AHİDNAME GÜNÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AHİDNAME GÜNÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2020 Salı

AHİDNAME GÜNÜ

AHİDNAME GÜNÜ 


Prof. Dr. Mehmet Can 
Yarınlar İçin Düşünce 
Ahidname Günü.,

Fatih Sultan Mehmed Han 28 Mayıs 1463 yılında Bosna Kralı Stjepan Tomasevic (1461-1463) ile yaptığu savaşı kazandı. Bosna Kralının Fojnica yakınlarında bulunan Mlodraj’daki yazlık saraylarında bir müddet kaldı. Bu sırada Bosna’lı Franciscan Kilisesi’nin baş papazı Fra Anceo Zvidloviç’e, Kilise’sinin faaliyetlerini serbestce sürdürebileceğini, kilise mallarının ve mensuplarının güvende olduğunu, Kilise’ye mensup Bosna’lı Hristiyanların inançlarının gereklerini yerine getirme konusunda serbest olduklarını kayıt altına alan meşhur Ahidname’sini verdi. 


İşte bu hadisenin yıldönümünde Bosna Hersek- Türkiye Cumhuriyeti Kardeşlik Derneğinden gelen ve 26 Mayıs 2006 Cuma günü elimize ulaşan davetiye ile biz de bu anmaya Kemal Aydın Bey ile birlikte katılmaya karar verdik. 


Ben akşamdan derneğin Genel Sekreteri Rizvan Haliloviç’i arayarak katılacağımızı bildirdim. 
Hareket sabah 09.00’da Sarajevo Müzesi önündendi. Kemal Aydın Beyle beraber Müzeye yaklaştığımızda saat 08.45 gibiydi. Otobüsü hemen tanıdık ve yerlerimizi aldık. Otobüs şehri Batı tarafından terkederken biz de etrafımızdakilerle tanışmaya başladık. Rıdvan Haliloviç bizi hemen arkamızda oturan çiftle tanıştırdı. Sarajevo Müzesi Müdiresi Mevlida Serdareviç ve eşi. Tatlı Ingilizcesi ile Mevlida hanım bize büyük yakınlık gösteriyor. Cep telefonuna varıncaya kadar bütün adres bilgilerini veriyor. Bizi muhakkak Müze’ye bekliyor. Iki hafta sonraki Pazartesi için sözleşiyoruz. 


Hemen önümüzde Miralem Kubegoviç (Kurtbegoviç), political Scientist olarak tanıtıyor kendisini. 
Malezya’da siyasi ilimler okumuş. Almanya’da bir üniversitede master tezini tamamlamak üzere. 
Bütün gün boyunca zaman zaman konuştuk. Kendisinin Savaş’tan bir Müslüman olarak nasıl doğduğunu anlatışı etkileyici idi. Önümüzdeki seçimlere SDA’dan Federal Parlemento adayı olacak. 

Ona iki soru soruyorum 
1) SDA son anayasa değişikliği oylamasında neden evetçi idi? 
2) Karadağın bağımsızlığı Sancak için ne anlama gelir? 

Cevapları net değildi. 

Aslında amacım onun politik kavrayış düzeyini ölçmenin yanında, bölge politik hayatina yabanci olmadığımı anlatmaktı. 

Bu tanışmanın etkisi gün boyu sürdü. 

Miralem, birkaç sıra arkamızda oturan ve kendisi gibi Malezya’da okumuş ve Islamda İnsan Hakları konulu bir master tezi yapmış olan Mujo Rançic ile tanıştırıyor bizi. Mujo, SDA’da çalışıyor. Asistanlık alabilirse bizim lisans sonrası doktora proğramlarımıza katılmaya hevesli. Türkiye’li Kent’cilerimizin hediyesi olan ikramı, Rıdvan Haliloviç’in kızı Fahreta yapıyor. Nihayet ana asfalttan bir köy yoluna saptığımızda Milodraj’a geldiğimizi anlıyoruz. Köy camisinin kıblesindeki çayıra bir platform yapılmış, Rıdvan Haliloviç’in açış konuşmasından sonra 
Rıdvan Haliloviç’in açış konuşması Mlodraj’lı öğrenci, Hazim Fatihin Mlodraj’a gelişini Türkçe olarak anlatıyor. 

Bundan sonra Fatihin bizzat Bosna fethine katılarak milodraj’a kadar gelişini tarih profesörü İbrahim Buşatliya‘dan dinliyoruz. 

Tarih profesörü İbrahim Buşatliya Milodraj’da Ahidname’nin hukuki içeriği Avukat Bekir Cato tarafından anlatılıyor. 

Avukat Bekir Cato 

Bu güne açık kalan Fojnica Franciscan Manastırı’nın Başpapazı Luka Markeşic, 1463’te Ahidnameyi alan Franciscan Papazı Ancelo Zvizdovicu’yu ve Ahidnamenin Bosna Hersek Katolikleri önemini açıklıyor. 
Fojnica Franciscan Manastırı’nın Başpapazı Luka Markeşic Nihayet merasim, Rıdvan Haliloviç’in kızı Fahreta’nın Ahidname’yi orijinal Osmanlı Türkçesindeki hali ile okuması ve Rıdvan Haliloviç’in kapanış konuşmasıyla bitiyor. 

“Murat Han’ın oğlu, daim muzaffer Mehmed, hürmete layık yüce sultan’ın emri, imzası ve cihan fatihinin parlayan mührü aşağıdadır.: 

Ben, Sultan Mehmed Han, bu Ferman-ı Hümayunu’mu haiz Bosnalı Fransiskanların lütfuma sahip olduklarını ve bu emri verdiğimi bütün dünyaya duyuruyorum. Hiç kimsenin bahsi geçenleri veya kiliselerini taciz veya rahatsız etmesine izin verilmeye... Onların Devlet-i Al-i Osmaniye’de sulh içinde ikamet etmelerine izin verile... Devlet-i Aliyem hudutları dahilindeki bütün memleketlerde mevcut manastırlarına herhangi bir korku taşımaksızın geri dönmelerine ve yerleşmeleri  ne izin verile... Ne şehzadem ne vezirlerim veya vazifelilerim, ne de hizmetçilerim 
veya devletimin vatandaşları onlara hakaret etmeyecek ve onları taciz etmeyecek tir. Hiç kimsenin onlara tecavüzüne, hakaret etmesine ve canlarına kastetmesine, mallarına ve mülklerine veya kiliselerinin mal ve mülklerinin tehlikeye atılmasına izin verilmeye... Memleketime hariçten herhangi birini getirmelerine dahi müsaade edilmiştir. 

Böylece, bu ferman-ı hümayunu lütufkar şekilde yayınladım ve işbu büyük yemini ettim: Dünya ve ahiretin Yaradanı, bütün canlıların rızıklandırıcısı adına, yedi Mushaf ve Muhbir-i Sadık (Hz. Peygamber s.a.v ) ve koyduğum kılıç adına, onlar hakimiyetime itaatkar ve sadık kaldıkları sürece, hiç kimse yazılanın aksine hareket etmeyecektir.” 
Ancak Milodraj’lilar misafirlerini ikramsız göndermiyor. Başörtülü köy kızlarının getirdiği Boşnak Kafo’su da dahil. 
Milodraj’ın ev sahibeleri Ben bu sırada köy camisinin avlusundaki mezar taşlarına merak salıyorum. Bu toprakları bekleyen sarıklı bekçiler. 
Sarıklı bekçiler 
Otobüse tekrar bindiğimizde saat 11.00 olmuş. Tekrar asfalta çıkıp Fojnica yoluna giriyoruz. 
Yarım saat sonra da Fojnica Franciscan Manastırı’nın sarı slüeti karşıdan görünüyor. Otobüsü parkettikten sonra Manastırın yamaç yolunu tırmanmağa başlıyoruz. Bu sefer Manastır da bu anma günü için hazırlanmış. Rıdvan bey yolculuğun başında bana beş dakikalık bir konuşma vereceğini söylemişti. Ben de bu konuşmanın Milodraj’da yapılacağını sanmıştım, ama yanılmışım. 
Manastır’a girdiğimizde Rıdvan Bey beni ilk sıraya davet edince anladım. Hemen konuşmamı kafamda tasarladım. Beni Rıdvan Haliloviç’in kızı Fahreta tercüme edecekti. 
Kilisenin genç yaşlı papazları ve Fojnica Franciscan Manastırı’nın Başpapazı Ancelu Zvizdovicu oradaydı. Derviş ve Ölüm’ün yazarı, meşhur Boşnak romancısı Mişo Mehmed Selimoviç’in paragrafıyla başladım. Tarih, bize yaptığı şakayı kimseye yapmamıştır. Koparılıp alındık, bağlarımız koparıldı, kabul edilmedik. Aynen ana nehirden bir taşkın sırasında ayrılan bir nehir kolu gibi. Artık geride kalan ne akar sudur ne de nehire açılan ağızı vardır. Göl olmak için küçük, toprak tarafından emilip tüketilmek için büyük. 

Dünyaların yol kavşaklarında, ulusların hududlarında yaşadık; herkesin günahını taşıdık, her zaman birilerinin nazarında suçlu olduk. Tarihin haşin dalgaları, kayalıklarda parçalanır gibi sırtımızda patladı. 
Ama artık dünyayı küçük bir köy haline getiren bu post modern çağda, o gölün ana akarsuya ulaşamaması gibi bir sorunu kalmadı. İşte İkinci Mehmed Sultan Fatih’ten sonra ben Üçüncü Mehmed burada, yanınızdayım. 
Aslında bu üçüncü Mehmed yakıştırması bana ait değildi. 2005 Haziranı başlarında Reis Mustafa Çeriç’i ilk ziyaretimde bana bu ismi o layık görmüştü. Ben ise Sultan Fatihten sonra buraya gelen Mehmed’lerin sadece hadim, hizmetkar Mehmedler olduğunu söylemiş ve gülüşmüştük. Ama bu gün nedense hiç aşağıdan almaya niyetim yoktu. 

III Mehmed olarak, II. Mehmed’in Ahidname’sinden aldığım yetkiyle, II. Sultan Muhammed Han’ın bu Ahidname’yle, fethettiği toprakların gayrimüslimlerine inançlarını serbestçe yaşamalarına hakkı verdiği gibi, Avrupa’dan ve Amerika’dan, hatta Müslümanların çoğunlukta olduğu Türkiye gibi ülkelerden, Müslümanların iki temel insanlık hakkını teminat altına almalarını talebediyorum. 

Atam Muhammed Hanın Ahidname’sini ancak 500 yıl geriden takip edebilen Batı’dan, Medeniyetler çatışmasını önlemek istiyorlarsa, bütün devletlerin imza koyduğu Insan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Birleşmiş Milletler Sivil ve Siyasi Haklar Belgesinde kayıt altına alınan iki insanlık hakkını: 

Madde 18 

Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir. 

Madde 26 

3. Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler. 
Müslümanlara sağlamakta ayak sürümemelerini, çifte standart uygulamamalarını tavsiye ediyorum. Biraz yukarıdan oldu ama ziyanı yok. Benden sonra konuşan Başpapaz varsın İbrahimi dinlerin diyalogu plağını çalsın. 
Başpapazdan sonra Papaz Mirko Majdandzic, Ahidname’nin orijinalini muhafazasın dan çıkarıp bize gösterdi. Orada hazır bulunanlar arasında Nusret diye Sinan Tekkesi’nden tanıdığım bir genç vardı. İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi’nde Profesör Süheyl Ünver tarafından yetiştirilen, benim de Aydın Lisesi’nden öğrencim olan Savaş Çevik’in hat sanatı öğrencisiydi. 

Başçarşı’daki Sebilin yazılarını da restore eden bu gence göre, Ahidnamede görülen Tuğra Sultan Fatih’in değil, İkinci Selim’in in tuğrasıydı. Metin de Sultan Fatih’e ait değildi. Aslında kağıt ve mürekkep üzerinde yapılacak bir inceleme bunu gösterebilirdi ama, herkes memnun olduğuna göre yalanın devamında da sakınca yoktu. 

Sultan Fatih’in Franciscan (Katolik) kilisesi mensuplarına verdiği Ahidname 
Konuşmalar bittikten sonra insanlar Manastırın tamiri süren Kütüphane ve müze bölümlerini gezmeye yönelmişken Kemal Aydın, sanırım FTV ya da RTV’den birinin röportaj yapmak istediğini haber verdi. 

