28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 5
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamede de davalı partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna ilişkin olgular olarak ileri sürülmüştür.
İddianamede dikkat çeken bir diğer nokta ise iddianamenin düzenlenmesinden sonra 10 Haziran 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığında yüksek yargı organlarının başkanları ve üyeleri için düzenlenen birinci yargı brifinginde yer alan bazı ifadelerin neredeyse bire bir olarak iddianamede yer alan ifadelerle özdeş olmasıdır. Aşağıdaki tabloda bu durum gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.
TABLO: Kullanılan İfadeler Açısından Brifing-İddianame İlişkisi
Brifingde Yer Alan İfade..., İddianamede yer alan ifade..,
Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere, iddianamede yer alan ifadelerle brifingte yer alan bazı ifadelerin neredeyse bire bir olmaları durumu, Genelkurmay ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki etkileşimi açıkça ortaya koymaktadır.
Brifinglerin Etkisi Yargıtay Cumhuriyetbaşsavcılığınca 21 Mayıs 1997 tarihinde açılan kapatma davasından sonra Genelkurmay Başkanlığı tarafından yargı mensuplarına iki adet birifing verilmiştir. Söz konusu brifinglerden birincisi 10 Haziran 1997 tarihinde yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri ile buralarda çalışan tetkik hakimlerine yönelik olarak verilmiştir. Bu brifinge, Refah Partisi hakkında karar verecek olan Anayasa Mahkemesi başkanı ve üyelerinin büyük bölümü de katılmıştır.
Söz konusu toplantıya katılan dönemin Anayasa Mahkemesi Üyesi Sacit Adalı, 28 Şubat Darbesini Araştırma Alt Komisyonuna verdiği 11.10.2012 günlü ifadesinde, brifinglerle oluşturulmak istenen hava hakkında “O kadar psikolojik bir baskı uygulandı. Korkarak gittiğim o asker Genelkurmay brifinginde korkumu bugün size utanarak korktuğumu söylememe rağmen bir cesaretimi
de söyleyebilirim, orada 5-6 kişi ben dâhil toplu çok kalabalık ikide bir alkış ve ayağa kalkıp alkışlamalara yerinde oturarak alkışlamayan 5-6 kişiden biriydim, herkeste gördü çünkü dehşetengiz bir atmosfer yargı organı mensuplarının üzerine sürülmekteydi, şemalar, tablolar, çizelgeler, sözler geliyorlar, hep geliyorlar çok açık ve yakın tehlike. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kullandığı tabiri kullanıyorum. “Açık ve yakın tehlike varsa her türlü tedbiri alabilir devlet.” Oraya kadar müsamahayla hak ve hürriyetleri koruyacak, muhafaza edecektir ama iş artık en son insanda korunma içgüdüsü vardır, o korunma içgüdüsünü harekete geçirdiğiniz takdirde her şey biter. Bugün Suriye’den kaçanların durumunu Allah kimseye düşürmesin, biz o durumda değildik ama büyük bir manevi baskı altındaydık. Bu içgüdünün ortaya çıkartılması hakikaten müthiş bir toplum mühendisliği eseridir. Herkes korkuya, endişeye, vehme, şüpheye, herkes herkesten korkmaya başladı ve birileri
ürktü. Bu baskıyı ben yüzde yüz hissettiğimi size açıkça ifade edebilirim…. Genel hatlarıyla bu atmosferi yani illa birinin sen şunu yap, bunu yap demesine ihtiyaç yoktu. O atmosfer insanları zaten yönlendiriyordu” demek suretiyle, gerek Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilen brifinglerle gerekse bu süreçte diğer aktörler tarafından oluşturulan atmosferle, başta yargı mensupları olmak
üzere psikolojik bir baskı altına alındığını ifade etmiştir.
Söz konusu brifinglerde:
- İrticai kesimin halihazır faaliyetleri itibariyle; Atatürk'ün temellerini attığı ve çerçevesi anayasa'mız ile belirlenmiş olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışı dışına çıkarak, T.C. devletini yıkmayı amaçladığı açıkça görülmekte ve ülkemizde siyasal islami gerçekleştirme yolunda oluşan irticai tehdidin çok ciddi boyutlara ulaştığı,
- Bugün itibariyle; artan boyutta devam eden irticai tehdidin, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmayı hedef alan fevkalade ciddi boyutu; Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda memleketini seven demokratik ve laik her vatandaşın dikkatle izlemesi ve bu tehdidi her kesime anlatması, tarafsız
kalmaması ve icraatta bulunması ana görevi olduğu, ifade edilmek suretiyle, açıkça yargıya ve bilhassa Anayasa Mahkemesine mesaj verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi üzerinde kurulan bu baskılar sonuç vermiş ve Anayasa Mahkemesi 16 Ocak 1998 tarihinde verdiği kararla, Refah Partisinin kapatılmasına karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında aynen;
“Açıklanan nedenlerle, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın;
Yükseköğretim Kurumları öğrencilerinin başörtüsü kullanmalarını destekleyen, çok hukuklu sistemi savunan beyanları ile kimi tarikat liderlerine Başbakanlık Konutunda iftar yemeği vermesine ilişkin davranışları; Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan’ın Sincan Belediye Başkanı’nı tutuklu olduğu sırada ziyareti ve Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Tekdal’ın 1993 yılında Hac’ta yaptığı ve
24.11.1996 günü Kanal-D televizyonunda görüntülü olarak verilen konuşması; 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu’nun 78., 84. ve 87. maddeleri ile Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen ve Cumhuriyetin temel niteliklerinden olan “lâiklik ilkesi”ne aykırılık oluşturduğundan Refah Partisi’nin Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. maddesinin (b) bendiyle, Anayasa’nın 69. maddesi uyarınca kapatılmasına karar verilmesi gerekir.” şeklinde ifadelere yer verilmek suretiyle, Refah Partisi’nin kapatılma nedeninin, yöneticilerinin laiklik karşıtı söz ve eylemleri olduğu ifade edilmiştir.
Oysa, Avrupa Konseyinin anayasal konulardaki danışma organı olan Venedik
Komisyonunun partilerin yasaklanmasına ilişkin 1999 tarihli raporuna göre siyasi partilerin yasaklanması, ancak demokratik düzeni devirecek, böylece anayasanın güvence altına aldığı hakları ve hürriyetleri tahrip edecek bir siyasal araç olarak şiddet kullanımını savunan veya şiddet kullanan partiler bakımından haklı görülebilir. Bir partinin, Anayasanın barışçı yöntemlerle değiştirilmesini
savunması, tek başına, onun yasaklanması veya feshedilmesi için yeterli değildir.
6 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***