Mahir Kaynak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mahir Kaynak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2018 Pazartesi

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 21

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 21



IX. BÖLÜM

DÜŞÜN GAZETESİ İLE YAPILAN SÖYLEŞİ(*)


Düşün: "Bomba Davası Savunma 1" adlı kitabınız ikinci baskısını yaptı. Ayrıca
kitabınızın ikinci cildi de çıktı, izleyebildiğimiz kadarı ile oldukça ilgi var. Siz bu
durumu neye bağlıyorsunuz?
Talat Turhan: Dünya adalet tarihinde Sokrates, Galile, Drey-füs, Sacco ile Vanzetti, Reichtag Yangını, Rosenberg'ler gibi ilginç davalara rastlamaktayız.
Türk adalet tarihinde de benzeri siyasal davalar bulunmaktadır. Bomba Davası'mn bu nitelikte bir dava olduğuna ilişkin savımız; bugün birçok değerli yazar tarafından benimsenmiş ve kamuoyuna mal olmuştur. Bomba Davası ile Yunanistan'daki Aspida Davası arasında da benzerlikler bulunmaktadır.
Bomba Davası, TSK-Politika ilişkilerinin rayından çıktığı 12 Mart sürecinde, TSK üst kademelerinde yarım kalmış bir hesaplaşmanın aracı olarak kullanılmak istenilmiştir.
12 Mart döneminde hak, hukuk, adalet, yargının bağımsızlığı ve üstünlüğü, insan
haklan vb. gibi çağdaş düzenlerde kutsal sayılan kavramlar toplumun sosyal
gelişiminden tedirgin olan ilkel beyinler ve çevrelerce pervasızca çiğnenmiştir.
Çağdaş dünyanın kutsal saydığı bu kavramlar hiçe sayılıp sahneye konulan, bu ve benzeri davalarda politika adalete yeğlenmiş, tertipler tertipleri kovalamıştır. Oysa anılan kavramlar demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri oldukları için, Bomba Davası Savunmacıyla evrensel değerlerin ve Demokrasi'nin savunması yapılmaya çalışılmıştır.
Savunma'nın bu yönü toplumun ilgisini çekmiş olabilir.
12 Mart'ta suskun kalan organlar ve iktidar yetkilileri 12 Eylül’lere
(*) Y.n.: Söyleşi, Bomba Davası-Savunma 1 adlı kitabımın yayınından sonra yapılmıştır.
davetiye çıkaracak ölçüde aymazlık içinde olduklarını algılayamamışlardır.
D: Ülkemizde Silahlı Kuvvetler ile ilgili konularda yazı yazmak, eleştiride bulunmak adeta tabudur, oysa siz bu konuyu en ince ayrılısına kadar inceleyip kitap halinde topladınız. Bu konuyu kitap halinde toplamanızın amacı nedir?
TT: Gerçekte Savunma'mın tümü ekleriyle 5000 sayfalık 10 klasörden oluşan
hukuksal bir belge niteliğindedir. Mahkemeye sunularak bir döneme egemen olan aşağılık ve iğrenç işkenceler ve Sahte Operasyon'lardan oluşan tertiplerin
açıklanmasına çalışılmıştır. Bu şekli ile tarihçiye ışık tutmak amacını gütmüş, büyük tirajlı gazeteler basımına istek gösterdikleri halde bazı çevrelerce(!) bu girişimleri önlenebilmiştir.
Daha sonraki evrede, karşı-devrimcilerin gerçekleri saptırma girişimlerini
yoğunlaştırması, bazı kişilerin savunma içgüdüsü içerisinde olayları tek boyutlu
olarak çarpıtma girişimleri, kitabı yayınlamama neden oldu. Tarih ve insanlık önünde suçlu olanları açığa vurmak ve hesaplaşmak görevimizi yerine getirdik.
12 Mart'ları 12 Eylül'lerin izlemesi, 24 Ocak kararlarının uygulamasını emniyete
almak için politik alt yapıyı yapay ve güdümlü düzenleme girişimleri, Atatürk diye diye Atatürkçülük'ten uzaklaşılmasına tanık olmam da kitabın yayınlanmasında etken oldu. Çünkü daha öncede bu ve benzeri olaylara ilişkin belgesel ve açıklayıcı uyanlarda bulunmuştum.
Gerçek demokrasiyle tabuların bağdaşacağı kanısında değilim. Eleştiri ve
özeleştiriden sakınan güçlerin kendilerini yanılgılardan arındırabileceklerine
inanmıyorum. Bu bakımdan kitabım, bir ölçüde de olsa bazı tabuların yıkılma işlevini yerine getirebilmişse amacına ulaşmış sayılır.
D: Bizim ülkemiz gibi ülkelerde Silahlı Kuvvetlerin, politikayla sürekli ilgisi olduğunu politik bazı çalışmalar yapıldığını, gerek sizin gerekse diğer yazarların kitaplarından öğreniyoruz, bunun temelinde yatan "neden" sizce nedir?
T.T.: Askeri Ceza Yasasına göre askerlerin (Er'den Mareşal'a kadar) politika yapması yasaktır.
Anayasa'ya göre Milli Güvenlik Kurulu'na üye olan Komutanlar bir anlamda politikayı yönlendirecek yetkilerle donatılmışlardır. Bu kadarı ile yetinilmeksizin zaman zaman Anayasa dışı girişimlerde bulunmuştur. MGK yetkileri; 1961 Anayasası'nı 1488 sayılı yasa ile değiştirilen 1971 Anayasası ve 1982 Anayasası ile her geçen gün artırılmıştır. Denilebilir ki, TSK'nın politika üzerindeki ağırlığı bu yolla artırılmıştır.

Kitabımda, niteliğinden Türkiye'de ilk kez sözü edilen ve kamu oyuna tanıtılan ve 12 Mart'tan bu yana ülkemizde geniş ölçüde teoriden pratiğe geçirilen, CIA ajanı David Galula'nın "Ayaklanmaları Bastırma Harekatı" adlı kitabında bir ülkede Temizlik Operasyonu (Demokratik sol ve sosyal demokrasi dahil, her türlü legal ve illegal solun etkisizleştirilmesi) sürecinde askerlerin politika ile uğraşmaları önerilmektedir.
Bu öneri ile güdülen amaç açıktır. Sol'a karşı önyargıyla olumsuz koşullandırılan
askerlerin Milliyetçilik=Antikomünizm anlayışına itilerek Amerikan yanlısı bir politikaya araç edilmesi istenilmektedir.
ABD kaynaklı talimnamelerle "Gayri Nizami Harp" kuramlaştırılmış, bu amaçla
yerüstü ve yeraltı örgütleri kurulmuştur. Bu örgütlerin finansmanı dolarlarla
sağlanmaktadır. Bu örgütlerin kuruluş şemalarında politik kadrolara yer verilmiştir.
Kuşkusuz bu kadroların ulusal çıkarlar doğrultusunda politika yapması olanaksızdır.
Tüm bu çelişkiler yumağı içerisinde, süper güçlerin kontrolüne alman tüm ülkelerin TSK politika içine çekilmektedir. Bu yöntemle süper güçler kontrolü altına aldığı ülkelerde çıkarlarını emniyete almaya çalışmaktadırlar.
Kitabımda TSK-politika ilişkilerinde süper güçlerin etkinliğini ortaya koyabilmiş isem gerçek demokrasiye bir ölçüde katkıda bulunacağımdan mutluluk duyarım.
Ülkemizde başlangıçtaki TSK içinde devinimlerde (1940–1960) Ordunun demokratik bir düzene duyduğu özlem yanında, iktidarların başarısızlıkları ve politikacıların yeteneksizliği onları politika içine çekmiş olabilir. Bunun yanında, Slh. K.'ler mensuplarının dış dünya ile daha yoğun ilişkiye geçmeleri sonucu -görevleri nedeniyle- geri kalmışlığımızı gözleme, algılamaları da aceleci bazı formüllerin çekiciliğinden çare arama yanılgısına itmiş olabilir.
Daha sonraki devinimlerin (1971–1980) süper güçlerin ve onların istihbarat
örgütlerince yönlendirildiği savunmamda açıklanmış ve zaman içinde de bu gerçek en yetikli kişilerce doğrulanmış, özellikle 12 Eylül sonrası yayınlanan bazı kitaplarla konu daha da derinlik kazanmıştır.
Yazılanlar gerçekse süper güçler ülke düzenlerindeki gelişimin aleyhlerine yöneldiğini algıladığında terör ve anarşiyi kışkırtıp güvensizlik ve iktidar boşluğu yaratmakta, hiyerarşinin gücünü amaçlan doğrultusunda kullanmak için tepedekileri ikna etmekte ve bu nedenle de az gelişmiş ülkelerde darbeleri darbeler izlemektedir.
Gerçek demokrasilerde her kurum, Anayasa ile belirlenen konumunu içine sindirecek ölçüde demokratik erişkenlik içerisinde bulunduğundan, bu düzeye ulaşmış düzenlerde TSK'nın politikaya aktif katılması ve de düzene müdahalesi girişimlerine rastlamamaktayız.
D: 1971'in İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün hakkında Ziverbey işkence
köşkü ile ilgili ve daha değişik konularda çok şey yazdınız. Hatta bir dönem açık
oturuma bile çağırmıştınız, bunlara Türün'ün yanıtı veya tepkisi ne oldu?
T.T.: Bomba Davası'nın 8 Haziran 1973 günkü oturumunda sorgum sırasında,
Orgeneral Faik Türün'ün Sıkıyönetim komutam olduğu bir dönemde, Türkiye'de
sanırım ilk kez resmen bu kişiyi işkencecilikle suçlamış ve bu savımı Duruşma
Tutanağına geçirtmiştim:
"Bugün İstanbul'da işkence şebekesi vardır. Şebeke Faik Türün tarafından
yürütülmektedir. Orada General Ünlütürk'te vardır..."
Savımı kanıtlamak için de, Bomba Davası Savunma 2 adlı kitabımda bir bölümünü açıkladığım üzere, Türün'ü Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığına, Kara Kuvvetleri Komutanlığına dilekçe ile şikayet ettim. O dönemde, Türün'ün gücü anılan makamlarda oturanları aşmış olmalı ki ilgililer ya susmayı ya da gerçekleri yadsımayı yeğleyerek tarih önünde Türün'ün yaptıklarının katılımcısı durumuna düştüler...
Daha sonraları Türün, özellikle Yankı Dergisi ve Hürriyet Gazetesi'ne yaptığı
açıklamalarla bir yandan savlarımı doğrulamak durumuna kendisini düşürürken, diğer yandan ismimden de söz edip gerçekleri saptırma uğraşısı içerisine girdi. Bu tavrı tarih önünde mahkum edebilmek amacı ile kapsamlı bir dosya hazırlayıp mahkemeye sundum. Dosyadan birer adet de Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazetelerine verdim.
Mahkemeden Türün'ün tanık olarak dinlenilmesini istedim. Kuşkusuz bir haftada işine gelmediği için Mahkeme lağvettiren bu kişiyi bir başka Askeri Mahkeme'nin tanık olarak çağırması olanaksızdı. Ama ben insanlık onurunu savunmaya devam etme çabası içerisinde idim.
Türün, askerken de açık kart oynuyor. Benimsediği dünya görüşü koşutunda belirli politik görüşlere ve dinsel sağa hizmet ediyordu. Bu çevreler O'nu dokunulmazlık zırhı içine almak için yoğun politik girişimlerde bulundular. Bilindiği gibi, İstanbul'un tüm duvarları Türün'ü suçlayıcı sloganlarla dolduruldu ve Türün hezimete uğrayıp İstanbul'dan senatör olamayınca, ondan yararlananlar başka yöntemler deneyip Parlamentoya sokmayı başardılar. İşte bu evrede Türün konuşurken, gene gerçekleri yadsıdığını görünce duyarsız kalamadım. 5 Ekim 1977 günkü Cumhuriyet Gazetesi'nde "Türün'den Cevap Bekliyorum" başlıklı yazı ile kendisini "Seçimden önceki bir gün Basın Toplantısı'nda açık tartışmaya çağırdım." Aynı şekilde gerçekleri yadsımaya devam eden Emekli General Memduh Ünlütürk'ü de Politika Gazetesi'nde 10-15 Mayıs 1978 günleri arasında yayınlanan "Talat Turhan, Sadi Koçaş ve Memduh Ünlütürk'e cevap veriyor: Kontrgerilla gerçeği" başlıklı yazı dizisiyle açık tartışmaya çağırdım.
Her ikisi de susmayı yeğlediler... Zihni Paşa İşkence Köşkü'nde ellerim zincirli,
ayaklarım prangalı, gözlerim bağlı iken sorguda bulunan bu insanların, açık
tartışmadan kaçmalarından başka bir tavırları olabilir miydi?
Kanıma ve Kanunlara göre, 12 Mart döneminin İstanbul Bölgesi'ndeki tüm
uygulamaların tek sorumlusunun Türün olmaması gerekir. Türün'ün yasa dışı emir ve isteklerine boyun eğen tüm kurumlar ve kişiler O'nun suçuna katılmış sayılmalıdır.
İşlenen örgütlü bu suç, hiyerarşinin gücünü kişisel iktidar hırslarına alet etmeyi
amaçlayan bir hedefi bulunduğu için, TCK 146. maddesi kapsamı içinde olması
gerekir. 1974 Af yasası kapsamı dışında olan bu suçun hesabı sorulmadan
Türkiye'de işkence ve insan haklarına ilişkin sorunların önü alınamayacağı gibi,
sağlıklı bir demokrasinin tam anlamıyla kurulup işletilebileceğine inanmıyorum.
Sorunun önemi, 12 Mart döneminde örgütlü ve en yetkili organların destek ve
korumalarıyla işkence uygulamalarının başlatılması ve yaygınlaştırmasından
gelmektedir.
D: Silahlı Kuvvetler' in içinde işkence olaylarının yaygınlaşması konusunda
düşünceleriniz nelerdir?
T.T.: Kitaplarımda sorunuzun yanıtını tüm kanıt ve belgeleriyle açıklamaya çalıştım.
Süper güçlerce yeni sömürgecilik yöntemleriyle kontrol altına alınan tüm ülkelerde, Sıkıyönetim, Olağanüstü Hal, Askeri Yönetim, Savaş Hali dönemlerinde işkence uygulamalarının arttığının tanığı olmaktayız.
İşkence tarihi süreç içerisinde her zaman var olmuştur. Ancak, ülkemizde 12 Mart'tan sonra sistematik bir şekilde, dış kaynaklı öğretiler doğrultusunda, bu amaçla yetiştirilmiş "Özel tim"ler veya "Teknik Sorgulama Ekipleri"nce uygulanmaya konulmuştur.
Süper güçler hegemonyası altına aldığı ülkelerdeki kazanımlarını ve çıkarlarım
sürekli korumak için, her türlü provokasyon ve teröre baş vurmak üzere kendi
istihbarat örgütleriyle, onlarca güdülen işbirlikçi yerli istihbarat örgütlerini kullanıp ülkeleri destabilize etmek -istikrarsız hale getirme- ve işbirlikçi iktidarlarca stabilizasyon -istikrar- yöntemlerine baş vurulup halkı susturmak, ezmek ve yıldırmak için işkenceyi araç olarak kullanmaktadırlar.
Türkiye'de de özellikle 1960–1971 dönemindeki özgürlüklerle sosyal uyanıştan
tedirgin olan güçler, legal sol muhalefeti susturmaya çalışırken, öte yandan bugün eski MİT ajanı Mahir Kaynak'ın bile açıklama gereğini duyduğu, Sol'un bir kesimini illegaliteye iterek "Aşı Teorisi" diye adlandıkları yöntemlere başvurmaktadırlar (Milliyet: 21 Eylül 1986).

ABD Latin Amerika ve Vietnam laboratuvarlarında ki işkence konusundaki
deneyimlerini, kontrolü altrıa aldığı ülkelere ihraç etmekte ve bu yöntemlerle
yıldıracağını umut ettiği halklardan oluşan toplumlarda yapay olarak oluşturulan
politik istikran, ekonomik sömürünün bir aracı olarak kullanmaktadır.
Bu nedenle gerçek demokrasi kurulana dek işkencenin tam anlamıyla
önlenebileceğini sanmıyorum.
D.: Silahlı Kuvvetler ile politika ilişkisi hakkındaki düşünceleriniz?
T.T.: Çok kapsamlı olan bu sorunun yanıtını bir ölçüde ikinci sorunuzun yanıtında
vermeye çalıştım. Bugüne kadar yayınladığım yazılar ve Savunma 1 ve 2 adlı
kitaplarda bu konuya değinilmiştir. Gerçekte bu konu tüm boyutlarıyla bilimsel olarak incelenmiş değildir. (1)

TSK 211 sayılı İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesi uyarınca "Cumhuriyeti Koruma ve Kollama" görevinin kendisine verildiğinden hareket edip, bu görevin zamanı
geldiğinde kendi Komuta Kademesinin inisiyatifi içinde karar vermektedir. Oysa
Anayasal düzen içinde Slh. Kuv. Komuta katının böyle bir yetkisi olup olmadığı da bilimsel olarak tartışılmış değildir.

Buna karşın; Atatürk, Cumhuriyeti gençliğe emanet etmiştir...
Oysa gençliğimiz gaflet ve hıyanet içinde olan iktidarlarca kamplara bölünmüş ve "iti ite kırdırmak" diye tanımladıkları yöntemlerle karşı karşıya getirilmiş, ihtiraslı
oportünist politikacılar bu dinamik gücü kendi politik çıkarlarına alet etmeye çalışmış, "Aşı Teori'leriyle provokasyon ve terör ortamına sürüklenmiştir. İktidarlar kendi yarattıkları bu kargaşa ortamına egemen olamayınca sorumluluktan sıyrılmayı başarmış, bir dönemin tüm suçu hapishanelerdeki gençlere yükletilmiştir. 1960'ların "Ordu Gençlik Elele" anlayışı, karşı-devrimcilerin uğraşları sonucu anlamını yitirmiş, Askeri Ceza ve Tutukevlerindeki baskı, kamu vicdanını rahatsız edici boyutlara ulaşmıştır.

Slh. Kuv.'i asıl görevinin dışına çeken her olgu, yıpranmasına ve siyasete
bulaşmasına neden olmaktadır. Oysa düzene egemen olamayan iktidarlar Orduyu sürekli kendi asıl görevi dışına itmekte ve hatta darbe ortamı yaratıp tarihsel suç işlemektedirler.

Sivil-asker ayrımı içinde eğitim, kültür, yaşam ve anlayış farklılığını da Slh. Kuv.
zaman zaman politika içine çeken etkenler arasında görmekteyim.
OYAK ile bazı şirketlerle büyük sermayedarın ortak olması, Kuvvetlerin Vakıflarında üst düzeyde kurulan ilişkiler, bu konuda olumsuz örnekler oluşturduğuna inanıyorum.
Politikaya egemen olan tekelci büyük sermayenin dış bağıntıları da göz önüne
alındığında, kendi ve yakınlarının geleceğini bu güce yaranmada gören askerler, bu ilişkilerde olumsuz örnekler oluşturmaktadır. Eski Gn.
Kur. Bşk.'larından Memduh Tağmaç'ın Sınai Kalkınma Bankası'nda, Semih Sancar'ın
Akbank'ta yönetim kurul üyeliklerine tenezzül etmeleri gibi...
D.: imza günlerinde okuyucularınız en çok neyi merak ederek soruyorlar? Başka
kitaplarınız çıkacak mı? Bu konuda söylemek is-dediğiniz şeyler nelerdir?
T.T.: İmza günlerinde toplumun her kesiminden kitaplarımla ilgilenen okuyucuların varlığını görmek yarınlara olan umudumu pekiştirdi.
Anılan günlerde kuşkusuz çok değişik sorulara muhatap oldum. Ama büyük bir
çoğunluk kitabı önceden okudukları için, Savunma 1 'in, 63. sayfasında yer alan
"Bomba Davası Stratejisinle ilgili sorular sordular. Şemadaki Öngörü onları büyük ölçüde etkilemişti.
Şema, 1975 Kasım ayında Mahkemeye verildiğinde, CHP iktidara geleli bir ay
olmuştu ve güçlü görünüyordu. Oysa ben gelecek bir dönemde CHP'nin
kapatılmasından söz ediyordum. Parti Gn. Başkanı ve yetkili organlarının o dönemde hayallerinin bile alamayacağı bu olasılık, 1980'lerden sonra gerçekleşmişti... Bunu nasıl kestirmiştim?
Öngörü bu kadarıyla da kalmamış:
—Atatürkçü ve Demokratik sol görüşün tasfiye edileceğini,
— 27 Mayıs'ın tam tasfiye edileceğini,
— TSK’nın radikal kesiminin tam tasfiye edileceğim,
— Faşist bir düzenin kurulacağını" açıklıyordum.
Tüm bu söylenilenler 1980'lerden sonra gerçekleşmişti. Bunları nereden çıkarmıştım?
Kendilerine verdiğim yanıtta; ne kahin, ne astrolog olduğumu, ne de boş atıp dolu tutturduğumu açıklamaya çalışıyordum.
Şemada adları yazılı olan ve onbinlerce sayfa tutan dava dosyalarını büyük bir sabır ve özveriyle aylarca incelemiş bu sonuca ulaşmıştım. Gerçekte aynı yönteme başvuran her ilerici, demokrat ve devrimci herhangi bir kişi benzeri sonuçlara ulaşabilirdi.
Bu kadarı ile de yetinmeyip 1976 yılında CHP'li yetkililere ve değerli gazeteci dostum Uğur Mumcu'ya 11 daktilo sayfası bir rapor verip CHP hakkında ne oyunlara başvurulduğunu belge ve kanıtlarıyla açıklamaya çalıştım. Bizi dinleyen olmadı. Düzeni değiştirmek isteyenlerin kendileri "Temizlik Operasyonu" sonucu örgütleriyle saf dışı bırakıldılar...
Buna karşın, bugün Özal, düzenin değiştiğinden söz ediyor... Düzen gerçekten
değişti ama geri vitese takılarak... Oysa tarihsel dinamiğin çarkları ileri dönmektedir.
Kim ne dene desin Türkiye bir-gün kesinlikle Atatürk'ün Tam Bağımsızlık, Anti emperyalist,
Anti kapitalist ilkeleri doğrultusunda halkına yaraşır, gerçekten sosyal
adaletçi, demokratik bir düzene kavuşacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Bilindiği gibi. Savunma adlı İki kitap henüz başlangıçta olup, savların eleştirisini
kapsayan bölümü henüz yayınlanmamıştır. Kamuoyunun ilgisi devam ettiği sürece bu yayın sürdürülebilir, Savunma dışında da bazı kitap çalışmalarım bulunmaktadır...
Muhsin Batur'un "Anılar ve Görüşler", Celi! Gürkan'ın "12 Mart'a Beş Kala" adlı
kitaplarıyla, benim Bomba Davası-Savunma 1 adlı kitabım, bir arada olaylar
yönünden Ankara Savcılığınca incelemeye alınmıştır. 
Bu soruşturmanın sonucunu merakla bekliyor ve bu konuda dava açılmasını gönülden istiyorum. (2)
Bana göre Bomba Davası bitmemiştir. 12 Mart'ın hesaplaşmasını yapmak isteyenler bu işi sonuna kadar götürmek zorundadırlar. Çünkü bu hesaplaşma tamamlanmadan diğerleri yapılamaz...
Düşün Gazetesi'ne bana bazı konular üzerinde düşünme olanağı verdiği için teşekkür ederken, yeni yayın hayatında başarılar diliyor ve okuyucularına saygılar sunuyorum.

Talat Turhan 15 Ekim 1986

Ankara'da Radyoevine el koyan MBK'den Albay Muzaffer Yurdakuler, radyonun
çalışmasını sağladıktan sonra Harp Okulu'ndan Albay Alparslan Türkeş'i çağırır.
Türkeş Harp Okulu'nda kaleme alınan bildiriyi saat 5.25'te radyodan okumaya başlar:

"Dikkat... Dikkat... Muhterem.,
Vatandaşlar, Radyolarınızın başına geçiniz. Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitap edecektir...
Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır. Bu hareketle Silahlı Kuvvetlerimiz partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişimde bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir.
İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyete müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs
etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsaade etmeyecektir. Kim olursa olsun ve
hangi partiye mensup olursa olsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk prensiplerine göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletin aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarının
dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görünmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sığınmalarını rica ediyoruz. Şahsi emniyetleri kanun teminatı altındadır. Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası'na, ve insan hakları prensiplerine tamamıyla riayettir. Büyük Atatürk'ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadıkız. NATO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO'ya bağlıyız. Tekrar ediyoruz; düşüncelerimiz, yurtta sulh, cihanda sulhtur. Türkiye dahilinde bütün garnizonlardaki garnizon komutanları o yerin mülki ve askeri idaresine el koyacaklar ve vatandaşların her hususta emniyetini sağlayacaklardır."
Halkın o yıllardaki esas haber kaynağı Türkiye Radyoları olduğu için, Ankara
Radyosu'nu açanlar, tabii alıcıları yeteri kadar güçlü ise, bir de İstanbul Radyosu'nu yokladılar. İstanbul Radyosu da benzer bir bildiriyi saat 4.36'dan beri dinleyicilerine duyuruyordu:

"Dikkat... Dikkat... Burası İstanbul Radyosu...
Büyük Türk Milleti, Bütün Türkiye'de Silahlı Kuvvetlerimiz 27 Mayıs saat 3.00'ten itibaren idareyi ele almıştır. Bütün vatandaşlarımızın ve Emniyet Kuvvetleri'nin Silahlı Kuvvetlerle yakın işbirliği sayesinde bu harekât hiç bir can kaybı olmadan başarılmıştır. İstanbul'da ikinci bir tebliğe kadar Silahlı Kuvvetler mensupları hariç, sokağa çıkma yasağı konmuştur. Vatandaşlarımızın Silahlı Kuvvetlerin vazifelerini kolaylaştırmalarını ve milletçe ümit edilen demokratik rejimin en kısa zamanda tesisine yardımcı olmalarını rica ederiz.

Silahlı Kuvvetler” EK:2

DEVLET BAŞKANI ORGENERAL CEMAL GÜRSELİN 14 MBK ÜYESİNİN MBK'DEN ÇIKARILDIĞI HAKKINDA RADYOLARDAN KENDİ SESİYLE OKUDUĞU BİLDİRİ

1. Milli Birlik Komitesi'nin çalışmaları, memleketin yüksek menfaatlerini tehlikeye
sokacak bir duruma düştüğünden Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Birlik Komitesi
üyelerinin talepleri üzerine bugün (13 Kasım 1960)den itibaren Milli Birlik Komitesini feshettim.
2. Türk milleti adına yasama yetkisini kullanacak olan yeni Milli Birlik Komitesi üyeleri şunlardır:
Başkan: Gürsel Cemal, üyeler: Acuner Ekrem, Aksoyoğlu Refet, Ataklı Mucip, Çelebi Emanullah, Ersü Vehbi, Gürsoytrak Suphi, Karaman Suphi, Kaplan Kadri, Karavelioğlu Kamil, Koksal Osman, Kuytak Fikret, Küçük Sami, Madanoğlu Cemal, Okan Sezai, Özdilek Fahri, Özgüneş Mehmet, Özgür Selahattin, Özkaya Şükran, Tunçkanat Haydar, Ulay Sıtkı, Yıldız Ahmet, Yurdakuler Muzaffer.
3. Yeni Milli Birlik Komitesi, en kısa bir zamanda kurulacak olan Kurucu Meclis ile
birlikte memleketin nizamını demokratik easlara göre düzenleyecektir.
4. Görevlerinden affedilen üyeler, emekliye sevk edilmişlerdir.
5. Bu konuda, Devlet Başkanından başka bir makam ve şahıs, beyanat vermeyecektir.

Cemal Gürsel
Orgeneral
Devlet Başkanı ve Silahlı Kuvvetler Başkumandanı

Y.n.: 14 Kasım 1960 günlü gazeteler...

Görevlerine Son Verilen MBK Üyeleri
Fazıl Akkoyunlu, Alpaslan Türkeş, Muzaffer Özdağ, Ahmet Er, Rifat Baykal, Orhan Erkanlı, Numan Esin, Orhan Kabibay, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Münir Köseoğlu, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce ve Dündar Taşer.

27 Mayıs Hareketinin Çıkardığı İlk Kanun 1 Numaralı Kanun-Geçici Anayasa(*)
(*) Y.n.: 14 MBK üyesinin tasfiyesi Geçici Anayasa'nın 10 ve 11. maddelerinin açık bir ihlalidir!

Genel hükümlerin ikinci fıkrası: Ordu dahili hizmet kanununun 34. maddesi ile Türk yurdunu ve Teşkilatı Esasiye kanunu ile tayin edilmiş olan Türk Cumhuriyetini kollamak ve korumak vazifesi kendisine verilmiş olan Türk ordusu vatandaşı birbirine düşürmek suretiyle Türk vatanını ve milli varlığı tehlikeye koymuş olan eski iktidara karşı bu mukaddes kanuni vazifesini yerine getirmek ve hukuk devletini yeniden kurmak için Türk milleti adına harekete geçerek milleti temsil vasfını kaybetmiş olan Meclisi dağıtmış iktidarı geçici olarak Milli Birlik Komitesine emanet etmiştir.
Madde 1: Milli Birlik Komitesi yeni anayasa ve seçim kanunu, demokratik usullere uygun olarak, kabul edilip buna göre en kısa zamanda yapılacak genel seçimlerle yeniden kurulacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisine iktidarı devredeceği tarihe kadar Türk milleti adına hakimiyet hakkım kullanır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Teşkilatı Esasiye Kanununa göre sahip olduğu bütün hak ve yetkiler, bu süre içinde Milli Birlik Komitesine aittir.
Madde 2: Milli Birlik Komitesi üyeleri kendi aralarında ve Türk milleti huzurunda şu yeminle vazifeye başlarlar:
"Bir karşılık beklemeden, ahlak, adalet, hukuk ve insan haklan prensiplerinden ve vicdani kanaatlerimden başka bir sınırla bağlı olmaksızın kendimi Türk milletine adadım. Vatanın ve milletin mutluluğuna ve milletin egemenliğine aykırı bir ülkü gütmeyeceğim.

TSK'nın bazı bireyleri bu oldu bitti sonucunda MBK Komitesi'nin meşruiyetini yitirdiği gerekçesiyle Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütü'nün kurulmasına kendilerinde hak görmüşlerdir.
Demokratik Cumhuriyeti yeni Anayasaya göre düzenlemek ve iktidarı yeni Meclise devretmek ülküsüne bağlılıktan ayrılmayacağım. Bunun için şerefim, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine and içerim...
Madde 3: Milli Birlik Komitesi yasama yetkisini doğrudan doğruya kendisi ve yürütme yetkisini Devlet Başkanınca tayin ve Komitece tasvip edilen Bakanlar Kurulu eliyle kullanır.
Madde 10: Milli Birlik Komitesi üyeleri, kendi dileği ile Komiteden çekilebilir: fakat ikinci maddede yazılı yemine ihanetleri mahkeme hükmü ile sabit olmadıkça Komiteden çıkarılamaz.
Madde 11: Vatana ihanet, irtikâp, hırsızlık, sahtekârlık, dolandırıcılık, emniyeti
suistimal gibi şeref ve haysiyet kinci suçlardan veya adam öldürmekten mahkûm
olanların veya kamu haklarından iskat edilmiş bulunanların Komite üyeliği düşer.
Madde 12: Milli Birlik Komitesinin bir üyesi hakkında 10 ve 11. maddelerdeki
suçlardan biri ile soruşturma açılabilmesi yahut bu üyenin tevkif edilmesi veya
yargılanması için Milli Birlik Komitesi üyelerinin yedide altısının katılacağı toplantıda bulunan üyelerin beşte dördünün oyu ile karar verilir. Bir üye hakkında diğer suçlardan dolayı soruşturma yapılması ve bu üyenin yargılanması, Milli Birlik Komitesindeki görevinin sona ermesine bırakılır. Bu süre içinde zaman aşımı işlemez.

Madde 17, Fıkra 1: Milli Birlik Komitesinin Başkam aynı zamanda Devletin ve
Hükümetin Başkanıdır.

Fıkra 5: Devlet Başkanı aynı zamanda Başkumandandır. EK:3

SİLAHLI KUVVETLER BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ'NÜN YEMİNİ(*)
(*) Y.n.: Talat Aydemir' in Hatıraları, May Matbaası, Şubat 1968, İstanbul.

"Türk Milletinin bekası, 27 Mayıs inkılâp ruhunun devamını, demokratik bir
rejimin kurulmasını temin ile M.B.K.nin müspet icraatını destekleyeceğime ve
Türk Silâhlı Kuvvetlerinin siyasetten uzak kalmasının temini hususunda
kendimi şimdiden Türk Milletine feda edeceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

—Yemin 25 Ağustos 1961 günü Jandarma Okulu Şeref salonunda toplanan SKB örgütü üyelerince tabanca üzerine el konulup yapılmıştır." EK:4

SİLAHLI KUVVETLER BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ'NÜN PRENSİPLERİ(*)
(*) Y.n.: Talat Aydemir'in Hatıraları, May Matbaası, Şubat 1968, İstanbul.
— Gölgedeki Adam, Dündar Seyhan, İstanbul, 1966.

28 Haziran 1961

1. Ana prensipler üzerinde kader birliği edilen hayati meselelerdir. Bu prensiplerin komite, meclis ve gerekse dışarıda takip ve tahakkuku için her türlü gayret ve kuvvet sarf edilir. Memleketin ve rejimin selâmeti icabı silâhlı müdahale yapar.
2. Şu veya bu şekilde tecellisinde ittilatlar yaratmayacak veya ihtilâl ve rejimin
teminatım tehlikeye düşürmeyecek meselelerin hallinde teşebbüs, teşvik ve
tavsiyeden ileri gidilemez, silâhlı müdahaleye değer bir risk olarak kabul edilemez.
3. Ana prensipler:
a. M.B.K. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bölünmez bir uzvudur. Onlara vaki bir tecavüz Türk Silâhlı Kuvvetlerine yapılmış addedilir.
b. M.B.K. azalan arasında komiteyi yıpratıcı bir ayrılığı Türk Silâhlı Kuvvetleri asla tasvip etmez.
c. Seçimde iktidara gelecek siyasî kuvvet ihtilâl ve inkilâba ve bunu yapanlara karşı intikamcı bir hüviyet taşıyamaz. Seçimlere kadar partilerin durumu yakından  takip edilir.
d. Yassıada dâvasında birinci derecede suçlular için Yüksek Adalet Divanı 'nın verdiği kararlar derhal tasdik ve infaz edilecektir.
e. Genel seçimler Yassıada Mahkemeleri sona erdikten ve ceza-arı infaz edildikten sonra yapılacaktır. Bu tarih 29 Ekim 1961'i gelemez.
f. Müspet yoldan ayrılmadıkça seçimlerin sonuna kadar M.B.K. fesih veya başka bir yolla azaltılamaz ve dağıtılamaz.
(İhanetleri Komite tarafından karar altına alınmadıkça).
g. Seçimlerden evvel M.B.K. Başkanının herhangi bir sebeple görevinden ayrılması halinde Devlet Reisi bir numaralı Anayasa Kanununun hükümleri gereğince seçilecektir.
h. M.B.K. nin prensip kararı ve tensikat maksadı ile emekliye sevk edilenler tekrar Silâhlı Kuvvetlere alınamazlar.
i. Atatürk İnkilâpları aleyhine hiçbir şekilde taviz verilemez.
j. Seçimle gelen iktidarca ihtilâli hazırlayan ve yapanlar, ihtilâl icabı olan hizmetler ve görevlerde çalışanlar Yüksek Adalet Divanı Üyeleri bu hizmetlerden mesul tutulamazlar ve mahkeme edilemezler.
k. Bu prensip anlaşmasına varanlar ihtilâl ve inkılâbın teminatını sağlamak için
birleşmiş olduklarından siyasî bir topluluk ve karşı ihtilâlci olarak vasıflandırılamaz lar ve böyle bir gaye de taşımazlar.
l. Avdetlerinde bir mahsur olmadığı Silâhlı Kuvvetlerce kanaat hasıl oluncaya kadar 14'ler yurda avdet edemez. Bu hususta karar komitece verilir.
m. M.B.K. üyeleri seçimlerden sonra partisiz Cumhuriyet Senatosu üyesi olarak
hizmet ettikleri müddetçe Anayasa esasları dahilinde Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bir parçası olmakta devam edecektir.
n. M.B.K. çıkardığı kanunlar ve icraatından dolayı seçimle gelen
iktidarca sorumlu tutulamaz.
o. Türk Silâhlı Kuvvetleri prensipler tahakkuk ettikten ve siyasi iktidarı vaat edildiği gibi Anayasa esaslarına göre partilere devrettikten sonra siyaset dışında kalacak ve asli görevine dönecektir. EK:5

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Londra'da öğretim görevlisi Doç. Dr. Naim Turfan'ın bu konuya ilişkin Doçentlik tezi Türk
kamuoyuna mal edildiğinde bu konu daha fazla aydınlığa kavuşacaktır.
2. Y.n.: Soruşturmanın sonucunu bugün bile bilmiyorum.
27 Mayıs’tan–28 Şubat'a F/25 EK–1
27 MAYIS 1960 HAREKÂTFNIN İLK BİLDİRİSİ(*)
(*) Askerler ve Dış Güçler, Amerikan Belgeleriyle 27 Mayıs Olayı, Cüneyt Akalın, Cumhuriyet Kitapları.

22 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

14 Temmuz 2017 Cuma

28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, BÖLÜM 2


28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, 
BÖLÜM 2


Fethullah Erbaş, Mahir Kaynak ,Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ,Şemdin Sakık , Akın Birdal ,Leyla Zana,Sırrı Sakık , Salim Ensarioğlu ,Sebgetullah Seydaoğlu,DİNÇ BİLĞİN,


TEHLİKELİ TIRMANIŞ / SABAH 

-  Dün gece televizyon kanallarında, bir kadın gazetecinin uğradığı şeriatçı saldırıya ait görüntüler toplumda büyük tedirginlik yarattı. 

- İpler geriliyor 

- Türkeş devreye girdi/Fatih Çekirge 


YARGITAY:KAPATIRIM / CUMHURİYET 


- RP Kayseri il örgütünün üniformalı grup oluşturması yasaya aykırı 

- Hükümete karşı birlik çağrısı 

- Aydınlık için karanlık 

- Laiklik güvencesi 



ORDUDAN DÖRT UYARI / CUMHURİYET 


-Genelkurmay şeriatçı örgütlenmenin ivme kazanmasından rahatsız 

- Sincan’da tanklı protesto 

- Hükümeti düşürme çağrısı 

- Bekir Yıldız’a gözaltı kararı 

- Hesaplaşmanın zamanı/Cüneyt Arcayürek 


FADİME NELER ANLATTI NELER / HÜRRİYET – 4 Ocak 1997 


- Asparagas Hükümeti / Oktay Ekşi 

- RP’li Elkatmış: DYP’ye diyet borcumuz yok 

- Arapsız Müslümanlar / Ertuğrul Özkök 


REFAH BUNALIMI / MİLLİYET – 1 Mart 1997 


- MGK kararlarını Erbakan imzalamayınca, kriz doruğa çıktı. 

- Ceylan Çarşafa Sarıldı 

- Batı’dan Kötü haber / Türkiye AB tam üyeliği aday bir ülke değil 

-Türkiye iç savaşın eşiğine doğru gidiyor 

- Kur’an Kursunda ürküten yemin 

- İmzalar / Güneri Civaoğlu 

LAİKLİK UYARISI / MİLLİYET – 17 Ekim 1996 


- Hoca hem oğlunun okulunda hem de gensoru görüşmesinde Atatürkçülük dersi aldı! Açılışta soğuk duş! 

- Erbakan’dan Gizli temas / Çilleri by-pass edip sürpriz Afganlı ile görüştü 

- Denk Bütçe güldürdü 

- Gürün istifa etti! 

- Meclisten kaçtılar 

- Kerhen / Güneri Civaoğlu 


PAKET DEPREMİ / MİLLİYET – 21 Eylül 1996 


- iş ve siyaset dünyası Refah-yol’un kaynaklarını eleştiri yağmuruna tuttu. 

- Sabancı: Yandım anam 

- Nasreddin Erbakan 

- Çiller cezası tartışılıyor 

- CIA: Saddamı Hoca kurtardı 

- Şeriatçı Öğretmenler 

- Ayna / Güneri Civaoğlu 


REFAH’IN İKİ YÜZÜ / MİLLİYET – 14 Ekim 1996 


- İktidardaki ilk bğyğk kongrede Erbakan ılımlı göründü, sertlik ise Tayyib’e kaldı 

- Hoca’nın Atatürkçülüğü 

- İki ayrı Refah / Derya Sazak 

- Hoca gidici değil / Yavuz Donat 

- Kaddafi’ye RP Daveti / Fikret Bila 

- İktidarda Terbiye / Zülfikar Doğan 

ÇANKAYA DEVREDE / MİLLİYET 

- K. Irak savaşı karşısında zirvenin sahipsiz görüntü vermesi Cumhurbaşkanı’nı rahatsız etti. Demirel yarın zirve topluyor. 

- Erbakan’a PKK bandı 

- Çiller rahatsızlığı 

- Enflasyonda Erbakan rekoru 


KARADAYI’DAN HUMEYNİ DERSİ / SABAH – 1 Eylül 1996 

- Genelkurmay Başkanı İlk kez Sabah’a konuştu: /Fatih Çekirge özel haber 

- İran’da generaller Humeyni hareketinin irticanın kendisi olduğunu fark ettiklerinde iş işten geçmişti. 

- Humeyni Nasıl iktidara geldi? 

- Ordu’nun 3 hassas konusu 

- Genelkurmay Refah Partisini bağlamaz / RP genel Başkan Yardımcısı Ahmet Tekdal’ın –çıklaması 


-BU NE REZALET / SABAH – 2 Şubat 1997 


-İran’ın Ankara Büyükelçisi, Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs gecesinde şeriat çağrısı yaptı 

- İran da böyle kaybedilmişti 

- Tayan Erbakan’a gidiyor 

- İran: RP’nin hedefi İslami düzen kurmak 

- Erbakan: Orduyla aramızı kimse bozamaz 

- Yılmaz’dan yeni hükümet şartları 

- Çiller moralinizi sakın bozmayın 


İŞTE FADİME’NİN SUÇLADIĞI ADAM / SABAH – 5 Ocak 1997 


- Fadime Şahin’in genç kızları seks tuzağına düşüren tarikat şeyhi olarak tanıttığı Ali Kalkancı, 8 Şirket sahibi bir işadamı çıktı 

- Nefesi kuvvetli Ali Hoca 

- Fadime rating rekoru kırdı 

- Bildiri sorun oldu (D-8 Bildirisi) 


ERBAKAN DEVRE DIŞI / SABAH – 4 Eylül 1996 


-Amerikan yönetimi, dünkü Irak operasyonuyla ilgili görüşmelerini Başbakan Necmeddin Erbakan’ı atlayıp Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’ ile yaptı 

- Clinton Çiller’e mesaj gönderdi 

- Erbakan’dan cevap yok 

- Refah tepkisiz 


 Bu manşetler incelendiğinde, olayların ve konu seçimlerinin birbirleriyle bağlantılı, sistematik bir yıpratma yönlendirme stratejisi izlendiği görülmüştür.. Giderek tansiyonun yükseltildiği, Refah Partisi ve iktidarına karşı günaşırı bir tepki ve aleyhte bir atmosfer oluşturulması gayreti açıkça ortaya çıkmış, 
Kasım 1996’da başlayan haber, yazı ve yorumlarda; “şeriat”, “tarikat”, “şeyh” “İran”, “Taliban”, “Afganistan” , “Kuran Kursları”, “İmam-hatip” başlıklı haber ve yazılar 28 Şubat MGK’sının toplumsal altyapısının oluşturulması için işlendiği gözlenmiştir. Haberler içerisinde dikkat çekenler arasında toplumun neredeyse tüm kesimlerine dönük açık bir tehdit ve baskı göndermesinin yapıldığı 
gözlenmiştir. 

 Komisyonumuz tarafından görüşlerine başvurulan dönemin Hürriyet gazetesi ve Doğan Medya grubunun sahibi Aydın Doğan ise 28 Şubat sürecinden bugüne 
hala tartışılan, Aralık 1996’da Ertuğrul Özkök imzalı “Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin” manşetiyle ilgili görüşlerini açıklarken “Bugün yine bir komutan aynı ifadeyi kullansın yine aynı manşeti atarım…” demiş, “Medyayı, emniyetin de, MİT’in de hatta birçok haber kaynağının da kullanmış olabileceğini” ifade etmiştir. 

   _ Andıç olayı: 

 33 erin şehit edilmesi olayından sorumlu olan Şemdin Sakık tarihinde güvenlik güçleri tarafından ele geçirilmiştir. Bu olaydan bir süre sonra, 25-26 Nisan 1998 tarihli Hürriyet ve Sabah gazetelerinin manşetinde Şemdin SAKIK’ın itiraflarına dayanılarak, SAKIK’ın “PKK İşbirlikçilerinin” adını verdiği öne sürülmüştür. 

 Hürriyet128 ve Sabah129 gazetelerinde, bu konu manşetten ve çarpıcı biçimde verilmiştir. 

Bu haberler üzerine, 25 Nisan 1998 akşamı, Gazeteci Uğur DÜNDAR tarafından KANAL D Televizyonunda yayımlanan haber programda, sözkonusu Andıç’ta yer 
alan bilgiler doğrultusunda, PKK ile işbirliği yapan gazeteciler kamuoyuna duyurulmuştur. 
Ertesi gün, Hürriyet Gazetesi yazarlarından Oktay Ekşi sözkonusu “PKK işbirlikçileri” konusunda 25 Nisan 1998 tarihinde “Alçakları tanıyalım”130 başlığıyla bir makale kaleme almıştır. 

Bu yazıdan bir gün sonra, Hürriyet gazetesinin 26 Nisan 1998 tarihli nüshasında, Gazeteci Emin ÇÖLAŞAN tarafından “Şemdin Öterken” başlığıyla yayımlanan 
makalede sözkonusu gazeteciler hakkında ağır ifadeler kullanmıştır.131 

Görüldüğü üzere, her iki yazar da, Sakık’ın “itirafları” üzerine birçok hususu da ekleyerek, “hain” olarak tanımladıkları kişiler hakkında kişilik haklarına saldıracak boyutta sert ve acımasız ithamlarda bulunmuşlardır. Sözkonusu haber ve yorumlar, o dönemde, kamuoyunda infiale yol açmış, herkes bu “hainlerin” bir an evvel yargılanmasını talep etmeye başlamıştır. 

 Ancak, Şemdin Sakık bu yazıların yayımlanmasından yaklaşık on beş gün sonra yargılandığı mahkemede, gazetelerde yer aldığı şekliyle, politikacı ve 
gazetecileri suçlamadığını söylemiştir. O dönem Sabah Gazetesinde çalışan gazeteci Can ATAKLI, bu haberlerin Org.Çevik BİR’in talimatıyla yayımlandığını, 
bu olaydan dolayı yaşadığı pişmanlığı çeşitli defalar ifade etmiştir.132 

 Sabah Gazetesi Genel Yayın Müdür Zafer MUTLU, Cengiz ÇANDAR’a sözkonusu haberleri, Genelkurmay 2 nci Başkanı Org.Çevik BİR’in talimatıyla 
yayımladıklarını, BİR’in kendilerini “sizi batırırım” şeklinde tehdit ettiğini, onların da “ne yapalım bankamız var” diyerek bu baskıya boyun eğdiklerini 
öne sürmüştür. 

 Bu olaydan sonra Nazlı ILICAK, çalıştığı Akşam gazetesinden ayrılmak zorunda kaldığını öne sürmüştür. Ancak, gazetenin eski sahibi Mehmet Emin KARAMEHMET, Nazlı ILICAK’ı kendisi tarafından değil, oğlu tarafından istenmediğini öne sürmüştür. 

 Daha sonra Yeni Şafak Gazetesine geçen Nazlı ILICAK, Ekim 2000 ayında kendisine üç mektupla gelen, Genelkurmay antetli, Nisan 1998 ve haziran 
2000 tarihli, Kara Kuvvetleri İstihbarat Dairesi bünyesinde hazırlanan iki Andıç ile bir yazıyı kendi sütununda yayımlamıştır. 

Bu Andıç’ların ilkinde, “SAKIK’ın itirafları ve GÜÇLÜ Eylem Planı”, İkinci Andıç’ta, “çeşitli siyasi partilerin Anayasa değişiklik önerilerinin incelenmesi”; 
Üçüncü yazıda ise “CHP-HADEP işbirliği” konu ediliyordu ve MGK Genel Sekreterliğine gönderiliyordu. 133 

Nazlı ILICAK, kitabında bu Andıçları ilk kez gazetede yayımladığında beklediği ilgiyi göremediğini; sadece Andıçın hedeflerinden birisi olan gazeteci 
Ahmet ALTAN’ın “ Gizli Esirler ” başlığıyla bir yazı kaleme aldığını belirtmektedir.134 

Bu ilgisizlik üzerine, ILICAK, TBMM’de bir basın toplantısı düzenleyerek, Genelkurmay İkinci Başkanı Org.Çevik BİR döneminde hazırlanan bu Andıçları 
gazetecilere dağıtmıştır. 

Bu toplantı akabinde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan resmi basın açıklamasında, Andıçın “karargah içi ve dışı bilgilendirme” amacıyla 
hazırlandığı ve “birçok sanığın güvenlik kuvvetlerinde verdikleri ifadelerini savcılık ve mahkeme ifadelerinde tamamen değiştirdikleri” hususlarına dikkat 
çekilerek, Andıç belgelerin illegal yollardan temin edildiği ileri sürülmüş ve ILICAK ağır bir dille suçlanmıştır. 

ILICAK; sözkonusu açıklamada, Andıçların varlığının kabul edilmiş olmasına rağmen hakarete uğradığı gerekçesiyle, dönemin Genelkurmay Başkanı 
Hüseyin KIVRIKOĞLU aleyhine manevi tazminat davası açmış; ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun 340, 240 ve 285’inci maddeleri ile Askeri Ceza Kanunu’nun 
109’uncu maddesi uyarınca çevik BİR aleyhinde Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştur. 

KIVRIKOĞLU’nun avukatı tarafından mahkemeye verilen cevapta, Genelkurmay açıklamasında hedefin Nazlı ILICAK olmadığı vurgulanarak, ILICAK’ın 
“ Alınganlık ” gösterdiği savunulmuştur. Bu savunma üzerine ILICAK tazminat davasından vazgeçmiştir. Ancak, gazeteci Cengiz ÇANDAR da çalıştığı gazeteden ayrılmak zorunda kalmıştır. Böylece ÇANDAR da “Andıçzede” olmuştur. 

 Gazeteci Mehmet Ali BİRAND, Nazlı ILICAK’ın Andıç’la ilgili haberini ilk duyduğu zaman inanmadığını belirtmiş, ancak daha sonra bu gerçeği gördüğünü 
söylemiş, kendisine yapılan tehdit ve baskıları anlatmıştır.135 BİRAND, kendisinin hangi nedenle “andıçlandığını” da Komisyonumuza açıklamıştır.136 

3 Ekim 2012 tarihinde Komisyona açıklamalar yapan Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuprul ÖZKÖK, Andıç olayı ile ilgili olarak “Dolduruşa geldik. Kendi arkadaşları 
olduğu için bunları vermiyor diyorlardı. Ama verdik. Onun benim vicdanımda bıraktığı yarayı, acıyı hiçbir şey vermedi. Ama bu uygulamalar halen yürüyor” 
demiştir. ÖZKÖK, Andıç belgesi gibi manşet haberlere konu olan bilgilerin kendilerine nasıl geldiğine ilişkin sorularına da, “Bugün bunlar nasıl geliyorsa bazı gazetecilere, öyle geliyordu. Nereden geldiği belli. Nazlı Ilıcak çıkardı yazdı, 'bu Andıç'tır' dedi ve ben de 30 kez özür diledim” demiştir. 

Komisyonda görüşüne başvurduğumuz Oktay EKŞİ de, “ Alçakları Tanıyalım ” adlı makalesi ile alakalı olarak, “ Yanlış yaptığını anladığını, ancak o günün 
psikolojik ortamında haber niteliği taşıdığını düşündüğünü” ifade etmiş ve çeşitli kereler özür dilediğini” belirtmiştir.137 


 BÖLÜM DİPNOTLARI;


127 Hasan Hüseyin CEYLAN’ın Komisyon Tutanağı. 
128 “İfadedeki isimler….PKK’nın Apo’dan sonraki ikinci adamı Şemdin Sakık, deprem yaratan ifadesinde, örgüte destek veren, zaman zaman işbirliği yapan 
isimleri tek tek açıkladı…Eski milletvekili Abdülmelik Fırat, ANAP milletvekili Sebgatullah Seydaoğlu, DYP Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu seçimlerde 
destek istedi. RP milletvekili Fethullah Erbaş, RP’nin örgütü kınamayacağını söyledi, buna karşılık da kendilerini desteklememizi istedi. Eski milletvekili Muhyettin Mutlu, oğlunu kurtarmak için, Öcalan ile görüştü. Diyarbakır eski Belediye Başkanı Turgut Atalay, bana bir tabanca hediye etti. Eski DEP’li Sırrı Sakık ve Leyla Zana, Diyarbakır eski HADEP İl Başkanı Mehmet Mengi, bize maddi destekte bulundu, adamlarımızı belediyede işe aldı. Abdullah Öcalan, bana, Mahir Kaynak, Mahir Sayın, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Yalçın Küçük’ün isimlerini söyledi. Ayrıca Milli Gazete ve Akit Gazetesinin de PKK aleyhine yazamayacaklarına dair söz verdiklerini bildirdi.” 
129 “Sakık’tan şok iddialar…PKK’lı Şemdin Sakık iddialarıyla Türkiye’yi sarsmaya devam ediyor. Sakık, irtica yanlısı iki gazetenin Apo’ya PKK aleyhine yazmama 
sözü verdiğini söyledi…PKK’yı destekleyen pek çok sayıda siyasi olduğunu ileri süren Sakık, aklına gelen isimleri şöyle sıraladı: Abdülmelik Fırat (Eski DYP’li), 
Sebgetullah Seydaoğlu (ANAP), Salim Ensarioğlu (DYP), Fethullah Erbaş (FP), Muhyettin Mutlu (eski ANAP’lı), Turgut Atalay (eski SHP’li), Sırrı Sakık (DEP), Leyla Zana (DEP), Mehmet Mengi (HADEP’li). Sakık, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’ın da aralarında bulunduğu bir grup gazeteci için de suçlayıcı bazı ifadeler kullandı.” 
130 “PKK’nın sırrı kalmadı. Çünkü Şemdin Sakık isimli şerrin verdiği ifadelerden, PKK ile kimlerin bağlantıları olduğunu, gizlice ne gibi destekleri verdiklerini 
Türk kamuoyu henüz bilmiyor olsa da devlet biliyor: Başta Almanya olmak üzere, Suriye, İran Ermenistan ve Yunanistan’la ilişkileri… PKK’ya destek veren 
işadamları….PKK’ya destek veren gazeteci ve yazarlar…PKK’ya destek veren dernek ve vakıflar….Leyla Zana-Abdullah Öcalan bağlantısı…PKK-HADEP bağlantısı…PKK’nın parayla, lehine yazı yazdırdığı ve konuşturduğu kişiler…PKK’nın Türkiye’deki gericilerle ilişkisi…Bunlar son derece önemli bilgiler. 
Bu Bilgilerin “ Şemdin Sakık hakkında yapılan soruşturmanın selameti açısından bir süre daha gizli kalması” mümkündür. Ama konu yargıya intikal ettiği andan 
itibaren Türk kamuoyu bu bilgilerin tamamını öğrenme hakkına sahiptir. Gerçekleri bilmeliyiz: Vatanseverlikte kendileriyle yarışılamayan pek fiyakalı zenginlerimizle allame geçinen gazeteci ve yazarlarımızdan hangileri aslında PKK’ya uşaklık yapıyorlarmış. Bu alçaklardan “işadamı” sıfatını taşıyanlar bir yandan Türkiye’nin nimetlerinden yararlanır, bu ülke vatandaşının verdiği paralarla zenginleşirken öte yandan aynı insanlarımızın evlatlarının PKK kurşunuyla ölmesi için bu örgüte yardım ettilerse onları bilmemize kimse engel olamaz. Keza “dürüst gazeteci” veya “sorumlu aydın” havalarında, bizleri 
arkadan hangi alçaklar hançerliyormuş, bilmeye mecburuz. Şemdin Sakık’tan Türk adaleti elbet eylemlerinin hesabını soracaktır. Ama bize kalırsa, Şemdin Sakık, bu saydıklarımızdan daha nitelikli, daha saygı değer adam muamelesi görmelidir. Çünkü o hiç değilse düşündüğünü saklamıyor. Düşündüğü ne ise o yönde hareket edecek kadar dürüst davranıyor. Örneğin üzerlerinde silah bulunmayan 33 askeri 23/24 Mayıs 1993 gecesi Bingöl-Elazığ arasında otobüsten indirtip öldürtmüş olmanın sorumluluğundan kaçmıyor.Ya öteki alçaklar! Kimi alçaklığını saklamak için “hukuk”u kullandı. Kimi “insan hakları”, kimi “demokrasi” dedi. Elbet haklı oldukları yerler de vardı. Ama onların derdi hukuk, insan hakları veya demokrasi değil, “ Kürtçülük ” ve PKK idi. Şimdi hepsi geride kaldı. Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyunateşhir edilmelerine geldi. Onu bekliyoruz.” 
131 “Şemdin SAKIK, bülbül gibi ötmeye devam ediyor. PKK’nin destekçilerini açıklıyor. İnsan hakları Derneği ve onun başkanı olan Akın Birdal isimi şahıs, 
Refah’ın Van milletvekili Fethullah Erbaş… Bu ikisi PKK kamplarına gidip PKK paçavraları altında sırıtarak poz vermişlerdi. Medyadaki destekçilerinden bazıları, Fethullah kanalı Samanyolu’ndan para alan Mahir Kaynak isimli kışkırtıcı ajan, devleti dolandırmaktan hapis yiyen ve aynı suçtan halen yargılanmakta olan Mehmet Ali Birand,131 zamanında “Zekeriya” kod adıyla Filistin gerillası olarak görev yapan, sonra Turgut Özal’ın bazı Kürt liderler arasında kuryelik görevini üstlenen Cengiz Çandar…Milli Gazete ve Akit isimli Refah sözcüsü şeriatçı gazeteler ise PKK aleyhine yayın yapmama konusunda söz vermişler…Ne de olsa “düşman” aynı imiş! Apo, Sakık’a, para karşılığı PKK’ya övgü düzen medya mensupları için demiş ki “Türk ve Kürt tarihi, hainlerle doludur” İşte burada doğru söylemiş. Türk milleti, hainlerden bir gün hesap soracak. Şemdin Sakık ötüyor, biz zaten bildiğimiz gerçekleri bir kez de onun ağzından duyuyoruz.” 
132 ILICAK, s.14 
133 ILICAK, s.52-99. 
134 ILICAK, s.30. 
135 Mehmet Ali BİRAND’a ilişkin 4 Ekim 2012 tarihli Tutanak. 
136 Mehmet Ali BİRAND’a ilişkin 4 Ekim 2012 tarihli Tutanak. 
137 Oktay EKŞİ’nin Komisyon Tutanağı. 

***

28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, BÖLÜM 1


   28 ŞUBAT SÜRECİNDE MEDYANIN ROLÜ, BÖLÜM 1


   Bu bölümde, 28 Şubat sürecine götüren sosyal ve siyasal olayların medyaya yansıyış biçimi ile medya üzerinden seçim yoluyla iktidara gelmiş bir siyasi 
iradenin toplumun gözünde olanın dışında bir algı oluşturulmak suretiyle; suçlu, zanlı, rejim düşmanı, gerici gibi nitelemelerle dışlamak ve istifaya götürmeye 
çalışılması ele alınacaktır. Türkiye’nin o dönemde yaşadığı derin ekonomik krize ve terör olaylarına rağmen ülkenin ayrıca siyasi krize de sürüklenmesine yol açan gayrı hukuki müdahaleler ve bu müdahalelerin medyaya uzanan ilişkilerini, atılan manşetlerin, yazılan haberlerin sosyal sonuçlarının planlanarak nasıl yapıldığını, bu gayrı hukuki müdahalelere karşı duran medya mensuplarının kamuoyundaki itibarlarını bitirmek için yürütülen sistematik itibarsızlaştırma adımları dönemin tanıkları ve mağdurlarının ifadeleriyle ele alınacaktır. Son olarak, adına “Andıç olayı” denilen hadise, medya mensuplarının bir kısmının 
itibarsızlaştırılması çerçevesinde işlenecektir. 

1. Gazetecilik Mesleği ve Toplumsal Rolü: 

 Gazetecilik mesleği, yapısı itibariyle toplumun haber alma/haber verme kanallarını oluşturur. İletişim kanalları sayesinde toplumun ortak bilgi havuzuna 
haber taşır ve bu sayede kamuoyu paylaşılan bilgi ve haber ışığında dünyadan, ülkeden, olaylar ve insanlardan haberdar olur. Ancak bilgi alış-verişi ve haber verme biçimi önemlidir. Zira habercilikte kullanılan dil ve üslup habere konu olan kişi ve olayın algılanmasını sağlayacaktır. 

2. Basın Kanunu: 

 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Gazetecinin Doğru Davranış Kuralları” başlığı altında gazetecinin sosyal rolünü yürütürken uyması gereken sorumlulukları 
bir ilkeye bağladığı görülmüştür. 
Bu amaçla gazetecinin haberi ele alırken kullandığı dil, haberde kullandığı fotoğraf, habere konu olan kişinin insan hakları ve mahremiyeti, özel hayatın 
güvencesi, yargı bağımsızlığı gibi önemli konulara net bir biçimde ilkeler getirmiştir. 

 28 Şubat süreci olarak adlandırılan ama daha önce 1960, 1971, 1980 darbe ve muhtıralarında da görüldüğü üzere olası bir askeri müdahale plan ve 
uygulamaları medya organları eliyle kamuoyunun hazırlanarak sürdürüldüğü bir sürece dönüşmüştür. 

 Komisyonumuzca bilgisine başvurulan Hürriyet gazetesinin uzun yıllar başyazarlığını yapmış, halen CHP İstanbul Milletvekili olarak parlamentoda görevli olan Oktay EKŞİ; “Darbelerde Türk basını, adliyesi, tüccarı, siyasetçisi farklı tavırlara girmiştir. Mesela 26 Mayıs akşamı hazırlanan gazete ile 27 Mayıs sabahı okurun eline aldığı gazete aynı değildir. Gece 03:30’da darbe olunca gazete tümüyle değiştirilmiştir” diyerek gazetelerin darbe geceleri yaşadığı değişimi ifade etmiştir. 

 Komisyonumuzca bilgisine başvurulan Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin GÜLERCE, medyanın 28 Şubat sürecindeki rolüyle ilgili olarak; “1995’ten itibaren veya Refah-Yol Hükümeti kurulduktan itibaren Türkiye’de belli gazetelerin, ulusal gazetelerin manşetlerine ve yazarlarının yazılarına baktığınız zaman, zaten her 
şey ortada yani benim bir daha bir şey söylememe gerek yok ki, bunların hepsi çok açık. “Ne yaptı?” diyorum. Mesleğimden utandığımı söylüyorum 28 Şubattaki medyanın rolünden dolayı yani bunun hiçbir izahı yok, anlaşılır bir tarafı yok. Yani medya, patronlarıyla, gazetecileriyle durumdan vazife çıkardılar.” diyerek, medyanın 28 Şubat sürecinde üstlendiği sosyal role ilişkin tespitlerde bulunmuştur. 

3. Basın-Yayın organlarının REFAH-YOL’a bakışı: 

 1990’lı yıllarda Türkiye’de, yazılı, görsel ve işitsel medyada, basım yayım ve dağıtım alanıyla kamuoyunu etkilemesi bakımından iki ayrı medya grubunun var 
olduğu görülmüştür. Bunlar; Aydın Doğan’ın sahibi olduğu medya yayın organları ile Dinç BİLGİN’in sahibi olduğu yayın organlarıdır. 
05.10.2012 tarihinde Dinç BİLGİN, her ne kadar basın yayın etiği medya kuruluşlarının haber, yazı ve fotoğraflarında tarafsız olmayı ana ilke olarak benimsemiş olsa da, bu dönemde söz konusu iki medya grubunun da, iki ayrı merkez sağ partiyi haber ve yayınlarıyla desteklediklerine işaret ederek, Komisyona şu açıklamalarda bulunmuştur: 

“…basında inanılmaz büyük bir rekabet sürüyordu iki büyük grup arasında, yani Doğan Grubu’yla benim grubum arasında kıyasıya rekabet vardı, hatırlarsınız. 
İşte promosyon savaşları, o savaşlar, bu savaşlar… Bu iş bir ara siyasi arenaya da sirayet etti, itiraf edeyim. Pek doğru olmayan bir şekilde. Mesela biz Doğru 
Yol Partisine destek çıktık, destek olduk grup olarak, Doğan Grubu da Anavatan Partisine destek oldu o tarihte. Yani basının işlevi o tarihte bozulmaya başladı, 
itiraf etmem lazım. Yani o rekabet sürdü, sonuna kadar o rekabet sürdü.” 

 Bunun yanında iktidar partisi olan Refah Partisi’nin yayın organı olarak bilinen Milli Gazete, aynı çizgide yayın yapan Vakit gazetesi, Cuma ve Yörünge gibi 
dergiler yanında iktidarın tümüyle karşısında olduğu yayın çizgisiyle ortada olan Cumhuriyet gazetesi de bu süreçte yayınlanan gazete ve dergi arasındadır. 

 Bu süreçte, iki büyük medya grubuna ait gazete, TV ve radyolarda Refah Partisi’nin temsil ettiği Milli Görüş çizgisini, irticai düşüncesi olarak tanımlanırken; O dönem haber başlıklarını genel olarak değerlendirdiğimizde; Şeriat propagandası, Humeyni uyarısı, Tarikat liderleri, Türkiye İran mı olacak? Gibi haberlerle toplumda sözde irtica korkusu oluşturmaya yönelik başlıklar dikkat çekicidir. Bunun yanında stratejik haber ve yazılarda Refah Partisi’nin ideolojik diline dönük “suç algısı” oluşturmak için yayınlanan yazı ve haberlerinde olduğu gözlenmiş; “Refah Partisi’nin etnik milliyetçiliğe karşı kardeşliği öne çıkaran bir tutum izlemesi, basında “yıkıcı ve bölücü unsurlarla” işbirliği” veya “Kürtçü-İslamcı ortaklığı” şeklinde takdim edilmiş, ERBAKAN’ın temelde toplumsal kaynaşmayı esas alan söylemleri ülkeyi bölmekle eş tutulmuştur. RP’nin yarattığı tartışma ortamıyla “darbe olasılığı” yeniden seslendirilmeye başlamıştır. 

 REFAH-YOL döneminde hazırlanan ve promosyon yasağı getiren düzenleme basında, “Cumhuriyet tarihinin en ağır para ve hapis cezalarını” öngören yasa 
tasarısı diye lanse edilerek, Basın Konseyi tarafından yasanın aleyhinde protesto kampanyası başlatılmış; Avrupa Gazeteciler Birliği ve Dünya Gazeteciler 
Birliği, “sansür girişimi” olarak nitelenen bu tasarıya karşı tepki göstermişlerdir. 24 Kasım günü de CHP tarafından “Haberime dokunma” başlıklı bir kampanya 
başlatılmış ve bir miting düzenlenmiştir. 

 Başbakan Yardımcısı Tansu ÇİLLER tarafından “Birinci Anadolu Basın Kurultayı” nda yapılan konuşmada, “bunlar artık birer bağımsız siyasi parti  haline gelmişlerdir. Siyaseti yönlendirmek değil, siyaseti etkilemek değil, siyasi parti gibi hareket etmişler, ‘Biz Adnan Menderes’i astık, seni de asarız’ 
diyorlar” ifadeleri yer almıştır. ÇİLLER, basın-yayın organlarını “Anadolucular” ve “Kartelciler” olarak ikiye ayrıldığını söylemiş; bu açıklamalar “Kartelci” 
basında tepkiyle karşılanmıştır. 

 Bu tepkiler üzerine, düzenleme hayata geçirilememiştir. 29 Kasım’da Basın Konseyi tarafından yapılan açıklamada, “REFAH-YOL Hükümeti’nin basın için 
hazırladığı sansür senaryoları, kamuoyu ve medyanın yoğun tepkisi üzerine uygulamaya sokulmadı” açıklamasını yapmıştır. 

 Yine aynı dönemde haberlere etki eden bir diğer unsurun da asker olduğu gözlenmiştir. “Adının açıklanmasını istemeyen bir askeri yetkili” spotuyla verilen 
haberler, siyasi iktidara karşı siyasi muhalefet yerine askeri muhalefeti oluşturma gayreti olarak görülmüştür. Özellikle 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan bu yeni muhalefet tarzı, zaman zaman “asker şapkalı gölge”, “askeri yetkili”, “asker rahatsız” üst başlıkları ve fotoğraflarıyla siyaseti “terbiye” etme eğilimine 
girildiğini göstermiştir. 

Yine süreç ilerledikçe “adının açıklanmasını istemeyen askeri yetkililerin” nedense adını da, fotoğrafını da açıklamaya başladığı yeni bir sürece girildiği 
gözlemlenmiş, bu suretle “Ordu’da komutan konuşur” ilkesinin de ihlal edildiği, Genelkurmay başkanı dışında; 2. Ordu Komutanı, zaman zaman alt kademe 
askeri yetkililer açıkça, adlarını, askeri görevlerini hiçbir şekilde gizleme ihtiyacı dahi duymadan gazetelere açıklamalar yaparak, laiklik uyarılarında bulunarak 
parlamentoda bulunan muhalefet partileri eliyle yapılması gereken muhalefetin askeri görevliler eliyle yürütüldüğü bir ortama girilmiştir. 

Dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, 17 Nisan 1997'de ailesiyle birlikte Hac görevini yerine getirmek için Suudi Arabistan’a giden Başbakan Erbakan'a yönelik küfürlü sözlerinin görüntülü video kaydının televizyonlara yansıması dikkat çekerken, asıl orada kullanılan ifadelerin çirkinliği ve nezaketsizliği yanında gerek Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in gerekse Genelkurmay Başkanının verdiği tepki daha da dikkat çekici olmuştur. 

Dönemin siyasetçileri, askerleri ve hukukçuları ülkenin Başbakanına açık bir hakaret ve suç içeren bu açılamaya tepki göstermek yerine Jandarma Bölge 
Komutanı Özbek'e sahip çıktıkları görülmüş, Özbek'in hakaret sözlerine en ilginç yorum ise Demirel'den gelen 'Bu bir boşalmadır...' tanımı olmuştur. 

 Özbek'e destek veren Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal ise, " Hiç kimsenin ağzına fermuar dikecek halimiz yok " demiştir. 

 CHP lideri Deniz Baykal da Özbek'in açıklamalarının ardından; " Hükümet kaldıkça sürekli olarak kriz meydana geliyor. Hükümet kaldığı sürece kriz de sürecek " açıklamasını yapmıştır. Erbakan'ın hac dönüşü, " Bir hafta gittim. Hepinizin ayarı bozulmuş " sözlerine de tepki gösteren Baykal, Çevik Bir'in 
' Balans ayarı yaptık ' sözüne atıfta bulunarak, " Buna psikolojide 'Freudyen Spirit' denir. Bu halde kişi kompleksi olan kelimeye takılır. Erbakan da son 
zamanlarda bir ayar takıntısı var " demiştir. 

 Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden ise Erbakan için, "Kendi gözündeki merteği görmez. Başkasının gözündeki çöpü görür. Onlar önce kendi 
ayarlarını düzeltsinler" diyerek, Özbek'in sözleriyle ilgili olarak da, "Ben bunları 20 yıldır söylüyorum. Hem de daha sert biçimde ama bazı kişiler söyleyince 
böyle olay oluyor. Susmak doğru değil. Herkes konuşmalı" diye açıklama yapmıştır. 

ANAP lideri Mesut Yılmaz da, gazetecilerin sorusuna "Bir ayar bozukluğu olduğu doğru" cevabını vermiştir. 

 Komisyonumuza bilgi veren Hasan Hüseyin Ceylan, “Erbakan Hocam havaalanından döndü, havaalanında Sayın bugünkü Cumhurbaşkanımız da bendenizi karşıladı. Elimizde bir dosya, Osman Özbek Paşa’nın emekliye sevk edilmesiyle ilgili hazırlanmış muhteşem bir kanun, hukuki bir dosya. Sayın Başbakanımıza verdik, hiçbir açıklama yapmadı havaalanında, geldi “ Ben bunu Sayın Cumhurbaşkanına arz edeyim.” dedi. Paşa’nın öfkesini, hazırlanan emeklilik yazılarıyla birlikte Demirel’e arz etti. Demirel o gün bütün Türkiye’ye gazetelerde manşet olan “Paşa’nın öfkesi bir boşalmadır.” diyerek dünyanın en rezil manşetinin çekilmesine vesile olan açıklamasını yaptı” demiştir.127 

 1 Eylül 1996 tarihli Sabah gazetesinde “Karadayı’dan Humeyni Dersi” başlıklı haber, Genelkurmay Başkanının “ilk kez Sabah’a konuştuğu” spotuyla verilen 
haberde, “Ordu’nun 3 hassas konusu” başlığıyla siyasi iktidara uyarı anlamına gelecek şekilde açıklamasına yer verilmiş, Bu nitelik ve üslupta haber ve yazıların arttığı ve toplumun siyasi iktidarın gitmesi yönünde hazırlandığı anlaşılmaktadır. 

   Bu dönemde medya mensuplarıyla iletişimin dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgenerel Erol Özkasnak’ın koordinasyonunda yürütüldüğü, buradaki çalışmaların Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir tarafından talimatlandırıldığı görülmüştür. O dönemdeki medya mensuplarıyla yapılan görüşmelerin, telefon trafiklerinin bu iki askeri yetkilice yapıldığı, medya mensuplarının komisyonumuza verdiği bilgiler çerçevesinde ortaya çıkmıştır. 

 Erbakan’ın istifasıyla sonuçlanan sürece kadar haberlerle adeta toplumun belirli fikir ve kanaatlere doğru götürülmek istenildiği açıkça görülmüştür. 

Bu dönemde meydana gelen Resepsiyon haberlerinde ikram listesinde alkol’ün olup-olmaması, laiklik hassasiyetinin asker merkezli açıklamalarla öne alınması, 
sakallı milletvekillerinin öne çıkartılması, kuran kursu ve imam-hatiplerle ilgili haber ve görüntülerin öne çekilmesi, Sincan’da gerçekleştirilen Kudüs günü 
etkinliğinin haber ve görüntülü TV’lere yansıtılma biçimi, Başbakan’ın sakallı korumalarıyla ilgili “silahlı yapılanmaya gidiliyor” havasında verilen haberler, 
Kayseri’de Erbakan’ın programında Refah Partisi il teşkilatınca görevlilere giydirilen elbiselerin bir sivil askeri koruma oluşturuluyor havasının verilmesi, av için kullanılan pompalı tüfeklerin satış rakamlarının öne çıkartılması, Libya ve İran’ı kapsayan dış gezinin yansıması, D-8 çalışmalarının haberlerde yansıtılma biçimi, Ramazan ayında Diyanet mensuplarına Başbakanlık konutunda verilen iftar yemeğinin yansıtılma biçimi, öte yandan siyasi iktidarın sayısal çoğunluğunu istifalarla azınlığa düşmesi için yapılan haber ve olayların yansıtılması, Spordan sorumlu Bakan Bahattin Şeker’in gördüğü baskı ve istifasına giden süreç dikkat çekmiştir. 

 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in iktidar ortağı bulunan eski partisi DYP içindeki milletvekilleriyle yaptığı görüşmeler ve yansımaları, istifa haberleri, 
MGK’da yapılan 9 saatlik toplantı ve toplantı öncesi oluşturulan atmosfer, sonrası yapılan haber ve yazılar, yeni hükümet arayışlarına gidilmesi yolundaki 
haberler, Sayın Demirel’in Başbakan Erbakan’a yazdığı mektup ve mektubun haberleştirilme biçimi ve bazı gazetecilerin PKK ile temasta olduklarına yönelik 
Şemdin Sakık’ın ifadesinden yola çıkılarak Andıçlanması gibi ana olaylar medya’nın 28 Şubat sürecindeki rolünün ortaya çıkması bakımından önemli veriler sunmuştur. 

 Bu dönemde medya ve asker ilişkileri ele alınırken, her iki grupta da görev yürüten yetkili isimlerin olağan dönemlerde pek rastlanılmayan birebir ilişkileri 
komisyonumuzca bilgisine başvurulan 6 gazete sahibi, 10 gazeteci ve yazar, 3 genel yayın yönetmeni, 2 Ankara temsilcisi, 3 televizyon programcısı ve 
dönemin askeri ve siyasi yetkililerinin verdiği bilgilerle ortaya çıkmıştır. 

 Dönemin Sabah Grubu’nun sahibi olan Dinç Bilgin, 05/10/2012 tarihinde komisyonumuza dönemin askeri yetkilileriyle yaptığı görüşmeye ilişkin bilgiler vermiş, “ Genelkurmay karargahına davet edildiğini, bir odaya alındığını ve gazetesinde çıkan haber ve yazılarla ilgili sorulara muhatap doluğunu ” beyan etmiştir. 

 Komisyonumuzca 15/10/2012 tarihinde görüşlerine başvurulan Zaman gazetesi imtiyaz sahibi Alaaddin KAYA ile Vatan Gazetesinden Zafer MUTLU 
da 5/10/2012 tarihinde asker-medya ilişkilerine değinmiştir. 

28 Şubat döneminin etkin gazeteleri olan Hürriyet ve Doğan Grubu basın yayın, Sabah-ATV Grubu ve bu gazetelerde genel yayın yönetmenliği görevlerinde 
bulunmuş gazetecilerin, ayrıca Zaman Gazetesi’nin sahibinin ve Genel Müdürü’nün verdiği bilgiler göstermiştir ki, asker 28 Şubat döneminde hiç olmadığı kadar medya mensuplarıyla iletişime geçmiş, gazeteciler karargahlara çağrılmış, haber ve yazılara ilişkin talimatlar verilmiş ve takiplerin yapıldığı ifade “ Gerekirse Silah Kullanırız ” tehdidinin yapıldığı açıkça ortaya çıkmıştır. 

  _ 28 Şubat Döneminde Habercilik Örnekleri: 

 Gazeteciliğin en temel kurallarından birisi de, bilgi ve belgeye dayanmayan, tümüyle veya bir bölümüyle yalan haber yayınlamamak tır. 28 Şubat sürecinde ise yapılan siyasi bir çok haberin bilgi ve belgeden yoksun yapıldığı görülmüştür. Örneklerini aşağıda vereceğimiz olaylar zincirinde kimi tümden olmamış bir olayın olmuş gibi gösterilmesi, kimi var olan olayın algılatılmak istenildiği gibi 
haber dili kullanılarak gazetelerde yer aldığı görülmüştür. Bu tür haberlerin bir kısmı “asker kaynaklı” olarak ilan edilmişse de, daha sonra gösterilen tepkilerin ardından Genelkurmay Başkanlığınca tekzibi yapılmıştır. 

 Bir kısım haberlerde siyasiler açıkça hedef olarak gösterilmiş, mahremiyet ihlali yapılmış, kişi hak ve özgürlüklerine açıkça müdahale edilmiştir. Tekzibi yapılan haberlerin ise kamuoyuna verilmek istenen bir mesaj şeklinde yaptırıldığı haber dili, kaynak ve haberin yayınlandığı gazete bakımından ele alındığında haber her ne kadar tekzip edilmiş olsa da, haberin bir psikolojik harekatın parçası 
olduğu gözlenmiştir. En çarpıcı örneği yeşil sermaye olarak adlandırılan sermaye grubuna ait ürünlerin artık Genelkurmay Karargahınca satın alınmayacağına dair yapılan “Ambargo” haberidir. Haberde bir liste yayınlanmış, bu listede yer alan firmaların ürünlerinin adı yazılmıştır. Kamuoyu günlerce bu ambargoyu konuşurken genelkurmay böyle bir ambargonun olmadığını bildirmiştir. 

 28 Şubat döneminde, gazetelerin, Refah Partisinin içinde olduğu bir hükümetin kurulmasını istemediği haber ve yorumların tetkikinden açıkça görülmektedir. Ancak bu aleyhtarlığın, Refah Partisinin 1995 seçimlerinde birinci parti çıkmasıyla sistematik bir “karşı atağa” geçilmesine yol açtığı, haber ve fotoğrafların toplumsal ilgiyi kırmaya dönük, tahkir edici, küçültücü, incitici nitelikler taşıdığı gözlenmiştir. Demokratik teamüller gereği TBMM Başkanı, seçimlerden birinci parti çıkan partinin adayına destek verilerek seçilir, yine aynı şekilde Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini de ilk o siyasi partinin genel başkanına verirken 1995 seçimlerinden sonra oluşan parlamento yapısında bu teamüller hiçe sayılmış; TBMM Başkanlığına Anavatan Partili Mustafa Kalemli seçilmiş, ardından halkın tercihleri doğrultusunda seçimden birinci çıkmış bir siyasi partiyi hükümet kurma görevinden uzaklaştırmak için haber ve yazılar yayınlanmıştır. Nitekim bu baskı ve oluşturulan kamuoyu sayesindedir ki Refah Partisi hükümeti kurma görevini almış olmasına rağmen hükümeti kuramamış ve görevi iade etmiştir. 

Özetle, döneme ait medya haberleri incelendiğinde medya’nın “askerden yana” tavır aldığı ve kullandığı haber dilinde siyasetçiyi yargılayan, dışlayan, suçlayan bir tavra girdiği açıkça gözlenmektedir. Bu meyanda; Ağustos 1997 tarihinden itibaren taranan gazete başlıkları ve stratejik haberler okunduğunda bu tavır kendini göstermektedir. 

28 Şubat’a götüren süreçte 1996 yılında yayımlanan haberlerin ve atılan manşetlerden bazıları şunlardır: 

- 14 Ağustos, Hürriyet, “ 70 Yıllık imajımız güme gidiyor ” 

-30 Ağustos, Sabah, “ Geriye değil ileriye ”, “ Erbakan’ın ilk kıyafet uyarısı ”, “ Sağ basında türban tahriki”, “ Refahlı Erbaş’a PKK töreni ” 

-31 Ağustos, Sabah, “ Gergin gece ”, “ Davette yüksek gerilim ”, “ Laiklik konusu kötüye gidiyor” 

 -1 Eylül, Sabah, “Karadayı ilk kez Sabah’a konuştu”, (Fatih Çekirge imzalı haber) “Karadayı’dan Humeyni Dersi (Manşet)”, “Spot: Ordu’nun 3 hassas konusu”, 

-4 Eylül, Sabah, “Erbakan devre dışı” (ABD’li yetkililerin Başbakan Yardımcısı Tansu Çillerle temas kurması üzerine) 

 -20 Eylül, Hürriyet, “İlk Hedef Kazan /M. Yılmaz’ın Refahı İndirme Planı yazısı”, “ABD’yi şoke eden demeçten U dönüşü”, “Çiller BBC Muhabirine ağlamış”, 

-21 Eylül, Sabah, “Darbesiz İndiririz / Mesut Yılmaz’la Fatih Çekirge’nin röportajı”, “Rahmi Koç : Hoca Hazırlıksızmış” 

- Milliyet, “Paket Depremi /iş dünyası Refah-Yol’un kaynaklarını topa tuttu”, “CIA : Saddam’ı Hoca Kurtardı”, “Şeriatçı Öğretmenler”, 

-2 Ekim, Milliyet, “Demokrasi Korosu” 

-5 Ekim, Milliyet, “Cuma’da Tahrik/Kocatepe’de Şeriat provası”, “Taliban değil Aczmendi”, “Şeriattan kaçıyorlar / Afganistan’dan bildiriyor-Özel Yazı dizisi”, “10 Kasım’a Sınav konuldu”, “Avukatlara Türban izni”, “Savcılar gerekeni yapıyor” 

 -14 Ekim, Milliyet, “Refah’ın iki yüzü”, “Hoca’nın Atatürkçülüğü” 

-16 Ekim, Sabah, “Elçilerden Muhtıra / Çiller’e Büyükelçilerden Diplomatik Muhtıra 

-17 Ekim, Milliyet, “Laiklik Uyarısı”, “Erbakan’dan Gizli Temas”, “DYP İzmir Milletvekili Gencay Gürün istifa etti”, 

-20 Ekim, Milliyet, “Aşiret Devleti gibi / DYP’den istifa eden Gencay Gürün’ün açıklamaları”, “Türbanlı Yargıç Milliyet’e konuştu” 

 -21 Ekim, Cumhuriyet, “Demirel’in rejim dersi” 

-12 Kasım, Sabah, “Harp okullarına sızma planı”, “Ata’nın büstüne çirkin saldırı, “Karatepe olayı/ Anap ve DSP’: Görevden alınsın”, 

-14 Kasım, Milliyet, “Gidin başkaları gelsin / İş dünyası isyan etti”, “Refahlı Şimdide Mehmetçik’e taktı” 

-20 Kasım, Milliyet, “Bu kafayla 2000’e”, “Hoca’dan Fasa fiso” 

-22 Kasım, Hürriyet, “Sivil Toplum Ayakta” 

-11 Aralık, Milliyet, “Erbakan İmzaladı / Başbakan Direndi, Ordu taviz vermedi. 58’i irticacı, 69 Subay ve astsubayın TSK ile ilişikleri kesildi- haber”, “Köşeli Uyarı: ANAP Lideri Yılmaz Demirel’le görüştü, siyasi uyarıda bulundu.” 

-13 Aralık, Sabah, “Ordu Rahatsız” 

-20 Aralık, Hürriyet, “Bu defa işi Silahsız kuvvetler halletsin / Ertuğrul Özkök imzalı yazı ve haber” 

-29 Aralık, Hürriyet, “Böyle basıldı /Aczmendi Lideri Müslüm Gündüz’ün Fadime Şahin!’le basılma anı” 

ARALIK: TAHRİKLER BİTMİYOR / HÜRRİYET 

-Refah Partisi türban, karayolu ile hac, kurban derileri, Taksime cami krizlerini yeni krizler yaratarak daha da tırmandırıyor. 

- Kadın televizyon muhabirine saldırı 

- Kudüs gecesinden Hoca haberdar 

- DGM’de Kudüs Gecesi krizi 

 2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***