Bu sefer konu, Ahidname’nin Bosna Hersek Müslümanları için bu gün ne ifade ettiğiydi. Türkçe konuşacaktım ve yine Fahreta Haliloviç hanım çevirecekti. 
Konuşmamın başında Insan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Birleşmiş Milletler Sivil ve Siyasi Haklar Belgesindeki iki temel hakka vurgu yaptıktan sonra, bu gün Bosna-Hersek Anayasası ve Yasalarının bu iki hakkın kullanılmasını desteklemedik lerini, fiiliyatta yaşanan camiye gitme, mevlüt okutma gibi basit özgürlüklerin ötesinde, Islam’ı bir bütün olarak günlük yaşama geçirme özgürlüğünü destekleme, buna olanak sağlayacak kurumlaşmaya imkan verme konularında 
anayasal ve yasal boşluk olduğunu, Bosna Hersek’teki çeşitli kültür guruplarının ve farklı medeniyet kimliklerine sahip insanların, çocuklarının eğitimini seçme hakkına sahip olmadıklarını anlattım. Ahidname’den beş yüz yıl sonra, onun sağladığı hak ve özgürlük düzeyi, bu gün insanlardan esirgenmemelidir diye bitirdim. 
Kemal Bey ile yaptığız değerlendirmede, bu ropörtajın yayınlanacağına ihtimal vermiyordum ama ertesi gün yatsı namazından çıkarken Tetovo’lu Tevfik Bey, konuşmamı televizyondan izlediğini söyledi, ama ortak dilimiz Boşnakçam yeterli olmadığından hangi konuşma olduğunu anlayamadım. 
Fojnica’da Termal Otel’deki öğle yemeği molasını ben öğle namazı kılmak ve Medzlis İslamske Zajednice Fojnica’nın Ulica Bosanska 111’deki merkezini ziyaret etmekle değerlendirdim. Glavni İmam Mensur Efendiya Paşalic ile karşılaşmadık ama, adres ve telefonlarını aldım. Saat 15.00 civarında Fojnica’dan ayrılıp bu günlerde Bosna Piramidi ile meşhur olma yolundaki Visoko’ya uğradık. 

Visoko Piramidi görmek üzere gerçekten dış görünüşü ile 300 metre yüksekliğinde ki tepeye tırmanmaya başladığımızda, işin hiç de kolay olmadığını farkettik. Bizim otobüsten Mujo Rançic ve eşi, Miralem Kurbegovic, Kemal Aydın, Rıdvan Haliloviçin iki oğlu, kızı Fahreta, IUS öğrencilerinin dördü, ilk kayalara kadar gelebilenlerdi. Bu ilk kayalar tepenin kırkbeş derecelik eğimine uygun duran yer yer bir metreye varan kalınlılklarıyla, büyük bir tortul kayadan yarılmış parçalardı. 
Kesinlikle insan eliyle yerleştirilmemişti. 

Visoko’daki Bosna Piramidi’nden bir görünüm Diğer kazı alanlarına gitmek biraz daha zahmetliydi ama Mujo Rançic ve eşi, Fahreta ile IUS öğrencisi arkadaşı devamda kararlıydı. Onlarla birlikte en son kazı alanına kadar gittik. 
Hükmümüz değişmedi. İnsan yapısı değil. 

Tercümanımız Fahreta ve IUS öğrencimiz Münira da öyle düşünüyor Otobüsü park ettiğimiz yere inerken daha bir buçuk saatimiz olduğunu far kettik. Burnuma gelen hafif kekik kokusunun kaynağını araştırırken Majkina Duşsine’leri gördüm. Anne ruhu anlamına gelen adııyla bu bitki, Bosnanın en hoş kokulu bitkisel çayı idi. Ama toplayıp biriktirmesi hiç de kolay değildi. 
Aşağıya indiğimizde, otobüsün şoförü ile Miralem’i ve Kemal Aydın’ı derin bir muhabbetin ortasında buldum. Konu Türkiye’nin Bosna savaşına hangi ölçüde yardımcı olduğu idi. Uzmanlığı uluslararası ilişkiler olmasına rağmen Miralem’i çok sığ buldum. Belki de bizden, kitaplarda yazmayan bilgileri alabileceğini umduğu için öyle davranıyordu. 
Biz park yerinden ayrıldıktan sonra iki öğrenci otobüsü gelip yanımıza parketmişti. Görünüşe göre çoğu kız olmak üzere, lise öğrencileriydiler. İstisnasız giysileri göbekleri açık bırakan türdendi. Globalizmin etkisini, Avrupa’nın karnında yer alan bu topraklar çok daha şiddetli hissediyordu. İnsanların çocuklarının eğitimini seçme hakkının, bu insanlar için daha ne kadar anlam ifade edeceği önemşli bir soruydu. 

Otobüsümüz 18.30’da Sarajevo’ya doğru yola çıktığında yol boyu bunu düşündüm. 

Güneş batmadan Alipaşino’ya gelmiştik. 

Yarınlar İçin Düşünce 
Yıl 2, Sayı:22 
Ağustos 2007. 


***