Mehmet Ali Birand etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Ali Birand etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 1


28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 1 


 Raporun bu bölümünde, 28 Şubat 1997 post-modern darbe sürecinde toplumun değişik kesimlerine verilen yada sunulan brifinglerin genel felsefesi ve 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kararları çercevesinde Refah Partisi ve Fazilet Partisi kapatma davaları ele alınacak olup, 28 Şubat sürecinin yargısal etkileri değerlendirmeye tabi tutularak ülkemizde bir daha darbe olmaması için yapılması gerekenler/öneriler sunulacaktır. 

1. 28 Şubat süreci Brifinglerinin Genel Felsefesi: 

28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından sivil toplum örgütlerine, medyaya, öğretim üyelerine, yargı mensuplarına verilen brifinglerin hangi amaçla verildiğini ve taşıdıkları felsefeyi anlayabilmek için söz konusu brifinglerin, “hükümetin demokratik yolla sona ermesi için kullandıkları yöntemlerden biri” olarak niteleyen Deniz Kuvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya'nın söylediklerinin ne kadar önemli olduğu görülecektir. 

Oramiral Güven Erkaya brifinglerle ilgili olarak basına şu demeçi vermekte dir:”..Brifinglerle kamuoyunu bilinçlendiriyoruz. Tabii çalışmalarımızın çoğu milletvekillerini ikna etmeye yöneliktir. 
Rejimin içine düştüğü tehlikeyi öncelikle onların görmesi gerekir...Biz bu yola çıkarken Genelkurmayda toplandık.Muhtemel olumsuzluklara karşı köklü, alternatif planlar hazırlamaya koyulduk. Her olumsuzluğun bir karşı koyma tedbirini aldık. Planlar cebimizde. Ama meselenin demokratik yollardan çözülmesini istiyoruz ve bekliyoruz. Parlemento üyelerinin meseleyi siyaseten 
halletmeleri için bekledik. Verdiğimiz mesajları almadılar veya almak istemediler. Şimdi ikinci maddeyi uyguluyoruz. Sivil kesimde kamoyu oluşturuyoruz.”257 

Dönemin Genel Kurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak brifinglerin 
gerekçesini şöyle izah etmektedir: “TSK yapısı gereği kamuoyu ile iç içe olan bir kurum değildir. 
Ancak yapılan kimi çalışmalar hakkında da kamuoyunun bilgisinin olması gereklidir. TSK demokrasiye saygılıdır. Demokrasinin ilkelerinin ödünsüz korunmasından yanadır. Toplumun çok önemli bir kesiminin de bu konuda herhangi bir şüphesi yoktur. Ancak TSK'nın bu konudaki kararlığının tüm kesimlerce bilinmesi gerekmektedir.”258 

Özellikle, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in Washington Post gazetesine verdiği demeçte “ Biz Silahlı Kuvetler olarak anti-laik akımları not etmeye birinci öncelik veriyoruz. Bu akımlar, orduya bile sızmaya çalışıyorlar. Laiklik karşıtı tehdit, 12 yıldır süren PKK tehditinden daha ciddi duruma gelmiştir. MGK kararları üzerinde MGK'nın bütün üyeleri görüş birliğine varmıştır. Bunlar mutlaka uygulanmalıdır. Aksi halde ülkenin geleceği çok olumsuz etkilenecektir. Askeri darbelerin olumsuz sonuçlar yarattığını biliyoruz. Demokratik kurumların baskısı ile MGK kararlarının uygulanacağına inanıyoruz.” şeklinde görüşlerini beyan etmektedir.259 

Raporumuzun daha önceki bölümlerinde sunulan brifingler, yukarıdaki görüşlerle birlikte değerlendirildiğinde; 28 Şubat döneminde, askerin, irticai kesim ve Refah Partisinin ülke için artık PKK kadar tehlikeli olduğu ve bunların mutlaka yok edilmesi gerektiğinden bahisle, demokrasiden yana gözüküp, silahsız kuvvetler yoluyla demokrasiye müdahale/yön verme gayreti içinde olduları, bu 
hususla ilgili olarak planlarının bulunduğu ve planların aşama aşama uygulanacağı, ilk aşamanın bilgilendirme toplantıları olduğu, ikinci olarak sivil kesimde kamuoyu oluşturmak olduğu, üçünçü aşamanın alınan kararların uygulanması, son aşamanın ise askeri bir darbe olacağı açıkça dile getirilmekte dir. Özetle, söz konusu brifinglerin 28 Şubat kararlarının uygulamasına zemin hazırlama/hazırlatma toplantıları olduğu sonucuna varılabilir. 

Burada, dikkatleri çeken hususlar ise; demokratik yolla seçimle işbaşına gelmiş ve asker tarafından PKK kadar tehlikeli olduğu ileri sürülen Refah Partisinin ve irticai kesimin askerin birinci tehdit önceliği haline gelmesi, diğeri ise askerin demokrasiden yana olduğunu söylemekle birlikte müdahaleden bahsetmesidir. Bir başka deyişle, demokrasiden yana olduğunu, demokratik kurumlara 
müdahale ederek göstermeye çalışan bir silahlı kuvvetlerin varlığıdır. 

28 Şubat brifinglerinde, özellikle 10 Haziran ve 12 Haziran 1997 tarihlerinde 
yargı mensuplarına verilen brifinglerde, “...söylenen her hususun delilleri elimizde mevcut olup, bunların saklı tutulmasında ülke huzuru bakımından fayda görülmüştür, bundan dolayı ayrıntılara girilmeyecektir...” şeklinde bir beyanda bulunulduğundan, anılan iddialara ilişkin belgeler Komisyonumuzca 21/09/2012 tarih ve A.01.GEÇ.0.00.00.00-10/236-85411 sayılı yazılı ile Genelkurmay Başkanlığı'ndan istenmiş olup anılan yazıya verilen cevabı 11/10/2012 gün ve 0940-1094-12 sayılı yazıda; “batı çalışma grubu ile ilgili bilgi ve belgelerin Ankara Cumhuriyet Başsavcığına gönderildiği, adlî makamlar tarafından 
yürütülen soruşturmanın gizliliğini ihlal edebilecek nitelikte olduğundan Ankara 
Cumhuriyet Başsavcığın'dan talep edilmesinin uygun olacağı” bildirilmiş olup, anılan yazımızla istenilen brifinglerdeki iddiaların dayanağı bilgi ve belgelere ilişkin her hangi bir açıklama yapılmamıştır. 

2. 28 Şubat kararlarının analizi: 

 28 Şubat Kararlarının analizini yapabilmek için, anılan kararların ve kararlara ilişkin bildirinin gözden geçirilmesi yerinde olacaktır. Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat tarihli olağan toplantısı sonucunda alınan kararların kamuoyuyla paylaşıldığı bildiri, Cumhuriyet tarihinin son askeri müdahalesi olarak anılacak 28 Şubat sürecini başlatan belge olarak önem kazanmaktadır. 
Bildirinin yayınlanmasından önce, Milli Güvenlik Kurulu’nun olağan toplantısıyla ilgili basın yoluyla oluşan gündem, bildirinin sunulmasından sonra da beklendiği gibi ülkeyi oldukça uzun bir süre meşgul etmiştir. 

 Genel hatlarıyla bakıldığında bildiri, Türkiye Cumhuriyeti’nde görülen askeri müdahaleleri başlatan bildirilere oranla daha yumuşak bir dille yazılmış ve ifadeleri daha özenli seçilmiş bir bildiridir. En önemli özelliklerinden biri de, toplantıda alınan 18 maddelik kararlardan 10’uncu maddenin Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkarabileceği problemler dolayısıyla tam metninin 
yayınlanmamış olması, zaten bildirinin de tamamı yerine toplantı görüşmesinin kısa bir özetinin basın yolundan kamuoyuyla paylaşılmış olmasıdır. 

 Bu durum; Türkiye'deki askeri müdahalelerin bundan sonra daha temkinli ve sessiz bir şekilde ve hatta siyasetin daha çok boyutunu etkilemeyi planlayarak yapılacağının bir işareti gibidir. 10’uncu maddenin, siyasete daha çok etki etmek değil, bilakis onu korumak adına açıklanmadığı görüntüsü yaratılsa da, aslında askerin kendini uluslararası ilişkiler konusunda da baş aktörlerden biri olarak 
gördüğünün, yani istemeyerek de olsa dış ilişkiler konusunda etkili olmaya kendini muktedir gördüğünün kanıtıdır.260 

 Toplantı sonucunda basınla paylaşılan bildiri dışında hükümete yönelik 18 maddelik uyarı ve yapılması gerekenler listesi, toplantı gündeminin asıl kısmını oluşturmuştur. 

 Basına gönderilen bildiriye bakıldığında “Çağdaş Medeniyet Yolu”, “Bölücü Terör”, “Devletin Bölünmez Bütünlüğü”, “Tedbir”, “Huzur ve Güvenlik”, “Hukuk Devleti”, “İstenmeyen Davranışların Yol Açacağı Yaptırım” kavramlarının sıkça tekrarlandığı görülmektedir. Bu kavramların yükleneceği asıl anlam kendini; kamuoyunun başlangıçta bilmediği 18 maddelik listede göstermektedir. Giriş 
bölümü olarak nitelendirilebilecek olan basın bildirisi; oldukça vakur bir dille yazılmış ve hatta askeri bir müdahale için gayet demokratik ve kibar sayılacak bir dilde ifadelerden oluşmuştur. Aslında toplantıda alınan kararlar, çok örtülü bir şekilde paylaşılmış olmasına rağmen, MGK'nin çok paylaşımcı bir hava içinde basına özel bir bildiri hazırlamış ve göndermiş olması da askerin yeni 
manevralarından biridir. Böylece; ulaştırılmak istenen mesaj kısıtlı bir alanda amaçlanan yere ulaşmış olmakla birlikte, basınla iyi ilişkiler kurulduğuna yönelik kanaat de güçlenmiş olacaktır. Devamında halkın endişelerinin giderilmesi ya da askerin müdahil tavrının aklanması işlevini medya zaten kendiliğinden üstlenecektir. Nitekim medyanın üstleneceği göreve hazır olduğunu da Mehmet Ali Birand Komisyonumuza 04/10/2012 tarihinde ifade etmiştir. 

 Milli Güvenlik Kurulu kararlarının özünü oluşturduğunu söyleyebileceğimiz 18 maddelik asıl bölümde ise sıkça “Cumhuriyetin temel nitelikleri” vurgusu yapılmış, “Laiklik İlkelerinin Korunması” konusunda da özel bir hassasiyet olduğu birkaç kez dile getirilmiştir. Bu ikinci bölümde, İslami hareketlerin toplumda ciddi biçimde ve denetlemeye maruz kalmadan yayılmasına da “Millet Yerine 
Ümmet Kavramı”nın oturtulmaya çalışıldığı vurgulanarak ve “Mezhep Ayrılıklarının Körüklenmesi”ne dikkat çekilerek değinilmiştir. 

 Bildirinin genel havasını, söylem tarzını, üslubunu belirleyen temel kavramlarsa demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ve tedbir kavramlarıdır. Bu iki kavram üzerinden bakıldığında mesaj gayet açıktır: “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti tehlike altındadır.” Öyleyse yapılması gereken şey “tedbir” almaktır. Bu tedbiri almak da bu toplantı vesilesiyle MGK ve ilgili birimlere düşmektedir. 
Buraya kadarki değerlendirmeleri kısa bir şekilde özetlemek gerekirse; toplumsal huzursuzluk, İslami örgütlenme ve irticai kadrolaşma askeri oldukça rahatsız etmekte ve kendini Cumhuriyetin temel değerlerini korumakla görevli gördüğünden bir müdahale yolu aramakta; buna karşın Cumhuriyet 
tarihi boyunca daha önce yaşanmış üç askeri darbenin yarattığı kötü imaj da daha fazla pekiştirilmek istenmemektedir. Belki de bu yüzden bildiride hukuk devleti vurgusu dikkatle ve diğer kavramlara oranla daha baskın bir şekilde dile getirilmiştir. Bildirinin belirli bir yöntem örgüsüyle hazırlandığını varsayarsak; ortaya koyulan bildirinin amacı, hukuk devletinin devamlılığı için uygun ortamın 
sağlanmasıdır. Bu vurgunun askerin imajına yönelik bir çekinceyle yapıldığı, amacın aslında bir müdahale değil, hukuk devleti ilkesinin ön plana çıkarılmaya çalışılıyor olduğu düşünülebilir olmakla birlikte; bildiride kullanılan, basında da önemli yer teşkil etmiş olan bir başka ifade, bu varsayımla çelişen bir durum yaratmaktadır.261 

 Basın bildirisinin 4. maddesinin son paragrafı ve kapanıştan önceki son cümlesinde geçen “açıklanan esaslar aksine davranışların toplumda huzur ve güveni bozarak yeni gerginlik ve yaptırımlara neden olacağı” cümlesindeki yaptırım sözcüğü, hukuk devletine yapılan vurgunun ve bu vesileyle verilen önemin samimiyeti konusunda MGK'yi sorgulanır bir duruma düşürmüştür. Zaten basında yer alan haberlerde bu bildirinin darbeye yönelik bir ihtar olduğuna dair söylemler de, kaynağını çoğunlukla yaptırım kelimesinden almaktadır. 

 28 Şubat MGK bildirisiyle ilgili değinilmesi gereken son önemli nokta ise Avrupa Birliğine girme konusundaki kararlılığa değinilmiş olunmasıdır. Bu nokta aslında MGK'nin bazı kavram ve söylemleri sarf ederken gösterdiği çekincenin nereye dayandığını açıkça ortaya koymaktadır. Demokratik sistemlerde ülkelerin Uluslararası toplum nezdindeki hak ve menfaatlerini koruyacak dış politika 
tedbirlerinin takdiri tamamen halkın demokratik temsilcileri olan TBMM ve Hükümete ait olduğu halde, Avrupa Birliğine tam üye olma gibi bütünüyle sivil sorumluluk altında olması gereken politik bir hedefin MGK’nun tayin ve takdir edilmesi oldukça düşündürücü olup, hukuki ilkelerin çiğnendiğinin en önemli kanıtıdır. Adı geçen bildiride, o gün için gündemi meşgul eden Susurluk 
Olayı ile ilgili bir tek satır cümle dahi bulunmaması oldukça manidardır. 

 Bildirinin tüm metni irdeleğinde, 28 Şubat 1997 tarihli toplantıya yansıyan iradenin sistemin gerçek patronu olduğunu ve bu iradenin bir bakıma anayasal-kurucu iradeyi yansıttığını alenen ilan etmektedir. Söz konusu bildiri, adeta normal anayasal düzenin dışında olduğumuzun kanıtı gibidir. En 
belirgin kanıtı ise, bildirinin bir çok yerinde çeşitli konularda gerekli tedbirlerin Kurulca “uygun bulunduğu” belirtilmek suretiyle, hükümete herhangi bir takdir yetkisinin bırakılmadığının imâ edilmiş olmasıdır.262 Tavsiye niteliğinde olması gereken bildiride ilk defa yaptırım kelimesinin geçmesi de bildirinin arkasındaki iradenin niyetini açıkça ortaya koymaktadır. 

 Anayasa Hukukçusu Prof.Dr.Mustafa Erdoğan'ın 1999 yılında yazmış olduğu “28 Şubat Süreci” adlı kitabında, bildirinin analizini yapmış ve bildirinin arkasındaki iradeye hakim olan kaygının anayasallık ve demokrasi ile ilgili olmadığını ortaya koyan bir çok ifade ve ibareye rastlandığını aşağıdaki şekilde ifade etmiştir: “Birincisi, bildirinin müelliflerinin temel kaygısı Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk İlke ve İnkılapları, çağdaş medeniyet, rejim aleyhtarı, çağ dışı uygulamalar, devleti  güçsüzleştirmeye yeltenmek gibi ibarelerde yansıyan devletçi-ideolojik bir kaygıdır. Gerçi metinde demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları terimlerine de rastlanmakla beraber, bunların bildirinin genel felsefesiyle pek uyumlu olmadıkları ve onun için birer yama gibi durdukları söylenebilir. İkincisi, laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin'de güvencesi olduğunu ve bazı ilkelerin Anayasamızın ve Devletimizin teminatı altında olduğunu belirten ifadelerden, rejim ve devletin anayasallık ve demokrasiden ayrı ve öncelikli birer değer olarak görüldükleri anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, çağdışılıktan ve çağdaş medeniyet'ten ayrılma yönündeki eğilimleri yeren ibarelerle birlikte düşünüldüğünde, laikliğin bir yaşam tarzı olduğunun vurgulanması, devletin asıl 
kaygısının insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi olmayıp, belli bir dünya görüşü ve toplum projesini hakim kılmak olduğunu göstermektedir. Dördüncüsü, bildirinin müelliflerine göre, herhangi bir çağdaş demokraside olduğu gibi rejim'in tartışılması Türkiye'ye yarardan çok zarar vermek'tedir. 
Demek ki, MGK'nın temel güdüsü, insan haklarının özünü oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğünü muzır addeden cari rejimin son derece kısıtlayıcı çevresini bile yeterli görmeyen bir ruh halinden doğmaktadır. Gerçi bu, demokrat yurttaşlar için yeni bir bilgi olmamakla beraber, 28 Şubat muhtırasının gerçek motivasyon ları konusunda yararlı bir ipucu teşkil etmesi bakımından  yararlıdır. 263 

    Ülkemizin en önemli köşe yazarlarından, Ali Bayramoğlu, Mehmet Ali Birand, Mehmet Barlas gibi yazarlar 28 Şubat kararlarında Milli Güvenlik Kuruluna dikkat çekmektedirler ve darbenin anayasal kurum olan Milli Güvenlik Kurulu aracılığı ile yapıldığını ortaya koymaktadırlar.264 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

14 Temmuz 2017 Cuma

28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, BÖLÜM 2


28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, 
BÖLÜM 2


Fethullah Erbaş, Mahir Kaynak ,Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ,Şemdin Sakık , Akın Birdal ,Leyla Zana,Sırrı Sakık , Salim Ensarioğlu ,Sebgetullah Seydaoğlu,DİNÇ BİLĞİN,


TEHLİKELİ TIRMANIŞ / SABAH 

-  Dün gece televizyon kanallarında, bir kadın gazetecinin uğradığı şeriatçı saldırıya ait görüntüler toplumda büyük tedirginlik yarattı. 

- İpler geriliyor 

- Türkeş devreye girdi/Fatih Çekirge 


YARGITAY:KAPATIRIM / CUMHURİYET 


- RP Kayseri il örgütünün üniformalı grup oluşturması yasaya aykırı 

- Hükümete karşı birlik çağrısı 

- Aydınlık için karanlık 

- Laiklik güvencesi 



ORDUDAN DÖRT UYARI / CUMHURİYET 


-Genelkurmay şeriatçı örgütlenmenin ivme kazanmasından rahatsız 

- Sincan’da tanklı protesto 

- Hükümeti düşürme çağrısı 

- Bekir Yıldız’a gözaltı kararı 

- Hesaplaşmanın zamanı/Cüneyt Arcayürek 


FADİME NELER ANLATTI NELER / HÜRRİYET – 4 Ocak 1997 


- Asparagas Hükümeti / Oktay Ekşi 

- RP’li Elkatmış: DYP’ye diyet borcumuz yok 

- Arapsız Müslümanlar / Ertuğrul Özkök 


REFAH BUNALIMI / MİLLİYET – 1 Mart 1997 


- MGK kararlarını Erbakan imzalamayınca, kriz doruğa çıktı. 

- Ceylan Çarşafa Sarıldı 

- Batı’dan Kötü haber / Türkiye AB tam üyeliği aday bir ülke değil 

-Türkiye iç savaşın eşiğine doğru gidiyor 

- Kur’an Kursunda ürküten yemin 

- İmzalar / Güneri Civaoğlu 

LAİKLİK UYARISI / MİLLİYET – 17 Ekim 1996 


- Hoca hem oğlunun okulunda hem de gensoru görüşmesinde Atatürkçülük dersi aldı! Açılışta soğuk duş! 

- Erbakan’dan Gizli temas / Çilleri by-pass edip sürpriz Afganlı ile görüştü 

- Denk Bütçe güldürdü 

- Gürün istifa etti! 

- Meclisten kaçtılar 

- Kerhen / Güneri Civaoğlu 


PAKET DEPREMİ / MİLLİYET – 21 Eylül 1996 


- iş ve siyaset dünyası Refah-yol’un kaynaklarını eleştiri yağmuruna tuttu. 

- Sabancı: Yandım anam 

- Nasreddin Erbakan 

- Çiller cezası tartışılıyor 

- CIA: Saddamı Hoca kurtardı 

- Şeriatçı Öğretmenler 

- Ayna / Güneri Civaoğlu 


REFAH’IN İKİ YÜZÜ / MİLLİYET – 14 Ekim 1996 


- İktidardaki ilk bğyğk kongrede Erbakan ılımlı göründü, sertlik ise Tayyib’e kaldı 

- Hoca’nın Atatürkçülüğü 

- İki ayrı Refah / Derya Sazak 

- Hoca gidici değil / Yavuz Donat 

- Kaddafi’ye RP Daveti / Fikret Bila 

- İktidarda Terbiye / Zülfikar Doğan 

ÇANKAYA DEVREDE / MİLLİYET 

- K. Irak savaşı karşısında zirvenin sahipsiz görüntü vermesi Cumhurbaşkanı’nı rahatsız etti. Demirel yarın zirve topluyor. 

- Erbakan’a PKK bandı 

- Çiller rahatsızlığı 

- Enflasyonda Erbakan rekoru 


KARADAYI’DAN HUMEYNİ DERSİ / SABAH – 1 Eylül 1996 

- Genelkurmay Başkanı İlk kez Sabah’a konuştu: /Fatih Çekirge özel haber 

- İran’da generaller Humeyni hareketinin irticanın kendisi olduğunu fark ettiklerinde iş işten geçmişti. 

- Humeyni Nasıl iktidara geldi? 

- Ordu’nun 3 hassas konusu 

- Genelkurmay Refah Partisini bağlamaz / RP genel Başkan Yardımcısı Ahmet Tekdal’ın –çıklaması 


-BU NE REZALET / SABAH – 2 Şubat 1997 


-İran’ın Ankara Büyükelçisi, Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs gecesinde şeriat çağrısı yaptı 

- İran da böyle kaybedilmişti 

- Tayan Erbakan’a gidiyor 

- İran: RP’nin hedefi İslami düzen kurmak 

- Erbakan: Orduyla aramızı kimse bozamaz 

- Yılmaz’dan yeni hükümet şartları 

- Çiller moralinizi sakın bozmayın 


İŞTE FADİME’NİN SUÇLADIĞI ADAM / SABAH – 5 Ocak 1997 


- Fadime Şahin’in genç kızları seks tuzağına düşüren tarikat şeyhi olarak tanıttığı Ali Kalkancı, 8 Şirket sahibi bir işadamı çıktı 

- Nefesi kuvvetli Ali Hoca 

- Fadime rating rekoru kırdı 

- Bildiri sorun oldu (D-8 Bildirisi) 


ERBAKAN DEVRE DIŞI / SABAH – 4 Eylül 1996 


-Amerikan yönetimi, dünkü Irak operasyonuyla ilgili görüşmelerini Başbakan Necmeddin Erbakan’ı atlayıp Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’ ile yaptı 

- Clinton Çiller’e mesaj gönderdi 

- Erbakan’dan cevap yok 

- Refah tepkisiz 


 Bu manşetler incelendiğinde, olayların ve konu seçimlerinin birbirleriyle bağlantılı, sistematik bir yıpratma yönlendirme stratejisi izlendiği görülmüştür.. Giderek tansiyonun yükseltildiği, Refah Partisi ve iktidarına karşı günaşırı bir tepki ve aleyhte bir atmosfer oluşturulması gayreti açıkça ortaya çıkmış, 
Kasım 1996’da başlayan haber, yazı ve yorumlarda; “şeriat”, “tarikat”, “şeyh” “İran”, “Taliban”, “Afganistan” , “Kuran Kursları”, “İmam-hatip” başlıklı haber ve yazılar 28 Şubat MGK’sının toplumsal altyapısının oluşturulması için işlendiği gözlenmiştir. Haberler içerisinde dikkat çekenler arasında toplumun neredeyse tüm kesimlerine dönük açık bir tehdit ve baskı göndermesinin yapıldığı 
gözlenmiştir. 

 Komisyonumuz tarafından görüşlerine başvurulan dönemin Hürriyet gazetesi ve Doğan Medya grubunun sahibi Aydın Doğan ise 28 Şubat sürecinden bugüne 
hala tartışılan, Aralık 1996’da Ertuğrul Özkök imzalı “Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin” manşetiyle ilgili görüşlerini açıklarken “Bugün yine bir komutan aynı ifadeyi kullansın yine aynı manşeti atarım…” demiş, “Medyayı, emniyetin de, MİT’in de hatta birçok haber kaynağının da kullanmış olabileceğini” ifade etmiştir. 

   _ Andıç olayı: 

 33 erin şehit edilmesi olayından sorumlu olan Şemdin Sakık tarihinde güvenlik güçleri tarafından ele geçirilmiştir. Bu olaydan bir süre sonra, 25-26 Nisan 1998 tarihli Hürriyet ve Sabah gazetelerinin manşetinde Şemdin SAKIK’ın itiraflarına dayanılarak, SAKIK’ın “PKK İşbirlikçilerinin” adını verdiği öne sürülmüştür. 

 Hürriyet128 ve Sabah129 gazetelerinde, bu konu manşetten ve çarpıcı biçimde verilmiştir. 

Bu haberler üzerine, 25 Nisan 1998 akşamı, Gazeteci Uğur DÜNDAR tarafından KANAL D Televizyonunda yayımlanan haber programda, sözkonusu Andıç’ta yer 
alan bilgiler doğrultusunda, PKK ile işbirliği yapan gazeteciler kamuoyuna duyurulmuştur. 
Ertesi gün, Hürriyet Gazetesi yazarlarından Oktay Ekşi sözkonusu “PKK işbirlikçileri” konusunda 25 Nisan 1998 tarihinde “Alçakları tanıyalım”130 başlığıyla bir makale kaleme almıştır. 

Bu yazıdan bir gün sonra, Hürriyet gazetesinin 26 Nisan 1998 tarihli nüshasında, Gazeteci Emin ÇÖLAŞAN tarafından “Şemdin Öterken” başlığıyla yayımlanan 
makalede sözkonusu gazeteciler hakkında ağır ifadeler kullanmıştır.131 

Görüldüğü üzere, her iki yazar da, Sakık’ın “itirafları” üzerine birçok hususu da ekleyerek, “hain” olarak tanımladıkları kişiler hakkında kişilik haklarına saldıracak boyutta sert ve acımasız ithamlarda bulunmuşlardır. Sözkonusu haber ve yorumlar, o dönemde, kamuoyunda infiale yol açmış, herkes bu “hainlerin” bir an evvel yargılanmasını talep etmeye başlamıştır. 

 Ancak, Şemdin Sakık bu yazıların yayımlanmasından yaklaşık on beş gün sonra yargılandığı mahkemede, gazetelerde yer aldığı şekliyle, politikacı ve 
gazetecileri suçlamadığını söylemiştir. O dönem Sabah Gazetesinde çalışan gazeteci Can ATAKLI, bu haberlerin Org.Çevik BİR’in talimatıyla yayımlandığını, 
bu olaydan dolayı yaşadığı pişmanlığı çeşitli defalar ifade etmiştir.132 

 Sabah Gazetesi Genel Yayın Müdür Zafer MUTLU, Cengiz ÇANDAR’a sözkonusu haberleri, Genelkurmay 2 nci Başkanı Org.Çevik BİR’in talimatıyla 
yayımladıklarını, BİR’in kendilerini “sizi batırırım” şeklinde tehdit ettiğini, onların da “ne yapalım bankamız var” diyerek bu baskıya boyun eğdiklerini 
öne sürmüştür. 

 Bu olaydan sonra Nazlı ILICAK, çalıştığı Akşam gazetesinden ayrılmak zorunda kaldığını öne sürmüştür. Ancak, gazetenin eski sahibi Mehmet Emin KARAMEHMET, Nazlı ILICAK’ı kendisi tarafından değil, oğlu tarafından istenmediğini öne sürmüştür. 

 Daha sonra Yeni Şafak Gazetesine geçen Nazlı ILICAK, Ekim 2000 ayında kendisine üç mektupla gelen, Genelkurmay antetli, Nisan 1998 ve haziran 
2000 tarihli, Kara Kuvvetleri İstihbarat Dairesi bünyesinde hazırlanan iki Andıç ile bir yazıyı kendi sütununda yayımlamıştır. 

Bu Andıç’ların ilkinde, “SAKIK’ın itirafları ve GÜÇLÜ Eylem Planı”, İkinci Andıç’ta, “çeşitli siyasi partilerin Anayasa değişiklik önerilerinin incelenmesi”; 
Üçüncü yazıda ise “CHP-HADEP işbirliği” konu ediliyordu ve MGK Genel Sekreterliğine gönderiliyordu. 133 

Nazlı ILICAK, kitabında bu Andıçları ilk kez gazetede yayımladığında beklediği ilgiyi göremediğini; sadece Andıçın hedeflerinden birisi olan gazeteci 
Ahmet ALTAN’ın “ Gizli Esirler ” başlığıyla bir yazı kaleme aldığını belirtmektedir.134 

Bu ilgisizlik üzerine, ILICAK, TBMM’de bir basın toplantısı düzenleyerek, Genelkurmay İkinci Başkanı Org.Çevik BİR döneminde hazırlanan bu Andıçları 
gazetecilere dağıtmıştır. 

Bu toplantı akabinde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan resmi basın açıklamasında, Andıçın “karargah içi ve dışı bilgilendirme” amacıyla 
hazırlandığı ve “birçok sanığın güvenlik kuvvetlerinde verdikleri ifadelerini savcılık ve mahkeme ifadelerinde tamamen değiştirdikleri” hususlarına dikkat 
çekilerek, Andıç belgelerin illegal yollardan temin edildiği ileri sürülmüş ve ILICAK ağır bir dille suçlanmıştır. 

ILICAK; sözkonusu açıklamada, Andıçların varlığının kabul edilmiş olmasına rağmen hakarete uğradığı gerekçesiyle, dönemin Genelkurmay Başkanı 
Hüseyin KIVRIKOĞLU aleyhine manevi tazminat davası açmış; ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun 340, 240 ve 285’inci maddeleri ile Askeri Ceza Kanunu’nun 
109’uncu maddesi uyarınca çevik BİR aleyhinde Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştur. 

KIVRIKOĞLU’nun avukatı tarafından mahkemeye verilen cevapta, Genelkurmay açıklamasında hedefin Nazlı ILICAK olmadığı vurgulanarak, ILICAK’ın 
“ Alınganlık ” gösterdiği savunulmuştur. Bu savunma üzerine ILICAK tazminat davasından vazgeçmiştir. Ancak, gazeteci Cengiz ÇANDAR da çalıştığı gazeteden ayrılmak zorunda kalmıştır. Böylece ÇANDAR da “Andıçzede” olmuştur. 

 Gazeteci Mehmet Ali BİRAND, Nazlı ILICAK’ın Andıç’la ilgili haberini ilk duyduğu zaman inanmadığını belirtmiş, ancak daha sonra bu gerçeği gördüğünü 
söylemiş, kendisine yapılan tehdit ve baskıları anlatmıştır.135 BİRAND, kendisinin hangi nedenle “andıçlandığını” da Komisyonumuza açıklamıştır.136 

3 Ekim 2012 tarihinde Komisyona açıklamalar yapan Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuprul ÖZKÖK, Andıç olayı ile ilgili olarak “Dolduruşa geldik. Kendi arkadaşları 
olduğu için bunları vermiyor diyorlardı. Ama verdik. Onun benim vicdanımda bıraktığı yarayı, acıyı hiçbir şey vermedi. Ama bu uygulamalar halen yürüyor” 
demiştir. ÖZKÖK, Andıç belgesi gibi manşet haberlere konu olan bilgilerin kendilerine nasıl geldiğine ilişkin sorularına da, “Bugün bunlar nasıl geliyorsa bazı gazetecilere, öyle geliyordu. Nereden geldiği belli. Nazlı Ilıcak çıkardı yazdı, 'bu Andıç'tır' dedi ve ben de 30 kez özür diledim” demiştir. 

Komisyonda görüşüne başvurduğumuz Oktay EKŞİ de, “ Alçakları Tanıyalım ” adlı makalesi ile alakalı olarak, “ Yanlış yaptığını anladığını, ancak o günün 
psikolojik ortamında haber niteliği taşıdığını düşündüğünü” ifade etmiş ve çeşitli kereler özür dilediğini” belirtmiştir.137 


 BÖLÜM DİPNOTLARI;


127 Hasan Hüseyin CEYLAN’ın Komisyon Tutanağı. 
128 “İfadedeki isimler….PKK’nın Apo’dan sonraki ikinci adamı Şemdin Sakık, deprem yaratan ifadesinde, örgüte destek veren, zaman zaman işbirliği yapan 
isimleri tek tek açıkladı…Eski milletvekili Abdülmelik Fırat, ANAP milletvekili Sebgatullah Seydaoğlu, DYP Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu seçimlerde 
destek istedi. RP milletvekili Fethullah Erbaş, RP’nin örgütü kınamayacağını söyledi, buna karşılık da kendilerini desteklememizi istedi. Eski milletvekili Muhyettin Mutlu, oğlunu kurtarmak için, Öcalan ile görüştü. Diyarbakır eski Belediye Başkanı Turgut Atalay, bana bir tabanca hediye etti. Eski DEP’li Sırrı Sakık ve Leyla Zana, Diyarbakır eski HADEP İl Başkanı Mehmet Mengi, bize maddi destekte bulundu, adamlarımızı belediyede işe aldı. Abdullah Öcalan, bana, Mahir Kaynak, Mahir Sayın, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Yalçın Küçük’ün isimlerini söyledi. Ayrıca Milli Gazete ve Akit Gazetesinin de PKK aleyhine yazamayacaklarına dair söz verdiklerini bildirdi.” 
129 “Sakık’tan şok iddialar…PKK’lı Şemdin Sakık iddialarıyla Türkiye’yi sarsmaya devam ediyor. Sakık, irtica yanlısı iki gazetenin Apo’ya PKK aleyhine yazmama 
sözü verdiğini söyledi…PKK’yı destekleyen pek çok sayıda siyasi olduğunu ileri süren Sakık, aklına gelen isimleri şöyle sıraladı: Abdülmelik Fırat (Eski DYP’li), 
Sebgetullah Seydaoğlu (ANAP), Salim Ensarioğlu (DYP), Fethullah Erbaş (FP), Muhyettin Mutlu (eski ANAP’lı), Turgut Atalay (eski SHP’li), Sırrı Sakık (DEP), Leyla Zana (DEP), Mehmet Mengi (HADEP’li). Sakık, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’ın da aralarında bulunduğu bir grup gazeteci için de suçlayıcı bazı ifadeler kullandı.” 
130 “PKK’nın sırrı kalmadı. Çünkü Şemdin Sakık isimli şerrin verdiği ifadelerden, PKK ile kimlerin bağlantıları olduğunu, gizlice ne gibi destekleri verdiklerini 
Türk kamuoyu henüz bilmiyor olsa da devlet biliyor: Başta Almanya olmak üzere, Suriye, İran Ermenistan ve Yunanistan’la ilişkileri… PKK’ya destek veren 
işadamları….PKK’ya destek veren gazeteci ve yazarlar…PKK’ya destek veren dernek ve vakıflar….Leyla Zana-Abdullah Öcalan bağlantısı…PKK-HADEP bağlantısı…PKK’nın parayla, lehine yazı yazdırdığı ve konuşturduğu kişiler…PKK’nın Türkiye’deki gericilerle ilişkisi…Bunlar son derece önemli bilgiler. 
Bu Bilgilerin “ Şemdin Sakık hakkında yapılan soruşturmanın selameti açısından bir süre daha gizli kalması” mümkündür. Ama konu yargıya intikal ettiği andan 
itibaren Türk kamuoyu bu bilgilerin tamamını öğrenme hakkına sahiptir. Gerçekleri bilmeliyiz: Vatanseverlikte kendileriyle yarışılamayan pek fiyakalı zenginlerimizle allame geçinen gazeteci ve yazarlarımızdan hangileri aslında PKK’ya uşaklık yapıyorlarmış. Bu alçaklardan “işadamı” sıfatını taşıyanlar bir yandan Türkiye’nin nimetlerinden yararlanır, bu ülke vatandaşının verdiği paralarla zenginleşirken öte yandan aynı insanlarımızın evlatlarının PKK kurşunuyla ölmesi için bu örgüte yardım ettilerse onları bilmemize kimse engel olamaz. Keza “dürüst gazeteci” veya “sorumlu aydın” havalarında, bizleri 
arkadan hangi alçaklar hançerliyormuş, bilmeye mecburuz. Şemdin Sakık’tan Türk adaleti elbet eylemlerinin hesabını soracaktır. Ama bize kalırsa, Şemdin Sakık, bu saydıklarımızdan daha nitelikli, daha saygı değer adam muamelesi görmelidir. Çünkü o hiç değilse düşündüğünü saklamıyor. Düşündüğü ne ise o yönde hareket edecek kadar dürüst davranıyor. Örneğin üzerlerinde silah bulunmayan 33 askeri 23/24 Mayıs 1993 gecesi Bingöl-Elazığ arasında otobüsten indirtip öldürtmüş olmanın sorumluluğundan kaçmıyor.Ya öteki alçaklar! Kimi alçaklığını saklamak için “hukuk”u kullandı. Kimi “insan hakları”, kimi “demokrasi” dedi. Elbet haklı oldukları yerler de vardı. Ama onların derdi hukuk, insan hakları veya demokrasi değil, “ Kürtçülük ” ve PKK idi. Şimdi hepsi geride kaldı. Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyunateşhir edilmelerine geldi. Onu bekliyoruz.” 
131 “Şemdin SAKIK, bülbül gibi ötmeye devam ediyor. PKK’nin destekçilerini açıklıyor. İnsan hakları Derneği ve onun başkanı olan Akın Birdal isimi şahıs, 
Refah’ın Van milletvekili Fethullah Erbaş… Bu ikisi PKK kamplarına gidip PKK paçavraları altında sırıtarak poz vermişlerdi. Medyadaki destekçilerinden bazıları, Fethullah kanalı Samanyolu’ndan para alan Mahir Kaynak isimli kışkırtıcı ajan, devleti dolandırmaktan hapis yiyen ve aynı suçtan halen yargılanmakta olan Mehmet Ali Birand,131 zamanında “Zekeriya” kod adıyla Filistin gerillası olarak görev yapan, sonra Turgut Özal’ın bazı Kürt liderler arasında kuryelik görevini üstlenen Cengiz Çandar…Milli Gazete ve Akit isimli Refah sözcüsü şeriatçı gazeteler ise PKK aleyhine yayın yapmama konusunda söz vermişler…Ne de olsa “düşman” aynı imiş! Apo, Sakık’a, para karşılığı PKK’ya övgü düzen medya mensupları için demiş ki “Türk ve Kürt tarihi, hainlerle doludur” İşte burada doğru söylemiş. Türk milleti, hainlerden bir gün hesap soracak. Şemdin Sakık ötüyor, biz zaten bildiğimiz gerçekleri bir kez de onun ağzından duyuyoruz.” 
132 ILICAK, s.14 
133 ILICAK, s.52-99. 
134 ILICAK, s.30. 
135 Mehmet Ali BİRAND’a ilişkin 4 Ekim 2012 tarihli Tutanak. 
136 Mehmet Ali BİRAND’a ilişkin 4 Ekim 2012 tarihli Tutanak. 
137 Oktay EKŞİ’nin Komisyon Tutanağı. 

***

28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, BÖLÜM 1


   28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, BÖLÜM 1


   Bu bölümde, 28 Şubat sürecine götüren sosyal ve siyasal olayların medyaya yansıyış biçimi ile medya üzerinden seçim yoluyla iktidara gelmiş bir siyasi 
iradenin toplumun gözünde olanın dışında bir algı oluşturulmak suretiyle; suçlu, zanlı, rejim düşmanı, gerici gibi nitelemelerle dışlamak ve istifaya götürmeye 
çalışılması ele alınacaktır. Türkiye’nin o dönemde yaşadığı derin ekonomik krize ve terör olaylarına rağmen ülkenin ayrıca siyasi krize de sürüklenmesine yol açan gayrı hukuki müdahaleler ve bu müdahalelerin medyaya uzanan ilişkilerini, atılan manşetlerin, yazılan haberlerin sosyal sonuçlarının planlanarak nasıl yapıldığını, bu gayrı hukuki müdahalelere karşı duran medya mensuplarının kamuoyundaki itibarlarını bitirmek için yürütülen sistematik itibarsızlaştırma adımları dönemin tanıkları ve mağdurlarının ifadeleriyle ele alınacaktır. Son olarak, adına “Andıç olayı” denilen hadise, medya mensuplarının bir kısmının 
itibarsızlaştırılması çerçevesinde işlenecektir. 

1. Gazetecilik Mesleği ve Toplumsal Rolü: 

 Gazetecilik mesleği, yapısı itibariyle toplumun haber alma/haber verme kanallarını oluşturur. İletişim kanalları sayesinde toplumun ortak bilgi havuzuna 
haber taşır ve bu sayede kamuoyu paylaşılan bilgi ve haber ışığında dünyadan, ülkeden, olaylar ve insanlardan haberdar olur. Ancak bilgi alış-verişi ve haber verme biçimi önemlidir. Zira habercilikte kullanılan dil ve üslup habere konu olan kişi ve olayın algılanmasını sağlayacaktır. 

2. Basın Kanunu: 

 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Gazetecinin Doğru Davranış Kuralları” başlığı altında gazetecinin sosyal rolünü yürütürken uyması gereken sorumlulukları 
bir ilkeye bağladığı görülmüştür. 
Bu amaçla gazetecinin haberi ele alırken kullandığı dil, haberde kullandığı fotoğraf, habere konu olan kişinin insan hakları ve mahremiyeti, özel hayatın 
güvencesi, yargı bağımsızlığı gibi önemli konulara net bir biçimde ilkeler getirmiştir. 

 28 Şubat süreci olarak adlandırılan ama daha önce 1960, 1971, 1980 darbe ve muhtıralarında da görüldüğü üzere olası bir askeri müdahale plan ve 
uygulamaları medya organları eliyle kamuoyunun hazırlanarak sürdürüldüğü bir sürece dönüşmüştür. 

 Komisyonumuzca bilgisine başvurulan Hürriyet gazetesinin uzun yıllar başyazarlığını yapmış, halen CHP İstanbul Milletvekili olarak parlamentoda görevli olan Oktay EKŞİ; “Darbelerde Türk basını, adliyesi, tüccarı, siyasetçisi farklı tavırlara girmiştir. Mesela 26 Mayıs akşamı hazırlanan gazete ile 27 Mayıs sabahı okurun eline aldığı gazete aynı değildir. Gece 03:30’da darbe olunca gazete tümüyle değiştirilmiştir” diyerek gazetelerin darbe geceleri yaşadığı değişimi ifade etmiştir. 

 Komisyonumuzca bilgisine başvurulan Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin GÜLERCE, medyanın 28 Şubat sürecindeki rolüyle ilgili olarak; “1995’ten itibaren veya Refah-Yol Hükümeti kurulduktan itibaren Türkiye’de belli gazetelerin, ulusal gazetelerin manşetlerine ve yazarlarının yazılarına baktığınız zaman, zaten her 
şey ortada yani benim bir daha bir şey söylememe gerek yok ki, bunların hepsi çok açık. “Ne yaptı?” diyorum. Mesleğimden utandığımı söylüyorum 28 Şubattaki medyanın rolünden dolayı yani bunun hiçbir izahı yok, anlaşılır bir tarafı yok. Yani medya, patronlarıyla, gazetecileriyle durumdan vazife çıkardılar.” diyerek, medyanın 28 Şubat sürecinde üstlendiği sosyal role ilişkin tespitlerde bulunmuştur. 

3. Basın-Yayın organlarının REFAH-YOL’a bakışı: 

 1990’lı yıllarda Türkiye’de, yazılı, görsel ve işitsel medyada, basım yayım ve dağıtım alanıyla kamuoyunu etkilemesi bakımından iki ayrı medya grubunun var 
olduğu görülmüştür. Bunlar; Aydın Doğan’ın sahibi olduğu medya yayın organları ile Dinç BİLGİN’in sahibi olduğu yayın organlarıdır. 
05.10.2012 tarihinde Dinç BİLGİN, her ne kadar basın yayın etiği medya kuruluşlarının haber, yazı ve fotoğraflarında tarafsız olmayı ana ilke olarak benimsemiş olsa da, bu dönemde söz konusu iki medya grubunun da, iki ayrı merkez sağ partiyi haber ve yayınlarıyla desteklediklerine işaret ederek, Komisyona şu açıklamalarda bulunmuştur: 

“…basında inanılmaz büyük bir rekabet sürüyordu iki büyük grup arasında, yani Doğan Grubu’yla benim grubum arasında kıyasıya rekabet vardı, hatırlarsınız. 
İşte promosyon savaşları, o savaşlar, bu savaşlar… Bu iş bir ara siyasi arenaya da sirayet etti, itiraf edeyim. Pek doğru olmayan bir şekilde. Mesela biz Doğru 
Yol Partisine destek çıktık, destek olduk grup olarak, Doğan Grubu da Anavatan Partisine destek oldu o tarihte. Yani basının işlevi o tarihte bozulmaya başladı, 
itiraf etmem lazım. Yani o rekabet sürdü, sonuna kadar o rekabet sürdü.” 

 Bunun yanında iktidar partisi olan Refah Partisi’nin yayın organı olarak bilinen Milli Gazete, aynı çizgide yayın yapan Vakit gazetesi, Cuma ve Yörünge gibi 
dergiler yanında iktidarın tümüyle karşısında olduğu yayın çizgisiyle ortada olan Cumhuriyet gazetesi de bu süreçte yayınlanan gazete ve dergi arasındadır. 

 Bu süreçte, iki büyük medya grubuna ait gazete, TV ve radyolarda Refah Partisi’nin temsil ettiği Milli Görüş çizgisini, irticai düşüncesi olarak tanımlanırken; O dönem haber başlıklarını genel olarak değerlendirdiğimizde; Şeriat propagandası, Humeyni uyarısı, Tarikat liderleri, Türkiye İran mı olacak? Gibi haberlerle toplumda sözde irtica korkusu oluşturmaya yönelik başlıklar dikkat çekicidir. Bunun yanında stratejik haber ve yazılarda Refah Partisi’nin ideolojik diline dönük “suç algısı” oluşturmak için yayınlanan yazı ve haberlerinde olduğu gözlenmiş; “Refah Partisi’nin etnik milliyetçiliğe karşı kardeşliği öne çıkaran bir tutum izlemesi, basında “yıkıcı ve bölücü unsurlarla” işbirliği” veya “Kürtçü-İslamcı ortaklığı” şeklinde takdim edilmiş, ERBAKAN’ın temelde toplumsal kaynaşmayı esas alan söylemleri ülkeyi bölmekle eş tutulmuştur. RP’nin yarattığı tartışma ortamıyla “darbe olasılığı” yeniden seslendirilmeye başlamıştır. 

 REFAH-YOL döneminde hazırlanan ve promosyon yasağı getiren düzenleme basında, “Cumhuriyet tarihinin en ağır para ve hapis cezalarını” öngören yasa 
tasarısı diye lanse edilerek, Basın Konseyi tarafından yasanın aleyhinde protesto kampanyası başlatılmış; Avrupa Gazeteciler Birliği ve Dünya Gazeteciler 
Birliği, “sansür girişimi” olarak nitelenen bu tasarıya karşı tepki göstermişlerdir. 24 Kasım günü de CHP tarafından “Haberime dokunma” başlıklı bir kampanya 
başlatılmış ve bir miting düzenlenmiştir. 

 Başbakan Yardımcısı Tansu ÇİLLER tarafından “Birinci Anadolu Basın Kurultayı” nda yapılan konuşmada, “bunlar artık birer bağımsız siyasi parti  haline gelmişlerdir. Siyaseti yönlendirmek değil, siyaseti etkilemek değil, siyasi parti gibi hareket etmişler, ‘Biz Adnan Menderes’i astık, seni de asarız’ 
diyorlar” ifadeleri yer almıştır. ÇİLLER, basın-yayın organlarını “Anadolucular” ve “Kartelciler” olarak ikiye ayrıldığını söylemiş; bu açıklamalar “Kartelci” 
basında tepkiyle karşılanmıştır. 

 Bu tepkiler üzerine, düzenleme hayata geçirilememiştir. 29 Kasım’da Basın Konseyi tarafından yapılan açıklamada, “REFAH-YOL Hükümeti’nin basın için 
hazırladığı sansür senaryoları, kamuoyu ve medyanın yoğun tepkisi üzerine uygulamaya sokulmadı” açıklamasını yapmıştır. 

 Yine aynı dönemde haberlere etki eden bir diğer unsurun da asker olduğu gözlenmiştir. “Adının açıklanmasını istemeyen bir askeri yetkili” spotuyla verilen 
haberler, siyasi iktidara karşı siyasi muhalefet yerine askeri muhalefeti oluşturma gayreti olarak görülmüştür. Özellikle 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan bu yeni muhalefet tarzı, zaman zaman “asker şapkalı gölge”, “askeri yetkili”, “asker rahatsız” üst başlıkları ve fotoğraflarıyla siyaseti “terbiye” etme eğilimine 
girildiğini göstermiştir. 

Yine süreç ilerledikçe “adının açıklanmasını istemeyen askeri yetkililerin” nedense adını da, fotoğrafını da açıklamaya başladığı yeni bir sürece girildiği 
gözlemlenmiş, bu suretle “Ordu’da komutan konuşur” ilkesinin de ihlal edildiği, Genelkurmay başkanı dışında; 2. Ordu Komutanı, zaman zaman alt kademe 
askeri yetkililer açıkça, adlarını, askeri görevlerini hiçbir şekilde gizleme ihtiyacı dahi duymadan gazetelere açıklamalar yaparak, laiklik uyarılarında bulunarak 
parlamentoda bulunan muhalefet partileri eliyle yapılması gereken muhalefetin askeri görevliler eliyle yürütüldüğü bir ortama girilmiştir. 

Dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, 17 Nisan 1997'de ailesiyle birlikte Hac görevini yerine getirmek için Suudi Arabistan’a giden Başbakan Erbakan'a yönelik küfürlü sözlerinin görüntülü video kaydının televizyonlara yansıması dikkat çekerken, asıl orada kullanılan ifadelerin çirkinliği ve nezaketsizliği yanında gerek Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in gerekse Genelkurmay Başkanının verdiği tepki daha da dikkat çekici olmuştur. 

Dönemin siyasetçileri, askerleri ve hukukçuları ülkenin Başbakanına açık bir hakaret ve suç içeren bu açılamaya tepki göstermek yerine Jandarma Bölge 
Komutanı Özbek'e sahip çıktıkları görülmüş, Özbek'in hakaret sözlerine en ilginç yorum ise Demirel'den gelen 'Bu bir boşalmadır...' tanımı olmuştur. 

 Özbek'e destek veren Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal ise, " Hiç kimsenin ağzına fermuar dikecek halimiz yok " demiştir. 

 CHP lideri Deniz Baykal da Özbek'in açıklamalarının ardından; " Hükümet kaldıkça sürekli olarak kriz meydana geliyor. Hükümet kaldığı sürece kriz de sürecek " açıklamasını yapmıştır. Erbakan'ın hac dönüşü, " Bir hafta gittim. Hepinizin ayarı bozulmuş " sözlerine de tepki gösteren Baykal, Çevik Bir'in 
' Balans ayarı yaptık ' sözüne atıfta bulunarak, " Buna psikolojide 'Freudyen Spirit' denir. Bu halde kişi kompleksi olan kelimeye takılır. Erbakan da son 
zamanlarda bir ayar takıntısı var " demiştir. 

 Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden ise Erbakan için, "Kendi gözündeki merteği görmez. Başkasının gözündeki çöpü görür. Onlar önce kendi 
ayarlarını düzeltsinler" diyerek, Özbek'in sözleriyle ilgili olarak da, "Ben bunları 20 yıldır söylüyorum. Hem de daha sert biçimde ama bazı kişiler söyleyince 
böyle olay oluyor. Susmak doğru değil. Herkes konuşmalı" diye açıklama yapmıştır. 

ANAP lideri Mesut Yılmaz da, gazetecilerin sorusuna "Bir ayar bozukluğu olduğu doğru" cevabını vermiştir. 

 Komisyonumuza bilgi veren Hasan Hüseyin Ceylan, “Erbakan Hocam havaalanından döndü, havaalanında Sayın bugünkü Cumhurbaşkanımız da bendenizi karşıladı. Elimizde bir dosya, Osman Özbek Paşa’nın emekliye sevk edilmesiyle ilgili hazırlanmış muhteşem bir kanun, hukuki bir dosya. Sayın Başbakanımıza verdik, hiçbir açıklama yapmadı havaalanında, geldi “ Ben bunu Sayın Cumhurbaşkanına arz edeyim.” dedi. Paşa’nın öfkesini, hazırlanan emeklilik yazılarıyla birlikte Demirel’e arz etti. Demirel o gün bütün Türkiye’ye gazetelerde manşet olan “Paşa’nın öfkesi bir boşalmadır.” diyerek dünyanın en rezil manşetinin çekilmesine vesile olan açıklamasını yaptı” demiştir.127 

 1 Eylül 1996 tarihli Sabah gazetesinde “Karadayı’dan Humeyni Dersi” başlıklı haber, Genelkurmay Başkanının “ilk kez Sabah’a konuştuğu” spotuyla verilen 
haberde, “Ordu’nun 3 hassas konusu” başlığıyla siyasi iktidara uyarı anlamına gelecek şekilde açıklamasına yer verilmiş, Bu nitelik ve üslupta haber ve yazıların arttığı ve toplumun siyasi iktidarın gitmesi yönünde hazırlandığı anlaşılmaktadır. 

   Bu dönemde medya mensuplarıyla iletişimin dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgenerel Erol Özkasnak’ın koordinasyonunda yürütüldüğü, buradaki çalışmaların Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir tarafından talimatlandırıldığı görülmüştür. O dönemdeki medya mensuplarıyla yapılan görüşmelerin, telefon trafiklerinin bu iki askeri yetkilice yapıldığı, medya mensuplarının komisyonumuza verdiği bilgiler çerçevesinde ortaya çıkmıştır. 

 Erbakan’ın istifasıyla sonuçlanan sürece kadar haberlerle adeta toplumun belirli fikir ve kanaatlere doğru götürülmek istenildiği açıkça görülmüştür. 

Bu dönemde meydana gelen Resepsiyon haberlerinde ikram listesinde alkol’ün olup-olmaması, laiklik hassasiyetinin asker merkezli açıklamalarla öne alınması, 
sakallı milletvekillerinin öne çıkartılması, kuran kursu ve imam-hatiplerle ilgili haber ve görüntülerin öne çekilmesi, Sincan’da gerçekleştirilen Kudüs günü 
etkinliğinin haber ve görüntülü TV’lere yansıtılma biçimi, Başbakan’ın sakallı korumalarıyla ilgili “silahlı yapılanmaya gidiliyor” havasında verilen haberler, 
Kayseri’de Erbakan’ın programında Refah Partisi il teşkilatınca görevlilere giydirilen elbiselerin bir sivil askeri koruma oluşturuluyor havasının verilmesi, av için kullanılan pompalı tüfeklerin satış rakamlarının öne çıkartılması, Libya ve İran’ı kapsayan dış gezinin yansıması, D-8 çalışmalarının haberlerde yansıtılma biçimi, Ramazan ayında Diyanet mensuplarına Başbakanlık konutunda verilen iftar yemeğinin yansıtılma biçimi, öte yandan siyasi iktidarın sayısal çoğunluğunu istifalarla azınlığa düşmesi için yapılan haber ve olayların yansıtılması, Spordan sorumlu Bakan Bahattin Şeker’in gördüğü baskı ve istifasına giden süreç dikkat çekmiştir. 

 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in iktidar ortağı bulunan eski partisi DYP içindeki milletvekilleriyle yaptığı görüşmeler ve yansımaları, istifa haberleri, 
MGK’da yapılan 9 saatlik toplantı ve toplantı öncesi oluşturulan atmosfer, sonrası yapılan haber ve yazılar, yeni hükümet arayışlarına gidilmesi yolundaki 
haberler, Sayın Demirel’in Başbakan Erbakan’a yazdığı mektup ve mektubun haberleştirilme biçimi ve bazı gazetecilerin PKK ile temasta olduklarına yönelik 
Şemdin Sakık’ın ifadesinden yola çıkılarak Andıçlanması gibi ana olaylar medya’nın 28 Şubat sürecindeki rolünün ortaya çıkması bakımından önemli veriler sunmuştur. 

 Bu dönemde medya ve asker ilişkileri ele alınırken, her iki grupta da görev yürüten yetkili isimlerin olağan dönemlerde pek rastlanılmayan birebir ilişkileri 
komisyonumuzca bilgisine başvurulan 6 gazete sahibi, 10 gazeteci ve yazar, 3 genel yayın yönetmeni, 2 Ankara temsilcisi, 3 televizyon programcısı ve 
dönemin askeri ve siyasi yetkililerinin verdiği bilgilerle ortaya çıkmıştır. 

 Dönemin Sabah Grubu’nun sahibi olan Dinç Bilgin, 05/10/2012 tarihinde komisyonumuza dönemin askeri yetkilileriyle yaptığı görüşmeye ilişkin bilgiler vermiş, “ Genelkurmay karargahına davet edildiğini, bir odaya alındığını ve gazetesinde çıkan haber ve yazılarla ilgili sorulara muhatap doluğunu ” beyan etmiştir. 

 Komisyonumuzca 15/10/2012 tarihinde görüşlerine başvurulan Zaman gazetesi imtiyaz sahibi Alaaddin KAYA ile Vatan Gazetesinden Zafer MUTLU 
da 5/10/2012 tarihinde asker-medya ilişkilerine değinmiştir. 

28 Şubat döneminin etkin gazeteleri olan Hürriyet ve Doğan Grubu basın yayın, Sabah-ATV Grubu ve bu gazetelerde genel yayın yönetmenliği görevlerinde 
bulunmuş gazetecilerin, ayrıca Zaman Gazetesi’nin sahibinin ve Genel Müdürü’nün verdiği bilgiler göstermiştir ki, asker 28 Şubat döneminde hiç olmadığı kadar medya mensuplarıyla iletişime geçmiş, gazeteciler karargahlara çağrılmış, haber ve yazılara ilişkin talimatlar verilmiş ve takiplerin yapıldığı ifade “ Gerekirse Silah Kullanırız ” tehdidinin yapıldığı açıkça ortaya çıkmıştır. 

  _ 28 Şubat Döneminde Habercilik Örnekleri: 

 Gazeteciliğin en temel kurallarından birisi de, bilgi ve belgeye dayanmayan, tümüyle veya bir bölümüyle yalan haber yayınlamamak tır. 28 Şubat sürecinde ise yapılan siyasi bir çok haberin bilgi ve belgeden yoksun yapıldığı görülmüştür. Örneklerini aşağıda vereceğimiz olaylar zincirinde kimi tümden olmamış bir olayın olmuş gibi gösterilmesi, kimi var olan olayın algılatılmak istenildiği gibi 
haber dili kullanılarak gazetelerde yer aldığı görülmüştür. Bu tür haberlerin bir kısmı “asker kaynaklı” olarak ilan edilmişse de, daha sonra gösterilen tepkilerin ardından Genelkurmay Başkanlığınca tekzibi yapılmıştır. 

 Bir kısım haberlerde siyasiler açıkça hedef olarak gösterilmiş, mahremiyet ihlali yapılmış, kişi hak ve özgürlüklerine açıkça müdahale edilmiştir. Tekzibi yapılan haberlerin ise kamuoyuna verilmek istenen bir mesaj şeklinde yaptırıldığı haber dili, kaynak ve haberin yayınlandığı gazete bakımından ele alındığında haber her ne kadar tekzip edilmiş olsa da, haberin bir psikolojik harekatın parçası 
olduğu gözlenmiştir. En çarpıcı örneği yeşil sermaye olarak adlandırılan sermaye grubuna ait ürünlerin artık Genelkurmay Karargahınca satın alınmayacağına dair yapılan “Ambargo” haberidir. Haberde bir liste yayınlanmış, bu listede yer alan firmaların ürünlerinin adı yazılmıştır. Kamuoyu günlerce bu ambargoyu konuşurken genelkurmay böyle bir ambargonun olmadığını bildirmiştir. 

 28 Şubat döneminde, gazetelerin, Refah Partisinin içinde olduğu bir hükümetin kurulmasını istemediği haber ve yorumların tetkikinden açıkça görülmektedir. Ancak bu aleyhtarlığın, Refah Partisinin 1995 seçimlerinde birinci parti çıkmasıyla sistematik bir “karşı atağa” geçilmesine yol açtığı, haber ve fotoğrafların toplumsal ilgiyi kırmaya dönük, tahkir edici, küçültücü, incitici nitelikler taşıdığı gözlenmiştir. Demokratik teamüller gereği TBMM Başkanı, seçimlerden birinci parti çıkan partinin adayına destek verilerek seçilir, yine aynı şekilde Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini de ilk o siyasi partinin genel başkanına verirken 1995 seçimlerinden sonra oluşan parlamento yapısında bu teamüller hiçe sayılmış; TBMM Başkanlığına Anavatan Partili Mustafa Kalemli seçilmiş, ardından halkın tercihleri doğrultusunda seçimden birinci çıkmış bir siyasi partiyi hükümet kurma görevinden uzaklaştırmak için haber ve yazılar yayınlanmıştır. Nitekim bu baskı ve oluşturulan kamuoyu sayesindedir ki Refah Partisi hükümeti kurma görevini almış olmasına rağmen hükümeti kuramamış ve görevi iade etmiştir. 

Özetle, döneme ait medya haberleri incelendiğinde medya’nın “askerden yana” tavır aldığı ve kullandığı haber dilinde siyasetçiyi yargılayan, dışlayan, suçlayan bir tavra girdiği açıkça gözlenmektedir. Bu meyanda; Ağustos 1997 tarihinden itibaren taranan gazete başlıkları ve stratejik haberler okunduğunda bu tavır kendini göstermektedir. 

28 Şubat’a götüren süreçte 1996 yılında yayımlanan haberlerin ve atılan manşetlerden bazıları şunlardır: 

- 14 Ağustos, Hürriyet, “ 70 Yıllık imajımız güme gidiyor ” 

-30 Ağustos, Sabah, “ Geriye değil ileriye ”, “ Erbakan’ın ilk kıyafet uyarısı ”, “ Sağ basında türban tahriki”, “ Refahlı Erbaş’a PKK töreni ” 

-31 Ağustos, Sabah, “ Gergin gece ”, “ Davette yüksek gerilim ”, “ Laiklik konusu kötüye gidiyor” 

 -1 Eylül, Sabah, “Karadayı ilk kez Sabah’a konuştu”, (Fatih Çekirge imzalı haber) “Karadayı’dan Humeyni Dersi (Manşet)”, “Spot: Ordu’nun 3 hassas konusu”, 

-4 Eylül, Sabah, “Erbakan devre dışı” (ABD’li yetkililerin Başbakan Yardımcısı Tansu Çillerle temas kurması üzerine) 

 -20 Eylül, Hürriyet, “İlk Hedef Kazan /M. Yılmaz’ın Refahı İndirme Planı yazısı”, “ABD’yi şoke eden demeçten U dönüşü”, “Çiller BBC Muhabirine ağlamış”, 

-21 Eylül, Sabah, “Darbesiz İndiririz / Mesut Yılmaz’la Fatih Çekirge’nin röportajı”, “Rahmi Koç : Hoca Hazırlıksızmış” 

- Milliyet, “Paket Depremi /iş dünyası Refah-Yol’un kaynaklarını topa tuttu”, “CIA : Saddam’ı Hoca Kurtardı”, “Şeriatçı Öğretmenler”, 

-2 Ekim, Milliyet, “Demokrasi Korosu” 

-5 Ekim, Milliyet, “Cuma’da Tahrik/Kocatepe’de Şeriat provası”, “Taliban değil Aczmendi”, “Şeriattan kaçıyorlar / Afganistan’dan bildiriyor-Özel Yazı dizisi”, “10 Kasım’a Sınav konuldu”, “Avukatlara Türban izni”, “Savcılar gerekeni yapıyor” 

 -14 Ekim, Milliyet, “Refah’ın iki yüzü”, “Hoca’nın Atatürkçülüğü” 

-16 Ekim, Sabah, “Elçilerden Muhtıra / Çiller’e Büyükelçilerden Diplomatik Muhtıra 

-17 Ekim, Milliyet, “Laiklik Uyarısı”, “Erbakan’dan Gizli Temas”, “DYP İzmir Milletvekili Gencay Gürün istifa etti”, 

-20 Ekim, Milliyet, “Aşiret Devleti gibi / DYP’den istifa eden Gencay Gürün’ün açıklamaları”, “Türbanlı Yargıç Milliyet’e konuştu” 

 -21 Ekim, Cumhuriyet, “Demirel’in rejim dersi” 

-12 Kasım, Sabah, “Harp okullarına sızma planı”, “Ata’nın büstüne çirkin saldırı, “Karatepe olayı/ Anap ve DSP’: Görevden alınsın”, 

-14 Kasım, Milliyet, “Gidin başkaları gelsin / İş dünyası isyan etti”, “Refahlı Şimdide Mehmetçik’e taktı” 

-20 Kasım, Milliyet, “Bu kafayla 2000’e”, “Hoca’dan Fasa fiso” 

-22 Kasım, Hürriyet, “Sivil Toplum Ayakta” 

-11 Aralık, Milliyet, “Erbakan İmzaladı / Başbakan Direndi, Ordu taviz vermedi. 58’i irticacı, 69 Subay ve astsubayın TSK ile ilişikleri kesildi- haber”, “Köşeli Uyarı: ANAP Lideri Yılmaz Demirel’le görüştü, siyasi uyarıda bulundu.” 

-13 Aralık, Sabah, “Ordu Rahatsız” 

-20 Aralık, Hürriyet, “Bu defa işi Silahsız kuvvetler halletsin / Ertuğrul Özkök imzalı yazı ve haber” 

-29 Aralık, Hürriyet, “Böyle basıldı /Aczmendi Lideri Müslüm Gündüz’ün Fadime Şahin!’le basılma anı” 

ARALIK: TAHRİKLER BİTMİYOR / HÜRRİYET 

-Refah Partisi türban, karayolu ile hac, kurban derileri, Taksime cami krizlerini yeni krizler yaratarak daha da tırmandırıyor. 

- Kadın televizyon muhabirine saldırı 

- Kudüs gecesinden Hoca haberdar 

- DGM’de Kudüs Gecesi krizi 

 2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***