3 Aralık 2018 Pazartesi

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 10

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri,  BÖLÜM 10


ABDULLAH YILMAZ'İN MEKTUBU (1)

Ankara, 14 Kasım 1966

Muhterem Yarbayım,

Zatıalinizin bugün Akşam gazetesinde, karakter Ölçüsü her zaman tartışılabilen
çürümüş bir paşanın, 22 Şubat olayları üstüne yaptığı açıklamaya karşı cevap
yayımlamıştır. Doğruluğu apaçık bu cevabi yazınızdaki olayları çocuk yaşta yaşadım.
Kuşku yok ki politikacı tiplerini ve çürümüş yaşlı asker zihniyetini en iyi
yansıtmışsınız.

Ama ben bu satırları gerçek Atatürkçülüğün ne olduğunu açık kapı bırakmadan
anlattığınız için yazıyorum. Ve ben zaman olduğu üzere saygılarımın kabulünü
diliyorum.

Muhterem yarbayım, Atatürkçülük artık 1966'Iarda kalın çizgilerle ortadadır. Siz bunu, kendinize has ölçü içinde, yine kalın çizgilerle yazdınız, kamuoyuna duyurdunuz.
Anti-emperyalizmi, iktisadi yapıdaki değişikliğin gereğini, din sömürgenliğini ve
düzenin bozuk olduğunu ağza alamayan, ağır sayılabilecek vartalar atlatan Atatürkçü geçinenlerimiz var aramızda. Bu gardrop Atatürkçüleri, hiç bir zaman devrimci olamamış ve abesin savunucuları olmuşlardır. Aydemir'in hatıratı arasında "Kemalizm doktrininin" yorumu, bu tip insanların gayretkeşliği ile yayımlanmamıştır.
Bu konuda İstanbul'dan bir arkadaşım -doğruysa- aydınlatıcı bilgiler vermiştir bana mektubuyla. Aman bize aşın damgası vurulmasın
1. O dönemde yazdıklarım gerçekte, 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 olayları nedeniyle TSK'dan tasfiye edilmiş binlerce genç subay ve Harp Okulu öğrencisini ilgilendirmesine karşın sadece değerli bir genç subay olan Abdullah Yılmaz duygulandığım yazılı olarak açıklamak cesaretini gösterebilmiş tir. Çünkü o dönemde 6 emniyet görevlisi tarafından izleniyordum ve mektuplarını kontrol ediliyordu...
kuşkusu sarmış bünyelerimizi. Türkiye gerçeği, bu arada katakulli yollarla
savsaklanmak eğilimine gidilmiştır. Zatıaliniz, bu tür sömürmeleri Önleyici
önemlisiniz dir.
1966'da artık iyice anlaşılan, Türkiye'nin vardığı berbat çizgidir. Statükocu
şampiyonlarının, çıkmaya felah yolu bulacak en ufak eğilimleri görülmemektedir.
Devrimciler burada çıplak gerçeği ifade edemiyorsa, durumu daha da karanlıklasın Devrimci, her zaman en önde ve en ilerde sayıldığına göre...
Davasına her zaman bağlı bir genç insan olarak, büyüklerimizden böyle gerçeğe dair ilerici bilimsel atılımları derin saygıyla karşılıyorum. Karınca kaderince yararlılığım dokunursa, onu yapmaya çalışmakla şeref duyarım.
Muhterem yarbayım, başarılar temenni eder, derin saygılarımın kabulünü bilhassa istirham ediyorum. (2)

Abdullah Yılmaz"

Adres:
Simel Limited Sirkeli
ZiyaGökalp Cad. No.: 19
Yıldızhan Kat:5 Personel Servisi
YENİŞEHİR-ANKARA
Y.n.: Abdullah Yılmaz, halen Londra'da yaşamakladır.

2. Abdullah Yılmaz'ın duyarlılığını yansıtan bu mektubunu 22 Şubat 1967 günü yanıtladım.

İHTİLALCİLER ARASINDA BİR GAZETECİ (BEDİİ FAİK'İN KİTABI-1967-)(1)

Paltomun içinde büzülerek, insanın nefesim kesen tipi altında, Merkez
Kumandanlığı'nın kapısına geldiğim zaman, motoru çalışır vaziyette ve arka kapısı ardına kadar açık siyah bir otomobilden Selçuk Atakan'ın gür sesi geldi:
- Atla..atla..çabuk!
Karanlıkta sadece sesi vardı. Ve biner binmez tipiye dalan otomobilde az sonra
arabayı kullanan erden gayrı üç kişi olduğumuzu fark ettim. Albay Selçuk, dizi üzerine çektiği battaniyenin bir ucunu da bana uzatırken, önde şoförün yanında dimdik oturan arkadaşını tanıttı:
— Kurmay Yarbay Talat Turhan.
—Tabii biliyorsun, Talat Turhan Milli Savunma Bakanının emir subayıdır. (2)
Talat Turhan'la el sıkıştık ve az sonra gördüm ki, o da gittikçe artmakta olan ordu içi gerginliklerden azap duyanlar arasındadır. O da had dereceye varmak üzere olduğunu gördüğü bölünmelerden yakınmakta ve Ordunun parçalara ayrılmasındaki tehlikeyi belirtmekteydi. Az önce doğru Selçuk Atakan'a gelmiş ve:
—En kötü durumdasınız, çünkü kararsızsınız. Bir karara varın ve durumu aydınlatın.

Ama unutmamalı ki, İsmet Paşa ve etrafındakiler yekpare bir ordu kütlesini
mütemadiyen bölerek, bizi birbirimize vurdurmaya kadar işi vardırabileceklerdir, size, bize, hepimize düşen her şeyden önce bunu önlemek, bu ayrılıkları kaldırmaktır!., demişti.
Atakan, bunun üzerine benim de Ankara'da okluğumu ve şimdi kendisine geleceğimi bildirerek bütün bunları birlikte konuşmamızı daha uygun görerek, şu tipi altında semtlerini büsbütün şaşırıp karıştırdığım Ankara'yı otomobille dolaşmak yolunu seçmişti.
Talat Turhan'ı da ilk defa tanıyordum. Ama onun en çok ordu içi bölünmelerden
kaygılandığı ve o sıralarda asıl görevin bu ayrılıkları süratle ortadan kaldırmak
olduğuna inandığı konuşur konuşmaz anlaşılıyordu. (1)

Atakan'a:

—Şimdi Avni Doğan beyle konuştum. Üzerinizdeki tazyikin, bunu yapanlar tarafından bir sonuç alınmadan kalkacağın: sanmıyor. Bilakis Hava Kuvvetleri'nden bir kısmıyla. İnönü'nün bugünlük en yakınlarından olan Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının, şu sıralarda hâlâ toplantı halinde bulunmalarrıa bakılırsa, bu tazyikin bilhassa bu gece büsbütün artacağına inanmak kolaylaşır zannederim.

Albay Selçuk, Talat Turhan'a dönerek:

—Gördün mü? dedi, Havacıların bir koluyla mütemadiyen bizi zorlamaktadırlar, ama böyle bir zorlanmaya bizim dayandığımız kadar, o zorlamanın ortadan kalkmasına da çalışmak lazım geldiğini düşünen yok. Sanki sadece bizim dayanma gücümüzü ölçmeye kalkışmışlardır.
Talat Turhan fevkalade üzgün bir sesle, bana dönerek:
- Bu nifakçılık bitmezse, Ordu içi bölünmeler çok uzayabilir, yazık, dedi.
Selçuk Atakan'a sordum:
—Bana öyle geliyor ki, ilk tedbir olarak sizleri yerlerinizden koparıp almayı
deneyeceklerdir. O takdirde ne yapacaksınız?
Karanlıkta yüzünü pek iyi göremiyordum ama, susmasından, bir bildiğim olup
olmadığını daha iyi anlayabilmek için yüzümü seçmeye çalıştığını fark ediyordum. Bir süre sonra:
—Evet dedi, denemeleri mümkündür ama. bunun artık bütün bağlan kopana ve bütün namus sözlerini yerle bir edici pek açık bir manası olur ki, (4) o takdirde varılacak bir karan benim şimdiden bilmem
mümkün değildir. Böyle bir karar ancak hep birlikte verilebilir. Talat Turhan'la adeta bir ağızdan:
—inşallah buna lüzum kalmaz demiştik ama, işin oraya dayanmasının ne kadar
pamuk ipliğine bağlı bir halde durduğunu görmemek de gerçekten güçtü.
Selçuk Atakan:
—Şimdi dedi senden ricamız şu, İstanbul'a varır varmaz, burada sarılı olduğumuz müşkülat çemberini arkadaşlara anlat. Bilsinler ki, zorlayan değil zorlanan bizleriz.
Lütfen, Mucip Ataklı ile Haydar Tunçkanat'ın resmi elbiselerini giyerek, (5) Halim
Menteş ve Feyzi Arsın'la birlikte Hava Kuvvetleri karargâhında olduklarını,
Genelkurmay Başkanı'na bir hareketin başlamak üzere olduğu haberinin ısrarla
iletildiğini, Meclis'teki Muhafız Birliği'ne havacılar tarafından alarm emri verildiğini anlat ve bütün bunlara rağmen henüz tahammül gücümüzü tüketmediğimizi de söyle...
Kolunu tutarak:
—Tanrı sabrınızı arttırsın dedim, bildiklerimin ve gördüklerimin hepsini söyleyeceğim.
(6) İnşallah bütün bunlar bir kabus gibi gelip geçecek ve ilerde sadece boşuna
endişelenmiş insanlar olarak hepsini hatırlayıp güleceğiz.
Düğüm Noktası İsmet Paşa'da Talat Turhan:
—Evet dedi, herkes tehlikeleri görüp bunları önlemek hususundan üzerine düşeni
yapsa ve bir takım hırslı tahrikçilikleri bırakırsa. yavaş yavaş iyilik emareleri başlar ama...
—Bence dedim, meselenin düğüm noktası İsmet Paşa'dadır. Ordu içinde karacı havacı gibi bir ayrılığın yaratacağı tehlikeleri, açacağı yaraları, İsmet Paşa'nın iyi
bilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Bana öyle geliyor ki, ya durum bütün vahametiyle ona gösterilmemektedir, yahut da kendisi kavrayamadığımız bir hesabın içindedir. İnönü gibi tecrübeli bir adamın, bugün kendisini destekler durumda

Kendisinden Ankara'da gözlemlediği havayı yansıtması isteniliyor.
görünenlerin yarın pekala karşı bir güç teşkil edebileceklerini hiç değilse bir üstünlük duygusu içinde yanlışlıklar, haksızlıklar yapabileceklerini ve bu sefer onlara karşı da yepyeni bir grup teşekkül ederek bunun sürüp gideceğini düşünemez olması akim kolay alacağı işlerden değildir. (7)

Ve birden Talat Turhan'a sordum:

— İlhami Sancar(8) acaba ne düşünüyor?
— Şu anda ben de onu düşünüyorum, dedi. Bunun üzerine Atakan ona dönerek:
—Galiba senin oraya yaklaşıyoruz dedi, bütün bunları ağa'na olduğu gibi
anlatmalısın, paşasıyla konuşsun ve her şeyden Önce ne yaparlarsa yapsınlar şu
bölünmeyi önlesinler.
Bir iki dakika sonra, karanlıklar içinde yükselen bir binanın önünde karları savurarak güçlükle duran arabadan atlarken. Talat Turhan dostça bağırıyordu:
— Allah memleketi korusun.
Araba beni yoluma yetiştirmek üzere Ankara Palas'a dönerken Talat Turhan yaveri olduğu Milli Savunma Bakanı İlhami Sancar'ın huzuruna varmıştı bile. Bakan sırtında yünlü bir ropdöşambr olduğu halde karşıladığı yarbayın:
—Beyefendi buraya yanınızda görevli bir subay olarak değil, bir küçük kardeşiniz
olarak geldim. Bizi birbirimize vurdurtmak istiyorlar, bilhassa Hava Kuvvetlerine nifak sokanlara dikkat ediniz, bu adamlar yekpare bir kütleyi bölmekte ve orduyu birbirine kırdırtmak istemektedirler. Allah aşkına bunu enleyiniz.
Deyişini dikkatle dinlemiş ve derhal hazırlanarak, hiç vakit kaybetmeden durumu
bildirmek üzere İsmet Paşa'nın evine koşmuştu.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Aktarılan bu konuşma 21-22 Şubat 1962 gecesi yapılmıştır.
2. Özel Kalem Müdürlüğü görevin deydim.
3. Tüm bu girişimlerimize karşın ertesi gece (22/23 Şubat 1962) Kara Kuvvetlerim ile Hava Kuvvetleri karşı karşıya getirilmiş iktidar bu dehşet dengesi üzerinde yaşamını sürdürebilmişti.
4. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, dönemin kudretli albaylarına hiçbir zarar verilmeyeceğine dair namus sözü vermişti...
5. O tarihte bu iki kişi Tabii Senatördü.
6. Bedii Faik'in 9 Şubat 1962 tarihli protokole imza koyan İstanbul'daki komutanlarla da ilişkisi vardı.
7. Nitekim zamanla Hava Kuvveti erinden 11 Subay tasfiye edildi.
8. Milli Savunma Bakanı.


11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder