Anna BACHMANN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anna BACHMANN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2017 Pazar

ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 BÖLÜM 3

ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 BÖLÜM 3

ANNA BACHMANN: “ SÜLEYMANİYE’DE SU KAYNAKLARI İLE İLGİLİ BAŞLICA SORUNLAR; SU KAYNAKLARININ KALİTESİ, MİKTARI VE AYNI ZAMANDA YÖNETİMİDİR ” 


18 Mayıs 2012 
* Bu röportaj ORSAM Su Araştırmaları Programı uzmanları Dr. Tuğba Evrim Maden ve Dr. Seyfi Kılıç tarafından 7 Şubat 2012 tarihinde Süleymaniye’de gerçekleştirilmiştir.

ORSAM Su Araştırmaları Programı, Nature Iraq’ta proje yöneticisi olan Anna Bachmann’la Nature Iraq’ın yürüttüğü çalışmalar ve Irak’ta ki su sorunu üzerine bir röportaj gerçekleştirdi. Bu röportajda Anna Bachmann’la Irak’taki su yönetimi, bataklık restorasyonu ve Nature Iraq tarafından gerçekleştirilen 
“The Key Biodiversity Areas Project” (“Başlıca Biyoçeşitlilik Alanları Projesi”) üzerine konuştuk. 

ORSAM: Öncelikle kısaca kendinizi tanıtır mısınız? 

Anna BACHMANN: İsmim Anna Bachmann, Amerikalıyım. 2007’den bu yana Irak’ta yaşıyorum ve 2005 yılından beri de Irak’taki çevre sorunları üzerindeki çalışmalarımı sürdürüyorum. Buraya ilk ziyaretim, aslında 2003’teki savaştan önce olmuştu. Sonrasında Irak’a geri dönüp çevreyle ilgili sorunlar üzerinde çalışmaya başladım. 
Bu noktada, Kayıtlı bir Irak Çevre Koruma Kuruluşu olan Nature Iraq’ın şu anki Yönetim Kurulu başkanı olan Dr. Azzam Alwash ile tanıştım ve 2005 yılından 
beri bu kuruluş bünyesinde çalışmaktayım. Bu benim yedinci yılım. 

ORSAM: Mesleğiniz nedir? 

Anna BACHMANN: ABD’nin Washington eyaletindeki Evergreen State College’ta çevre çalışmaları üzerine mastır yaptım. Bu aslında bir bölümü çevre bilimi, bir bölümü ise çevre politikasından oluşan disiplinlerarası bir program. 

ORSAM: Bize Nature Iraq’tan bahsedebilir misiniz? Ne zaman kuruldu? 

Anna BACHMANN: 
Nature Iraq, Irak çevre koruma kuruluşudur. Resmi olarak 2004 yılının sonunda 
kurulmuş olsak da, aslen Irak’ta demokrasi kurmaya odaklanmış ABD tabanlı 
bir kuruluş olan Irak Vakfı’nın (Iraq Foundation) bir projesi olarak farklı bir isim altında kurulduk. O zamanlar, Irak Vakfı’nın “Eden Again Project” (“Cennet Yeniden Projesi”) olarak anılıyorduk. 2003 yılındaki savaşın ardından, Irak Vakfı ile birlikte yeniden Bağdat’a yerleştik ve sonrasında Irak Vakfı’ndan ayrılıp 
Irak’ta, kayıtlı bir sivil toplum kuruluşu haline geldik ve ardından 2007 yılında ise bölgesel bir STK olarak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (KBY) kayıtlı hale geldik. Başlangıçta öncelikli olarak Güney Irak’taki bataklık restorasyonu üzerine çalışmalar gerçekleştirdik. O zamanın CEO’su olan ve babası da bir sulama mühendisi olan Dr. Azzam Alwash için bu büyük bir tutku konusuydu. Kendisi, babası ile birlikte bataklıklara gidip gelerek büyümüş ve o zamanlara ilişkin çok güzel anıları varmış. Saddam Rejiminin, bataklıkları neredeyse tamamen  kuruttuğunu duyunca, bu konuda bir şey yapılıp yapılamayacağını görmek istemiş ve projeyi başlatmak üzere Irak Vakfı’na başvurmuş ve işte bizim başlangıç hikayemiz. 

2005 yılında ilk başladığımda, çalışmalarımız öncelikle Güney Irak üzerine odaklanıyordu ve Bağdat’ta küçük bir ofisimiz ve Fırat nehrindeki Merkez Bataklık’ta bulunan Güney Irak’taki Chibaish’te de yine küçük bir noktamız 
bulunmaktaydı. 2007 yılında burada, yani Süleymaniye’deki ofisimizi açtığımızda genişledik; bu da, benim daha önce çalışmakta olduğum Ürdün’den buraya taşındığım ve Nature Iraq’ın kuzey ofisini açtığımız zamana tekabül ediyor. 

Sonrasında burası bizim genel merkezimiz haline geldi. O dönem çok zayıf kalan güvenlik önlemleri yüzünden Bağdat ofisimizi geçici olarak kapattık ve çok sayıdaki personelimizi buraya, Kuzey Irak’a taşıdık. Halihazırda genel merkezimiz hâlâ burada bulunmakta, bunun dışında güneydeki Chibaish’te bir ofisimiz ve Bağdat’ta da personelin bulunduğu bir başka geçici ofisimiz daha var (burada yakında gerçek bir ofis açmayı umuyoruz). Bunlar, Çevre ve Su Kaynakları Bakanlıkları vs. ile birlikte çoğunlukla idari ilişkilerle ilgili konular 
üzerinde çalışmalar yürütüyorlar. 

En eski projelerimizden biri bataklık alanlarda yeniden başladı ve ülkenin geneline yayıldı. Projenin adı “The Key Biodiversity Areas Project” 
(“Başlıca Biyoçeşitlilik Alanları Projesi”) , ve bu proje kapsamında her kış ve yaz mevsimlerinde biyolojik çeşitlilikleri açısından bölgesel ve/veya küresel öneme sahip olup olmadıklarına karar verebilmek için olabildiğince fazla sayıda alan üzerinde incelemeler gerçekleştiriyoruz. Aslında bu, Türkiye’de çoktan gerçekleştirilmiş bir program. Türkiye zaten ÖDA’larını (Önemli Doğa Alanlar) belirlemiş bir ülke, ancak Irak henüz bu çalışmayı tamamlamış değil. Yani şu anda bir sürecin içerisindeyiz. İlk incelememiz 2005 yılında gerçekleştirildi ve şimdi ise tüm verilerimizi değerlendirme ve Iraq için ÖDA’lardan oluşan 
bir liste oluşturma sürecindeyiz ve umarız ki bu şekilde Irak’taki gelecek koruma alan ağı kuruluşu olacağız. 

Buna ek olarak, bu geçtiğimiz yıl Iraq Upper Tigris Waterkeeper (Iraq Yukarı Dicle Su Gözlemcisi) isimli yeni bir projeye başladık. ABD’de başlayan uluslararası Waterkeeper Alliance’a bağlı olan bu grubun şu anda neredeyse gezegenin tüm kıtalarında olmak üzere dünyanın her yanında iki yüzü aşkın su, 
nehir, körfez ve koy gözlemcisi bulunmaktadır. Bizim ki Ortadoğu’da bu gruba bağlı ilk su gözlemci projesi olma özelliğini taşıyor ve eninde sonunda Irak’taki Fırat-Dicle Havzasının tamamına odaklanmak istiyoruz. 

Ancak başlangıç olarak, Yukarı Diyala, Küçük Zap, Büyük Zap, Habur ve Dicle nehrinin yukarı kolunu da içine alan kuzey Irak’taki yukarı Dicle Nehri Havzası sınırları içinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. 

Burası birçok su gözlemcisinin rahatlıkla çalışabileceği büyük bir alandır. Su gözlemcileri genellikle tek bir havzaya yerleştirilir. Bu projeyi bir gün belki Nature Iraq’tan ayırarak genişletmeyi, nehir sağlığı ve su kalitesine olduğu kadar bu iklim değişikliği, kuraklık ve yoğun baraj yapımı çağında nehrin ayakta kalabilmesini sağlayacak nehir akışı ve su miktarına da odaklanacak ayrı bir örgüt kurmayı umuyoruz. Bu durum insanları ve nehirleri oldukça etkilemek tedir. Şimdiye dek bu oldukça başarılı bir proje olmuştur ve biz de nehir temizliği, bir takım sosyal yardım ve eğitimi de içine alan bir sürü çalışma gerçekleştirdik. Şimdi ise İngiltere’deki Rufford “Küçük Hibeler Fonu”ndan sağlanan bir hibe sayesinde Küçük Zap Nehri’nin tehdit değerlendirmesini yapmaktayız. Dört sezonluk inceleme olacak ve bu şekilde farklı tehditler ve bunların ciddiyeti ölçülmeye çalışılacak. 

Genellikle su gözlem projeleri, çevreyi kirleten unsurları mahkemeye taşımaya odaklanır ve bu durum bir gün bizim yaptığımız bir noktaya erişecek olsa da şu anda yapmaya çalıştığımız şey sadece nehir havzalarımız üzerinde değerlendir meler yapmak ve nehirleri ve su kalitesini nasıl koruyacağımıza ilişkin farkındalık ve eğitim için birçok çalışma yürütmekten ibarettir. 

Aynı zamanda Nature Iraq, Eko-turizm projesi gibi küçük projeler de yürütmektedir ve bu proje kapsamında hem bataklık alanda hem de burada, yani Piramagrun Dağı’nın bulunduğu Kuzey Irak’ta bir kamp ve misafirhane 
kurduk. Yakın zaman önce, koruma altındaki bölgelere biyoçeşitlilik koruması için araçlar üreten Royal Botanical Garden Edinburgh ve BirdLife International ile büyük bir proje yapmak üzere Darwin Initiative hibesi aldık. 

Bu proje, yüksek biyolojik çeşitliliğe sahip bir alan olduğuna karar verdiğimiz Süleymaniye’deki 2600 metre yükseklikteki Piramagrun Dağı’na odaklanmakta dır. Irak’taki bakanlıklarla da korumayı destekleme, su kaynaklarının daha iyi şekilde kullanımı ve sürdürülebilir kalkınma gibi konularda birçok çalışma 
gerçekleştirmekteyiz. Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması vb. gibi uluslararası çevre anlaşmalarının yükümlülüklerini yerine getirmeleri için Çevre Bakanlığı’nı desteklemeye yardımcı olmak için de bugüne dek birçok çalışma yaptık. 
ORSAM: Süleymaniye bölgesindeki temel sorun nedir? Biz temel su sorunları olarak, kalitesi ve miktarının yanısıra su kaynaklarının yönetimiyle ilgili sorunlar üzerinde duruyoruz. 

Anna BACHMANN: Bence bunları birbirlerinden ayırmak zor ve bunların hepsi burada sorun teşkil ediyor. Su kalitesi ile ilgili belirli sorunlarımız var. Burada hiçbir kanalizasyon arıtması yok. Ülkeye gelen ve ülke içindeki su kalitesi ile ilgili sorunlarımız var. Git gide azalan su kalitesi ile ilgili sorunlar da söz konusu. 
Irak’taki nehirlerin çoğunun akışında bir düşüş var. Miktar da kesinlikle bir endişe konusu olmakla birlikte su yönetimi de büyük bir meseledir, zira Bağdat’ta merkezi yetkimiz olmasının yanı sıra bölgesel yetkimiz de bulunmakta 
ve her zaman tamamen hemfikir olunamayabiliyor. 

Bununla birlikte, Türkiye, Suriye, İran ve hatta Ürdün’le de bölgesel meseleler bulunmakta. Irak şu anda su kaynakları yönetimi ile ilgili planları konusunda değişikliğe gidiyor. Umarız ki bu plan açık bir şekilde yapılır ve bu şekilde halkın buna erişimi sağlanır ve halk bu planın içeriği konusunda da söz sahibi olabilir. 
Dicle-Fırat havzasının bütün kıyıdaş ülkeleri, halka veya çevreye etkisinin ne olacağına bakmaksızın çok sayıda baraj kurmaktadır. Barajlar ile birlikte her zaman için zararlı çıkan bir kesim bulunmaktadır ve nehrin kendisi de daima bundan zarar görmüştür, zira gerçek anlamda nehir ikiye bölünmektedir ve mansapta yaşayan birçok insan da bu durumdan zarar gören kesimdendir çünkü buradaki halk düşük hızda bir akış ve düşük kalitedeki sudan muzdariptir. Membada ise halkın tümü, tarım arazileri, kültürel ve çevresel kaynaklar 
su altında kalmıştır. 

Çevrenin korunması ile ilgili Nature Iraq gibi bir kuruluşta, nehrin sağlıklı olmasının yanısıra kıyıdaş ormanlar ve nehirdeki balıklar gibi nehir boyunca ve nehrin içindeki her şeyin de sağlıklı olmasını istiyoruz. Dolayısıyla, suyu bir havzadan başka bir havzaya taşıyan büyük su derivasyon projesi ve baraj yapımına ilişkin birçok endişemiz var, çünkü bu ne sürdürülebilir, ne ekosistem için sağlıklı, ne iyi bir su kalitesine erişmeye olanak sağlayan, ne mansap akış ne de mansapta yeterli miktarda su elde etmeyi mümkün kalan bir durumdur. 

Bizim kuruluşumuz güney Irak’ta çalışarak başlamıştır ve burada susuzluk, tuzlanma ve genel olarak oldukça sıkıntılı bir su kalitesinden kaynaklanan çok büyük sorunlar yaşanmaktadır. Membadaki herkese, burada gerçekçi ve manevi olarak görmezden gelemeyecekleri bir sorun olduğunu söylemek durumundayız. Yani bunları birbirlerinden ayıramam, zira hepsi de eşit öneme sahip sorunlardır. 

ORSAM: Sizin suyla ilgili bir projeniz var mı? 

Anna BACHMANN: Az önce açıkladığım Irak Yukarı Dicle Su Gözlem Projesini (Iraq Upper Tigris Waterkeeper Project) ve gerçekleştirmekte olduğumuz, Irak’ın güneyindeki Mezopotamya Bataklık alanının restorasyonuna ilişkin herhangi bir çalışma buna örnektir. 

Bu bataklık alanlarını korumak için yapığımız çalışmalar aslında suya ilişkin ve suyu temel alan bir projedir. 

ORSAM: Proje kapsamında, örneğin, çocuklara suyun korunması ile ilgili bazı eğitimler veriyor musunuz? 

Anna BACHMANN: Aslında daha kısa zaman önce “The Waterkeeper” (Su Gözlemcisi) isimli bir kısa filmin yapımını bitirdik. Naza ve Zaza adında, maske takan ve nehirdeki sorunları keşfetmiş, bu sorunlardan etkilenmiş ve bu konuda bir şeyler yapmaya çalışan iki çocuk karakterinin kullanıldığı bir film bu. 26 dakika süren ve yapımını henüz iki hafta önce bitirdiğimiz bir film. Bu filmi yerel 
okullarda ve halk topluluklarındaki çocuklara gösterdik ve filmi, kendi bölgelerin deki nehirler hakkında onlarla yalnızca bir diyalog kurma amacıyla kullandık. Bence bu film sayesinde onlarla bir bağ kurabiliriz. Bunun yanı sıra sanat ile çevresel bir mesajı birleştirmek üzere 20 Nisan’da (Dünya Günü ile bağlantılı 
olarak) Süleymaniye’de Green Music & Arts Festival (Yeşil Müzik & Sanat Festivali) düzenliyoruz. Farkındalığı arttırmaya devam etmeliyiz ve bunun dışında çevre konusuna odaklanan kamu hizmet ilanları, TV, radyo ve yazılı reklam kampanyalarını geliştirmek için yeteri miktarda para toplamanın yollarını da arıyoruz. Bunlar öncelikle suyun korunmasına ilişkin farkındalığın arttırılması na odaklanacaktır. 

Zira biyoçeşitlilik üzerine çalışmalar yürütüyoruz, kuşarla ilgili birçok çalışma yapıyoruz. Şu anda ise çalışanlarımızın bir kısmı yaban keçileri ile ilgili bir incelemede bulunuyor. 
Yaban keçisinin korunmasına ilişkin bazı destek çalışmaları olacaktır, zira burada devam etmekte olan birçok avlanma faaliyeti mevcuttur. Ayrıca, 2011 yılında bataklıklardaki ilk Çevresel Eğitim programı denemesini gerçekleştirdik ve umarız bu çalışmayı desteklemeye devam edebilmek için finansman bulabiliriz. 
Bu konuda destek bulabilirsek, bu çalışma ile ilgili olarak halihazırda pek çok 
fikrimiz var.

ORSAM: Güney Irak’taki bataklık alanlar hakkındaki en güncel bilgiler hakkında bizi aydınlatır mısınız? 

Anna BACHMANN: Bu soruyu en iyi şekilde cevaplayacak kişi, Nature Iraq yönetim kurulu başkanı olan Dr. Azzam Alwash’tır. Kendisi bu konuyu hayatının başlıca ilgi alanı haline getirmiş biridir. Genellikle 1970’li yılları, bataklıkların 
altın çağı olarak esas alırız ve bu dönemde birçok baraj inşaatı bu zamanlarda  etki etmeye başlamış olmasına rağmen hâlâ büyük oranlarda el değmemiş olarak kalmışlardı. 
Suyun ne zaman bataklıklara varacağı konusundaki mevsimsellik yüzünden, baharda su akışının şiddeti artar ve çoğalır; yılın bu vakti tahmin edilen hacmi ise 15.000 ila 20.000 kilometre kare arasında değişirdi. Elbette 1990’ların ortalarında bu durum yalnızca barajlar yüzünden değil, Saddam Rejiminin 
bataklıkları kurutma ve bölge halkına zulmetme konusundaki aktif kampanyası 
başladığı için de önemli ölçüde değişime uğradı. 2003 yılındaki savaştan sonra meydana gelen yeniden sulandırma çalışmalarından beri, günümüzde 1970’li yılları yeniden suyla doldurulan bataklıkları değerlendirme konusunda esas alıyoruz ve bence savaş sonrası kısa bir dönem süresince eski ayak izinin yaklaşık yüzde yetmiş beşine erişmiştir. Bu bölgenin eski haline geldiğini söyleyemem, ama sistem radikal bir şekilde değişince buraya yeniden su 
verilmiştir ve sürekli akış eksikliği ve tuzlanma artışı gibi incelenmesi gereken bazı sorunlar mevcuttur. 

Ama bence şu anda, membada karşılaştığımız zorluklar nedeniyle 1970’lerdeki orijinal ayak izinin yüzde elli altındayız. Şunu biliyoruz ki, eğer Irak aktif bir şekilde sahip olduğu suyu daha iyi yönetirse, yeniden su verilen eski bataklık 
alanı ayak izinin yüzde yetmişine yakın bir orana erişebiliriz. Ancak yüzde yüze erişebilmek için, membadaki komşularımızla bazı anlaşmalar yapmamız gerekecektir. Önceleri İran’dan bu önemli sulak alanlara giren suyu etkili bir şekilde durdurmak için İran, sınıraşan Hawizeh bataklığı boyunca büyük bir set  inşa etmiştir. 1990’lı yıllarda Saddam Rejimi tarafından tamamen kurutulmayan güneydeki tek bataklık alanları olduğu için (büyük ölçüde Saddam, İran’dan gelen suyu durduramadığı için), bu bataklık alanları yakın zaman önce, Irak’ın ilk Uluslararası Önemdeki Ramsar Sulak Alanları olarak kayda geçmiştir. Ne var ki İran bugün bunlara büyük bir darbe vurmuştur. Bunun yanı sıra Türkiye ve 
Suriye’den gelecek adil bir su paylaşımı ve su kalitesine de ihtiyaç duymaktayız. 
Ve bu sadece suyun miktarı ile ilgili bir mesele değil, aynı zamanda suyun zamanlaması ile de ilgili bir konudur. Çünkü tarih boyunca, barajlar yapılma dan önce kış fırtınaları Türkiye, İran ve kuzey Irak’taki dağları karla kaplardı, 
barajların çoğu inşa edilip buna bir son verene kadar bu karlar eriyip baharda meydana gelen taşkınları oluşturur ve Basra Bataklık Alanlarını dolup taşırırdı (son büyük bahar taşkını 1960’larda meydana gelmişti). Bu bahar taşkınları, kuru ve sıcak yaz aylarında biriken tuzlu suyu itip çıkarır ve kuşların gelip 
yavrulaması ve bataklık alanlarda balıkların üremesi ile doğa bir bayram havasına bürünürdü. 

Hayat işte bu şekilde bin yılı aşkın bir dönemde evrim geçirmekle birlikte, o dönemde inanılmaz bir biyolojik çeşitlilik ve bol çeşitli bir ekosisteme sahipmiş. Şimdi ise sadece az miktarda suya sahip olmakla kalmıyoruz, aynı zamanda su yanlış bir zamanlamayla geliyor; yani baharda gelmeyip ekolojik ihtiyaçları 
hesaba katmayan insan kaynaklı yönetim kararlarına bağlı olarak yılın geneline yayılmış olarak geliyor. Sahip olduğumuz duyla dahi bataklık alanları tam anlamıyla eski hâline getirmek için, sadece yeterli akışı ve temiz suyu yeniden sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda tüm bunların ne vakit olması gerektiğine ilişkin zamanlamayı da ayarlamamız gerekir. 

Yüksek oranda değişen memba çevresini göz önünde bulundurursak, kompleks ve iyi yönetime sahip bir sisteme ihtiyaç duyulmaktadır. 

Dolayısıyla, görmüş olduğunuz gibi su ile ilgili birçok sorun mevcut ve bu sadece miktar meselesi değil; aynı zamanda kalite ve düzgün yönetim meselesidir. Güney Irak’taki bataklık alanların restorasyonunun yanı sıra ihtiyaç duyulanları da elde edebilmemiz bu üç sorunun entegrasyonu şarttır. 

Birkaç yıl önce, 2008’den 2009’a kadar, bataklık alanlarda neredeyse hiç su yoktu. Buradaki halk, kuraklık zamanı gerçekten büyük zorluklar yaşadı, bu onlar için gerçekten berbat bir yıldı. Kuzey Irak’ın daha az yağmur aldığını 
görüyoruz, 2012 yılında bile hâlâ 10 yıllık ortalamadan daha az yağış olduğunu görüyoruz. 

Genel olarak Dicle ve Fırat havzaları ortalama bir yıl geçirmiş olabilir, ancak barajlar ve su derivasyonları nedeniyle su bataklık alanlara erişememiştir. Bunun sebebinin barajlar mı, yoksa iklim değişikliği mi olduğu konusunu tartışabiliriz, ama aslında bunun sebebi her ikisinden de kaynaklanmaktadır. Bu etkenler bir araya geldiğinde, güneydeki halk için bu gerçekten çok zor geçen bir yıl oldu, bataklıklarda yaşayan halk Irak’taki fakir halktır. Buradaki halk neredeyse tamamen doğal kaynaklara bağımlı olarak yaşamlarını sürdürmektedir ve bu söz konusu sorunlar ise halkın geçimine doğrudan etki etmiştir. Şunu da ekleyeyim; 2006 yılında geliştirmiş olduğumuz Bataklık Alanlarda Entegre Su Kaynakları Yönetimi İçin Master Planı (“Master Plan for Integrated Water Resource Management in the Marshland Areas”) ve Irak’ın suyu nasıl daha iyi bir şekilde yönetebileceğine ilişkin birçok senaryo sunduk. Sanırım yönetim planı büyük ölçüde Su Kaynakları Bakanlığı tarafından hayata geçirilmiş ve suyu daha iyi yönetebilmeleri için inşa etmelerini tavsiye ettiğimiz su kontrol yapılarının bir 
kısmı şimdiye kadar tamamlanmıştır. Aynı zamanda çok sayıda sosyo-ekonomik bilgiyi de bir araya getirdik. Master plan ise sekiz kitaptan oluşan bir seridir ve su kaynakları hakkındaki kitap oldukça iyidir. 

ORSAM: ABD’nin Irak İşgali ve savaşın su ile ekosistemi nasıl etkilediği ile ilgili bir projeniz var mı? 

Anna BACHMANN: Bu ilginç oldu, çünkü Irak’a geldiğimde ABD ordusunun sebep olduğu seyreltilmiş uranyum konusuyla ilgileniyordum (Seyreltilmiş uranyum, son derece sert olan uranyumun inceltilmesiyle ortaya çıkan ve 1991 ile 2003 yıllarında Irak’taki savaşlarda yaygın biçimde kullanılmış olan roketlerde batılı ordularca kullanılmış, düşük seviyede radyoaktivite ihtiva eden bir uranyum 
yan ürünüdür). Dr. Alwash’a bu konudaki fikrini de sormalısınız, zira bununla ilgili kendisiyle iki farklı görüşe sahibiz. Bana göre, eğer bir ülke kendi kendini kirletirse başka, kendi kirliliğini başka bir ülkeye yayıyorsa başka bir şeydir. Bu gerçekten kınanması gereken bir durumdur. Sırf bu sebepten, bana kalırsa seyreltilmiş uranyum meselesi biraz tartışma biraz da araştırma gerektirmek tedir. Seyreltilmiş uranyumun Irak için gerçek bir sorun olduğunu öne süren çok sayıda anekdota dayalı bilgi bulunmaktadır. Örneğin Felluce’de şu an hem yüksek seviyede kanser riski olduğuna, hem de radyoaktiviteden türemiş 
olma ihtimali olan yükse seviyede doğum deformiteleri olduğuna ilişkin bir kanıt 
mevcuttur. Ancak Dr. Alwash ise Irak’ta on yıllardır süregelen çok miktarda kirlilik olduğunu söylüyor ve bunu, Koalisyon güçlerinin yaptıklarından kaynaklanan kirlilikten ayırmanın pek mümkün olmadığını öne sürüyor. 
Irak’taki neredeyse başlıca tüm büyük şehirler ile birlikte birçok memba ülkesi de atıklarını herhangi bir arıtımdan geçirmeden Dicle-Fırat havzalarında ki suya boşaltıyorlar. Onun bakış açısına da saygı duyuyorum. 

2004 yılında Bağdat’tayken, Koalisyon güçlerinin kontrolündeki şehir bölgesinin adı “Yeşil Bölge” idi. Burası Saddam’ın eski merkez köşkünü ve diğer tüm hükümet binalarını içine alan bir bölgeydi. Saddam’ın hakimiyeti döneminde kimsenin geçmesine izin verilmeyen bu bölge ile Dicle Nehrinin bir kısmı sınır oluşturuyordu. Bu nehir üzerinde kuzey Bağdat’tan güney Bağdat’a tekne ile geçemezdiniz. Benim için bu daha ziyade sembolikti. Amerikalılar geldiğinde Yeşil Bölge ve nehir ile ilgili aynı politikayı devam ettirdiler. Bağdatlıların bu bölgedeki söz konusu nehri kullanmalarına izin verilmiyor. Birkaç balıkçı 
geçebilse, kimse nehirde kuzeyden güneye geçemiyor. 

Yine nehir boyunda, ama Yeşil Bölge’nin güvenlik duvarlarının hemen dışında, Bölge’nin atık döküm alanı bulunmaktaydı. Nehir boyunca uzanan büyük bir şehrin tam ortasında bir atık alanı hayal edebiliyor musunuz? Böyle bir şeyi Bağdat dışında başka hiçbir yerde göremezsiniz. Ama öte yandan Amerikalıların 
etkisi sonucunda, Saddam yönetiminde var olmayan Irak Çevre Bakanlığı da kurulmuş oldu. 

ORSAM: Hükümet tarafından kurulan Su Kaynakları Bakanlığı da savaştan sonra mı kuruldu? 

Anna BACHMANN: Sanırım savaştan önce bu bakanlık Sulama Bakanlığı olarak biliniyordu. 

Ancak Nature Iraq Amerikalıların yaptığı veya yapmadığı şeylere odaklanmıyor. Dr. Alwash’ın tavrına bakılacak olursa, Amerikalıların yaptığı veya yapmadığı 
şeylere bakmaksızın birçok sorunumuz var. Bu ülkede çok daha uzun süredir devam eden sorunlar var. Çevresel felaketlerden konuşmak istiyorsanız, 
bataklıkların kurutulması sorunu ilk sırada yer alıyor. Saddam, zamanında köyleri yakmış ve kuzey Irak’taki neredeyse her bir köy ya bombalanmış ya yakılmış ya da her ikisine de maruz kalmış. Sanıyorum, medyanın ilgi odağı olan ve en çok bilinen Halepçe olayını duymuşsunuzdur, ama aynı muameleyi gören daha birçok şehir ve köy daha bulunmaktadır. 

ABD’de yaşadığım bölgede, seyreltilmiş uranyum mühimmatının depolandığı savaş gemisi ambarının bulunduğu bir tesise çok yakın bir yerde oturuyorum. Ve bunu orada imha ettiler. Irak’a ilk geldiğimde bir barış örgütü ile gelmiştim ve o askeri üsteki bir protesto gösterisine katılıp seyreltilmiş uranyum konusuna 
odaklanmıştım. Fotoğraf albümleri özürlü olarak doğmuş çocuklarla doluydu. Bu 
konuyla oldukça ilgilenmiştim. 

ORSAM: Seyreltilmiş uranyumun depolandığı şehre yakın olan ABD’de herhangi 
bir etki görülmüş mü? 

Anna BACHMANN: Bu kesinlikle bir tartışma konusu, evet. 

ORSAM: Deformiteli (şekil bozukluğu olan) bir doğum yaşanmış mı? 
Anna BACHMANN: Bu konuda bir bilgim yok. Genellikle seyreltilmiş uranyum konusu sağlığa olan etkileri bakımından gündeme geldiğinde, askerler ve askerilerin bu etkiye maruz kalmaları söz konusu oluyor. Askeri esasların bu konuda birçok kural ve yönetmelikleri mevcut ve sağlık konusunda da çok 
sayıda denetimleri bulunmakta. Bana kalırsa, balıkçıların bu konuda endişesi olabilir. Şu an Irak’taki yerel işim dolayısıyla bu konuyu artık takip edemiyorum. Ama örneğin New York’taki bir epidemiyologun çok ilginç bir projesi olduğunu ve bu proje kapsamında Irak ve Ürdün’ün her yanından bebek dişlerini topladığını biliyorum. Anlaşılan, radyoaktif madde vücutta dişlerde birikebiliyor. Kendisi, 
topladığı bu dişlerde ne kadar ve ne tür radyoaktif maddelerin tespit edildiğini incelemek amacıyla bu projeyi yapmak istemiş, ancak bildiğim kadarıyla projeyi tamamlamak üzere yeterli bir finansman bulamamıştır. Bu tip araştırmalar için destek bulmak çok zor. 

Biz insanlar oldum olası kendi üzerimizde deneyler yapmışızdır. Bana kalırsa seyreltilmiş uranyumdan bile daha büyük olan sorun farmasötik (ilaç) kimyasallardır. Hepimiz ilaç, antibiyotik alıyoruz, deterjan, şampuan ve kozmetik ürünler vs. kullanıyoruz. Bunların hepsi akıp suya karışıyor ve bu kimyasal 
çorbanın etkilerinin ne olduğu ile ilgili hiçbir fikrimiz yok. 
Babam, memleketimdeki yerel içme suyunun, bir ilaçta bulunan antibiyotikten 
daha fazla miktarda antibiyotik ihtiva ettiğini söylüyor, bence geri dönüp bu konu üzerinde çalışmalıyım. Tüm bu farmasötik kimyasalların yanısıra böcek ilaçları veya sanayi atıkları gibi zirai kimyasallar da kullandığımız suya karışıyor. Tüm bunlar embriyo gelişimini ve cinsel gelişimi etkileyebilmektedir. Florida’da timsahların bulunduğu bir göl bulunmakta ve bu sulara yerleştirdiğimiz endokrin 
bozucu kimyasalların etkileri nedeniyle erkek timsahlar dişi timsahlarda bulunan 
bazı özellikler göstermiştir. Biz bu deneyleri kendimiz yapıyoruz. 

ORSAM: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***