3 Aralık 2018 Pazartesi

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 2

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 2




ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını 
Sorun Dergisi: 
2002 Yaz Dönemi
Talat TURHAN




Nitekim küreselleşme karşıtlarının eylemleri, küreselleşmecileri de etkilemiş, onlar da yoksulluk, açlık, çaresizlik ve işsizliğin kol gezdiği “Trilateral” coğrafya dışındaki bölge halklarına yapay da olsa yardım için planlar geliştirmeye başlamışlardır. Bunun dışında küreselleşme karşıtlarının eylemlerinden ürken G-8’ler gelecek toplantılarını ulaşımı tek yola bağlı KANADA’nın kayak kenti olan CALGARY’ye almak gereksinimini duymuşlardır.(21)

Aslında AFGANİSTAN müdahalesinden bu yana ulusların her kesiminden örgütler ve bireyler tüm dünyada savaş karşıtı bir tavır sergilemişlerdir. Bu güçler artı küreselleşme karşıtları artı kapitalist enternasyonalin dışladığı tüm ülkeler tutarlı bir proje, örgütlülük ve önderlik içerisinde bir araya gelebilirse, doğru eylem biçimleri ve hedefler saptayabilirse, daha şimdiden ABD hegemonyasının karşısında azımsanamayacak kadar bir güç oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu olgu, geliştirilip güçlü kılınmaya aday bir süreci ifade ediyor.

— Soru: Bu Çerçevede Türk Solu hakkındaki görüşleriniz?

—Talat TURAHAN: Genelde “Dünya Solu” hakkındaki görüşleriniz nedir diye sorsaydınız belki daha yerinde olurdu. Dünya Solu ile Türk Solu birlikte incelenmelidir. Sorular ve sorunların birbirleriyle ilgisi var çünkü.

ABD’nin “Soğuk Savaş” dedikleri bir döneminde tüm dünyaya ihraç ettiği “antikomünizm” histerisiydi. Buideolojiyi(!) örgütlenmesi için, araç, gereç ve finansman da sağlıyordu. Bu bağlamda çeşitli örgütlemek işbirlikçiler satın alıp “ortak düşmanlara karşı ortak mücadele” sloganlarıyla yandaşlarını yaygınlaştırdı. Bu cümleden olarak ülkemizde de “Komünizmle Mücadele Dernekleri” çatısı altında başlatılan örgütlenme, daha sonra Masonik ve mason üstü ve premasonik örgütlerin de katkılarıyla sermaye+din+şoven milliyetçilik temelinde örgütlendi. Bu türden oluşumlar sonucunda antikomünizm’den rant sağlayan, üçkağıtçı, madrabaz, sahtekâr, çıkarcı, işbirlikçi sermaye, tekelleşme sürecine girdi. Siyasal ekonomik krizler ortamına giren bu türedi sermaye, faşist ararejimleri çağırmak ve Solu birbirine düşürüp parçalamak için akıl almaz kışkırtma ve provokasyonlara girişti. Amerikancı darbeleri tezgâhladılar, bu sayede. Sovyetler Birliği deneyiminin çözülüp dağılmasıyla birlikte amacına ulaşan ABD ve onun işbirlikçileri ve yerli ortaklan tavır değiştirerek bugün de sol’un gelişip güçlenmesi ve bütünleşmesini engellemek için yoğun bir çaba içindeler.

6 ARALIK 1990 günü ANKARA Mülkiyeliler Birliği lokalinde vermiş olduğum Konferansta da sorulan bir soruyu şu şekilde yanıtladığımı anımsıyorum;

“Bütün siyasî partilerde ajanlar bulunmaktadır, Sol partilere sızmış ajanların görevi örgütü parçalamaktır. Sağ partilerdeki ajanların görevi de bütünleştirmektir. Somut olgu bu örneğe ne kadar uyuyorsa, o ajanların, o derecede başarılı olduğunu söyleyebiliriz”.

Bu anlayışla bugün Sosyalist ve Devrimci Sol’da, “sosyal demokrat” sol’da birçok partinin bulunması ve bu partilerin seçimlerde ve etkinliklerinde yeterli oy ve destek alamayışı, ülkemizde sol’daki bütünlük özle­mini gündemde tutmaktadır. (STK) Sivil Toplum Kuruluşlarının örgütsel dağınıklığa katkısının tam anlamıyla tartışılmış olduğunu sanmıyorum.

Aslında küreselleşme “Trilateral” coğrafya dışında kalan tüm ülkelerde hegemonların bu pis tezgâhı daha çirkin görüntülerle kendini açıkça göstermektedir. Uluslararası tefeci örgütlerle borç tuzağı içine alınan, ekonomisi, politikası, sanatı, kültürü ve her türden ilişkisi denetim altına giren bir ülkede, siyasal ekonomik kriz gayrimemnun sınıf ve emekçi halk katmanlarını her geçen gün çığ gibi büyütmektedir. Kapitalist enternasyonalin baskı, sömürü “artıdeğer sömürüsü” altında ezilen bu güçler, ancak kapitalizm karşıtı bir ideoloji içinde tutarlı bir örgüt yapılanmasıyla, kendi çı­karlarını savunabilir. Taleplerini dile getirip ihtiyaçlarının karşılanması mücadelesinde etkili olabilirler. Küreselleşme, Sol’un iğdiş edilmesi, sendikaların işlevsiz kılınması, işçi sınıfının politika dışında tutulup politikasızlaştırılması demektir. Küreselleşme, emeğin ve emekçinin düşmanıdır. O nedenle kapitalizmi gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde işsizlik, yoksulluk had safhadadır. Güney’in işgücü yok pahasına Çok Uluslu Şirketlere peşkeş çekilmektedir. Tarım kesiminin dolayısıyla küçük üretici köylünün, yoksul köylülüğün açlığa ve sefalete sürüklendiğini yetkili ağızlar da itiraf etmektedir. Sabit gelirliler küresel sömürü ve çıkarlar uğruna daha da yoksullaşmaktadır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Ama gereksiz. Toplum yaşamıyla öğreniyor… Hayat öğretiyor…

Kapitalist enternasyonalin bu çirkin tablosundan çıkış yolunu mutlaka bulmak durumundayız. Dünya, bölge ve ülke bağlamında sol’un, geçmiş deneyimlerin ışığında kendini yeniden üreterek görevini yapacağını umut etmek durumundayız.
Sol, doğası gereği bilimsel yöntemle konumunu gözden geçirmek ve yeniden bir çekim alanı yaratmak zorundadır.

— Soru: 27 MAYIS 1960’dan bu yana TSK’da ilerici, demokrat, yurtsever ve devrimci kimlik-kişilik taşıyan pek çok değerli insanımız tasfiye edildi, sizin niteliklerinize sahip çok sayıdaki insanın TSK’da çıkmış olmasını nasıl yorumlamalıyız?

— Talat TURHAN: 27 MAYIS Harekâtı, bir anlamda adı demokrat olmasına karşın, demokrasi dışındaki tüm davranışları sergileyen, kendi yasasını ve Anayasasını tanımayan, hak ve hukuk kavramlarının hiçe sayan, ünlü deyimiyle “meşruiyetini kaybetmiş” ve “Küçük Amerika” olma sevdasıyla, sayısız ikili antlaşmalarla ülke çıkarlarını ABD’ne peşkeş çeken, emperyalizmin uydusu, ülkeyi her alanda avanta ve yağmaya açmış sunmuş bir iktidara karşı yapıldığı için, o dönemdeki koşullara göre devrimci bir harekâttı diyebiliriz. Bir devrim harekâtı başladığı andan itibaren karşıdevrim de harekete geçer. Bu bağlamda 27 MAYIS, daha sonra TSK’da çeşitli devinimler oldu. Devrimci askerler, genellikle kişisel çıkar düşünmeksizin ülke çıkarını ön plana alan, Mustafa Kemal’in “tam bağımsızlık” ilkesinden yana, antiemperyalist ve antikapitalist olarak kendilerini tanımlayan kişiler ve kadrolar Slh. K.’lerden tasfiye edildi. Bu arada 27 MAYIS 1960 sonrası sayıları 5–6 bini bulan subayın tasfiyesini açıklama durumundayım. O tasfiye bir anlamda 2. Dünya Savaşı döneminde şişen üst subay kadrosunun hafifletilmesi amacıyla yapılmıştır. Ancak, daha sonra iktidara gelen AP (Adalet Partisi), EMİNSU (Emekli İnkılap Subayları) diye tanımlanan bu kişilere sahip çıkmış ve onlar lehine, özellikle Süleyman DEMİREL’in başbakanlığı döneminde 42 sayılı yasada değişiklikler yaparak kendi saflarına kazandırmaya çalışmıştır, adı geçen emekli subayları.

Somut bir örnek vermek gerekirse, 42 sayılı kanuna göre aynı durumdaki Kurmay Yarbay rütbesiyle idare tarafından resen emekliye sevk edilen biriyim. Benden 4 yıl daha az kıdemsiz binbaşı rütbesindeki bir EMİNSU’dan daha az maaş almaktayım. Çünkü anılan yasa ile Binbaşıların maaşı Albaylığa çıkarılmıştır. Karşıdevrimci iktidarlar Devrimci Subaylara karşı, sınıfsal ve ideolojik aidiyetlerine uygun düşen kinlerini mevcut yasa ve anayasaların eşitlik ilkesini göz ardı ederek, yasa tekniğini hiçe sayarak Devrimci Subaylara karşı bu derece küçük ayak oyunlarına tenezzül dahi etmişlerdir.

1965’li yıllarda adından çok sıkça söz edilen “Dicson Raporu” diye bir belgeden söz edilir. Bir ABD Albayı olan bu kişi tasfiye edilmesi gereken kişileri listelemiş ve zaman içinde bu kişilerin kadroların karşıdevrim süreci içinde TSK ile ve bağlı bulundukları kurumla ilişkileri kesilmiştir.

Philipe AGEE adlı bir CIA ajanının “CIA Günlüğü” adlı bir yapıtı bulunmaktadır.(22) Bu kitapta ClA’nın her ülkede ABD emperyalizmi karşıtı, ulusal çıkarlarıgözetenlerin “LYNX” diye listelerini tuttuğunu, darbe, sıkıyönetim, olağanüstü hal gibi durumlar bahane edilerek tasfiye edildiklerini açıklamaktadır. Mc CARTHYİZM döneminde daha da ileri gidilmiş, ENDONEZYA’da 5000 kişi komünist diye katledilmiştir.

Bütün yapıtlarımda, yaşadığım ve tanığı olduğum bu türden olay, olgu ve belgeleri ayrıntılarıyla açıklamış bulunuyorum. 1972 TEM­MUZ ayında “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkünde”, beni sorguya alan daha sonra PENTAGON’a bağlı olduğu açıklanan “Ergenekon Örgütü”(23) üyesi işkencecilerin ilk sorusu, 1959 yılında İSKENDERUN’da, Saray lokantasının önün­den geçerken, “Bir gün de biz burada yemek yiyeceğiz” derken “ne demek istemiştin?” Demek ki, taa o zamandan beri beni izlemeye alan gizli güç ve örgütlerin, bu ifadeyi kullanmam yüzünden “Komünist” olduğuma hükmederek beni fişlemiş olduklarını algıladım. Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) mensup bir Binbaşının bir kasaba lokantasında yemek yiyecek kadar bir ekonomik gücünün bulunmaması gerçekte yönetsel bir ayıptı. Demokrat Parti (DP) iktidarının Başbakanı Adnan MENDERES Genelkurmay Başkanlarını kendine bağlamış, alt kademelerindekilerini dışlayıcı bir tavrı benimsemişti. Hatta bir kızgınlık anında “Ben Bu Orduyu yedek subaylarla da idare ederim…” diyerek, bir anlamda, 27 MAYIS 1960’ın da gerekçelerinden birisini oluşturduğunun ayırdına vardığında kendisini “YASSIADA” Hapishanesinde bulmuştu…

— Soru: Bilimsel doğruları, hayatın ve mücadelenin doğruladığı değerlendirmeleri kaleme alıp, bu yolda ödünsüz bir mücadele verenlerin bağımsızlıklarını koruyarak yararlı olmasının önünde ne gibi engeller var? Neden mevcut siyasi eğilimlere angaje olmadığınızı soranlar da eksik değil. Bu konuyu biraz açar mısınız? Emperyalizmi ve gündemini açığa vurmak için 40 yıldır inat ve ısrarla çaba gösteriyorsunuz, kitap ve makaleler yazıyor, panel, açık oturum ve çeşitli konferanslara konuk ediliyorsunuz. Bu konular üzerinde yaptığınız saptama, yorum ve analizler çoğunlukla sosyal pratikte doğrulandı. Farklı eğilimlerden insanlar sizin kitaplarınızı özenle okuyor, bilinç birikimine göre sonuçlar çıkarıyor ve sizi toplantılarına davet ediyorlar. Bazı kesimler de sizinle tanışmak tartışmak istiyor. Bu türden yönelişler karşısında nasıl bir değerlendirme yapacaksınız?

— Talat TURHAN: “27 MAYIS 1960’tan 28 ŞUBAT 1997’ye Devrimci Bir Kurmay Subay’ın Etkinlikleri” isimli kitabımda ve öteki yapıtlarımda bu konuya ilişkin pek çok örnek vardır, burada yinelemek istemiyorum.

Başımdan çeşitli olaylar geçti. Niteliksiz, çapsız kişi ve örgütlerin çe­şitli provokasyonlarından tuzaklarından buralara geldim. Hapis, işsizlik, işkencenin daniskasını gördüm ve yaşadım. Yaşamım boyunca izlendim. Kapitalist Emperyalizmin bin bir tuzağından korunarak işlevsel olmak gerekiyor. Üç yıl süreyle 6 polisin beni izlediğine KUZGUNCUK’lular tanıktır. Baba evine gelişim, arşiv çalışmalarına başlayışım, “Bomba Davası–1 ve Bomba Davası–2” kitaplarımın yayınlanışı, çeşitli gazete ve dergilerdeki makalelerim, Sıkıyönetim Mahkemelerindeki sistemi ve faşizmi sorgulayan tavrımın toplum tarafından onaylandığını biliyorum. Yazdıklarım henüz tümüyle yayınlanamadı. Buna gücüm yetmedi. Bu malzemeleri gün ışığına çıkaracak yayınevleri de çıkmadı. Beni var eden sürecin getirdikleriyle, böyle bir hayatı yaşamış kimlik ve kişiliğimle, bu koşullarda mevcut hangi örgüte girersem gireyim, oraya zarar vereceğimi düşündüm ve mevcut örgütlerin dışında örgütsüz olmayı yeğledim.

Bağımsız bir tavır sergilemiş olmamın bence geçerli nedenleri vardır.

27 MAYIS 1960, o günkü koşulları içinde devrimci bir harekâttı. 27 MAYIS 1960 sonrasındaki karşıdevrimci sürece bir tepki olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) örgütlenmelere bir anlamda kendi ideolojim doğrultusunda yönlendirmek amacıyla katıldım.

Bu süreç, 9 MART 1971 ile noktalansaydı, TÜRKİYE’de Devrimci kesimin çoğunun onaylayacağı ve önünü açacağı bir başlangıç olur diye düşünüyordum.

O günkü bilgilerimiz ve donanımlarımızla… TÜRKİYE’de Devrimci birey, grup, çevre, örgüt, vb. oluşumların tamamından haberliydim. Onlar da 9 MART’tan haberliydi. Geniş kitleler mevcut sistemden yana olmayan eylem ve hareketlilikle bir değişim dönüşüm bekliyordu. Devrim düşüncesiyle donanmış kadrolarda ise gereken kitle bağı yoktu. 9 MART bu kitle desteğini alamadı ve 12 MART 1971 olarak ABD Emperyalizmi patentiyle ülkemiz üzerine bir kâbus gibi çöktü.

Savunmamda bu sürecin değerlendirilmesiyle eleştirisini yapıyorum.(24) Kişisel ve örgütsel açıdan üzerime düşen hesabımı da tarih önünde açıkça veriyorum. Özet olarak, Sol literatürde ideolojik sınıfsal karakteri tanımlanan küçük burjuva unsurların ne denli alçağın alçağı, kalleşin kalleşi, döneğin döneği olduğunu söylüyorum. Tüm yaşamımda bu gözlem ve yargımın doğrulandığını ifade ediyorum. Nitekim 12 MART 1971 darbesinin bütün hesabı, “Bomba Davası”yla baş sanık olarak benden sorulmuş, sanık ilan edilen zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Faruk GÜRLER, Hava K. K. Org. Muhsin BATUR, Donanma K. Ora. Kemal KAYACAN ve daha yüzlerce Subay benimle aynı ilişki içinde gösterilmesine karşın, iki yıl cezaevi süresince hiçbiri benim ve çoluk çocuğumun ne yiyip içtiğini sormadı.

Öylesine ki, yattığım SELİMİYE Askeri Ceza ve Tutukevinde görevli ve yetkili subaylardan biri, benimle birlikte örgütsel ilişki içinde olmasına karşın, içerde kaldığım sürece, bana yönelik bütün kirli iş ve tertiplerde ve provokasyonlarda rol alabilmiştir.

Yineliyorum: “Devrimci mücadelede kararlılık gösteremeyen küçük burjuvazi alçağın alçağı, kaypağın kaypağıdır”…

Kuşkusuz bu kanım yalnızca 12 MART 1971 sürecinde oluşmadı. 1963 yılında “Genç Kemalistler Ordusu” Davasında da 3,5 yıl yargılanırken de bu türden insanlarla olan ilişkideki güvenimi yitirmiştim. Bunun dışında kimliğim kişiliğim ve karakterim gereği donanımlı ve mükemmeliyetçiliği benimsemiş biriyim.

Bu durumda, bu türden kimliğimle ne yapabilirdim? Okuyarak, daha da bilinçlenerek, hayatın bana öğrettiği deneyimlerimi hiç bir karşılık gözetmeden kamuoyuna aktarmak, bu deneyimleri eleştirel katkılarla zenginleştirmek, paylaşmak, vb. misyonunu benimsemeyi uygun buldum. Yapmaya çalıştıklarım birer Devrimci İş’tir. Bu doğrultuda büyük bir özveri ve çalışkanlıkla kişisel arşivimi oluşturdum. Devrimci amacı olanların tamamına arşivimi açıtım. Çalışmalarımı sürdürüyorum.
Emekli olduktan sonra 1980 yılına kadar gerek devletten, gerekse özel sektörden sayısız iş teklifi aldım. Eğer bu tekliflerden birini kabul etmiş olsaydım, bugün, bu kokuşmuş düzenin pisliğine bulaşmış olacaktım. Ayrıca, anılan işleri yapamayacaktım. Bağımsız bir tavır sergilemenin nedenini böylece, kısaca açıklamış oluyorum.

Bir örnek vermek istiyorum;

Yakınım olan bir iş adamı 1968’li yıllarda, bana o zamanki parayla, karşılıksız 10 milyon TL. vermek istediğini, bu parayla bir iş kurmamı ve desteğini sürdüreceğini ifade etti ve bir şart koştu:

“Yalnız bundan sonra yazı yazmayacaksın! Demeç vermeyeceksin!..”

Kendisini yanıtlarken,

“Sizin aklınız bu kadarına yetmez, sizi kim konuşturuyor, bana açıklayın!”

diye yanıt verdiğimde susmayı yeğlemişti.

Bu kişinin arkasındaki adam, bugün kapitalist enternasyonalin TÜRKİYE’deki en büyük işbirlikçisi bir holding patronudur. Daha anlatmak istemediğim tuzaklardan geçerek bağımsızlığımı ve ideolojimi kıskançlıkla korudum. Kapitalizme ve sisteme bağımlı olanların faydalı olma imkân ve şansı olamaz. Bana çeşitli çevreler akıl almaz ideolojik yakıştırmalar yapıyor. Yaptığım işler tartışılmıyor. Kimisi “cuntacı”, “darbeci”, kimisi “faşist”, kimisi “komünist”, kimisi “MİT’çi” vb. sıfatlan yakıştırıyor. Bu türden spekülasyonlar ve dedikodu çıkaranlar şerefsiz müfterilerdir. Onları muhatap almak bana yakışmaz. Ne olduğumu, devrimci kimlik ve kişiliğimi merak edenler, bilimsel ve dürüst bir değerlendirme yapacaklarsa, 20 bin sayfayı bulan yapıt ve etkinliklerimi okumak, anlamak ve özümlemek zahmetine katlansınlar ve böylece değerlendirmelerini ona göre yapsınlar, o zaman bu türden çabalarına, eleştirel katkı ve yargılarına saygı duyarım. Devrimci etkinliklerin spekülasyonla gölgelendiğini tarih yazmıyor.

— Soru: ABD Emperyalizmi başta olmak üzere Yakın Doğu’da çok önemli gelişmeler yaşanıyor. ABD, İsrail, TÜRKİYE arasındaki ittifak; Gerici Arap rejimleriyle (SUUDİ ARABİSTAN, KUVEYT, ÜRDÜN, MISIR ve ötekiler…) hegemonların çok yönlü ilişkileri; Arap dünyasında, çoğunlukla emperyalizmle bağlantılı çapsız önderlikler; Baas (milliyetçi sol) türü sosyal muhalefetin yaygınlığı; fukara FİLİSTİN halkının ABD-İSRAİL Siyonizm’ine karşı destansı savaşı. FKÖ ve önderi Y. ARAFAT’ın donanımsızlığı, İSRAİL Siyonizm’inin “Toplama Kampları”nda, HİTLER faşizminin Yahudilere yaptığının bin mislini Araplara karşı kullanışı, bu sürece dünya kamuoyunun yoğun tepkisini de beraberinde getirdi.

Organize olmasa da TÜRKİYE’de de ABD-İSRAİL aleyhtarı kitle eylemleri yaygınlaşma istidadı gösteriyor. Hegemonya çıkarları ile hegemonlar arası çelişkiler Yakın Doğu coğrafyasında bazı yeni düzenlemelerin de işaretlerini veriyor. TÜRKİYE’de de durum iç açıcı değil. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Koalisyon Partileri, Muhalefet, TSK, Sendikalar, Dernekler, Mesleki Kuruluşlar, Polis Teşkilatı, Çeteleşmeler, her kafadan bir ses geliyor. Hakim gerici sınıflar ile işçi sınıfı ve ezilen sömürülen insanlarımızın arasındaki uzlaşmaz çelişkileri derinleştirip iktidara yürümeye aday ilerici, demokrat, sosyalist veya komünist bir anlamlı muhalefetten de yoksunuz. Sağlı sol’lu burjuva partileri aktörlerini değiştirecek, öyle anlaşılıyor. Yeni yeni siyasi partiler kuruluyor. Kapitalist anarşi giderek boşluğa devriliyor. Kitlesel çıkışlar gündemde. Kitlelerin talep ve ihtiyaçlarına cevap verecek ve kurmaylık edebilecek güvenceler de eksik veya çok zaaflı. İktidar baskıcı yönelişlerle nereye gidiyor? Emperyalist kuşatma karşıtını yaratmada bir rol de üstlenmiş oluyor. Çok önemli günler yaşanıyor. İlerici insanlık topyekûn kurtuluş için iyimserliğini nasıl korur?

— Talat TURHAN: Bazı jeopolitikçiler AVRUPA-ASYA-AFRİKA’dan oluşan kara parçasına “Heartland” diye tanımlıyor. Bu önemli bölgenin jeopolitik açıdan tarih boyunca merkezi, gerek uygarlığın doğuşu, gerek dinlere beşiklik yapma­sı nedeniyle ve daha sonra da kapitalist uygarlık tarafından sömürülmesi ve petrol yataklarıyla yeraltı-yerüstü zenginlikleri dolayısıyla, Yakın Doğu “Heartland”ın merkezidir. Bu nedenle, emperyalizm çağında, bütün emperyalist ülkeler, Yakın Doğu’ya egemen olmak istemiştir.

Tek kutba doğru yönelen dünyamızda, tüm bölgeye ABD’nin, egemen olmak için uzun süreçten beri çok yoğun bir çabanın içinde olduğunu görüyoruz. Bu çabayı 20. yy.’in başlarına doğru İngiliz Emperyalizmini devralmaya başlayan ABD’nin İSRAİL devleti kurulmasındaki katkılarında da görüyoruz. 1905’li yıllarda İngiliz Başbakanı BALFOUR ile ABD Başkanı WİLSON’un girişimleriyle imzalanan “Balflour Deklarasyonu”nu yaşama geçirmek için Dr. Thedor HERTZL’in girişimlere başladığını görüyoruz. Bu girişimlerin yanında 1917 yılında bölgede bir Yahudi Üniversitesi’nin kurulmasına, İbranice dilinin ihya edilme çabasına tanık oluyoruz. Bu Üniversitede yetişen kadrolar, 1948 yılında İSRAİL devletini kurdu. Kurulduğu günden bu yana İsrail devletine ABD’nin bölgedeki “Truva Atı” da diyebiliriz. Bu yakınlığın temel etkeni, ABD Derin Devletini oluşturan gizli Siyonist ve Masonik örgütlerin ideolojik bakımdan İSRAİL ile birlikte olması ya da birbirine bağlı olan işbirlikçilerin Siyonist politika üzere Çok Uluslu Şirketlerin “ÇUŞ” ve onların sahiplerinin büyük çoğunluğunun Yahudi kökenli olması İSRAİL Siyonizminin bu politikaların dünyadaki geçerliliğini kılmaktadır.

11 EYLÜL Baskınını bahane ederek bir kalemde dünyayı ikiye ayıran W. BUSH mantığı “ya bendensin, ya da terörden yanasın”dan, bazı ülkeler kendi etnik sorunlarını halletmek için yararlanırken, İSRAİL de Tevrat’taki uzun erimli amaçlarına ulaşmak için savaş kurallarını hiçe sayıp, her türden kuralsızlığı, ahlaksızlığı ve vicdansızlığı, vahşeti, mubah sayıp başta FİLİSTİN halkı olmak üzere, bölgenin emekçi halklarını şiddet politikasıyla terörize etmektedir. Dünya lideri olduğunu iddia eden ABD liderliği bu vahşete göz yumarak İSRAİL’in tarihsel suçluluğuna ve bu haksız savaşa ortak olmaktadır. Öylesine ki, Arap Birliği’ni sabote edip kendi işbirlikçisi liderleri toplantıya katmamış, teknolojik oyunlarla, ARAFAT’ın telekonferansını sabote etmiştir. ABD Emperyalizminin temel düsturu, “ABD çıkarları bir yana, dünya çıkarları öteki yanadır” diyebiliriz. Bu bağlamda ulusal çıkarlarını ön plana çıkaran ülkeleri çeşitli yöntemlerle bağımlı hale getirmek, bölgesel politikalarına yön vermektedir.

Ülkemiz bu anlayışla Arap halklarıyla, hatta İslâm dünyasıyla karşı karşıya getirilmek istenmekte ve bu amaçla TÜRKİYE-İSRAİL-MISIR-ÜRDÜN dörtgeninde yıllardan bu yana politik oyunlara başvurulmaktadır.(25)

ABD ile yapılan anlaşma gereğince F–16 uçakları ülkemizde üretilmiş, ancak uçağın beyni durumundaki cihaz ABD tarafından İSRAİL’den alınması önerilmiştir. İSRAİL ile ülkemiz arasındaki teknolojik bir bağımlılığın temeli atılmıştır. Bu süreci İSRAİL uçaklarının KONYA havaalanından yararlan­ması, ortak tatbikatlar gibi girişimler izlemiştir.

Tanklarımızın modernizasyonu konusu kapsamında da İSRAİL’in iflas etmek üzere olan “IMI” şirketine 1 milyar dolara yakın ihale verilmesi çok “talihsiz” bir döneme rast geldiğinden, kamuoyu tarafından haklı olarak ağır bir eleştiri bombardımanına tutuluyor.(26)

İSRAİL Siyonizminin işlediği jenosit suçuna karşı27, savaş karşıtı çok kapsamlı bir sosyal muhalefetin varlığını da göz ardı edemeyiz. Tank ihalesi ardından baş gösteren Siyonist saldırganlık karşısında, dolaylı da olsa TÜRKİYE’nin aktardığı dolarlarla uygulanan şiddet politikasına katkıda bulunduğunu düşünenler de haksız sayılmazlar. TÜRKİYE bu yanlışlardan dönebilecek mi?

TÜRKİYE’nin ulusal modern ağır sanayi kompleksleri emperyalistler tarafından kurdurulmamıştır. Sanayisi emperyalist odaklara bağımlı bir ülkenin bağımsız bir politika izleyebilmesinin de önü kapalıdır. Tank ihalesi ve sonrası tartışmalar pek çok yaşamsal sorunu gündeme taşımıştır. ABD’nin bölgedeki politikasına uygun düşen bu olgu üzerine ayrıntılı düşünülmelidir. Yüzyıllardan beri tarihsel, dinsel, kültürel, ekonomik bakımdan ilişkide bulunduğumuz ve daha da ilişkide bulunacağımız ABD-AB karşıtı komşu ülkelerle aramız açılarak TÜRKİYE yalnızlığa itilmektedir. ABD-AB-JAPON hegemonyalarının çıkarları uğruna cirit atılan bir bölgede, TÜRKİYE dışlanarak ABD Emperyalizminin güdümüne daha fazla itilmektedir.

Uluslararası spekülatör, “Bilderberg” üyesi, G. SOROS, pek yakın bir tarihte “TÜRKİYE’nin en önemli ihraç ürünü ordusudur”

söylemi üzerine ilgililer uzun uzun düşünmeli, küreselleşme adına “ulus devlet” düşüncesini yok etme girişimlerini sürdüren ABD’nin, AB’nin niyetlerine doğru tanılar koymak durumundadır.(28)

Kaynakça ve Açıklamalar

1- “Georgetown Üniversitesi’nin CIA için hazırladığı raporda teknolojinin tehdit olaca­ğına dikkat çekildi, kendi silahlarıyla vuruldu”, Cumhuriyet, 14 EYLÜL 2001.
2- “Hukuk hak getire, Sivil hak ve özgürlükleri çöpe atan ABD, yabancıları ‘gizli kanıt’ usulüyle sınır dışı edecek. Bu insanlara yönelik suçlamayı hiç kimse bilmeyecek.,” Radikal, 11 ARALIK 2001.
3- “Pentagon’un çöktüğü an…”, Radikal, 9 MART 2002.
– y.n.: Olaydan 5 ay sonra basma dağıtılmak gereksinimi duyan ABD yönetimi dünya kamu oyunu inandıramazdı. Buna karşın Medya’da PENTAGON’a patlayıcı yüklü bir kamyonla eylem düzenlendiği haberleri yer aldı.
4-a) “LADİN TERÖR ÜÇGENİ,” Tolga ŞAMDAN’ın haberi, Milliyet, 22 KASIM 1999.
b) “LADİN’İN KANLI BİLANÇOSU”, Milliyet, 26 EKİM 2000.
c) “İslamcı terör korkusu, ABD karşıtı ittifak oluşturuldu”, Cumhuriyet, 4 ŞUBAT 2000.
d)”Terörün yeni üssü Asya, ABD Dışişleri Bakanlığı uluslararası terörizm raporu………..”, Cumhuriyet, 1 MAYIS 2000. Cumhuriyet, 3 MAYIS 2000.
e)”Bin Ladin Ahtapot gibi, Suudi milyarder tarafından yönetilen İslamcı eylem ağı bütün dünyaya yayıldı”, Binyıl, 24 AĞUSTOS 2000.
f) “ABD Dışişleri Bakanı Albright, “Bütün ülkelere müdahale ederiz.” Teoman ALİLİ, Aydınlık, 17 EYLÜL 2000.
g)”ClA’nın yarattığı canavar, Terörist Bin LADİN’e karşı operasyonun eli kulağında”, Yasemin ÇONGAR’ın haberi, Milliyet, 21 ARALIK 2000.
h)“Usame Bin LADİN”, Ruşen ÇAKIR, Milliyet, 1 OCAK 2001.
ı)”Bin Ladin koca kulaktan kaçamadı”, Yasemin ÇONGAR’ın haberi, Milliyet, 16 ŞUBAT 2001.
5- “ABD gemisine Kamikaze”, Milliyet, 13 EKİM 2000.
—Selam durup çarptılar, Bu kez hedef İngiliz elçiliği Milliyet, 14 EKİM 2000.
—İkinci cephe YEMEN’de, Radikal, 14 EKİM 2000.
—Yasaklı gerçekler, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal, 16 OCAK 2002.
6- y.n.: George BUSH’un yeni tehlikeli İslâm düşmanlığı stratejisi ilk kez tarafımızdan kamu oyuna açıklanmış: “Şimdi de İslâmi düşman seçtiler.” Zaman, 19 KASIM 1990.
Daha sonra da NATO Başkumandanı Orgeneral John GALVİN aynı doğrultuda açıklama yapmıştır.
“Ana tehlike komünizm zayıfladı ancak şimdi yeni tehlikeler var. Bu tehlikelerin ba­şında İslâm köktendinciliği geliyor.”, Zaman, 29 KASIM 1990
7- y.n. DTM eylemcilerinden Nidel AYYAD “Gelecek sefer çok daha isabetli olacak” diyerek adeta 11 EYLÜL 2001, DTM baskınını 8 yıl önce haberdar etmiştir, Cumhuriyet, 2 EKİM 2001.
8- Timoty Mc VEİGH: “ABD dış politikasından bir sayfa ödünç aldım ve giderek daha düşmanca tavır alan hükümete, bir federal binayı bombalayarak mesaj göndermeye karar verdim.”, Cumhuriyet, 11 HAZİRAN 2001.
9-y.n.: OKLAHAMA eylemi, 19 NİSAN 1995’te gerçekleşmiş, bombalı saldırı sonucu 168 kişi ölmüş, 674 kişi yaralanmıştı.
10- “MOSSAD ABD’yi uyarmıştı”, Cumhuriyet, 17 EYLÜL 2001.
—Demek ki neymiş?”, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal, 8 MART 2002.
11- “SUUDİ ARABİSTANlı teröristin tehditleri Washington ve TEL AVİV’i alarma geçirdi., “Bin LADİN saldıracak”, Cumhuriyet, 25 HAZİRAN 2001. “ABD teröre karşı ‘seferberlik baş­lattı’, Radikal, 24 HAZİRAN 2001.
12 a) “Küçük bir şirket işi: Kanlı İpek yolu”, Ece TEMELKURAN, Milliyet, 16 OCAK 2002.
b) “ENRON, UNOCOL ve Dünya İşleri,” Ece TEMELKURAN, Milliyet, 18 OCAK 2002.
c) “Temiz” kapitalizm var mıdır?, Ece TEMELKURAN, Milliyet, 23 OCAK 2002.
d) “Yeni İpek Yolu Projesi” Ortaklığı ENRON ve UNOCAL, Ece TEMELKURAN, Milliyet, 25 OCAK 2002.
e) “İstim arkadan gelsin (1)”, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal, 23 OCAK 2002.
f) “Hegemonya ve petrol (2)”, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal: 25 OCAK 2002.
g) “İçinden boru hattı geçen savaş”, Enis BERBEROĞLU, Radikal, 21 ŞUBAT 2002.
h) “Petrol savaşı”, Melih AŞIK, Milliyet, 16 EKİM 2001. “Enerji uzmanı Tufan ERDO­ĞAN, AFGANİSTAN’a saldırı petrol ve doğal gaz için”, Özer ÇETİNKAYA’nın söyleşisi, Ay­dınlık, 21 EKİM 2001.
13- Talat TURHAN’ın 12 EKİM 1996 günü yaptığı “TÜSİAD’ın girişimleri ve Henry KİSSİNGER’in iç yüzü” konu başlıklı Basın Açıklamasına bakınız: Mehmet EYMÜR, Sorun Ya­yınlan, 9. Baskı, MART 2000, s. 271–300.
14- “Askerler boşuna uğraşmaz”, Murat YETKİN, Radikal, 5 EKİM 2001.
15-  Rouge State, William BLUM, Commun Courage Press, 2000.
16-  Ayrıntılı bilgi için bakınız: Çeteleşme, Talat TURHAN, Akyüz Yayınevi, 2000.
17- Trilateralizm, The Trilateral Commission and Elite Planingg for World Management Edited by Holly SKLAR.
18- Y.n.: ABD, 1987 yılından günümüze kadar 42 ülkeye müdahale etmiştir. Bakınız: “Günün savaşı onlarla”, Mehmet Ali KIŞLALI, Radikal, 8 OCAK 2002.
19- ‘Tek seçenek AB değil‘, Radikal, 4 NİSAN 2002.
20 a) “PORTO ALEGRE’de Kurulan Gelecek”, Türkel MİNİBAŞ, Cumhuriyet, 4 ŞUBAT 2002.
b) “Karşıt forumlar”, İzzettin ÖNDER, Cumhuriyet, 5 ŞUBAT 2002.
c) “New York-PORTO ALLEGRE-Ali SİRMEN, Cumhuriyet, 5 ŞUBAT 2002.
d) “New York ve PORTO ALLEGRE, Mümtaz SOYSAL, Cumhuriyet, 9 ŞUBAT 2002.
e) “PORTO ALEGRE’de neler oldu?”, Cüneyt AKALIN, Cumhuriyet, 12 ŞUBAT 2002.
21- “Bir sonraki G–8 dağ başında”, Milliyet, 25 TEMMUZ 2001.
22- “CIA günlüğü”, Philip AGEE, E yayınları, EYLÜL 1975, (2 cilt).
23- “Ergenekon-Devlet içinde Devlet”, Can DÜNDAR, Celal KAZDAĞLI, İmge Kitabevi, 2. Baskı, TEMMUZ 1997.
24- Talat TURHAN’ın Bomba Davası’nda Savunması 4. Klasör, s. 1399–1405 (Yayınlanmadı).
– “Bomba Davası ve İlaf dosyası”, Uğur MUMCU, Umag yayınları, 1. Baskı, EKİM 2000. (Y.n.: Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ve umag‘ın yayınladığı bu yapıtta, 9 MART’ın ve cuntacılık bataklığının ve küçük burjuvazinin kaypak ve kalleş niteliğini açığa vurup sürecin özeleştirisini yapıyorum.
25- Talat TURHAN, “Ortadoğu’da Şeytan Üçgenleri”, 7 Gün Dergisi, 15 HAZİRAN 1977, s. 30-31. Y.n.: Bu araştırma türü dizi yazımı zaman da doğrulamıştır.
26- “İsrail’le Sessiz İmza”, Utku ÇAKIRÖZER’in haberi, Milliyet 30 MART 2002.
– “İhalede soru işaretleri,” Murat GÜRGEN, Radikal, 31 MART 2002.
– “Savunma Bakanı Tank’ta Topu Attı,” Milliyet, 3 NİSAN 2002. Y.n.: Örnekler çoğaltılabilir ama gerekmez. Çünkü gerçekler ortada.
27- “ECEVİT: Soykırım yapılıyor, ŞARON’un diyalog yerine işgali seçtiğini belirten Başbakan, ‘ABD hemen devreye girmeli. FİLİSTİN halkına soykırım uygulanıyor….”
Y.n.: ECEVİT, gördüğü tepki üzerine bu kanısını! tevil etme durumunda kaldı… “Soykırım mı dediniz?”, Erdal GÜVEN, Radikal, 5 NİSAN, 2002.
28- İsrail’in saldırgan tutumuna TBMM’de Kamuran iNAN pek yakın bir tarihte karşı çıkmıştır. Kamuran iNAN seçilmiş bir küreselleşmecidir. Bu konumuyla bir anlamda görevini yapmıştır. (Ayrıntı için: “Çeteleşme” adlı yapıtımın 191–227–244 sahifelerine bakınız).

http://talatturhan.com.tr/abd-derin-devleti-ve-11-eylul-baskini-i/


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder