3 Aralık 2018 Pazartesi

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 21

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 21



IX. BÖLÜM

DÜŞÜN GAZETESİ İLE YAPILAN SÖYLEŞİ(*)


Düşün: "Bomba Davası Savunma 1" adlı kitabınız ikinci baskısını yaptı. Ayrıca
kitabınızın ikinci cildi de çıktı, izleyebildiğimiz kadarı ile oldukça ilgi var. Siz bu
durumu neye bağlıyorsunuz?
Talat Turhan: Dünya adalet tarihinde Sokrates, Galile, Drey-füs, Sacco ile Vanzetti, Reichtag Yangını, Rosenberg'ler gibi ilginç davalara rastlamaktayız.
Türk adalet tarihinde de benzeri siyasal davalar bulunmaktadır. Bomba Davası'mn bu nitelikte bir dava olduğuna ilişkin savımız; bugün birçok değerli yazar tarafından benimsenmiş ve kamuoyuna mal olmuştur. Bomba Davası ile Yunanistan'daki Aspida Davası arasında da benzerlikler bulunmaktadır.
Bomba Davası, TSK-Politika ilişkilerinin rayından çıktığı 12 Mart sürecinde, TSK üst kademelerinde yarım kalmış bir hesaplaşmanın aracı olarak kullanılmak istenilmiştir.
12 Mart döneminde hak, hukuk, adalet, yargının bağımsızlığı ve üstünlüğü, insan
haklan vb. gibi çağdaş düzenlerde kutsal sayılan kavramlar toplumun sosyal
gelişiminden tedirgin olan ilkel beyinler ve çevrelerce pervasızca çiğnenmiştir.
Çağdaş dünyanın kutsal saydığı bu kavramlar hiçe sayılıp sahneye konulan, bu ve benzeri davalarda politika adalete yeğlenmiş, tertipler tertipleri kovalamıştır. Oysa anılan kavramlar demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri oldukları için, Bomba Davası Savunmacıyla evrensel değerlerin ve Demokrasi'nin savunması yapılmaya çalışılmıştır.
Savunma'nın bu yönü toplumun ilgisini çekmiş olabilir.
12 Mart'ta suskun kalan organlar ve iktidar yetkilileri 12 Eylül’lere
(*) Y.n.: Söyleşi, Bomba Davası-Savunma 1 adlı kitabımın yayınından sonra yapılmıştır.
davetiye çıkaracak ölçüde aymazlık içinde olduklarını algılayamamışlardır.
D: Ülkemizde Silahlı Kuvvetler ile ilgili konularda yazı yazmak, eleştiride bulunmak adeta tabudur, oysa siz bu konuyu en ince ayrılısına kadar inceleyip kitap halinde topladınız. Bu konuyu kitap halinde toplamanızın amacı nedir?
TT: Gerçekte Savunma'mın tümü ekleriyle 5000 sayfalık 10 klasörden oluşan
hukuksal bir belge niteliğindedir. Mahkemeye sunularak bir döneme egemen olan aşağılık ve iğrenç işkenceler ve Sahte Operasyon'lardan oluşan tertiplerin
açıklanmasına çalışılmıştır. Bu şekli ile tarihçiye ışık tutmak amacını gütmüş, büyük tirajlı gazeteler basımına istek gösterdikleri halde bazı çevrelerce(!) bu girişimleri önlenebilmiştir.
Daha sonraki evrede, karşı-devrimcilerin gerçekleri saptırma girişimlerini
yoğunlaştırması, bazı kişilerin savunma içgüdüsü içerisinde olayları tek boyutlu
olarak çarpıtma girişimleri, kitabı yayınlamama neden oldu. Tarih ve insanlık önünde suçlu olanları açığa vurmak ve hesaplaşmak görevimizi yerine getirdik.
12 Mart'ları 12 Eylül'lerin izlemesi, 24 Ocak kararlarının uygulamasını emniyete
almak için politik alt yapıyı yapay ve güdümlü düzenleme girişimleri, Atatürk diye diye Atatürkçülük'ten uzaklaşılmasına tanık olmam da kitabın yayınlanmasında etken oldu. Çünkü daha öncede bu ve benzeri olaylara ilişkin belgesel ve açıklayıcı uyanlarda bulunmuştum.
Gerçek demokrasiyle tabuların bağdaşacağı kanısında değilim. Eleştiri ve
özeleştiriden sakınan güçlerin kendilerini yanılgılardan arındırabileceklerine
inanmıyorum. Bu bakımdan kitabım, bir ölçüde de olsa bazı tabuların yıkılma işlevini yerine getirebilmişse amacına ulaşmış sayılır.
D: Bizim ülkemiz gibi ülkelerde Silahlı Kuvvetlerin, politikayla sürekli ilgisi olduğunu politik bazı çalışmalar yapıldığını, gerek sizin gerekse diğer yazarların kitaplarından öğreniyoruz, bunun temelinde yatan "neden" sizce nedir?
T.T.: Askeri Ceza Yasasına göre askerlerin (Er'den Mareşal'a kadar) politika yapması yasaktır.
Anayasa'ya göre Milli Güvenlik Kurulu'na üye olan Komutanlar bir anlamda politikayı yönlendirecek yetkilerle donatılmışlardır. Bu kadarı ile yetinilmeksizin zaman zaman Anayasa dışı girişimlerde bulunmuştur. MGK yetkileri; 1961 Anayasası'nı 1488 sayılı yasa ile değiştirilen 1971 Anayasası ve 1982 Anayasası ile her geçen gün artırılmıştır. Denilebilir ki, TSK'nın politika üzerindeki ağırlığı bu yolla artırılmıştır.

Kitabımda, niteliğinden Türkiye'de ilk kez sözü edilen ve kamu oyuna tanıtılan ve 12 Mart'tan bu yana ülkemizde geniş ölçüde teoriden pratiğe geçirilen, CIA ajanı David Galula'nın "Ayaklanmaları Bastırma Harekatı" adlı kitabında bir ülkede Temizlik Operasyonu (Demokratik sol ve sosyal demokrasi dahil, her türlü legal ve illegal solun etkisizleştirilmesi) sürecinde askerlerin politika ile uğraşmaları önerilmektedir.
Bu öneri ile güdülen amaç açıktır. Sol'a karşı önyargıyla olumsuz koşullandırılan
askerlerin Milliyetçilik=Antikomünizm anlayışına itilerek Amerikan yanlısı bir politikaya araç edilmesi istenilmektedir.
ABD kaynaklı talimnamelerle "Gayri Nizami Harp" kuramlaştırılmış, bu amaçla
yerüstü ve yeraltı örgütleri kurulmuştur. Bu örgütlerin finansmanı dolarlarla
sağlanmaktadır. Bu örgütlerin kuruluş şemalarında politik kadrolara yer verilmiştir.
Kuşkusuz bu kadroların ulusal çıkarlar doğrultusunda politika yapması olanaksızdır.
Tüm bu çelişkiler yumağı içerisinde, süper güçlerin kontrolüne alman tüm ülkelerin TSK politika içine çekilmektedir. Bu yöntemle süper güçler kontrolü altına aldığı ülkelerde çıkarlarını emniyete almaya çalışmaktadırlar.
Kitabımda TSK-politika ilişkilerinde süper güçlerin etkinliğini ortaya koyabilmiş isem gerçek demokrasiye bir ölçüde katkıda bulunacağımdan mutluluk duyarım.
Ülkemizde başlangıçtaki TSK içinde devinimlerde (1940–1960) Ordunun demokratik bir düzene duyduğu özlem yanında, iktidarların başarısızlıkları ve politikacıların yeteneksizliği onları politika içine çekmiş olabilir. Bunun yanında, Slh. K.'ler mensuplarının dış dünya ile daha yoğun ilişkiye geçmeleri sonucu -görevleri nedeniyle- geri kalmışlığımızı gözleme, algılamaları da aceleci bazı formüllerin çekiciliğinden çare arama yanılgısına itmiş olabilir.
Daha sonraki devinimlerin (1971–1980) süper güçlerin ve onların istihbarat
örgütlerince yönlendirildiği savunmamda açıklanmış ve zaman içinde de bu gerçek en yetikli kişilerce doğrulanmış, özellikle 12 Eylül sonrası yayınlanan bazı kitaplarla konu daha da derinlik kazanmıştır.
Yazılanlar gerçekse süper güçler ülke düzenlerindeki gelişimin aleyhlerine yöneldiğini algıladığında terör ve anarşiyi kışkırtıp güvensizlik ve iktidar boşluğu yaratmakta, hiyerarşinin gücünü amaçlan doğrultusunda kullanmak için tepedekileri ikna etmekte ve bu nedenle de az gelişmiş ülkelerde darbeleri darbeler izlemektedir.
Gerçek demokrasilerde her kurum, Anayasa ile belirlenen konumunu içine sindirecek ölçüde demokratik erişkenlik içerisinde bulunduğundan, bu düzeye ulaşmış düzenlerde TSK'nın politikaya aktif katılması ve de düzene müdahalesi girişimlerine rastlamamaktayız.
D: 1971'in İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün hakkında Ziverbey işkence
köşkü ile ilgili ve daha değişik konularda çok şey yazdınız. Hatta bir dönem açık
oturuma bile çağırmıştınız, bunlara Türün'ün yanıtı veya tepkisi ne oldu?
T.T.: Bomba Davası'nın 8 Haziran 1973 günkü oturumunda sorgum sırasında,
Orgeneral Faik Türün'ün Sıkıyönetim komutam olduğu bir dönemde, Türkiye'de
sanırım ilk kez resmen bu kişiyi işkencecilikle suçlamış ve bu savımı Duruşma
Tutanağına geçirtmiştim:
"Bugün İstanbul'da işkence şebekesi vardır. Şebeke Faik Türün tarafından
yürütülmektedir. Orada General Ünlütürk'te vardır..."
Savımı kanıtlamak için de, Bomba Davası Savunma 2 adlı kitabımda bir bölümünü açıkladığım üzere, Türün'ü Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığına, Kara Kuvvetleri Komutanlığına dilekçe ile şikayet ettim. O dönemde, Türün'ün gücü anılan makamlarda oturanları aşmış olmalı ki ilgililer ya susmayı ya da gerçekleri yadsımayı yeğleyerek tarih önünde Türün'ün yaptıklarının katılımcısı durumuna düştüler...
Daha sonraları Türün, özellikle Yankı Dergisi ve Hürriyet Gazetesi'ne yaptığı
açıklamalarla bir yandan savlarımı doğrulamak durumuna kendisini düşürürken, diğer yandan ismimden de söz edip gerçekleri saptırma uğraşısı içerisine girdi. Bu tavrı tarih önünde mahkum edebilmek amacı ile kapsamlı bir dosya hazırlayıp mahkemeye sundum. Dosyadan birer adet de Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazetelerine verdim.
Mahkemeden Türün'ün tanık olarak dinlenilmesini istedim. Kuşkusuz bir haftada işine gelmediği için Mahkeme lağvettiren bu kişiyi bir başka Askeri Mahkeme'nin tanık olarak çağırması olanaksızdı. Ama ben insanlık onurunu savunmaya devam etme çabası içerisinde idim.
Türün, askerken de açık kart oynuyor. Benimsediği dünya görüşü koşutunda belirli politik görüşlere ve dinsel sağa hizmet ediyordu. Bu çevreler O'nu dokunulmazlık zırhı içine almak için yoğun politik girişimlerde bulundular. Bilindiği gibi, İstanbul'un tüm duvarları Türün'ü suçlayıcı sloganlarla dolduruldu ve Türün hezimete uğrayıp İstanbul'dan senatör olamayınca, ondan yararlananlar başka yöntemler deneyip Parlamentoya sokmayı başardılar. İşte bu evrede Türün konuşurken, gene gerçekleri yadsıdığını görünce duyarsız kalamadım. 5 Ekim 1977 günkü Cumhuriyet Gazetesi'nde "Türün'den Cevap Bekliyorum" başlıklı yazı ile kendisini "Seçimden önceki bir gün Basın Toplantısı'nda açık tartışmaya çağırdım." Aynı şekilde gerçekleri yadsımaya devam eden Emekli General Memduh Ünlütürk'ü de Politika Gazetesi'nde 10-15 Mayıs 1978 günleri arasında yayınlanan "Talat Turhan, Sadi Koçaş ve Memduh Ünlütürk'e cevap veriyor: Kontrgerilla gerçeği" başlıklı yazı dizisiyle açık tartışmaya çağırdım.
Her ikisi de susmayı yeğlediler... Zihni Paşa İşkence Köşkü'nde ellerim zincirli,
ayaklarım prangalı, gözlerim bağlı iken sorguda bulunan bu insanların, açık
tartışmadan kaçmalarından başka bir tavırları olabilir miydi?
Kanıma ve Kanunlara göre, 12 Mart döneminin İstanbul Bölgesi'ndeki tüm
uygulamaların tek sorumlusunun Türün olmaması gerekir. Türün'ün yasa dışı emir ve isteklerine boyun eğen tüm kurumlar ve kişiler O'nun suçuna katılmış sayılmalıdır.
İşlenen örgütlü bu suç, hiyerarşinin gücünü kişisel iktidar hırslarına alet etmeyi
amaçlayan bir hedefi bulunduğu için, TCK 146. maddesi kapsamı içinde olması
gerekir. 1974 Af yasası kapsamı dışında olan bu suçun hesabı sorulmadan
Türkiye'de işkence ve insan haklarına ilişkin sorunların önü alınamayacağı gibi,
sağlıklı bir demokrasinin tam anlamıyla kurulup işletilebileceğine inanmıyorum.
Sorunun önemi, 12 Mart döneminde örgütlü ve en yetkili organların destek ve
korumalarıyla işkence uygulamalarının başlatılması ve yaygınlaştırmasından
gelmektedir.
D: Silahlı Kuvvetler' in içinde işkence olaylarının yaygınlaşması konusunda
düşünceleriniz nelerdir?
T.T.: Kitaplarımda sorunuzun yanıtını tüm kanıt ve belgeleriyle açıklamaya çalıştım.
Süper güçlerce yeni sömürgecilik yöntemleriyle kontrol altına alınan tüm ülkelerde, Sıkıyönetim, Olağanüstü Hal, Askeri Yönetim, Savaş Hali dönemlerinde işkence uygulamalarının arttığının tanığı olmaktayız.
İşkence tarihi süreç içerisinde her zaman var olmuştur. Ancak, ülkemizde 12 Mart'tan sonra sistematik bir şekilde, dış kaynaklı öğretiler doğrultusunda, bu amaçla yetiştirilmiş "Özel tim"ler veya "Teknik Sorgulama Ekipleri"nce uygulanmaya konulmuştur.
Süper güçler hegemonyası altına aldığı ülkelerdeki kazanımlarını ve çıkarlarım
sürekli korumak için, her türlü provokasyon ve teröre baş vurmak üzere kendi
istihbarat örgütleriyle, onlarca güdülen işbirlikçi yerli istihbarat örgütlerini kullanıp ülkeleri destabilize etmek -istikrarsız hale getirme- ve işbirlikçi iktidarlarca stabilizasyon -istikrar- yöntemlerine baş vurulup halkı susturmak, ezmek ve yıldırmak için işkenceyi araç olarak kullanmaktadırlar.
Türkiye'de de özellikle 1960–1971 dönemindeki özgürlüklerle sosyal uyanıştan
tedirgin olan güçler, legal sol muhalefeti susturmaya çalışırken, öte yandan bugün eski MİT ajanı Mahir Kaynak'ın bile açıklama gereğini duyduğu, Sol'un bir kesimini illegaliteye iterek "Aşı Teorisi" diye adlandıkları yöntemlere başvurmaktadırlar (Milliyet: 21 Eylül 1986).

ABD Latin Amerika ve Vietnam laboratuvarlarında ki işkence konusundaki
deneyimlerini, kontrolü altrıa aldığı ülkelere ihraç etmekte ve bu yöntemlerle
yıldıracağını umut ettiği halklardan oluşan toplumlarda yapay olarak oluşturulan
politik istikran, ekonomik sömürünün bir aracı olarak kullanmaktadır.
Bu nedenle gerçek demokrasi kurulana dek işkencenin tam anlamıyla
önlenebileceğini sanmıyorum.
D.: Silahlı Kuvvetler ile politika ilişkisi hakkındaki düşünceleriniz?
T.T.: Çok kapsamlı olan bu sorunun yanıtını bir ölçüde ikinci sorunuzun yanıtında
vermeye çalıştım. Bugüne kadar yayınladığım yazılar ve Savunma 1 ve 2 adlı
kitaplarda bu konuya değinilmiştir. Gerçekte bu konu tüm boyutlarıyla bilimsel olarak incelenmiş değildir. (1)

TSK 211 sayılı İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesi uyarınca "Cumhuriyeti Koruma ve Kollama" görevinin kendisine verildiğinden hareket edip, bu görevin zamanı
geldiğinde kendi Komuta Kademesinin inisiyatifi içinde karar vermektedir. Oysa
Anayasal düzen içinde Slh. Kuv. Komuta katının böyle bir yetkisi olup olmadığı da bilimsel olarak tartışılmış değildir.

Buna karşın; Atatürk, Cumhuriyeti gençliğe emanet etmiştir...
Oysa gençliğimiz gaflet ve hıyanet içinde olan iktidarlarca kamplara bölünmüş ve "iti ite kırdırmak" diye tanımladıkları yöntemlerle karşı karşıya getirilmiş, ihtiraslı
oportünist politikacılar bu dinamik gücü kendi politik çıkarlarına alet etmeye çalışmış, "Aşı Teori'leriyle provokasyon ve terör ortamına sürüklenmiştir. İktidarlar kendi yarattıkları bu kargaşa ortamına egemen olamayınca sorumluluktan sıyrılmayı başarmış, bir dönemin tüm suçu hapishanelerdeki gençlere yükletilmiştir. 1960'ların "Ordu Gençlik Elele" anlayışı, karşı-devrimcilerin uğraşları sonucu anlamını yitirmiş, Askeri Ceza ve Tutukevlerindeki baskı, kamu vicdanını rahatsız edici boyutlara ulaşmıştır.

Slh. Kuv.'i asıl görevinin dışına çeken her olgu, yıpranmasına ve siyasete
bulaşmasına neden olmaktadır. Oysa düzene egemen olamayan iktidarlar Orduyu sürekli kendi asıl görevi dışına itmekte ve hatta darbe ortamı yaratıp tarihsel suç işlemektedirler.

Sivil-asker ayrımı içinde eğitim, kültür, yaşam ve anlayış farklılığını da Slh. Kuv.
zaman zaman politika içine çeken etkenler arasında görmekteyim.
OYAK ile bazı şirketlerle büyük sermayedarın ortak olması, Kuvvetlerin Vakıflarında üst düzeyde kurulan ilişkiler, bu konuda olumsuz örnekler oluşturduğuna inanıyorum.
Politikaya egemen olan tekelci büyük sermayenin dış bağıntıları da göz önüne
alındığında, kendi ve yakınlarının geleceğini bu güce yaranmada gören askerler, bu ilişkilerde olumsuz örnekler oluşturmaktadır. Eski Gn.
Kur. Bşk.'larından Memduh Tağmaç'ın Sınai Kalkınma Bankası'nda, Semih Sancar'ın
Akbank'ta yönetim kurul üyeliklerine tenezzül etmeleri gibi...
D.: imza günlerinde okuyucularınız en çok neyi merak ederek soruyorlar? Başka
kitaplarınız çıkacak mı? Bu konuda söylemek is-dediğiniz şeyler nelerdir?
T.T.: İmza günlerinde toplumun her kesiminden kitaplarımla ilgilenen okuyucuların varlığını görmek yarınlara olan umudumu pekiştirdi.
Anılan günlerde kuşkusuz çok değişik sorulara muhatap oldum. Ama büyük bir
çoğunluk kitabı önceden okudukları için, Savunma 1 'in, 63. sayfasında yer alan
"Bomba Davası Stratejisinle ilgili sorular sordular. Şemadaki Öngörü onları büyük ölçüde etkilemişti.
Şema, 1975 Kasım ayında Mahkemeye verildiğinde, CHP iktidara geleli bir ay
olmuştu ve güçlü görünüyordu. Oysa ben gelecek bir dönemde CHP'nin
kapatılmasından söz ediyordum. Parti Gn. Başkanı ve yetkili organlarının o dönemde hayallerinin bile alamayacağı bu olasılık, 1980'lerden sonra gerçekleşmişti... Bunu nasıl kestirmiştim?
Öngörü bu kadarıyla da kalmamış:
—Atatürkçü ve Demokratik sol görüşün tasfiye edileceğini,
— 27 Mayıs'ın tam tasfiye edileceğini,
— TSK’nın radikal kesiminin tam tasfiye edileceğim,
— Faşist bir düzenin kurulacağını" açıklıyordum.
Tüm bu söylenilenler 1980'lerden sonra gerçekleşmişti. Bunları nereden çıkarmıştım?
Kendilerine verdiğim yanıtta; ne kahin, ne astrolog olduğumu, ne de boş atıp dolu tutturduğumu açıklamaya çalışıyordum.
Şemada adları yazılı olan ve onbinlerce sayfa tutan dava dosyalarını büyük bir sabır ve özveriyle aylarca incelemiş bu sonuca ulaşmıştım. Gerçekte aynı yönteme başvuran her ilerici, demokrat ve devrimci herhangi bir kişi benzeri sonuçlara ulaşabilirdi.
Bu kadarı ile de yetinmeyip 1976 yılında CHP'li yetkililere ve değerli gazeteci dostum Uğur Mumcu'ya 11 daktilo sayfası bir rapor verip CHP hakkında ne oyunlara başvurulduğunu belge ve kanıtlarıyla açıklamaya çalıştım. Bizi dinleyen olmadı. Düzeni değiştirmek isteyenlerin kendileri "Temizlik Operasyonu" sonucu örgütleriyle saf dışı bırakıldılar...
Buna karşın, bugün Özal, düzenin değiştiğinden söz ediyor... Düzen gerçekten
değişti ama geri vitese takılarak... Oysa tarihsel dinamiğin çarkları ileri dönmektedir.
Kim ne dene desin Türkiye bir-gün kesinlikle Atatürk'ün Tam Bağımsızlık, Anti emperyalist,
Anti kapitalist ilkeleri doğrultusunda halkına yaraşır, gerçekten sosyal
adaletçi, demokratik bir düzene kavuşacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Bilindiği gibi. Savunma adlı İki kitap henüz başlangıçta olup, savların eleştirisini
kapsayan bölümü henüz yayınlanmamıştır. Kamuoyunun ilgisi devam ettiği sürece bu yayın sürdürülebilir, Savunma dışında da bazı kitap çalışmalarım bulunmaktadır...
Muhsin Batur'un "Anılar ve Görüşler", Celi! Gürkan'ın "12 Mart'a Beş Kala" adlı
kitaplarıyla, benim Bomba Davası-Savunma 1 adlı kitabım, bir arada olaylar
yönünden Ankara Savcılığınca incelemeye alınmıştır. 
Bu soruşturmanın sonucunu merakla bekliyor ve bu konuda dava açılmasını gönülden istiyorum. (2)
Bana göre Bomba Davası bitmemiştir. 12 Mart'ın hesaplaşmasını yapmak isteyenler bu işi sonuna kadar götürmek zorundadırlar. Çünkü bu hesaplaşma tamamlanmadan diğerleri yapılamaz...
Düşün Gazetesi'ne bana bazı konular üzerinde düşünme olanağı verdiği için teşekkür ederken, yeni yayın hayatında başarılar diliyor ve okuyucularına saygılar sunuyorum.

Talat Turhan 15 Ekim 1986

Ankara'da Radyoevine el koyan MBK'den Albay Muzaffer Yurdakuler, radyonun
çalışmasını sağladıktan sonra Harp Okulu'ndan Albay Alparslan Türkeş'i çağırır.
Türkeş Harp Okulu'nda kaleme alınan bildiriyi saat 5.25'te radyodan okumaya başlar:

"Dikkat... Dikkat... Muhterem.,
Vatandaşlar, Radyolarınızın başına geçiniz. Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitap edecektir...
Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır. Bu hareketle Silahlı Kuvvetlerimiz partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişimde bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir.
İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyete müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs
etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsaade etmeyecektir. Kim olursa olsun ve
hangi partiye mensup olursa olsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk prensiplerine göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletin aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarının
dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görünmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sığınmalarını rica ediyoruz. Şahsi emniyetleri kanun teminatı altındadır. Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası'na, ve insan hakları prensiplerine tamamıyla riayettir. Büyük Atatürk'ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadıkız. NATO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO'ya bağlıyız. Tekrar ediyoruz; düşüncelerimiz, yurtta sulh, cihanda sulhtur. Türkiye dahilinde bütün garnizonlardaki garnizon komutanları o yerin mülki ve askeri idaresine el koyacaklar ve vatandaşların her hususta emniyetini sağlayacaklardır."
Halkın o yıllardaki esas haber kaynağı Türkiye Radyoları olduğu için, Ankara
Radyosu'nu açanlar, tabii alıcıları yeteri kadar güçlü ise, bir de İstanbul Radyosu'nu yokladılar. İstanbul Radyosu da benzer bir bildiriyi saat 4.36'dan beri dinleyicilerine duyuruyordu:

"Dikkat... Dikkat... Burası İstanbul Radyosu...
Büyük Türk Milleti, Bütün Türkiye'de Silahlı Kuvvetlerimiz 27 Mayıs saat 3.00'ten itibaren idareyi ele almıştır. Bütün vatandaşlarımızın ve Emniyet Kuvvetleri'nin Silahlı Kuvvetlerle yakın işbirliği sayesinde bu harekât hiç bir can kaybı olmadan başarılmıştır. İstanbul'da ikinci bir tebliğe kadar Silahlı Kuvvetler mensupları hariç, sokağa çıkma yasağı konmuştur. Vatandaşlarımızın Silahlı Kuvvetlerin vazifelerini kolaylaştırmalarını ve milletçe ümit edilen demokratik rejimin en kısa zamanda tesisine yardımcı olmalarını rica ederiz.

Silahlı Kuvvetler” EK:2

DEVLET BAŞKANI ORGENERAL CEMAL GÜRSELİN 14 MBK ÜYESİNİN MBK'DEN ÇIKARILDIĞI HAKKINDA RADYOLARDAN KENDİ SESİYLE OKUDUĞU BİLDİRİ

1. Milli Birlik Komitesi'nin çalışmaları, memleketin yüksek menfaatlerini tehlikeye
sokacak bir duruma düştüğünden Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Birlik Komitesi
üyelerinin talepleri üzerine bugün (13 Kasım 1960)den itibaren Milli Birlik Komitesini feshettim.
2. Türk milleti adına yasama yetkisini kullanacak olan yeni Milli Birlik Komitesi üyeleri şunlardır:
Başkan: Gürsel Cemal, üyeler: Acuner Ekrem, Aksoyoğlu Refet, Ataklı Mucip, Çelebi Emanullah, Ersü Vehbi, Gürsoytrak Suphi, Karaman Suphi, Kaplan Kadri, Karavelioğlu Kamil, Koksal Osman, Kuytak Fikret, Küçük Sami, Madanoğlu Cemal, Okan Sezai, Özdilek Fahri, Özgüneş Mehmet, Özgür Selahattin, Özkaya Şükran, Tunçkanat Haydar, Ulay Sıtkı, Yıldız Ahmet, Yurdakuler Muzaffer.
3. Yeni Milli Birlik Komitesi, en kısa bir zamanda kurulacak olan Kurucu Meclis ile
birlikte memleketin nizamını demokratik easlara göre düzenleyecektir.
4. Görevlerinden affedilen üyeler, emekliye sevk edilmişlerdir.
5. Bu konuda, Devlet Başkanından başka bir makam ve şahıs, beyanat vermeyecektir.

Cemal Gürsel
Orgeneral
Devlet Başkanı ve Silahlı Kuvvetler Başkumandanı

Y.n.: 14 Kasım 1960 günlü gazeteler...

Görevlerine Son Verilen MBK Üyeleri
Fazıl Akkoyunlu, Alpaslan Türkeş, Muzaffer Özdağ, Ahmet Er, Rifat Baykal, Orhan Erkanlı, Numan Esin, Orhan Kabibay, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Münir Köseoğlu, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce ve Dündar Taşer.

27 Mayıs Hareketinin Çıkardığı İlk Kanun 1 Numaralı Kanun-Geçici Anayasa(*)
(*) Y.n.: 14 MBK üyesinin tasfiyesi Geçici Anayasa'nın 10 ve 11. maddelerinin açık bir ihlalidir!

Genel hükümlerin ikinci fıkrası: Ordu dahili hizmet kanununun 34. maddesi ile Türk yurdunu ve Teşkilatı Esasiye kanunu ile tayin edilmiş olan Türk Cumhuriyetini kollamak ve korumak vazifesi kendisine verilmiş olan Türk ordusu vatandaşı birbirine düşürmek suretiyle Türk vatanını ve milli varlığı tehlikeye koymuş olan eski iktidara karşı bu mukaddes kanuni vazifesini yerine getirmek ve hukuk devletini yeniden kurmak için Türk milleti adına harekete geçerek milleti temsil vasfını kaybetmiş olan Meclisi dağıtmış iktidarı geçici olarak Milli Birlik Komitesine emanet etmiştir.
Madde 1: Milli Birlik Komitesi yeni anayasa ve seçim kanunu, demokratik usullere uygun olarak, kabul edilip buna göre en kısa zamanda yapılacak genel seçimlerle yeniden kurulacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisine iktidarı devredeceği tarihe kadar Türk milleti adına hakimiyet hakkım kullanır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Teşkilatı Esasiye Kanununa göre sahip olduğu bütün hak ve yetkiler, bu süre içinde Milli Birlik Komitesine aittir.
Madde 2: Milli Birlik Komitesi üyeleri kendi aralarında ve Türk milleti huzurunda şu yeminle vazifeye başlarlar:
"Bir karşılık beklemeden, ahlak, adalet, hukuk ve insan haklan prensiplerinden ve vicdani kanaatlerimden başka bir sınırla bağlı olmaksızın kendimi Türk milletine adadım. Vatanın ve milletin mutluluğuna ve milletin egemenliğine aykırı bir ülkü gütmeyeceğim.

TSK'nın bazı bireyleri bu oldu bitti sonucunda MBK Komitesi'nin meşruiyetini yitirdiği gerekçesiyle Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütü'nün kurulmasına kendilerinde hak görmüşlerdir.
Demokratik Cumhuriyeti yeni Anayasaya göre düzenlemek ve iktidarı yeni Meclise devretmek ülküsüne bağlılıktan ayrılmayacağım. Bunun için şerefim, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine and içerim...
Madde 3: Milli Birlik Komitesi yasama yetkisini doğrudan doğruya kendisi ve yürütme yetkisini Devlet Başkanınca tayin ve Komitece tasvip edilen Bakanlar Kurulu eliyle kullanır.
Madde 10: Milli Birlik Komitesi üyeleri, kendi dileği ile Komiteden çekilebilir: fakat ikinci maddede yazılı yemine ihanetleri mahkeme hükmü ile sabit olmadıkça Komiteden çıkarılamaz.
Madde 11: Vatana ihanet, irtikâp, hırsızlık, sahtekârlık, dolandırıcılık, emniyeti
suistimal gibi şeref ve haysiyet kinci suçlardan veya adam öldürmekten mahkûm
olanların veya kamu haklarından iskat edilmiş bulunanların Komite üyeliği düşer.
Madde 12: Milli Birlik Komitesinin bir üyesi hakkında 10 ve 11. maddelerdeki
suçlardan biri ile soruşturma açılabilmesi yahut bu üyenin tevkif edilmesi veya
yargılanması için Milli Birlik Komitesi üyelerinin yedide altısının katılacağı toplantıda bulunan üyelerin beşte dördünün oyu ile karar verilir. Bir üye hakkında diğer suçlardan dolayı soruşturma yapılması ve bu üyenin yargılanması, Milli Birlik Komitesindeki görevinin sona ermesine bırakılır. Bu süre içinde zaman aşımı işlemez.

Madde 17, Fıkra 1: Milli Birlik Komitesinin Başkam aynı zamanda Devletin ve
Hükümetin Başkanıdır.

Fıkra 5: Devlet Başkanı aynı zamanda Başkumandandır. EK:3

SİLAHLI KUVVETLER BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ'NÜN YEMİNİ(*)
(*) Y.n.: Talat Aydemir' in Hatıraları, May Matbaası, Şubat 1968, İstanbul.

