Körfez Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Körfez Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2019 Pazar

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2



1991-2003 yılları arasında Türkiye-Irak ilişkileri genellikle sorunlu geçmiştir. 

Özellikle 1990 öncesi iki ülkenin üst düzeyde olan ekonomik ilişkileri ambargo sonucu zarara uğramış, iki ülke de ticari anlamda sadece petrol bağlamında değil, tarım, gıda, taşımacılık gibi diğer ticari alanlarda da büyük kayıplar yaşamıştır. İki ülke arasında bu dönemde görünen en önemli iş birliği, Türkiye’nin 2000 yılında başlatmış olduğu, Fırat ve Dicle bölgesinin kalkınması nın devamlılığı için bölge ülkelerini kapsayan sosyal, ekonomik ve teknik anlamlarda iş birliğini amaçlayan Fırat-Dicle İşbirliği Girişimi ( ETIC) olmuştur (Sağsen, 2011: 67). 

2003 Körfez Savaşı’ndan sonra Türkiye, Irak ile olan ilişkilerinde düzelmeye gitmiştir. Bölgede doğan fırsatlara karşı uzak durmak istemeyen Türkiye, Hem Irak’ın yeni yapılanmasında etkin rol oynamak ve ticaretini geliştirmek, hem de bölgede Kuzey Irak ile ayrı olarak iyi ilişkiler içerisinde olmak istemiştir. 2005 yılında, Irak’la olan ekonomik hacmi yüzde 51 arttırarak 2.2 milyar dolara çıkartmış, özellikle sanayi ürünlerindeki artış ile Irak Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 7. Ülke konumuna gelmiştir (Çetinsaya & Özhan, 2009: 142). 

Ancak bu dönemde iki ülke arasında etnik köken tartışması yaşanmıştır. Türkiye bölgede Musul-Kerkük hattında bulunan Türkmenlerin haklarını koruma 
görevini üstlendiğini açıklamış, herhangi oluşacak bir Kürt Federe Devletinin bölgenin etnik zenginliğini tehdit edeceğini açıklamıştır. 

Öte yandan, Irak Cumhurbaşkanı Talabani ise Türkiye’nin kendi iç işlerine karışmakla suçlamış, gerekirse uluslararası arenada Türkiye’ye 
muhalif olan ülkeleri ve grupları destekleye-bileceklerini dile getirmiştir (Dilek, 2011: 21). 

2007 yılına kadar devam eden bu süreçte, aracı konumda olan Amerika Birleşik Devletleri’nin de teşvik etmeye çalışmasıyla Türkiye’nin bölgedeki Kürt oluşum ile iletişime geçmesi ve ılımlı bir politika izlenmesi yolundaki desteği sonucu, 2007 yılından sonra Türkiye daha farklı bir politika oluşturmuştur 
(Dilek, 2011: 21). 

Ticari olarak iki ülke arasında çeşitli anlaşmalar ve iş birlikleri bu dönemde gerçekleşmiştir. Bakıldığında 2001 yılında demiryolları taşımacılığı tekrardan 
başlamış ve 2003’te geliştirilmesi ile ilgili görüşmeler yapılmış, 2004 yılında iki ülke arasında bankacılık sektörü için anlaşma imzalanmış ve bu anlaşmayla 
birlikte Türk bankaları bölgede şube açma imkanı tanınmıştır. 2005 yılında da 15 yıl aradan sonra iki ülke arasında uçak seferleri tekrardan başlamıştır 
(Sağsen, 2011: 68). 

Arap Baharı sürecine kadar devam eden olumlu ikili ticari ilişkiler, 2011 yılından sonra tekrardan değişikliğe uğramıştır. 

2012 yılında Türkiye’nin Merkezi Irak Yönetimi ile arasında gerginlikler vardır. Bu gerginliklerden ilki, Türkiye’ye sığınan Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı 
Haşimi’nin, dönemin Irak Cumhurbaşkanı Maliki’nin yargılanması için Türkiye’den istenmesidir. İkinci olarak Şii temelli olan Maliki’nin Iran ile 
yakınlaşarak Suriye’deki Esad rejimini desteklemesi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ayrı olarak Türkiye’nin petrol ticareti yapması gibi 
sorunlar iki ülke arasında olumsuzluklar doğurmuştur (Balcı, 2013: 122). 

Tüm bunların yanı sıra, Türkiye’nin 2011 yılından sonra Irak ile olan ticareti ve ihracatı yüksek görünmektedir. Ancak Maliki yönetimi ile iyi ilişkiler 
kurulamamış olması ve yaşanan sorunlar sonucunda ticari gelişmenin nasıl olduğu Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilgilidir. Türkiye, Maliki yönetiminin 
dışında, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile iyi ekonomik ilişkiler kurmuş, petrol çalışmaları yürütmüştür. Türk iş adamları bu dönemde ilgisini merkez 
Irak’tan bu bölgeye kaydırarak birçok ihale almış ve ekonomiyi canlı tutmuştur (Erkmen, 2013: 93). 

Türkiye’nin 2009 yılında başlattığı ‘’Kürt Açılımı’’ ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkiler gelişmeye başlamıştır. 
Öncesinde Kerkük’ün statüsü ve PKK terör örgütünün teşkil ettiği sorunlarla gergin bir hava olması, ayrıca Türkiye’nin meclisten tezkere çıkarması sorun 
oluşturmasına karşın, Kürt Açılımı ile birlikte ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır. İki bölge arasındaki ticari gelişmeler yaşanmıştır. 2010 yılına baktığımızda, Türkiye ve Kuzey Irak arasındaki ticaret 5,2 milyar dolar hacme ulaşmış, 2003-2010 yılları arasında 450 Türk şirketi ve 150.000 Türk çalışan Kuzey Irak’ta var olmuştur (Semin, 2011: 197). 

Türkiye hükümetinin 2009 yılından itibaren bölgeye olan ilgisinin artışı, bölgeye yapılan ziyaretlerden de anlaşılmaktadır. 2009 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın beraberindeki iş adamı heyetleri ile birlikte Kuzey Irak bölgesine ziyarette bulunmaları Türkiye’nin gelecekte bölgeye yapacağı yatırım adımlarının temel taşlarından biridir (Öztürk, 2010: 15). Diplomatik olarak 2011 yılında bölgede konsolosluk açılmış, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayip Erdoğan bölgenin lideri Mesut Barzani’yi ziyaret etmiştir. 

Irak hükümeti ile ilişkilerin sıkıntılı olması Türkiye’nin petrol ihtiyacının karşılanmasında, Irak’tan temin edilen petrolün ve petrol boru hatlarının geleceği açısından önemli bir sorun teşkil etmekteydi. Bu açıdan Kuzey Irak petrolleri Türkiye açısından önem arz etmekteydi. Kuzey Irak petrollerinin işletimi Kürt yönetiminde olunca, Türkiye ikili anlaşmalarla Irak’tan olan petrol ithalatı ve boru hattı projelerini bu bölgede yoğunlaştırmak için adım attı. 2010 yılında, Kuzey Irak petrollerinin taşınmasında tek yol olan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı için anlaşma imzalandı (Çelik, 2012: 124). Türkiye bölgenin petrol ihracatı ve ithalatı için muhatap olarak Irak hükümetinden ziyade Kuzey Irak bölge hükümetini alarak, Irak politikasında önemli bir değişikliğe imza attı. 2011 yılında Exxon Mobil Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile bir anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşmanın önemi, Merkez Irak yönetiminin Kuzey Irak petrolleri konusunda muhatap alınmaması ve muhatap olarak artık uluslararası arenada da Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi alınmasıydı. Bu anlaşma   doğrultusun da,  Kuzey Irak ve Türkiye arasında yeni bir boru hattı inşa edilmesini kapsamaktaydı ve bu durum Türkiye’nin resmi enerji şirketlerinin de Kuzey Irak’a girmesini sağlamaktaydı. (Üstün, 2013: 2). 

Türkiye ve Irak Arasında Petrol Bağlamında İşbirlikleri ve Anlaşmazlıklar 

Türkiye ve Irak’ın petrol bağlamında işbirlikleri ve yaşadığı sorunlar, bahsetmiş olduğumuz iki ülke ilişkileri ve sorunları ile doğru orantılıdır. 

İki ülke arasında yapılan en önemli iş birliği olarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı görülebilir. 

Tarihsel olarak 1970’li yıllara dayanan bu petrol boru hattı, 1973 yılında imzalanan Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı Anlaşması ile hayata geçmiş, 1977 yılında ilk hat devreye girmişti (Dilek, 2011: 24). 1987 yılında ikinci hattın da devreye girmesiyle 80 milyon ton petrol taşıma kapasitesine ulaştı (İnan, 2013: 72). Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, 1.Körfez Savaşı ile Irak’a karşı ambargo uygulanmış, bu ambargo ile petrol boru hatları Birleşmiş Milletler kararınca kullanım dışı bırakılmıştı. 

Bu durum hem Türkiye hem de Irak için ayrı ayrı sorun teşkil etmekteydi. Her iki ülke de yapmış olduğu yatırımların karşılığını tam olarak alamamış ve projeden zarar eden konumuna gelmişti. 1996 yılında tekrardan hattın BM kararıyla petrol-gıda kapsamında açılmasıyla birlikte sınırlı miktarda petrol taşıması gerçekleşmeye başlamıştı. Burada Türkiye’nin de aktif olarak BM üzerindeki baskısının da etkisi vardı. Ancak 2003 yılında ABD askeri müdahalesi ve sonrasında da petrol hattına yapılan sabotaj terörist atakla-rıyla bu projeden iki ülke de tam olarak verim alamadı (Etheredge, 2011: 40). 

2007 yılında elde edilen verilere göre, 80 milyon ton taşıma kapasitesi olan boru hattından sadece 40 milyon ton elde edilebiliyordu (Zedalis, 2009: 15). 

2010 yılında Türkiye ve Irak arasındaki boru hattı anlaşmasının süresi doldu ve anlaşma yeniden revize edildi. Yeni anlaşmaya göre, Türkiye ve Irak arasındaki boru hattının petrol nakliyatı 15 yıllığına Türkiye’ye verilmiş ve varil başına düşen ödenecek tutar, yıl bazında ilerleme oldukça düşecektir (İnan, 2013: 81). 

Bunun yanında, 2004 yılında Irak Türk şirketlerine petrol projelerinde pay vermeye karar vermiş, Türkiye ve Irak, güney Irak’taki Gharraf bölgesindeki 
petrol alanlarında ortak petrol üretimi konusunda müzakerelere başlanmıştır (Sağsen, 2011: 67). Bu müzakereler sonucunda da, petrol alanlarını 
geliştirme projelerinde yapılan sözleşmeler, Türk ve Kanada şirketlerine verilmiştir. 

İkinci önemli durum ise, Türkiye’nin 2010 yılından sonra Kuzey Irak yönetimi ile petrol işbirliği içerisine girerek, bu durumdan Irak bölge yönetimini 
dışarda bırakmasıydı. 
Bu durum Exxon Mobile’ın Kuzey Irak ile anlaşma yapmasıyla yolu açılmış, Merkez Irak yönetimi tarafından da Kerkük petrollerinden soyutlanma sebebi olarak görülmüştü. 

Türk firmalarının Kuzey Irak bölgesindeki petrol ihalelerine girmeleri ve hisse almalarıyla bölgede etkin bir iş alanı oluşturuldu. 
Genel Enerji, Petoil, Doğan Holding gibi şirketler, bölgedeki petrol alanlarında ciddi hisse alımları gerçekleştirdi (Çelik, 2012: 125). 
Tüm bu iş alanlarının oluşması ve Türkiye ile Kuzey Irak’ın ikili ilişkilerinin de genişlemesi Irak hükümetini rahatsız etti. Zaten Haşimi konusundan dolayı gergin olan ilişkiler, ekonomik anlamda da Merkez Irak yönetiminin Türkiye hükümetine karşı tavır almasına sebep oldu. 
Irak hükümeti, Kuzey Irak dışında faaliyet gösteren Türk firmalarına karşı sorunlar çıkararak bölgeden uzaklaştırma çabası içerisine girmeye başladı. 
Özellikle petrol alanlarında yaşanan bu olaylara örnek olarak görünen en sert tepki, 2012 yılında, 25 milyar dolarla dört projede ortaklığı bulunan 
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Irak’ın güneyindeki petrol sahalarında petrol arama kontratını iptal etmesiyle gerçekleşmiştir (Balcı, 2013:126). 

Bunun yanında, 2012 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük ziyareti, Bağdat ile Ankara arasında kötü bir diyaloğa neden olmuştur. 
Bağdat ve Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi arasında Kerkük’ün statüsü konusunda tartışmalar vardır. 
Etnik olarak Kerkük’ün yapısının temel alınan bu tartışmaların ana odağı, Kerkük’ün sahip olduğu zengin petrol yatakları ile ilgilidir. 
Ahmet Davutoğlu ziyareti, Bağdat tarafından Kerkük’ün statüsü konusunda Türkiye’nin Barzani’nin Kerkük’te kabine toplantısı yaptığı dönemde 
gerçekleşmesiyle tartışmalarda Kuzey Irak tarafında yer alması olarak algılanarak Bağdat tarafından Türkiye’ye nota verilmesine sebep olmuştur 
(Balcı, 2013:126). 

Bu doğrultuda, iki ülke ilişkilerinin, siyasal anlaşmazlıklarla beraber kırılması ve olumsuz ilerlemesine neden olmuş, petrol işbirliğini de zedelemiştir. 


SONUÇ 

1991 yılında 1.Körfez Savaşı, Irak’ın bugün yaşadığı kaotik ortamın başlangıcı olarak görülmektedir (Duman, 2008:65). Saddam Hüseyin rejiminin ilk 
yarayı alması ve Birleşmiş Milletler ambargosu ile karşılaşmasıyla birlikte Irak, bölgede var olan gücünün kırılımına adım atmıştır. 
İkinci körfez Savaşı’ndan sonra da yaşanan rejim değişikliği ile birlikte bölgede beklenen demokrasi dönüşümü gerçekleşmemiş, iç çatışma ortamı doğmuştur. 
Savaşlarla beraber kırılan ekonomik yapı ve ülkenin fakirleşmesi, toplumun sisteme karşı duruşunu artırarak milliyetçilik unsurlarını körüklemiştir. 
Bu doğrultuda günümüzde, bölgede Şii-Sünni çatışmasının yaşanması kaçınılmaz olmuş, ayrıca Kürt-Türkmen-Arap çatışmalarını da alevlenmiştir. 

Ekonomik anlamda da, bu çatışmalar ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrol tesislerinin güvenliğini tehlikeye atmış ve güvenilirliğini sarsmıştır. 
Aynı zamanda uygulanan terör eylemleri ve sabotajlarla birlikte tesisler zarar görerek üretimin devamlılığına sorun teşkil etmiştir. 

   Türkiye ise Irak ile olan komşuluğuyla, Irak’a olan ticaretini arttırmaya çalışmıştır. Petrol anlamında aktif bir politika izlese de, Körfez Savaşlarında 
ABD’ye verilen destek ve diğer siyasi unsurlarla Bağdat ile ikili ilişkilerin sorunlu olmasına sebep olmuştur. 2010’da ise Kuzey Irak bölgesinin yönetimi 
alternatif olarak görülerek, Irak ile olan ticari hacmi bu alanda genişletme yoluna gidilmiştir. Petrol politikalarında da yeni değişiklikler olmuş, stratejik 
olarak petrol ekopolitiği de bu alana kaydırılmıştır. 

Ortadoğu bölgesinin sürekli karmaşa ve çatışma doğası uluslararası petrol ticaretini de etkilemektedir. Bu durum da, bölgeye komşu ülke olan Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Her şeyden önce Türkiye, enerji koridoru olarak görülmektedir. Sahip olduğu stratejik konumu ile birlikte, bölgenin 
petrol yollarının güvenliği Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. 

Bu dönemde bölgede var olan IŞİD tehdidi, bölgenin enerji yollarının da güvenliği üstündeki en büyük tehdittir. IŞİD’ın geçtiği yollardaki petrol tesislerini ele geçirerek kazanç sağlaması, bazı petrol tesislerine sabo-taj düzenlemesi, Türkiye üzerinden geçen petrol yollarını ve Türkiye’nin yakından ilgilendiği Kerkük petrollerini de tehlike altına sokmaktadır. 


 KAYNAKÇA 

Aydın, Mustafa vd. (2007). Riskler ve Fırsatlar Kavşağında Irak’ın Geleceği ve Türkiye. TEPAV Ortadoğu Çalışmaları, 2. Bakırtaş, 
İbrahim ve Haydaroğlu, Ceyhun (2007). Ortadoğu Petrollerinin Politik Ekonomisi. 38.Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, ICANAS 38, C: 1. 

Balcı, Ali (2013). Türkiye’nin Irak Politikası 2012: İki Irak Hikayesi (Burhanettin Duran, Kemal İnat ve Ufuk Ulutaş (ed.)), Türk Dış Politikası Yıllığı 2012, 
Ankara: Seta Yayınları. 

Bayraç, Naci (2009). Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğal Gaz Kaynakları Açısından Bir Karşılaştırma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10/1, 115-142. 

Çelik, Ersin (2012). ABD’nin Irak’tan Çekilmesi Sonrası Ülkenin Hidrokarbon Yakıtları Üzerine Enerji-Politik Hamleler. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 
Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Çetinsaya, Gökhan ve Özhan, Taha (2009). İşgalin 6.yılında Irak. Ankara: Seta Yayınları. 

Dilek, Bahadır Selim (2011). Irak Politikasında Kritik Değişim. 21.Yüzyıl Dergisi, 29, 19-29. 

Duman, M. Zeki (2008). Irak Savaşı Sonrası Dönemde Global Siyasette Değişen/Dönüşen Stratejik Parametreler. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1, 65-74. 

Erkmen, Serhat (2013). 2013’te Türkiye Irak İlişkileri İçin Beklentiler ve Olasılıklar. Ortadoğu Analiz, 5/49, 91-97. 

Etheredge, Laura S. (2011). Iraq: Region in Transition. New York: Britannica Educational Publishing. 

Gause, F.Gregory (2009). Iraq and The Gulf War: Decision-Making in Baghdad. University of Vermont. 

Global Enerji (2013). ‘’Yerli Petrolle 35 Milyar Dolar Cepte Kaldı’’. 
http://www.globalenerji.com.tr/dergide-bu-sayi/2013/12/12/yerli-petrolle-35-milyar-dolar-cepte-kaldi adresin-den erişildi. 

Gritzner, Charles F. (2003). World Modern Nations: Iraq. Philedelphia: Chelsea House Publishers. 

Gürbüz, Vedat (2003). Petrol, Petrol Politikaları ve Orta Doğu: Global Politikaların Bölgesel Yansımaları ve Irak Savaşı. Avrasya Dosyası, 9/1, 133-168. 

Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektor Raporu (2014). İstanbul: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı. 

İnan, Aybüke (2013). Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı ve Türkiye-Irak İlişkileri (1973-2011). Ortadoğu Analiz, 5/56, 68-75. 

İzol, Ramazan ve Zenginoğlu, Samet (2014). 11 Eylül ve Sonrası: Terörizm, Petrol ve Nükleer Tehdit Ekseninde Ortadoğu. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7/2, 423-439. 

Öztürk, Mehmet (2010). Türkiye’nin Kuzey Irak Politikasına Teorik Bir Bakış. Akademik Bakış Dergisi, 19, 1-21. 

Sağsen, İlhan (2011). Sektörler Bazında Türkiye Irak İlişkileri ve Su. Ortadoğu Analiz, 3/36, 60-72. 

Selvi, Aynur (2009). Soğuk Savaş Sorası Dönemde Orta Asya ve Ortadoğu Petrollerinin Uluslararası Politikadaki Yeri ve Önemi. 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Semin, Ali (2011). Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı. Bilgi Strateji Dergisi, 3/5, 179-205. 

Üstün, Nazlı (2013). Türkiye-Kuzey Irak İlişkileri ve Ekonomik Yansımaları. KTO Etüt Araştırma Merkezi. 

Zedalis, Rex J. (2009). The Legal Dimensions of OilandGas in Iraq. Cambridge: Cambridge University Press.


***

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ BÖLÜM 1

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ BÖLÜM 1


Yayın Süreci 
Yayın Geliş Tarihi 
26.04.2016 30.06.2016 
Araştırmacı
Muhammed TOZLU 
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 

Özet;

Çalışma, Körfez Savaşı sonrası Türkiye-Irak ilişkilerinin petrol politikaları 
doğrultusunda irdeleme amacı taşımaktadır. Çalışma özellikle iki ülkenin petrol 
stratejileri doğrultusunda oluşturdukları politikalar ve anlaşmazlıklar üzerinde durmuştur. 

Ortadoğu coğrafyası, tarihin her döneminde toplumlar ve devletler için hem 
siyasi hem de ekonomik olarak önem arz etmiştir. Türkiye de bölge üzerinde Soğuk Savaş sonrası dönemde etkinliğini arttırmak için birçok çalışma yürütmüş ve her bölge ülkesi için dış politika unsurlarını aktif kullanan bir ülke konumunda dır. Bölgenin hem coğrafi olarak Türkiye’ye olan yakınlığı, hem de tarihsel olarak bağları olması sebebiyle, bölge ülkeleri üstünde etki kurabileceğini düşünerek girişimlerde bulunmuştur. 

Çalışma içerisinde Türkiye’nin Ortadoğu üzerindeki bölgesel anlamda petrol ve enerji politikaları doğrultusunda Körfez Savaşı sonrası Irak’a yaklaşımı ve dış politika unsurlarına değinilmiştir. Bunun yanında, Irak, yaşadığı karışıklıklar ve sahip olduğu yeraltı kaynakları ile bölgenin en önemli ülkelerinden biridir. Ancak yaşadığı savaşlar ve iç karışıklıklar ülke politikası açısından sorun oluşturmakta ve gelişimi engellemektedir. 
Çalışma içerisinde ayrıca Irak’ın Körfez Savaşı sonrası Türkiye’ye bakışı ve dış politikasının Türkiye doğrultusundaki yaklaşımlarına da değinilmiştir. Bu bağlamda, Körfez Savaşı sonrası iki ülke ilişkileri bazen olumlu, bazen olumsuz çizgide ilerlemiştir. Çalışma ilk olarak Ortadoğu petrol stratejileri üzerine genel bir değerlendirme yapılmış, sonrasında da petrol stratejileri doğrultusunda Türkiye-Irak ilişkilerine yoğunlaşmıştır. 

Ülke ilişkileri doğrultusunda petrol ilişkilerinin boyutu ve ticari hacminin dış politikalar sonucu yaşadığı değişimler de tarihsel düzlemde örneklendirilmiştir. 

Giriş 

Tarihsel süreç içerisinde insanlığın büyük uygarlıklarının ve ilk devletlerin Orta-doğu ve çevresinde var olması, bölgenin her zaman ve her an canlı kalmasını sağlamıştır. 

Tarihsel açının yanında, bölgenin sahip olduğu yer altı ve yer üstü değerleri, 20.yy ve 21.yy’da da Ortadoğu’nun dünya devletleri tarafından ilgi odağında kalması ve değerli görülmesine sebep olmuştur. Bakıldığında birçok unsur Ortadoğu’nun önemliliğini sağlamaktadır. 

Bir kere bölge, büyük dinlerin merkezi ve dinlerin kutsadığı toprakları bulundurmasıyla önem arz etmektedir. Ayrıca ticari olarak Arap dünyası 
bir pazar ve karlı görünmektedir. 

Tüm bunların yanı sıra, Ortadoğu’nun en önemli değeri sahip olduğu yer altı kaynaklarıdır. Özellikle petrol kaynaklarının zenginliği ve dünya pazarına tedarikçiliği sebebiyle bölgenin, dünyanın tüm büyük güçleri tarafından önem değeri yüksektir. 
Bu sebeple, yüzyıllardır dünya güçleri bölgede etki alanı oluşturmak, bölgeye hakim olmak ve bölge için yapılan rekabette bir adım daha öne geçebilmek için çeşitli ekonomik stratejiler ve politikalarla, bölgenin devletlerini ve halklarını da etki altına almaya çalışmaktadırlar. 

Ortadoğu 20.yy’da güç dengesinin olmadığı ve sürekli çatışma ortamının doğduğu bir bölge konumundaydı. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, çift kutuplu dünyanın güçleri olan Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin rekabet ortamında, Ortadoğu sahip olduğu yeraltı kaynakları sebebiyle iki ülkenin rekabet alanı konumuna gelmişti. Bu rekabet ortamında, iki ülkenin etkisiyle bölge halkları devamlı olarak iç karışıklık, darbe ve devrimler, iç savaşlara tanık olmak zorunda kaldı. Özellikle 1970 sonrasında bölge ülkelerinin 
büyük bir kısmı, demokratik bir yönetim anlayışından daha çok diktatör ve hanedan yönetimlerine geçiş yapmaktaydı. Bu durum da ülkelerin sürekli çatışma alanı olmasına sebebiyet vermekteydi. 90’lı yıllarda Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte oluşan güç boşluğu, Ortadoğu’da farklı ülkelerin güç kazanması ve Rusya’nın eski etkisini tekrardan oluşturmaya başlamasıyla değişiklik kazandı. 

Bölgede var olan İran, Irak ve Mısır gibi ülkeler, sahip oldukları askeri ve ekonomik güç ile birlikte bölgeye tesir etmekteydi. Bunun yanında, toparlanma aşamasındaki Rusya’da bölgede etkili olmak istemesi sebebiyle hareket halindeydi. Nitekim bu hareket, 2000’li yıllardan itibaren çok daha net hale gelmiştir. Ayrıca ABD, petrol kaynakları nedeniyle bölgeye en çok ilgi duyan ülke konumundaydı ve bölge petrolüne ve ekonomisine hakim ülke olmak niyetindeydi. Tüm bunlarla beraber, Çin, Türkiye gibi diğer ülkelerinde 
bölgeye etki etme çabası sonucu, bölgedeki çıkar çatışması devam etmiş, günümüzde ise çok kutuplu bir çatışma ortamı hali almıştır. 

Ayrıca bölgede mezhep çatışmaları ve milliyetçi çatışmalar etkisini arttırmıştır. Tüm bunların temelinde ise yine görünenden farklı olarak ekonomik kaygılar ve güç savaşı vardır. Örnek verecek olursak, 1990-91 yıllarında gerçekleşen Körfez Savaşı, Vietnam Harekatından sonraki en büyük Amerikan askeri müdahalesiydi (Gaus, 2009: 1). Körfez Savaşının temelinde yatan neden olarak Petrol Pazarının hakimiyetinin ya da büyük bir kısmının tek bir ülke olarak Irak’ın eline geçmesine karşı olarak dünya güçlerinin dur demesiydi. 

Türkiye, bölge sahip olduğu bölge ülkeleriyle tarihsel bağlarını ve coğrafi yakınlığını kullanarak bölgede söz sahibi olan ülkelerden biri olmak için girişimlerde bulunmaktadır. Bu girişimlerin temelinde, hem Türkiye’nin ekonomik ve ticari olarak bölgede etkinlik kazanmaya çalışması hem de bölgedeki petrol zengini ülkelerle yapılacak iş birlikleri ile petrol aktarımının yeni yollarla Türkiye üzerinden sağlanması amaçlanmıştır. Ayrıca askeri olarak bölgede var olan PKK tehdidi de Türkiye’nin stratejik olarak mücadele verdiği bir alan haline gelmiştir. 

Irak ise 90’lı yıllarda karmaşa içerisinde görülmektedir. Saddam Hüseyin döneminde ABD ile olan savaşlar ve rejim yıkılması sonrasında ortaya çıkan iç savaşlar, mezhep savaşları ve IŞİD tehdidin gün yüzüne çıkmasıyla günümüze kadar olan süreçte sürekli bir karışıklık hali içerisindedir. 

Bu makalede, Türkiye ve Irak’ın petrol açısından durumu ve ticareti, 1.Körfez Savaşı Sonrası iki ülke ilişkilerinin günümüze kadar genel bir değerlendirmesi, iki ülke arasında yapılan petrol bağlamında anlaşmalar ve yaşanılan anlaşmazlıklar incelenmiştir. 
İlk olarak, Ortadoğu Bölgesi’ndeki petrolün önemi doğrultusunda genel bir değerlendirme yapılmıştır. 

Ortadoğu ve Petrol Stratejiği 

Endüstrileşme ve kentleşmenin artması, sanayinin gelişmesiyle birlikte, ekonomisi güçlü devletlerin 19.yy itibariyle gelişen teknoloji ile tamamen enerji ve enerji ihtiyacı odaklı üretime dönüşmüştür. Sanayileşmenin geliştiği ABD, Çin, Rusya gibi ülkeler, Ortadoğu’daki zengin petrol kaynaklarından ve enerjiye olan ihtiyaçlarından dolayı, bölgeyi kontrol etmek istemektedirler. 

Petrol üretimi veya kaynakları olmayan dünyanın süper güçleri için petrol ihtiyacının kesintisiz giderilmesi önem arz etmektedir. Ortadoğu ise Dünya petrol üretiminin üçte birini sağlamakta olup, rezervlerin de üçte ikisine sahiptir (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431). 

Bu sebeple Ortadoğu petrolleri küresel güçler için vazgeçilmezdir. Bununla birlikte, petrol ihtiyacının giderilmesi bakımından Arap petrol zengini ülkelerinin kesintisiz petrol sağlaması, petrol yollarının güvenliği, petrolün akışının güvenli olarak sağlanması gibi pek çok unsur küresel güçlerinin her zaman gündeminde olmaktadır. Bölgenin istikrarının da korunması bu açıdan önem arz etmektedir (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431). 

Rakamlarla baktığımızda, Ortadoğu bölge olarak dünyanın günümüzde üretilen petrolün %40’ını üretmektedir. Suudi Arabistan’ı da içine alan İran Körfezi dünya petrol rezervlerinin %63’ünü elinde tutmaktadır. (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431). 

Bunun yanında Körfez’de üretilen petrol, dünyada üretilen en ucuz petrol konumundadır. Körfezde Petrol’ün varili 1 Dolar’a mal edilirken, Amerika’da üretilen petrol varili 4-6 Dolar’ı görmektedir (Gürbüz, 2013: 135). Bu sebeple, bölgenin petrol üretimi konusunda da diğer kaynakları olan bölge ve ülkelere göre daha ucuza ürettiğini söylemek yanlış olmaz. 

Amerika Birleşik Devletleri, enerji politikaları açısından da Ortadoğu’ya en çok ilgili ülkelerden biridir. Bunda ABD’nin petrol ihtiyacını çok yüksek oranda ithalatla karşılaması en önemli etkendir. Bu sebeple, bölge ülkeleri üzerinde de ABD tesir etmekte ve tesirini bölge üstünde arttırmak istemektedir. ABD’nin endüstriyel ekonomisinin petrol ihtiyacına bakıldığında, üretilen dünya petrollerinin %25’ini tüketmekte olup, ithal ettiği petrol yıllık ihtiyacı olan 90 milyon varil petrolün %60’ına yakındır (Bayraç, 2009: 121.) 

Genel olarak bakıldığında, Soğuk Savaş esnasında Ortadoğu’nun üzerindeki temel politikaların büyük bir kısmı halen devam etmektedir. 

Sadece o dönemde var olan, Komünizm tehdidi ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde ise bölge üzerinde sadece bilinen aktörler olan ABD, Rusya ve 
Avrupa ülkeleri değil, yükselen güç olarak kabul edilen Çin ve Pasifik ülkelerinin de önemlilik seviyesi içerisindedir. Burada temel olan hegemonik düzenin korunmasından ziyade, petrol politikaları çerçevesinde üretimin ve talebin karşılanmasının devam ettirilmesi vardır. Aynı zamanda bölgede oluşacak herhangi bir siyasal ve petrol ekonomisini olumsuz etkileyecek bir durumla karşılaşılması esnasında büyük güçler, insani müdahale ve demokrasinin yaygınlaştırılması kisvesi altında müdahale etmektedir (Bakırtaş & Haydaroğlu, 2007: 287). 

Ayrıca yine aynı göstermelik nedenlerin altında yapılan askeri ve siyasal müdahaleler bölgedeki rekabet ortamında güç kazanmak amacıyla da 
yapılmaktadır. 

Bakıldığında Ortadoğu ülkelerinin, var olan petrol kaynakları doğrultusunda ekonomiye yön veren dünyanın söz sahibi ülkeleri olması gerekirken, bu ülkelerin uluslararası rekabet politikaları yüzünden ayakta duramaması, bölgede gerçekleşen savaşlar, bölge ülkelerinin kendi aralarında yaşadığı siyasal ve mezhepsel çatışmaların yoğun yaşaması, bölge ülkelerinin güvenlik stratejileri doğrultusunda yanlış kararlar alması, radikal İslam’ın oluşturduğu köktencilik ve terörü besleyen kaynakların barındırılması ile birlikte bölgenin terör örgütleri tarafından yoğun etki alanında olması gibi nedenlerle ülkelerin siyasi çarkları düzgün işlememektedir (Bakırtaş ve Haydaroğlu, 2007: 295). Tüm bunlarla 
beraber, Ortadoğu üzerindeki petrol stratejiği genel olarak dünyanın güçlü ülkelerinin istediği doğrultuda ve rekabet ortamında ilerlemektedir. 

Türkiye ve Irak’ta Petrol 

Türkiye coğrafi konumu itibariyle Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika’ya olan yakınlığı doğrultusunda geçiş bölgesi olarak kabul edilmektedir. 
Dolayısıyla Türkiye’nin petrolle ilgisi de bu yöndedir. Öncelikle Türkiye’nin sahip olduğu petrol kaynaklarına bakıldığında, Türkiye’nin 1 milyar 30 milyon 
ton petrol rezervi olduğu düşünülmektedir. Ancak bu petrolün, 183,5 milyon tonluk bö-lümü üretilebilir seviyede olduğu kabul edilmektedir. 
Rezervlerinde yüzde 76’sı tüketilmiştir. Tüm bunlar doğrultusunda, Türkiye’nin günlük petrol üretimi,2,4 milyon ton üretim ile 45 bin varildir 
(Global Enerji, 2013). 

Bunun yanında, Türkiye kendi ihtiyacını karşılayacak kadar petrol üretimi yapamamaktadır. Türkiye’nin petrol ithalatı bu sebeple yüksektir. 
Türkiye’nin petrolde dışa bağımlılığı %90 oranında görülmektedir (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2014: 27). 
Ancak Türkiye geçiş yolu olması sebebiyle birçok boru hattı projesi içerisinde yer almaktadır. Bu projelerin önemi, Türkiye’nin Avrupa’ya petrol geçişlerinde kendi üzerinden geçiş sağlayarak hem petrolün ulaşacağı mesafeyi kısaltmak, hem de petrol yollarının güvenli bir alandan geçmesi açısından önemlidir. Bu açıdan Türkiye, Irak ile Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı projesi içindedir. 
Bunun yanında, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı, Azerbaycan petrolünün Ceyhan’a kadar ulaşıp, oradan dağıtılması amacıyla gerçekleştirilmiş olup, 2013 yılında yaklaşık 685,000 v/g’lük Azeri ve Türkmen petrolü Ceyhan’a ulaşmış ve buradan da dünya pazarına ulaştırılmıştır (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2014: 42). 

Türkiye’nin enerji projeleri sadece petrolle sınırlı olmayıp, doğal gaz projeleri de vardır. Yani Türkiye coğrafi konumunu en iyi şekilde kullanmak istemektedir. Diğer ülkelere oranla, Türkiye’nin sınırları içerisindeki boru hatlarının güvenliğinin sağlanıyor olması ve petrol veya doğalgazın dünya pazarına daha kısa yoldan ulaşıyor olması da alıcı taraf için kolaylık sağlamaktadır. Ancak bölgede Türkiye dışında birçok ülkenin de yeni projeler veya gerçekleşmiş projeler için de olması, rekabet ortamını oluşturmaktadır. 

Irak ekonomisi tarihsel olarak bir dönüşüm ve gelişim içerisinde görülmüştür. 1950’li yıllara kadar, diğer Ortadoğu ülkeleri gibi Irak’ın da ekonomisi tarıma dayalı bir ekonomiydi. Ancak, 1958 yılındaki devrimden sonra, 1980’li yıllara gelindiğinde Irak ekonomisi Arap dünyasının Suudi Arabistan’dan sonraki en büyük ikinci ekonomisi konumuna gelmiş, ekonominin temeli ise petrole dayalı olmuştur (Etheredge, 2011: 32). 

Ancak Iran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası ABD müdahalesi ve yaşanan ambargolar, ülkenin ekonomisinin ve Gayri Safi Milli Hasılası’nda düşüşe götürmüştür. 

Irak potansiyel olarak bulunduğu coğrafyanın gelişmesi en kolay ülkelerden biri olarak görülebilir. Çünkü sahip olduğu petrol kaynakları ve aynı zamanda bölge ülkelerine göre daha fazla su kaynakları olması gibi unsurlar, ülke ekonomisinin gelişebilme ihtimalini arttırmaktadır. Ancak yaşanan savaşlar ve rejim değişikliği doğrultusunda ortaya çıkan iç karışıklıklar, bu potansiyelin ortaya çıkmasına engel olmuştur. 
Irak’ın sahip olduğu petrol kaynakları iki bölgede yoğunlaşmaktadır. Bunlar, Musul-Kerkük Bölgesi ve Basra Körfezi tarafındaki bölgelerdir (Gritzner, 2003: 70). 

Irak Petrolleri, savaş ortamının doğuşuna kadar olan süreçte hedeflenen boyuta ulaşmış olsa da, Saddam Hüseyin döneminde devlet kontrolü 
altına alınması ve ABD’nin müdahalesiyle yaşanan Körfez Savaşları sonrasında Irak ekonomisi ciddi yara almıştır. 
Savaşın ve iç karışıklıkların getirdiği sancılı süreçte, boru hatları, petrol kuyuları ve rafineriler zarar görmüş, sabotaj saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır (Aydın, 2007: 63). Bu sebeple de petrol üretimi ve ihracatından istenen seviyeye gelinememiştir. 

Rakamlarla bakılacak olursa, 115 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervine sahip Irak’ın ihraç gelirlerini %80 petrol oluşturmakta olup, bu rakam 1970’lerin sonlarında 3.5 milyon varil civarındayken, 2003 ABD müdahalesi sonrasında 400 bin-500 bin varile kadar düşmüştür (Selvi, 2009: 92). 

Zaten bu dönemden sonraki süreçte de, ülkede sağlanamayan istikrarın etkisiyle petrol gelirleri ihracatın büyük bir kısmını kapsamasına rağmen geçmişe göre düşük bir seviyede kalmıştır. 

Irak petrol ihracatı kapsamında dahil olduğu petrol boru hattı projeleri vardır. Bu projelerden Türkiye-Irak Petrol Boru Hattı hayata geçirilmiş projelerden biridir. Bunun dışında Irak, tarihsel olarak birçok petrol boru hattı projesine dahil olmuş ve gerçekleştirmiştir. 
1977 yılında, Ceyhan’a Türkiye ile boru hattı inşa edilmiş, öncesinde Suriye ile birlikte inşa edilen boru hattıyla ile birlikte birleştirilmiştir (Etheredg, 2011: 39). 
Öncesinde, 1934 yılında İsrail’e Hayfa’ya bir boru hattı yapılmıştır. 1948’e kadar işleyen bu boru hattı, Filistin ile İsrail arasında savaşın patlak vermesiyle Irak tarafından sonlandırılmıştır (Zedalis, 2009: 13). 
Bunun yanında, Irak-Suriye-Lübnan (ISL) boru hattı, yapıldığı andan itibaren en yoğun kullanılan hat olmuştur. Ancak 1980 yılında gerçekleşen Irak-İran 
Savaşı ile birlikte, bu hattın kullanımında yeni sıkıntılar doğmuştur (Zedalis, 2009: 14). 

Körfez Savaşı Sonrası Türkiye-Irak İlişkileri 

Soğuk Savaş sonrasında iki ülke ilişkileri dönem dönem değişiklik göstermiştir. 

Öncelikle iki ülke arasındaki ilişkilerde, çok problemli dönemler olmuştur. PKK terör örgütünün Irak’ta konuşlanması, Türkiye açısından iki ülke arasındaki en önemli sorunlardan biri olmuştur. Ayrıca 1990’lı yıllarda, iki ülke arasındaki su sorunları da ikili ilişkilerin sorunları arasındadır. 
Bunun yanında, Türkiye’de bulunan ABD üssü, Körfez Savaşları’nda Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne vermiş olduğu destek de, iki ülke ilişkilerinin sorunlarının arasında göstermektedir. 

Ancak tüm bunların yanında, ticari ve ekonomik bağlamda ilişkilerin de geliştiği dönem olmuştur. 

Irak’ın Kuveyt’i işgali ve sonrasında Körfez Savaşı’na Türkiye’nin Irak’ın aleyhinde tam destek vermesi, o dönemde iki ülke arasında sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bu sorunlar kapsamında, Türkiye’nin Irak ile olan ekonomik iş birlikleri, petrol taşımacılığı ve Türkiye ihracatına olumsuz etki bırakmış, savaş öncesinde 1 milyar dolar olan ihracat, savaş sonrasında 215 milyon dolara düşmüştür (Sağsen, 2011: 65). 

Aynı zamanda Birleşmiş Milletlerin Irak’a uyguladığı ambargo sonucu Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı kapanmış ve Türkiye petrol hattından elde 
edilen gelirden mahrum kalmıştır. Uygulanan ambargonun niteliği, Türkiye’nin Irak ile olan ticaretini olumsuz yönde etkilemiştir. 1995 yılında Türkiye petrol hattının kapalı olmasından dolayı toplamda 20 miyar dolar zarara uğramış ve ambargonun kaldırılması için Birleşmiş Milletleri ikna etmeye çalışmıştır (İnan, 2013: 77). 1996 yılında, 1 milyar dolarlık satışın 3 ayla sınırlandırılması ile birlikte Birleşmiş Milletlerin kararıyla boru hattı açılmıştır. Açılış amacı, Irak’ın petrolden gelir elde etmesi ve elde ettiği geliri sadece ilaç, gıda, barınma gibi halkının insani ihtiyaçlarını giderebilmesini kapsamaktadır (Sağsen, 2011: 66). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECKTİR

***

15 Aralık 2018 Cumartesi

ORTADOĞU PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN YENİ BOYUTU BÖLÜM 2

ORTADOĞU PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN  YENİ BOYUTU BÖLÜM 2



ABD’de Seçimler ve Obama’nın Türkiye Ziyareti 

Seçimlerden Obama’nın, galip çıkması, başlı başına bir başarıydı. Çünkü “WASP” olmayan, yani beyaz, Anglo Sakson ve Protestan olmayanların bu pozisyona çıkabilmelerine ihtimal verilmemesine rağmen, üstelik babası zenci olan Barak Obama’nın Demokrat partinin adayı olması önemli bir gelişmeydi. Bu gelişme her şeyden önce, ABD’deki demokrasinin durumu, insan haklarının eriştiği boyut, etnik fark gözetmeksizin toplumsal entegrasyonun eriştiği seviye bakımlarından ABD imajına katkıda bulanan olumlu bir gelişme olmuştur. Başka bir değişle, ABD modeli bir bakıma Barak Obama’nın seçilmesi ile rüştünü ispat etmiştir. Bu 
gelişme, hukuksal anlamda olduğu gibi sosyolojik, psikolojik ve politik olarak insanların farklı etnik kökenden gelmesinin, farklı renklere sahip olmasının önemini büyük ölçüde yitirdiğinin, ortak Amerikan kimliğinin oturduğunun bir göstergesi olarak da yorumlanabilir.18 

Bu durum genelde ABD içinde ve dünyada da olumlu algılandığı için küresel krize rağmen, ABD ekonomisi ve dünya ekonomisinde olumlu küçük kıpırdanmalar oldu ve dünyada neredeyse dibe vuran Amerikan imajı da olumlu yönde etkilendi. ABD’de hem iktidar değişimini, hem de algılamalardaki değişimi hazırlayan birçok faktör bulunmaktadır. Her ne kadar Obama’nın donanımlı olması, başarılı bir kampanya yürütmesi önemli olsa da, özellikle iki dönem devam eden ABD’deki Bush iktidarının ekonomi, dış politika, savunma gibi 
alanlarda başarısız politikaları seçim sonucu üzerinde belirleyici etkiye sahip olmuştur. Doğal olarak ekonomik krizden dolayı yeni yönetimin önündeki en büyük sınav ekonomiye dair olacaktır. Fakat dış politikada da, başta Afganistan ve Irak’ta devam edene işgaller, İran’a dair politikalar gibi çözülmeyi bekleyen sorunlar bulunmaktadır.19 Şurası bir gerçektir ki, ABD Soğuk Savaş sonrası tek süper güç olarak kaldı. ABD’nin partiler ötesi temel stratejisi, ABD’nin bu pozisyonunu güçlendirmek ve mümkün olduğunca devam ettirmektir. Fakat bu 
amaca ulaşma bağlamında farklı iktidarların kullandığı metotlar değişmektedir. İki dönem, dörder yıldan toplam sekiz yıl iktidarda olan Cumhuriyetçiler bu amaca varmak için Amerika’nın askeri üstünlüğüne dayalı, diğer dost veya rakip güçlerin görüşlerine itibar etmeyen, “ben güçlüyüm yaparım” diyen bir mantıkla hareket etmişlerdir. Bunun sonuçları iç açıcı olamadığı için, Obama yönetiminin yumuşak güce dayalı, bölgesel ve küresel güçlerle, uluslararası teşkilatlarla diyaloga, işbirliğine dayalı bir siyaset takip edeceği beklenmektedir.20 
ABD’nin hem dış politikası, hem de iç politikası dünyanın geri kalanı tarafından ilgi ile takip edilmektedir. Obama’nın başkan seçilmesi sadece Amerikan kamuoyunun ilgi odağı olmakla kalmamış, dünya tarafından da ilgiyle takip edilmiştir. Dünden bu güne yeni ABD başkanlarının ilk demeçlerine, ilk ziyaretlerine önemli anlamlar yüklenmiştir. Obama’nın da ilk demecinde ne dediği ilgi ile izlenmiş, İslam dünyasına yönelik sıcak mesajları, diyaloga 
vurgu yapması özellikle İslam ülkelerince takdirle karşılanmış, ilk ziyaretini de hangi ülkeye yapacağı merakla beklenmiştir. Obama ilk denizaşırı ziyaretini Türkiye’ye yapacağını açıkladığında, bir taraftan dünya kamuoyunun merakı giderilirken, diğer taraftan Türkiye bu gelişmeyi sevinçle karşılamış, Türkiye ile sorunu olan çevreler, devletler ise kıskançlıkla karışık rahatsızlıklarını ortaya koymuşlardır.21 Başkan Obama’yı bu ziyareti gerçekleştirmeye teşvik eden birçok faktör bulunmaktadır. Takip ettiği komşuları ile sıfır sorun politikası 
sonucu Türkiye Ermenistan hariç tüm komşuları ile ilişkilerini düzeltmiş ve bölgede saygın bir konuma gelmiştir. Ermenistan ile de günümüzde devam eden bir diyalog süreci bulunmaktadır. Sınırın açılması, diplomatik ilişkilerin kurulması ve sorunların diplomatik yollarla çözülmesi gündemdedir. İç istikrar ve tek partinin iktidarda olmasının yardımı ile Türkiye bölgesel ve küresel istikrarın sağlanması için olumlu roller oynamaya başlamıştır. Türkiye’nin bölgedeki saygın, şahsiyetli duruşu bölgesel ve küresel dengeleri muhafaza etme 
ve yönlendirme arayışında olan ABD’nin gözünden kaçmamıştır. Ayrıca ABD Türkiye’nin artık bir “küçük kardeş” değil, bir “arkadaş” olduğunu kabul etmiştir.22 Diğer önemli bir boyut ise, dünyada medeniyetler çatışmasından bahsedilmekte iken, sanki bu iddiayı teyit edercesine ABD’ye yönelik 11 Eylül saldırıları gerçekleşti. Bunu takiben özellikle Batı’da Müslümanlar düşman, İslam ise tehlikeli bir ideoloji olarak algılanmaya başlandı. Bu durum ise dünya barışına katkı sağlamadığı ve sağlayamayacağı gibi, ne Batı’nın, ne de İslam dünyasının çıkarına olacaktır. Bunun farkında olan başkan Obama hem kampanyası sırasında, hem de daha sonra İslam dünyasına olumlu mesajlar vermiş ve el uzatacaklarını, işbirliği yapacaklarını vurgulamıştır. Bu bağlamda ilk ziyaretini de halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olan Türkiye’ye yapmaları önem arz etmektedir. Obama’nın Türkiye ziyareti ile bir bakıma Türkiye nezdinde İslam dünyası onure edilmiştir. Türkiye, ileri demokrasiyle İslam’ın bir arada bulunabileceğini gösteren bir ülkedir. Türkiye’nin bu özelliği de, hem dünya barışı, hem de ABD dış politikası bağlamında anlam ifade etmektedir.23 ABD’nin Bush döneminde Afganistan’da, Irak’ta savaşa girmesi ve günümüzde Irak’tan çekilme sürecine başlaması, diğer taraftan Afganistan’da ise ABD’nin istikrar sağlama bağlamında yardıma ihtiyacı olması, Türkiye’nin de her iki durumda gerek askerlerin çekilmesinde Türk topraklarının kullanılması, gerekse Afganistan’da ek askeri güç ihtiyacı bağlamında ABD için yardım edebilecek bir ülke olarak anlam ifade etmesi, Obama’nın ziyaretinde bir nebze de olsa etkili olmuş olabilir. Amerikan Başkanı’nın ziyareti bir taraftan Türkiye’nin kültürel, 
tarihsel, coğrafi açıdan öneminin altını çizerken, diğer taraftan dış politikada takip ettiği şahsiyetli politikanın bir başarısı ve belki de gerçekten bölgesel güç olduğunun ve ufukta küresel güç olabilme vizyonu bulunduğunun bir teyidi de kabul edilebilir. 

Türkiye ne Yapmalı? 

Türkiye maalesef kendi Kürt sorunun rehini haline gelmiştir. Bu sorun Türkiye’yi bölgede güçsüz bir hale getirir ve Kürt sorununu manipüle etmek isteyen düşmanlarının yönelimlerine karşı daha savunmasız kılar ve bu Türkiye’nin Irak, İran ve Suriye ile ilişkilerinde elini bağlayan bir unsur olur. Bunun yanında İran, Iraklı Kürtleri Bağdat'la hesaplaşma aracı olarak görmüş ve defalarca faydalanmıştır. Ancak Saddam'ın devrilmesi ve Şiilerin etkinlik kazanmasıyla birlikte Kürtlerin bu çerçevede önemi kalmamıştır. Ülkelerindeki Kürt nüfusu 
Türkiye’dekine oranla daha küçük olan Suriye ve İran, Irak Kürtlerinin bağımsızlığı konusunda Türkiye kadar doğrudan ve büyük bir tehdit algılamıyorlar. Dolayısıyla Kuzey Irak, Suriye ve İran için ABD ile ilişkilerindeki en önemli kalem değildir. Türkiye bu noktada Kuzey Irak’ın bu ülkeler için de öncelikli tehdit olduğuna ikna edebilmelidir. Bunun ardından da Irak’ın tüm komşularının ABD’nin Irak’ın bölünmesini hazırlayan politikaların dan  vazgeçmemesi halinde ödenecek bedelin ne olduğunu ABD´ye net bir şekilde göstermeleri gerekir.24 Türkiye’nin hızla Irak’ta elini güçlendirmesi gerekiyor ve kendisinin ne kadar önemli, gerekli ve güçlü olduğunu sadece Obama ya değil, Irak’lı ve bölgesel unsurlara da kanıtlaması gerekiyor. Irak’ta eli güçlenmemiş, pratikte uygulanabilir planları olmayan, sadece PKK ve Barzani saplantısı ile hareket eden bir Türkiye’nin belirleyici ülke olmasını beklemek gerçekçi olmaz.25 Eğer tüm saha ABD’de şekillenecek ki bu aynı zamanda İsrail ve 
İngiltere etkisinde şekillenecek demektir, planlara kalacak ise Türkiye’ye biçilen rol hiçbir zaman onun lehine olmayacaktır. Türkiye olayların içine çekilmek ve sürüklenmek yerine Irak’ta güven ve istikrar inşa eden bir ülke rolüne bürünmelidir. Kuzey Irak’ın Türkiye’ye ekonomik ve toplumsal uyumunu sağlanamaz ise bölge Türkiye’yi rahatsız eden bir yer olmaya devam edecek. ABD´ye kurulacak bir Kürt devletinin stratejik bir yük olacağı her 
fırsatta vurgulanmalıdır. ABD’nin; denize çıkışı olmayan, izolasyonlar nedeniyle doğal zenginliklerini pazarlayamayan Kürtleri askeri, siyasi ve ekonomik açıdan uzun yıllar desteklemek zorunda kalacağı anlatılmalıdır. Bu şartlarda ABD kamuoyu Kürt devleti projesi´ne çok sıcak bakmayabilir. 

İçinde yaşadığımız dünya yerinden oynayan taşları yeniden yerlerine yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye'nin bu yenidünyada birçok manevra ve işbirliği alanları vardır. Sadece süper güce bağımlı politikalar yerine, Balkanlar´da, Doğu Avrupa´da, Ortadoğu´da, Orta Asya´da ve Kafkaslarda yeni imkânlar ortaya çıkmıştır.26 Belirtilen bölgelerde yürütülen ABD politikaları, Türkiye'nin uzun vadeli bölge politikaları ile örtüşmemekte, aksine çoğu yerde karşı karşıya gelmektedir. Türkiye, ABD ve AB ile iyi ilişkiler içinde olarak ama tam 
teslimiyet içine girmeden, Rusya, Orta Asya, Uzak Doğu gibi birbirinden çok farklı ama Türkiye ile doğrudan ve yakından ilgili bölgelerle daha yakın ve daha sıkı işbirliği arayışı içinde olmalıdır. Türkiye, Kafkaslar, Orta Asya ve Akdeniz'de Rusya ile birlikte önemli roller üstlenebilir. Diğer yandan Orta Asya'daki devletler ve Ortadoğu'daki komşularımızla yapılabilecek bölgesel ekonomik ve siyasi işbirlikleri, hem bölgeye hem de dünyaya istikrarın ve barışın gelmesine katkı yapabilir. Bu tür bölgesel işbirlikleri ne AB'ye ne de ABD'ye karşıdır. Ayrıca bu tür işbirlikleri bu ülkelere karşı alternatif de değildir. Türkiye bu çok yönlü 
yeni oluşumlar ortasında, kendine daha çok güvenerek, kendi genç nüfusuna, eğitimli insanlarına, girişimcilik ruhuna daha fazla ağırlık vererek yeni ve milli politikalar yürütmek zorundadır. Bunun içinde hedeflerimizin net bir şekilde ortaya konmasına, kalıcı ve akılcı bir strateji belirlenmesine ve izlenmesine ihtiyaç vardır. 

Sonuç ;

Türkiye, 1991’den sonra uzun süre Kuzey Irak’taki en aktif ve etkin güç konumunda idi. Fakat bu güç zamanla erozyona uğramaya başladı. ABD Türkiye’yi yavaş yavaş devre dışı bırakmayı denedi ve Türkiye’nin bölgedeki etkisi oldukça sınırlandı. ABD´nin Irak’ın genelinde olduğu gibi Kuzey Irak’a yönelik politikasının da, iyi düşünülmüş ve uygulanan bir plandan çok güncel gelişmelerin ve tartışmaların seyri büyük önem taşıyor. Ancak yine de, 
ABD Kuzey Irak’ta uzun süreli askeri güç bulundurarak çevre ülkelerinin iradelerinin kırılmasını beklemeyi planlıyor olabilir.27 Türkiye, ABD’nin Kuzey Irak politikasını daha köklü biçimde etkileyebilecek bazı adımları henüz atmamıştır. Türkiye, bir Kürt devletinin kurulmasının ABD’ye yarardan çok zarar getireceği konusundaki ikna çabalarını her şartta sürdürmelidir. Ancak bu ikna çabaları, sözlü mesajlarla sınırlı kaldığında yeterli olmayabilir. 
Türkiye ABD aleyhine adımlar atma isteğinde olmadığını ama gerektiği zaman bunu yapmaya kapasitesi ve cesareti olduğunu Amerikalı karar alıcılara gösterebilmelidir.28 

ABD’nin Irak’tan ve Ortadoğu’dan hemen çekileceğini düşünmek zor fakat söz konusu olan ABD de olsa bölgenin şartları tek aktörün belirleyiciliğine izin vermiyor. Türkiye’ye olan ihtiyaç her geçen gün artıyor. Türkiye bu ihtiyacı görebilir ve içini doldurabilirse şu ana kadarki kayıplarını giderebileceği bir zemine kavuşabilir. Kürt devleti gibi korkularına hapsolmuş bir Türkiye ise ne bu korkusundaki tehdidi ortadan kaldırabilir, ne de olayların önünde sürüklenmek ten kurtulabilir. Ortadoğu’nun istikrara ve barışa kavuşması, bölgenin 
demokratikleşmesi, ekonomik olarak kalkınması Türkiye’nin yararına olur. Ortadoğu, dünyada demokratikleşmeden nasibini alamamış son bölgedir. İşbaşındaki rejimlerden ve ABD’nin politikalarından hayal kırıklığına uğrayan insanlar İslamcılara yöneliyor. Ne İslamcı rejimlerle yönetilen, ne de istikrarsızlık ve karışıklık, mezhep veya etnik çatışma içinde olan komşularla çevrili olmak Türkiye’nin işine gelir. Türkiye’nin paylaştığı görüş, bölgenin reformlara ihtiyacı olduğudur. Ancak, bunun ABD’nin yöntemleri ile gerçekleşemeyeceği ortada. Ortadoğu’da değişim yavaş olacak. Kalıcı olması için bunun esas olarak iç 
dinamiklere dayalı bir değişim olması gerekmektedir. 

Dünyamız şuan itibariyle beş yıl önce olduğundan daha tehlikeli bir görünüm arz etmekte ve de geleceğe yönelik beklentiler hiç iç açıcı değil. Belki de Birleşmiş Milletler içindeki siyasi değişikliklerin ortaya çıkaracağı yapıcı bir yaklaşım, güvenlikte geçtiğimiz yıllarda ki azalmayı önümüzdeki yıllar da tersine çevirebilir. Temennimiz, Türkiye’nin bölgede ılımlı ve uzlaşmayı sağlayacak daha bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmasıdır. Türkiye, jeopolitik bağımsızlığını ancak mücadele ederek kazanabilir. Bunun kolay, bedelsiz ve sınırsız olması 
beklemek doğru olmaz. ABD’den bağımsız olmak adına onun her politikasına, hemen ve tamamen karşı çıkmak da doğru değildir. Türkiye’nin ABD’den ayrı düşebileceği ve hatta düşmesi gereken konuları olmasına rağmen bunların sayısı ve şekli sınırlıdır. Dolayısıyla Türkiye, ABD’ye karşı tutum alması gereken konuları çok iyi belirlemelidir. Bu konular seçilirken dikkate alınması gereken kriterler insani, dini ve duygusal değil, milli ve somut olmalıdır. Demek ki, Türkiye bir yandan Batı ittifakı içinde yer aldığı için ABD ile ilişkilerine özen göstermek zorundadır. Diğer yandan da, 11 Eylül sonrasında ABD’nin Ortadoğu’da uyguladığı politikalar karşısında, kendi çıkarlarını korumalıdır. Bu, çok iyi düşünülmüş, iyi ayarlanmış bir diplomasi ve güvenlik politikası gerektirir. Türkiye bu yeni sistemde, şayet dersini iyi hazırlanır ve yetenekli insan sermayesini akıllı, gerçekçi bir strateji çerçevesinde bu işe seferber ederse bu defa treni kaçırmayız. Sistemde önemli bir bölgesel siyasi, ekonomik ve askeri güç olarak yerimizi teminat altına alırız. Aksi halde, “ böyle gelmiş böyle gider”  senaryosuna dâhil edilip son zamanlarda hızlanan yoğun dünya mimarisini yeniden yapılama çabalarının dışında kalırız.29 

DİPNOTLAR;

1 Karakuş, Hakan Alexander: Die Außenpolitik der Republik Türkei im Zeitraum 1990 bis 2000, Diplomarbeit, Wien 2005, S. 12-15 
2 Arı Tayyar; Türk - Amerikan İlişkileri: Sistemdeki değişim sorunumu?, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 4, No:13, ss. 17–35, 2008. S. 25-26 
3 Brauns, Nikolaus - Tsalos, Dimitri; Naher und mittlerer Osten. Krieg Besatzung Widerstand, 2007, S. 96 
4 Larry Everest; Öl, Macht und Empire. Der Irak und die globale US-Politik (Globale Analysen), 2007, S. 67 
5 Yılmaz M. Ercan; Soğuk Savaş Sonrasında “Yeni Dünya Düzeni”, Akademik Bakış Dergisi, Temmuz - Ağustos – Eylül Sayı: 17, 2009, S.23 
6 Gözen, Ramazan; Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası. Ankara 2000, S. 25–31 
7 Yılmaz M. Ercan; Soğuk Savaş Sonrasında “Yeni Dünya Düzeni”, Akademik Bakış Dergisi, Temmuz - Ağustos – Eylül Sayı: 17, 2009, S. 16 
8 Dippel Horst; Geschichte der USA, 8. Auflage 2007, Beck`sche Reihe, S. 65 
9 Seufert Günter, Kubaseck Christopher, Die Türkei – Politik Geschichte Kultur, München, Beck Verlag, 2004, S. 94 
10 Andrea K. Riemer; Petroimperialismus und Freiheit? Frankfurt am Main 2008, Peter Lang Verlag, S. 45-50 
12 August Pradetto; Sicherheit und Verteidigung nach dem 11. September 2001, Frankfurt am Main 2004, Peter Lang Verlag, S. 85-89 
13 Andrea K. Riemer; Petroimperialismus und Freiheit? Frankfurt am Main 2008, Peter Lang Verlag, S. 45-50 
14 Irak: Das geteilte Böse, Der Spiegel, (24/2007), 11.06.2007 
15 Obama kündigt harte Politik gegenüber Teheran an, DerStandart, 07. Dezember 2008 
16 Obama verspricht Iraks Regierung „verantwortungsvollen“ Truppenabzug, DerStandart, 04. Dezember 2008 
17 Andrea K. Riemer; Petroimperialismus und Freiheit? Frankfurt am Main 2008, Peter Lang Verlag, S. 45-50 
18 Clinton besuchte erstmals seit Nominierung US-Außenministerium, DerStandart 09. Dezember 2008 
19 Kalnoky Boris; Barack Obama sieht Türkei als „Modell für die Welt“, Die Welt 06.04.2009 
20 Erdurmaz Serdar; 11 Eylül Sonrası Dünya: Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak, 
    http://www.turksam.org/tr/a1786.html (20.06.2009) 
21 Kalnoky Boris; Barack Obama sieht Türkei als „Modell für die Welt“, Die Welt 06.04.2009 
22 aynı yer. 
23 Erdurmaz Serdar; 11 Eylül Sonrası Dünya: Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak, 
    http://www.turksam.org/tr/a1786.html (20.06.2009) 
24 Arı Tayyar; Türk - Amerikan İlişkileri: Sistemdeki değişim sorunumu?, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 4, No:13, ss. 17–35, 2008. S. 18 
25 aynı yer, S. 25–26 
26 Seufert Günter, Kubaseck Christopher, Die Türkei – Politik Geschichte Kultur, München, Beck’sche reihe, 2004, S. 48 
27 Henner, Fürtig; Deutsche Experten geben USA Schuld für religiöse Konflikte, Der Standart, 14. Juni 2007 
28 Uslu Nasuh, 1980´lerden Günümüze Türk Amerikan İlişkilerinin Genel Seyri ve Temel Boyutları, “1980– 
    2003 Türkiye´nin Dış, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları”, Göksu Turgut, Şen Ali, Baharçiçek Abdulkadir, Hasan H. Çevik (Edt.), Siyasal Kitapevi, 
    Ankara, 2003, S. 184–186 
29 aynı yer, S. 184–186 


Kaynakça;

• ABROMOWİTZ Morton; (2001) Türkiye´nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, 
(Çeviri: Faruk Çakır ve Nasuh Uslu), Liberte Yayınları. 
• ARI Tayyar; (2008) Türk - Amerikan İlişkileri: Sistemdeki değişim sorunumu?, 
Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 4, No:13, ss. 17–35. 
• ANDREA K. Riemer; (2008) Petroimperialismus und Freiheit? Frankfurt am Main, Peter Lang Verlag. 
• AUGUST Pradetto; (2004) Sicherheit und Verteidigung nach dem 11. September 
2001, Frankfurt am Main, Peter Lang Verlag. 
• BIERLING Stefan; (2007) Geschichte der Amerikanischen Aussenpolitik „von 1917 bis Gegenwart“, Verlag C.H. Beck, Nördlingen. 
• Clinton besuchte erstmals seit Nominierung US-Außenministerium, DerStandart 09. Dezember 2008 
• Der Krieg im Irak und seine Folgen: Analysen und Hintergründe, Die Zeit 30/ 2006 
• DIPPEL Horst; (2007) Geschichte der USA, Beck`sche Reihe, 8. Auflage. 
• GÖZEN Ramazan; (2000) Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası. Ankara. 
• HENNER Fürtig; Deutsche Experten geben USA Schuld für religiöse Konflikte, Der Standart, 14. Juni 2007 
• KALNOKY Boris; Barack Obama sieht Türkei als „Modell für die Welt“, Die Welt 
06.04.2009 
• KARAKUS H. Alexander: (2005) Die Außenpolitik der Republik Türkei im Zeitraum 1990 bis 2000, Diplomarbeit, Wien. 
• KÖNI Hasan; (2007) Amerikanın Uluslararası Politikası, Ekim Yayınları. 
• LARRY Everest; (2007) Öl, Macht und Empire. Der Irak und die Globale US-Politik (Globale Analysen). 
• Nahost: Die Gefahr der drei Bürgerkriege und das Ende der US-Dominanz, Die Presse 30.12.2006 
• Obama kündigt harte Politik gegenüber Teheran an, DerStandart, 07. Dezember 2008 
• ROWLAND Morgan - IAN Henshall; (2006) Amerikan Yalanları „11 Eylül ve 
Medeniyetler Çatışması“, (Çeviri: Güneş Ayas ve Bora Alioğlu), Salyangoz Yayınları. 
• SEUFERT Günter - KUBASECK Christopher, (2004) Die Türkei – Politik Geschichte Kultur, München, Beck Verlag. 
• USLU Nasuh; 1980´ler den Günümüze Türk Amerikan İlişkilerinin Genel Seyri ve Temel Boyutları, “1980–2003 Türkiye´nin Dış, Ekonomik, Sosyal ve İdari 
Politikaları”, Göksu Turgut, Şen Ali, Baharçiçek Abdulkadir, Hasan H. Çevik 
(Editörler), Siyasal Kitapevi, Ankara, 2003, S. 184–186 
• YILMAZ M. Ercan; (2009) Soğuk Savaş Sonrasında “Yeni Dünya Düzeni”, 
Akademik Bakış Dergisi, Temmuz - Ağustos – Eylül Sayı: 17, ss. 11–24. 


***

ORTADOĞU PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN YENİ BOYUTU BÖLÜM 1

ORTADOĞU PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN  YENİ BOYUTU BÖLÜM 1





Ali AYATA* 
* Yrd. Doç. Dr., Bilecik Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi , 
ali.ayata@bilecik.edu.tr 

AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ 
Sayı 22, Ekim – Kasım – Aralık – 2010 
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi 
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası 
Kırgız- Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat- KIRGIZİSTAN 
http://www.akademikbakis.org 

Özet 

Bu çalışmada, ABD’nin bugünkü İslam dünyasında izlediği politik strateji dikkate alınarak Ortadoğu özellikle de Kuzey Irak’a yönelik ABD politikalarını, Obama yönetimi altında, Amerika’nın Ortadoğu’daki siyaseti açısından ne gibi değişiklerin olacağı ve bunların Türkiye’nin çıkarları üzerindeki etkisini tahlil ve tahmin etmeye çalışacaktır. Obama’nın özellikle Ortadoğu coğrafyasına askeri bir yaklaşımdan ziyade diplomasi ve ekonominin ağırlıklı olduğu bir dış politika tavrını benimsediği görülmektedir. 
Bu çerçevede, ABD’nin muhtemel bir Kürt devleti, Kerkük, bölgedeki askeri varlığının geleceği, kuzey Irakta  gerçekleştirilen askeri harekâtlar ve PKK’nın bölgedeki varlığı gibi konulardaki çıkarları, politikaları ve seçenekleri irdelenecektir. 

GİRİŞ 

1990'lardan sonra uluslararası sistem büyük değişikliğe uğramıştır. 

Bu değişiklikle birlikte özellikle Türkiye için çok sayıda yeni imkânlar ve bunlara paralel olarak da yeni problem sahaları ortaya çıkmıştır. Soğuk Savaş döneminde sadece güvenlik argümanlarından dolayı önemli kabul edilen Türkiye’nin, Soğuk Savaş sonrası dış politikada manevra alanı genişlemiş, özerk politikalar takip edilmeye başlanmış, bölgesel güç haline gelinmiştir. Bir bakıma Türkiye kendi yakın çevresini, Balkanları, Kafkasları, Orta Asya’yı, Ortadoğu’yu, 
Kuzey Afrika’yı keşfetmiş, bu bölgelerin kendisi için birinci derecede ekonomik, güvenlik, siyaset, kültür, etnik bağlar bakımlarından önemli olduğunu anlamıştır. Diğer taraftan başta ABD olmak üzere dünya da Türkiye’yi bu yeni hali ile keşfetmiştir. Artık Türkiye sadece güvenlik argümanlarından dolayı önemli olan bir ülke değil, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun ortasında tüm buralarla ilgili gelişmelerde anahtar rolü oynayan bölgesel bir güçtür.1 ABD ise temel politikasını, dünya enerji kaynaklarının kontrol edilmesi üzerine kurduğu strateji ile yürütmektedir. Bu stratejisini de açık açık bütün dünyaya bildirmekte ve 
gereğini de yapmaktadır. Petrol ve diğer enerji kaynaklarının, ABD ve onun müttefiki olan gelişmiş ülkelerin ekonomilerine zarar vermeyecek şekilde çıkarılması, işletilmesi ve uygun fiyatlarla kesintisiz bir şekilde çıkarılmasının ve işletilmesinin devamı diyebileceğimiz bu temel politika gereği, ABD, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya gibi petrol ve doğalgaz bakımından çok zengin ülkeleri ve bu ülkelerin yer aldığı coğrafyayı daimi bir şekilde kontrol etmek istemekte ve bu bölgedeki güç dengelerinin hep kendi ulusal çıkarlarına uygun biçimde 
şekillenmesine çalışmaktadır. 

Sekiz yıllık George Bush döneminde Türk-Amerikan ilişkilerindeki bozulmanın en önemli nedeni Irak savaşı olmuştur. İlişkilerdeki düzelmenin de, başka şeylerin yanında, bu ülkede yaşanan olumlu gelişmelerle ilişkili olduğu söylenebilir.2 Ülkede düzelen güvenlik durumu, Şiiler ile Sünniler arasındaki uçurumun daralması, ülkenin bütünlüğüne sahip çıkan unsurların güç kazanması, ABD’nin Irak’tan çekilme sürecine girmesi, K. Iraklı Kürtlerin bağımsızlık taleplerinden vazgeçmeye ve Türkiye’ye daha fazla ihtiyaç duymaya başlamaları ve PKK’nın 
da kendini giderek daha sıkışmış hissetmesi ve örgüte yönelik Türk-Amerikan işbirliğinin daha da gelişebileceğinin düşünülmesi Irak’ın Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerindeki ağır yükünü hafifletmeye başlamıştır. Bu yükten kurtulmaya başlayan ilişkinin önünde artık daha bereketli işbirliği alanlarının yeşermesi mümkün olabilir. Aksi durumda Türk-Amerikan ilişkilerinin onarılması zor bir yara alması, işbirliği alanlarının daralması, Türkiye’nin İsrail’le 
ilişkilerine olumsuz yansımaları dâhil olmak üzere, bölgesel ve ülke içi dinamiklerin de etkisinde Türkiye’nin komşu ülkelere, Orta Doğu’ya ve İslam dünyasına yaklaşımlarında bazı değişiklikler yaşanması gibi olasılıklar gündeme gelebilecektir.3 

ABD´nin Ortadoğu ve Türkiye Politikası 

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, ABD merkezli geliştirilen “soğuk savaş” stratejisinin 1980’li yıllara kadar olan sürece etkileri ile İslami akımların gelişmesi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Özellikle Ortadoğu, Avrasya ve Balkanları kapsayan “soğuk savaş” stratejisinin, jeopolitik bakımdan en önemli merkezlerinden biri olan Türkiye, ABD için vazgeçilmez bir ülkeydi. Bu önem halen devam etmektedir. Türkiye dâhil bütün Ortadoğu’nun siyasal, dinsel ve tarihsel yapısı dikkate alınarak, Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan İslam, “soğuk savaş” sürecinin en önemli ideolojik silahlarından biri oldu. 

Ekonomik ve coğrafik bakımdan dünyanın en stratejik bölgesi olan Ortadoğu’da ve Türkiye’de, din olgusu çok daha ciddi boyutlarda kullanıldı.4 
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, ABD kendini dünya’nın tek süper askeri gücü olarak ilan etti. Özellikle Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını bir bütün olarak denetim altına alarak rakiplerine karşı tam bir üstünlük sağlamayı planladı.5 Bunun içinde, öncelikli olarak Ortadoğu’da gelişen İslamcı hareketin tasfiyesini gündemine aldı. ABD’nin 1990’lardan sonra, bölge coğrafyasında gelişen ve Müslüman toplumunu ciddi oranda etkileyen antiamerikancılığa karşı geliştirdiği askeri politika öncelikle saldırı stratejisi oldu. Bu nedenle ABD’nin askeri gücünü kullanarak süper güç olduğunu göstermek için yeni düşmanlara ihtiyaç duyması bir zorunluluk haline geldi. Bunlara da “İslami teröristler” denildi. Kimilerine 
göre Ortadoğu çatışmasının ana unsuru medeniyetler çatışmasıdır. Bunun içinde radikal İslam’ın yok edilmesi, bölge coğrafyasının sınırlarının yeniden çizilmesi ve ABD’nin ihtiyaçlarına yanıt veren ılımlı İslam devletleri’nin kurulması gerekmekte dir.6 ABD’nin bugünkü İslam dünyasında izlediği politik strateji dikkate alındığında hem radikal İslam’ın etkisizleştirilmesi gerekçesiyle bölgenin işgaline ve askeri şiddetin kullanılmasına politik bir zemin hazırlanmakta hem de bölge ülke devletlerinin siyasal rejimlerinin yeniden biçimlendirilmesi amaçlanmakta dır.7 Son yıllarda gündemden düşmeyen Büyük Ortadoğu  Projesi’nin arka planında da bu politikalar bulunmaktadır. 
   ABD Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalışırken bölge haritasını da değiştirmeyi amaçlıyor mu? Bu son derece önemli bir konudur. Amerikan hükümeti, amacının sınırları değiştirmek olmadığını söylese de bu konuda fikir jimnastiği yapıldığı biliniyor. Sınırlarla oynanacaksa, bunun ilk kurbanı işgal 
altındaki Irak olacaktır. 

Soğuk Savaş döneminde, uluslararası güç dengelerinin özellikle ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanmış olması, Sovyetler Birliği’ne sınır olan Türkiye’nin jeopolitik konumunu son derece önemli kılıyordu. ABD’nin bölgedeki hâkimiyet gücünü koruması bakımından özellikle Ortadoğu’nun ekonomik ve sosyal tarihsel ilişkilerini kullanarak geliştirdiği politikaların ekseninde daha önce ifade ettiğimiz gibi, İslam dini vardı. Jeopolitik konumu, toplumun dinsel yapısı ile tarihsel kültürel özellikleri bakımından ön plana çıkan Türkiye, ABD’nin Avrasya ve Ortadoğu politikasının uygulanma sahasının en önemli merkezlerin den birini oluşturuyordu. Sovyetler Birliği’ne karşı desteklenerek ekonomik ve politik olarak bir güç haline getirilen Ortadoğu ülkelerindeki radikal İslamcı güçler düşman kategorisinde görülürken, Türkiye’nin stratejik konumu, değişen uluslararası güç dengelerine ve bölgenin ihtiyaçlarına bağlı olarak yeniden planlandı. Göze batan en önemli iki husus: NATO’nun değişen rolüne bağlı olarak Türkiye’nin jeopolitik konumunun artması ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyumuydu. Yani soğuk savaş’tan sonrada, Ortadoğu ve Avrasya üzerindeki güç ve egemenlik çatışması kesintisizce devam ettiğine göre, Türkiye’nin bölgedeki konumu değişmeyecektir. Belki de ABD ile AB’nin üzerinde anlaştıkları en önemli konulardan biri Türkiye’nin AB üyeliğinin fiili olarak başlatılmasıdır.8 Çünkü Ortadoğu’da yaşanan politik gelişmeler sadece ABD’nin değil aynı zamanda AB devletlerinin en önemli sorunlarından birini oluşturmaktadır. Afganistan’daki ve Irak’taki gelişmeler AB sürecinin en önemli politik gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor. Ortadoğu kökenli radikal İslami hareketlerin uluslararası alanda başlattığı şiddet eylemlerinin yaygınlaşması ve aynı şekilde AB içerisinde bulunan birçok devletin doğrudan hedef haline gelmesi, AB devletlerini yeni 
çözümler bulmaya zorlamaktadır.9 

Kimilerine göre 11 Eylül 2001’de ABD topraklarında yapılan eylemlerle İkiz Kulelerin ve Pentagon’un vurulması, Afganistan’ın ve Irak’ın işgali ile çatışmaların çok daha geniş bir alana yayılması ile İslamcı hareketlerin şiddet eylemlerinin uluslararası bir boyuta dönüşmesi, Türkiye’nin AB’ye alınması sürecini bir bakıma hızlandırdı. Bu mevcut durum hiçbir ülke tarafından kabul edilmese de, bu faktörün ciddi oranda etkili olduğunu birçok stratejiysen, 
araştırmacı ve politikacı kabul etmektedir. Çünkü dinsel temelde gelişen İslami terör ABD ve AB dâhil olmak üzere batı dünyasına yöneliktir tezi ciddi olarak benimsenmektedir. Bu tehlikenin bertaraf edilmesi ya da saldırıların etkisizleştirilmesi için Türkiye’ye ihtiyaç vardır. Türkiye’nin bu süreçten dışlanması, köktenci İslamcılığın gelişme eğiliminin çok daha hızlı olacağı ve genç nüfusun hızla radikal İslam’ın etkisine gireceğini ve bu da, hem ABD’nin ve 
AB’nin bölgesel politikalarını çok ciddi oranda etkileyecek hem de radikal İslam’ın Batı’ya doğru çok daha hızlı gelişmesine nesnel bir zemin hazırlayacak tır. Bütün bu olasılıkların engellenmesi için de, Türkiye gibi bir ülkenin AB sürecine dâhil edilmesi kaçınılmaz ve zorunludur.10 Öte yandan Ortadoğu toplumları açısından Batı tarihsel ve düşünsel bir sorundur. 

   11 Eylül sonrası ABD´nin bölgeye yönelik çatışmacı politikası, kamuoyunda derin öfkeye neden olmuş ve Batı karşıtlığını arttırmıştır. Ancak Batı, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi artık tekil değil. AB'nin İsrail’in politikalarını açıkça eleştirmesi, Irak krizine diplomatik çözüm arayışları, AB ve ABD dış politikalarında farklılaşmayı göstermektedir. 

Trans-Atlantik ilişkilerdeki ayrışma, Ortadoğu'nun da Batı'yı tekil algılayan bakışını değiştirmesine neden olmaktadır. Müslüman halklar ile ABD´nin bölgedeki uzlaşmaz konumu, AB'yi bir çekim merkezi yapmaktadır. Ayrıca, AB'nin Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya doğru genişleme olasılığı ve bölgede istikrarın ancak AB güvenlik alanına dâhil olunarak sağlanacağı beklentisi, dikkatlerin Türkiye-AB ilişkilerine yönelmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla, hangi Batı sorusuna karşılık olarak ABD değil, yumuşak bir güç olarak AB öne çıkmakta ve Ortadoğu toplumlarında Batı Avrupa ülkelerine ilişkin genel kanı 
yumuşamaktadır. 

Türkiye ve ABD'nin Irak ve Ortadoğu Politikaları 

Soğuk Savaş sonrası Ortadoğu bölgesinde artık iki kutuplu dünyaya uygun politikalar değil, bir yandan küresel dünya düzeni tarafından yönlendirilen diğer yandan da ülkelerin kendi ulusal politik, ekonomik, stratejik ve etnik yapılarının gerektirdiği çıkarları doğrultusunda politikalar oluşturulacaktır. Yıllarca Ortadoğu bölgesinde kendi çıkarları doğrultusunda ya pasif ve bölgeye müdahil olmak istemeyen ya da Batı bloğunun politikaları doğrultusunda politika geliştiren Türkiye, 1980'li yıllarda İran-Irak savaşında aktif tarafsızlık politikasıyla 
başlayarak özellikle Soğuk Savaş sonrasında kendi çıkarları doğrultusunda genelde Ortadoğu özelde de Suriye, Irak ve İran´a yönelik daha aktif ve müdahaleci bir politika izlemeye başlamıştır.11 Bu bağlamda son yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerinin yüklü gündemindeki en önemli konu; Irak’ta yaşananların Türkiye’yi etkileyebilecek olmasıdır. Irak'a Amerikan saldırısının söz konusu edildiği 2001 yılı sonlarından itibaren Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması, Irak'ın kuzeyinde yeni bir devlet oluşumuna tahammül  edilemeyeceği ve Irak Türklerinin can ve mal emniyetiyle birlikte haklarının korunması gibi konuları sık sık dile getirmiştir. ABD ve Türkiye, birçok konuda benzer çıkarlara sahip olmalarına rağmen bu konuda ayrı düşmüşlerdir. 

  Eğer Türkiye, ABD´nin Irak’ın bölünmesini amaçlamadığına ya da bu yola başvurmayacağına emin olsa aradaki problemlerin büyük bölümü kolaylıkla çözülürdü. Ama ABD, bu güveni bir türlü verememektedir. Türkiye’nin 
Irak konusunda telaşlandığını iddia edenler büyük bir yanılgı içindedirler. Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması, Türkiye için yarattığı tehlikeler gerçek, büyük ve yakındır. İlişkilerin tekrar istikrara kavuşması, Irak’ın geleceğinin Türkiye’nin varlığına tehdit olmaktan çıkmasıyla mümkündür.12 ABD’nin Irak’taki tüm başarısızlığına rağmen Kuzey Irak’ın geleceğini belirleme gücü hala vardır. ABD, Iraklı Kürtlere geleceklerini kesinlikle Irak’ta aramaları gerektiğini belli ederse Türk-Amerikan ilişkileri eski haline yakın olarak devam edebilir. 

ABD'nin Irak'a saldırısı 20 Mart 2003´de başladı ve Irak'ın kuzeyindeki Peşmergeler bölgedeki ABD askerinin azlığından ve Saddam rejiminin çekilmesi sonucu oluşan otorite boşluğundan yararlanarak önce Kerkük´e daha sonra Musul´a girdiler. Türkiye'nin büyük bir hassasiyetle Peşmergelerin girmemesini istediği bu iki Türk şehrine girmekle kalmayıp, şehirdeki resmi binaları yağma ve talan ettiler. Her iki şehirde de ilk yağmalanan yerlerin tapu ve nüfus dairelerinin olması Peşmergelerin bu iki şehirdeki Türkmen nüfusunun kayıtlarını yok ederek onları resmi evrak üzerinde de azınlık durumuna düşürmek olduğu açıktır. 
Türkiye, Irak Türklerinin can ve mal güvenliğinin ihlalini ve Irak'ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletinin oluşumuna zemin hazırlayacak gelişmeleri Irak'ın kuzeyine girmesini gerektirecek sebepler arasında saymıştır.13 

Yaşanan bütün bu gelişmelerden sonra Iraklı Kürtlerin kendisine muhtaç olduğunu bilen ABD neden onlara güçlerinden ve haklarından fazla ilgi gösteriyor olabilir diye bir soru geliyor akıllara? ABD, Kürtleri her zaman kendisine bağımlı olmaya mahkûm, gerektiğinde bölgede kendisine bazı imkânlar yaratan, hasım ülkeleri baskı altında tutmasına yardım edebilecek bir araç olarak görüyor denilebilir. ABD, Irak’ta kurulacak bir Kürdistan’ı hedefliyor mu bilinmez ama bu seçeneği bir ihtimal olarak enine boyuna düşünüyordur. ABD şimdilik “Kürt 
sorununun” çözülmeden öyle kalmasını kendisi için en doğru tercih olarak görüyor olabilir. 

Bu belirsizlik ABD’ye bölgedeki ülkelere karşı birçok stratejik imkânlar sunabilir. Şu aşamada bir Kürt devletinin kurulması ya da bu ihtimalin kapanması ise ABD’ye değişik sorumluluklar ve bedeller yükleyebilir. Örneğin Kürtleri koruma zorunluluğu!14 Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının Türkiye için ne tür sonuçları olabileceği henüz yeterince ayrıntılı ve titiz şekilde tartışılmamıştır. Bazı evhamlar ve temenniler politika pozisyonları olarak sunulmuştur. Kendi ayakları üzerinde duracak bir Kürt devletinin yabancı güçlerin politikalarına alet olması kuvvetle muhtemeldir.15 Iraklı Kürtler şu anda ticaret, dış dünya ile 
iletişim, elektrik, işlenmiş petrol gibi birçok konuda Türkiye’nin iyi niyetine ihtiyaç duymaktadır. Buna rağmen zaman zaman izledikleri dostane olmayan politika, Kürtlerin, devletleştikten sonra daha da talep kar olacakları endişesini yaratmaktadır. 

Irakta Yaşanan Son Gelişmeler 

Irak, etnik ve sosyal yapısı bakımından, Ortadoğu’nun pek çok özelliğini üzerinde taşıyan ve bu yönüyle de, küçük Ortadoğu olarak değerlendirilen bir ülkedir. Irak’ın bu önemli ve stratejik özelliği; petrol zenginliği, nüfus yapısı ve dini bakımdan çeşitlilik arz eden vatandaşlarının, komşu ülkelerdeki diğer etnik ve dini gruplarla olan irtibatından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, Irak’ta yaşanacak her türlü olumsuz gelişmenin başta komşusu olan ülkeler olmak üzere tüm Ortadoğu’yu ve hatta tüm dünyayı derinden etkileyeceği açıkça görülmektedir. Uluslararası teröre verdiği destek ve kimyasal silah üretmek iddiasıyla başlatılan ve “Irak’ı özgürleştirmek!” adına gerçekleştirilen müdahale; 
yapılan hatalar ve öngörülemeyen faktörler nedeniyle, bölgede şiddetin ve kaosun hakim olmasına sebebiyet vermiştir.Yaşanan gelişmeler neticesinde ABD, Irak’ta yaşanan şiddet ve kaos ortamının meydana gelmesinde kendi hatalarının da olduğunu kabul ederek, çıkış yolu arama çabasına girmiştir. Çünkü, kaos ve şiddet halinin Irak’ta devam etmesi durumunda; hem kendi vatandaşları nezdinde ve “küresel terörizmle savaş” adı altında yürüttüğü mücadelede prestij kaybına uğraması, hem de, Irak halkı, bölge ülkeleri ve tüm Ortadoğu 
açısından önemli sonuçlar doğurması kaçınılmaz olacaktır. 
Irak’ta şiddetli çatışmalar ve ABD’nin izleyecegi senaryonun tartışmaları sürerken, Irak Başbakanı Nuri Maliki ve ABD'li komutan General George Casey Irak silahlı kuvvetlerinin komutasının Amerikan kuvvetlerinden Iraklılara aşamalı devri anlaşmasına imza atmıştır. 

ABD kuvvetlerinin komutanı General George Casey’in “dönüm noktası” olarak niteledigi gelişme Irak’ın ulusal egemenligi ve güvenligi baglamında atılmış önemli bir adım olarak degerlendirilmektedir. Ancak, ordu içindeki etnik aidiyetler, ülkede hız kesmeyen çatışmalar ve Sünni, Şii ve Kürt taraflarının kendi silahlı güçlerini oluşturmaya yönelik çalışmaları Irak ordusunun başarısını uzun dönemde tartışmaya açmaktadır. Bütün bu gelismeler ABD´nin 

Irak’ın geleceğinde her halükarda güçlü bir şekilde var olmak istediginin göstergesidir. Askerlerini geri çekseler de çekmeseler de Irak kolay vazgeçilir bir yer değil hele İran’a bırakılabilecek bir yer ise hiç değil.16 İç savaş riski henüz ortadan kalkmış değil. Şii-Sünni, Arap-Kürt iç savaş olasılıkları en tehlikeli olanları. İç savaş dışında sokak çatışmaları, asayişin yeniden kontrol altına alınamayacak kadar bozulması, siyasi saldırılar ve sokak suçlarında patlama yaşanması gibi riskler de bulunmaktadır. Bir diğer sorun ise Irak’ın toprak 
bütünlüğünün çatlamasıdır. Kuzeyde bir Kürt devletinin, ortada Sünni ve güneyde ise bir Şii devletin ortaya çıkması ve bu duruma komşu ülkelerinde müdahale etme çabalarıyla sorunların bölgesel bir hal alması kaçınılmaz olur. Bölünmeyi ABD ve Irak için en ideal çözüm olarak görenler Irak’tan çıkacak küçük devletlerin kontrolünün daha kolay olabileceği, İran’ın etkisinin daha kolay kırılabileceği tezini savunuyorlar. İran’ın ABD’den boşalan güç sahasını doldurması olasılığı ise bir diğer risk. İran Şiiler yoluyla Irak’ta hep etkiliydi. 
ABD’nin şehirlerin dışına çıkışının İran’a bazı avantajlar sağlamasından çekiniliyor. Irak’ta, İran’ın nüfuzunu arttırması ise sadece ABD’yi değil pek çok Ortadoğu ülkesini de rahatsız eder ve bölgede ciddi bir kutuplaşmaya yol açabilir. Bölgede İran’a karşı her türlü mücadeleyi desteklemeye hazır bir Sünni bloğun bulunduğu unutulmamalı. ABD’nin daha kötü bir durumda geri dönmesi de bir diğer risk. Öylesine çok yakın tehdit var ki ABD’nin eski pozisyonundan daha güçlü bir şekilde Irak sokaklarına dönmek istemesi halinde yapması 
gereken çok az şey var. Bir diğer risk ise daha düşük bir olasılık olmasına rağmen, ABD’nin hızlı çekilmesi ve hızlı çekilme ile birlikte Irak’ın dengesinin işgal öncesinden daha kötü bir hale gelmesi.17 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***