BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE BU AJANSLARA YÖNELİK ELEŞTİRİLER, BÖLÜM 1
Zühal CANKORKMAZ 1
1 Öğr.Gör., Cumhuriyet Üniversitesi, BESYO, Spor Yöneticiliği Bölümü, Sivas.
zcankorkmaz@cumhuriyet.edu.tr.
Özet
Yenidünya düzeni, küreselleşme politikası ile ekonomik aktörlerin çeşitliliğinde ve yapısında büyük değişiklik yaratmıştır. Ülkeler küresel rekabet ortamında ayakta kalabilmek için ekonomik ve politik anlamda değişmek, yeni yatırımlarla dikkatleri üzerilerine çekmek zorundadır.
Küreselleşmede, bölgesel kalkınma büyük önem taşır. Bölgesel kalkınma içinde yeni ekonomik aktörlere ihtiyaç vardır. Bu aktörlerin bir bölümü bölgesel yapılanmalar ve bu yapılanmaların içindeki Bölgesel Kalkınma Ajansları.dır (BKA). Bu ajanslara yüklenen temel rol, bölgesel kalkınmaya yol gösterip, bölge ekonomisine canlılık getirmektir.
Bu ajanslar bölgelerde kalkınmanın itici gücü konumundadır.
Giriş
Sanayi devriminden bu yana ekonomik büyüme tüm ülkelerde ön plandadır.
Dün olduğu gibi bu gün de ülkeler gelişen ve değişen ekonomik politikalara uyum sağlamak, ayakta kalabilmek için ekonomik büyüme ve kalkınmayı
sağlamak isterler. İktisadın temel çıkış noktası olan kıt kaynakların en rasyonel şekilde kullanılmasını sağlamak, ülkelerin ekonomik gelişimlerine katkıda
bulunacak politikalar uygulayarak, genel ekonomik hedeflere ulaşmak, büyümeyi ve bölgesel kalkınmayı gerçekleştirmek her zaman bir zorunluluk
olmuştur.
1980 sonrası yeni dünya düzeni, mekanın algılanma biçimini değiştirmiş ve bu yeni mekansal kurgu içinde yerel kalkınma önem kazanırken, yerel odakların
küresel sisteme eklemlenmesinde “bölgesel” ölçeğin önemi yeniden keşfedilmiş tir (Ünsal, 2002: 61). Geleneksel bölge anlayışı zamanla terk edilmiş, yeni bölge paradigmaları dikkat çeker olmuştur.
Geleneksel bölge anlayışında bölgesel dengesizlikler ve bu dengesizliklerin giderilmesi için üretilecek politikalar ve yapılacak çalışmaların kapsamı, ulusal
sınırlar ve kaynaklar dahilinde değerlendirilir. Yani, bölge uluslararası konumuna bağlı olarak değerlendirilmeyip ulus içerisindeki coğrafik ağlar ve mekansal süreklilik ekseninde, ulusal sınırlar ve planlar bağlamında değerlendirilir. Kalkınmada öncelikli yöreler ve politikalar gibi (DPT, 2000a: 5).
Yeni bölge paradigması ise, temel yaklaşımları dinamikleri ve bölgesel kalkınma araç ve yöntemleri ekseninde geleneksel anlayıştan farklılaşmıştır.
Bu anlayışta ulusal kalkınma çabaları, yerini bölgeye dayalı kalkınma uygulamalarına bırakmıştır (Aksoy, 2002: 14). Bu anlayışta bölgenin yükselişi
ekonomik bir gerçek olarak görülmektedir. Bu yönelim üretimin teknoloji ve organizasyon boyutlarında yaşanan dönüşümün sonucudur. Bölgesel
entegrasyonların oluşturduğu ekonomik güç ve oluşan ağ ekonomileri yeni bölgecilik anlayışının temellerini oluşturmaktadır (Lovering, 1998: 6).
Yeni bölge anlayışıyla birlikte, bölgesel ölçeğin keşfedilmesinde Ulusal Yenilik Sistemi (UYS) yaklaşımının önemi büyüktür. Bu yaklaşım (Freeman,
1987 ve 1988; Lundvall, 1988 ve 1992; Nelson, 1988 ve Nelson ve Rosenberg, 1993) bir ulus devletin sınırları içinde yer alan kurumların, etkileşimler yoluyla
teknolojik gelişme sürecini destekleyen rolünü vurgulamaktadır (Lenger, 2006: 141).
Bu kurumlar; firmalar, araştırma laboratuvarları, üniversite ve düzenleyici rolü bulunan kamu kurum-kuruluşları ve yasal altyapı olarak sıralanabilir.
Cooke vd. (1997) sistemdeki etkileşimlerin çoğunun ulusal değil, bölgesel düzeyde gerçekleştiğini, teknolojik değişmeye ulusal düzeydeki sistemik bir
yaklaşımın, yetersiz kalacağını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle, Bölgesel Yenilik Sistemi (BYS), konunun çözümlemesi için daha doğru bir yaklaşım gibi
görünmektedir (Cooke, 2004; Akt: Lenger, 2006: 141).
Avrupa Birliği (AB) oluşumu sonrasında da, ülkeler içinde belirgin “bölgeler” en önemli birim olarak ortaya çıkmıştır. Genel politik eğilim ise bölgelerin ekonomik gelişme politikaları açısından gittikçe özerkleşmesi ve yabancı yatırımcıları bölgelerine çekmek amacıyla sağlıklı bir bölgeler arası kalkınma yarışına katılmaları doğrultusundadır. Bir bölgenin gelişmesinin diğer bölgelerle rekabete girmesiyle mümkün olabileceği düşüncesine dayanan bu anlayış gereği, dünya genelindeki bütün bölgeler kendi kalkınma örgütlerini kurmuştur (DPT, 2000b: 10).
Türkiye, AB.ye giriş süreciyle birlikte, uygulamakta olduğu teşvik sistemi üzerine oturan bölgesel gelişme politikalarını terk ederek, yeni bir uygulama
içine girmiştir. AB.nin bütün aday ülkelere benimsettiği bu yeni yaklaşım, sermaye, özel sektör ve bölgesel rekabeti ön planda tutmaktadır. Bu yeni
yaklaşımın temel kurumu da Bölgesel Kalkınma Ajansları.dır (BKA). Bölgesel gelişme farklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan BKA.ların ana amacı;
hizmetlerle bölgedeki ekonomiyi canlandırmak, bölgesel yatırımları artırmak, bölge halkının kalkınmaya katılımını sağlamaktır (Berber ve Çelepçi, 2005: 149).
Bu çalışmada, küreselleşme ve bölgesel kalkınmada, önemli ve etkin bir araç olarak kullanılan ve kuruluş aşamasından bu yana, siyasiler ve
ekonomistler arasında bölgesel dengesizliği gidermesi konusunda fikir ayrılıklarının ortaya çıkmasına sebep olan BKA.lar incelenmiştir. BKA.ların
kapsamı, yapısı, fonu hakkında bilgi verilip Dünya, AB ve Türkiye.deki BKA.lar araştırılarak, bu ajansların uygulamada ne gibi problemlerle
karşılaştığı ve başarısızlıklarının neler olduğu üzerinde durulmuş, konuya eleştirel bir bakış açısıyla, Türkiye için çözüm önerileri sunulmaya çalışılmıştır.
1. Kalkınma ve Bölgesel Kalkınma Kuramı
Kalkınma ile ilgili tartışmalar “neden fakir ülkeler fakirken zengin ülkeler zengindir?”, “neden fakir ülkeler, hayat standardı gelişiminde zengin ülkelerin
gerisinde kalıyor?”, “fakir ülkeler nasıl daha zenginleşebilir? gibi basit sorulara bağlanır. Bu bakımdan kalkınmanın önemli bir boyutu ekonomik büyümeye,
daha kesin ifade etmek gerekirse, kişi başına düşen milli hasıladaki büyümeye göndermede bulunur (Szirmai, 2005: 6).
Ekonomik büyüme olarak algılanan kalkınma, niceliksel bir konsepttir. Yine de kendimizi ekonomik boyuta kısıtlasak da ekonomik kalkınmanın da ekonomik büyümeden daha ötesi olduğu açıktır. Ekonomik kalkınma, üretim ve istihdam yapısındaki niceliksel değişmelerin eşlik ettiği bir ekonomik büyümeyi ima eder (Kuznets, 1966: 8).
Kalkınma süreci, çağdaş dünyada iki yönden ele alınabilir. Zenginlerin servetleri kadar fakirlerin servetlerine, yoksullara olduğu kadar varlıklılara ağırlık vererek her toplumda değişik gruplardaki gelişme açısından karakterize edilebilir.
Bu perspektif özellikle fakirlerin her toplumda geçinmesini esas alan bir bakış acısı sunar (Anand ve Sen, 1997: 3).
Kalkınma; kişi başına düşen milli gelirin reel, devamlı ve dengeli olarak artmasıdır (Karaduman, 1992: 16). Gelişmenin sağladığı nimetlerden bütün
halkın yararlanacağı bir ortam doğuran, bünyesel bir değişmedir (Demirci ve Arıkan, 1998: 343). Üretim ve kişi başına düşen milli gelirin artırılması,
ekonomik ve sosyokültürel yapının değiştirilmesi ve yenileştirilmesidir (Türk, 1970: 55).
Ekonomik kalkınma, yerel iş imkanları ortaya çıkararak istihdam yaratmak, yöre halkını üretime yöneltmek, yerel bazda kişi başına düşen milli geliri artırmak gibi yerel bir boyut kazanmıştır (Beer ve Maude, 1996: 2). Merkeziyetçi, bölgeyi hazine kaynaklı sübvansiyonlarla destekleyen, kamu hizmetlerinin doğrudan bölgeye götürülmesine ve merkezi uygulamalarla istihdam yaratılmasına yönelik politikalar artık terk edilmektedir (Stöhr, 2001: 35).
Bölgeler arasındaki gelişme düzeyinin farkı, dünyada kıtalar, ülkeler; aynı ülkede bölgeler-yöreler ve bir kentin semtleri arasında açığa çıkabilir. Herhangi bir yörenin kalkınma çabasında bölge tanımının nasıl yapılacağının büyük önemi vardır (Arslan, 2005: 276).
Bölgesel planlama, bir bölgenin ekonomik, sosyal ve fiziki yönden koordine edilmesi demektir. Bir mekanın en rasyonel biçimde düzenlenmesi ve bu
düzenin gerektiği şekilde donatılmasıdır. Bunun için de, devletin elinde bulunan sulama, enerji kaynakları, ulaşım, krediler, konut yatırımları, organize sanayi
teşvikleri gibi tüm araçları en iyi şekilde kullanma amacını güder.
Bölge planlamasının ana teması bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesidir (DPT, 2000: 10).
Bölgelerarası dengesizlikler 1990.lara kadar neoklasik büyüme ve dış ticaret teorisi ile açıklanırken, sonrasında bu teorilere yeni ekonomik coğrafya,
içsel büyüme ve yeni dış ticaret teorileri eklenmiştir.
İçsel Büyüme Teorisi; büyümeyi sadece sermaye ve emek faktörlerine dayandıran, Neoklasik Büyüme Teorileri.nin ülkeler arasındaki büyüme
farklarını açıklama yetersizliklerini gidermeye yönelik olarak ortaya çıkmıştır.
İçsel Büyüme Teorisi, ülkelerin büyüme hızlarındaki farklılıkların sermaye ve emek faktörlerinden daha çok; devletin politikaları, beşeri sermaye birikimi,
doğurganlık tercihi ve teknolojinin yayılması tarafından belirlendiği fikrine dayanmaktadır (Barro, 1996: 145).
1990.lardan sonra önem kazanan yeni Ekonomik Coğrafya Teorisi.ne göre, iktisadi gelişmede merkezileşmiş bölgelerin satış ya da müşteriye daha iyi
ulaşabilirlik açısından avantajları ortaya konmuştur (Lammers, 2002: 2).
Yeni Dış Ticaret Teorisi.ne göre, farklı bölgeler arasında ıraksama sürecinden bahsedilmektedir. Buna göre bölgelerarası ticaretin temel nedeni, ürün farklılaştırılmasıdır. Zira günümüzde rekabet, fiyattan daha çok yenilikçilikte yaşanmaktadır. Yenilikçilikle elde edilen ürün farklılaştırılması, aynı talep ve arz koşullarına sahip olsalar bile, bölgeler arasındaki ticareti geliştirmektedir (Riedel ve Untiedt, 2001: 165).
Hemen her ülkede doğal bir merkez etrafında yoğunlaşan ekonomik ve sosyal faaliyetler, bölgelerarası gelişme farklılıklarını ortaya çıkarmış ve büyük
dengesizlikler yaşanmasına neden olmuştur. Bu süreç, bölgelerin ekonomik etkinliklerini, nüfus dağılımını, kentlerin, çevrenin ve doğal dokunun bütünlüğünü bozmuş, kalkınmanın ekonomik, sosyal maliyetlerini yükseltmiş ve gelişmeye imkan vermeyen tıkanıklıklara yol açmıştır (Arslan, 2005: 276).
Bölgesel kalkınma politikalarıyla ekonomik birliğin güçlendirilmesi, dengeli bir kalkınma için farklılıkların azaltılması ve daha az gözetilen geri kalmış bölgelerin kalkındırılması amaçlanmıştır (Pınar ve Arıkan, 2003: 93).
Bölgesel politikaları zorlayan diğer bir neden ise, ulusal devletlerin yurtiçi üretimi korumak için yüksek miktarlarda devlet yardımı vererek kaynakların etkinsiz kullanılmasına neden olmasıdır (Collie, 2000: 867).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder