hikayesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hikayesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2016 Cuma

Örgütün “ Mayın Eşeği ” olarak kullandığı Abuzer’in Hikayesi Üzerinden PKK


Örgütün “ Mayın Eşeği ” olarak kullandığı Abuzer’in Hikayesi Üzerinden: PKK 


PKK’lı Profesyonellerin Amatör Teröristleri İstismarı


Yazar: Abdullah Ağar
15 KASIM 2016 SALI




Hakkari Dağlıca’nın zirve doruklarından biri olan 2522 rakımlı Oramar dağında görev yapan Mehmetçikler, bir kaç gün önce, dağın batısına düşen Irak çataklarından silah sesleri duydular. Hemen sonra da dinleme telsizleri şöyle bir cümle yakaladı: “ Civan’ı ve yanındaki dördünü vurduk, diğerleri de düşman tarafına kaçtı, takipteyiz.” 
Örgüt içi bir infaz bu!
Yakın zaman içerisinde, bu tür infazlar çok duyulmaya başlandı. PKK, sert baskıyla karşılaştığında, sıkıştırıldığında, çaresizlik ve başarısızlık üretmeye başladığında bu tür refleksler üretiyor. Ve bu çatışmalar genellikle örgütün kaşarlanmış profesyonenlleriyle, bir şekilde örgüte katılmış ya da katılmak zorunda kalmış olanlar arasında yaşanıyor. PKK’nın gerçek yüzünü görüp sesini yükselten, muhalefet yapmaya kalkan ya da örgüt içinde örgüte silahıyla başkaldıranlar bir şekilde örgütün üst aklı ve profesyonel baronları tarafından katlediliyor.
Bunun için de hep bir gerekçeleri var:
Örgüt içi disiplin sağlamak!
PKK her nedense, örgüt içinde iç disiplini hep istismar ettiği kişileri katlederek yapıyor. Bütün ihtirasları, hırs, hınç ve kirli hesaplarıyla “Örgütün büyük bir sopa yemesine neden olan” baronlara gelince ‘Öz Eleştiri’ ya da ‘İç Disiplin’ gündeme hiç gelmiyor. Örneğin, örgütün Hakkari-Çukurca-Dağlıca hattında ‘PKK adına’ yakın zamanın en büyük kaybına (400’den fazla) neden olan Karayılan ve ‘sözde’ Hakkari bölge sorumlusu Fehmi Atalay’dan hesap soran çıkmıyor.
Bu iç hesaplaşmalara benzer durumlar, başta meskun mahal çatışmaları olmak üzere geçmişte de yaşanmıştı. PKK’nın kadrolu profesyonelleri, yani ranta ortak olanlar çeşitli nedenlerle örgüte dahil olan zavallı teröristleri hizmet ettikleri iradeler ve şahsi menfaatleri adına ölümüne kullanıyor ve yeri geldiğinde öldürmekten hiç çekinmiyor.
Örgüt içi istismara dair, yaşananlar üzerinden örnekler vermek istiyorum:
1- Hevaller yine bir mayın eşşeğini ortalığa çıkarttılar. YPS’li bir acemi o. Sokak ortasında bir o yana bir bu yana koşturararak koşuşturarak bize ateş ettiriyorlar. Bunu öğrendik artık. Bizden bir aceminin de ateş etmek için ortaya çıkmasını, yerimizi belli etmesini, sonra da onu ve bizi orada gömmeyi planlıyorlar.
Bir adam alacağız derken, acele edip 5-6 şehit vereceğiz.
Biz meskun mahalde aklımızı duygularımızın önüne almayı, acılarla öğrendik. Duygularıyla hareket edip, acele edenler av yapmaya çalışırken av oldular. Meskun Mahalli, yani terörle mücadelenin en zor mücadele biçimi öğreninceye kadar, çok sıkıntı yaşadık. Vurulduk, yaralandık, mayına yada EYP’ye bastık, bubi-tuzaklara düştük, GEYP’leri patlattık, hayatlarımızdan olduk.
Şimdi de PKK’nın meskun mahalde devreye koyduğu mayın eşşeği acemi YPS’liler üzerinden bir başka oyunu yaşıyoruz.
2- Yüksekova’da meşhur kadın terörist Amara, telsizden YPS’lilere gaz veriyor.   “ Hepimiz şehit olacağız. Öleceğiz. Bugünün tadını çıkartın. ”
Güzel, janjanlı cümleler. “ Şehit olacaksınız. ” YPS’li erkeklerin teslim olmamasının temel sebeplerinden biri de kadın teröristlerin erkeklere gaz vermesi. Amara tam da bu işi yapan, namı yürümüş kadrolu bir dişi.
Ben de telsizin mandalına basıp; “ Peki, Neyin şehidi olacaksınız?
Amara da dedi ki; “Devrim şehidi!”
Ben de dedim ki; “Devrim din gününün sahibi midir?”
O da dedi ki; “ O nedir?
Tam bu sırada bir polisimiz çevrime girdi; “Ne şehitliğinden bahsediyorsun? Siz Zerduşt değil misiniz?”
Amara bu söze fena sinirlendi ve dedi ki; “Zerdüştlük bir gün bütün Türkiye’ye yayılacak.”
Bundan sonra ortalık karıştı. Söven söveneydi.
Herkes sövmekten yorulup, çevrime sessizlik hakim olunca Amara, kod Harun’a çağrı yaptı: ‘’Harun dikkat et ölme. Akşam seni bir kez daha göreyim.’’
Amara’yla Harun’un ilişkisi bilinirdi. Tam birileri birilerine yine sövecekken, olmayacak birşey oldu. Başka bir terörist çevrime girdi. “ Lan a.... k.duklarım biz burda geberiyoruz. Siz orda s...k’ten bahsediyorsunuz.’’
Hemen sonra ortalık gene karıştı. Gene söven sövene, laf çakan çakana’ydı. Teröristler, askerlerle polislere... Askerler polisler, teröristlere... Teröristler teröristlere.
Tam komediydi. Gırgırdı. Şamataydı. Matraktı. Güney doğu’daki mücadeleye, meskun mahallere has bir curcunaydı.
Sanırım bugün en iyi anlaşılması gereken konuların başında: PKK’nın sadece bir terörist ya da bir aparat örgüt olması değil, aynı zamanda SİLAHLI BİR MİSYONER ÖRGÜTÜ olmasıdır. PKK’nın etki ve iradesine boyun eymek zorunda kalanların pek çoğu bugün ya ZERDÜŞT olmuşlardır ya da ATEİST.
Aşağıdaki hikaye de ilk mayın eşeklerinden Abuzer’e ait:
Biz Abuzer’le, Cudi’nin ortalarındaki Nuh Peygamber dağında tanışmıştık. Sert çatışmalarla Cudi’yi ele geçirmiş, sonra sıkı tepişmeler eşliğinde Cudi’deki temizliği tamamlamıştık. Artık, artıklarla uğraşıyor, günlük görevlere çıkıyor, dağ bayır dolaşıyorduk. Kirden de leş gibiyiz, terledikçe katmerleşiyoruz. Bitlerimizi de fazlasıyla benimsedik. Görevler ise artık kanıksayacak kadar gına getiriyor. Çok yorgunuz, yaklaşık 45 gündür dağdayız. Kayalar yastık, yıldızlar yorgan yani. Buna dünden razıyız da, geceleri hiç uyumuyoruz ki.
Bir şeyler bulmak bile, artık heyecanlandırmıyor. Sonraki günlerde can-kader birliği ettiğimiz korucularımızı yolcu ediyoruz. Küçük bir uğurlama töreni yapıyoruz. “ Bir haber uçurun yeter ” diyorlar. “ Yeter ki isteyin, koşar geliriz...” Giderken hepsi helallik alıyorlar.
Onlar da gidince, dağda bizden başka kimse kalmıyor. Ve günler, daha da sıradanlaşıyor. Sonra Abuzer’e kavuşuyoruz da dünyamız biraz olsun renkleniyor.
Onu, aşağımızda bir yerlerde, bir üs bölgesinin altındaki çöplüğün içinde bulmuşlar. Askerin attığı konserve tenekelerindeki artıkları, parmağıyla sıyırmaya çalışırken yakalanmış. Ortaya çıkması işte böyle bir rastlantıyla olmuş. Hareket etmese, çöp dökmeye giden askerler belki de onu göremeyeceklermiş. Bir tek derdinin olduğu anlaşılmış... O da karnını doyurmak... Zayıf mı zayıf, zavallı mı zavallı...
Abuzer bir terör delikanlısı, örgütten kaçmış... Şaşa kalıp, açlığının, kaçmışlığının cesaretinde oralara kadar yanaşmış. Sorgusunu yapmışlar, sonra da işimize yarayabileceğini düşünüp, yanımıza, dağa göndermişler. Hoş, onun da sığınacak bir yere ihtiyacı var. Sonuçta yanlışa düşmüş de olsa, bataktan çıkmak isteyene sahip çıkmak görevimiz. Bizi buna iteleyen de; “Eline asker kanının bulaşmamış olması...” Bunu anlamak bizim için çok zor olmadı. Örgütte pisliğe bulaşmadığına dair Dağlı ve Okay Binbaşıların bize özgü sorgusundan geçti once. Sonra hakkında pisliğe bulaşmadığına dair teyit edilmiş bilgiler de geldi. Örgütten kaçması, onun masumluğunun ispatıyla birleşince, içimize katılıverdi. Artık bize de, saf mı saf Abuzer isimli bu çelimsiz delikanlıyı kanıksamak düştü.
Abuzer üstündeki giysilerle çok sırıtıyor. Yazık olmasın! Garibi sırf inadına vurmasınlar. Üzerine bir şeyler uyduruyoruz. Ayaklarındaki mekaplar paramparça... Bir gün utana sıkıla geliyor. Bir çift kara lastik istiyor. Bizim “soğuk kuyu” dediğimiz, köyünde giydiği cinsten... Hani bunlar çok ucuz ya! Belli ki bize yük olmaktan da sıkılıyor. Ondaki bu eziklik beni üzüyor. Sonuçta o, artık aman dilemiştir. Aman dileyene sahip çıkmak da, bizim harcımızdır. Mazlum ve mağdura sahip çıkmanın da, elbet bir karşılığı vardır.
Büyük telsizden, Kara maden’deki bölük baş çavuşunu arıyorum. “ Bana bir potin lazım…
Ne yapacaksın potini komutanım? ” Şaşırmış, merakla soruyor gibi ya, bu tam eli sıkı bölük başçavuşu ağzı…
“ Dağ koşullarında, potinin dayanıklılığını ve askerin ayağına etkileri test edeceğiz ” diyorum.
“ Ha, tamam o zaman komutanım…”
Abuzer’e böyle ayarladığım potin, bir gün sonra ikmalin içinde geliyor. Abuzer çocuk gibi seviniyor. Artık aramızda istediği gibi dolaşıyor. Hatta askerle nöbet tutuyor. Askerin onu tanıması önemli... Özellikle yeni tertipler için... Teröristlerin uzaylı yaratıklar olmadığına dair, aramızda dolaşan bir ispat.
Cudi’de bildiği yer de çok. Onu saf görüp, ırgat gibi kullanmış olmaları işimize çok yarıyor. Yer göstermede çok faydası oluyor. Malzeme taşıdığı her yeri bilebildiğince tek tek gösteriyor. Sayesinde çok kümes patlatıyoruz. Ele geçen mühimmatların çoğu pırıl pırıl...
Bir de kendisinin ve kendisi gibi olanların nasıl kullanıldığını anlatıyor:
“Bizi” diyor, “Üç kişi, dört kişi önden gönderirlerdi. Tepelere dağlara çıkartırlardı. Böylece asker var mı, mayın var mı, diye baktırırlardı.” Sonra, çok bacağın nasıl koptuğunu, çok safın nasıl öldüğünü anlatıyor. Ve bizi, teröre yine sövdürüyor.
O artık mayınlı ve tuzaklı yerlerde, canlı dedektör olarak kullanılmaktan, dağda da olsa insan gibi yaşamaya terfi etmiş, bir mazlumdur.
Mahkemeye gönderiyoruz. Günler sonar geri dönüp geliyor. “Beraat ettim” diyor. Bir süre daha aramızda yaşıyor. Sanki bizden kopmuyor, kopamıyor. “Evime gidemem” diyor. “Tekrar örgüte katarlar.” Onu kurtarmak için çok uğraşıyoruz. Hani yatılı bölge okulu filan... Ama çabalarımız aradığımız sonucu vermiyor. Artık yapacak başka bir şey bulamayınca, aramızda topladığımız parayı cebine koyup gönderiyoruz.
Aradan zaman geçecek... Dağlı Komutan’a Abuzer’den bir kart gelecek. Hakkâri’den, Şemdinli taraflarında bir yerden postaya verilmiş...
“ Komutanım ” diye başlayan bir bozuk yazı...
“... Yapacak başka bir şey yoktu, tekrar örgüte katıldım. Komutanlarıma, askerlerimize selam söyle... Ellerinizden öperim...”
Yazı böyle bitiyor. Ve bir Abuzer, bir insan, bir can, bir evlat böylece elimizden kayıyor.
Burası Güneydoğu…
Çatlaklarından terörün sızdığı, PKK adındaki ‘Misyoner-Aparat’ Terör Örgütünün insanları ölüme gönderdiği… dahası kendi içinde öldürüp durdurduğu…
İNSANLIĞIN MEDENİYETLERİN ÇIKIŞ NOKTASI…
Nuh Peygamber dağının doğusundaki ‘İNSANLIĞIN CEBRAİL KAPISI.’
Not:
- Cebrail Kapı: Cudi’deki Nuh Peygamber dağının hemen doğusundaki dağ geçidinin adıdır. Nuh’un gemisi Cudi dağına oturduktan sonra, dağdan çıkış bulamayan insanlığın Cebrail Meleğinin gösterdiği bu geçitten yeryüzüne dağıldığına inanılır.
- Abuzer’in hikayesi; “ Ölüm dağları Bekler-Cudi Dağı, Abdullah Ağar ” kitabından alınmıştır.



17 Eylül 2016 Cumartesi

'' 27 Aralık Muhtırası"nın Hikayesi



 '' 27 Aralık Muhtırası" nın  Hikayesi




15 Nisan 2012
Abdullah Muradoğlu


Muhtıra mektubu Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Başbakan Demirel ve anamuhalefet partisi lideri Ecevit''e elden teslim edilmişti.  Korutürk, muhtıra mektubunu diğer muhalefet liderlerinin yanısıra TBMM Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı''na da göndermişti. ''12 Eylül'' darbesini yargılayan mahkeme, 27 Aralık 1979''da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e verilen ''muhtıra mektubu''nun orijinaline henüz ulaşamadı. 27 Aralık Muhtırası 12 Eylül''e giden yolu açmıştı.
14 Ekim 1979''da Senato Üçte Bir Yenileme Seçimleriyle birlikte Meclis''te boşalan milletvekillikleri için 5 ilde ''Ara Seçim'' yapılmıştı. Beş milletvekilliğinin tümünü Adalet Partisi kazanmıştı, Senato seçimlerinde de açık arayla öndeydi.

Seçim yenilgisini CHP Hükümeti için bir '' güvensizlik '' sayan Başbakan Bülent Ecevit istifa kararı almıştı. CHP Hükümeti ''nin yerine 13 Kasım''da, MHP ve MSP''nin dışardan desteğiyle Adalet Partisi ''azınlık hükümeti'' kuruldu.

Başbakanlık koltuğuna Süleyman Demirel oturmuştu. Ecevit hükümeti döneminde yaygınlaşan siyasi şiddet olayları tam gaz devam ediyordu.

Cumhurbaşkanı Esseyit Hasan Fahri Korutürk''ün görev süresi Nisan ayında sona eriyordu. Ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Daha o zamanlarda bile Cumhurbaşkanlığı için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren''in adı geçiyordu.

Çiçeği burnunda Hükümet ekonomik krizin yanı sıra terör ve şiddet olaylarını da devralmıştı. Bu yüzden Demirel '' Enkaz devraldık '' demişti.

SELİMİYE KIŞLASI''NDA MUHTIRA KARARI


Bir NATO toplantısı için Brüksel''de bulunan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 13 Aralık''da Ankara yerine İstanbul''a döndü. İstikamet 1. Ordu karargahının bulunduğu ''Selimiye Kışlası''ydı.

Kuvvet komutanları, ordu komutanları ve kolordu komutanları'' Kenan Evren''i bekliyorlardı.Toplantıda hükümete ve muhalefet partilerine muhtıra verilmesi kararı çıktı.

2 Ocak 1980''de gazetelerde Ordunun Cumhurbaşkanı''na ''uyarı mektubu ''verdiği haberi yer almıştı. Aslında altında kuvvet komutanlarının imzası bulunan ''muhtıra mektubu'' 27 Aralık 1979 günü, bizzat Kenan Evren tarafından Çankaya Köşkü''nde Cumhurbaşkanı Korutürk''e verilmişti.

1 sayfalık Muhtıra mektubuna ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü '' başlıklı 2 sayfalık bir bildiri eklenmişti. 6 sayfalık ''terörü durdurma hedeflerine varış'' başlıklı metin de cabasıydı.

''İSTERSENİZ İSTİFA EDEYİM''

Cumhurbaşkanı Korutürk''e,TSK''nın görüşleri hayata geçirilmediği takdirde ordunun yönetime müdahele etmek durumunda kalacağı söylenmişti. Oysa TSK, görüşlerini ''Milli Güvenlik Kurulu''nda zaten dile getiriyordu. Cumhurbaşkanı da MGK''nın başkanıydı.

Askerler açısından zarlar atılmıştı, gerisi bahaneydi. Askerler, hükümete hiçbir sivil hükümetin gerçekleştiremeyeceği ağır şartlar öne sürmüşlerdi.

Genelkurmay Başkanı muhtıra mektubunun önce radyoda okutulması yönünde bir eğilim geliştiğini, ancak bundan vazgeçildiğini söylemişti Korutürk''e. Mehmet Ali Birand''ın ''12 Eylül'' başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Cumhurbaşkanı, Evren''e ''Peki ne yapmayı planlıyorsunuz'' diye sormuştu.

Evren, ''Eğer bunlar doğru yolu bulmazsa, Meclis''i feshetmek ve başka bir yöntem denemek gerekebilir. Bizim, bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok'' cevabını vermişti.

Cumhurbaşkanlığı eski Basın Sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yer alan bilgilere göre komutanlar Korutürk''e şunları söylemiştiler:

''Bu işler böyle gitmiyor. Siz yaşça ve kıdemce bizden büyüksünüz. Hepimizin komutanısınız. Geniş tecrübe sahibisiniz. Gelin başımıza geçin, Türkiye''yi içine düştüğü badireden kurtaralım.''

Korutürk ise komutanlara bakın nasıl cevap vermiş:

''Askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye''yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız, ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye de hazırım''.

Cumhurbaşkanı Korutürk, Anayasal rejime sahip çıkmak yerine istifa etmeyi düşünmüştü.

ÇANKAYA, MUHTIRA POSTASI

CHP''li İsmail Hakkı Birler''e göre ise Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlardan, görev süresinin dolacağı Nisan 1980''e kadar yönetime müdahale etmemelerini istemişti. Oysa Korutürk, 1973''te Adalet Partisi ve CHP''nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.

27 Aralık muhtırası 12 Eylül darbesinin ilk adımıydı. Askerler Cumhurbaşkanı Korutürk''e adeta bir postacı görevi yüklemişlerdi. Korutürk, Başbakan Demirel ve ana muhalefet partisi lideri Ecevit''i Köşk''e çağırarak muhtırayı kucaklarına bırakmıştı.

Demirel de, Ecevit de ''muhtıra mektubu''ndan 2 Ocak günü haberdar olmuşlardı.

Korutürk''ün danışmanı ve basın sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yazdığına göre uyarı mektubu çoğaltılarak, Meclis Başkanı Cahit Karakaş''a, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil''e, Cumhuriyet Senatosu ''Milli Birlik Grup Başkanı Fahri Özdilek''e, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara''ya gönderilmişti.

Muhtıra''nın birer nüshaları Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş''e, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan''a, Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan''a da postalanmıştı.

Maalesef, hükümeti darbe ile tehdit eden uyarı mektubu karşısında Cumhurbaşkanı, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir tavır sergileyemediler.

CHP DARBEYİ ÖNLEYEBİLİRDİ


CHP''nin önemli simalarından merhum İsmail Hakkı Birler ''CHP''li yıllar'' başlıklı kitabının ''CHP, CHP olsaydı, darbeyi durdurabilirdi'' bölümünde şöyle diyordu:

''Bana göre 12 Eylül Cuma günü değil, 10 Eylül Çarşamba günü olmuştur. Zira o gün yapılan CHP grup toplantısında sergilenen manzara, CHP''nin artık istemediği şeyleri engelleme gücünün kalmadığını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Darbecilere adeta yeşil ışık yakılmıştır.''

Birler''i bu kanaate sevkeden gelişmeler, Adalet Partisi ve CHP arasında gerçekleşecek bir ''büyük koa-lisyon'' önerisinin Demirel tarafından kabul görmemesinin yanısıra Adalet Partisi''nin erken seçime gitme öne-risinin de CHP''lilerin çoğunlukta olduğu Anayasa Komisyonu''nda reddedilmesiydi.

CHP''liler bu öneriyi, Cumhurbaşkanı seçilmeden erken seçim kararı almanın Anayasa''ya aykırı olacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdi. Yani, darbe göz göre göre gelmişti.

2 Ocak günü, Cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel ''Muhtıra''yı sineye çekmek yerine, darbe yapmayı kafaya koymuş olanları hesaba çekseydiler Türkiye ''12 Eylül'' felaketini yaşamayacaktı.

Celal Bayar az kalsın kendini öldürecekti!


''12 Mart'' darbesi gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Cevdet Sunay oturuyordu. Süleyman Demirel Hükümeti''ne verilen askeri muhtıra karşısında Cevdet Sunay, askerlerin tarafında yer almıştı. Oysa Sunay''ın seçilmesinde Demirel''in dahli vardı. ''28 Şubat'' darbesinde'' 12 Mart'' ve ''12 Eylül''ün mağduru olmuş olan Süleyman Demirel oturuyordu. 28 Şubat, 12 Mart''ın kopyası gibiydi. 12 Mart muhtırasının verildiği gün Başbakan Demirel istifa etmiş, yerine ''ara rejim'' hükümeti kurulmuştu. 28 Şubat ise 12 Mart''ın 1 günde yaptığını birkaç aya yaymıştı, fark buydu. 12 Mart''ın balyozu ''sol''un tepesine inmişti. 28 Şubat''ın balyozu ise ''mütedeyyinler''i hedef almıştı. Demirel, 28 Şubat darbesinin Refah-Yol Hükümeti''ni düşürmesine ve mütedeyyin kesimleri ezmesine göz yummuştu. Hatta Demirel''in rolü göz yummadan daha fazlasıydı. 27 Mayıs''a gelince.. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya Köşkü''nde kendisini tutuklamak isteyen darbecilere direnme cesareti göstermişti. Küçük tabancasına el atarak teslim olmaktansa cuntacılara ateş etmeyi, sonra da intihar etmeyi bile düşünmüştü. Tümgeneral Burhanettin Uluç, Köşk''te karşısında teslim olmak istemeyen bir Bayar görünce ''Millet ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur bıraktınız'' diye bağırmış, Bayar da ''Bu işi siz yapamazsınız. Buraya seçilerek geldim'' diyerek karşılık vermişti. Bayar darbeyi önleyememişti ama hiç olmazsa direnmeyi göze almıştı.

Darbecileri Mağdur eden Darbeciler..


''27 Mayıs'' darbesini yapan ''Milli Birlik Komitesi'' üyeleri 1961 Anayasası''na konulan bir maddeyle dokunulmazlık zırhına büründürülmüşlerdi. Buna göre MBK üyeleri ''Tabii senatörler'' olarak yaşam boyu görev yapabileceklerdi.

Görev süreleri dolan Cumhurbaşkanları da ''Tabii Senatörlük'' niteliği kazanmışlardı. ''12 Mart''ın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunun verildiği dönemde Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de 1980''e kadar Tabii Senatör olarak görev yapmışlardı.

Cumhurbaşkanlarından sadece Celal Bayar, 1974''de kendisine teklif edilen Tabii Senatörlüğü, ''Ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim. Demokrasilerde tabii senatörlük yoktur'' diyerek reddetmişti.

12 Eylül darbesiyle Meclis''in yanı sıra Senato''nun kapısına kilit vurmuştu. 1982 Anayasası Senato''yu tümden ortadan kaldırmıştı.

Tabii Senatörlük fikrini ortaya atan da CHP olmuştu. Bu fikri Temmuz 1960''da ilk defa kamuoyuna açıklayan Bülent Ecevit idi. Ecevit''e göre darbeciler, Tabii Senatörler olarak ''27 Mayıs rejimi''ni koruyabilirlerdi.

İlkin ''bu bir siyasi rüşvettir'' diyerek karşı çıkan darbeciler bir süre sonra sistemi denetlemek vve kollamak gerekçesiyle öneriyi kabul etmişlerdi. Milli Birlik Komitesi''nden tabii senatör olanlar ''Milli Birlik Grubu'' adıyla görev yaptılar.

1970''lerin sonlarına doğru ''Milli Birlik Grubu'' ile ''CHP'' arasındaki bağlantıyı CHP Genel Sekreter Yardımcısı sıfatıyla İsmail Hakkı Birler sağlıyordu. Birler, Milli Birlik Grubu''yla yaptığı toplantıları bir rapor halinde Ecevit''e bildiriyordu.

''12 Mart'' darbesini destekleyen Tabii senatörler, Baas tipi bir rejim kurmak için darbe hazırlığı yapan ''9 Mart cuntası''nın sivil liderlerinden Doğan Avcıoğlu''nun ''Devrim'' gazetesinin yazarları arasındaydılar.

'' Milli Devrim ordusu'' adında bir gizli teşekküle mensup oldukları gerekçesiyle suçlanan bazı Tabii Senatörlerin 12 Mart darbesinden önce dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. ''Anayasa Mahkemesi'' kararıyla senatörler dokunulmazlıklarını tekrar kazanmışlardı. 12 Mart''tan sonra dokunulmazlığı kaldırılan Ekrem Acuner''in dokunulmazlığı da aynı şekilde iade edilmişti.

1980 Eylül''ünde '' Senato Milli Birlik Grubu ''nda 8 '' Tabii Senatör '' bulunuyordu. 19 yıldır görevdeydiler. 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin '' Ömür boyu senatörlük '' ödüllerini rafa kaldırmıştı. 
Mağdur edenler, bu kez kendileri mağdur olmuşlardı.

Kenan Evren''e kutlama telgrafı göndermiş!


Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunu Cumhurbaşkanı Korutürk''e elden teslim ettiğinde iş başında 35 günlük ''Süleyman Demirel hükümeti'' vardı. Oysa siyaset koridorlarında ''askerler darbe hazırlığı içerisindeler'' söylentisi ''Ecevit hükümeti'' döneminde ayyuka çıkmıştı.

CHP Hükümeti''nde Başbakan Yardımcısı olan Faruk Sükan ordu içerisindeki gelişmelerden bilgi sahibiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1979''da sürpriz bir şekilde görevinden istifa etmişti. Başbakan Ecevit''in Sükan''ı istifa etmemesi yönündeki ısrarlı girişimleri sonuç vermemişti. Sükan, Ecevit''e şöyle demişti:

''Arkadaşlarımla, Demokratik Parti''nin ileri gelenleriyle konuştum. Onlar bir askeri darbenin hazırlandığını bildiklerini açık bir şekilde anlattılar ve partili olarak benim de bu dönemde sorumluluk mevkiinde bulunmamı istemediklerini belirttiler.''

Sükan''ın bu sözleri karşısında irkilen Ecevit ise şu şekilde karşılık vermişti:

''Söyledikleriniz çok vahim. Ben derhal Cumhurbaşkanı''na gider ve bu söylediklerinizi naklederim. Böyle bir şey varsa, onun bilmesi gerekir.

Sükan, ''Nasıl isterseniz'' di-yerek karşılık vermişti.

Ecevit dediğini yapmış, hemen özel bir uçakla İstanbul''a hareket etmişti. İstanbul''da Florya''da bulunan Cumhurbaşkanı Korutürk''ü ziyaret ederek Sükan''dan duyduklarını nakletmişti. Cumhurbaşkanı, ''kesinlikle böyle bir şey bilmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bir darbe olursa ben buna karşı vaziyet alırım'' demişti. Ecevit, rahatlamıştı.

27 Mayıs''ı ve 12 Mart''ı görmüş, deneyimli bir siyasetçi olan Ecevit''in rahatlaması için ciddi bir sebep yoktu. Askerlerle iyi ilişkileri olan Sükan''ın istifası aslında herşeyi anlatıyordu.

''Darbe olursa buna karşı vaziyet alırım'' diyen Korutürk 13 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren Paşa''ya bir telgraf göndererek kutlamıştı.

CHP şimdi 12 Eylül davasına müdahil olarak katılma kararı aldı. İlginç bir tesadüf, Korutürk''ün oğlu Osman Korutürk şimdi CHP milletvekili.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aral%C4%B1k-muht%C4%B1ras%C4%B1%22n%C4%B1n-hikayesi..-31963