15 Aralık 2018 Cumartesi

ORTADOĞU PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN YENİ BOYUTU BÖLÜM 1

ORTADOĞU PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN  YENİ BOYUTU BÖLÜM 1





Ali AYATA* 
* Yrd. Doç. Dr., Bilecik Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi , 
ali.ayata@bilecik.edu.tr 

AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ 
Sayı 22, Ekim – Kasım – Aralık – 2010 
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi 
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası 
Kırgız- Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat- KIRGIZİSTAN 
http://www.akademikbakis.org 

Özet 

Bu çalışmada, ABD’nin bugünkü İslam dünyasında izlediği politik strateji dikkate alınarak Ortadoğu özellikle de Kuzey Irak’a yönelik ABD politikalarını, Obama yönetimi altında, Amerika’nın Ortadoğu’daki siyaseti açısından ne gibi değişiklerin olacağı ve bunların Türkiye’nin çıkarları üzerindeki etkisini tahlil ve tahmin etmeye çalışacaktır. Obama’nın özellikle Ortadoğu coğrafyasına askeri bir yaklaşımdan ziyade diplomasi ve ekonominin ağırlıklı olduğu bir dış politika tavrını benimsediği görülmektedir. 
Bu çerçevede, ABD’nin muhtemel bir Kürt devleti, Kerkük, bölgedeki askeri varlığının geleceği, kuzey Irakta  gerçekleştirilen askeri harekâtlar ve PKK’nın bölgedeki varlığı gibi konulardaki çıkarları, politikaları ve seçenekleri irdelenecektir. 

GİRİŞ 

1990'lardan sonra uluslararası sistem büyük değişikliğe uğramıştır. 

Bu değişiklikle birlikte özellikle Türkiye için çok sayıda yeni imkânlar ve bunlara paralel olarak da yeni problem sahaları ortaya çıkmıştır. Soğuk Savaş döneminde sadece güvenlik argümanlarından dolayı önemli kabul edilen Türkiye’nin, Soğuk Savaş sonrası dış politikada manevra alanı genişlemiş, özerk politikalar takip edilmeye başlanmış, bölgesel güç haline gelinmiştir. Bir bakıma Türkiye kendi yakın çevresini, Balkanları, Kafkasları, Orta Asya’yı, Ortadoğu’yu, 
Kuzey Afrika’yı keşfetmiş, bu bölgelerin kendisi için birinci derecede ekonomik, güvenlik, siyaset, kültür, etnik bağlar bakımlarından önemli olduğunu anlamıştır. Diğer taraftan başta ABD olmak üzere dünya da Türkiye’yi bu yeni hali ile keşfetmiştir. Artık Türkiye sadece güvenlik argümanlarından dolayı önemli olan bir ülke değil, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun ortasında tüm buralarla ilgili gelişmelerde anahtar rolü oynayan bölgesel bir güçtür.1 ABD ise temel politikasını, dünya enerji kaynaklarının kontrol edilmesi üzerine kurduğu strateji ile yürütmektedir. Bu stratejisini de açık açık bütün dünyaya bildirmekte ve 
gereğini de yapmaktadır. Petrol ve diğer enerji kaynaklarının, ABD ve onun müttefiki olan gelişmiş ülkelerin ekonomilerine zarar vermeyecek şekilde çıkarılması, işletilmesi ve uygun fiyatlarla kesintisiz bir şekilde çıkarılmasının ve işletilmesinin devamı diyebileceğimiz bu temel politika gereği, ABD, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya gibi petrol ve doğalgaz bakımından çok zengin ülkeleri ve bu ülkelerin yer aldığı coğrafyayı daimi bir şekilde kontrol etmek istemekte ve bu bölgedeki güç dengelerinin hep kendi ulusal çıkarlarına uygun biçimde 
şekillenmesine çalışmaktadır. 

Sekiz yıllık George Bush döneminde Türk-Amerikan ilişkilerindeki bozulmanın en önemli nedeni Irak savaşı olmuştur. İlişkilerdeki düzelmenin de, başka şeylerin yanında, bu ülkede yaşanan olumlu gelişmelerle ilişkili olduğu söylenebilir.2 Ülkede düzelen güvenlik durumu, Şiiler ile Sünniler arasındaki uçurumun daralması, ülkenin bütünlüğüne sahip çıkan unsurların güç kazanması, ABD’nin Irak’tan çekilme sürecine girmesi, K. Iraklı Kürtlerin bağımsızlık taleplerinden vazgeçmeye ve Türkiye’ye daha fazla ihtiyaç duymaya başlamaları ve PKK’nın 
da kendini giderek daha sıkışmış hissetmesi ve örgüte yönelik Türk-Amerikan işbirliğinin daha da gelişebileceğinin düşünülmesi Irak’ın Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerindeki ağır yükünü hafifletmeye başlamıştır. Bu yükten kurtulmaya başlayan ilişkinin önünde artık daha bereketli işbirliği alanlarının yeşermesi mümkün olabilir. Aksi durumda Türk-Amerikan ilişkilerinin onarılması zor bir yara alması, işbirliği alanlarının daralması, Türkiye’nin İsrail’le 
ilişkilerine olumsuz yansımaları dâhil olmak üzere, bölgesel ve ülke içi dinamiklerin de etkisinde Türkiye’nin komşu ülkelere, Orta Doğu’ya ve İslam dünyasına yaklaşımlarında bazı değişiklikler yaşanması gibi olasılıklar gündeme gelebilecektir.3 

ABD´nin Ortadoğu ve Türkiye Politikası 

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, ABD merkezli geliştirilen “soğuk savaş” stratejisinin 1980’li yıllara kadar olan sürece etkileri ile İslami akımların gelişmesi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Özellikle Ortadoğu, Avrasya ve Balkanları kapsayan “soğuk savaş” stratejisinin, jeopolitik bakımdan en önemli merkezlerinden biri olan Türkiye, ABD için vazgeçilmez bir ülkeydi. Bu önem halen devam etmektedir. Türkiye dâhil bütün Ortadoğu’nun siyasal, dinsel ve tarihsel yapısı dikkate alınarak, Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan İslam, “soğuk savaş” sürecinin en önemli ideolojik silahlarından biri oldu. 

Ekonomik ve coğrafik bakımdan dünyanın en stratejik bölgesi olan Ortadoğu’da ve Türkiye’de, din olgusu çok daha ciddi boyutlarda kullanıldı.4 
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, ABD kendini dünya’nın tek süper askeri gücü olarak ilan etti. Özellikle Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını bir bütün olarak denetim altına alarak rakiplerine karşı tam bir üstünlük sağlamayı planladı.5 Bunun içinde, öncelikli olarak Ortadoğu’da gelişen İslamcı hareketin tasfiyesini gündemine aldı. ABD’nin 1990’lardan sonra, bölge coğrafyasında gelişen ve Müslüman toplumunu ciddi oranda etkileyen antiamerikancılığa karşı geliştirdiği askeri politika öncelikle saldırı stratejisi oldu. Bu nedenle ABD’nin askeri gücünü kullanarak süper güç olduğunu göstermek için yeni düşmanlara ihtiyaç duyması bir zorunluluk haline geldi. Bunlara da “İslami teröristler” denildi. Kimilerine 
göre Ortadoğu çatışmasının ana unsuru medeniyetler çatışmasıdır. Bunun içinde radikal İslam’ın yok edilmesi, bölge coğrafyasının sınırlarının yeniden çizilmesi ve ABD’nin ihtiyaçlarına yanıt veren ılımlı İslam devletleri’nin kurulması gerekmekte dir.6 ABD’nin bugünkü İslam dünyasında izlediği politik strateji dikkate alındığında hem radikal İslam’ın etkisizleştirilmesi gerekçesiyle bölgenin işgaline ve askeri şiddetin kullanılmasına politik bir zemin hazırlanmakta hem de bölge ülke devletlerinin siyasal rejimlerinin yeniden biçimlendirilmesi amaçlanmakta dır.7 Son yıllarda gündemden düşmeyen Büyük Ortadoğu  Projesi’nin arka planında da bu politikalar bulunmaktadır. 
   ABD Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalışırken bölge haritasını da değiştirmeyi amaçlıyor mu? Bu son derece önemli bir konudur. Amerikan hükümeti, amacının sınırları değiştirmek olmadığını söylese de bu konuda fikir jimnastiği yapıldığı biliniyor. Sınırlarla oynanacaksa, bunun ilk kurbanı işgal 
altındaki Irak olacaktır. 

Soğuk Savaş döneminde, uluslararası güç dengelerinin özellikle ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanmış olması, Sovyetler Birliği’ne sınır olan Türkiye’nin jeopolitik konumunu son derece önemli kılıyordu. ABD’nin bölgedeki hâkimiyet gücünü koruması bakımından özellikle Ortadoğu’nun ekonomik ve sosyal tarihsel ilişkilerini kullanarak geliştirdiği politikaların ekseninde daha önce ifade ettiğimiz gibi, İslam dini vardı. Jeopolitik konumu, toplumun dinsel yapısı ile tarihsel kültürel özellikleri bakımından ön plana çıkan Türkiye, ABD’nin Avrasya ve Ortadoğu politikasının uygulanma sahasının en önemli merkezlerin den birini oluşturuyordu. Sovyetler Birliği’ne karşı desteklenerek ekonomik ve politik olarak bir güç haline getirilen Ortadoğu ülkelerindeki radikal İslamcı güçler düşman kategorisinde görülürken, Türkiye’nin stratejik konumu, değişen uluslararası güç dengelerine ve bölgenin ihtiyaçlarına bağlı olarak yeniden planlandı. Göze batan en önemli iki husus: NATO’nun değişen rolüne bağlı olarak Türkiye’nin jeopolitik konumunun artması ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyumuydu. Yani soğuk savaş’tan sonrada, Ortadoğu ve Avrasya üzerindeki güç ve egemenlik çatışması kesintisizce devam ettiğine göre, Türkiye’nin bölgedeki konumu değişmeyecektir. Belki de ABD ile AB’nin üzerinde anlaştıkları en önemli konulardan biri Türkiye’nin AB üyeliğinin fiili olarak başlatılmasıdır.8 Çünkü Ortadoğu’da yaşanan politik gelişmeler sadece ABD’nin değil aynı zamanda AB devletlerinin en önemli sorunlarından birini oluşturmaktadır. Afganistan’daki ve Irak’taki gelişmeler AB sürecinin en önemli politik gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor. Ortadoğu kökenli radikal İslami hareketlerin uluslararası alanda başlattığı şiddet eylemlerinin yaygınlaşması ve aynı şekilde AB içerisinde bulunan birçok devletin doğrudan hedef haline gelmesi, AB devletlerini yeni 
çözümler bulmaya zorlamaktadır.9 

Kimilerine göre 11 Eylül 2001’de ABD topraklarında yapılan eylemlerle İkiz Kulelerin ve Pentagon’un vurulması, Afganistan’ın ve Irak’ın işgali ile çatışmaların çok daha geniş bir alana yayılması ile İslamcı hareketlerin şiddet eylemlerinin uluslararası bir boyuta dönüşmesi, Türkiye’nin AB’ye alınması sürecini bir bakıma hızlandırdı. Bu mevcut durum hiçbir ülke tarafından kabul edilmese de, bu faktörün ciddi oranda etkili olduğunu birçok stratejiysen, 
araştırmacı ve politikacı kabul etmektedir. Çünkü dinsel temelde gelişen İslami terör ABD ve AB dâhil olmak üzere batı dünyasına yöneliktir tezi ciddi olarak benimsenmektedir. Bu tehlikenin bertaraf edilmesi ya da saldırıların etkisizleştirilmesi için Türkiye’ye ihtiyaç vardır. Türkiye’nin bu süreçten dışlanması, köktenci İslamcılığın gelişme eğiliminin çok daha hızlı olacağı ve genç nüfusun hızla radikal İslam’ın etkisine gireceğini ve bu da, hem ABD’nin ve 
AB’nin bölgesel politikalarını çok ciddi oranda etkileyecek hem de radikal İslam’ın Batı’ya doğru çok daha hızlı gelişmesine nesnel bir zemin hazırlayacak tır. Bütün bu olasılıkların engellenmesi için de, Türkiye gibi bir ülkenin AB sürecine dâhil edilmesi kaçınılmaz ve zorunludur.10 Öte yandan Ortadoğu toplumları açısından Batı tarihsel ve düşünsel bir sorundur. 

   11 Eylül sonrası ABD´nin bölgeye yönelik çatışmacı politikası, kamuoyunda derin öfkeye neden olmuş ve Batı karşıtlığını arttırmıştır. Ancak Batı, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi artık tekil değil. AB'nin İsrail’in politikalarını açıkça eleştirmesi, Irak krizine diplomatik çözüm arayışları, AB ve ABD dış politikalarında farklılaşmayı göstermektedir. 

Trans-Atlantik ilişkilerdeki ayrışma, Ortadoğu'nun da Batı'yı tekil algılayan bakışını değiştirmesine neden olmaktadır. Müslüman halklar ile ABD´nin bölgedeki uzlaşmaz konumu, AB'yi bir çekim merkezi yapmaktadır. Ayrıca, AB'nin Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya doğru genişleme olasılığı ve bölgede istikrarın ancak AB güvenlik alanına dâhil olunarak sağlanacağı beklentisi, dikkatlerin Türkiye-AB ilişkilerine yönelmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla, hangi Batı sorusuna karşılık olarak ABD değil, yumuşak bir güç olarak AB öne çıkmakta ve Ortadoğu toplumlarında Batı Avrupa ülkelerine ilişkin genel kanı 
yumuşamaktadır. 

Türkiye ve ABD'nin Irak ve Ortadoğu Politikaları 

Soğuk Savaş sonrası Ortadoğu bölgesinde artık iki kutuplu dünyaya uygun politikalar değil, bir yandan küresel dünya düzeni tarafından yönlendirilen diğer yandan da ülkelerin kendi ulusal politik, ekonomik, stratejik ve etnik yapılarının gerektirdiği çıkarları doğrultusunda politikalar oluşturulacaktır. Yıllarca Ortadoğu bölgesinde kendi çıkarları doğrultusunda ya pasif ve bölgeye müdahil olmak istemeyen ya da Batı bloğunun politikaları doğrultusunda politika geliştiren Türkiye, 1980'li yıllarda İran-Irak savaşında aktif tarafsızlık politikasıyla 
başlayarak özellikle Soğuk Savaş sonrasında kendi çıkarları doğrultusunda genelde Ortadoğu özelde de Suriye, Irak ve İran´a yönelik daha aktif ve müdahaleci bir politika izlemeye başlamıştır.11 Bu bağlamda son yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerinin yüklü gündemindeki en önemli konu; Irak’ta yaşananların Türkiye’yi etkileyebilecek olmasıdır. Irak'a Amerikan saldırısının söz konusu edildiği 2001 yılı sonlarından itibaren Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması, Irak'ın kuzeyinde yeni bir devlet oluşumuna tahammül  edilemeyeceği ve Irak Türklerinin can ve mal emniyetiyle birlikte haklarının korunması gibi konuları sık sık dile getirmiştir. ABD ve Türkiye, birçok konuda benzer çıkarlara sahip olmalarına rağmen bu konuda ayrı düşmüşlerdir. 

  Eğer Türkiye, ABD´nin Irak’ın bölünmesini amaçlamadığına ya da bu yola başvurmayacağına emin olsa aradaki problemlerin büyük bölümü kolaylıkla çözülürdü. Ama ABD, bu güveni bir türlü verememektedir. Türkiye’nin 
Irak konusunda telaşlandığını iddia edenler büyük bir yanılgı içindedirler. Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması, Türkiye için yarattığı tehlikeler gerçek, büyük ve yakındır. İlişkilerin tekrar istikrara kavuşması, Irak’ın geleceğinin Türkiye’nin varlığına tehdit olmaktan çıkmasıyla mümkündür.12 ABD’nin Irak’taki tüm başarısızlığına rağmen Kuzey Irak’ın geleceğini belirleme gücü hala vardır. ABD, Iraklı Kürtlere geleceklerini kesinlikle Irak’ta aramaları gerektiğini belli ederse Türk-Amerikan ilişkileri eski haline yakın olarak devam edebilir. 

ABD'nin Irak'a saldırısı 20 Mart 2003´de başladı ve Irak'ın kuzeyindeki Peşmergeler bölgedeki ABD askerinin azlığından ve Saddam rejiminin çekilmesi sonucu oluşan otorite boşluğundan yararlanarak önce Kerkük´e daha sonra Musul´a girdiler. Türkiye'nin büyük bir hassasiyetle Peşmergelerin girmemesini istediği bu iki Türk şehrine girmekle kalmayıp, şehirdeki resmi binaları yağma ve talan ettiler. Her iki şehirde de ilk yağmalanan yerlerin tapu ve nüfus dairelerinin olması Peşmergelerin bu iki şehirdeki Türkmen nüfusunun kayıtlarını yok ederek onları resmi evrak üzerinde de azınlık durumuna düşürmek olduğu açıktır. 
Türkiye, Irak Türklerinin can ve mal güvenliğinin ihlalini ve Irak'ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletinin oluşumuna zemin hazırlayacak gelişmeleri Irak'ın kuzeyine girmesini gerektirecek sebepler arasında saymıştır.13 

Yaşanan bütün bu gelişmelerden sonra Iraklı Kürtlerin kendisine muhtaç olduğunu bilen ABD neden onlara güçlerinden ve haklarından fazla ilgi gösteriyor olabilir diye bir soru geliyor akıllara? ABD, Kürtleri her zaman kendisine bağımlı olmaya mahkûm, gerektiğinde bölgede kendisine bazı imkânlar yaratan, hasım ülkeleri baskı altında tutmasına yardım edebilecek bir araç olarak görüyor denilebilir. ABD, Irak’ta kurulacak bir Kürdistan’ı hedefliyor mu bilinmez ama bu seçeneği bir ihtimal olarak enine boyuna düşünüyordur. ABD şimdilik “Kürt 
sorununun” çözülmeden öyle kalmasını kendisi için en doğru tercih olarak görüyor olabilir. 

Bu belirsizlik ABD’ye bölgedeki ülkelere karşı birçok stratejik imkânlar sunabilir. Şu aşamada bir Kürt devletinin kurulması ya da bu ihtimalin kapanması ise ABD’ye değişik sorumluluklar ve bedeller yükleyebilir. Örneğin Kürtleri koruma zorunluluğu!14 Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının Türkiye için ne tür sonuçları olabileceği henüz yeterince ayrıntılı ve titiz şekilde tartışılmamıştır. Bazı evhamlar ve temenniler politika pozisyonları olarak sunulmuştur. Kendi ayakları üzerinde duracak bir Kürt devletinin yabancı güçlerin politikalarına alet olması kuvvetle muhtemeldir.15 Iraklı Kürtler şu anda ticaret, dış dünya ile 
iletişim, elektrik, işlenmiş petrol gibi birçok konuda Türkiye’nin iyi niyetine ihtiyaç duymaktadır. Buna rağmen zaman zaman izledikleri dostane olmayan politika, Kürtlerin, devletleştikten sonra daha da talep kar olacakları endişesini yaratmaktadır. 

Irakta Yaşanan Son Gelişmeler 

Irak, etnik ve sosyal yapısı bakımından, Ortadoğu’nun pek çok özelliğini üzerinde taşıyan ve bu yönüyle de, küçük Ortadoğu olarak değerlendirilen bir ülkedir. Irak’ın bu önemli ve stratejik özelliği; petrol zenginliği, nüfus yapısı ve dini bakımdan çeşitlilik arz eden vatandaşlarının, komşu ülkelerdeki diğer etnik ve dini gruplarla olan irtibatından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, Irak’ta yaşanacak her türlü olumsuz gelişmenin başta komşusu olan ülkeler olmak üzere tüm Ortadoğu’yu ve hatta tüm dünyayı derinden etkileyeceği açıkça görülmektedir. Uluslararası teröre verdiği destek ve kimyasal silah üretmek iddiasıyla başlatılan ve “Irak’ı özgürleştirmek!” adına gerçekleştirilen müdahale; 
yapılan hatalar ve öngörülemeyen faktörler nedeniyle, bölgede şiddetin ve kaosun hakim olmasına sebebiyet vermiştir.Yaşanan gelişmeler neticesinde ABD, Irak’ta yaşanan şiddet ve kaos ortamının meydana gelmesinde kendi hatalarının da olduğunu kabul ederek, çıkış yolu arama çabasına girmiştir. Çünkü, kaos ve şiddet halinin Irak’ta devam etmesi durumunda; hem kendi vatandaşları nezdinde ve “küresel terörizmle savaş” adı altında yürüttüğü mücadelede prestij kaybına uğraması, hem de, Irak halkı, bölge ülkeleri ve tüm Ortadoğu 
açısından önemli sonuçlar doğurması kaçınılmaz olacaktır. 
Irak’ta şiddetli çatışmalar ve ABD’nin izleyecegi senaryonun tartışmaları sürerken, Irak Başbakanı Nuri Maliki ve ABD'li komutan General George Casey Irak silahlı kuvvetlerinin komutasının Amerikan kuvvetlerinden Iraklılara aşamalı devri anlaşmasına imza atmıştır. 

ABD kuvvetlerinin komutanı General George Casey’in “dönüm noktası” olarak niteledigi gelişme Irak’ın ulusal egemenligi ve güvenligi baglamında atılmış önemli bir adım olarak degerlendirilmektedir. Ancak, ordu içindeki etnik aidiyetler, ülkede hız kesmeyen çatışmalar ve Sünni, Şii ve Kürt taraflarının kendi silahlı güçlerini oluşturmaya yönelik çalışmaları Irak ordusunun başarısını uzun dönemde tartışmaya açmaktadır. Bütün bu gelismeler ABD´nin 

Irak’ın geleceğinde her halükarda güçlü bir şekilde var olmak istediginin göstergesidir. Askerlerini geri çekseler de çekmeseler de Irak kolay vazgeçilir bir yer değil hele İran’a bırakılabilecek bir yer ise hiç değil.16 İç savaş riski henüz ortadan kalkmış değil. Şii-Sünni, Arap-Kürt iç savaş olasılıkları en tehlikeli olanları. İç savaş dışında sokak çatışmaları, asayişin yeniden kontrol altına alınamayacak kadar bozulması, siyasi saldırılar ve sokak suçlarında patlama yaşanması gibi riskler de bulunmaktadır. Bir diğer sorun ise Irak’ın toprak 
bütünlüğünün çatlamasıdır. Kuzeyde bir Kürt devletinin, ortada Sünni ve güneyde ise bir Şii devletin ortaya çıkması ve bu duruma komşu ülkelerinde müdahale etme çabalarıyla sorunların bölgesel bir hal alması kaçınılmaz olur. Bölünmeyi ABD ve Irak için en ideal çözüm olarak görenler Irak’tan çıkacak küçük devletlerin kontrolünün daha kolay olabileceği, İran’ın etkisinin daha kolay kırılabileceği tezini savunuyorlar. İran’ın ABD’den boşalan güç sahasını doldurması olasılığı ise bir diğer risk. İran Şiiler yoluyla Irak’ta hep etkiliydi. 
ABD’nin şehirlerin dışına çıkışının İran’a bazı avantajlar sağlamasından çekiniliyor. Irak’ta, İran’ın nüfuzunu arttırması ise sadece ABD’yi değil pek çok Ortadoğu ülkesini de rahatsız eder ve bölgede ciddi bir kutuplaşmaya yol açabilir. Bölgede İran’a karşı her türlü mücadeleyi desteklemeye hazır bir Sünni bloğun bulunduğu unutulmamalı. ABD’nin daha kötü bir durumda geri dönmesi de bir diğer risk. Öylesine çok yakın tehdit var ki ABD’nin eski pozisyonundan daha güçlü bir şekilde Irak sokaklarına dönmek istemesi halinde yapması 
gereken çok az şey var. Bir diğer risk ise daha düşük bir olasılık olmasına rağmen, ABD’nin hızlı çekilmesi ve hızlı çekilme ile birlikte Irak’ın dengesinin işgal öncesinden daha kötü bir hale gelmesi.17 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder