Abdullah Muradoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Muradoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eylül 2016 Cumartesi

'' 27 Aralık Muhtırası"nın Hikayesi



 '' 27 Aralık Muhtırası" nın  Hikayesi




15 Nisan 2012
Abdullah Muradoğlu


Muhtıra mektubu Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Başbakan Demirel ve anamuhalefet partisi lideri Ecevit''e elden teslim edilmişti.  Korutürk, muhtıra mektubunu diğer muhalefet liderlerinin yanısıra TBMM Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı''na da göndermişti. ''12 Eylül'' darbesini yargılayan mahkeme, 27 Aralık 1979''da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e verilen ''muhtıra mektubu''nun orijinaline henüz ulaşamadı. 27 Aralık Muhtırası 12 Eylül''e giden yolu açmıştı.
14 Ekim 1979''da Senato Üçte Bir Yenileme Seçimleriyle birlikte Meclis''te boşalan milletvekillikleri için 5 ilde ''Ara Seçim'' yapılmıştı. Beş milletvekilliğinin tümünü Adalet Partisi kazanmıştı, Senato seçimlerinde de açık arayla öndeydi.

Seçim yenilgisini CHP Hükümeti için bir '' güvensizlik '' sayan Başbakan Bülent Ecevit istifa kararı almıştı. CHP Hükümeti ''nin yerine 13 Kasım''da, MHP ve MSP''nin dışardan desteğiyle Adalet Partisi ''azınlık hükümeti'' kuruldu.

Başbakanlık koltuğuna Süleyman Demirel oturmuştu. Ecevit hükümeti döneminde yaygınlaşan siyasi şiddet olayları tam gaz devam ediyordu.

Cumhurbaşkanı Esseyit Hasan Fahri Korutürk''ün görev süresi Nisan ayında sona eriyordu. Ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Daha o zamanlarda bile Cumhurbaşkanlığı için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren''in adı geçiyordu.

Çiçeği burnunda Hükümet ekonomik krizin yanı sıra terör ve şiddet olaylarını da devralmıştı. Bu yüzden Demirel '' Enkaz devraldık '' demişti.

SELİMİYE KIŞLASI''NDA MUHTIRA KARARI


Bir NATO toplantısı için Brüksel''de bulunan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 13 Aralık''da Ankara yerine İstanbul''a döndü. İstikamet 1. Ordu karargahının bulunduğu ''Selimiye Kışlası''ydı.

Kuvvet komutanları, ordu komutanları ve kolordu komutanları'' Kenan Evren''i bekliyorlardı.Toplantıda hükümete ve muhalefet partilerine muhtıra verilmesi kararı çıktı.

2 Ocak 1980''de gazetelerde Ordunun Cumhurbaşkanı''na ''uyarı mektubu ''verdiği haberi yer almıştı. Aslında altında kuvvet komutanlarının imzası bulunan ''muhtıra mektubu'' 27 Aralık 1979 günü, bizzat Kenan Evren tarafından Çankaya Köşkü''nde Cumhurbaşkanı Korutürk''e verilmişti.

1 sayfalık Muhtıra mektubuna ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü '' başlıklı 2 sayfalık bir bildiri eklenmişti. 6 sayfalık ''terörü durdurma hedeflerine varış'' başlıklı metin de cabasıydı.

''İSTERSENİZ İSTİFA EDEYİM''

Cumhurbaşkanı Korutürk''e,TSK''nın görüşleri hayata geçirilmediği takdirde ordunun yönetime müdahele etmek durumunda kalacağı söylenmişti. Oysa TSK, görüşlerini ''Milli Güvenlik Kurulu''nda zaten dile getiriyordu. Cumhurbaşkanı da MGK''nın başkanıydı.

Askerler açısından zarlar atılmıştı, gerisi bahaneydi. Askerler, hükümete hiçbir sivil hükümetin gerçekleştiremeyeceği ağır şartlar öne sürmüşlerdi.

Genelkurmay Başkanı muhtıra mektubunun önce radyoda okutulması yönünde bir eğilim geliştiğini, ancak bundan vazgeçildiğini söylemişti Korutürk''e. Mehmet Ali Birand''ın ''12 Eylül'' başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Cumhurbaşkanı, Evren''e ''Peki ne yapmayı planlıyorsunuz'' diye sormuştu.

Evren, ''Eğer bunlar doğru yolu bulmazsa, Meclis''i feshetmek ve başka bir yöntem denemek gerekebilir. Bizim, bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok'' cevabını vermişti.

Cumhurbaşkanlığı eski Basın Sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yer alan bilgilere göre komutanlar Korutürk''e şunları söylemiştiler:

''Bu işler böyle gitmiyor. Siz yaşça ve kıdemce bizden büyüksünüz. Hepimizin komutanısınız. Geniş tecrübe sahibisiniz. Gelin başımıza geçin, Türkiye''yi içine düştüğü badireden kurtaralım.''

Korutürk ise komutanlara bakın nasıl cevap vermiş:

''Askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye''yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız, ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye de hazırım''.

Cumhurbaşkanı Korutürk, Anayasal rejime sahip çıkmak yerine istifa etmeyi düşünmüştü.

ÇANKAYA, MUHTIRA POSTASI

CHP''li İsmail Hakkı Birler''e göre ise Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlardan, görev süresinin dolacağı Nisan 1980''e kadar yönetime müdahale etmemelerini istemişti. Oysa Korutürk, 1973''te Adalet Partisi ve CHP''nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.

27 Aralık muhtırası 12 Eylül darbesinin ilk adımıydı. Askerler Cumhurbaşkanı Korutürk''e adeta bir postacı görevi yüklemişlerdi. Korutürk, Başbakan Demirel ve ana muhalefet partisi lideri Ecevit''i Köşk''e çağırarak muhtırayı kucaklarına bırakmıştı.

Demirel de, Ecevit de ''muhtıra mektubu''ndan 2 Ocak günü haberdar olmuşlardı.

Korutürk''ün danışmanı ve basın sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yazdığına göre uyarı mektubu çoğaltılarak, Meclis Başkanı Cahit Karakaş''a, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil''e, Cumhuriyet Senatosu ''Milli Birlik Grup Başkanı Fahri Özdilek''e, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara''ya gönderilmişti.

Muhtıra''nın birer nüshaları Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş''e, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan''a, Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan''a da postalanmıştı.

Maalesef, hükümeti darbe ile tehdit eden uyarı mektubu karşısında Cumhurbaşkanı, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir tavır sergileyemediler.

CHP DARBEYİ ÖNLEYEBİLİRDİ


CHP''nin önemli simalarından merhum İsmail Hakkı Birler ''CHP''li yıllar'' başlıklı kitabının ''CHP, CHP olsaydı, darbeyi durdurabilirdi'' bölümünde şöyle diyordu:

''Bana göre 12 Eylül Cuma günü değil, 10 Eylül Çarşamba günü olmuştur. Zira o gün yapılan CHP grup toplantısında sergilenen manzara, CHP''nin artık istemediği şeyleri engelleme gücünün kalmadığını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Darbecilere adeta yeşil ışık yakılmıştır.''

Birler''i bu kanaate sevkeden gelişmeler, Adalet Partisi ve CHP arasında gerçekleşecek bir ''büyük koa-lisyon'' önerisinin Demirel tarafından kabul görmemesinin yanısıra Adalet Partisi''nin erken seçime gitme öne-risinin de CHP''lilerin çoğunlukta olduğu Anayasa Komisyonu''nda reddedilmesiydi.

CHP''liler bu öneriyi, Cumhurbaşkanı seçilmeden erken seçim kararı almanın Anayasa''ya aykırı olacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdi. Yani, darbe göz göre göre gelmişti.

2 Ocak günü, Cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel ''Muhtıra''yı sineye çekmek yerine, darbe yapmayı kafaya koymuş olanları hesaba çekseydiler Türkiye ''12 Eylül'' felaketini yaşamayacaktı.

Celal Bayar az kalsın kendini öldürecekti!


''12 Mart'' darbesi gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Cevdet Sunay oturuyordu. Süleyman Demirel Hükümeti''ne verilen askeri muhtıra karşısında Cevdet Sunay, askerlerin tarafında yer almıştı. Oysa Sunay''ın seçilmesinde Demirel''in dahli vardı. ''28 Şubat'' darbesinde'' 12 Mart'' ve ''12 Eylül''ün mağduru olmuş olan Süleyman Demirel oturuyordu. 28 Şubat, 12 Mart''ın kopyası gibiydi. 12 Mart muhtırasının verildiği gün Başbakan Demirel istifa etmiş, yerine ''ara rejim'' hükümeti kurulmuştu. 28 Şubat ise 12 Mart''ın 1 günde yaptığını birkaç aya yaymıştı, fark buydu. 12 Mart''ın balyozu ''sol''un tepesine inmişti. 28 Şubat''ın balyozu ise ''mütedeyyinler''i hedef almıştı. Demirel, 28 Şubat darbesinin Refah-Yol Hükümeti''ni düşürmesine ve mütedeyyin kesimleri ezmesine göz yummuştu. Hatta Demirel''in rolü göz yummadan daha fazlasıydı. 27 Mayıs''a gelince.. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya Köşkü''nde kendisini tutuklamak isteyen darbecilere direnme cesareti göstermişti. Küçük tabancasına el atarak teslim olmaktansa cuntacılara ateş etmeyi, sonra da intihar etmeyi bile düşünmüştü. Tümgeneral Burhanettin Uluç, Köşk''te karşısında teslim olmak istemeyen bir Bayar görünce ''Millet ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur bıraktınız'' diye bağırmış, Bayar da ''Bu işi siz yapamazsınız. Buraya seçilerek geldim'' diyerek karşılık vermişti. Bayar darbeyi önleyememişti ama hiç olmazsa direnmeyi göze almıştı.

Darbecileri Mağdur eden Darbeciler..


''27 Mayıs'' darbesini yapan ''Milli Birlik Komitesi'' üyeleri 1961 Anayasası''na konulan bir maddeyle dokunulmazlık zırhına büründürülmüşlerdi. Buna göre MBK üyeleri ''Tabii senatörler'' olarak yaşam boyu görev yapabileceklerdi.

Görev süreleri dolan Cumhurbaşkanları da ''Tabii Senatörlük'' niteliği kazanmışlardı. ''12 Mart''ın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunun verildiği dönemde Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de 1980''e kadar Tabii Senatör olarak görev yapmışlardı.

Cumhurbaşkanlarından sadece Celal Bayar, 1974''de kendisine teklif edilen Tabii Senatörlüğü, ''Ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim. Demokrasilerde tabii senatörlük yoktur'' diyerek reddetmişti.

12 Eylül darbesiyle Meclis''in yanı sıra Senato''nun kapısına kilit vurmuştu. 1982 Anayasası Senato''yu tümden ortadan kaldırmıştı.

Tabii Senatörlük fikrini ortaya atan da CHP olmuştu. Bu fikri Temmuz 1960''da ilk defa kamuoyuna açıklayan Bülent Ecevit idi. Ecevit''e göre darbeciler, Tabii Senatörler olarak ''27 Mayıs rejimi''ni koruyabilirlerdi.

İlkin ''bu bir siyasi rüşvettir'' diyerek karşı çıkan darbeciler bir süre sonra sistemi denetlemek vve kollamak gerekçesiyle öneriyi kabul etmişlerdi. Milli Birlik Komitesi''nden tabii senatör olanlar ''Milli Birlik Grubu'' adıyla görev yaptılar.

1970''lerin sonlarına doğru ''Milli Birlik Grubu'' ile ''CHP'' arasındaki bağlantıyı CHP Genel Sekreter Yardımcısı sıfatıyla İsmail Hakkı Birler sağlıyordu. Birler, Milli Birlik Grubu''yla yaptığı toplantıları bir rapor halinde Ecevit''e bildiriyordu.

''12 Mart'' darbesini destekleyen Tabii senatörler, Baas tipi bir rejim kurmak için darbe hazırlığı yapan ''9 Mart cuntası''nın sivil liderlerinden Doğan Avcıoğlu''nun ''Devrim'' gazetesinin yazarları arasındaydılar.

'' Milli Devrim ordusu'' adında bir gizli teşekküle mensup oldukları gerekçesiyle suçlanan bazı Tabii Senatörlerin 12 Mart darbesinden önce dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. ''Anayasa Mahkemesi'' kararıyla senatörler dokunulmazlıklarını tekrar kazanmışlardı. 12 Mart''tan sonra dokunulmazlığı kaldırılan Ekrem Acuner''in dokunulmazlığı da aynı şekilde iade edilmişti.

1980 Eylül''ünde '' Senato Milli Birlik Grubu ''nda 8 '' Tabii Senatör '' bulunuyordu. 19 yıldır görevdeydiler. 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin '' Ömür boyu senatörlük '' ödüllerini rafa kaldırmıştı. 
Mağdur edenler, bu kez kendileri mağdur olmuşlardı.

Kenan Evren''e kutlama telgrafı göndermiş!


Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunu Cumhurbaşkanı Korutürk''e elden teslim ettiğinde iş başında 35 günlük ''Süleyman Demirel hükümeti'' vardı. Oysa siyaset koridorlarında ''askerler darbe hazırlığı içerisindeler'' söylentisi ''Ecevit hükümeti'' döneminde ayyuka çıkmıştı.

CHP Hükümeti''nde Başbakan Yardımcısı olan Faruk Sükan ordu içerisindeki gelişmelerden bilgi sahibiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1979''da sürpriz bir şekilde görevinden istifa etmişti. Başbakan Ecevit''in Sükan''ı istifa etmemesi yönündeki ısrarlı girişimleri sonuç vermemişti. Sükan, Ecevit''e şöyle demişti:

''Arkadaşlarımla, Demokratik Parti''nin ileri gelenleriyle konuştum. Onlar bir askeri darbenin hazırlandığını bildiklerini açık bir şekilde anlattılar ve partili olarak benim de bu dönemde sorumluluk mevkiinde bulunmamı istemediklerini belirttiler.''

Sükan''ın bu sözleri karşısında irkilen Ecevit ise şu şekilde karşılık vermişti:

''Söyledikleriniz çok vahim. Ben derhal Cumhurbaşkanı''na gider ve bu söylediklerinizi naklederim. Böyle bir şey varsa, onun bilmesi gerekir.

Sükan, ''Nasıl isterseniz'' di-yerek karşılık vermişti.

Ecevit dediğini yapmış, hemen özel bir uçakla İstanbul''a hareket etmişti. İstanbul''da Florya''da bulunan Cumhurbaşkanı Korutürk''ü ziyaret ederek Sükan''dan duyduklarını nakletmişti. Cumhurbaşkanı, ''kesinlikle böyle bir şey bilmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bir darbe olursa ben buna karşı vaziyet alırım'' demişti. Ecevit, rahatlamıştı.

27 Mayıs''ı ve 12 Mart''ı görmüş, deneyimli bir siyasetçi olan Ecevit''in rahatlaması için ciddi bir sebep yoktu. Askerlerle iyi ilişkileri olan Sükan''ın istifası aslında herşeyi anlatıyordu.

''Darbe olursa buna karşı vaziyet alırım'' diyen Korutürk 13 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren Paşa''ya bir telgraf göndererek kutlamıştı.

CHP şimdi 12 Eylül davasına müdahil olarak katılma kararı aldı. İlginç bir tesadüf, Korutürk''ün oğlu Osman Korutürk şimdi CHP milletvekili.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aral%C4%B1k-muht%C4%B1ras%C4%B1%22n%C4%B1n-hikayesi..-31963


24 Şubat 2016 Çarşamba

TEŞKİLAT-I MAHSUSA..,




TEŞKİLAT-I  MAHSUSA..,
























Teşkilat-ı Mahsusa


Teşkilât-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. İttihat ve Terakki'nin Türkçü ve İslamcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Çeşitli tanık ifadelerine göre 1911'den itibaren etkin olmuş, 5 Ağustos 1914'te Harbiye Nezaretine bağlı resmi bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918'de İttihat ve Terakki hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilat-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir.

Teşkilat-ı Mahsusa'nın Trablusgarp'ta İtalyanlara, Batı Trakya'da Bulgar ve Yunanlılara, Mısır ve Irak'ta İngilizlere karşı direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni Tehciri'nde Teşkilat-ı Mahsusa'nın oynadığı rol, sıklıkla dile getirildiği halde, ayrıntılarıyla ortaya konabilmiş değildir. Teşkilat-ı Mahsusa hakkında tek köklü araştırmanın yazarı olan Philipp Stoddard'a göre, Teşkilat-ı Mahsusa Ermeni tehcirinde hiç bir rol oynamamıştır. Guenter Lewy Stoddard'la 2001 senesinde görüştüğünü ve Stoddard'ın hala aynı sonucu savunduğunu bildiriyor.[1]

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da oluşturulan Kuvay-ı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu bilinen kişilerdir. Buna rağmen Teşkilat-ı Mahsusa ile Milli Mücadele arasındaki örgütsel ilişki yeterince incelenmemiştir.Teşkilatın kurucusu Enver Paşa'dır. Başında ise Hüsamettin bey bulunmaktaydı.
Bilgi Kaynakları

Teşkilat-ı Mahsusa'ya ilişkin tek akademik çalışma, Dr. Philip Stoddard'ın 1963 tarihli doktora tezidir. [2] Teşkilat ileri gelenlerinden Eşref Kuşçubaşı (Kuşçubaşı Eşref) ve Hüsamettin Ertürk'ün anıları yayımlanmıştır. Rauf Orbay'ın anılarında da İran-Afganistan operasyonları hakkında biraz bilgi bulunur. Galip Vardar, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler (1960), yanlı olmakla birlikte değerli bir bilgi kaynağıdır. Hamza Erkan, Bir Avuç Kahraman (1946), Süleyman Askeri'nin Irak macerasına ilişkin geniş bilgi verir.

Teşkilat-ı Mahsusa arşivi elde değildir; 1918'de İttihat ve Terakki liderleri yurt dışına gitmeden önce imha edildiği ileri sürülür. Mütareke döneminde İstanbul'da yapılan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde teşkilata ilişkin birçok iddia dile getirilmiş ve tanıklar dinlenmiştir. Divan-ı Harp tutanaklarının bir kısmı Taner Akçam tarafından yayımlanmıştır.[3]

Amaç ve Örgütlenme

Örgütün bir dönem başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Teşkilat-ı Mahsusa'nın kuruluş amacını şöyle tanımlar:

"Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizm'e vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizm'i hakikat sahasına sokmaktır. Enver paşa'nın bir yandan Emiri Efendi'nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp'in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır." [4]

Bu örgütün gizli kurucularından biri ismi hep gizli kalmış ve soyu koruma altına alınmıştır. soy ismi ve yaşadığı yer değiştirilmiştir. Soyundan gelen erkek çocukları gizli olarak eğitilerek şuanda bilinen MİT teşkilatına ya alınmış yada bu teşkilat tarafında korunmuştur. CIA'nın ulaşabildiği tek bilgi Sakarya'da Sapanca bölgesine yerleşmiş olduklarıdır. Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu olan bu kişinin kimliğinin gizlenmesi kafalarda hep soru işareti yaratsa da milli mücadelenin ve bağımsızlığın kazanılmasında nasıl bir rol üslendiklerini açıkça göstermektedir.

Philip Stoddard'a göre,

"Teşkilatın iki para kaynağı vardı: Harbiye Nezareti'nin gizli bütçesinden verilen ödenekler ve Almanya'dan yapılan altın aktarımı. Alman altınları, Alman Askeri Misyonu tarafından düzenli olarak İstanbul'a getiriliyordu. Kaynakların tümünden Teşkilat'ın eline geçen toplam miktar 4 milyon altın civarındaydı." [5]

Stoddard'a göre Birinci Dünya Savaşı sırasında (1916'da) Teşkilat'ın kadrosu 30.000 kişiye ulaşmıştı.[6]
Etkinlikler

Teşkilat'ın adı, ilk kez 1911'de İtalyanların Trablusgarp ve Bingazi'ye (Libya) asker çıkarması üzerine duyuldu. Osmanlı Devleti savaşa doğrudan katılmama kararı aldığı için, bu ülkedeki direniş Teşkilat'ı Mahsusa tarafından yönetildi. Daha sonra Türk siyasetinde önemli roller oynayacak olan birçok kişi, örneğin Mustafa Kemal, Rauf (Orbay), Fethi (Okyar), Nuri (Cönker) bu dönemde Teşkilat ajanı olarak Libya'da bulundular. Ancak Libya direnişi başarısızlıkla sona erdi. Osmanlı Devleti Libya'da zaten sözde kalan haklarını kaybettiği gibi, savaş tazminatı olarak 12 Ada'yı İtalya'ya vermek zorunda kaldı.

Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlerin Basra'yı ele geçirmesi üzerine, Teşkilat liderlerinden Süleyman Askeri, Kürt ve Arap aşiretlerinden derlenmiş bir çeteyle İngilizlere karşı vur-kaç saldırıları düzenledi; Abadan'daki petrol tesislerini yaktı. Buna tepki olarak harekete geçen İngilizler, 12-14 Nisan 1915'te Türk ordusunu Şuaybe'de ağır bir yenilgiye uğrattılar. Süleyman Askeri intihar etti.

29 Nisan 1916'da Von der Goltz Paşa Komutasındaki Osmanlı 6. Ordusu'nun İngiliz birliklerini Kut'ül Amara'da yenilgiye uğratıp esir almalarından sonra, Nuri Paşa ve Rauf Bey yönetiminde bir Teşkilat-ı Mahsusa birliği savaşta tarafsız olan İran ve Afganistan'a girerek burada yerli kuvvetlerden oluşturacağı birliklerle İngilizleri arkadan vurmayı denedi. Mareşal Liman von Sanders'e göre bu macera, Irak'taki Türk yenilgisinin nedenlerinden biri oldu.[7]

Ermeni Tehciri'nde Teşkilat-ı Mahsusa

Ermeni soykırımı iddialarını savunan tarihçilere göre, bu gizli teşkilat iddia edilen soykırımı gerçekleştirmede kullanılan örgütmüş. İddialara göre, Talât Paşa hükümetinden sonra yeni hükümeti kuran Ahmet İzzet Paşa teşkilatın tüm belgelerini yok etme emri vermiş. Teşkilat-ı Mahsusa'nın iddia edilen soykırımı gerçekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan belgeleri ve 1919/1920 İstanbul savaş mahkemeleri yanında, soykırım tezini ispatta kullanılan başlıca iddialardan biri. Guenter Lewy'nin verdiği bilgilere göre, Teşkilat-ı Mahsusa hakkındaki iddiaların belgelerde doğrudan dayanağı yok ancak bu iddialar, bu belgeleri okuduğunu belirtenlerin kuşkulu varsayımlarına dayanmaktadır. Lewy, soykırım tezinin savunucularından olan Vahakn Dadrian'ın, orijinal kaynakların imkân vermeyeceği varsayımlarda bulunduğunu bildiriyor.[8]

Stoddart'a göre, Teşkilat-ı Mahsusa, Ermenilerin sınır dışı edilmesinde herhangi bir rol oynamamıştır. [9]

Teşkilat'ın Kadrosu

14 Kasım - 23 Kasım 2005 tarihleri arasında Yeni Şafak gazetesinde Abdullah Muradoğlu tarafından Teşkilât-ı Mahsusa hakkında 10 bölümlük bir yazı dizisi yayınlanmıştır. Bu yazı dizisine göre Teşkilât-ı Mahsusa'da görev yapmış ünlü kişilerden bazıları şunlardır:

Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa, Binbaşı Süleyman Askeri, Mehmet Akif Ersoy, Eşref Kuşçubaşı, Teğmen Yakup Cemil, Dr. Bahattin Şakir, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teğmen Hilmi Musallimi, Said Nursi, İsmail Canbulat, Piyade Subayı Rasuhi Bey, Filibeli Hilmi Bey, Şerif Burgiba, Arabistan'da İbn ür-Reşit, Nuri ve Halil Paşalar, Ali Fethi Okyar, Hacı Selim Sami, " Kel Ali " lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Ahmet Fuat Bulca, Nuri Conker, Rauf Orbay.

Kaynaklar

[1] Guenter Lewy The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide (Osmanlı Türkiyesinde Ermeni Katliamları: Tartışmalı bir soykırım), Salt Lake City 2005, sayfa 291
[2] Philip H. Stoddard, The Ottoman Government and the Arabs, 1911 to 1918: A Study of the Teskilat-i Mahsusa, Princeton University, 1963 (yayınlanmamış doktora tezi). Türkçesi: Teşkilât-ı Mahsusa, Arba Yay., 1993.
[3] Taner Akçam Armenien und der Völkermord - Die Istanbuler Prozesse und die türkische Nationalbewegung, Hamburg 2004.
[4] Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul 1957, sf. 115-116.
[5] Philip Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa, Arba Yay., s. 53.
[6] A.g.e. s. 52.
[7] Liman von Sanders, Türkiye'de Beş Sene, Yeditepe Yay. 2006, s. 164-169 ve 194 vd.
[8] Guenter Lewy Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
[9] Philip H. Stoddard’ın önsözü. Eşref Kuşçubaşı, The Turkish Battle of Khaybar (Hayber Savaşı) Philip H. Stoddard and H. Basri Danışman, (İstanbul: Arba Yayınları, 1999), ss. 21-32

http://gizliilimler.tr.gg/Te%26%23351%3Bkilat_%26%23305%3B-Mahsusa.htm


.