2 Aralık 2018 Pazar

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 8

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 8


Bu kişilerden dördünü hiç tanımıyordum. Bir ay süreyle sorgulanmışlardı. Gelişmeleri bana aktarıyorlardı... Sonuçla isteğimi kendilerine., Alttaki yazıyla..,


T.C.
M. S. B.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI KARARGÂHI
ANKARA


ACELE 24 Nisan 1963
PR : 7200.63 DİSPMOR 1. Ks.-362

KONU: DİSİPLİN.

1. Orduyu parçalayıcı, Devlet nizamını yıkıcı fikirleri ihtiva eden bir beyannamenin bazı subaylar tarafından dağıtılması üzerine duruma el konularak gerekli adli tahkikata başlanmış ve alâkalı görülenlerin sorgularını müteakip tevkif edilmişlerdir.
Bu subaylar, 22 Şubat 1962 olayından sonra Afyon Batı Menzil Komutanlığına
atanan Kur. Yb. Talat Turhan ile Ulş. Bnb. Ferhan Yırtlaz, Prs. Bnb. İsmet Şahin, Mu, Ütğm. Halil Hatipoğlu ve J. Ütğm. Sedat Özbek'tir.
2. İstanbul'da bazı disiplin dışı hareketlerden dolayı beş deniz subayı da tevkif
edilmiş ve haklarında gerekli adli tahkikat başlamıştır.
3. Büyük ve yekpare Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir kaç subayın bu hareketleri, asıl ordu kitlesinin birlik ve beraberliğini asla sarsamayacağını ve aziz Vatanımızın bekçisi, güven ve istikrar unsuru ordumuzu haleldar etmeyeceğine inancımız tamdır.
Silahlı Kuvvetlere mensup bütün arkadaşlarımın inancını yıkacak her türlü teşebbüs ve davranışın karşısında olduklarına güvenim vardır.
Yıkıcı her türlü teşebbüs ve hareketin nereden ve ne zaman gelirse gelsin en şiddetli kanuni takibata maruz kalacağım bütün ordu mensubu şahısların bilmesini ve komutanların bu hususta çok dikkatli ve hassas bulunmalarını önemle rica ederim.

DAĞITIM:

GEREĞİ BİLGİ İmza
K.K.K M.S.B. CEVDET SUNAY
Dz. K.K. ORGENERAL
Hv. K.K. GENELKURMAY BŞK.
J. Gn. K. Gn. Kur. Mrk. 

Teşkilatına ulaştırdım: "Buradan kurtulmak için istediğiniz kadar bana yüklenebilirsiniz. Ama buradaki dokuz kişinin ona çıkarılmaması koşuluyla..." Amacım Kütahya'daki asıl nüveyi korumaktı, Öyle de oldu... Asımda soruşturmayı yürüten Askeri Savcı Zeki Güngör, sanıkları, "Bizim sizinle işimiz yok, patrondan söz edin kurtulun" diye yönlendirmeye çalışmıştı.

21 Mayıs'ın lider kadrosu uzun süre birbirinden ayrı "ihtilattan men" tutulmuştu. Bu evrede benimle ilgili soruşturma hızlandırıldı. Sonuçta alman ifadelerin tümünde 21 Mayıs Olayı ile ilgimin bulunmadığı, aksine olayın oluşunu engellemek için çaba gösterdiğim ortaya çıktı. Cemal Tural'ın niyeti kursağında kalmıştı. Astığı astık, kestiği kestik korkunç bir baskı rejimi uyguluyordu. Öylesine ki hapishanenin mutfağına kadar karışıyordu. Ispanak yemeği piştiği vakit karavanının dibinde bir parmak çamur tortusu görülürdü. Çünkü komutan(!) sebzelerin yıkanmasını da yasaklamıştı...

Mamak Askeri Ceza ve Tutukevinde 21 Mayıs Olayı sanıklarıyla kalıyorduk. Tural'ın dilekçe verenlere çok kızdığını bildiğim için her gün bir konuda boşluk bulup dilekçe gönderip yasa dışı uygulamaları belgelemek istiyordum. Bu tavrımın O'nu müthiş huzursuz ettiğini bildiğim için bir tür öç alıp keyifleniyordum. Tural, en sonunda patladı. Cezaevi Komutan Yardımcısı P. Bnb. Necdet Erzeren'i yanma çağırıp "bir daha dilekçe kabul etmemesini" emretti. Onurlu bir subay olan Erzeren direndiği için sürüldü. Amasya'nın Carcurum garnizonuna gönderildi. Cezaevi konusunu da burada bırakıyorum... Tural yargıçlara emir verdi: "Ayrı bir dava açın bu adanılan mahkûm edin" diye...

Turgut Sunalp, Memduh Tağmaç, Fahri Özdilek, Cevdet Sunay'dan oluşan
hasımlarıma bir de Cemal Tural eklenmişti. Görünürde hepsi de ağır toptu (!)
Kendilerine şans getiriyordum. Benimle uğraştıkça rütbe ve makamları büyüyordu. Bu kural kullandıkları adanılan için de geçerliydi. Bana karşı adeta bir "sektör" oluşmuştu. Geriye bakıp düşündüğümde bugüne kadar yaşamımı sürdürebilmeyi kendi adıma beceri ve basan olarak değerlendiriyorum.
5 Eylül 1963 günü 21 Mayıs Olayları için mahkeme kararını verip sanıklar ölüm
hücrelerine alındığında Mamak hapishanesinde kurşun gibi bir hava vardı. Tam bu sırada Cezaevi Müdürü Koğuşumuza geldi. Genç Kemalistler Ordusu sanıklarının tahliye kararını tebliğ etli... İki gün sonra sabah saat 10.00'da Sıkıyönetim Komutanlığı As. Savcılığı'nda olmamız isteniliyordu.
Askeri Savcı İskenderun'da tanıştığımız Turgut Akan idi. 2İ Mayıs Olaylarında da
savcıydı. Bize Genç Kemalistler Ordusu iddianamesini (!) tebliğ etti. Benimle baş başa kalmak gereksinimi duydu. Arkasındaki kara tahtada 21 Mayıs kararlarının şematik dökümü vardı. Ne düşündüğümü öğrenmek istiyordu. Topu kendisine attım. Bana "Savcının isteğini aşan kararların nadir olduğunu, 21 Mayıs Olayları Davası kararının bunlardan biri olduğunu" açıkladı. Böylece hakkında "'soruşturmaya mahal olmadığı karan" verildiğini bildiğim bir yapay
davada üç buçuk yıl yargılama süreci başladı... Yekta Güngör Özden, Teoman
Evren, Suphi Artuk ücret almaksızın savunmamızı kabul ettiler. Minnet ve şükran
duygularımı sırası gelmişken yineliyorum. Tam bu sırada bir tayin emri aldıra: "Afyon Askerlik Şubesi nezdinde misafir." Afyon'a gittim. Durumu öğrenmeye çalıştım. "Evimde oturacağımı, Afyon'u terk etmeyeceğimi aydan aya şubeden maaş alacağımı" öğrendim. Aslında gene birileri beni kollamış fam maaş alabilmem için bu formülü bulmuştu. Fakat ben bu onursuzluğu kabul
edemezdim, Sanırım Türkiye'de ilk kez belki de son kez bir kurmay subay -sağlık
nedeni dışında- Askerlik Şubesi'ne atanmıştı. Yasalara göre açığa alınıp yarı maaş almam gerekiyordu... İlgili makamları dilekçe bombardımanına tuttum. Ya açığa alınmamı ya da görevime atanmamı istedim. Bu yasal kavga aylarca sürdü. Afyon'da eski görevime döndüm. Ama defterimin dürüleceğini bile bile inanılması güç bir şevkle işime koyuldum. Tüm yaşamım boyunca çok hızlı, üretken, yapıcı ve yaratıcı, zaman sının tanımayan bir tempoda çalışmayı şiar edindim. Bu tavrım askerliğin sıkı disiplin kurallarına rağmen bana bir ayrıcalık tanınmasına neden oldu, özgürlüğümü son sınırına kadar kullanmaya çalıştım. Bugün geriye baktığımda yaptıklarımdan pişmanlık duymuyorum.

Göreve başladığımda bir sürprizle karşılaştım. Cezaevinde ve Askerlik Şubesi'nde
bulunduğum şiire içinde Batı Menzil Komutanlığı karargâhındaki odam kapalı
tutulmuş ve kapı üzerindeki isim levham sökülmemişti. Hayatınım en mutlu
anlarından birini yasıyordum. Komutan ve mesai arkadaşlarımın Özellikle şube
müdürüm Kur. Alb. Hayrettin Erdoğan'ın bu tutumu askerlikle göze alınacak türden bir risk değildi...
30 Ağustos geliyordu. Tüm bu olumsuz, koşullara karsın olumlu sicil almıştım.
Albaylığa yükselmem gerekiyordu. Bu kadarına hamlarım tahammül edemezdi, Çare arandı; 42 sayılı yasa ile 14 Ağustos 1964 günü emekliye ayrıldığıma dair emir bana tebliğ edildi Emekliye ayrıldığımda kıdem sıra kitabında devremdeki kurmay subayların en başında bulunuyordum.
1960 yılında çıkarılan anti demokratik bir yasa olan 42 sayılı yasanın beş yıl
yürürlükte kalması öngörülmüştü. Bu yasaya göre 27 Mayıs'tan sonra toplu emeklilik gerçekleştirilmişti. Aslında yürürlük süresi geçmediği halde bu yasa bana uygulanamazdı. Çünkü 27 Mayıs'tan sonra istenilen emekli dilekçesini vermemiştim.
Danıştay'a açtığım dava geri döndü. O dönemde davama bakan kanun sözcüsüne bir yerde rast geldim. "Talat Bey davanız bende, sizi orduya döndürmekle meslek yaşamımın en şerefli hizmetini yapacağım" diyordu, -ismi bende saklı- Aslında kendisinin davama baktığını bile bilmiyordum. Bunun yanında bir hukukçu olduğu için ''ihsası rey" yapmaya da hakkı yoktu. Dava aleyhime sonuçlandı... idari yargıyı da bu olayla değerlendirme olanağını bulmuştum.

Avukatım Suphi Artuk, Danıştay'da açtığı ikinci bir davada albaylığa yükseltilme mi istemişti. Bu kez de aldığını yanıt ''müşteki albay olmaya hak kazanmıştır: ama yasal süresi olan 90 gün içinde başvurmadığı için dava düşmüştür" şeklinde idi.
Peki TSK'da yükselme otomatik olduğuna göre kazandığım hak neden verilmemişti'.'
Bu sorunun yanıtını hiç bir devirde öğrenemedim; çünkü hukuk zorlanmıştı.
Avukatıma, "neden 90 gün içinde dava açmadın" diye sordum, O'nun yanıtı, "nasıl olsa beraat edip tüm haklarımızı alacaktık" oldu. Sonuçta bu kadar yıl süre
küçümsenemeyecek boyutta maddi kayba uğradım.
Başvuracağım son makam TBMM dilekçe komisyonu idi. Bu kadar adaletsizliğin
yaşandığı ülkemizde maddi bir sorunum için TBMM'ye başvurmayı içime
sindiremedim.
Emekli olduktan sonra işadamı bir dostum, Afyon'da kalmamı ve birlikte çalışmamızı önerdi. Kabul ettim, ancak, arkadaşımın benden uzak durduğunu görünce ve durumu araştırınca Ankara'dan aleyhimde korkunç suçlamalar içeren bir mektubun Afyon Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve sonuçta Batı Menzil Komutanlığınca soruşturulduğunu öğrendim. Gerçi suçlamaların gerçek olmadığı Ankara'ya bildirilmişti; ama daha soruşturma evresinde mektup işadamı arkadaşıma gösterilip istenilen amaç elde edilmişti.
Bu arada, Genç Kemalistler Ordusu Davası Ankara'da devam ediyordu. Mahkemeler bu uydurma davaya bakmak istemiyorlardı. Hukukî ihtilaf, selbi ihtilaf diye paslaştıkça paslaşıyorlar dı.
Mahkeme Başkanı Tuğg. Faik Türün'dü; Cevdet Sunay ile Memduh Tağmaç'a yakın olduğu biliniyordu. Aslında onu 1960'tan bu yana tanıyordum. Dünya görüşlerimiz farklıydı. Süregelen adaletsizlikler başkaldırı güdümü öne çıkarmış, her şeyi göze alan, inceldiği yerden kopsun tavrı içinde mahkemede sert bir tutum sergiliyordum. Beni uyarmakla görevli Mahkeme Başkanı sessiz kalacak kadar akıllıydı. Çünkü müdahale ettiği anda aynı tonda karşılık vereceğimi anlamıştı. Böyle bir durumda itibarı sarsılacak ve daha üst rütbelere çıkması tehlikeye düşecekti. Hasımlarıma bir kişi daha katılmıştı: Faik Türün.
Türün sabırlı adamdı, bekledi. Orgeneralliğe kadar yükselip 12 Mart 1971 Muhtıra sal Darbesi'nden sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanı oldu. Ünlü Zihni Paşa işkence köşkünde beni bir ay konuk(!) edip hem kendi adına hem de ülküdaşları Sunay'lar, Tağmaç'lar, Sualp’lar adına öcünü aldığını sandı. Tüm gücümü, aklımı ve yeteneğimi kullanıp Türün'ü kamuoyunun tanımasını sağlamaya çalıştım. Yaptıklarına bin pişman olduğunu düşünüyorum.
Mahkeme sürerken Afyon'dan İstanbul'a taşınıp babamın mütevazı evine sığındım.
1965 yılında Ankara'daki bir şirketin muhasebe müdüründen -Nezih Topçu- masonluk önerisi aldım, şiddetle reddettim... Ulusallığı ve devrimciliği ilke edinmiş bir kişinin uluslararası emperyalist bir örgüte üye olması düşünülemezdi... Aynı yıl Sanayi Bakanı Mehmet Turgut'tan iş teklifi aldım. Kabul etmedim. Günümüzde hiç gereksinimleri olmadığı halde bankaların yönetim kurullarında görev almış üst düzey generalleri, amiralleri anlamakta güçlük çekiyorum. Eriştiğim son rütbenin onurunu korumak için 37 yıldır emekli maaşıyla yaşıyorum. Bu nedenle, Mehmet Turgut'un bana önerdiği görevleri açıklarsam iki kuruş para uğruna sanık durumuna düşen kişiler utanırlar diye düşünüyorum.

İstanbul, Kuzguncuk'ta oturuyordum. O günlerde çok daha tenha, sessiz sakin bir semtti. Ama beni izlemek için 6 polis görevlendirmişlerdi. Tüm eski Kuzguncuk Tular görevlileri tanıyordu. Karargâh kurdukları berber hariç, tüm esnaf onların davranışlarını anında bana yansıtıyordu. Biri hariç hepsi insan evladıydı. Daha karşılaşmamızda elimi öpmeye çalıştıklarını anımsıyorum. İzledikleri kişinin daha öncekilerine benzemediğinin ayırdına varmışlardı ama görev görevdi... Bir gün bir iş kazası(!) sonucu açık verdiler. Evime ziyarete gelen İstanbul Eski Emniyet Müdürü Kur. Alb. Muammer Şahin'i izlediklerini saptadım. Şahin'in İçişleri Bakanı Faruk Sükan’la dost olduğunu bildiğim için iznini alıp bu durumu Bakan'a yansıttım.

Daha sonra Faruk Sükan gerçeği açıkladı. Org. Cemal Tural, MİT'ten benim
izlenmemi istemiş, MİT'de İstanbul Emniyeti'ne emir verdiği İçin uygulama başlamış...
Faruk Sükan Diyarbakır'a giderken kendisine verilen mektubumu birkaç kez okuyup etkilenmiş ve telefonla durumu öğrendiğinde İstanbul Emniyeti'ne emir verip uygulamayı durdurmuştu... Mektubumu kitapta bulacaksınız.
Her yerde Cemal Tural karşıma çıkıyordu...

Bu dönemde Cemal Tura!, Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan kazandığı deneyimleri
sürdürüyordu. Darbe yapma hevesine kapılmış, sivil kurulları denetliyor, TRT Genel Müdürü'nü demeçlerinin tümünü yayınlamadığı için "Büyük adamların konuşmaları sansür edilmez" diye azarlıyordu. Bu arada 21 Mayıs hükümlülerinin affına da karşı çıkıyordu. Bizler de o dönemde af için girişimlerimizi sürdürüyorduk. Tural'a Kur. Alb. Selçuk Alakanla ortak imzalı bir açık mektup yazdık. (76) Bu mektup kuşkusuz zamanın hükümetini memnun etmişti.
Bir gece saat 24.00'te Ankara'da kaldığım otele Emniyet Müfettişi Hakkı Kütük geldi.
Bakanın benimle konuşmak istediğini söyledi. Zamanını sorduğumda makamında
beklediğini söyledi. İçişleri Bakanlığı'na gittim. Saatlerce konuştuk. Sonuçta sadede gelindi. Cemal Tural'ı emekli etmeye karar verdiklerini, bu konuda kendilerine yardımcı olmamı istiyorlardı... Nereden nereye... TSK'nın bu durumda tepkisini Ölçmek istiyordu. Verdiğim yanıtla bakanı rahatlattım. O geceki konuşmanın tümünü açıklarsa sevinirim. Çünkü aralarının açık olduğunu bilmediğim halde Başbakanı Süleyman Demirel'i yer miştim. Şellefyan'dan söz etmiştim.

Daha sonra 21 Mayıs’çıların affı ve hatta onlara iş bulunması konusunda da
yardımlarını gördüm. Bu konuya ilişkin mektupları da kitapta bulacaksınız.
Faruk Sükan'a halk "zehir hafiye" ismini takmıştı. "Solcuların nefesini dinliyorum" dediği için... Ama ideolojik farklılığımıza karşın uygarca ilişki kurabilmeyi başarmıştık.
Bu arada Genç Kemalistler Ordusu Davası devam ederken, Ankara'da Kızılay'da bir Askeri Yargıç dostça yaklaştı. Hatırımı sordu. Muhabere Subayı iken As. Yargıç olmuştu. 1950 yılında İzmir, Gaziernir'de motor kursuna birlikle katılmıştık. Kursta her sınıftan 50 subay vardı. Bunlardan 16'sı ulaştırma sınıfındandı. O kursla birinci olmam olay olmuştu. Söylenildiğine göre bu olay tek örnek olarak kaldı. Bu nedenle müşterek kurs gördüğümüz subaylar -ulaştırma sınıfı dışında- bana sürekli saygı duymuşlardır. B.Ö. onlardan biri idi. Kendisine ilgisi için teşekkür ettim ve izlendiğim için uyardım. Caddede bağırıyordu:

"Talat abi hepsinin anasını..........ben onları da bilirim seni de, kimseden korkum
yok!.."

B.Ö.'ye nerede olduğunu sordum. Çankırı'da görevli olduğunu öğrendim.
Bir yıl sonra Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi"nin yargıçlığına B.Ö.
atanmıştı. Ve ben bu mahkemede yargılanıyordum. Mahkeme olumlu bir seyir izliyor.
Prof. Yavuz Abadan, Prof. İlhan Arsel ve Doç. Dr. Feyyaz Gölcüklü'den oluşan
bilirkişi heyeti "Genç Kemalistler Ordusu Bildirisi"nde suç olmadığı hakkında iki kez rapor vermişlerdi. B. Ö. öldü gitti... Kendisini bu şekilde anmak istemezdim.
Mahkeme kararını verdi. Askeri Ceza Kanunu'nun 148. maddesi uyarınca 4 ay ile
cezalandırılmıştım. Eğer o günden bu yana TSK'da siyaset yapanlar varsa hepsinden alacağım var. Çünkü onlar adına da "günah keçisi" seçilip, mahkûm edilmiştim.

Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı, Memduh Tağmaç Genelkurmay Başkam, Faik Türün 1. Ordu Komutanı olmuştu. Bu koşullarda okumak ve yazmaktan başka seçeneğim yoktu; bu işe koyuldum, çok da iyi oldu. Şimdi tüm etkinliklerimi bu kitapla sizlere sunmaya başlıyorum...
DP'nin "Küçük Amerika" olma maskesi ardına sığınan, ABD kaynaklı destekle
beslenen, Atatürk karşıtı, mandacı, uydu kapitalist emperyalist politikası iflas etti.
DP'nin devamı olduğunu iddia eden ve iflas ettiği kesinleşen bir politikayı ısrarla
sürdürdüler. Ülkeyi batırdıkça hatırdılar.
12'li darbeleri uluslararası kapitalizmin gizli örgütleri ve onların emrindeki istihbarat örgütleri yönlendirdi. Bugün yaşanan kaosun baş sorumluları kanımca dünyadan haberi olmayan faşist cuntacılardır. Onlar yönettiklerini sandılar ancak, belki de bilmeden yönetiliyorlardı!..
12 Mart'ta Özellikle Org. Faik Türün dönemindeki tüm belgeleri inceleyiniz, Atatürk'ün ağza alındığını belki göremezsiniz. Türün'ün tarikatlara sempati duyduğu, militan boyutlarda AP sempatizanı olduğu daha sonraki evrede ortaya çıktı.
12 Eylülcülerin lideri fetva verir gibi söylevlerle bazı çevrelere göz kırpıp sempati
toplamaya çalışırken, öte yandan heykel ve rozetçilere para kazandırıyordu. Atatürk ilkelerini yozlaştırmayı gerçekten çok iyi becerdiler.
1973-1974'lerde "umut" olarak önümüze sürülenlerin pili bitti. 1974 yılında Ecevit "çok şeyi değiştireceğini" açıklıyordu. Gerçekten de çok şeyi değiştirdi. Herhalde becerisini onaylayan güçler var ki hâlâ kutup yıldızı gibi yerinde duruyor.
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel hastalandığında o zaman doğal prosedür işletilmiş bir sağlık kurulu raporu alınıp görevinden uzaklaştırılıp yerine başkası seçilmişti...
Politika piyasasına durmaksızın umut pompalayanlar halkı kandırıyorlar. Ecevit bile umudu tükendiğinde nevzuhur bir başka umuda sarıldı...
"Dört katlı apartman"(!) kuruldu. Made in USA patentli prenslere ekonomimiz teslim edildi; talan, soygun, rüşvet düzeninden paylarını alanlar paçaları sıkışınca "Anavatan"larına kaçtılar. Rantiye sınıfı türedi, tüm etik değerler yozlaştırıldı. Bakan rüşvetleri, TBMM soygunu ve benzerlerine -'dört katlı apartman" anlayışı eşlik etti;
tarikat mensubu bir kişinin iktidara egemen olması irticaya ivme kazandırdı... 1990'lı yıllarda Özal Silivri'de Uluslararası Lions Örgütü tarafından Amerika'dan gönderilen "Melvin Jones Fellow" adına verilen dostluk Ödülünü aldığı zaman yaptığı konuşmada;
"Türkiye'nin çıkış yolunun kendisine Amerika gibi ülkeleri örnek almasında olduğuna inanıyorum" diye konuşmuştu. (77)
ABD pekâlâ ikinci bir by-pass ameliyatı ile Özal'ı bir süre daha yaşatabilirdi. Ama üç ay önce birilerine haber gönderdi. "Hazırlığını yap" diye.
17 Nisan 1993 günü Malatya'da SHP'nin düzenlediği bir panelde konuşmacıydım.
SHP il başkanı Mahmut Alikaşifoğlu, Özal'ın ölümünden beni haberdar etti.
Yukarıdaki senaryoyu daha değişik biçimde kendisine yansıttım. Daha sonra
medyada bu doğrultuda haberler çıktı...
Tam bu sırada Mesut Yılmaz'ın "Modern felsefenin dışlayıcı ve ayrıştırıcı karakteri
rehabilite edilerek İslâmi içerikle hizmet şemsiyesi altına alınmalıdır" görüşü basında
"Özal tipi Müslümanlık" şeklinde yorumlandı. (78)
ABD korumacılığında Müslümanlığın din adına yapılan en büyük takiyye olduğunu düşünüyorum. Açık konuşalım Nakşibendilik mi yoksa Fethullahçılık mı öne çıkarılmak isteniyor? Bir kaç günde Cavit Çağlar'ı palas pandıras Türkiye'ye iade eden ABD, Fethullah Gülen'i neden bağrına basıyor. Hıristiyan bir ülkenin himayesini dini bütün hoca efendi nasıl içine sindirebiliyor?
—Başbakan Ecevit neden hâlâ Fethullah Gülen'e arka çıkmaya devam ediyor?
—Fethullah Gülen'in yurda getirilmesi için yasal girişim başlatılmış mıdır?
—Gerçekten de yazıldığı gibi Fethullah Gülen'e koruma verilmiş midir?
—Mevcut hükümet 28 Şubat sürecine karşın Nakşibendi tarikat şeyhi Prof. Esat
Çoşan'ı Süleymaniye Camisi avlusuna gömme kararını nasıl alabilmiştir?
Bir zaman geldi politikaya baba imajı pompalandı. Kardeşler, yeğenler, enişteler,
manevi evlatlar, aile çevresinden oluşan ahbap çavuş kapitalizminin bugünlerde iyice ipliği pazara çıktı...
Cavit Çağlar'ın 28 Nisan 2001 günü DGM'deki sorgusunda Murat Demirel'i suçladığı medyada yer aldı...
Bir ara "bacı" imajıyla toplum oyalandı. Sonuçta deniz bitti...
Aslında "Sorun'un kapitalist düzende" olduğunu, küresel işbirlikçi aymaz politikacılara anlatamazsınız. "Küresel coğrafya" dışında bırakılmış
coğrafyadaki politikacılar akıl almaz bir aymazlık içinde "Yeni Dünya Düzeni"nin
patronlarının değirmenine su taşımayı iktidarlarının önkoşulu sayıyorlar. Bu anlayışla süregelen kriz periyodundan çıkmayı olası görmüyorum. Küreselleşmişler dünya hükümetine doğru(80) adım adım yürüyorlar. Az gelişmiş ülke iktidarları eli kolu bağlı bu anlayışa taşeronluk yapıyor.
Soğuk savaş döneminde ABD gizli servislerinin yönlendirmesi ve finansmanıyla
politik, ekonomik, sosyal, kültürel vb. gibi... alanlarda örgütlenen "Antikomünist"
yapılanma bugün küreselleşmeci oldu, baş kal aştı...
Bazıları iki Bilderberg üyesinden oluşan bu iktidarda ne işi var diye soruyorlar. MC iktidarlarından itibaren süregelen kadrolaşmanın parti politikasına yaran olgusu kuşkusuz tartışılmaz...
Ancak gelmiş geçmiş parti liderlerinin astronomik servetlerinin, yoksul halkın
siyasetten soğumasına neden olan etkenlerin başında geldiği de bir gerçektir.
Bu bağlamda MHP, Başbuğlarının servetini mercek altına almak zorundadır. Sorun aile içi bir miras kavgası şekline indirgenemez. MHP, Türkeş'in servetinin kaynağını halka açıklamak yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. (81)
1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yaptığım Savunmada da benzer düşünceler açıklıyordum:
"Amerikan yanlısı bir iktidardan ulusal çıkarlara uygun çözüm beklemek boşunadır...
Amerikan çıkarlarım koruyan iktidarlar yaşatılacak, ona karşı olanlar devrilecektir.
CIA'ya ajanlık yapanlar politik ve idari kadroların kilit noktalarını koruyacak bir yandan Amerikan dolarları ile beslenecek, devrimciler, yurtseverler hapishanelerde, mahkemelerde sürünecektir. Ne zamana kadar?
Gerçek demokrasi kuruluncaya kadar..." (82)
Kuzey Irak'ta .500 ajanı olan CIA'nın Türkiye'de kaç ajanı olduğunu hiç düşündünüz mü?

Ülkemizde özellikle Demokrat Parti iktidarından bu yana dinin politikaya alet edildiği yadsınmaz. DP liderleri Atatürk düşmanı bir tarikat liderinin elini öpmekten inanmamışlardır.
Saidi Nursi bir risalesinde;"
"Amerika gibi din lehinde ciddi çalışan muazzam bir devleti kendine hakiki dost
yapmak, iman ve İslamiyetle olabilir" şeklinde fetva vermektedir(l)..
ABD yanlısı iktidarın, ABD hayranı bir tarikat şeyhinin birlikteliği doğaldı. Kuşkusuz ABD'nin kendisinden yana olan bu dini cemaate her bakımdan(!) destek olması da doğaldı... Bu nedenle Nurcuların etkisi arttıkça arttı.
Fethullah Gülen'in görüşlerinin Saidi Nursi'yle örtüşmesinin kuşkusuz bir anlamı
olmalıdır.
Fethullah Gülen daha açık kart oynuyor, ABD'den aldığı destekle okullar açtığını itiraf ediyor... (84)
Tüm bu gerçeklere karşın propaganda etkisinde kalmış saf ve temiz halk çoğunluğu Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle ibadet özgürlüğünün serbest kaldığına inanmaktadır.
Acaba Demokrat Parti gerçekte İslâmdan yana mıydı?
1958 yılında Lübnan'daki Müslümanlarla Hıristiyan Araplar arasında süregelen iç
savaşta Demokrat Parti'nin Hıristiyanlara silah ve cephane yardımı yaptığını bu
operasyona katılan Pilot Yüzbaşı Hüseyin Avni Güler'den" öğrendiğimde şaşırmıştım.
Tüm uğraşıma karşın medyaya konuyu yansıtamadım.
Güler'den yaşadığı bu tarihsel olayı bir mektupla bildirmesini rica ettim:
"1958 yılında Lübnan'da iç savaş başlamıştı. Müslüman Araplarla, Hıristiyan Araplar zaman zaman bu ülkede çatıştıkları için ve ABD de Hıristiyan Araplardan yana olduğu için Türkiye'de Amerika'nın kararı ile bu ülkeye silah verme kararı almıştı.
"Celal Bayar-Adnan Menderes yönetimindeki Türkiye'de halkın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve hükümetin haberi olmadan Bayar-Menderes-Zorlu ekibinin gizli karan ile Amerika'nın bu emri uygulanmıştır.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

76. Akşam, 6 Aralık 1965.
77. Hürriyet, 3 Haziran 1990.
78. "Hedef Özal tipi Müslümanlık", Milliyet, 8 Mart 2001.
80. "BM, 2000'de yapılacak zirve öncesi ulusal demokrasi yetine küresel demokrasi çağrısında bulundu" Cumhuriyet, 17 Ağustos 1999.
81. Neo Nazism Dossier, Patrick Sharoffe.
82. Talat Turhan'ın Savunması 8. Klasör.
83. "Beyanat ve Tenvirler." Saidi Nursi.
84. Nevval Sevindi, ''Fethullah Gülen ile Newyork Sohbeti," Sabah Kitapları, 1997.
85. Em. Hv. Alb., eski milletvekili
Y.n.: Bu mektupla emekli oldukları sonra ilk kez yazmaya başladım.


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder