi yazarlar 28 Şubat kararlarında Milli Güvenlik Kuruluna dikkat çekmektedirler ve darbenin anayasal kurum olan Milli Güvenlik Kurulu aracılığı ile yapıldığını ortaya koymaktadırlar.264 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder