Ayşe Erzan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayşe Erzan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2018 Çarşamba

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ STRATEJİSİ, BÖLÜM 3

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ STRATEJİSİ, BÖLÜM 3

Barış, Savaş ve İnsan Hakları



Ayşe Erzan*
İstanbul - Cumhuriyet Dergi
02 Nisan 2003, Çarşamba 00:00

* Prof. DR. Ayşe Erzan İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Fizik Bölümü öğretim üyesi.


Mardin kalesine, Nusaybin sanayi çarşısına üslenmiş birliklerin gerisin geriye gemilerine taşınıp geldikleri gibi gitmelerini, Türkiyede mutlaka yaşatmamız ve büyütmemiz gereken güzel şeylerin başlangıcı olarak görmek istiyorum.

Neredeyse bir tür organik sağduyunun galebe çalmasıyla, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) tüm baskı ve şantajlarına karşın Türkiye'nin Irak savaşının büyük ölçüde dışında kalabilmiş olmasını, yakın tarihimizin en umut verici gelişmesi olarak görüyorum.
İskenderun limanına çıkartılmış asker ve mühimmatın, Mardin kalesine, Nusaybin sanayi çarşısına üslenmiş birliklerin gerisin geriye gemilerine taşınıp "geldikleri gibi gitmelerini," Türkiye'de mutlaka yaşatmamız ve büyütmemiz gereken güzel şeylerin başlangıcı olarak görmek istiyorum.

Bunu yapmak bizim, tek tek kadın, erkek, genç yaşlı, bizcileyin insanların elinde diye düşünüyorum. Bunu başarabilmemiz için de, ağaçların arasında kaybolmadan ormanı görebilmemiz, ve daha da önemlisi, hem Türkiye kamuoyuna, hem de dünya barış güçlerine, gösterebilmemiz lazım.

İletişim çağında, süreçlerin isimlerini koyabilmek, her zamankinden daha da büyük ölçüde, olaylara hükmetmenin ilk adımı. Daha bütünsel teorik yaklaşımlara her zaman meydan okuyan, mercekle bakıldığında herhangi rasyonel sebep sonuç ilişkisi kurmayı çok zorlaştıran ayrıntılar, tek tek kişisel ya da örgütsel zaaflar, rastlantılar ya da kültürel renkler ötesinde, benim durduğum yerden görünen manzara, Türkiye'nin, temelde bu savaşa girmenin politik ve ekonomik maliyetini kaldıramayacağına karar vermesi, bu kararın diğer tüm davranışları belirlemesidir.

Ülkemizde herhangi sorunu ilkesel bir düzeyde tartışamıyor olmamız bir yana, bu karar verme mekanizmasının, şimdiye kadar alışılmışın ötesinde çok merkezli, çok aktörlü olmuş olması, Türkiye'de demokrasinin gelişimi açısından önemli bir kazanım. Son tahlilde gerçek ahlaki seçimler, her vakit, hangi değerlerin korunması için ne tür maliyetlere katlanılabileceği kararlarını içermek zorunda. Yani bence, Türkiye'nin bu savaşla arasına bir ölçüde mesafe koyabilmiş olmasının, Can Dündar'ın 22 Mart günkü Milliyet'te çıkan yazısında anlattığı gibi bir çeşit Keloğlan sakarlığı içinde, kazara ortaya çıkan istenilesi bir sonuç olmanın da ötesine geçen bir anlamı var.

Bu çok aktörlülük, devletin dışişleri ve askeri bürokrasisi yanında, kaçınılmaz olarak, barış talebini yükselten sivil güçleri, duygularına tercüman oldukları kitleleri ve onlara kulak veren siyaset insanlarını da barındırmakta.

"Bu da nerden çıktı" dercesine yadırganan, ve mümkünse tersyüz edilmeye çalışılan da bu. Halbuki bugün barışın korunması için geliştirilen tüm kapsamlı gündemler, savaştan birinci derecede etkilenen sivilleri (buna ticaret erbabı, sanayiciler ya da turizmciler dahil olmak üzere!), ve özellikle daha da korunusuz bulunan kadınları, azınlıkları, sivil toplum kuruluşları aracılığı ile çatışma ortamlarını geriletme ve barışı kurma sürecine doğrudan katmayı içermekte. Gücün haklılığı üzerine kurulu bir düzenin refleksleri ve ürettiği söylem yerine, güçsüzlerin de katıldığı, empati ve müzakere yoluyla birlikte çözüm arama kültürünün yeşertilmesi, aynı zamanda güvenlik kavramının, sınır güvenliği, ya da soyut bir "milli güvenlik" yerine, kişi güvenliği biçiminde anlaşılmasına ihtiyacımız var.

Savaş, kişinin en temel hakkı olan yaşam hakkını elinden alıyor. İnsan haklarını korumakla yükümlü merci devlet iken, savaş nedeniyle kendi devleti ya da yabancı bir devlet tarafından yaşam hakkı tehdit edilen bireylerin sığınacağı uluslararası bir merci, şimdilik yok. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, genişleyen ölçüde kabul de görse (ABD tanımıyor), yaptırımdan yoksun bir kurum.

Halbuki, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde yaşam hakkına (1), savaş ya da başka bir olağanüstü durumla ilgili herhangi sınırlandırılma getirilmiş değil. Buradan benim çıkarttığım sonuç, İnsan Hakları evrensel Beyannamesi gereğince, savaşların bizatihi bir insanlık suçu olduğu. Yani II. Dünya Savaşı'ndan sonra, dünyanın bundan elli yıl önce gelmiş olduğu noktada, insan hakları kavramı içinde, savaşın bir insan hakkı ihlali olduğu da var.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, "herkesin bu bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır" (2) derken, tam da barışı, kişi güvenliği üzerinden, tanımlamış oluyor.

Bu tanıma sahip çıkılması bugün ABD'nin başını çektiği tür bir globalleşme süreci ve onun getirdiği savaş ve terör tehdidinin karşısında en etkin araçlardan biri haline getirilebilir. Örneğin Kuzey Irak'ta barışın kurulması, (hem de ABD'nin bölgeye müdahalelerinin en aza indirilmesi) içinde yaşadıkları ülke sınırlarından bağımsız olarak tüm bölge halklarının insan haklarına saygı gösterilmesinden geçmekte. Bu da, o barışı yaşayacak olanların bu sürece aktif katılımını gerektiriyor.

İnsan hakları kavramının etkili bir araç olabileceği düşüncem, herkesin kendine ait ahlak anlayışının ötesinde, bazı düsturların, tarihin belli bir noktasında, belli pazarlık ve uzlaşmalar da içerir biçimde, uluslararası normlar haline gelmeleri, ve bunların uluslararası beyannameler, anlaşmalar, ya da yasalar aracılığı ile en geniş anlamda politik yaşamı bağlamaları, bir tür kamulaşmış ahlak oluşturmalarından kaynaklanıyor.

Başka bir deyişle, bugün uluslararası insan hakları normları, pasifizmi gerekli ve zorunlu kılmakta. Savaşın kabul edilemezliğine dair hem uluslararası normların olması, hem de bu normlara hayatiyet veren bireysel ahlak anlayışının giderek yaygınlık ve etkinlik kazanmasına karşın, savaş kışkırtıcılığı ya da askeri güç kullanımı karşısında uluslararası yaptırımların ortadan kalkmış olması, ancak hem ulusal hem uluslararası düzeyde eşitlik, demokrasi, insan hakları ve barış mücadelesinin bir bütün olarak ele alınması ile aşılabilecektir. (AE/NM)


(1) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Madde 3.

(2) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Madde 28.

https://bianet.org/bianet/bianet/17905-baris-savas-ve-insan-haklari

...

TARİH DERSLERİNDE DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ,


Osman OKUMUŞ*
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
Cilt: 8 Sayı: 39 Volume: 8 Issue: 39
Ağustos 2015 August 2015
www.sosyalarastirmalar.com Issn: 1307-9581
* Okt., Aksaray Üniversitesi, Şereflikoçhisar Berat Cömertoğlu Meslek Yüksekokulu, osmanokumus@aksaray.edu.tr


TARİH DERSLERİNDE DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ 
(MEVCUT DURUM VE YAPILMASI GEREKENLER)


Özet

Demokrasi, günümüz dünyasında insanların içselleştirmesi ve davranış haline getirmesi beklenen bir değerdir. Bu değerin öğrenilmesinde ve davranış haline getirilmesinde en önemli kurumlar olarak aile ve okul dikkati çekmektedir. Okullarda demokrasi ve insan haklarının öğretiminde en müsait alanlardan birini tarih dersleri oluşturmaktadır. Araştırmanın amacı, Türkiye’de tarih dersleri
öğretim programlarında (müfredatta), tarih ders kitaplarında ve sınıf içi ortamda demokrasi ve insan hakları eğitimine ilişkin durum tespiti yapmaktır. Araştırmada nitel bir araştırma yaklaşımı benimsenmiş olup doküman analizi yapılmıştır. Sonuç olarak, gerek tarih dersi öğretim programında ve ders kitaplarında gerekse de sınıf içi ortamda demokrasi ve insan hakları bakımından önemli eksiklikler tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Tarih Eğitimi, Demokrasi, İnsan Hakları Eğitimi,

1. GİRİŞ

Demokrasinin bugüne kadar üzerinde anlaşılamayan bir kavram olmasına rağmen insanların onsuz yaşayamayacakları da bir gerçektir (Crick, 2012: 7). Alain Touraine (2011: 12), “…demokrasiyi, evrenselin yerel özelliklere karşı utkusu olarak değil, araçsal usun birliğiyle belleklerin çeşitliliğini, değiş tokuşla
özgürlüğü birleştirmeyi sağlayan kurumsal güvenceler bütünü olarak tanımlamak gerekir…” şeklinde tanımlamıştır.

Demokrasinin her geçen gün öneminin daha iyi anlaşılması eğitime yeni bir görev kazandırmıştır.

Eğitim, okullar vasıtasıyla kazandırılmak istenen değerleri, tutumları, bilgi ve becerileri belirlemekte ve öğrenme sürecini programlı bir biçimde yürütmektedir (Kahveci, 2013: 20). Bu kapsamda gerek Milli Eğitim’in genel amaçlarında gerekse de tarih derslerinin genel amaçlarında demokrasi ve değerlerini bilen,
insan haklarına saygılı bir vatandaş yetiştirme politikası, dikkatleri çekmektedir (MEB, 2012: 4, 5).

İnsanların aile ile birlikte en önemli eğitimi okullarda aldığı gerçektir. Yıllarca istenilen vatandaş yetiştirme merkezi olan okullar demokrasinin bireylerde içselleştirilmesi bakımından önemli bir işleve sahiptir. Okullarda da bu misyonun temsilcisi öğretmenlerdir. Öğretmenlerin öğretim programları doğrultusunda oluşturulmuş ders kitaplarını sınıf içi etkinliklerle harmanlayarak öğrencilere demokratik değerleri kazandırması beklenmektedir.

Toplumda demokrasi kültürünün oluşumunda en önemli görevlerden biri okullara düşmektedir.
Okullarda demokrasinin yalnızca programa konularak ders olarak anlatılması değil, okulda yaşatılması gerekmektedir (Duman vd., 2005: 142).

Okullarda - Özellikle de Orta Öğretim kurumlarında-, Demokrasi ve insan hakları temalarının işlenebileceği önemli derslerin başında tarih dersleri gelmektedir. Avrupa’da ki yeni yönelimlerle birlikte, tarih derslerinde, siyasi tarihin yanında sosyal tarihin de önem kazandığı görülmektedir (Stradling, 2003: viii). 
Tarih derslerinde, demokrasi ve insan hakları eğitimi sosyal bir durum olarak verilmesi mümkündür.

Demokrasi ve İnsan Hakları toplumda ve dünyada öncelik verilen değerler arasında olup tarih derslerinde demokratik değerlerin ve inançların geliştirilmesi bir amaç olarak karşımıza çıkmıştır (Paykoç, 1991: 138).

Öğrenciler, demokrasi ve insan haklarını tarihi seyri içerisinde uygulamalarla kavrayarak öğrenebilirler. Tarih dersi ile öğrenciler, demokratik değerleri, nitelikleri ve demokratik yönetim yolları kavraması ve aynı zamanda demokrasi bilincini içselleştirmesi ve hayatının ileriki dönemlerinde yaşamına uygulaması
beklenmektedir (Güven, 2009: 200).

Sonuç olarak demokrasi, toplumlarda istenen bir durumdur ve en önemli kazanım yeri okullardır.
Okullarda da Tarih dersleri demokrasi ve insan hakları eğitimi için müsait bir alanı teşkil etmektedir. Tarih derslerinde de demokrasi ve insan hakları eğitimi ise öğretim programı (müfredat), ders kitabı, öğretmen ve sınıf içi ortamı kapsayan geniş bir süreçtir.

2. YÖNTEM

Tarih eğitiminde demokrasi ve insan hakları ve demokrasi eğitiminin yerini anlatan bu çalışma nitel bir doküman incelemesidir. Nitel araştırmalar, geleneksel yollarla ifade edilmesi zor olan sosyal olguları geniş bir bakış açısıyla derinlemesine inceleme olanağı sunan bir yaklaşımdır (Büyük Öztürk vd. 2012: 234).
Konuyla ilgili öğretim programları (müfredatlar), ders kitapları ve literatür taranmış olup eksik olan noktalar hakkında çözüm önerileri getirilmeye çalışılmıştır.

3. BULGULAR VE YORUM

Demokratik bir eğitim çok yönlü bir süreçtir. Demokrasi ve değerlerini içselleştirmiş ve yaşam felsefesi haline getirmiş bireyler ortaya çıkarmak için öğretim programının (müfredatın) hazırlanmasından ders kitaplarının oluşturulmasına, öğretmenlerin sınıf içi tutumlarından sınıftaki ortama kadar geniş bir planlamayı gerektirir. Bu açıdan tarih eğitimi özelinde demokratik bir eğitim için öğretim programları (müfredat), ders kitapları, öğretmen ve sınıf ortamı üzerine durum tespiti yapılacaktır.

3.1. Tarih Dersi Öğretim Programları (Müfredatlar)

Tarih eğitimi, demokratik değerlerin öğretilmesinde önemli bir işleve sahiptir. Oluşturulan öğretim programı (müfredat) bütün bir eğitim sürecini ilgilendirdiği için oluşturulurken çok dikkatli davranılması gerekmektedir.

Demokrasi ve bireylerde demokrasi bilinci geliştirmenin Milli Eğitimin temel hedefleri arasında olduğu açıktır. Bu hedef doğrultusunda öğretim programında (müfredatta) gidilen değişimlerle birlikte bu vurgunun arttığı kuşkusuzdur. Aşağıda ortaöğretim düzeyinde tarih öğretim programları (müfredatlar)
incelenerek mevcut duruma değinilecektir.

Ortaöğretim 9. sınıf Tarih dersi öğretim programında ilk uygarlıklar ve ilk Türk devletleri, Anadolu’da Türkler gibi konular bulunmaktadır. Bu programda demokrasi ve insan hakları açısından en uygun ünite “ İlk Türk Devletleri ” olarak görülmektedir. Burada kuşkusuz kurultay, Türklerde Kadın, Göktürk yazıtlarında sosyal devlet, hak vb. temalar kazanımlarla birlikte işlenebilir. 3. 6. ve 7. kazanımlar da bu temalar için uygun olmakla birlikte herhangi bir demokrasi vurgusu yapılmamıştır. Yine konu ile ilişkili 11. Sınıf Tarih öğretim programında (müfredatında) da sadece isim olarak bahsedilmiş herhangi bir
demokrasi veya insan hakları vurgusu yapılmamıştır.

Ortaöğretim 10. sınıf Tarih dersi öğretim programında Türklerde demokrasi ve insan hakları gelişimi genel olarak “En Uzun Yüzyıl” ünitesinde ele alınmaya çalışılmıştır. Demokrasi ifadesi ilk olarak 4. Ünitenin 6. kazanımında ABD’nin kuruluşu ile ilgili bölümde yer almaktadır. Etkinliklerde ABD’nin bağımsızlık bildirgesinin demokrasi, insan hakları ve cumhuriyet yönetimi ile bağlantı kurarak incelenmesi istenmektedir. Bununla birlikte Aydınlanma Çağı, Coğrafi Keşifler, Sanayi İnkılâbı, Fransız Devrimi de aynı ünite içerisinde yer almasına rağmen demokrasi düşüncesinin oluşumuna katkısı hususunda öğretim
programında (müfredatta), herhangi bir bilgi yer almamıştır.

Öğretim programında (müfredatta) Osmanlı Devleti’ndeki demokrasi gelişimi için ilk örnek Sened-i İttifak olurken burada da “padişahın yetkileri bakımından ele alınması” istenmektedir. Bundan sonra, Tanzimat Fermanı’nın maddelerinin içerik analizi yöntemi ile incelenmesi, Islahat Fermanı’nda padişah ile tebaa
arasında değişen durumun incelenmesi, Kanun-i Esasi’nin demokratikleşme süreci açısından incelenmesi ve II. Meşrutiyet’te meclisin yapısının dikkate alınarak bir drama ile incelenmesi 64 kazanımlı bir ders kitabında 5 kazanımla istenmektedir.

Orta öğretim 11. sınıf Tarih dersi öğretim programı “Türklerde Devlet Teşkilatı” adlı 1. Ünitesinde 8 Kazanımın 34 ders saati içerisinde işlenmesi planlanmıştır. Bu plan dâhilinde Osmanlı Devletindeki Devlet Teşkilatı 5-7. kazanımlar arasında işlenmiştir. Bu kazanımlarda yönetim, egemenlik ve devlet teşkilatındaki
değişimin işlenmesi beklenmektedir. Öğretim programında (müfredata) bakıldığı zaman Meşrutiyet dönemini içeren 7. Kazanımın açıklamalar bölümünde yer alan “demokratikleşme süreci ve halkın yönetime katılımı” demokrasi açısından en net ifade olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ünitede de padişahın yetkilerinin sınırlandırılması ve seçimlerle ilgili öğrencilere bir sunu yapması etkinlik olarak tavsiye edilmektedir. 8. kazanımda Cumhuriyet dönemi halkın yönetime katılmasının demokrasi çerçevesinde ele alınması istenmektedir. 


Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi öğretim programının (müfredatının) 3. ünitesi olan “Soğuk Savaş Dönemi”nin 8. kazanımında Demokrat Parti’nin kuruluşu ve Türkiye’de çok partili hayata geçişin nedenlerinin öğretilmesi beklenmektedir. Bunun dışında dikkate değer bir demokrasi vurgusu yapılmamıştır. Kuşkusuz büyük savaşlar atlatan dünyanın demokrasi ihtiyacı, müfredatta daha net ve
çarpıcı ifadelerle anlatılması gerekmektedir.

Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük öğretim programında (müfredatında) ise demokrasi, programın “Türk İnkılabı” adlı 4. Ünitesinde yer alan 3 kazanımla karşılanmaya çalışılmıştır. 3. kazanımda Cumhuriyetin ilan edilişinin demokrasinin gelişimi bakımından incelenmesi istenirken ne etkinlik örneğinde ne de açıklamalarda buna uygun söylemlere yer vermiştir. 5. Kazanım ise çok partili hayatı değerlendirmeye yönelik kazanımdan oluşmaktadır. Burada öğrencilere partilerin programlarının karşılaştırılması ve parti kurucularının biyografilerini incelemeleri etkinlik olarak tavsiye edilmekte dir. Bu öğretim programındaki (müfredattaki) hem demokrasi hem de insan hakları bakımından en önemli kazanım olarak 8. kazanım dikkati çekmektedir. Burada Türk kadınına verilen haklar öğrenciye kazandırılmaya çalışılmış ve yakın dönemlerde diğer devletlerdeki uygulamaların karşılaştırıl  ması istenmiştir.

Demokrasi ve İnsan Haklarına bakıldığı zaman geniş bir süreci içine alan kavramlar olduğu görülecektir. Böylesine zaman ve anlam bakımından geniş kavramları bir ünite içerisinde anlatmak ve öğrenciye bu bilinci kazandırmak mümkün gözükmemektedir. Aynı zamanda bu süreçte demokratikleşme
süreci ve değişim sıkça geçen kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır; fakat insan haklarına ilişkin vurgu padişah-tebaa arasındaki değişen durum dışında öğretim programında (müfredatta) yer almamaktadır.

Öğretim programlarında (müfredatlarda) demokrasi, Osmanlı Devleti ile birlikte anılmaya başlanmıştır.

Oysaki Eski Türklerden itibaren Türklerin demokratik davranışlar sergilediği ortadadır. Osmanlı Devleti’nde bile Divan-ı Hümayun Kurumu önemli kararların birlikte alındığı bir yer olması açısından demokrasi vurgusu yapılabilecek bir kurum özelliği taşımaktadır. Bu durumda iki farklı sorun karşımıza çıkmakta dır: demokrasi ve insan haklarının öğretim programlarında (müfredatlarda) yetersiz sayıda kazanım ve ders saati ile karşılanmaya çalışılması ile bazı demokratik davranışların hiç hesaba katılmamış olması. Bu bakımdan Türklerde Demokrasi ve İnsan Haklarının tarihi gelişimi öğretim programlarında (müfredatlarda) ayrı bir ünite olarak ele alınması ve yeterli sayıda kazanımla karşılanması en makul çözüm olarak görülmektedir.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***