27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 14
TUĞĞ. FARUK GÜVENTÜRK'ÜN EMRİNDE BULUNDUĞU 1. OR. K. CEMAL TURAL HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
Güventürk'ün Heyecanı*
Protokolün imzalanmasından sonra, toplantıyı terk eden subayları General Faruk
Güventürk, çevirerek kendileri ile bir konuşma yapmış ve General Cemal Tural
hakkında kesin bir karara varılmasını İsteyerek:
"Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz. Cemal Tural hakkında gereken karan vermediğiniz takdirde ben protokolün altındaki imzamı geri alıyorum diyerek bir karara varılmasını istemiş.
Güventürk 21 Ekim Protokolünü"** imzaladığı halde sonradan imzasını geri alan Birinci Ordu Kumandanı Cemal Tural hakkında mutlak bir karara varılması gerektiğini teklif ederek herkesin fikrini sormaya başlamış, Bütün kumandanlar ayakta nasıl bir karara varılması gerektiğini bir süre tartışmışlar, bu sırada yine Güventürk'ün sesi yükselmiş: "Arkadaşlar ben size daha evvelden söylememiş miydim? En kısa zamanda ikimizden birisinin kansı dul kalacak diye, işte
o gün geldi." demiş bu sözler üzerine İlk Önce Dündar Seyhan "İmzaladığımız
protokolün tatbikatına muhalefet ettiği takdirde bertaraf edilir." demiş.
Aynı konuda, Refik Tulga ise "Bertaraf edilmekle Öldürülecek mi demek istiyorsunuz" demiş.
* Y.n.: Talat Aydemir'in Hatıraları, May Matbaası, Şubat 1968. İstanbul, s. 123-124.
** Y.n.: 21 Ekim 1961 Müdahale Protokolü.
Dündar Seyhan, Refik paşaya cevaben; "Bertaraf edilme sözü içine mutlaka öldürmek girer iddiasında değilim. Enterne edilir, zararsız hale getirilir.
Bunun uygulama şeklini madem ki istiyor, Garnizon Komutanı General Güventürk'ün takdirine bırakalım o anda ordu kumandanının davranışına göre hareket eder" demiş ve bu teklif kabul edilmiş.
Bu sırada Ankara temsilcilerinden Necati Ünsalan, Faruk Güventürk'e: "İstediğin oldu.
Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun" diye sormuş, aldığı cevap şu olmuş. "O... kazığa oturtacağım." Ünsalan dayanamamış; "Paşam size bu düşünceyi yakıştıramadım.
Küfür ettiğiniz ve kazığa oturtacağınızı söylediğiniz zat bu ordunun Korgeneral
rütbesini taşır ve Birinci Ordu Kumandanıdır, dâvaya davet edilir. Kabul ettiği takdirde her zaman başımızdır. Etmediği takdirde makam ve rütbesine lâyık olarak enterneye tabi tutulur."' demiş. Fakat Güventürk Tural'ın 21 Ekim'de imzasını geri aldığını, onun bu hareketini hiç bir zaman affedemeyeceğini ve dediğini mutlaka yapmak için kesin karar verdiğini söyleyerek sözlerinde ısrar etmiş.
Y.n,; Protokolden tanı dört ay sonra 22/23 Şubat gecesini, 1. Ordu Komutanı
Orgeneral Cemal Tural ile emrindeki 66, Tümen Komutanı Tuğgeneral Faruk
Güventürk düşün ve eylem birlikteliği içinde geçirdiler(!)...
GİZLİ
T.C.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
ANKARA
9 Temmuz 1966
PER : 7202.1.66 DİSİPMOR.1.Ks.(514)
KONU : Bölücü Propaganda faaliyetleri.
1. Alıştıkları metotlardan ayrılamayan bazı çevreler var ki bunlar Cumhurbaşkanı
seçiminden bu yana Orduya da musallat olmaya koyulmuşlardır.
Önceleri Ordudan adam ayarmaya, daha sonra alt ve üst kademeleri birbirine karşı göstermeye biraz sonra Komutanları birbiri karşısında imiş gibi yaymaya koyulan bu kişiler bunda da muvaffak olamayınca teker teker üst kademedeki komutanları Ordu ve Halk gözünden düşürmeye yönelmişlerdir.
İşte son Cumhurbaşkanı seçiminden sonra tutulan yol bu yoldur. Askerlik gibi millet şuurunda mukaddesleşmiş bir ocaktan gelen Cumhurbaşkanını küçümsemeye ve gözden düşürmeye matuf davranışlar aynı şerefli ocağın Komutanlarına da yöneltilmiştir. Böylece; Çankaya da Komutanlara Devlet evi olarak henüz başlamış olan evler veliahtlar ve şehzadelere kâşaneler yapılıyor edası ile ilan edilmiş, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları'nın ecnebi kulu oldukları yayılmaya savaşılmış, ecnebileri himaye etmek onların silah taşımalarına müsaade etmek gibi yalanlarla da efkarı umumiyenin zehirlenmesi denemesine girişilmiştir.
2. Türkiye'yi her zaman türlü yerlerden gelen tehlikelere karşı korumuş 27 Mayıs
inkılabından sonra içeride yapılmak istenen oyunları 22 Şubat'ı ile 21 Mayıs'ı ile
bertaraf etmiş ve kendi kışlasında Vatanın muhafaza ve müdafaa vazifesine
koyulmuş olan Silahlı Kuvvetler, rahat normal ve ciddi bir mesai devresinden
alıkonulmak sureti ile şimdide Komutanları yıpratmak oyunu ile uğraştırılmak
istenmektedir.
Bu gibi adi davranışlara müracaat edenler, bunları kendi akılları ile yapmakta iseler şaşkınlıklarını bir dereceye kadar mazur görmek mümkündür.
(*) Y.n.: Gizlilik derecesi GK Başkanlığı'nın 6.8.1966 gün ve per. 7202-2-66 disiplin lks(514) sayılı emirleri ile kaldırılmıştır.
Fakat ısrarlı ve devamlı olarak Ordu ile uğraşmak mutlaka özel bir maksat taşır. Bu özel maksatta, Ordu gibi bir varlığı parçalamaktır ki, Anayasaya da, Vatana ihanet denecek bir durumu ortaya koyar.
Durum böyle olunca kime ve nereye alet olarak çalışıldığını düşünmek zaruri olur. O halde, bu davranışlar uzaktan ve gazetelerde görüldüğü kadar basit ve bir takım boyalara boyanarak gösterilmek istendiği gibi değil tamamen aksine ve memleketi yıkmaya matuf davranışların sahneye konuşudur.
İşi bu cepheden de mütaala edersek şeref imzalan koyarak NATO, !ENTO gibi
Paktlar imzaladığımız devletlerin haysiyetsiz ve muahedeleri şerefle tatbik eden
bizlerin de aynı şerefsizlikle itham edilerek Memlekete ihanet ediyormuş gibi
gösterilmesindeki sebebin bir başka kaynaktan idare edildiği neticesine varmak güç değildir.
Görülüyor ki böylece perdenin önünde ve Komutanlara Sayın Cumhurbaşkanına
taarruz eder görülenler perdenin arkasında başkaları tarafından kendi mukaddes
müesseselerine karşı sevk ve idare edilmektedir.
Bu itibarla uyanık bulunmak, Ordu gibi Anayasanın diğer müesseseleri gibi muhterem ve mukaddes müesseseleri hürmetkar olmak lüzumunu herkese anlatmak bu gibi mukaddesatı tanımayanları da böylece tanımak ve her türlü kanuni karşılığını buna göre tartıp ortaya koymak lazımdır.
3. Silahlı Kuvvetleri Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak vazifesini gelmiş geçmiş bütün nesiller gibi Sancak önünde merdane verdiği şeref ve namus sözüne sadık olarak ve hiç bir politikaya kapılmadan disiplin ruhu içinde hizmet etmek suretiyle yapacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bütün arkadaşlarımın daima bu yolda uyanık olmalarını ve şerefli vazifelerinde
başarılarını dilerim.
İmza
Cemal Tural
Orgeneral
Genelkurmay Başkanı
Dağıtım :
Gereği :
Kara Kuvvetleri K.
Dz. Kuvvetleri K.
Hv. Kuvvetleri K.
Jandarma Genel K.
Gn. Kur. Kh. Teşkilatı.
27 Mayıs’tan–28 Şubat'a F/15
21 MAYIS 1963 KALKIŞMA GİRİŞİMİNE KATILAN
21 MAYIS HÜKÜMLÜLERİ İÇİN YAZILAN MEKTUP*
İstanbul, 16 Aralık 1967
Sayın………………
"Bir tek kişiye tevcih edilen adaletsizlik umuma yöneltilen bir tehdittir."
Montesquieu Cezaevlerinin demir parmaklıkları ardında terk edilen 23 subay, 1 Harp Okulu öğrencisinin toplumumuza kazandırılması zamanının gelmiş ve geçmiş olduğuna inanarak, konu hakkındaki görüşlerimizi açıklayıp, af kampanyamıza katılmanızı diliyoruz.
Bilindiği gibi, 3 Ağustos 1966'da kabul olunan 780 sayılı (Bazı suç ve cezaların affı hakkındaki kanun)'da 21 Mayıs hükümlülerinden 24'ü af dışı bırakılmıştı.
Af, 1961 seçimlerinden sonra memleketimizin en güncel konusu olarak bütün politik yatırımlar için malzeme yapıla gelmektedir. Bu nedenle yıllarca çeşitli çevrelerin eğilimlerine uygun şekilde eleştirilmiş bulunmaktadır. Gerçekçi bir inceleme sonucu çıkarılan afların, ilmi verilerden daha çok duygusal etkenlere dayandığı anlaşılabilir.
Politik bünyemizin olumsuz bir özelliği olarak karşıt fikir gruplarının birbirlerinden
kopardıkları ödün ölçüsünde çıkarılan af kanunları ile parça parça istenilen hedefe gidilmiştir. Bu yönelişin galiplerinin kimler olduğu da bilinmektedir.
Bir ihtilâl döneminin sosyal, ekonomik ve politik koşullan içinde, kendi değer yargıları ve görüşleri uğruna, hayat ve geleceklerini hiçe sayabilecek kadar yurtsever kişilerin kıymetlendirme hatalarının, 27 Mayıs'a karşı olan güçlerin kuvvetlenmesine yaradığı bir gerçektir. Bu dönemde politik çıkar gruplarının devrimci güçleri parçalamaya çalıştığı ve bu çabalarında başarılı oldukları da bugün yeterince anlaşılmış bulunmaktadır.
(*) Y.n.: Milletvekillerine ve Senatörlere gönderilmiştir.
—Dili sadeleştirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.
780 sayılı kanun, 1960 sonrasının bütün siyasi suçlarına sünger çekmiş, kamu
vicdanında haklı kuşkular doğurmasına karşın bir kısım adi suçları affetmiş ve fakat yurt severliklerinden kimsenin kuşkusu bulunmayan 24 devrimciyi rehine olarak içeride bırakmıştır. Daha, önceleri konu, Parlamentoda, Üniversitelerde, Basında, Gençlik kuruluşlarında ve diğer baskı gruplarında tartışılıp, 21 Mayıs hükümlülerinin de af kapsamına girmesi ilmi bir zorunluluk olarak kamu vicdanına yerleşmiş olmasına karşın beklenilen sonuca ulaşılamamıştır.
Affın, hukuki ve ilmi bir kavram gibi algılanması gerekirken, 'Memleket gerçekleri' paravanası ardında politik, grupsal ve hatta kişisel görüşlerin etkisi ile duygusal etkenlere dayandırılması tipik bir adaletsizlik örneği sayılabilir.
Biçimsel demokrasilere özgü böyle bir uygulamaya karşı çıkmak, adaletsizliğin
giderilmesine çalışmak, gerçek demokrasiye inanan, tam anlamıyla Batı kültür ve uygarlığını benimseyen, çıkarlarının ötesinde bulunan aydına yaraşan bir tutum olacaktır.
"Her rejimin temeli adalettir. Bir halka hürriyet, ahlak ve şeref miyarını veren o' dur."
E.A. Roth
Toplumda adaletsizlik yaratan veya var olan adaletsizlikleri gizlemekte yarar uman yöneticilerin bu tip çabaları günü gün etmek deyimi ile tanımlanabilir. Oysaki, yönetici tarihe hesap vermek zorunluluğunu vicdanında hissettiği ölçüde topluma yararlı olabilir.
780 sayılı Af Kanununun hazır] anışındaki görüşmeler, açıklamalar yetkisiz kişilerin gizli yazışmaları ile ilmi görüşleri yansıtan yayınlar arasındaki belirgin çelişmelerin giderilmesi olanaksız görünmektedir.
TCK'nın 146. maddesine göre aynı suçtan mahkûm edilen iki gruptan birini siyasi
suçlu sayarken diğerini saymamanın hukuk ilmine ve mantığa uyamayacağına
inanmaktayız.
21 Mayıs olayının, bütün yönleriyle 'Siyasi suç' olduğu yargı organlarınca kabul
edildiği gibi, başarı halinde politik hayat ve kadrolarında ekonomik ve sosyal bünyede değişiklikler getirmeyi öngördüğü belgelerle kanıtlanmıştır.
O günlerin koşullarına döndüğümüzde görülecektir ki: 27 Mayıs'ın getirdiği düzenle bağdaşamayan çevrelerle bu düzenin sahibi olan kuvvetler karşı karşıya
bulunuyorlardı. Bir tahliyeyi bahane edip(1) Genelkurmay Başkanlığına doğru sallanan eller ve kollar ile sarf edilen sözlerin olumsuz etkisi altında bunalımlara sürüklenenler olduğu gibi, sabırsızlıkla beklenilen ekonomik ve sosyal reformların sözde kalışı ve 27 Mayıs düşmanlarının ardı arkası kesilmeyen kışkırtmaları sonucu, 27 Mayıs idealine küçük hesaplar düşünmeksizin gönül veren devrimci güçler içinde mevcut duruma son vermek üzere kendilerini görevli sayan gruplar çıkmıştır. Suç işleme kastı olmaksızın ulvi bir maksadın sağlanması için takdir hatasına düşmüş olanlara bunun bedeli fazlası ile ödettirilmiş bulunmaktadır.
Böylece özet ifadesini bulan politik bir olayı demagojik yöntemlerle basit ve adi suç olarak tanımlama çabalan hukuka aykırı olduğu kadar ahlakla da bağdaştırılamaz.
Açıklamaya çalıştığımız nedenlerle belirli bir adaletsizliğin kurbanı olarak cezaevi
zindanlarında tutulan 21 Mayıs hükümlülerine uygulanan cezadan toplumun beklediği fayda dayanaklarım yitirmiştir. Cumhuriyet döneminde Harbiyeliden-Albaya kadar çeşitli rütbelerdeki Slh. Kuv. mensuplarının cezaevlerinde süründürüldüğü görülmemiştir. Çeşitli çıkar ortaklıklarının birbirine kenetlenmeye çalıştığı bir ortamda bu sorunu küçümsemek demokrasi ve hürriyetler kavramlarına göre onaylanamayacağı gibi bu durumun sürmesi bazı çevrelerdeki huzursuzlukların artması sonucunu doğurabilir.
Sırası gelmişken arkadaşlarımızın bugüne kadar 55 ay cezaevlerinde yatmalarına
karşılık, on yıllık bir iktidar süresinin sorumluları olarak Yassıada'da mahkum
edilenlerin protokollerde tersi yer almış olmasına karşın, (2) 52 ay yattıktan sonra af edildiklerini anımsatmak isteriz. Bir karşılaştırmaya girişmekten çok, aynı kanunun aynı maddesine
1. Celal Bayar Kayseri Ceza ve Tutukevi 'nden tahliye edildikten sonra eski Demokrat Partililer TSK'yı hedef alan kışkırtıcı eylemlerim Gn. Kur. Bşk.lığına yöneltmek aymazlığına düşmüşlerdir. Bu olay daha sonraki Slh.K'ler deki baş kaldırılara azınsanamayacak boyutta gerekçe oluşturmuştur.
2. 26 Ekim 1961 günü siyasi parti liderleriyle komutanlar arasında imzalanan "Çankaya Protokolü"nde siyasi parti başkanları Yassı ada Mahkemesinde hüküm giyen Demokrat Partililere af çıkarmama sözü vermişlerdi. Kuşkusuz bu sözü verirken içtenlikli değillerdi. O günün koşulları içinde komutanları
pasifize edip TBMM'yi açmak ve zaman kazanmak istiyorlardı. Nitekim koşullar elverdiğinde eski D.P.'lilere af çıkarılmıştır.
göre mahkûm edilen iki grubun cezaevlerinde farklı kalış sürelerini gözler ve
vicdanlar önüne sermek istiyoruz.
1960'dan bu yana Anayasa düzeninin sürmesi için sarf edilen çabalar karşısında,
bugün 21 Mayıs hükümlülerinin affında bir sakınca olmadığına inanıyoruz. Bu
inançla, yüce Meclise bu adaletsizliğe son vermek üzere verilmiş olan Af Kanunu
tasarısının bir an önce gerçekleşmesi için ilginizi istirham ederken, saygılarımızı
sunarız.
21 Mayıs Hükümlüleri
Af Komitesi Adına
Talat Turhan
21 MAYISÇILARIN AFFI İÇİN YAZILAN MEKTUBA YANIT
T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI BAKAN
05.06.1967
Sayın Talat Turhan, Yenigün Sokak No.: 11 Kuzguncuk/İstanbul
Mektubunuzu aldım. Hakkımda izhar buyrulan teveccüh ve hissiyatınızdan dolayı
teşekkürlerimi sunarım.
Bahsettiğiniz konu, günün hadiseleri içerisinde çok taraflı olarak ehemmiyet arz
etmektedir. Mesele üzerinde hassasiyetle durmaktayız.
Size iyi haberler verebilmek gayreti içerisinde bulunduğumu ifade etmek isterim.
Selam ve saygılarımı sunarım.
Dr. Faruk Sükan
İçişleri Bakanı
V. BÖLÜM
ORGENERAL FAHRİ ÖZDİLEK İLE İLİŞKİ SAVUNMA BAKANLIĞINDAKİ TEYP (ORGENERAL, MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ ÜYESİ, MİLLİ SAVUNMA BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI FAHRİ ÖZDİLEK'İN 27 MAYIS ANILARI)*
Milli Savunma Bakanı istifa etmişti. Bu görevi de yapmaklığım istendi. Makam
odasına gittiğim zaman odada yerleştirilmiş bir teyp, bunun ses alma aparatının
dışardan ayarlanacak gibi düzenlenmiş olduğunu gördüm.
Cunta'nın açıktan açığa bakanlıkta da haber alma çalışması düzenlediği görülüyordu.
Sonraki günlerde Milli Savunma Bakanlığı hizmetini Başbakanlık yardımcılığı makam odasında bitiriyordum.
Tabiplerin öğüdü üzerine dinlendirilen Cemal Gürsel Bakanlar Kurulu toplantısına
gelemiyordu. Bu yüzden ben de Milli Savunma Makam odasına gidemez oldum.
Vatan, 7 Haziran 1976
Y.n.: Gerçekle uzaktan ve yakından ilgisi olmayan, "cunta" kelimesinin ardına sığınılıp kişiliğimi hedef alan anılardaki bu bölüm 19 Ağustos 1976 günü bir mektupla yanıtlanmış, ancak Fahri Özdilek ne bana yanıt verebilmiş ne de gerçeği araştırma uğraşısı içine girmiştir...
VI. BÖLÜM
CUMHURBAŞKANI ORG. CEVDET SUNAY SAYIN SUNAY'A AÇIK MEKTUP (1)
Sayın Cevdet Sunay,
Yeni yıl nedeniyle yayınlanan mesajınızda diyorsunuz ki:
"Türk milleti, Milli Kurtuluş Savaşını, büyük kurtarıcımız aziz Atatürk önderliğinde kırk sekiz yıl önce yaptı, ve kazandı. Bugün ikinci bir kurtuluş savaşında söz edilmesi, hem Atatürk' ün, hem şehitlerimizin ölümsüz hatıralarına hem de devletime karşı bir saygısızlıktır."
Atatürk'ün "Tam Bağımsızlık" ilkesinin yeniden gerçekleşmesi için, tek çıkar yolun bir ikinci kurtuluş savaşı vermek olduğuna inanan, yıllardan beri hayatı ve geleceği pahasına bu davanın kavgasını verenlerden biri olarak, sizi uyarmak için kendimi görevli saydım.
"Tam Bağımsızlık demek, elbette siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür... gibi her alanda tam bağımsızlık, tam özgürlük demektir.
Amacım Cumhurbaşkanına hakaretten içeri girmek ve yargılama ve savunma sürecinden yararlanıp Sunay'ı teşhir etmekti. Bu karan almamda duygusal nedenlerin etkisi olduğu söylenemez. O dönemde Cumhurbaşkanının Iran ziyaretinde hediye alış verişinde yaşanan protokol skandalı basına yansımıştı.
Bir bölümü Türkiye'de çekilen "Paralı-Askerler" filmi için Köşk Süvari grubunun tahsis edildiği ve bu olay nedeniyle, Sunay'ın yakın çevresinde çıkar ilişkileri nedeniyle tartışma çıktığı TBMM'ye kadar yansımış, sonuçta başyaver T.Ö. köşkten uzaklaştırılıp İstanbul'a, MİT'e atanmıştı.
Çankaya'da Cumhurbaşkanının eşinin düzenlediği çay partilerinde diplomat eşlerine satış yapıldığı söyleniyordu.
Özetle Çankaya'dan çevreye pis kokuların yayılmasından tedirgin olduğum için hapse girip kamuoyunun dikkatini yaşanan olay ve olgular üzerine çekip, aslında sayılmakla bitmeyecek olumsuzlukları açıklamak istiyordum.
—Devrim, 20 Ocak 1970, Sayı: 14.
Bu saydıklarımızın her hangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulusun ve ülkenin
gerçek anlamıyla bütün bağımsızlıktan yoksunluğu demektir." (2)
Atatürk'ün tanımlanması ile günümüzün somut gerçeklerinin tam bir zıtlaşma içinde bulunduğu, yıllardan beri çeşitli çevrelerce ortaya konmuş ve kanıtlanmış bir gerçektir.
Elimizi kolumuzu bağlayan ikili anlaşmalar yürürlükte kaldıkça politik bağımsızlıktan; bir yılda 450 milyon borç faizi ödemek durumunda kalan ve 2014 yılına kadar borçlu bir ülkede mali bağımsızlıktan; yeraltı ve yerüstü servetleri dünya kapitalist emperyalizminin işbirlikçisi kompradorlar ca sömürtülen, endüstrileşmesi montaj ve ambalaj sanayii uyduluğuna terk edilen bir ülkede ekonomik bağımsızlıktan; yabancı makamlara yargı kapitülasyonu tanınan bir ülkede adli bağımsızlıktan; ABD eski Cumhurbaşkanı Johnson'un mektubunda açıkça belirtildiği gibi elindeki silahı milli hedefler için kullanmak hakkından yoksun bir ülkede askeri bağımsızlıktan; ve sonuçta nüfusunun yarısı okuma-yazma bilmeyen bir ülkede ABD 'barış' gönüllüleri kol gezer ve yabancı uzmanlar Milli Eğitim Bakanlığında tünerken kültürel bağımsızlıktan söz açmak, hem Atatürk'e hem Milli Kurtuluş Savaşı şehitlerine, hem devletimize karşı bir saygısızlıktır.
Atatürk'ün "Tam Bağımsızlık" ilkesiyle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin
Sunay niyetimi anladı. Soruşturma açtırmadı, zamanım bekledi. O zaman 12 Mart 1971 muhtırasından sonra geldiğinde kendimi Ziverbey İşkence Köşkü'nde buldum. Orada işkence seansında en az on dakika filmim çekildi. Bu filimin izleyicileri arasında Sunay'ın da bulunmasının büyük bir olasılık olduğunu düşünüyorum.
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde MİT'İ ve dönemin İstanbul MİT Bölge Başkanı olan Turan Deniz'i ağır ölçüde eleştirmem üzerine Turan Deniz avukatım Hidayet Ilgar'la görüşme gereğini duymuştu.
Gerek T. Deniz ve gerekse ben doğal ömrümüzü tamamladık. Bazı tarihsel gerçeklerin aydınlanması için Turan Deniz'in avukatıma söylediklerini açıklaması onurlu bir davranış olabilir...
Bu çok yönlü ve karmaşık savaşı anlamak yeteneğini kazanmalıyız. Bu mücadelede düşman hem içerde, hem dışarıda bulunur. Dış düşman, emperyalizmin ve sömürünün her türlüsü ile onun uygulayıcısı mihraklardır. İç düşman ise bu sömürünün yurttaki maşa ve işbirlikçisi olan kompradorlar, onların gerici destekçisi ırkçı, faşist ve dinci kara gericiliktir; bu desteklerle yaşayan karşı-devrimci iktidar güçlendir.
27 Mayıs'ı gerçekleştiren güçler, 14'ler, 22 Şubat’çılar 11'ler, Genç Kemalistler, 21 Mayıs'çılar, boykot ve işgalle üniversite ve tüm eğitim sorununun düzeltilmesini isteyen öğrenciler, inançları uğruna sokaklarda kurşunlanan gençler, mütegallibenin toprağını işgal eden köylüler, emekçiler, işçiler, işsizler, yargıçlar, boykottaki polis öğrencileri, iktidara alet polisin kurşununu yiyen emekçiler, bütün yurtta boykot eylemini yürüten öğretmenler, direnen memurlar, aydınlar, yazarlar, 69'lar(3) ve bu güçlerin düşün ve eylem koşutunda olan tüm namuslu insanlar, bütün vatandaşlar, gerçekte bilinçli, ya da bilinçsiz "İkinci Kurtuluş Savaşı"nın birer eri olarak görevlerini yapıyorlar.
"Türkiye Amerikalılarındır!"
Sayın Sunay,
Kişiliğinizi bilenlerden biriyim. Sizi eleştirirken 1950–1960 döneminde Genelkurmay sorumlu makamlarında bulunduğunuzu ve bu dönemin sonlarında Genelkurmay 2. Başkanı olduğunuzu saptamanız şarttır. O günlerde Genelkurmay Başkanınız Org. Rüştü Erdelhun idi. Ve siz, onun karşı oy notu yazmadığınız tüm uygulamalarından sorumlu bulunuyordunuz. O dönemin aşırı teslimiyeti içinde, Erdelhun'un 1958'lerde, İzmir'de SIX ATAF(4) Karargâhında yapılan bir toplantıda Amerikan generallerine, "Bu memleket bizim değil, sizindir!"dediğini biliyoruz.
İşte böyle bir ortamda tezgâhlanan ikili anlaşmalara -ki bağımsızlığımıza gölge
düşürdüğü artık açıkça belirgindir- bugün karşı çıkmasını bilenler gerçek
vatanseverlerdir.
27 Mayıs'ı kendi deyiminizle "Fırsatı bir daha kaçırmam" duygusu içinde
karşıladığınız biliniyor. Bir takım olaylar, emekli olmanızı önlediği gibi sizi K.K.K.'ya kadar getirdi. O günlerde sizi gerçek bir 27 Mayıs'çı havası içinde görüyoruz. K.K.K. olarak altında imzanız bulunan ve Kara Kuvvetinin durumunu eleştiren emrinizi herhalde anımsayacaksınız. Bu emirde en ilericiden daha ilerde ve solda bulunuyordunuz.
M.B.K. devrinde bazı Komite üyelerinin kişiliğinize yönelik davranışlarından müteessir olmuştuk. İçlerinde masanıza yumruk atacak kadar cesur olanlar vardı. (5) Ve ben bu olayın tanığı olmak üzüntüsünü tatmıştım. Daha sonra makamınıza yaraşır bir güç kazandırmak için Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri olarak size yapılan yardımlarımızı unutmuş olacağınızı tahmin etmiyorum.
"Silahlı Kuvvetler Birliği" Gizli Örgütü Başkanı idiniz 6 Haziran 1961(6) olayından sonra gücünü fiilen gördüğünüz ve bulunduğunuz makama rağmen karşı çıkmaya cesaret edemediğiniz ve sonradan "Albaylar Cuntası" diye kınanan örgüte girdiniz. Yani bizim "Silahlı Kuvvetler Birliği"nin Başkanı oldunuz.
Bu Başkanlığa "evet" derken arkadaşlarımıza "şeref sözü" verdiğinizi de herhalde
anımsıyorsunuz. Bertrand Russell'in deyimiyle o sıra "Şehvet tutkusu kadar iktidar tutkusu"(7) içinde bulunan Sayın İnönü'nün ve CHP ileri gelenlerinin bütün iyi niyetimize karşın bizleri bölmek ve hatta karacı-havacı diye ikiye ayırıp birbirine karşı kırdırma tertiplerine engel olmadığınızı da herhalde kabul edersiniz.
30 Ağustos 1961 saat 15.00'de sayın İnönü ile yaptığınız gizli görüşmeyi Silahlı
Kuvvetler Birliği örgütüne bildirmenizin bir tek, anlamı vardı: İnönü'ye rağmen bizim safımızda olmak...
Seçimlerden sonra "Mürted"de aldığımız kararları(8) Silahlı Kuvvetlerin başı olarak parti liderlerine "Çankaya Protokolü" adı altında dikte ettiren sizsiniz. Olayların garip cilvesine bakınız ki, bugün protokolün son hükmünün kaldırılması -yani siyasi affın gerçekleşmesi-sizin Çankaya'da oturduğunuz bir döneme rastlamış, dün tam tersini savunduğunuz ilkeleri bugün Anayasa değişikliği halinde onaylamak zorunda kalmışsınız... (9) Dünden bugüne bu kadar çelişkili bir duruma düşmenizin anlamı üstünde lütfen kendiniz düşününüz.
19 Ocak 1962'de saat 17.00'de Genelkurmay'daki tarihi toplantıda ben de vardım.
Birkaç gün önce bizim yanımızda bulunan birtakım sayın generallerle birlikte siz de susarken gerçeği birkaç albayın sesi dile getirmişti. Ama oportünist politikacı
entrikalarında başarıya ulaşmıştı ve siz yeni bir safa geçişinizi:
"Ben sizin namınıza İnönü'ye kendisini desteklediğinizi söyleyeceğim" tümcesiyle
belirtip toplantıyı terk etmiştiniz. (10)
Gene o dönemde Silahlı Kuvvetler'in bütününe kumanda edecek makamda
bulunmanıza karşın Genelkurmay Kışla Komutanlığı'ndan kişisel emniyetinizi
sağlamak için özel bir bölük kurduğunuzu da anımsamalısınız.
Bu noktada bilginiz dışında bulunan husus, özel bölüğünüz kumandanının hakkınızda uygulanacak işlem için emir konusunda bize başvurmasıdır.
22 Şubat 1963 ile 21 Mayıs 1963 ve ondan sonraki dönemde Silahlı Kuvvetler
üzerinde aldığınız tertiplerden söz açmayacağım. Hatta 21 Mayıs'ın şahsımızla ilgili talihsiz öyküsü de şimdilik bizde saklı kalsın. Bugün işgal ettiğiniz mevki bakımından bu olayların açıklanmasını daha ilerdeki bir tarihe bırakmak düşüncesi bulunduğunuz makama duyduğum saygıdan ileri gelmektedir.
1961'de Sayın Em. Korg. Hüseyin Ataman'dan boşalan Milli Savunma
Bakanlığı, Devlet Başkanı Sayın Gürsel tarafından Sayın Org. Muzaffer Alankuş ve size Hariciye Köşkünde aynı anda önerilmişti. Anımsıyorsanız bu olayın tek tanığı bendim. Milli Savunma Bakanlığını kabul etmemenizin ağzınızdan çıkan ifade ve gerekçesini de gene bugün işgal ettiğiniz makama duyduğum saygıdan
açıklamayacağım.
Daha sonraki bir tarihte de Silahlı Kuvvetler Birliği'nden üç üye, size Devlet
Başkanlığı önerdiğinde "kandil yağlarından" ve "kabaktan" söz etmiştiniz(11) ama bugünkü soyut demokrasiye olan tutkunuzu dile getirmemiştiniz.
İşte bu noktadan başlayıp gelmiş bulunduğuz Cumhurbaşkanlığı makamı eşiğinde politikacıların her biri kendi çıkar hesabını yapıp art niyetlerinin gerçekleşmesi için sizin vaktiyle taşımış bulunduğunuz apoletlerden yararlanmayı düşünüyordu.
1960'lardan sonra da Devlet Planlama Teşkilatının konforu içinde askerlik yapmanın yolunu bulan Bay Süleyman Demirel ve arkadaşları emperyalizmin karşı-devrim stratejisinin gerçekleşmesinde en büyük engel olarak Slh. K.'leri görüyorlardı. Sizin Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmeniz, Slh. K'leri yatıştıracak bir önlem olarak düşünülüyordu. Slh. K. ise kendi içinden çıkmış, 27 Mayıs'tan beri eylemlerinde çeşitli görevlere getirilmiş bir eski askerin Çankaya'da bulunmasında olumlu bir hava seziyordu. Sizin Genelkurmay Başkanlığı makamından Cumhurbaşkanı makamına geçişiniz, soyut demokrasi koşullarına değil, ihtilâl şartlarına göre yürürlüğe girmiştir. (12) Bu konudaki gerçekleri Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı kamuoyu önünde açıklamıştır.
Ne var ki, sizin Çankaya'ya yerleşmenizden sonra Bay Süleyman Demirel karşıdevrimin edebiyatını yoğunlaştırmak cesaretini bulmuş ve hatta "200.000 sivilin bir günde silahlanmasından" söze-der olmuştur.
Karşı-devrimi teşvik
Sayın Cevdet Sunay,
27 Mayıs 1960'tan bu yana gelişen çizginizde bugün bulunduğunuz yer ilgi çekicidir.
Türkiye ise bugün gerçek bir bunalımın içinde kıvranıyor. Sosyoloji bilimine göre, bir toplumda bu ölçüde huzursuzluk işaretleri görülürse o toplum bazı geleceklere gebedir. Bu doğum suçlamalarla önlenemez.
Sosyal olayları suçlamayla önlemek gibi bir formül henüz keşfedilmemiştir. (13) Siz ise çelişme içinde bulunmakta ısrar ediyorsunuz. Hem demeçlerinizde "köy sahipliği toprak köleliği" kurumunun varlığını itiraf ediyorsunuz, (14) hem de toprak reformu için bilinçli mücadele verenleri kınıyorsunuz; bir yandan irticadan şikayet ediyor, öte yandan da ilticaya karşı çıkanları suçluyorsunuz. Yaşama kavgası veren işçi sınıfı ve emekçiler, öğretmen, memuru kınamak yerine, onlara devlet istatistiklerindeki asgari geçimi sağlamak yolunda ağırlığınızı kullanmalısınız. Bugün Türkiye öyle bir haldedir ki, Anadolu köylüsü açlık ve sefaletin pençesinde kırılırken İstanbul'un jet sosyetesi yılbaşını yurt dışında dünya jet sosyetesi ile kucak kucağa geçiriyor. (15) Bu durum içinde Anayasa'da 'sosyal adalet' ilkesi bulunmasının bir anlamı yok bizce. Gerçek bir 'ülkücülük' içinde, vatanseverlik anlayışıyla, yurt ve emekçi halk çıkarları için öne atılanları suçlamakla, ister istemez karşı-devrimci saflara destek verir duruma
düşüyorsunuz.
Bu durum, makamınızın tarafsızlığı ile bağdaşmadığı gibi, yukarıda grafiğini, kabaca çizdiğimiz 1960'dan bu yana gelişinizle de ters düşüyor.
Öyle anlaşılıyor ki danışmanlarınız ve istihbaratçıları nız bulundukları yerlerdeki
konumlarını sürdürmek için sizi gerçeklerden uzaklaştıracak bilgileri taşımakta
kendilerince yarar bulmaktadırlar. Bizler kulaklara hoş gelmeyecek gerçekleri
pervasız söyleyecek kişileriz. Uyarılarımızdan yararlanmanız umudunu saygılarımla sunarım.
Talat Turhan
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
1. Bu açık mektup yazıldığı tarihte Sunay Cumhurbaşkanı idi.
a) Bomba Davası Savunma 1,1986- adlı kitabımın 237–244. sayfalarında da yayınlandı. Dili sadeleştirip yeniden düzenlenmiştir.
b) Aslında bu açık mektubu yazmanın bana getirebileceği olumsuzlukları önceden kestirip yazmıştım.
c) Sunay aslında gerektiğinde yaşamı boyunca saf değiştirip kişisel konumunu hep gözetip Cumhurbaşkanlığı'na kadar yükselme becerisini göstermiştir. Onu bulunduğu makama getirenler ise kendilerine Sunay'dan bir zarar gelmeyeceği anlayışı içinde olmuşlardır.
Örneğin 12 Mart 1971 sonrasında Başbakan Yardımcılığı yapan Sadi Koçaş, "Sunay, 12 Mart Muhtırasından sonra en olumsuz yolu seçti. Derhal muhtırayı verenlere iltihak, daha doğrusu iltica etti.
Eğer 12 Mart Muhtırası doğru ise o duruma neden engel olmamıştı? Yanlış ise bu delalet nedendi?"
(Milliyet, 14 Nisan 1978) diye kanısını açıkladı.
Görüldüğü gibi Sunay'a açık mektup yazdığım 1970 yılından sekiz yıl sonra Koçaş bu değerlendirmeyi yapabilmiştir...
2. Muammer Aksoy, Atatürk' ün Işığında Tam Bağımsızlık ilkesini,
3. O dönemde bir bildiriyle öne çıkan 69 genç deniz subayı, 12 Mart 1971 darbesinden sonra İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde açılan 84 sanıklı davayla TSK'dan tasfiye edilmiştir.
4. 6. Taktik Hava Kuvveti.
27 Mayıs'tan-28 Şubat'a F/17
5. Yüzbaşı rütbesinde bir komite üyesinin GKB Cevdet Sunay'ın masasına yumruk atıp tehdit etmesine tanık oldum. Ne yazık ki Sunay makamına ve kişiliğine yönelik bu tavır karşısında tepkisiz kalmıştı.
6. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel'in Washington'a atanmasının Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütünün ültimatomuyla geri alınması.
7. Y.n.: İktidar adlı yapıttan.
8. 21 Ekim 1961'de İstanbul'da alman "Müdahale Kararı" Ankara Grubunca "Mürted Protokolü”yle onanmıştır. Özetle: Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantısından evvel duruma fiilen müdahale" etme kararı almıştır.
9. Çankaya Protokolü için bkz.
a- Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, s. 155–160.
b- Talat Aydemir, Talat Aydemir Konuşuyor, s. 108–109.c- Emin Aytekin, İhtilal Çıkmazı, s.134–135.
d- Can Kaya İsen, Geliyorum Diyen İhtilâl, s. 168.
e- Bedii Faik, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci, s. 168.
10.
a- Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, s. 155–160.
b- Can Kaya İsen, Geliyorum Diyen İhtilâl, s. 168.
11. "Ben mi Devlet Başkanı olacağım? Ben içi boş bir kabağım, kandilimin yağı çoktan tükendi" demişti Cevdet Sunay.
12. O dönemde Paris Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü'nün oğlunun düğününde bağlı olduğu çevrelerin Sunay'a yaptığı önerinin kabulü sonucu İtalya'ya uğramasının Sunay'ın Cumhurbaşkanı olmasına etkisi Loca Sırrı olduğu için hâlâ karanlıktadır.
13. 12 Mart ve 12 Mart faşist darbeleri, 28 Şubat "Postmodern darbesi" IMF'ye verilen niyet mektupları, ekonomik krizden krize sürükleniş ne yazık ki savlarımı öngörüye dönüştürdü...
14. a- Cumhuriyet, 21 Ekim 1968, Kemal Aydar'a verilen demeç,
b- İlhan Selçuk, Masrafa Kemal'in Saati, s.127–201.
15. Günümüzde alt ve üst gelir grupları arasında ekonomik uçurum o derecede belirgin bir konuma gelmiştir ki, içte ve dışta en yetkili kişi ve kurumlar yeniden "Sosyal Adalet"e(!) sahip çıkmak zorunda kaldı. Sosyolojik açıdan bu olgunun "sosyal patlama"yı beraberinde getirebileceği daha da sıkça söylenir hale geldi...
15 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder