3 Aralık 2018 Pazartesi

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 1

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını 1





ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını 1
Sorun Dergisi: 
2002 Yaz Dönemi
Talat TURHAN






— Soru: 11 EYLÜL 2001 tarihini emperyalist hegemonlar adeta bir “milat” olarak ilan etti. Başta ABD Emperyalizmi olmak üzere bütün sömürücü ve yeni sömürgeci ülkeler, Yakın Doğu’ya müdahaleden sonra, bu sefer Uzak Doğu ve Avrasya “seferine” yöneldi. ABD’nin büyütüp beslediği “Taliban” örgütü ve Bin LADİN isimli eski CIA ajanının simgeleşen şahsında mitler yaratıldı. ABD Emperyalizmi çeşitli bahanelerle, “terör” ve “terörizm” söylemleriyle müttefikleriyle beraber AFGANİSTAN’a yerleşti… Öncelikle bu sürecin bir değerlendirmesini yapar mısınız?

— Talat TURHAN: Kuşkusuz 11 EYLÜL 2001 tarihi bir yanıyla “milat”tır. Söylendiği gibi dünyanın “en büyük terör eylemi” midir? Ya da “milenyum savaşı” mıdır? Ya da “milat” olarak önceden tezgâhlanmış bir operasyon mudur? Soruların yanıtını vermek durumundayız. Tüm bunlara karşın, kanımca bugüne kadar gerek dünya gerek yerel medyada anılan olay gerçek anlamıyla değerlendirilmiş değildir. Askeri literatürde bu olay “baskın” olarak adlandırılır.

Baskını, “düşmana beklemediği yerde, beklemediği zamanda beklemediği araçlarla zarar vermek” diye tanımlayabiliriz.

Bu baskının dünya savaş tarihinde bir benzerinin bulunmaması nedeniyle özel bir yeri ve önemi olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilk kez ABD ve küreselleşme karşıtı çok uluslu bir örgüt düşmanının araçlarını kullanıp bu eylemini gerçekleştirmiştir.(1) Masum insanların yaşamlarını yitirmesini onaylamak gibi bir tavır içinde değilim ancak ABD Emperyalizminin kirli geçmişine göz attığımızda yüz binlerce masum insan kanı pahasına bugünkü hegemonyanın kurulduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz.

ABD Emperyalizmi insanlığa “hümanizma” dersi verecek bir konumda olmadığının en yakın kanıtı AFGANİSTAN’ın işgali ve FİLİSTİN’de yaşanan olaylarda ABD yönetiminin duyarsız ve çelişkili tutumdur.

ABD, VİETNAM Savaşı’ndaki hezimetinin kamuoyunda yarattığı aşağılık kompleksini Körfez sularında Irak Savaşında giderdiğini sandı. 11 EYLÜL Baskını bir anlamda, ABD hakkında üretilen tüm mitlerin iflasını gösterdiğinin kesin kanıtı sayılabilir. Deneyimli istihbaratçıların söylemlerine göre, bu çapta bir baskın çok güçlü bir örgüt, büyük para desteği, teknik ve teknolojik donanım, içten yardım, kolektif akıl üstünlüğü, vb. gibi etmenlerle en azından 10 yıllık bir hazırlık dönemi gerektirir. 11 EYLÜL Baskını bir anlamda ABD Kartalının kanatlarını kırmış ve kâğıttan bir kaplan olduğunu da sergilemiştir. W. BUSH’un bin yıllık süreç içinde oluşan uluslararası hak ve hukuku(2) hiçe sayan, tüm antlaşmaları gözardı eden, BM’yi (Birleşmiş Milletler) dışlayan bu pervasız tavrı uzun erimli bir süreçte, dünya kamuoyunda oluşacak kompleksler sonucunda ABD’nin benzeri baskınlara muhatap olacağını söylemek bir kehanet olmasa gerekir.

Bilindiği gibi, simgesel hedef olarak seçilen Dünya Ticaret Merkezi’nin (DTM) ikiz kulelerine ve PENTAGON’a(3) yapılan Baskın’da Beyaz Saray Şifresi kullanılıp adeta, eylemciler, ABD ile dalga geçmiştir. Böylesine büyük çaplı bir eylemin ABD yönetimi içindeki sorumlularının hiç birinin bugüne kadar haklarında, soruşturma açmak şöyle dursun, istifa dahi etmemiş olmalarının anlamını ve değerlendirilmesini okurların takdirlerine bırakıyorum. 12 EYLÜL 2001 gününden bu yana, olaya ilişkin tüm medyayı ve yapıtları izliyor ve arşivliyorum. Hazırladığım dosyaların bir bölümü “11 EYLÜL önceden biliniyor muydu?” sorusuna ilişkin belge ve bilgileri içeriyor. Şu ana kadarki izlenimimin Evet biliniyordu şeklinde olduğunu açıklayabilirim.(4) Elbette tüm argümanları değerlendirmek bu söyleşinin kapsamına sığdırılamaz. Ancak, 1990–2000 yılları arasındaki dönemde ABD hedeflerine yapılan saldırılarda Bin LADİN parmağı, 2000 yılından beri biliniyor ve izleniyordu. EKİM 2000’de YEMEN’de USS COLE savaş gemisine yapılan eylemde(5) ABD’li denizcilerin ölmesi olayını soruşturan FBI’ın ikinci adamı John O NEIL ve YEMEN’deki ABD Büyükelçisi Barbara BODİNE, Bin LADİN’in izine ulaşmış olmasına karşın,(6) 1993 yılına kadar onu yakalamak gibi bir çaba içine girmemiştir. Bunu nasıl açıklayabilirler? Yazılanlara göre, Bin LADİN ile Suudi Ailesi yakınlığı ve petrol ortaklıkları nedeniyle, Suudileri darıltmamak pahasına bu olay gözardı edilmiş, eğer gerçekte 11 EYLÜL Baskınının ardında Bin LADİN varsa, bu eylemin gözardı edilmesi bir anlamda 11 EYLÜL Baskınına yol vermiştir diyebiliriz.

Bilindiği gibi, “Soğuk Savaş”ın bitiminde 34 ülkenin katıldığı, 1990 KASIM ayının sonlarına doğru “Paris Şartı” imzalanmıştır. George BUSH tarafından söylenen ve üç gün süren o toplantıda öne sürülen söylemlerden ikisini yinelemek istiyorum;

— “Bugüne kadar savaşlar Doğu-Batı yönünde süregelmiştir. Artık, zengin Kuzey ile yoksul Güney arasında cereyan edecektir” (Mealen).

—  “Bundan sonra düşmanımız İslâm’dır”.(7)

1990’lı yıllarda İslâmi düşman ilan eden ABD, CIA’nin yetiştirdiği Bin LADİN’e kendi hedeflerine saldırmasına göz yummasının anlamı tüm boyutlarıyla bugüne kadar değerlendirilmiş değildir. Bin LADİN dışında da dünyanın her yerinde “radikal İslamcı” grupları eyleme itip bir anlamda ABD’nin bugünkü saldırganlığını haklı çıkarmak için ortam hazırladığını söyleyebiliriz.

1) 1993 yılında bilindiği gibi Dünya Ticaret Merkezi’ni (DTM) Arap asıllı eylemciler bombalamış, 240 yıl hapse mahkûm olan Muhammed SALAMEH, asıl baskının gelecekte yapılacağını ifade etmiştir.(7) Bu kişinin 5 Eylül 1972 MÜNİH olimpiyat baskınını düzenleyen Ali Hasan SALAMEH’in akrabası olduğu ve Hasan SALAMEH’in CIA ajanı olduğu açıklanmıştır.

Bu kişilerin bir kaçının Yakın Doğu’yu karıştırmak için CIA ile ilişkiye geçtiğini de basına yansımıştır.(8)

2) OKLAHOMA Bombacısı Timoty Mc VEIGH, eylemi nedeniyle elektrikli sandalyede öldürülmüştür. Bu kişinin, bireysel terörist olarak nitelenmesi, kanımca akla ve mantığa uygun düşmez. Çünkü eylemde kullanılan bombanın Ordu malı olduğu belgelenmiş ve yazılmıştır. ABD’nin Körfez Savaşı kahramanı olan bu kişinin ölürken söylediği savaş karşıtı sloganlar bir örgüte çağrışım yapmaktadır.(9) Eğer Mc VEIGH’in örgütsel bağlantısına inilebilinseydi ABD içinde ABD karşıtı radikal örgütler ortaya çıkabilir, 11 EYLÜL Baskının iç boyutu saptanabilirdi.

3)  11 EYLÜL Baskınından yaklaşık 1 yıl önce maddi hiçbir gereksinimi bulunmamasına karşın ABD Derin Devleti’nin 1 Nolu temsilcisi David ROCKEFELLER, aynı bölgede bulunan gökdelenini neden sattı?

4) Medyaya yansıdığına göre, İSRAİL İstihbarat Örgütü Mossad böyle bir baskının olacağını ABD yönetimine önceden haberdar etmiştir.(10) ABD’de olası bir baskına karşı HAZİRAN 2001 ‘den bu yana teyakkuz durumuna geçmişti.(11) ABD olası bir baskından, önceden haberdar olduğu ve alarm durumuna geçtiği halde baskını önleyememiştir. Kanımca, bu olgu tek başına ABD’nin aczini ve güçsüzlüğünü kanıtlamak için yeterlidir…

11 EYLÜL Baskını ardında ABD Derin Devleti’nin parmağı uzun erimli bir süreçte aydınlığa kavuşacaktır diye düşünüyorum.

5) 1996-98’li yıllarda ABD yönetiminin Taliban ile AFGANİSTAN’dan petrol ve gaz boru hattı geçirmek için yaptığı pazarlık girişimleri sonuçlanmadı. O yıllarda “UNOCOL” adlı petrol şirketi AFGANİSTAN’a yerleşmiş ve Hamit KARZAİ şirket danışmanlığına getirilmiştir.(12) Yeri gelmişkenABD’nin Morrison şirketiyle Süleyman DEMİREL işbirliği hatırlamalıyız. “UNOCOL” şirketinin bir diğer danışmanı ABD saldırganlığının bir numaralı temsilcisi dünya emekçi halklarının amansız düşmanı, ABD Derin Devleti’nin etkin üyesi ve Siyonist Henry KİSSİNGER’in(13)  AFGANİSTAN’a müdahalenin öncülüğünü yapması anlamlıdır. Yine aynı tarihlerde bir başka ABD petrol şirke­ti ÇİN’e uzanmış ve bu yapılanma içinde George W. BUSH’un güvenlik Danışmanı Condoleezza RİCE’in yer alması sizce bir rastlantı mıdır?

6) Afgan işgalinden yaklaşık dört yıl önce bir ABD paraşüt tugayının 19 saat durmaksızın uçup KAZAKİSTAN’ın ÇİMKENT bölgesine inmesi tatbikatı yöneten Orgeneral John SHEEHAN’ın;

“Eğer buralarda bir kriz çıkacak olursa ve ABD’nin yardımını isterseniz yanınızda olup sizinle savaşacağız”(14)

demesi, ABD’nin bölgedeki petrol ve gaz yataklarına egemen olmak politikası ve AFGANİSTAN’ı işgal provası diye nitelersek yanılmış olmayız.

Örnekleri sayısız şekilde çoğaltabiliriz. Ancak burada noktalayalım. ABD Derin Devleti’ni tüm boyutlarıyla algılamadan 11 EYLÜL Baskınına ve bu olayı bahane ederek AFGANİSTAN ve öteki çıkar alanlarına müdahale etmesine doğru tanılar konulabileceğini sanmıyorum. ABD Emperyalizminin gündemini, Derin Devlet’in Siyonist ve Masonik bir yapılanmanın işleyişi içinde görebiliriz. Bu yapılanma 1832’li yıllara kadar inen gizli örgütlerden ve onların üyelerinden oluşmaktadır. Bu üyelerin büyük bir çoğunluğu Çok Uluslu Şirketlerin sahip ve yöneticileri ve CEO’larıdır. ABD Derin Devleti ve o’nun çıkarlarına göre dünyanın şekillenmesi Küreselleşme, “Yeni Dünya Düzeni”, v.b. gibi söylemlerle Dünya Kamuoyuna yutturuluyor. Çoğunluğu (ÇUŞ) Çok Uluslu Şirket yöneticilerinden oluşan BUSH kabinesi kendi ulusal çıkarlarını öne çıkaran devletleri “Rouge State”(15) diye tanımlayıp çeşitli yöntemlerle sindirme politikası gütmektedir.

Görünen ABD devleti, görünmeyen devletin “Derin Devlet” taşeronluğunu yapmakta, zaman zaman da bu iki güç arasındaki çatışma, başkanların öldürülmesi, seçim hilesi ve 11 EYLÜL Baskını gibi olaylarla sonuçlanabilmektedir.

Baba BUSH’un Kuzey-Güney söylemine dönersek, ABD gizli örgüt yapılanmasını biraz daha somuta alabiliriz diye düşünüyorum. 1832’li yılında ABD’de “Skulls and Bonnes Society”  örgütü 1776 yılında ALMANYA’da kurulan hala dünyayı etkileyen Siyonist ve Masonik eğilimli İlluminati’nin devamıdır. Seçilmiş kimselerden oluşan örgütlenme ağı 1921 yılında ROCKEFELLER ailesinin girişimiyle “Commission on Foreign Relation” (CFR)=(Dış İlişkiler Komisyonu) adlı gizli yapılanma Kuzey Amerika’da kapitalist enternasyonalizmin gerçekleşmesi için kurulmuş ve bu yapılanma 1954 yılında AVRUPA’ya taşınarak “Bilderberg” örgütü kurulmuştur Bizim küresel seçkinlerimiz(!) de bu örgüte üye yapıl­mıştır.. Aynı yapılanma 1971 yılında JAPONYA’ya taşınmış ve “Trilateral Commission=TC” (üçlü komisyon) kurulmuştur. (16)

Vurgulayıp yinelemek isterim, ABD istihbarat örgütlerini de denetime alan bu örgütlenme Siyonist ve Masonik karakterde olup masonluk ilkeleri temelinde aşağıya doğru (Rotary, Rotaract, Lions, Dinner, Propeller, vb… örgütlere) yaygınlaştırmış, uluslararası kapitalizmin hem coğrafyasını hem de işbirlikçileri oluşturulmuştur.

O halde, ABD+AVRUPA+JAPONYA’dan oluşan Kuzey yarım küresi ülkelerinin örgütsel bir biçimde kapitalist enternasyonalin denetimine girmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu coğrafyadaki uluslar G-8’ler adıyla örgütlenmiş ABD önderliğinde, ABD çıkarları ön planda olmak koşulu ile kapitalist emperyalist sömürüde anlaşmışlar ve kapitalizmi “Trilateralizm”e(17) dönüştürmüşlerdir. Aralarında zaman zaman yaşanan çelişki ve sürtüşmeler görülse de özdeki yapılanma açıkladığım biçimdedir.

1832 Yıllında kurulan “Skulls and Bonnes Society” adlı örgüt şu anda en etkin bir konumda bulunmaktadır. Şöyle ki, Baba ve oğul BUSH, Siyonist ve Masonik örgütler ağının, bu en tehlikeli gizli örgütün üyesidir. Örgütün mabedinde taş duvar üzerinde en azından iki metre yükseklikte “WAR” (savaş) yazmaktadır. “Şahinler” tanımlamasının bu açıklama karşısında anlam kazandığını düşünüyorum. ABD hegemonyası savaşla beslenip bir yandan ekonomik güçlüklerini aşarken, diğer yandan da “Trilateral” coğrafya dışında kalan tüm bölgeleri, özellikle de İslâm’ı denetim altına alıp emperyalist sömürüye süreklilik kazandırmaya çalışmaktadır. Çünkü Kuzey’in yaşaması için gerekli olan, başta petrol olmak üzere hammadde kaynaklarının büyük bir çoğunluğu Güney coğrafyasında bulunmaktadır.

Bin LADİN bahanesiyle ABD’nin AFGANİSTAN’a müdahalesinin önceden planlandığını kısaca açıklamış bulunuyorum; “ABD, gelecekte en büyük rakip olarak gördüğü ÇİN’i denetim altına almak, İRAN’ın uysallaştırılması, uyuşturucu rantına egemen olmak için AFGANİSTAN’a el atmış, milyarlar­ca masum insanın göç nedeniyle açlık, sefalet ve hastalıklardan kırılmasına sebep olmuş ve saldırganlığını örtbas etmek için de AFGANİSTAN’a havadan gıda yardımı yapmaktadır”.

Aradan oldukça uzun bir zaman geçmiş olmasına karşın, en azından 30 milyar dolar istihbarat bütçesi olan bir devletin bir kişiyi yakalayamaması, ABD yönetiminin aczini göstermektedir.

BUSH’un örgütünden kaynaklanan ve ABD Derin Devleti’nin ve hegomonların istekleri doğrultusunda sürdürülen ABD saldırganlığı,(18) dünyanın pek çok ülkesine ve yöresine el atmış (FİLİPİNLER, YEMEN, SUDAN, GÜRCİSTAN, vb…) ve IRAK’a müdahale etmek suretiyle Yakın Doğu’daki mutlak egemenliğini pekiştirmek istemektedir. Siyonist katil ŞARON’a yol vermesi bu planın bir parçası olduğunu göstermektedir.

MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer KILIÇ’ın Harp Akademileri’ndeki sempozyumda yaptığı açıklamalar, ABD-AB politikalarına “alternatif” sorununu medyanın gündemine taşıdı. Hegemonların Yakın Doğu, Uzak Doğu, Avrasya, KAFKASYA, vb. ülke coğrafyalarıyla ilgili yeniden şekillendirme projeleriyle nasıl değerlendirilmeli? TÜRKİYE’nin konumu, AB karşıtı lobiler, vb. oluşumlar çerçevesindeki gelişmeleri nasıl yorumlamalıyız?

MGK Gnl Skr. Org. Tuncer KILIÇ’ın açıklamasının MGK Sekreterliği adına mı, şahsı adına mı yapmış olduğu hususu tam netlik kazanmadı. Konu tartışmalıdır. Öyle de olsa söylenenler çeşitli medya kuruluşlarının bakış açıları çerçevesinde, herkesin meşrebine göre yorumlandı ve gerçek özünden çarpıtıldı. Oysaki Genelkurmay’ın ve MGK’nın (Milli Güvenlik Kurulu) hatta Dışişleri Bakanlığı’nın işlevleri gerçek anlamıyla bilinseydi, kanımca daha gerçekçi ve donanımlı yorumlar yapılabilinirdi. Böylece konu kamuoyunda tartışmaya açılır, TÜRKİYE’nin çıkarları özgürce tartışılabilirdi. Anılan örgütler, hegemonların gündemi ve çıkarları hakkında bilgi sahibidir. Öyleyse “ulusal çıkarlar” temelinde çeşitli senaryolara göre plan yapmakla yükümlüdürler. Bu bağlamda her türden olasılık düşünülerek taslak planlar hazırlanır. Dünyadaki kuvvet ilişkileri, dengeleri ve devinimler bu taslak planların hangisine yakın ise, o plan öne çıkartılarak mevcut somut durumu, günün koşulları içinde gözden geçirilerek yaşama geçirilir. Beynini, yüreğini, çıkarını kapitalist enternasyonale, kapitalist emperyalizme bağlamış, angaje kişilerin, seçeneksiz olmaktan daha başka şansları bulunmamaktadır. O nedenle önlerine seçenek sürülünce telaşa kapılmaları doğaldır. Çok yakın tarihimizde ABD’nin yönlendirmesiyle “Bağdat Paktı Cento, Seato” vb. gibi paktlarla İRAN ile işbirliği yapmış olan ülkemizin, koşullar gerektiğinde, yeniden “ulusal çıkar” gözetilerek, İRAN ya da diğer ülkelerle yeni seçenekler ekseninde planlar yapmasından daha doğru ne olabilir? Org. KILIÇ’a karşı çıkan çevreler, İRAN’dan doğal gaz alma konusunda neden susuyorlar?

Nitekim Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER’de 3 NİSAN 2002 günü yapmış olduğu açıklamada,(19)  Org. KILIÇ’ın paralelinde, tek boyutlu uydu politikalar yerine, çok boyutlu ve “ulusal çıkarları” ön planda gözeten politikalardan yana tavır aldığı görülmüştür.

Bu türden yaşamsal bir konunun tartışmaya açılması, “ulusal çıkar” ile hegemonların çıkarı konusunda bilimsel ve doğru analizlerin yapılmasını da tetiklemiştir. Tartışmanın bu konu üzerindeki demagojilerin ve baskıların aşılmasına katkısı oldu ise yararlı olmuştur diyebiliriz.

“Globalleşme çağı” ve “küreselleşmeye karşı etkin olmaya çabalayan önemli bir sosyal muhalefet örgütleniyor, dünyada. Küresel saldırıya karşı küresel başkaldırı söylemleri de sıkça dillendiriliyor. Emperyalist hegemonların çeşitli “şiddet” öğelerini de bağrında taşıyan bu türden başkaldırılara karşı tavrı nasıl bir ivme gösteriyor? Emperyalizme karşı güçlerin tetiklediği bu eylemler nasıl daha tutarlı bir duruma getirilebilir? Küreselleşme karşıtı eylemlere proje ve program üretebilecek kurumlar nasıl örgütlenmelidir?

Yaşamın her alanında “etki-tepki” kuralının diyalektik kuralının geçerli oluşunu biliyoruz. Kapitalist emperyalist saldırı ve kuşatma varsa, bu olgu, karşıtını da üretip yaratacaktır. Hegemonların pervasız biçimde insana ve insanlığa saldırısı, bütün dünyada duyarlı ve devingen birey, örgüt, grup, çevre, vb. oluşumları “Küreselleşme Karşıtlığı” konusunda buluşturup birleştirdi. Bu bağlamda yıllardan bu yana dünyanın her yerinde kapitalist emperyalist örgütlerin toplantılarında karşıt eylemler sergilendi. Bu süreç devam ediyor. Gerçekleşen eylemler içinde genelde kabul görmeyen ve “marjinal grup” olarak nitelenenlerin varlığı eylemden rahatsız olan kapitalist çevreler tarafından eleştirilmektedir. Eylemlerde gerçekleşen “şiddet” olgusunu da aynı çevreler, küreselleşme karşıtları için kullandılar. Ancak, bu yıl PORTO ALEGRE’de, “Dünya Sosyal Forumu”, NEW-YORK’tan “Dünya Ekonomik Forumu” belli bir gündem içerisinde karşıt seçenekler geliştirdiğini, “Kırmızı Karanfillerin” yeniden açılmaya başladığını görüyoruz.(21)

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder