Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2019 Perşembe

ATATÜRK - İLERİ GÖRÜŞLÜ BÜYÜK BİR AVRUPALI

ATATÜRK - İLERİ GÖRÜŞLÜ BÜYÜK BİR AVRUPALI 



Prof. Dr. Kopi KİÇİKU 

Sayın Baylar, Değerli Dostlar, 

Sözüme başlamadan önce, sizlere sağlık ve mutluluk dilerim. Mesleğinizde ve çalışmalarınızda, başarılarınızın devamını diliyorum. 
Türk atasözü, “İnsan çehresinden belli olur” der ve büyük Fransız yazarı Victor Hugo der ki: “İyi insani anlamanın yolu onunla beş dakika konuşmaktan geçer”. Türklerle geçirdiğim uzun süre ve sizleri tanımak benim için büyük bir onur kaynağı olmuştur. Bana bu imkânı sağladığınız için, başta “Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” başkanı, Sayın Prof. Dr. Sadık Tural’a ve tüm meslektaşlarına teşekkürü borç bilirim. 

Ben, on yıldan beri yaşamakta olduğum Bükreş’ten, yakın dostum, büyük Türkolog, yurtsever ve Kuran-ı Kerimi Romence’ye çeviren, Prof. Dr. Mustafa Ali Mehmet beyle beraber gelmiş bulunuyorum. Ben, yüzde yüz Arnavut asıllıyım. 
Ankara’ya, ilk defa, 1969 yılının Mayıs ayında, o zamanlar Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı olan Ferruh Bozbeyli davetlisi Arnavut Parlamentosu heyetinde bulunarak gelmiştim. Aradan geçen 37 yıldan beri, Anıtkabir’in özlemini çekiyordum. Sempozyumun ilk günü, kendimi, Gazi’nin kabri yanında görünce, gözlerim yaşardı. 

Türkiye tarihi çok ilgimi çekti ve okuyarak, araştırarak, çok aydınlandım, yeni şeyler öğrendim. Bunların tümü, Sümerlerden ve Hititlerden bu yana sekiz bin yıldan beri var ve 19 imparatorluk kurmuş olan Türk kardeş halkının zenginliğidir. Şimdiye kadar, Türkiye ve Atatürk hakkında, Arnavutça üç kitap yayınlamıştım. Bunlardan birisi ile ilgili olarak, sayın Bilâl N. Şimşir, Arnavutluğa tayin edilen en seçkin Büyükelçisi bulunduğu sırada, çok duygulu bir mektup yazdı. Bu vesile ile, kendisine bir kez daha teşekkür etmekten kıvanç duyarım. 

Bunlardan ayrı olarak, son aylarda Romanya’da Romence: “Atatürkçülük ve Üçüncü Millenyum’da Türkiye” başlığı altında bir eser daha yayınlamış bulunuyorum. Türkiye’ye ve Atatürk’e karşı sevgi duygusunu, bana, İstanbul’da Beyoğlu’nda 26 yıl yaşamış olan dedem aşılamıştır. 

Hayatım boyunca Atatürk’ü Sevenler Derneği’nin kurucusu ve başkanı olmak, ikinci Dünya Savaşı sonrası Türk yakın tarihi hakkında doktora tezi yazmış olmak, bunlar, bana nasip olduğundan, inanın, benim için büyük gurur kaynakları olacaktır. Bugünlerde, Arnavutluk’taki Atatürk Sevenler Derneği’nin dokuz yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımla görüştüm. Sizleri Sn. Süleyman Demirel, Sn.Turgut Özal, Sn. Bilâl Şimşir, Sn. Salih Berisha, Sn. Recep Meydani, Sn. Yaşar Kemal, Sn. Aziz Nesin, Sn. Metin Örnekol, Sn. Sadık Tural ve diğer Türkiye’den, Arnavutluk’tan, Romanya’dan ve diğer ülkelerin devlet ve ilim adamları gibi derneğimizin onur üyesi olarak görmekten şeref duyacağız. 

Türk halkına bağlılığın ve kardeşlik duygularımın neticesi olarak kendi çabalarım ile Türk dilini öğrenmeye çalıştım ve Türkçe’den Arnavutça’ya çeviriler yaptım. 

Salı akşamı, 16 Mayıs 2006, Estergon kalesinde, Atatürk’ün özlü sözlerinden olan: “Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur!” şeklindeki bir vecizeyi okuyunca, Gazi tarafından Başkent olarak ve Avrupa’da bulunan, Ankara’nın hızla ilerleyerek, bir nevi Londra’sı, yani, yeni bir diğer Commonwealth’in merkezi olabileceğini düşündüm. Bu merkezin etrafına bütün Türk dünyası toplanabilir sandım. Çünkü kökleri, tarihleri ve gelenekleri bir olan özgür devletlerin bir araya gelmekte olduklarını gördüm. Zira, bu ülkelerin hissiyatlarını memnuniyetle gördüm ki, hepsi, yani Azeriler olsun, Kazaklar ve diğer, Türk dilini veya bir şivesini konuşuyorlar ve kendilerinde Türklük ruhunu yaşatıyorlar. İşte, bu gibi nedenlerden dolayıdır ki, Türkiye, bu yeni Commonwealth’in merkezi olmaya lâyık görülür, diye düşünüyorum. Zira, şimdiki Türkiye, her şeyden önce, şanlı ecdadından, miras aldığı toleransı ve de
mokrasi duygularını yaşamaktadır. Halbuki, Avrupa, bunları, ancak, şimdi uygulamaya koymaya çalışmaktadır. 

Ben tarihçi olarak teyit ederim ki, Osmanlı İmparatorluğu, tarihin en toleranslı devlet idaresi olmuştur. Basit bir tezkere ile, Osmanlı’nın mutlu halkı tüm yaşadığımız coğrafyayı, vizesiz ve izinsiz dolaşmıyorlar mıydı? Aynı insanlar hiçbir dini baskı olmadan tüm inançlarını (Cami, Sinagog, Kilise hepsi yan yana) yargı, anadil, ve öğrenim haklarını sonuna kadar uygulamıyor muydu? 

Romen, Eflâk-Boğdan’da yukarıda saydığım tüm hakları sağlamıştı. En önemlisi, tüm etnik gruplar, ile Türk halkı tıpatıp, aynı haklara ve sorumluluklara sahiplerdi. İlerleme ve gelişim sevdalısı Türk halkı, bunun bir ispatı olarak dünyanın en büyük inkılapçısı Atatürk’ü içinden çıkarmıştır. Bu büyük halk, Atatürk’ü kendi içinden çıkarmıştır. 

Biraz evvel, büyük bir imparatorluğun toleransından bahsediyordum ve altını çizerek, eklemeliyim ki, bu Türk halkının en güzel ve en önemli özelliğidir; hükûmetin tavrına bakılmaksızın, Türkiye halkı yıllar boyunca sınırsız bir iyilik severlik sergilediğini ve bu şekilde karakterize edilebileceğini inanarak belirtmeliyim. Medeniyetlerin tarihinde, kendi isteklerinin doğrultusunda, kendi politik zekası ve erdemlikleriyle, imparatorlukları müthiş değişikliklere uğratan iki insan tanıyorum. Bu iki insan da, bizim bölgemizden yani, Doğu-Avrupa’dan gelmektedirler. Biri Rusya’daki büyük bir kuvvetin doğmasına sebep olan Büyük Petro, diğeri ise, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Verdiğim bu iki örnek dünyada, kendi kişilikleriyle kayıba giden iki büyük devleti değiştirebilme gücüne sahip olan insanlardı. 

Türk ve Balkan ülkeleri halkları 500 yıl beraber yaşadılar, onların damarlarından aynı kan aktı. Benim ana dilim olan Arnavutça’da 2000’in üstünde ortak kelimemiz ve atasözümüz bulunmaktadır. Örneğin: Can, cam, tavan, taban, cep, döşeme, “Can çıkar huy çıkmaz”, “Allah bir söz bir”, “Ak akçe kara gün için”, “Allah’tan korkmayandan kork”, “Al gülüm, ver gülüm”, “Söz gümüşse, sükût altındır” gibi. Romence’de, Bulgarca’da, Yunanca’da aynıdır. 

Büyük özellik ve önem taşıyan bir husus vardır ki, o da Atatürk’ün Türkiye ve Balkan ülkeleri arasındaki anlaşmalarla ilgili güzel fikirleridir. 17 Mayıs 1937’de, Ankara’da akredite olan bir diplomatla yaptığı konuşmada, Mustafa Kemal, “Balkan devletleriyle, anlaşmalardan ziyade, daha çok duygularla birbirimize bağlıyız” diyordu. 

Atatürk, Balkan devletlerinin birbirlerine karşı kardeşçe yaklaşmalarının sebebini sadece gelenekler değil, o anların getirdiği bir mecburiyetin ve iki taraflı işbirliği, eşitliği, ayrıca birbirlerinin iç düzeninde birbirlerine karışmamasını öngörüyordu. 

4-11 Kasım 1993’te Selanik’te düzenlenen ve Arnavutluk, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Türkiye delegelerinin katılmış olduğu 4’cü Balkanlar Konferansı’nda bu vesileyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu evine levha asıldığında bakın, Yunanlı delegelerin temsilcisi olan Papanastasiu şunları söylüyordu: 

“Mustafa Kemal sadece dost ülkenin temsilcisi değil. O Balkan ülkelerin büyük devlet adamdır.Türkiye devletini gençleştirdikten sonra, bunu, Balkan ülkelerine yaklaştırmayı, dost olarak kazandırmayı bilmiştir ve böylece bu ülkelerin birbirlerine bağlanmaları fikrine en bağlı, bu fikrin en ateşli havarisi olarak nitelendiriyorum.” 

Anı plaketinin yanında Atatürk’ün resmi bulunuyor ve bunların yanında da şu sözler yazılıdır: “Türk milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri GAZİ MUSTAFA-KEMAL burada dünyaya gelmiştir. İş bu levha Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yıldönümü münasebetiyle konulmuştur. Selanik, 29 Birinci teşrin 1933”. 

20 Ekim 1931 tarihinde, İstanbul’da İkinci Balkan Konferansı yapılmıştır. Delegeler, Ankara’ya giderek, Atatürk tarafından kabul edilmişlerdi. Aynı gün, Türkiye Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Gazi, Konferansa katılan Balkan Devletlerinin şerefine birer telgraf çekmiştir. 
Arnavutluk Kralı’na Ahmet Zogu’ya çekmiş olduğu telgrafta, Atatürk şunları belirtiyordu: “Bugün, İkinci Balkan Konferansı’na katılan delegeleri Ankara’da kabul etmekle gerçekten, bir memnuniyet hissettim. Arnavut millî makamları tarafından gerek benim hakkında ve gerekse Türk milleti hakkında beyan edilen temennilerden çok duygulandım. Bu vesileden yararlanarak, gerek Ekselanslarınızın ve gerekse Arnavut ulusunun bahtiyarlığı ve refahı için en içten dileklerimi sunuyorum. Bu suretle, ancak benim değil, Türk ulusunun da 
duygularını belirtmiş oluyorum.” 

Yukarıda bahsettiğim ve Ankara’da düzenlenmiş olan Balkan Konferansı’nda Kemalist Türkiye’nin, ilerleme ve modernleşmeye yönelik yürüdüğü ve daha o zamanlardan beri GüneyDoğu Avrupa’ya yakışan bir ülke olarak ve ayrıca o zamanlardan beri, Avrupa’ya entegre olduğu düşünülüyordu. Aynı Balkan Konferansı’nda, Atatürk’ün diğer ülkelere tebliğ ettiği tebrikler, bu yeni doğan realitenin yankısını teşkil etmekte idi. 

O zamanlar, Romanya’nın kaderini belirleyen ve çok büyük kişiliğe sahip olan, Nicolae Titulescu, Balkan ülkelerinin iyiliği için bütün zorlukları aşma rolünü üstlenmişti ve Atatürk’te bütün aktifliğiyle, Romanya’nın yanında idi. 

Birçok şeylerin yanısıra, Türkiye’nin artik işgal edici konumuyla ve yapısıyla değil, tam tersine, “Yaşlı” Avrupa’nın kucağında yer almak istediğini herkese ispatlamıştır. 

Bunu kanıtlayıcı bir manzarayı çizmek istersek eğer, Atatürk’ün hükûmetiyle beraber, Arnavutluk gibi küçük bir devlete karşı gösterdiği dostluk ve Arnavutluğu Türkiye gibi eşit tutması son derece güzel bir olaydır. 

Mustafa Kemal Paşa, Türk ve Arnavut milletleri arasındaki dostluk ilişkilerin gelişmesine büyük bir önem vermiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin lideri, “Biz Arnavut milletini seviyoruz. Biz Arnavutları kendi kardeşlerimiz gibi görüyoruz. Onlar bizlere uzak değildir. Biz, Arnavutların, devlet ve millet olarak, gelişmelerini, güçlenmelerini ve ileri gitmelerini arzu ediyoruz. 
Bizler Arnavutluğun, herşeyden önce, müstakil bir devlet olarak, Balkanlar’da lâyık olduğu yeri almasını isteriz. Arnavutluk bizim samimiyetimizden emin olmalıdır. Arnavutluk, hiçbir zaman, Türk milletinin ona karşı olan kardeşlik duygularından şüphelenmemelidir. Bu duygular ancak bir tabirden ibaret değildir, kalbin derinliklerinden gelen duygulardır” demiştir. 

9 şubat 1934 tarihinde, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya, dört devlet olmak üzere, Balkan Anlaşmasını imzalamışlardır. 
Bulgaristan ve Arnavutluk dışarıda kalmışlardır. Arnavutluğun bu bölgesel teşkilâtta gereken yerini alması hususunda yakından ilgilenen Atatürk, ayni zamanda, faşist İtalya’nın baskıları karşısında, zor durumlardan geçen Arnavutluğun müşkül vaziyetini de göz önünde bulundurarak, şunları beyan ediyordu: “Arnavutluğun, 

Balkan Paktına girmesiyle ilgili olarak, şimdiye kadar herhangi bir teşebbüs yapılmamış ve somut girişimlerde bulunulmamış ise, bu hususta, kendi menfaatleri dikkate alınmıştır. Benim arzum Arnavutluğu bu Anlaşmanın tabîi ve daimî bir üyesi olarak görmektir. Arnavut Devleti, uygun şartlara kavuşunca, en kısa zamanda, bir arzunun gerçekleşmesini ümitle beklemekteyiz. Arnavutluk her ne kadar, bu Anlaşmada olmazsa da, işler bir yola konulmuştur ki, Arnavutluk Hükûmeti, Balkan hudutlarını garantili ve bilmiş sayılmaktadır.” (Ayni yer). 

Geleneksel Arnavut-Türk ve Balkan - Türk ilişkileri iyi bir istikamette devam etmiş ise, hattâ fevkalâde bir seviyeye yükselmiş ise, bunu, her şeyden ve herkesten önce, büyük Atatürk’e borçlu olduğumuzu düşünmekteyim. O’nun realizmi ve ileri görüşü, sayesindedir ki, bu gün dahi, Balkan, özellikle Arnavutluk ile Türkiye, iyi ve kötü günlerde, yan yana devam etmektedirler. 

Bazılara göre, 1920, 1930 hatta 1940 yıllarında, Kemalist Cumhuriyeti, Türkiye’nin Avrupa’ya ilgisi olmadığı, hatta ve hatta, Avrupa ülkesi olması için çaba sarf etmediği şeklinde söylentiler vardır. 

Bu yönde, o zamanlar iki çeşit hareket vardı. ilk önce, on sekizinci yüzyılın (XVIII. yy) sonlarında Türkiye’de başlatılan laikliğe giden genel bir yapılanma vardı. Bu olay Mustafa Kemal’in yaptığı bir konuşmada toplumun, Avrupaî bir uygarlığa ulaşması gerektiği, fakat Türk kökeninin unutulmamasının, şart konulduğunu açıklıyordu. Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olarak görülmesi, o zamanlar, millîyetçi bir hareket görülüyordu ve böylece Türkler de Avrupalılara eşit olacaklardı. Elbette tarihe dayanarak, ve tarihi olaylarla tasdik edilerek, bu batılaşma biraz tereddüt gösteriyordu; çünkü Türkiye’nin modernleşme yolu Avrupa ile kavga etmekten geçmişti. 

Özgürlük savaşında, Türkiye, elindeki silâhıyla, Yunanistan’a ve Ermeniler’e hak tanıyan Avrupa’nın karşısına çıkmıştı. Çünkü, Avrupa, Osmanlıyı bölmesinden öte, Türkiye’yi de bölmek istemişti. Neticede, 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmasına göre, Türkiye Yunanistan’a Ege bölümünden bir parça ve Doğu-Anadolu’dan, Ermenilere bir parça toprak vermişti. Bu gün bile millîyetçi konuşmalarda, Türkiye’nin Avrupa’ya zorla girmek istediği ve yine Türkiye’nin Avrupa’nın iznini almadan geliştiği söyleniyor. Bu günkü Türkiye toplumunda “Sevr kompleksi” denilen ve laikler tarafından, hatta bir kampı tarafından kuvvetli bir cereyan esmektedir. 

Avrupa’ya girmek veya Avrupa’dan korku fikir tartışmaları bir süre daha devam edecektir. Bu konuda çoğu zaman şu konu işlenmektedir: 
“Avrupa bizlerden neyi istiyor ve bizler de ona neyi verebiliriz?” 
. Türklerin çoğu Avrupa’ya entegre olmayı “iyi bir iş” olarak algılasa da, dini ve kültürel yapısını bozmamak, kimliğini kaybetmemek şartıyla, bunu kabul etmektedirler. Otantik Kemalistlere ve laikizme bağlı olanlara bakıldığında, bunlar tamamıyla batılaşmış durumdalar fakat onlar bile, ulus-devlet statülerini tutmak gerekliliği taraftandırlar. 

Sonuç olarak, Türkiye büyük bir zorlukla karşılamaktadır. Bu yüzden, henüz genç ve hassas olarak, birçok ülkenin bulunduğu bir bölgeye entegre olmak Türkiye için zor bir olaydır. Bir şekilde Atatürk’ün Türkiyesi ve özellikle kendisi hayattayken, hep Avrupa’ya doğru bakmıştır; fakat, kardeş gözüyle bakmıştır. Sovyetler Birliğinden kurtulan Türk devletleri bile, Kemalist düşünceleri en güzel 
şekilde muhafaza edip, ayakta tutuyorlar. Bu gün Atatürk geleneğini koruyan ve devam ettiren Türkiye’nin yeri Avrupa’nın yanındadır, diye düşünmekteyim. Akademisiyen ve ayni zamanda, Uluslararası Güney-Doğu Avrupa Araştırma Derneğinin (AIESEE) Genel Sekreteri olan Razvan Theodorescu, ”Güney-Avrupa’daki birkaç arkadaşımın karşı gelmiş gelmiş olsa da, ben, Türkiye’nin Avrupa’ya girmesinden yanayım ve bu yolda yürümeye kararlıyım. Bizler burada sadece kültürel bir politika yapıyoruz; demek ki, Türkiye’nin kültürel 
politikasının da burada yeri vardır.” diye vurgulamıştır. 

Aşırı İslamcılar ve Turancılar yeni kurulmuş olan devlet için kendi ideolojilerini empoze ederken ve bu devlete bunu yakıştırırken, bütün bunlara karşı gelen Mustafa Kemal Atatürk, “Gerçeklere ve ulusun sınırlarına dönelim” diyordu. Böyle bir düşüncenin, Osmanlı Devletine karşı son darbe olması gerekiyordu. Çünkü, Osmanlı hayati boyunca kendi ülkesi dahil, egemenliği altında tuttuğu ülkelerde de derin izler bırakmıştır. Yine, Atatürk, “Özgürlüğü kısıtlanan bir ülke ölüme ya da kayıba mahkûmdur” diye vurguluyordu. Öte yandan, yine Mustafa Kemal’e göre, özgürlük her topluma uygarlıkve modernleşme getireceğini, görmekte idi. 

Modern Türkiye’nin kurucusu, hür ve özgür yaşamak, hem insanın hem de her ulusun hakkı olduğunu ve her ülke dünya uygarlığını zenginleştirdiğine inanıyordu. Bütün ülkelerin vatandaşları, öyle bir eğitim almalıydı ki, kıskançlıktan, açgözlülükten, kin ve nefretten, uzak tutmalıydı. 

Atatürk, çoğu zaman Türkiye’nin kaderinin diğer ülkelere bağlı olduğuna inanarak, “Ulusların iyiliği için çalıştığında, elbette kendi ülkene mutluluğu ve barışı sağlamış oluyorsun “ diye düşünmekteydi. 

Türkiye’yi işgal savaşından sonraki günlerde Gazi, savaş alanında gezerken duygulu anlar yaşayarak, kadavra ve silahları gördüğünde, nöbetçi askere: “Burada gördüklerin insanlığı kesinlikle onure etmiyor. Onlar bizim ülkemizi işgal ettiler ve bizler de korunduk Acaba, kim suçlu?” diye sordu. Birkaç metre mesafede yürümeye devam ederken, yerlerde yatan Yunan bayrağını görerek onun hemen kaldırılmasını emretti. Çünkü, fikirlerine göre, bir ulusun sembolü ayaklar altında çiğnenemez ve ona saygı gösterilmelidir. 

İkinci Dünya Savaşına doğru, ilerleyen senelerde, Ankara, Yugoslavya Başbakanını ağırlıyordu. Bu Başbakanın Hitlerizme olan düşkünlüğü biliniyordu. Tam tersine, Atatürk, Güney’den gelen bir şiddete maruz kalınırsa, Balkan işbirliğinin gerektiğini düşünerek, bu misafir için bir balo gecesi düzenlediğinde, orada bulunanlar, Gazi’nin, Belgratlı misafire, “Bizler kimsenin düşmanı değiliz, sadece insanlığın düşmanlarına karşıyız” şeklinde konuştuğunu duymuşlardır. 

Atatürk homojen, modern sınırları korunmuş ve geçmişin hatıralarından arınmış bir devlet kurmak istiyordu. 

O’na göre: “Herkes kendi için değil, herkes, herkes için çalışmalıydı”. Çünkü, “büyük sanat eserleri, önemli girişimler, ancak toplu bir güçle elde edilebilirdi”. 

Mustafa Kemal, eğer “Güvenlik, bütün uluslar için değilse, o zaman dünya barışı sağlanamaz” sözüne dikkat çekmekteydi. 

Atatürk’ün bütün düşünceleri, bir Avrupa ileri görüşlü olduğunu ispatlamaktadır ve ayni zamanda, Türkiye’nin yerinin, doğal olarak “Yaşlı” Avrupa’nın yanında olduğuna içten inanmaktaydı. 
Şanlı Atatürk’ün ismi ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletleri, ebediyen yaşasın! 

***

29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 Şubat bir Çankaya Darbesidir.,

28 Şubat bir Çankaya Darbesidir., 


Mehmet Bican yazdığı " 28 ŞUBAT'TA DEVRİLMEK " kitabıyla son dönemin en çok konuşulan ismi oldu. 

Yayın Tarihi : 19 Ekim 2012 Cuma (oluşturma : 11/24/2018) 

Tansu Çiller'in hem basın danışmanı hem de en güvendiği dostu Mehmet Bican yazdığı "28 ŞUBAT'TA DEVRİLMEK" kitabıyla son dönemin en çok konuşulan ismi oldu. 

Gazeteciliğe 1963 yılında Vatan gazetesinde başladı. Ankara ve İstanbul'daki çeşitli gazete ve dergilerde üstlendiği o zorlu haber muhabirliğin ardından 
mücadelesine yılmadan devam ederek TRT, Anadolu Ajansı ve RTÜK gibi devletin en saygın kurumlarında üst düzeyde görev aldı. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı ve 1982 yılında yaşanan Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali sırasında 'Savaş Muhabiri' olarak görev yaptı. 

"28 Şubat Süreci"ni dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Tansu Çiller'in basın müşaviri olarak Başbakanlıkta yaşadı. 

Haberpolitik.net'e konuştan Mehmet Bican, 28 Şubat'ın gerçek yüzünü 2 Temmuz'da Truva Yayınları'ndan çıkacak olan "28 Şubat'ta Devrilmek" adlı kitabında belgeleriyle açıklayacak. Bican ile 28 Şubat'ın perde arkasındaki tüm gizli kalmış gerçekleri, Tansu Çiller'e yapılan şantaj ve haksızlıkları, yalnızlaştırılmaya çalışılan bir kadın liderinin verdiği mücadelesi üzerine konuştuk. Mehmet Bican; "Çiller'in Başbakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı döneminde ne o beni, Ne de ben onu bırakabildim. Onun hep yanındaydım." diyor. 
-Truva yayınevi, "28 Şubat'ta Devrilmek" adlı kitabınızı yayımladı. 28 Şubat'ta yaşananları yazdığınıza göre, o dönemde nerdeydiniz, konumunuz neydi? 

Mehmet Bican: 28 Şubat döneminde, Başbakanlık Halkla İlişkiler Başkanlığı görevindeydim. Devlet memuruydum yani... 

Ayrıca, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'in basın danışmanlığını yapıyordum. 28 Şubat sürecinde Başbakanlık'ta bulunmam dolayısıyla kendimi, o süreçte yaşananları en yakından izleyen bir bürokrat olarak görüyorum. Çünkü o dönemi, siyasetordu-medya üçgeninde rol alan kahramanlarıyla birlikte yaşadım. Türkiye'ye kapalı kapılar ardında kurulmak istenen tezgâhlara, tuzaklara, komplolara tanık oldum. 

-Önce kahramanlardan söz edelim: O dönemim kahramanları kimlerdi? 

Mehmet Bican: Tabii ki kahramanların en başındaki Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'di. Sonra Çiller ve Erbakan ikilisi... 
O günün siyaset sahnesindeki rollerden biri de, ANAP lideri Mesut Yılmaz'a verilmişti. Sayın Çiller'le sürekli bir dalaşma içindeydi ve darbe çığırtkanlığı 
yapıyordu. Karşı cenahtaki bir başka politikacı ise, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'ti. O da hep Özer Çiller rüyasına yatıyor, yalan-yanlış bilgilerle kamuoyu yaratmaya çalışıyordu. Askeri kanadın en başkahramanı Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir'di. Öteki komutanların, Çevik Paşa'dan sonra geldiklerini düşünüyorum. Sonra medyanın anlı şanlı patronları Aydın Doğan ve Dinç Bilgin... Askerle işbirliği içinde çalışan, hatta Sabah'ın patronu Dinç Bilgin'in ifadesiyle, komutanları manşete çekeceği haberi soran gazeteciler... Kahramanlara bazı işadamlarını da katabilirsiniz. 

-Peki, "Kapalı kapılar ardında kurulmak istenen tezgâhlara, tuzaklara, komplolara tanık oldum" dediniz; neydi bu tuzaklar, tezgâhlar, komplolar? 
Mehmet Bican: DYP lideri Tansu Çiller'e yönelik, onu politikadan silmeye, yok etmeye yönelikti tümü... 

Tansu Çiller asılacak veya kafası giyotine uzatılacak veya iğneli kuyuda lime lime edilecek, ortadan kaldırılacaktı. Onu yok etmeye çalışanlar, Sayın Çiller'i 
ortadan kaldırmanın Türkiye'ye yarar yerine zarar getireceğini ne yazık ki bilememiş, sonuçlarını önceden kestirememiş ve onu anlayamamışlardı. 

-Sayın Çiller neden hedef seçilmişti, neden onu yok etmek istediler? 

Mehmet Bican: Tansu Çiller, 25 Haziran 1993 günü Başbakanlık koltuğuna oturduğunda, vizyonunu, "lâik Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Atatürk sevgisinin 
nesilden nesile bir bayrak olarak aktarılması" olarak açıklamıştı. Atatürkçü, cumhuriyetçi ve lâik bir görüntü sergiliyordu. Bir bilim kadını olması, ekonomi konusundaki uzman kişiliği, çağdaş fiziki görünümü, sorunların üzerine cesaretle gitmesi onu çok özel kılıyordu. Zaman zaman sinirlenmesi, masalara-kürsülere yumruğunu indirerek, bağırıpçağırması, onun erkek tarafını sergileyen önemli özellikleriydi. Ama o bir kadındı ve Türkiye, ilk kez bir kadın başbakanla tanışıyordu. 

Bu hem Türkiye, hem de Tansu Çiller için müthiş bir şans, muhteşem bir fırsattı. Ne yazık ki Türkiye bu ayrıcalıklı durumu değerlendiremedi. Çiller'in başbakanlığının ilk günlerinde açıkladığı, "Terörün Bask modeliyle sona erdirilmesi" yolundaki görüşlerinden daha sonra çark ederek, "Bir çakıl taşımızdan bile vazgeçmem" söylemlerine dönmesi, kimi dış mihraklarla yurtiçindeki işbirlikçilerini rahatsız etti. O koltukta oturmasını içine 
sindiremeyen kimi güçlerle kişiler, onu Yüce Divan korkutmacasıyla bilinçli olarak Refah Partisi'nin kucağına ittiler; yaşadıkları hayal kırıklığını bir Tansu Çiller linçine dönüştürdüler. 

"Çiller'e Şantaj Yapıldı" 

-Çiller, sadece cumhuriyetçi ve lâik görüntüsüyle, "Bir çakıl taşından bile vazgeçmem" gibi sözleri için mi hedef seçilmişti? 

Mehmet Bican: Hayır, hayır... Gümrük Birliği uygulamaları, Türk insanına tenekeden otomobil satarak para kazananları rahatsız etti. Karşılıksız teşviklerin 
kaldırılması, devlet desteği musluklarının kesilmesi kimi patronların uykularını kaçırdı. Holdinglerinin yıkılmasından korktular. Üretmeden faiz geliriyle yan gelip yatmak hesabı içindeki büyük sermaye paniğe kapıldı. Banka sahibi olmak için yanıp tutuşan ve bu amaçla kafalarındaki isimleri iktidara taşımak isteyen kartel medyanın patronları da panikteydi. İşçi haklarını savunmak yerine, koltuklarını onlarca yıldır muhafaza eden sendika bezirgânlarıyla çiftçinin, esnafın nefesini faiz uygulamalarıyla kesmek isteyen mesleki kuruluşların yönetiminde görev alanların darbe çığırtkanlığına soyunmaları boşuna değildir. Hele kaybettikleri koltukları içine sindiremeyenlerin iktidar hesabı ise hiç bitmedi... Gerçek olmayan iddialarla karalayarak, çamura bulayarak, hakaret ederek, hiç akla gelmeyen komplolarla o koltuklara yeniden sahip olma hesabını güderek tanklarıyla, toplarıyla saldırdılar Tansu Çiller üzerine. Onu ve eşini 200 kişinin katili olarak tanıttılar. Utanarak ve üzülerek söylüyorum, gazetelerinde, 
televizyonlarında hırsız, hatta orospu tanımlamalarıyla yaftaladılar Sayın Çiller'i. Özer Çiller banka hortumcusu, uluslararası silah ve esrar kaçakçılığı 
şebekelerinin Türkiye temsilcisi oldu. Çocukları da bu kaçakçılık örgütünün elemanlarıydı. Şantaj mekanizmasını çalıştırdılar: Bir doktor muayenehanesinde gizlice çekilen yarı çıplak fotoğraflarını elden ele dolaştırdılar Tansu Hanım'ın. Evinde soyunurken, tül perde arkasından gizlice filme aldılar Sayın Çiller'i. Ayıp şeylerdi bunlar. 

-Peki Tansu Hanım'ın bu tezgâhlar karşısında tavrı ne oldu? 

Mehmet Bican: Şaşırdı, ne yapacağını bilemedi. Çünkü karşısında kellesini almaya gelenleri görüyordu hep. Yüce Divan'da yargılanacak, ceza alacak, 
hapse girecekti. Herkes bunu böyle söylüyordu. Gazeteler yazıyor, televizyonlar bangır bangır bağırıyordu. Yanlış kararlar vermeye başladı. Onu, âlâyı vâlâ ile 
Refah'ın kucağına ittiler önce... "Sonra da, neden Erbakan'la kol kola girdin?" diyerek dövmeye başladılar. 

Aynı Kişilerdi bunlar... 

Şaşırdı dedim ya... Çevresindeki kimi kişilerin telkiniyle neredeyse örtünecekti Tansu Hanım. Başına taktığı başörtüsüyle cami ve türbelerde ellerini havaya 
açarak ettiği dualar, onu, kendisini kurtarıcı gibi gören kadınlardan, aydın kesimden ve de Atatürkçü yakın çevresi ile askerlerden hızla uzaklaştırdı. 
Tansu Çiller, kendisine bu aklı verenlerin; başına örtü takıp türbe, cami ve kabir ziyaretlerine göndererek lâik kesimde tepki almasına yol açanların kimler 
olduğunu çok geç fark edebildi. Siyasi tabanı dururken, başka partilerin oylarına göz dikmesi; üzerine atılan çamurları temizlemek yerine, o görüşlere esir 
olurcasına onlarla ortaklık kurma çabaları Tansu Çiller'in sonunu hazırladı. 

"Bu Bir Çankaya Darbesidir" 

-Sonra ne oldu? 

Mehmet Bican: 28 Şubat yaşandı Türkiye'de... 

-Yani bir darbe mi oldu? 

Mehmet Bican: Herkes darbe çığırtkanlığı yapıyordu. Herkes darbeyi özlemle bekliyordu. "Asker darbe yapsa da..." diyen çoktu. 
Ama asker darbe yapmayacak, " Silahlı kuvvetler " bu işi "silahsız kuvvetler"e bırakacaktı. Yani Erbakan-Çiller iktidarını mezara gömüp, özledikleri bir başka iktidarı Türkiye'nin kaderi olarak alınlarımıza damgalamak isteyenler... 
Yani, silahsız kuvvetler... Yani medyanın patronları, köşelerine kurulup Türkiye'yi yönetmeye çalışan gazeteciler, televizyon yorumcuları-yöneticileri, sivil toplum kuruluşlarının bilinen yöneticileri, kimi politikacılar, bürokratlar, yargı, üniversite... Bunlar idareyi ele aldılar. 

-Komutanları kimdi? 

Mehmet Bican: Tabii ki Çankaya'nın sahibi Demirel'di. Bir yandan DYP'li milletvekillerini Köşk'e çağırarak, "Darbe geliyor, kaçın!" demeye başladı. 
Öte yandan da, Erbakan-Çiller ikilisine, "Görevi bırakın yoksa darbe kapıda!" diyordu. Herkesi korkuttu. Milletvekilleri DYP'den gruplar halinde 
istifaya başladı. Bakanlar hükümetteki görevlerinden ayrıldılar. 

-Sayın Çiller ne yaptı? 

Mehmet Bican: O, "Darbe geliyor" diyenlere, "Darbe yok!" diyordu. Olursa da, darbe yapan askerlerin üzerine gitmeye kararlıydı? "Tanksa tank!" diyordu. 
Tankın üzerine çıkacak, darbecilere meydan okuyacaktı. 

-28 Şubat'a gelirsek... 

Mehmet Bican: Tansu Hanım, 28 Şubat MGK'sındaki kararlardan hiç rahatsızlık duymadı. Bunu bana açıkladı. Kitabımda da yazdım. Uzun bir süre Erbakan'la 
uğraştı. Çünkü o rahatsızdı. Rahatsızlığı MGK kararlarından kaynaklanıyordu. Onu ikna ettiği gün, her şey tepetaklak oldu. Erbakan başbakanlık görevinden 
ayrılacak, yerine Tansu Hanım geçecekti. DYP ve RP'de herkes hazırdı buna. Ancak işte asıl darbeyi o gün yediler. Çankaya Köşkü'nün sahibi "Olmaz!" dedi, 
gitti, yeni Hükümeti kurma görevini önce DYP'den olaylı şekilde ayrılan partisiz Yalım Erez'e, o da olmayınca TBMM'deki üçüncü partinin sahibi olan Mesut Yılmaz'a verdi. İşte, Tansu Çiller'in "Bu Bir Çankaya darbesidir" dediği, 28 Şubat darbesi budur. Silahlı kuvvetler sadece izlemiş, Başkomutan Demirel görevini yerine getirmiştir. İşte 28 Şubat'ta Tansu Çiller olmak böyle bir şeydi... 

-Lâkin dönemin genelkurmay başkanı, "Darbe Köşk'ün kapısından dönmüştür" diye bir söylemi olmuştu... 

Mehmet Bican: Sadece o değil, Cindoruk da aynı şeyi söylemiştir. Ama bir gerçek var: Darbe yoktur. 

Bir iktidarı komployla koltuğundan etme operasyonu vardır. Bu darbeyse, Tansu Çiller'in dediği gibi 

"Bu bir Çankaya darbesi"dir. 

-Bugüne gelirsek? 

Mehmet Bican: Görüyorsunuz, bugün "darbeci" diye başkaları yargılanıyor. Ne diyelim? Bu da demokrasimizin ve yargımızın gerçek yüzünü gösteren olgulardan sadece biri... 
-Görüyorum ki, Tansu Çiller'i çok yakından tanıyorsunuz. Değerlendirmelerinizden bunu anlıyorum. Mehmet Bican: Eee yani, Çiller'in Başbakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı döneminde ne o beni, ne de ben onu bıraktım. Onun hep yanındaydım. 

-Konuşmamız biterken, o görevde başınızdan geçen bir öyküyü bizimle paylaşır mısınız? 

Mehmet Bican: Tabii ki... Moskova'da yaşanan bir olay geldi aklıma. Renkli ve ilginç bir olay... Tansu Hanım Dışişleri Bakanı. Rusya'yla sorunlarımız var. 
Birkaç günlüğüne Moskova'ya uçuyoruz. Resmi görüşmeler, açıklamalar, yemekler felan derken bu gece, Tansu Hanım'la eşini uyuttuktan sonra 
Akın İstanbullu, Resul Kalkan ve Namık Tan'la birlikte Metropol'den karlı Moskova gecelerine kaçıyoruz... 

Akın Bey, Sayın Çiller'in Başbakanlık'taki, Namık Tan da Dışişleri Bakanlığı'ndaki özel kalem müdürleri. Namık Tan şu anda, Türkiye'nin ABD'dek büyükelçisi 
olarak Washington'da görevli. Resul Kalkan Koruma Müdürü... 
Namık Tan, Moskova'yı avucunun içi gibi biliyor. Çünkü Dışişleri'nde ilk yurt dışı görev yeri olarak Moskova'ya gönderiliyor. Moskova'da, bir çevresi oluşuyor 
Tan'ın. O gece, bize, "Büyükelçilikten bir otomobil ayarladım, yemekten sonra biraz dolaşalım Moskova'yı" teklifini getiriyor. Hepimiz seviniyoruz. Namık Tan, 
Resul Bey ve Akın Bey'le sıkışıyoruz Moskova büyükelçiliğimizin CD plâkalı küçük otomobiline... 

Namık Tan önde, şoförün yanında oturuyor. Biz de üçümüz, arka koltuktayız. Koruma Müdürü Resul Bey'in silahı yanında...

Önce bir barda vakit öldürüyoruz... İlginç hiçbir şey yok burada... Sadece, votka içip, Türkiye dedikodusu yapıyoruz. Hepimizin keyfi kaçık... 

Namık Tan, "Hadi kalkalım, başka yere gidiyoruz" deyince, otomobilimiz ara sokaklara dalıyor. 
Moskova karlar altında, yerler buz ve de lâpâ lâpâ kar yağıyor... Harika bir manzara... 
Sokağın ortasında, bir polis otomobilinin yanıp sönen kırmızı-mavi ışıkları dikkatimizi çekiyor. Bizi görünce, otomobilden sivil giyimli üç kişi inerek durmamızı işaret ediyor. Tan, Rusça biliyor ama şoförümüz iniyor Rus polislerle konuşmaya... Şoför, sivil polislerle tartışıyor, anlaşamayınca, Namık Tan'ı yanına çağırıyor. 

Ne olduğunu merak ediyoruz. Uzunca bir süre sonra Tan ve şoförümüz dönüyorlar... 

İkisi de çok sinirli. Olay şu: Polisler, dört kişilik otomobile beş kişinin bindiğini gerekçe göstererek, bizi karakola götürmek istiyorlar. 
Tan, otomobilin Türkiye Büyükelçiliği'ne ait olduğunu, içindekilerin de Rusya'ya resmi bir ziyaret yapmakta olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı'nın 
resmi heyetinden olduklarını söylüyor. Polisler dinlemiyorlar Tan'ı... Dertleri şu: Ya şu kadar doları hemen şimdi bize teslim edersiniz ya da sizi karakola 
götürürüz... Resul Bey'in yanında silahı var... Namık Tan, onu bildiği için polislerden kurtulmak istiyor. İstedikleri rüşveti veriyor ve bizim Moskova 
geceleri hayalimiz suya düşmüş bir vaziyette otele dönüyoruz. 

-Teşekkürler Sayın Bican... Sizi fazla yormayalım, sonrasını "28 Şubat'ta Devrilmek" adlı kitabınızdan izleyelim. 

Mehmet Bican: Tabii ki kitapta bu olaylar geniş şekilde yer alıyor. Ona bakmak gerekir. 

Bican: 28 Şubat bir Çankaya darbesidir
Bican: 
On5yirmi5.com 
haberpolitik.net 
Bu dökümanı orjinal adreste göster 

https://docplayer.biz.tr/48432424-Bican-28-subat-bir-cankaya-darbesidir.html



****

13 Şubat 2019 Çarşamba

12 Mart Muhtırası: Vesayetin Pekişmesi ve Ara Rejim Süreci BÖLÜM 4

12 Mart Muhtırası: Vesayetin Pekişmesi ve Ara Rejim Süreci BÖLÜM 4



(12 Mart 1971- 14 Ekim 1973) 

     Ancak Melen Hükûmeti de bekleneni verememiş, sorunların çözümünde yetersiz kalmıştır. Sıkıyönetimin devam etmesi sözü edilen reformların gerçekleşmesini mümkün kılmamıştır. İşçi sınıfının sessiz kaldığı bu dönemde Üniversiteler de muhaliflerden arındırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca anarşinin azaldığı gözlemlenmekle birlikte,91 yönetimde birtakım çıkmazlar yaşanmıştır. Birçok akademisyen, öğretmen, yazar, sendikacı, doktor, avukat, işçi ve öğrenci tutuklanarak askeri cezaevlerine kapatılmıştır. Uzun yargılamalar sonucunda tutukluların çoğuna idam, müebbet hapis ve sürgün cezaları verilmiştir. Bununla birlikte Erim Hükûmetleri döneminde verilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararlarının Meclis’te tartışılması sırasında Süleyman Demirel’in Adnan Menderes ve arkadaşlarını kastederek, “Bizden üç gitti, sizden de üç gidecek” sözleri, dönemin siyasi çevrelerinde intikam duygusunun ne kadar ağır bastığı ve sağ-sol kısır çekişmesinin, insan hayatı üzerindeki etki ve yol açtığı sonuçları göstermesi bakımından dikkate şayandır. İsmet İnönü’nün bu idamlara karşı çıkması ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak, kararın bozulmasını sağlamasına karşın, parlamentonun yoğun direnişi üzerine, 6 Mayıs 1972 tarihinde idam kararlarının infazı gerçekleşmiştir.92 

Öte yandan 5 Mayıs’ta yapılacak olan CHP Kurultayı İsmet İnönü’nün rahatsızlığı dolayısıyla 6 Mayıs’a ertelenmiştir. İnönü, bu sıralarda enerjisinin çoğunu Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemeye harcamış, bu yüzden de Kurultay’a hazırlanamamıştır. Kurultay’dan bir gün önce oğlu Ömer’in de içinde bulunduğu uçak Sofya’da kaçırılmış, İnönü çok telaşlanmıştır. Ancak, “Hiçbir pazarlığa girmeyin. Devlet taviz vermez” diyerek de devletin her şeyin üstünde olduğunu göstermiştir. İdamlarını engellemeye çalıştığı üç genç ise kurultayın yapıldığını günün gecesinde idam edilmişlerdir.93 

6 Mayıs 1972’de yapılan 5. Olağanüstü Kurultayda CHP üyeleri, Bülent Ecevit yanlısı Parti Meclisi’ne 507’ye karşılık 709 oyla güvenoyu verince, İsmet İnönü, 8 Mayıs’ta CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmiştir. Hemen arkasından da parti tüzüğünün 28. maddesi gereğince yeni Genel Başkanlık seçimi için Kurultayın toplantıya çağrılmasını talep etmiştir. 

14 Mayıs’ta toplanan Kurultayda Ecevit tek aday olarak hazır bulunmuştur. Ecevit gerekli oyun 117 fazlasını da alarak CHP’nin yeni Genel Başkanı seçilmiştir.94 Onu tebrik edenlerin başında Deniz Baykal geliyordu. Baykal’ın, Ecevit’e yönelik sadakat cümleleri şöyleydi: “CHP Genel Başkanlığına seçilişinizi siyasal hayatımızda yeni bir dönemin başlangıcı olarak heyecanla, umutla karşıladım. Altında halkımızın mutluluğu için, asıl ama gereken her engeli aşacağımıza, yenilmesi gereken her güçlüğü yeneceğimize güveniyorum. Daha büyük sorumluluklara, daha çetin sınavlara doğru sonsuz başarılar diler, saygılar sunarım.”95 Yeni Genel Başkanla birlikte CHP politikasında da ciddi değişiklikler yaşanmıştır. Bu değişiklikleri tasvip etmeyen İsmet İnönü, 5 Kasım 1972 tarihinde CHP’den istifa etmiştir. İnönü, Parti Meclisi’ne gönderdiği istifa mektubunda “12 Mart şartlarının nazik mahiyetini ciddiyetle muhafaza ettiği bir zamanda, parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP’den ayrılmış olduğumu bilgilerinize 
saygılarımla sunarım.”96 İfadelerini kullanmıştır. 

3- Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Sivil Uzlaşı 

Bu dönemin en önemli sorunlarından biri de kuşkusuz Cumhurbaşkanlığı seçimiydi. 28 Mart 1973’te görev süresi bitecek olan Cevdet Sunay’ın yerine, 13 Mart’a kadar yeni Cumhurbaşkanının seçilmesi gerekiyordu. Ancak seçime kadar bir adayın ismi ortaya çıkmadı. Daha önce Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay’ın seçilme biçimleri dikkate alınarak, 29 Ağustos 1972’de Genelkurmay Başkanlığına getirilen97 Faruk Gürler’in adaylığı gündeme gelmiştir. 
Ancak Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı Sunay’ın tertip ettiği liderler toplantısı sırasında yaptığı konuşmayla, 5 Mart’ta emekliye sevk edilen98 Gürler’in adaylığını onaylamadıklarını dile getirmiştir. Demirel, burada: “Önce şunu ifade edeyim ki, Erkan-ı Harbiye Reisi ile bir ihtilafımız yoktur… Bu meseleyi ordu ile parlamento, parlamento ile ordu arasında bir şey gibi görmek lazımdır: Erkan-ı Harbiye Reisi Cumhurbaşkanı seçilecekse, bundan sonra her Erkanı Harbiye Reisi seçilir… Teamül haline gelir… Sizin durumunuz ise özellik arz etmişti… Bugün 
o özel şartlar yoktur! O günkü hal ile karıştırmamak lazımdır. O zamanlar biz size talip olmuş idik” dedikten sonra, eğer Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanı olur gibi bir kaide, yazılı olmasa bile, teamül haline getirirlerse rejimin itibarsızlaşacağını ifade etmiştir.99 

Sivillerin bu direnişi askerleri tekrar harekete geçirmiş ve parti liderleriyle görüşmeler yapılmıştır. Ancak AP Lideri Süleyman Demirel, herhangi bir telkinle karşılaşmamak için bu görüşmelere katılmak istememiştir. Bunun üzerine Yüksek Komuta Konseyi 21 Şubat 1973’te Demirel’i hedef alan bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride sorumsuz bazı politikacıların yersiz beyanları esefle kınandıktan sonra, Silahlı Kuvvetlere yönelik kışkırtıcı sataşmanın son bulması, yurtta huzur ve istikrarın sağlanması gerektiği dile getirilmiştir.100 
Demirel’in çağrıya cevabı ise “AP yalnız millete hesap verir”101 olmuştur. Ayrıca Demirel, yetki ve sorumluluklarını bildiğini de sözlerine eklemiştir. Bu sırada Faruk Gürler, Mart’ta görevinden istifa etmiş ve Cumhurbaşkanı Sunay, Gürler’i Kontenjan Senatörü olarak atamıştır. Toplam dört tur oylamanın yapıldığı 13 Mart’taki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Gürler’in karşısına Adalet Partisi’nden Tekin Arıburun ve Demokratik Parti’den Ferruh Bozbeyli aday olarak çıkmıştır. Bu oylamalarda Arıburun 282, 284, 285 ve 276, Gürler 175, 
176, 186 ve 200, Bozbeyli ise 45, 47, 47 ve 48 oy alarak, Cumhurbaşkanı seçilebilmek için yeterli oy çoğunluğunu sağlayamamışlardır.102 

Öte yandan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresinin 2 yıl daha uzatılması gündeme gelmişse de İnönü ve Demirel’in itirazları bu teklifin daha fazla savunulmasına engel olmuştur. Demirel’in buradaki itirazının sebebi Gürler’in Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkışının Ordu üst kademesi tarafından da anlaşılmasını sağlamak olarak yorumlanmıştır.103 
Önerinin Meclis ve Senato’da da kabul görmemesi üzerine bu defa CHP’nin 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2 yıl ertelenmesi teklifi gündeme gelmiştir. İlk teklife çok benzeyen bu teklifte reddedilince iki parti Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan üzerinde anlaşmaya varmıştır. Ancak Cumhurbaşkanı Sunay, Taylan’ı Kontenjan Senatörü yapmaya yanaşmayınca farklı arayışlara girişilmiştir.104 Böylece ismi daha önce Başbakanlık için geçen Emekli oramiral Fahri Korutürk üzerinde uzlaşılmıştır. Ayrıca Korutürk’ün hâlihazırda Senatör olması da engelleri ortadan kaldırmıştır. 

İlk turda seçilmemesi halinde adaylıktan çekileceğini beyan eden Fahri Korutürk, 6 Nisan’da yapılan oylama sonucunda 557 üyenin 365’inin oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 6. Cumhurbaşkanı seçilmiştir.105 Böylece Parlamento, kendisine dikte edilmek istenen adayı seçmeyerek, muhtıra dönemi vesayetini kırmış,106 bu sonuç ise sivil iradenin kudretini yeniden ele geçirdiği ve askerin dağınık durumda bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır.107 

4- 1973 Seçimleri ve Milli İradenin Tezahürü 

1973 Cumhurbaşkanlığı seçimi, 1961 seçiminin tam aksine bir sonucu simgelemektedir. 1961’de Ordu, kendi adayını rakipsiz seçtirmeyi başarırken, 1973’te bunu gerçekleştirememiş ve askerin kışlaya çekilme sürecine engel olamamıştır. 12 Martta Hükûmetin görevinden ayrılmasını sineye çeken Parlamento, iki yıl sonra kendisine dayatılan model yerine, fiilen askıya alınan çok partili siyasete dönüşü çabuklaştıracağını düşündüğü yolu tercih etmiştir. 1966’da Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ı önce Kontenjan Senatörlüğüne, ardından da Cumhurbaşkanlığı’na getiren AP çevreleri, bu defa aynı şeyi yapmamış ve Orgeneral Faruk Gürler’in adaylığına karşı çıkmışlardır. Bu karşı çıkış onun asker olmasından ya da demokratik usullerle aday olmamasından değildir. Nitekim Fahri Korutürk de eski bir askerdir ve onu bizzat Süleyman Demirel önermiştir. Bu karşı çıkışın sebebi, Gürler’in 9 Martçılar diye anılan 
grupla kurduğu yakın ilişkidir. Çünkü bu grup, Demirel Hükûmetini devirip, yönetimi tamamen eline almak istiyordu.108 

Cumhurbaşkanı’nın seçilmesinin ardından Ferit Melen Hükûmeti de 7 Nisan’da istifasını sunmuştur. 10 Nisan’da istifayı kabul eden Fahri Korutürk, 12 Nisan 1973’te Hükûmeti kurmakla Kontenjan Senatörü Naim Talu’yu görevlendirmiştir. Talu Hükûmetinde 13 AP’li, 5 CGP’li, kendisiyle birlikte 5 bağımsız parlamenter ve TBMM dışından iki kişi bulunuyordu.109 

Bülent Ecevit’in “Yeni CHP”si ara rejimin herhangi bir Hükûmeti ile özdeşleşmek istemediği için Talu Hükûmetine Bakan vermeyi kabul etmemiştir.110 16 Nisan 1973 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan ve Millet Meclisi’nde okunan Bakanlar Kurulu, Naim Talu Başkanlığında görevine başlamıştır.111 Hükûmet Programı, Naim Talu tarafından 20 Nisan’da okunmuş,112 24 Nisan’da Program üzerinde görüşmeler yapılmış113 ve 26 Nisan’da yapılan güven oylaması sonucunda Hükûmet, 357 üyenin 261 kabul oyuyla güvenoyu 
almıştır.114 

Programında geçici seçim Hükûmeti olduğunu açıklayan Naim Talu, tüm olumsuzluklara rağmen, ülkeyi 14 Ekim 1973 seçimlerine götürmeyi başarmıştır. 23 Ekim 1973 tarihinde, Talu Hükûmeti şu açıklamayı yaparak görevi bırakmıştır: Yüksek malumları olduğu üzere, Hükûmetimizin ana gayesi memlekette huzuru tesis etmek, gerekli reform kanunlarının gerçekleşmesini sağlamak ve genel seçimlerin salim şartlar altında yapılmasını temin etmek idi. Bu görevlerim yerine getirmiş olduğu inancı içinde bulunan Hükûmetimiz, 18/10/1973 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında, seçimlerin yapılmış olması 
dolayısıyla, seçim neticelerinin Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilânını müteakip istifaya karar vermiş bulunmaktadır. Bu itibarla, Bakanlar Kurulunun istifasını Yüksek Makamlarına saygı ile sunar, görev başında bulunduğumuz sürece esirgemediğiniz lütuf kâr yardım ve değerli irşatlarınız dolayısıyla şahsını ve Bakan arkadaşlarım adına yürekten minnet ve şükranlarımızı arz ederim115 
1973 senesi yaz aylarına gelindiği zaman ortam genel seçim havasına hazırdı. Devlet sivil toplum örgütlerine karşı güçlendirilmiş, üniversite ve fabrikalardaki muhalifleri ezmek için mekanizmalar kurulmuştur. Fakat sol ideolojik yaklaşım, tüm bu olup bitenlere bir cevap olarak, yeni Genel Başkan Bülent Ecevit ile birlikte sosyal demokrat bir kimlik kazanan CHP etrafında toplanmıştır. CHP’deki bu sosyal demokrasi, 1971’de kapatılan İşçi Partisi’nin boşluğunu doldurmuştur. Ecevit’in halkçı söyleminin karşılığını bulup, partinin taşra teşkilatından destek görmeye başlaması, onu partinin başına getirmiş ve İnönü’nün hem partiden hem de milletvekilliğinden istifasına sebep olmuştur. Demirel’in AP’si, müdahale 
döneminde askere direndiği için, Ecevit’in CHP’si ise henüz denenmemiş olduğundan seçim sonuçları merakla beklenmeye başlanmıştır.116 
Türlü beklentilerle girilen 1973 seçimlerinde AP, yurt genelinde %29,8’lik oy oranıyla 149 milletvekilliği kazanarak kan kaybetmiş, CHP %33,3’lük oy oranıyla 185 milletvekilliği, MSP ise %11,8 oy oranıyla 48 sandalye kazanmayı başarmıştır. Ayrıca, Demokratik Parti %11,9’luk oy oranıyla 45 milletvekilliği, Cumhuriyetçi Güven Partisi %5,3’lük oy oranıyla 13 milletvekilliği, Milliyetçi Hareket Partisi %3,3’lük oy oranıyla 3 milletvekilliği, Türkiye Birlik Partisi %1,1’lik oy oranıyla 1 milletvekilliği ve Bağımsızlar ise %2,8’lik oy oranıyla 6 
milletvekilliği kazanmışlardır.117 

1973 seçimlerine, sağdaki bölünmelerin seçmence nasıl karşılanacağı ve bu bölünmelerin sola nasıl yansıyacağı düşüncesiyle gidilmiştir. 1970’de Süleyman Demirel karşıtlarının kurduğu Demokratik Parti ile AP bölünmüş ve ciddi oy kaybına uğramıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan ve şeriatçı sağ kesim tarafından kurulan Milli Nizam Partisi yerine Milli Selamet Partisi kurularak AP oylarının etkisiyle önemli milletvekilliği sayısı yakalanmıştır. Güven Partisi, CHP’den ayrılanların kurduğu Cumhuriyetçi Parti ile birleşerek, milletvekilliği sayısını azaltmış, MHP büyük bir başarı gösterememiş, buna rağmen “ortanın solu” politikasıyla yola çıkan Ecevit’in Yeni CHP’si önemli bir başarı yakalamıştır. Seçimleri izlemeye gelen İngiliz bir gazetecinin gazetesine, “Türk seçimlerini Ecevit denilen bir parti kazandı”118 şeklinde beyanat vermesi de gösteriyor ki, seçimleri gerçekten Ecevit kazanmıştır. Şimdi sıra bu karmaşık denklemden Türkiye’yi idare edecek bir Hükûmet çıkarmaya gelmiştir.119 

Sonuç 

Cumhuriyet tarihinde emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleştirilen ilk askeri müdahale olan 12 Mart 1971 Muhtırası, Türk siyasi tarihinde bir ara rejim döneminin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu dönemde Parlamento açık kalmış, Hükûmetler güvenoyuyla ayakta kalmış, demokrasi görünüşte varlığını sürdürmüş, ama ağırlık her zaman askerlerde olmuştur.120 

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in tabiriyle, muhtırayla siyasilerin elinden iktidar değil, milletin elinden rejimin özü alınmış ve demokrasi tahrip edilmiştir.121 Bu “Ara Rejim” döneminde Türkiye “Model Hükûmetler” ile yönetilmiş, ancak bu Hükûmetler gerekli görülen reformları gerçekleştirmek yerine, askerler tarafından dikta usulüyle yönlendirilmeye layık görülmüştür. 

Ancak her ne kadar muhtıra verilecek seviyeye getirilmiş bir ülke olsa da Türkiye’nin bundan önceki beş yılına bakıldığında ilginç bilgiler de göze çarpmaktadır. 1965-1970 yılları arasındaki bu dönemde Süleyman Demirel Başbakanlık yapmıştır, Türkiye, en büyük ekonomik büyümeyi gerçekleştirmiş, özgürlükler önemli bir düzeye ulaştırılmış, Anayasa’nın 141. ve 142. maddeleri en az bu dönemde uygulanmış, işçi sınıfının sayısal olarak artması ve örgütlü yapıya geçmesi hız kazanmış, sosyo-ekonomik konularda en fazla yabancı kitap bu dönemde dilimize çevrilmiş, en az bağımlı dış politika bu dönemde izlenmiştir.122 Yine bu dönemde Boğaziçi Köprüsü, Ereğli Demir-Çelik İşletmeleri ve Keban Barajı gibi büyük yatırımlara imza atılmış, enflasyon %5, kalkınma hızı %7 dolaylarında seyretmiştir. Bu kalkınma hızı ise Japonya’dan sonra petrol ülkeleri dışında, dünyanın en yüksek ikinci kalkınma hızı olarak tarihe geçmiştir. Buna göre askeri müdahalenin nedenleri sadece içeride değil, Çağlayangil’in de ifade ettiği gibi, dışarıda da aranmalıdır. Zira iç politika 
uygulamalarında bu kadar iyi olan bir yönetimin, ne toplumun çoğunluğunu ne de askeri rahatsız etmesi düşünülemez. Özellikle ABD’nin Ortadoğu politikalarındaki değişiklik ve bölgede yeni bir düzen öngören yaklaşımı 12 Mart’ın görünmeyen dış etkileri olmuştur. 

Bu dönemde asker, çareyi tarafsız bir ismin kuracağı ve gerekli reformların gerçekleştirileceği bir hükûmette, Başbakan olarak CHP’li Nihat Erim’i uygun görmüştür. Ancak işler istenildiği gibi gitmemiş, özellikle anarşi önlenemezken, Anayasal reformlar da başta siyasi partiler olmak üzere, toplumun büyük kesiminde tepkiyle karşılanmıştır. 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı ise toplumdaki kutuplaşmanın artmasına ve farklı siyasi partilere mensup Hükûmet üyeleri arasında var olan anlaşmazlıkların yeni siyasi 
krizlere dönüşmesine sebep olmuştur. 

2,5 yıl kadar süre bu ara rejim döneminde ikisi Nihat Erim, birisi Ferit Melen ve bir diğeri de Naim Talu tarafından dört ayrı hükûmet kurulmuştur. Bu durum kurulan hükûmetlerin uzun ömürlü olmadığını ve halk iradesinden yoksun yönetimlerin yıkılmaya mahkûm olduğunu göstermiştir. Öte yandan özellikle 1973’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ile AP’nin Fahri Korutürk’ü ortak aday göstermeleri askerin adayı Faruk Gürler’in seçilememesine, dolayısıyla sivil iradenin asker karşısındaki ilk başarısına işaret etmiştir. Böylece askeri 
vesayetle ülkenin bir yere varamayacağı ve son kararı halkın vereceği gerçeği bir kez daha anlaşılmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimini kimileri ara rejim döneminin bittiği şeklinde yorumlasa da vesayet, gerçek manada 14 Ekim 1973 genel seçimlerinde milli iradeye dönüşle kırılmıştır. 

KAYNAKÇA 

Arşiv Belgeleri ve Resmi Yayınlar 
BCA, 30.18.1.2/252.41.11. 
BCA, 30.11.1.0/357.35.6. 
BCA, 30.11.1.0/393.42.1. 
BCA, 30.18.1.2/264.26.12. 
BCA, 30.18.1.2/264.26.13. 
BCA, 30.18.1.2/266.33.13. 
BCA, 30.11.1.0/393.41.20. 
BCA, 30.18.1.2/286.62.6. 
BCA, 30.18.1.2/295.19.6. 
TC. Resmî Gazete, 12 Mart 1971, S. 13777. 
TC Resmî Gazete, 27 Mart 1971, S. 13791. 
TC Resmî Gazete, 12 Aralık 1971, S. 14040. 
TC Resmî Gazete, 23 Mayıs 1972, S. 14194. 
TC Resmî Gazete, 11 Nisan 1973, S. 14504. 
TC Resmî Gazete, 16 Nisan 1973, S. 14509. 
TC Resmî Gazete, 26 Ekim 1973, S. 14697. 
TC Resmî Gazete, 31 Ekim 1973, S. 14698. 
TBMM Tutanak Dergisi, Cilt: 12, Toplantı: 12, Tarih: 13.3.1973. 
TBMM Tutanak Dergisi, Cilt: 12, Toplantı: 12, Tarih: 6.4.1973. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 12, Toplantı: 2, Tarih: 26.3.1971. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 12, Toplantı: 2, Tarih: 2.4.1971. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 12, Toplantı: 2, Tarih: 5.4.1971. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 19, Toplantı: 3, Tarih: 13.12.1971. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 19, Toplantı. 3, Tarih: 22.12.1971. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 24, Toplantı: 3, Tarih: 22.5.1972. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 24, Toplantı: 3, Tarih: 29.5.1972. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 24, Toplantı: 3, Tarih: 1.6.1972. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 25, Toplantı: 3, Tarih: 5.6.1972. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 16.4.1973. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 20.4.1973. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 24.4.1973. 
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 26.4.1973. 
Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi, Cilt: 64, Toplantı: 10, Tarih: 30.3.1971. 
Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi, Cilt: 4, Toplantı: 11, Tarih: 30.5.1972. 

Gazeteler123 

Akşam 
Cumhuriyet 
Günaydın 
Hürriyet 
Milliyet 
New York Times 
Tercüman 

Telif-Tetkik Eserler ve Makaleler 

12 Mart Sonrası Hükûmet Faaliyetleri (12 Mart 1971-12 Mart 1973), Başbakanlık Basımevi, Ankara 1973. 
AHMAD, Feroz, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, 2. Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2007. 
AHMAD, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), 3. Baskı, Hil Yayınları, İstanbul 2007. 
AKAR, Rıdvan-Can Dündar, Ecevit ve Gizli Arşivi, 2. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara 2008. 
AKIN, Rıdvan, Gazi’den Günümüze Cumhurbaşkanlığı 1923-2007, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009. 
ALTUĞ, Kurtul, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, Koza Yayınları, İstanbul 1976. 
ALTUĞ, Kurtul, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Yenigün Yayınları, İstanbul 1973. 
ARCAYÜREK, Cüneyt, Çankaya’ya Giden Yol 1971-1973, (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor- 6), Bilgi Yayınevi, Ankara 1985. 
BAKŞIK, Şeref, CHP İle Bir Ömür, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, İstanbul 2009. 
Başbakanlık O ve M Daire Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetleri (1960-1978), II. Cilt, 
Başbakanlık Basımevi, Ankara 1978. 123 Haber niteliğindeki yazıların tarihleri metin içerisinde verilmiştir. 
Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kuruluşundan Günümüze Hükûmetler, Ankara 1998. 
BATUR, Muhsin, Anılar ve Görüşler (Üç Dönemin Perde Arkası), Milliyet Yayınları, İstanbul 1985. 
BİRAND, M. Ali, Can Dündar ve Bülent Çaplı, 12 Mart: İhtilalin Pençesinde Demokrasi, 9. Baskı, İmge Kitabevi, İstanbul 2008. 
CEM, İsmail, 12 Mart, 1. Cilt (Yazılar), Cem Yayınevi, İstanbul 1973. 
CEM, İsmail, Tarih Açısından 12 Mart, Cilt 2, Cem Yayınevi, İstanbul 1977. 
ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi: 1950’den Günümüze, 4. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara 2008. 
DONAT, Yavuz, Cumhuriyetin Kara Kutusu Süleyman Demirel Anlatıyor, Merkez Kitapçılık, İstanbul 2005. 
ERİM, Nihat, Günlükler (1925-1979), Cilt II, Haz: Ahmet Demirel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005. 
HEPER, Metin, İsmet İnönü, Çev: Sermet Yalçın, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2008. 
İNÖNÜ, İsmet, Defterler (1919-1973), Cilt II, 3. Baskı, Haz: Ahmet Demirel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008. 
KEMAL, Mehmet, 12 Mart, Öfkeli Generaller ve İşkence, Soyut Yayınları, İstanbul 1974. 
KOÇAŞ, Sadi, 12 Mart Anıları, CEM-MAY Dağıtım, İstanbul 1978. 
MARAŞLI, Erol, Balans Ayarları: Cumhuriyet Döneminde Askeri Muhtıralar, Metropol Yayınları, İstanbul 2008. 
ÖNGİDER, Seyfi, Çankaya’nın Bütün Adamları, 3. Baskı, Aykırı Yayıncılık, İstanbul 2006. 
ÖZBUDUN, Ergun, Çağdaş Türk Politikası: Demokratik Pekişmenin Önündeki Engeller, 2. Baskı, Çev: Ali Resul Usul, Doğan Kitap, İstanbul 2007. 
ÖZDEMİR, Hikmet, “Siyasal Tarih (1960-1980)”, Türkiye Tarihi 4: Çağdaş Türkiye 
(1908-1980), 10. Baskı, Yay. Yön: Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul 2008, s. 227-292. 
SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 11. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997. 
TEKİL, Füruzan, Türk Demokrasisi İçinde Süleyman Demirel, Göktürk Yayınları, İstanbul 1976. 
TOKER, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları: İnönü’nün Son Başbakanlığı, 1961- 1965, 2. Basım, Bilgi Yayınları, İstanbul 1992. 
TOKER, Metin, Not Defterinden (1973 Seçimlerinden 12 Eylüle), Milliyet Yayınları, İstanbul 1981. 
TUNÇAY, Mete (Vd.), Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-2000, Cilt 3/1961-1980, 5. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005. 
TURAN, Ahmet, Darbe Arası Türkiye: 27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül Anılar, Gözlemler, 
Tanıklıklar, Resital Yayınları, İstanbul 2007. 
TÜİK, İstatistik Göstergeler 1923-2011, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, Ankara 2011. 
ZÜRCHER, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 23. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2009. 

Tutanaklar 

Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri 
Başkanlığı [Saat: 11.30-13.15], Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbe ve 
Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu, 2012, s. 386. 
Prof. Dr. Mete Tunçay’ın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak 
Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.42-13.00], Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu, 2012, s. 417. 
Rasim Cinisli’nin 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 18.02-19.05], Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu, 2012, s. 418. 
Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45-18.55], Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu, 2012, s. 464-465. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

91 Ahmad, Demokrasi..., s. 379-381. 
92 Özdemir, agm, s. 266. 
93 Dündar-Çaplı, age, s. 117-118. 
94 İnönü, Defterler..., C. II, s. 1240-1243. 
95 Akar-Dündar, age, s. 154-155. ; Ecevit’in Genel Başkan seçiliş süreci için Bkz. Tunçay (Vd.), Cumhuriyet..., C. III, s. 290. 
96 Cumhuriyet, 6 Kasım 1972. ; İnönü, Defterler..., C. II, s. 1261. ; New York Times Gazetesi’nde haber, 
Cumhuriyet’in 48 yılının 27’sinde devletin başında bulunan usta siyasetçi İnönü, muhalefet başkanı olarak, 
patisinden istifa etti, şeklinde verildi. New York Times, 9 Mayıs 1972. 
97 BCA, 30.18.1.2/286.62.6. 
98 BCA, 30.18.1.2/295.19.6. 
99 Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, 2. Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2007, s. 169- 
170. ; Maraşlı, age, s. 260-261. 
100 Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu, Ankara 2012, s. 513. 
101 Milliyet, 22 Şubat 1973. ; Tercüman, 22 Şubat 1973. ; Hürriyet, 22 Şubat 1973. 
102 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt: 12, Toplantı: 12, Tarih: 13.3.1973, s. 144-150. 
103 Cüneyt Arcayürek, Çankaya’ya Giden Yol 1971-1973, (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor-6), Bilgi Yayınevi, Ankara 1985, s. 395. 
104 Mehmet Kemal, 12 Mart, Öfkeli Generaller ve İşkence, Soyut Yayınları, İstanbul 1974, s. 188. 
105 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt: 12, Toplantı: 12, Tarih: 6.4.1973, s. 222-224. ; İnönü, Defterler..., C. II, s. 1273- 
1274. ; Cumhurbaşkanlığı seçim süreci için ayrıca Bkz. Özdemir, agm, s. 267-269. ; Tunçay (Vd.), Cumhuriyet..., C. III, s. 318. 
106 Akın, Gazi’den..., s. 99-100. 
107 Metin Toker, Not Defterinden (1973 Seçimlerinden 12 Eylüle), Milliyet Yayınları, İstanbul 1981, s. 9. ; 
Cumhurbaşkanı seçim süreci için Bkz. Seyfi Öngider, Çankaya’nın Bütün Adamları, 3. Baskı, Aykırı Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 100-102. 
108 Özdemir, agm, s. 267-268. 
109 İnönü, Defterler..., C. II, s. 1274. ; Ferit Melen, istifasında, “Cumhurbaşkanlığı yüksek makamına seçilmiş 
olmanız nedeni ile Başkam bulunduğum Hükûmet, Anayasa'mızın zatı devletlerine yürütme organının da başı 
olarak tanıdığı yetkileri serbestçe kullanabilmeniz olanağını sağlamak amacıyla ve bunu Demokratik Rejimin bir 
gereği sayarak istifasını takdime karar vermiştir” ifadelerini kullanmıştır. TC Resmî Gazete, 11 Nisan 1973, S. 14504. 
110 Akın, Gazi’den…, s. 102. 
111 Naim Talu Hükûmeti Bakanlar Kurulu için Bkz. TC Resmî Gazete, 16 Nisan 1973, S. 14509. ; Millet Meclisi 
Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 16.4.1973, s. 642-643. ; BPPGM, age, s. 327-331. ; BOMDB, age, s. 269-280. 
112 Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 20.4.1973, s. 694-699. ; Hükûmet 
Programı okunurken, Talu Hükûmetinin geçici bir Hükûmet olduğu ve amacının ülkeyi genel seçimlere götürmek olduğu vurgulanmıştır. 
BOMDB, age, s. 271-280. 
113 Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 24.4.1973, s. 703-751. 
114 Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 36, Toplantı: 4, Tarih: 26.4.1973, s. 755-756. 
115 TC Resmî Gazete, 26 Ekim 1973, S. 14697. 
116 Ahmad, Bir Kimlik…, s. 170-171. 
117 TÜİK, İstatistik Göstergeler 1923-2011, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, Ankara 2011, s. 117-120. ; TC Resmî Gazete, 31 Ekim 1973, S. 14698. 
118 Milliyet, 1 Ocak 1974. 
119 Akın, Gazi’den…, s. 103. ; Özdemir, agm, s. 269-270. 
120 Toker, age, s. 9. 
121 Donat, age, s. 86. 
122 Cem, 12 Mart, 1. Cilt, s. 122-123. 


***