"Türk Milletinin bekası, 27 Mayıs inkılâp ruhunun devamını, demokratik bir
rejimin kurulmasını temin ile M.B.K.nin müspet icraatını destekleyeceğime ve
Türk Silâhlı Kuvvetlerinin siyasetten uzak kalmasının temini hususunda
kendimi şimdiden Türk Milletine feda edeceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

—Yemin 25 Ağustos 1961 günü Jandarma Okulu Şeref salonunda toplanan SKB örgütü üyelerince tabanca üzerine el konulup yapılmıştır." EK:4

SİLAHLI KUVVETLER BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ'NÜN PRENSİPLERİ(*)
(*) Y.n.: Talat Aydemir'in Hatıraları, May Matbaası, Şubat 1968, İstanbul.
— Gölgedeki Adam, Dündar Seyhan, İstanbul, 1966.

28 Haziran 1961

1. Ana prensipler üzerinde kader birliği edilen hayati meselelerdir. Bu prensiplerin komite, meclis ve gerekse dışarıda takip ve tahakkuku için her türlü gayret ve kuvvet sarf edilir. Memleketin ve rejimin selâmeti icabı silâhlı müdahale yapar.
2. Şu veya bu şekilde tecellisinde ittilatlar yaratmayacak veya ihtilâl ve rejimin
teminatım tehlikeye düşürmeyecek meselelerin hallinde teşebbüs, teşvik ve
tavsiyeden ileri gidilemez, silâhlı müdahaleye değer bir risk olarak kabul edilemez.
3. Ana prensipler:
a. M.B.K. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bölünmez bir uzvudur. Onlara vaki bir tecavüz Türk Silâhlı Kuvvetlerine yapılmış addedilir.
b. M.B.K. azalan arasında komiteyi yıpratıcı bir ayrılığı Türk Silâhlı Kuvvetleri asla tasvip etmez.
c. Seçimde iktidara gelecek siyasî kuvvet ihtilâl ve inkilâba ve bunu yapanlara karşı intikamcı bir hüviyet taşıyamaz. Seçimlere kadar partilerin durumu yakından  takip edilir.
d. Yassıada dâvasında birinci derecede suçlular için Yüksek Adalet Divanı 'nın verdiği kararlar derhal tasdik ve infaz edilecektir.
e. Genel seçimler Yassıada Mahkemeleri sona erdikten ve ceza-arı infaz edildikten sonra yapılacaktır. Bu tarih 29 Ekim 1961'i gelemez.
f. Müspet yoldan ayrılmadıkça seçimlerin sonuna kadar M.B.K. fesih veya başka bir yolla azaltılamaz ve dağıtılamaz.
(İhanetleri Komite tarafından karar altına alınmadıkça).
g. Seçimlerden evvel M.B.K. Başkanının herhangi bir sebeple görevinden ayrılması halinde Devlet Reisi bir numaralı Anayasa Kanununun hükümleri gereğince seçilecektir.
h. M.B.K. nin prensip kararı ve tensikat maksadı ile emekliye sevk edilenler tekrar Silâhlı Kuvvetlere alınamazlar.
i. Atatürk İnkilâpları aleyhine hiçbir şekilde taviz verilemez.
j. Seçimle gelen iktidarca ihtilâli hazırlayan ve yapanlar, ihtilâl icabı olan hizmetler ve görevlerde çalışanlar Yüksek Adalet Divanı Üyeleri bu hizmetlerden mesul tutulamazlar ve mahkeme edilemezler.
k. Bu prensip anlaşmasına varanlar ihtilâl ve inkılâbın teminatını sağlamak için
birleşmiş olduklarından siyasî bir topluluk ve karşı ihtilâlci olarak vasıflandırılamaz lar ve böyle bir gaye de taşımazlar.
l. Avdetlerinde bir mahsur olmadığı Silâhlı Kuvvetlerce kanaat hasıl oluncaya kadar 14'ler yurda avdet edemez. Bu hususta karar komitece verilir.
m. M.B.K. üyeleri seçimlerden sonra partisiz Cumhuriyet Senatosu üyesi olarak
hizmet ettikleri müddetçe Anayasa esasları dahilinde Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bir parçası olmakta devam edecektir.
n. M.B.K. çıkardığı kanunlar ve icraatından dolayı seçimle gelen
iktidarca sorumlu tutulamaz.
o. Türk Silâhlı Kuvvetleri prensipler tahakkuk ettikten ve siyasi iktidarı vaat edildiği gibi Anayasa esaslarına göre partilere devrettikten sonra siyaset dışında kalacak ve asli görevine dönecektir. EK:5

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Londra'da öğretim görevlisi Doç. Dr. Naim Turfan'ın bu konuya ilişkin Doçentlik tezi Türk
kamuoyuna mal edildiğinde bu konu daha fazla aydınlığa kavuşacaktır.
2. Y.n.: Soruşturmanın sonucunu bugün bile bilmiyorum.
27 Mayıs’tan–28 Şubat'a F/25 EK–1
27 MAYIS 1960 HAREKÂTFNIN İLK BİLDİRİSİ(*)
(*) Askerler ve Dış Güçler, Amerikan Belgeleriyle 27 Mayıs Olayı, Cüneyt Akalın, Cumhuriyet Kitapları.

22 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder