2 Aralık 2018 Pazar

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 2

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri ,  BÖLÜM 2


GİRİŞ

Kitabımı alıp okuma gereksinimi duydukları için öncelikle okuyuculara teşekkür etmek istiyorum. 

  Bugünkü konumumu dost okurların bilinçli katkılarına borçluyum.
Aslında bu kitap da eski okuyucularımın sürekli isteklerini yerine getirmek için yazıldı.
1965 yılından beri çeşitli yayın organlarında makale, dizi yazı, inceleme ve araştırma türü yazılar ve söyleşilerim yayınlandı. 1986 yılından bu yana da kitaplarım yayınlanmaya başladı. Bu süreçte çeşitli yurt içi ve yurt dışı konferanslara, tv ve radyo programlarına katıldım ve diğer etkinliklerimi sürdürdüm. Bunu yaparken bolca dipnot ve kaynak kullanmam nedeniyle okuyuculardan eleştiri de aldım. Çünkü bu yöntem okuyucu açısından hem sıkıcı oluyor hem de kaynaklara ulaşmak isteyenler için güçlük yaratıyordu. Elinizdeki kitaplarla bu güçlüğü aşabilirsem mutlu olacağım.

   "27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri" başlığını taşıyan bu kitapta ve sürmesini umut ettiğim diğer kitaplarda tüm etkinlikleri mi okuyuculara yansıtmak ve onlarla paylaşmak istiyorum.

Ülkemizde bazı önemli günler tarihsel sürecimizin kilometre taşlarını oluşturuyorlar.

Kanımca 27 Mayıs ve 28 Şubat günlerinin bu bağlamda önemleri yadsınamaz.
Gerçekte 28 Şubat 1997'den sonra da etkinliklerimi sürdürmeye devanı ediyorum.

Görüldüğü gibi, özellikle 1990'lı yıllardan sonra çalışmalarımı belki de en çok üzerinde durulması gereken paramiliter boyutu başta olmak üzere, - ulus devletlerin yer altılarının soğuk savaş sürecinde emperyalist devletlerce ele geçirilmesi- "Küreselleşmenin Gizli Örgütleri" üzerinde yoğunlaştırdım. Kuşkusuz 1960'lardan önce de birçok tarihsel olayın tanığıyım. Daha sonraki evrelerde yaşadığım olayların hem mağduru, hem tanığı hem de sanığı oldum. 

Sürgünler, işkenceler, cezaevleri, yaşamımın bir parçası haline geldi. 

1. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999, İstanbul (s.: 443-509).
2. Örneğin: l3 Mart 2001 günü, Bursa Eczacılar Odası'nda "Küreselleşmenin Perde Arkası" ve 15 Mart 2001 günü. Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği'nde; "Küreselleşmenin Mililer ve Paramiliter Boyutu" konulu konferanslar...
27 Mayıs’tan–28 Şubat'a F/2

Emperyalizme karşı tutarlı bir mücadelede aydın olarak risk ve sorumluluk almak, her şeyden önce, sağlı "sol"lu burjuva parti ve anlayışlarına angaje olmamaktan geçiyordu. Ülkemizi 1947'den bu yana emperyalist güdüme sokan iktidarlarla benimsediğim "Kurtuluş Savaşı'mızın ilkeleri çatışıyordu. Ülkeyi dışa bağımlı hale getiren ulusal onur ve değerlerimizi aşındırıp son çözümde ortadan kaldırmayı amaçlayan dış güçler ve onların işbirlikçileriyle hep çatıştım. Bu misyonu yerine getirebilmek için "düzen dışında kalmak" ve de dolayısıyla "bağımsız ve özgür" olmak gerektiği bilinciyle emekli olduktan bu yana yaşadığım gerçeklerden hareketle tanığı ve sanığı olduğum tarihsel olayları kamuoyuna yansıtmaya çalışıyorum. Bu süreli uğraş içinde Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü'nden CIA ve Pentagon'a giden izleri saptadım. Kontrgerilla gerçeğinden, Ergenekon Örgütü’ne ulaşan emperyal işbirlikçi ağlarının
ayırdına vardım. Ulusal bağımsızlığımıza yöneltilen bu hıyanet girişimlerini hem
açıkladım hem de yasal platformlarda kavgasını verdim. Kuşkusuz tüm bu uğraşıyı tek başıma yaptığım savında da değilim. Benzeri ve paralel kavga veren örgüt ve kişilerin pişirdiği aşta benim de tuzum oldu. Aslında emperyalist sızmanın toplumun her alanına egemen olmasına katkıda bulunmayı iktidarda kalmalarının ön koşulu gören işbirlikçiler dışında tüm örgütler zamanında kendilerine düşen kolektif eylemi örgütleme görevini yapmış olsalardı bugünkü duruma düşülmezdi...

1990'lı yıllarda İtalya'da ortaya çıkan "Gladio" Örgütlenmesi masonik destekle 1970'Ii yıllardan bu yana öne sürdüğümüz savlar doğrultusunda, ABD emperyalizminin ulusal çıkarlarını garanti altına almak için tüm ülkelerin yeraltına yerli işbirlikçilerden kurulan paramiliter ağla egemen olmaya çalıştığım kanıtladı. Avrupa'da bu işlevi NATO'nun üstlendiği de belgeleriyle açıklandı, kanıtlandı...''

Soğuk Savaş döneminde ABD emperyalizmi, müttefiki olan ülkelerde işbirlikçi sermaye + ABD çıkarlarına hizmet eden dini gruplar + ABD ve istihbarat örgütlerinin denetiminde şoven milliyetçi örgütlerin altyapısını oluşturan "Anti Komünist Cephe” dolarlarla finanse edildi, örgütlendi ve indoktrine edildi. Bu
cephenin iç desteğiyle yaşatılan iktidar "liberal ekonomi" söylemi yanında kimi zaman milliyetçi, kimi zaman milliyetçi-muhafazakâr, kimi zaman Milliyetçi Cephe vb. gibi söylemlerle kamuoyunun önüne sunuldular... Bu amaçla "Psikolojik Savaş”ın her türlü yöntemi her geçen gün etkinliği arttırılıp sürdürüldü, sürdürülmeye devam ediyor ve de sürdürülecek... 24 saat, 30 gün, bir yıl, bir yüzyıl, sonsuza dek...

Propagandayla ulusal değerlerimizden uzaklaştırılan halkımız küresel değerleri
benimseyip uydulaşıp, gerçek kimliği eriyene dek... Bu süreçte -Soğuk Savaş- dış dinamiklerin dayatmalarıyla oluşturulan yapay iktidarlar, ABD çıkarlarını korumakla güçlük çektiğinde ya da depolitizasyon, demagnetizasvon yöntemleri kullanılıp terörle güçsüz bırakıldığında, askeri darbeler ile düzen ABD'nin çıkarlarını koruyacak bir yapıda şekillendirildi... 12'li darbelerin ardında CIA'nın bulunmasının amacı bu idi...

Bu faşist darbelerin Yunanistan, Arjantin, Brezilya, Şili vb. ülkelerde aynı yöntemleri uygulaması kuşkusuz rastlantıyla açıklanamaz... Sosyalizmle mücadele maskesi altında ulusal çıkarları emperyal çıkarların önünde tutan tüm kişi ve örgütler “Temizlik Operasyonu”nun hedefi oldular. Türkiye'de gerçek Atatürkçüler de bu operasyonlardan nasiplerini aldılar...

1990'lı yıllardan sonra "küreselleşme" (globalizm) söylemleri öne çıkarıldı. Aslında Sovyetlerin dağılması emperyalizmi bir üst aşamaya ulaştırmış, ''küreselleşme" söylemiyle de ABD'nin dünya liderliği ve egemenliği özlemi dile getiriliyor ve "Dünya Hükümetinin kurulmasının önkoşulları hazırlanıyor ve dünyada akıl almaz bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor, ülke düzenleri ekonomik, mali, politik, sosyolojik, kültürel, askerî bir dönüşümle patron ülkenin (!) (hegemonların) istemleri doğrultusunda şekillenmesi için işbirlikçi iktidarlar zorlanıyordu, Aslında ABD yönetimi de çok uluslu şirketler ve holdinglerin denetiminde olduğu için dönüşümün arkasındaki güç onlardı... ÇUŞ (Çok uluslu şirket) ve ÇUH (Çok uluslu holding)'ları da yöneten güç ise, "Küreselleşmenin Gizli Örgütleri" idi…
ABD uzun erimli hedefini 1 doların (kağıt) arkasına koyduğa masonik amblemle açıklıyordu. 

Yaygın kanının tersine "küreselleşme"nin, 1990'h yıllarda başladığını söyleyenleri
tarihsel bir yanılgı içinde görüyorum. Çünkü 1876"lara kadar inen bu yapılanmada dolar üzerindeki amblemde Latince "Novus Ordo Seclorum" yazılıyor. Anlamı "Çağların Yeni Düzeni" ya da "Yeni Dünya Düzeni" Şimdi internete; "New World Order", Bilderberg Group, Mossad ile ilgili sitelere lütfen girin; 1 dolar üzerindeki amblemleri ve benzerleri ni bulacaksınız. Tüm bu ayrıntıları 1999 yılında yayınladığım bir kitapta açıkladım.(4) Küresel denetim içinde psikolojik savaş aygıtı olarak kullanılan düzen medyasından denetim içinde psikolojik savaş aygıtı olarak kullanılan düzen medyasından ses çıkmadı... Ne lehte ne de aleyhte... Kuşkusuz ABD'yi kınamaya hakkimiz yok. Teknolojik üstünlüklerini de kullanıp önceden saptadıkları "Dünya Egemenliği" hedefine adım adım ilerlediler ve de dünyayı kendi çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürmek için tam bir Makyavelist anlayış içinde her yola başvuruyorlar. Kınanması gerekenler Kurtuluş Savaşı kazanımlarımızı mirasyedi hovardalığı içinde, tam bir teslimiyet içinde emperyalistlere ve "Yeni Dünya Düzenline peşkeş çeken "gaflet, dalalet ve hıyanet" içindeki işbirlikçi iktidarlardır.

Dünyanın az gelişmiş yörelerinde yoksul halklar ile ''Küreselleşme kapsamı içine
alınmamış ülkelerin işçileri, köylüleri, dar gelirlileri, esnafı açlık ve sefalet içinde
yoksullaşıyorlar, işsiz kalıyorlar ve eziliyorlar. Bu haksız, eşitsiz, insafsız, vicdansız, ahlâksız savaşa ve dayatmalara karşın her gruptan ve örgütten insanlar "küresel başkaldırıyı başlattılar. Küreselleşmeci örgütlerin ve kuruluşların her toplantısında protestolar sürmeye devam ediyor.

Bu eylemler daha şimdiden meyvelerini vermiş olmalı ki, Bangkok'taki UNCTAD toplantısında İngiliz Ticaret Bakanı Richard Caborn; "DTÖ'nün işleyişinde modernleşme gerekiyor, bu kuruluşta bir başka başarısızlığın altından kalkamayız. Azgelişmiş konumdaki ülkeler müzakere sürecine dahil edilmeli,
dışlanmamalıdır"' derken, Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Horst Köhler Der
Spiegel dergisinde açıklanan söyleşisinde:

"Beş yıllık görev donemi içinde, aşırı liberalleşmenin bir sonucu olan spekülatif
amaçlı küresel para hareketlerini azaltmak amacıyla hükümetlere daha çok yetki vermek için çalışacağını"(6) açıklamıştır.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak konuyu dağıtmak istemiyorum.

Sosyalizm kuramsal açıdan enternasyonal -uluslararası- olmasına karşın, Sovyet
örneğinde görüldüğü gibi uygulamaya geçemedi. Buna karşın kapitalizm küreselleşti.

Yani kapitalizm enternasyonal leşti. Bilindiği gibi ulusalcılık -millicilik- ile
uluslararasıcılık karşıt kavramlardır. Oysa ki dünyamızda ulusal olduğunu iddia eden birçok iktidar küreselleşmenin değirmenine su taşıyor... Bu olguyu bir turnusol kağıdı gibi algılayıp işbirlikçi iktidarları saptayabilirsiniz.
Ülkemizdeki düzenin kapitalizme daha da entegre olabilmesi için Atatürk mitinin
ortadan kaldırılması gerekiyordu. İnönü'nün Atatürk'ten sonra cumhurbaşkanı
olduğunda Türk paralan üzerine kendi resimlerini bastırmasının bu doğrultuda atılmış ilk adım olduğunu söylemek olanaklı ise de, bu olguyu tarihsel bir yanılgı diye algılayıp Demokrat Parti dönemine geçebiliriz. Anılan parti ABD uydusu, liberal görünümlü, emperyalizme kölece bağlı bir politikayı uygulamak için Atatürk karşıtı dinsel yapılanmalardan, tarikatlardan, tarikat şeyhlerinden destek aldı. Ancak 1980 yılına kadar geçen süreç içinde gelip geçen siyasi partilerin tüm çabalarına karşın Atatürk devrimleri azalarak da olsa etkinliğim sürdürdü; ta ki 12 Eylül 1980 darbesine kadar... Bu darbe O'nun partisini (CHP) kapattığı gibi çocuğu gibi üzerine titrediği "Türk Tarih Kuruma" ve "Türk Dil Kurumu"na kalıtsal hukukî hakları bile göz ardı edip müdahale etti.

Aslında darbe sonrası ABD'li yetkililer arasındaki konuşma 12 Eylül'ün niteliğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyordu.(7)

"Ankara- 0330 (Washington-yerel saatle 20.00) Milli Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze .......Beyaz Saray'ın "Situation Room" …..bölümünü aradı.........:
- Paul seninkiler nihayet yaptı (.... your hoys have done it).

— Kim benimkiler, neden bahsediyorsun?
— Senin generaller Türkiye'de darbe yaptılar,
—Ooo, öyle mi? Çok memnun oldum."

Bunun gibi, 12'1İ darbelerin ardındaki gücün CIA (Amerikan Merkezi Haber alma Örgütü) olduğu da çok yazıldı. Örnek vermek gerekirse: (8)

CIA'nın Türkiye istasyon şefi Paul Henze'nin anılarında:

"12 Eylül ABD'nin tercihiydi" denilmektedir... Daha sonra, 12 Eylül'cülerin açtığı çığırda "Atatürk" diye diye Atatürkçülük ortadan kaldırılırken gene Paul Henze 
ve yandaşları tarafından Kemalizm’in devrinin tamamlandığı Türkiye'deki düzenin "Ilımlı İslâm" olması gerektiği önerildi. Önerilmekle de kalınmadı, bu amacın gerçekleşmesi için kimi okullar ABD desteğiyle dünyanın her yerinde konuşlandırıldı. (9)

Fethullah Gülen'in ABD'de özel bir himaye altında tutulmasının nedeni nedir? Başbakan Ecevit'in hakkında soruşturma açılan bu kişiyi koruması nasıl açıklanabilir?

Yazın yaşamıma başladığım 1965 yılından bu yana Atatürk devrimleri karşıtı bu gelişmelere ve bu çerçevede yapılan demogojilere, sömürücülere hep dikkatleri
çekmeye çalıştım. Örneğin bu oluşumda karşı devrimci girişimlerin iktidara tam anlamıyla egemen olduğu, koalisyon ortaklarının yangından mal kaçırırcasına
yandaşlarını bürokrasinin, KİT'ierin, yönetim kurulu başkan ve üyeliklerine doldurulduğu 1. ve 2. MC -Milliyetçi Cephe - iktidarları o dönemde "iktidarların
Çeteleşmesi ve Bürokrasi" başlıklı bir yazı dizisiyle eleştirmiştim: (10)

"Kontrgerilla Örgütlenmesinin, amaçlan dışında kullanılmasına karşı çıkmak güç ve yeteneğine sahip olmayan iktidarlar, askerleri politika içine çekmekte ve askeri darbelere açık bir ortam hazırlamakla da Anayasa suçu işlemekte, iktidarların örtülü veya açık askeri nitelik kazanmasına yardımcı olmakla, emperyalist işbirlikçilerini hıyanete dönüştürmektedirler, Bu olguyu, iktidarların çeteleşmesi olarak niteliyoruz." şeklindeki kanımı açıklıyordum. İktidarların akıl almaz aymazlığı bir anlamda öngörüm doğrultusunda 12 Eylül 1980 darbesine davetiye çıkardı... Bunun gibi aynı yazı dizisinde: Hilafetçi, tarikatçı, Abdülhamitçi politikacılar,; Atatürk devrimlerine, o'nun ilke ve devrimlerinin savunucusu güçlere, özgürlükçü parlamenter düzene vebu düzeni/ı çatısını oluşturan Anayasa'ya karşıdırlar. Bit gün Anayasa çatısı altında yer almaları, geriye dönük hayallerini gerçekleştirmek için, İktidarı araç olarak kullanmak art niyetinden kaynaklanmaktadır" diye yazıyordum.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder