BÖLGEYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÖLGEYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2018 Pazartesi

BELGEDEN BÖLGEYE: Osmanlı Modernleşmesinin Doğu Karadeniz’deki Yansımaları Üzerine Notlar

BELGEDEN  BÖLGEYE: Osmanlı Modernleşmesinin Doğu Karadeniz’deki Yansımaları Üzerine Notlar 

Yrd. Doç. Dr. Necmettin AYGÜN[1] 

Osmanlı devletinin son yüzyılı, devlet yapısı ile sosyal yaşamın önceki yüzyıllara oranla farklılaştığı bir yüzyılı ifade eder. Bu farklılaşmanın dinamikleri iç nedenlerden çok dış etkenlerin itelemesiyle ortaya çıkan, ancak bir çığ kümesi gibi önüne kattığı ilgili-ilgisiz pek çok unsur ile birlikte gittikçe büyüyen ve 
günümüzde de devam eden devasa bir değişim-modernleşme yumağını andırır. Coğrafi Keşifler ile ufku açılan Avrupa, 1700’lü yılların ikinci yarısından sonra Sanayi Devrimi denilen değişimi yaşamaya başlamış; ilerleyen süreçte hayatın her bir alanında yapısal değişiklikler birbirini izlemiş ve neticede günümüz 
Avrupa’sının siyasî ve sosyal çehresi ortaya çıkmıştır. 1683 yılında gerçekleşen Viyana Muhasarasının başarısızlıkla sonuçlanması ve devam eden yıllarda savaşlarda istenilen başarının elde edilememesi, Osmanlı devletini Avrupa karşısında “geri kalmışlık” duygusuna itmiştir. Bu duygunun izalesi için devlet 
bürokrasisi boş durmamış; yapısal değişiklikler birbirini izlemiş ve neticede Modern Türkiye Cumhuriyetine giden yolun zemini daha bu yıllarda belirginleşmeye başlamıştır. 

Savaş alanlarındaki yenilgiler ile ilişkili olarak zorunluluktan dolayı önce askerî alanda başlayan modernleşme faaliyetleri, daha sonra hayatın her bir alanını kuşatacak şekilde devam etmiştir. 1800’ler ile birlikte bilhassa Osmanlı Balkan topraklarında başlayan ulusal ayaklanmalar karşısında devlet, yönetilen 
sınıf olan reâyânın vatandaşa dönüşmesi için Avrupa tarzı kanun ve kurumları uygulamaya koyarak, devletin devlet-vatandaş işbirliği ile yönetildiğini teba’aya anlatma gayreti içinde olmuştur. Bu amaçla vilâyet ve kaza merkezlerinde (1840’lar ve sonrasında) birbiri ardınca İdare Meclisleri açılması ve bu 
meclislerde halkın ileri gelenlerinin görev alması söz konusu olmuştur. 

Modernleşme sürecinde devlet, yüzyıllardır devam etmekte olan idarî/yönetsel sorunlar üzerinde özellikle durmuştur. Bilindiği gibi 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı devletinde-eğitim öğretim de dâhil-bazı hizmetler mahallî gruplar (a’yân ve eşrâf, vakıflar ve dinî cema’atler vb) tarafından yerine getirilmekteydi. 
Devlet, genelde askerî meseleler ile ilgili olan konularda inisiyatif almaktaydı. Tanzimat (1839) ve sonraki süreç ile birlikte ise bu anlayış değişmeye başlamış; taşradaki hizmetler merkezî hükümet örgütü içine alınmaya çalışılmıştır. 19. yüzyılda, yukarıda bahsi geçen taşra meclisleriyle, en basitinden en önemlisine 
taşradaki bütün faaliyetler devlet kontrolüne alınmaya, devlet bürokratları (memurları) tarafından yürütülmeye başlanmıştır. Bu hizmetlerin bir plan dâhilinde ve akıllıca yürütülebilmesi için Osmanlı idare anlayışında kurumsal değişikliklere gidilmiştir. Çağdaş bir merkezî örgüt/merkeziyetçi devlet kurma amacı taşıyan bu gelişmeler-taşradaki eşrâfın yeniliklere direnmesi, en büyüğünden en küçüğüne kadar memurların meslekî yetersizlikleri, ardı arkası kesilmeyen savaşlar, azınlıkların isyan hareketleri ve dinî misyonerlik faaliyetleri gibi iç ve dış unsurların baskısına rağmen-kısmen başarılı olmuştur. 

Tanzimat modernleşmesi, yönetilenlerin (Müslim-gayri Müslim, şehirli-köylü vb) siyasal yaşamda (devlet idaresinde) söz sahibi olmasını istemekten çok, bu grupların devlete olan sadakatini (buna bağlı olarak vergilerin düzenli bir biçimde toplanmasını ve asker devşirme işinin kolaylıkla gerçekleştirilmesini) sağlama alma ötesinde farklı bir anlayışa sahip değildir. Bununla birlikte taşranın yol, köprü, su, iletişim (telgraf), aydınlatma gibi alt ve üst yapı ihtiyaçları yanında sağlık ve eğitim gibi ihtiyaçları devlet-millet işbirliği ile aşılmış; pek çok hizmet devletin kasasından tek kuruş çıkmadan, merkezî hükümetin yardımı olmadan taşra ileri gelenlerinin desteğiyle (şüphesiz vali, kaymakam ve müdürlerin önderliğinde); halkın ücretsiz katılımıyla, imece usulüyle gerçekleşme imkânı bulmuştur. Bu açıdan bakıldığında 19. yüzyıl taşrasında 
devlet-millet yakınlaşmasının önceki yüzyıllara oranla daha yoğun olduğunu söylemek mümkündür. 

Burada bahse konu olan iki arşiv belgesi, 19. yüzyıl Osmanlı taşrasının yukarıda kısmen değindiğimiz hususiyetleri hakkında bilgi vermektedir. Belgeler, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (İstanbul) İrâde Şûrâ-yı Devlet tasnifinde 19 numaralı dosyada (BOA İ.ŞD 19/790) yer almakta olup 1870 yılına tarihlidirler. Bahsi geçen belgelerde taşranın merkezden bazı talepleri yer almaktadır. Bu taleplerin kayda alınarak ilgili arşiv belgelerinin ortaya çıkması şu şekildedir: Trabzon vilâyet merkezinde, Vilâyet Umûm Meclisi[2]nde[3] gerçekleşen müzakereler neticesinde vilâyetin sorunları/ihtiyaçları ile ilgili olarak ortaya çıkan teklifler mazbata hâline getirilerek Umum Meclis üyelerinden Hacı Emin ve Malkon Efendiler aracılığıyla devlet merkezine; Şûrâ-yı Devlet’e (Osmanlı Meclisine) havale edilmişlerdir. İlgili mazbatalardan Şûrâ-yı Devlet’in 
Dahiliye (İç İşleri) Dairesi’ne ait olan on iki mazbata Şûrâ-yı Devlet’in toplantısında, üyeler huzurunda okunmuş, Trabzon Vilâyeti’nden gelen talepler özet hâlinde kayda alınarak ortaya yeni bir mazbata çıkmıştır. Bu mazbata ilkin Sadaret (Padişahlık) makamına, daha sonra da Sadaret makamında hazırlanan 
arz tezkiresi ile de Padişahın onayı alınmak üzere Mabeyn’e sunulmuş ve neticede ilgili tezkireye padişahın şerhi/Mabeyn şerhi kayıt edilerek arz ve tasdik süreci tamamlanmıştır. 

Trabzon Vilâyeti’nin talepleri ve bu taleplere Şûrâ-yı Devlet üyelerinin verdiği karşılık şu şekildedir: 

1-Canik (Samsun) sancağındaki Rüşdiye (Ortaokul) Mekteplerindeki öğrenciler Fransızca öğrenmek istemektedirler. Bu nedenle gerekli hocaların tayin edilmesi talep edilmektedir. Ancak, Maarif (eğitim-öğretim) Nizamnâmesi’nin uygulamada olan kaidelerine göre, bu tarz yabancı dil öğrenme isteklerinin tedrîcen (kademe kademe, zamanla) tertîb ve te’sisi gerektiğinden bu maddenin (talebin) ileride îcâbına bakılmasına, 

2-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Niksar kazasında ahâlî tarafından bir Mekteb-i Rüşdiye (Ortaokul) inşa edilmekte olduğundan, burası için talep edilen/gerekli olan kitap ve risalelerin tedârikinin uygun görüldüğünün mahalline (Trabzon’a) bildirilmesine, 

3-Vilâyete bağlı Gümüşhâne sancağında bulunan Kelkit kazası hınta (buğday) ve şa’ir (arpa) mahsulünden çift (hâne) başına, kot ta’bir olunur ölçek üzerinden ikişer kot zahire (hububat) alınarak ve yine vilâyete bağlı Ordu kazası arazi mahsullerinden yüzde iki buçuğu alınarak (%2.5’ine el konularak) bu gelirlerden 
hâsıl olan kıymetin (paranın) sermaye kabul edilip Kelkit ve Ordu’da birer Memleket Sandığı kurulmasına, 

4-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Rize kazasında bulunan ve yeni müdürlük hâline getirilen Mapavri (Çayeli) ve Karadere (Kalkandere) nahiyeleri merkezlerinde, inşası için gerekli olan levâzımın (malzemelerin) buraların servet ve iktidar sahiplerinin rızasıyla, diğer masraflarının da belediye idaresi gelirlerinden karşılanmak üzere, peşin beş yüz kuruş sarf edilerek, birer hükümet konağı inşa edilmesine izin verilmesine, 

5-Trabzon Vilâyeti dâhilindeki eğitim-öğretim kurumlarında gerçekleştirilecek olan eğitim-öğretimin hangi nizâma/kural ve kaideye göre gerçekleşeceğinin tespiti için gerekli olan tedbirlerinin tespitine başlanmak üzere Ta’mîm-i Ma’ârif emrinde merkez vilâyette (Trabzon’da) özel bir komisyon kurulmasına[4], 

6-Vilâyete bağlı Livane (Artvin) kazasıyla Tirebolu kasabasında ciyâdet-i havaya (havanın güzelliğine) engel olan bazı etkenlerin ortadan kaldırılması için gerekli olan işlemin yapılmasına hemen girişilmesi gerektiğinin mahalline tebliğ edilmesine/bildirilmesine, 

7-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Canik sancağında yer alan Ünye, Niksar, Çeharşenbe ve Bafra kazalarında harîk (yangın) tulumbaları bulunmadığından, bahaları-mahallin-bazı hamiyet ve servet sahibi kimseler tarafından karşılanmak üzere adı geçen kazalara dört adet yangın tulumbasının gönderilmesine, 

8-Görünen lüzum üzerine daha önce Ünye kazasına bağlanan Bolman (Bolaman) nahiyesi nüfusunun Ordu kazasında kayıtlı olmasının yanı sıra kur’a-i şer’iyyesinin (askere alma işlemlerinin) dahi Ordu kazasında keşide olması/çekilmesi nedeniyle ve bütün bu işlemler gerçekleştirilirken ahâlinin ve hükümetin sıkıntı yaşamakta olması da göz önünde bulundurularak, Bolaman nahiyesi nüfus kayıtlarının (defterlerinin) Ünye kazasına nakledilmesine karar verilmiştir. Ayrıca, 

9-Canik (Samsun) sancağına bağlı Torul kazasının kaymakamlık mahalli olan Ardasya (Ardasa) isimli mahalde haftada iki ve Maçka nahiyesinde Aşağı Cevizlik’te dahi haftada bir kez olmak üzere pazar kurulması için ruhsat verilmesi talebi bulunmaktadır. 

İstanbul’da, Osmanlı Meclisi’nde okunan taleplerden bazıları-yukarıda görüldüğü gibi-uygun bulunarak onaylanmış iken, diğer bazıları hakkında ise çeşitli kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınarak- daha sonra- karar verilmesi uygun bulunmuştur. Bu bağlamda; Canik sancağına gönderilecek olan yangın tulumbaları hakkında-muhtemel yol güvenliği vb sâ’iklere bağlı olaraktan-Zaptiyye Müşirliği’ne bilgi verilmesine, Bolaman nahiyesi nüfus kayıtlarının Ünye kazasına nakledilmeden önce Bolaman nahiyesi deniz askeri neferât kur’ası tertibâtının varlığı göz önünde bulundurularak, Bahriye Nezareti ile gerekli yazışmalar yapıldıktan sonra alınacak cevaba göre hareket edilmesine, pazar kurulması talebine gelince; eskiden beri uygulamada olan usule göre pazar kurmak padişahın onayına bağlı ise de bir şehir, kasaba ve köyde pazar 
kurulmasından maksat o mahal ve çevre halkın ihtiyaçlarını kolaylaştırma amacına yönelik olup buralarda toplanan insanların da sayısı belli olduğundan; panayır gibi yoğun bir nüfus katılımını gerektirmediğinden[5] , bu meselenin merkezî hükümetin nazar-ı itinaya alacağı bir iş olmadığına; meselenin adı geçen mahalli ilgilendiren bir sorun olduğuna ve bundan sonra bu tarz küçük/önemsiz kararların alınmasında/verilmesinde mahallî hükümetin me’zûn ve muhtar bırakılmasının Vilâyet Nizamnâmesinin (1864 Vilâyet Nizamnâmesi kast edilmekte) gereği olduğundan, pazar kurulması meselesine Vilâyet İdare Meclisi’nin, vilâyet makamının resmî izin vermesinin uygun olacağının Vilâyete 
(Trabzon’a) bildirilmesine karar verilmiştir. 

Sekiz üyeden oluşan Şûrâ-yı Devlet’te, beş üyenin katılımıyla 7 Temmuz 1870 tarihinde okunup üyelerin görüşleri alınarak hazırlanan bu mazbata Padişahın onayını almak üzere Sadarete sunulmuş, Sadaret makamı da bir arz tezkiresi hazırlayarak[6] 15 Temmuz 1870 tarihinde Mabeyne sunmuştur. Aynı tezkirenin üzerine Padişah adına Mabeyn Başkâtibi olan şahıs 16 Temmuz 1870 tarihinde şerh düşerek tasdik/onay süreci tamamlanmıştır. 

Trabzon Vilâyeti’nin yukarıdaki talepleri, Osmanlı modernleşmesinin 19. yüzyılda hangi sahalarda ilerlediğini görmek açısından önemlidir. Her biri başlı başına birer çalışma/araştırma konusu olan bu maddeler içerisinde memleket sandıklarının kurulması bilhassa önemlidir. 

Bilindiği gibi 19. yüzyıl, aynı zamanda Osmanlı gayri Müslim vatandaşların bağımsızlığa kalkıştıkları bir dönemdir. Osmanlı devlet adamları ise, bu vatandaşların dış devletlerden olan beklentilerini onlara Osmanlı idaresinin de verebileceğini göstermek için gayret etmişlerdir. Bu anlamda Mithat Paşanın Osmanlının en problemli bölgelerinden olan Niş (1861-64) ve Tuna (1864-68) 
valilikleri sırasında göstermiş olduğu gayret önemlidir. Paşa, halkın çoğunluğu gayri Müslimlerden oluşmasına rağmen, yerel halkla birlikte hareket ederek onların güvenini kazanmış, halkı kominal yardımlaşma içerisinde bayındırlık hizmetlerine yönlendirmiş ve başarılı olmuştur. 


http://www.serander.net/photos/mithatpasa.jpg

Bu bağlamda Paşa, Niş valisi iken vergi ve kredi borçlarını ödeyemeyen ve benzeri sıkıntılar nedeniyle borç yükü altında ezilen çiftçileri kurtarmak için Menâfi’-i Umûmiyye Sandıklarını kurmuştur. Memleket Sandıkları olarak şöhret bulan bu sandıkların ilki 1863 yılında Niş sancağına bağlı Şehirköy (Pirot) 
kazasında kurulmuştur. Türkiye Ziraat Bankası’nın temeli olarak kabul edilen bu girişim çiftçilere düşük oranda kredi sağlamış; tarımı desteklemiştir[7] . Bu girişimin başarılı olması nedeniyle 1867 yılında Memleket Sandıkları Nizamnâmesi yayımlanarak Osmanlı Devleti'nin her yanında sandıklar kurulmaya başlanmıştır. 1863 yılında ilki kurulan, 1867 yılıyla birlikte ülke genelinde yaygınlaştırılması kararlaştırılan memleket sandığı uygulamasının, sadece üç yıl sonra Trabzon Vilâyeti’ndeki yerleşimlerde kurulmaya 
başlanması, 19. yüzyıl modernleşme hareketlerinin öncesine oranla daha hızlı ve memleketin her tarafını kapsayacak şekilde gerçekleştiğini görmek açısından önemlidir. 



Ek 1-2: Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi: Türkçe Çevrim yazısı. 

Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi; Orijinal Belge İle Birlikte Türkçe Çevrimyazısı. 

(Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi; Orijinal Belge İle Birlikte Türkçe Çevrim yazısı.) 

İ. ŞD, 19/790-2 

(Sadâret makamının arz tezkiresi) 

Atûfetlü Efendim Hazretleri 

Trabzon vilâyeti merkezinde bu sene ictimâ’ etmiş olan Meclis-i ‘Umûmîde cereyân eden müzâkerâtı hâvî 
bi’t-tanzîm meclis-i mezkûr a’zasından Emin ve Malkon Efendiler vasıtalarıyla irsâl olunan mazbatalar 
Şûrâ-yı Devlet’e bi’l-havâle bunların Dâhiliye Dâiresine müte’allik mevâdı mutazammın on iki kıt’ası 
mûmâ-ileyhimâ hâzır oldukları hâlde kırâ’at olunarak ol-bâbda kaleme alınan mazbata ‘arz ve takdîm kılındı 
mütâla’asından müstebân[8] olduğu vechile Gümüşhane sancağı dâhilinde kâin Kelkit Kazâsı hınta ve şa’ir 
mahsûlâtından beher çift içün ale’s-seviyye kot ta’bir edilen ölçek ile ikişer kot zahire ve Ardu (Ordu) 
Kazâsında dahî mahsûlât-ı arzıyyenin yüzde iki buçuk mikdârı alınarak esmân[9]-ı hâsılasının sermaye 
ittihâzıyla birer memleket sandığı küşâdı ve Rize Kazâsı dâhilinde olup müceddeden müdîrlik ittihâz olunan 
iki nahiye merkezlerinde levâzım-ı inşâ’iyyesi bi’r-rızâ ashâb-ı servet taraflarından ve mesârif-i sâ’iresi idare-
i belediyye vâridâtından tesviye edilmek üzere keşfi mûcebince (gereğince) beşin beşyüz guruş sarfıyla birer 
hükümet konağı inşâsı zımnında mahallerine me’zûniyyet verildiği ve dâhil-i vilâyetde ta’mîm-i ma’ârif (umûm 
eğitim-öğretim) içün mekâtib-i sulbiyâtının tensik-i ahvâl ve idâresine mahsûs bir komisyon teşkîline ve Livana 
Kazâsıyla Tirebolu Kasabasında ciyâdet-i havaya (havanın güzelliğine) mani’ olan ba’zı esbâbın izâlesi 
zımnında ameliyyâta mübâderet olunduğu inhâ ve Ünye ve Niksar ve Çehâr-şenbe ve Bafra kazâlarında 
harîk tulumbaları bulunmadığından bahâları ashâb-ı hamiyet câniblerinden verilmek şartıyla ma’a edavât 
dört aded tulumbanın irsâl ve mukaddemâ bi’l-iktiza Ünye Kazâsına ilhâk olunan Bolman (Bolaman) 
nâhiyesi nüfûsunun Ordu Kazâsında mukayyed olmasından dolayı kur’iyye-i şer’iyyesi[10] dahî orada 
çekilmekde ve bu ise ahâlice ve hükûmetce su’ûbeti mucib (zorluk, zahmet) olmakda bulunduğundan 
nâhiye-i mezkûre nüfûsu kuyûdının Ünye Kazâsına nakli ve Canik Sancağı dâhilinde kâ’in Torul Kazâsında 
ka’immakamlık makarrı olan[11] Ardasya (Ardasa) nâm mahalde haftada iki ve Maçka nâhiyesinde dahî 
beher hafta bir def’a bâzâr ikamesine ruhsat i’tâsı istid’a olunmuş olduğuna ve mevâdd-ı mezkûreden 
sandıklar teşkîli ve i’âne-i mahalliye ile hükûmet konakları yapılması ve mekâtibin tedkîk-i ahvâli maddeleri 
teşebbüsât-ı muktezıyyeden bulunduğuna binâen icrâatının tasdîki ve istenilan tulumbaların mahalliyle bi’l-
muhâbere mübâya’a ve irsâl olunmasının Zabtiyye Müşîriyyet-i Celîlesine iş’ârı ve Ünye Kazâsına kuyûd-ı 
nüfûsunun nakli husûsunun Bahriye Nezâreti Celîlesiyle ba’de’l-muhâbere alınacak cevâba göre iktizâsının 
icrâsı ve bâzâr küşâdı mine’l-kadîm mer’î olan usûl icâbınca eğerçi buradan istindak olunarak emr-i ‘âlî 
sudûrına vâ-beste (bağlı, ilişkin) ise de bâzâr küşâdından maksad bir şehr veyahud kasaba ve karye ile 
civârındaki kurâ ahâlîsinin tedârik-i havâyicini (ihtiyaçlarını) teshîl (kolaylaştırma) kazıyyesi (konusu, 
sorunu) olduğundan ve bundan tecemmu’ eden efrâd dahî nüfûs-ı ma’dûdeden (sayılı, tek tek sayılmış 
nüfûstan) ibâret olarak panayır gibi tahaşşüd-i nüfûsça[12] hükûmetin nazâr-ı i’tinâya alacağı derecede 
olmadığından ba’dezîn (bundan sonra) bir şehr veya kasaba ve karye dâhilinde bâzâr ikamesine lüzûm 
görüldükde me’zûniyyet-i resmîyyenin idâre meclisi karârı üzerine vilâyet makamından i’tasıyla iktifa 
edilmesi zımnında cevâben vilâyet-i mezkûreye (Trabzon’a) ve ta’mîmen vilâyâta[13] icrâ-yı tebligât 
olunması tezkire kılınmış ise de ol-bâbda her ne sûretle irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûk-dârî müte’allik ve 
şeref-sudûr buyurulur ise ana göre hareket olunacağı beyânıyla tezkire-i senâ-verî terkîmine ibtidâr olundu 
efendim fi 15 R (Rebî’ü’l-âhir) sene 1287 (15 Temmuz 1870) 
(Tezkirenin arz ve tasdik olunduğuna dair Mabeyn şerhi) 
Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki 
Hâma[14] -ârâ-yı ta’zîm olan[15] işbu tezkire-i sâmiyye-i âsafâneleriyle[16] mezkûr mazbata manzûr-ı âlî-i 
hazret-i padişâhî buyurulmuş ve mevâdd-ı muharrerenin tezkire ve istîzan olunduğu vechile icrâ-yı 
muktezâları müte’allik ve şeref-sünûh buyurulan emr ü irâde-i inâyet-‘âde-i cenâb-ı mülûk-dârî iktizâ-yı 
celîlinden olarak salifü’z-zikr mazbata yine savb[17]-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine i’âde kılınmış olmakla ol-
bâbda emr ü fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir fi 16 R sene 1287 (16 Temmuz 1870) 

Dipnotlar: 

1-Aksaray Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 
2-Meclis-i Umûmî-i Vilâyet veya Vilâyet Umûm Meclisi; bu meclisler 1864 ve 1871 Nizamnâmeleri ile tesis edilmişlerdi. 
Vilâyete bağlı Livalardan katılan delegelerle yılda bir kez toplanan, yerel temsilcilerden oluşan, vilâyetin sorunları ile ilgili 
olarak Vilâyet İdare Meclisi’ne teklif ve tavsiyelerde bulunan meclislerdi. 
3-İlgili belgelerden anlaşıldığı kadarıyla bu meclis Trabzon’da ilk olarak 1870 yılında kurulmuştur. 
4-Bu teklifin arkasında, 1869 yılında Maarif-i Umumiyye Nizamnâmesinin ilân edilmesiyle memleket genelinde eğitim-
öğretim faaliyetlerinin daha disiplinli bir şekilde yürütülmeye çalışılması girişimi yatıyor olmalıdır. 
5-Yılda bir kez kurulan panayırlar yerli ve yabancı pek çok kişinin katılımıyla gerçekleştiğinden güvenlik ve barınma 
sorunu gibi sorunlar ortaya çıkmaktaydı. Devlet, bu gibi panayırlar kurulurken önlem almak ve görevli kimselere gerekli 
talimatları vermek durumunda kalırdı. Oysa şehir, kasaba ve köylerde kurulan hafta pazarları o mahalde sayısı ve ikameti 
belli kimselerin katılımıyla ortaya çıktığından bu gibi pazarların kurulması ve idaresi devlet merkezinden çok mahallin 
idarecilerini ilgilendirmekteydi. 
6-Bu resmî vesikada/pusulada Şûrâ-yı Devlet’te alınan kararların bir kısmı aynen bir kısmı da özet hâlinde yer almaktadır. 
7-Bu sistemde çiftçiler ürünlerini sattıklarında elde ettikleri hâsılatı doğrudan sandığın hazinesine aktarırlardı. Çiftçilere 
aylık yüzde bir faizle kredi verilirdi. 
8-Açık olan, âşikâr, meydanda olan. 
9-“Semen”in çoğulu: Kıymetler, bedeller. 
10-Diğer belgede “kur’a-i şer’iyye” imlâsıyla yazılmış: Asker alımında çekilen kura. 
11-Oturulan yer-karargâh-ikametgâh. 
12-Bir araya gelme, birikme; nüfusun birikmesi açısından. 
13-(Diğer) vilâyetlere. 
14-Başın üstü-tepesi. 
15-Başın üstüne konulması gereken; baş üstüne konulmaya lâyık. 
16-Vezire yakışır biçimde 
17-Taraf, cihet, yön. 

Yrd. Doç. Dr: Aksaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi 

(Bu yazı 13 Temmuz 2011 tarihinde serander.net’te yayımlanmıştır) 

Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Serander.Net'in izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz. Bilgi için: 
iletisim@serander.net 


***

2 Nisan 2017 Pazar

IRAK`IN İŞGALİNİN BÖLÜCÜ TERÖR BAĞLAMINDA BÖLGEYE VE TÜRKİYE`YE ETKİLERİ ,

IRAK`IN İŞGALİNİN BÖLÜCÜ TERÖR BAĞLAMINDA BÖLGEYE VE TÜRKİYE`YE ETKİLERİ ,



SUNUŞ 
ON BİRİNCİ ASKERî TARİH SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ II
( SUNULMAYAN BİLDİRİLER )
Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


IRAK`IN İŞGALİNİN BÖLÜCÜ TERÖR BAĞLAMINDA BÖLGEYE VE TÜRKİYE`YE ETKİLERİ ,

J. Binbaşı Erhan DEMİR
* Tatvan J. Komd. Öz. Hrk. Tb. K. 


Neredeyse çeyrek yüzyıldır Türkiye Cumhuriyeti’ni uğraştıran PKK terör örgütü dış destek olmadan devam ettirmesinin mümkün olmadığı vekalet savaşı sürecinde tüm örgütlerin aksine çok verimli ve yönlü bir yardıma mazhar olmuştur. 1979’ta başlayan Suriye ve Lübnan macerası 1992’den sonra büyük ölçüde yön değiştirerek Irak’a kaymış, o günden beri Irak, terör örgütü için değişmez bir geri cephe vazifesi görmüştür. Bu dönemde terör örgütüne taktik kaygılarla göz yuman Irak ise İran ile devam eden savaştan dolayı Türkiye’nin sınır ötesi harekâtlarına güvenlik protokolü 
uyarınca onay vermiştir. 

Sıcak takip anlaşmasının yenilenmediği 1988’de PKK ve Bağdat arasında gizli bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre PKK, KDP ve KYB’yi etkisizleştirecek, buna karşılık Kuzey Irak bölgesi PKK’ya tahsis edilecekti.1 Engebeli yapısıyla geçit vermeyen Irak’ın kuzeyi, Saddam Hüseyin’in 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etmesinin ardından ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin müdahalesi sonucu otorite boşluğu da eklenince terör örgütüne birçok imkânın altın tepside sunulduğu bir bölge oluverdi. 

Körfez krizi öncesi, güç bela sözde Botan’da faaliyetlerini sürdürebilen PKK, diğer bölgelerde ise ancak mevcudiyetini devam ettirmeye çalışıyordu. 

Kriz sonrasında örgüt, birdenbire büyümeye gelişmeye ve yayılmaya başladı. Sözde Botan eyaletinin kurtarılmış bölge olması artık gündeme geliyordu.2 1990’lı yıllar boyunca terör örgütünün artan eylem trafiği karşısında Türkiye sınır ötesi harekâtlar ile köprübaşını yok etmeye çalışmış, diğer yandan da K. Irak’ta bir otorite tesisine çaba göstererek örgütün hayat sahasını kapatmaya uğraşmıştır. Aktörlerin ve ilişkilerin çok karmaşık olduğu ortamda Türkiye’nin girişimleri taktik veya stratejik düzeyde kesin bir çözüm getirmemiştir. 

Türkiye’nin Kuzey Irak politikasının stratejik amacı ise bir Kürt devletinin kurulmasını önlemeye yönelik oldu. Çünkü böyle bir devlet, Türkiye’deki Kürt kökenliler için ‘kötü’ bir emsal oluşturacak; ayrıca yayılmacı milliyetçilik düşüncesini uygulayarak diğer üç ülkedeki Kürtlerin yaşadığı toprakları kendisine katmaya kalkışabilecekti. Türkiye’nin bu amacının gerçekleştirmesi de içinde çelişkiler taşımaktan uzak kalmadı. Çekiç Güç’e izin vermek, Kuzey Iraklı Kürtlere yardım etmek ve Batılı NGO’lara geçiş izni vermek zorunlulukları yüzünden Türkiye, burada oluşmaya başlayan Kürt devleti oluşumunu kendi eliyle beslemiş oluyordu.3 

İnişli çıkışlı politikalar, sınır ötesi operasyonlar, terör örgütünün eylemleri, Çekiç Güç-Kuzeyden keşif harekâtı ve KDP-KYB-Saddam üçgeninde dönen entrikalarla geçen çalkantılı süreç Öcalan’ın 16 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve ardından teröristlerin 1 Eylül 1999 itibari ile Irak’ın kuzeyine çekilmeye başlaması, olayları yeni ama çok değişik mecraya sürükleyecekti. Terör örgütünün, teröristlerinin büyük bölümü Kandil dağı merkezli olarak Irak’a çekmesi eylem yapmama kararının alınması ile şiddetin yerini nispi bir sessizliğe bıraktığı ortam, 11 Eylül saldırıları ve ABD’nin teröre açtığı global savaşı gerekçe göstererek 20 Mart 2003’te başlattığı Irak’ın işgal süreci sonrası, yerini yeniden Türkiye`nin doğusunu da ihtiva eden şiddete bıraktı. 

İlk Körfez krizinden bu yana zaten rahat yüzü görmeyen ve fiilî olarak üçe bölünmüş durumdaki Irak’ta 9 Nisan 2003’te Bağdat’ın da düşmesinden 
sonra taşlar yeniden konum belirlemeye başladı. Roller ve aktörlerin dağılımının ayak seslerinin özellikle ikiz kuleler saldırılarından bu yana hissedildiği ortamda pastadan pay almak isteyen KDP ve KYB’nin yanı sıra terör örgütü de biçilecek rollere hazır olduğunu bildiren sinyaller veriyordu.4 

1990’dan sonra Kuzey Irak’ın iç bölgelerinde de kamplar kurma imkânı elde eden, Türkiye’nin nokta operasyonlarından korunma ve araçlarla aynı sürede eylem için sınırın iç kısımlarında konuşlanma imkânına kavuşan, Türkiye ile artık denk olduğunu kendisinin taraf olduğunun kabul edilmesinin gerektiğinden hareketle değişik mesajlar gönderen PKK’nın5 işgal öncesinde Kürt ulusal hareketi, egemen devletlerin, kendi aralarında yaşadıkları sorunlarda ağırlaştıran ve çözümsüz kılan değil, çözen ve bu güçleri birbirlerine yakınlaştıran, giderek bunu Demokratik Orta Doğu Birliğine ulaştırmayı hedefleyen bir yaklaşımı6 benimsemesi ile Orta Doğu ülkelerine demokratik bir çehre kazandırılarak sosyal değişim ve dönüşüm ile terörle mücadelede uzun vadeli faydalar sağlanması olarak ifade edilen Büyük Orta Doğu Projesi(BOP)’nin7 örtüşmesi manidardır. 

ABD, Kürt meselesini ilk aşamada Irak probleminin bir parçası olarak görürken Avrupa aynı meseleyi temelde Türkiye’nin sorunu olarak görmeye başladı. ABD’nin Kürt meselesini Irak düzleminde ele alması ilk bakışta Türkiye açısından bir sorun teşkil etmediyse de Kuzey Irak’taki oluşumun Türkiye’ye yapacağı etkiler dolayısıyla Türkiye’nin ABD’nin tavrına şüpheyle yaklaşmasına neden olmuş,8 üstüne çekiç gücün güvensizlik yaratan davranışları, bölgedeki onlarca NGO’nun faaliyetleri ve PKK’ya karşı somut bir adım atılmaması kamuoyunda ABD-Türkiye ilişkilerinde bir güven bunalımı yaratmıştır. 

ABD’nin Irak müdahalesinin gündemde olduğu dönem Türk yetkililerin Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduklarını, Irak’ın kuzeyinde yeni bir devlet oluşumuna müsaade etmeyeceklerini ve Irak Türklerinin can ve mal güvenliğinin yanı sıra haklarının da korunması gerektiğini her fırsatta dile getirmelerine9 rağmen gelişen durumlar Türkiye’ye somut bir kazanım sunmadığı gibi uzunca bir süredir Irak kuzeyinde palazlanan terör örgütünün 1 Haziran 2004’te yeni şiddet yöntemleri ile Türk güvenlik güçlerine saldırıları başlatması söz konusu olmuştur. 

Irak’ın Kuveyt’i işgali ve takip eden süreçte oluşan otorite boşluğunun terör örgütünün silah, lojistik imkânlarını doruğa çıkartmaya, Irak’ın işgalinin 
ise örgütün yeniden canlanmasına aracılık yaptığı söylenebilir. 11 Aralık 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’ye aday ülke olması ile aynı 
dönemde teröristlerin Irak’a çekilmesinin denk gelmesi, 2000–2003 yıllarında Tunceli ve Bingöl illeri hariç kayda değer şiddet hareketlerinin olmadığı sakin 
ortam ve Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi; Kandil, Hakurk, Gara–Beyaz Dağ, Khunera bölgelerinde bulunan PKK’nın operasyon yapılması endişesinden uzak faaliyetlerine devam etmesi ise Türkiye’nin kazanımlarının geçici olması gibi bir sonuç doğurmuştur. 

ABD’nin Irak’a müdahalesi öncesindeki süreçte KDP ve KYB gibi PKK’nın da en büyük kaygısı, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girme kararı almasıydı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ABD’den bağımsız olarak ve ABD askerleriyle Kuzey Irak’a girmesi hâlinde öncelikli hedefinin PKK olacağı açıktı. Böyle bir askerî harekâttan çekinen PKK, ABD’nin müdahalesi öncesinde Ankara ile Washington arasındaki temaslar boyunca KDP ve KYB gibi, Türk askerinin Irak’a girmesine karşı kampanya yürüttü.10 

Bütün bunların yanı sıra PKK güç dengeleri hesabı da yaptı. Bölge devletlerinin ABD’ye karşı birleşmeleri, Avrupa ve Rusya’nın da bu oluşumları destekler hâle gelmesi, ABD’nin yenilgi ve geri çekilme koşullarında bölge ülkelerinin ABD ile iş birliği yapan Kürt örgütlerine yöneleceği bir gerçekti. Özellikle Irak’ın tekrar egemenliğini Irak’ın kuzeyine yayması PKK için sonun başlangıcı sayılabilirdi. Bu nedenle bir yandan Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine girmesine karşı çıkarken bir yandan da bölge ülkeleri ile sıcak bağlar kurma çabalarına girişti.11 Terör örgütü Irak’a olası bir Amerikan müdahalesi öncesi KDP ve KYB’nin ardından üçüncü bir güç olma istediği K. Irak’ta çatışmalardan kaçınarak söz konusu oluşumlarla iş birliği içerisinde olmaya önem vermiştir.12 

ABD’nin başından beri tercihi Türk askerinin Kuzey Irak’a girmemesi yönünde idi. Türkiye’den isteği sadece ABD askerlerinin Türk topraklarında konuşlanma sı ve kuzeyden cephe açarak Irak’a girmesiydi. Türk askerinin bağımsız olarak veya ABD askerleriyle Irak’a adım atmasını istemiyordu. ABD bu niyetini müzakereler başlamadan çok önce hissettirmişti. Oysa sorunu kuzey Irak’taki Kürt gruplar ve PKK olan Türkiye, PKK’nın tümüyle etkisiz kılınmasını istemekte ve bir Kürt devleti kurulmasını önlemeyi amaçlamaktaydı. 13 

Türk kamuoyundaki Çekiç Güç’ün kuzeyden keşif harekâtı oluşumlarının sabıkalı sicilleri, müdahale öncesi Kuzey Irak’taki PKK varlığına yönelik muğlak yaklaşımların söz konusu olması, mutabakat zaptında teröristlere karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinin aktif mücadelesinin kerhen yer alması, ABD’nin duyarlılığını takdir hakkını daha çok KDP-KYB, dolaylı olarak da PKK’dan yana kullanması akıllarda ve kalplerde şüphe ile üzüntüye neden olmuştur. 

İşte bu belirsizliklerin yarattığı ortam sonucunda tezkere meclisten geçmedi.14 ABD kongresinde pusuda bekleyen Rum, Ermeni ve Kürt lobileri, ardı ardına Türkiye karşıtı girişimler başlatmaya hazırlanırken mevcut durumda, ABD yönetiminin eskiden olduğu gibi bu girişimleri durdurmaya hiç niyeti yok görünüyordu. Bu arada Türkiye’nin de ABD’den şikayetleri yok değildi. Örneğin, Kuzey Irak’ta son zamanlarda Türk bayraklarının yakılması gibi eylemlerde Iraklı Kürtlerin, ABD’den gelen bazı yanlış mesajlardan cesaret aldığı düşünülüyordu. Ayrıca ABD medyasında Türkiye’yi küçük düşüren yayınlar da ABD yönetiminin telkinlerinin etkisinin bulunduğuna işaret eden başka konulardı.15 PKK önderliği ta başından beri süregelen pragmatist, ikili ne yana çeksen gidecek görüşleriyle yeni duruma uyum sağlamakta gecikmedi.16 

Orta Doğu’da değişimin lokomotif gücünün Kürtler olduğu şeklindeki genel hava17 ABD’nin ve Kürtlerin (PKK da dâhil) karşılıklı rollere hazır olduğu şeklindeki açıklamalarını onaylarcasına ABD kendine savaşta destek veren Kürt gruplara Türkiye’nin kırmızı çizgilerini dinlemeden arka çıktı. 
Musul ve Kerkük’e girmelerine izin verdi. Onları en yakın müttefik ilan etti.18 Üstüne Kandil merkezi bulunan PKK’ya karşı net bir duruş sergilemediği gibi 
bölgeye Türkiye’nin müdahalesinin istikrarsızlığı artıracağını söyleyerek beklentileri boşa çıkardı. 

Terör örgütü yaşanacakları görür gibi daha Ocak 2002’de bir Orta Doğu ülkesinde sözde başkanlık konseyi üyesi Sorej–Hüseyin(K) Mustafa 
Karasu’nun ağzından ABD’lilerin de bulunduğu iddia edilen bir görüşmede Orta Doğu’da rejimlerin hem o ülkelerin hakları hem de uluslararası toplum 
için zararlı hâle geldiğini ve aşılması gerektiğini, PKK’nın bölgede demokrasinin geliştirilmesi için her konuda iş birliğine hazır olduğunu, bölgedeki rejimleri sarsacağı için Irak’a müdahaleye destek vereceğini ifade etmesi19 AB Konseyinin daha terörist başı Roma’dayken “ Kürt sorununun uluslar arasılaştırılma sı ve halklar hukuku çerçevesinde çözümü” kararı,20 terör örgütünün Irak merkezli uluslararası boyutunun göstermesi açısından 
düşündürücüdür. 

Gerçekten de dış boyut açısından çok iyi bir konumda bulunan terör örgütü gerici rejimlerin ve diktatörlüklerin aşılması gibi üstlendiği kutsal misyon uyarınca Suriye’de Demokratik Birlik Partisi (PYD)’ni Ekim 2003’te, Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK)’ni Nisan 2002’de, İran’da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK)’ni 2002 sonunda kurarak Öcalan yakalandığında ipuçları gelmeye başlayan “Demokratik ülke özgür anayurt, demokratik Orta Doğu birleşik anayurt“ sloganıyla hayat bulan stratejisini uygulamaya koydu. Bu sırada Irak’ı 20 gün gibi kısa bir süre içerisinde işgal eden ABD ise daha sonra artan direniş ve kayıplarla baş etmek zorunda kalırken Terör örgütü direnişçilerinkine benzer metotlarla 1 Haziran 2004’ten itibaren şiddet kampanyasına dokunulmazlığın verdiği rahatlıkla kaldığı yerden devam etti. 

ABD El Kaide ile bağlantısı olduğunu ileri sürdüğü Biyara yakınlarındaki Ensar El İslam örgütüne ait kamplara Tomahawk ve Cruise füzeleri atarken müttefiki KYB ise söz konusu kamplara eş güdümlü saldırı düzenliyordu.21 Aynı ABD bu yılın ortalarında Pakistan–Afganistan sınırında bulunan Veziristan bölgesinde El Kaide lideri Usame Bin Ladin’ in bulunduğu duyumu üzerine bu kampları vurabileceğini Pakistan’a iletiyordu; ama binlerce PKK’lı terörist kendi hâkimiyetindeki bir bölgede elini kolunu sallayarak dolaşabiliyordu. 

Bu durum, ABD’nin Türkiye’yi kendisine ve İsrail’e bağımlı tutma isteğini ve PKK’nın şer ekseni olarak adlandırılan ülkelerin İran ve Suriye’ye karşı stepne olarak kullanılması yönündeki kaygıları güçlendiriyordu. Terör örgütünün emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı olarak başladığı tarihsel sürecinde sözde mücadelesini söz konusu iki kavramdan soyutladığında önündeki seçeneklerin ya Amerika mandası ya da yenilgi olacağını görürcesine dış güçlere yeni Orta Doğu politikasında yardımcı rol almakta bir çelişki görmedi. 

PKK’nın takındığı ABD taraflısı tutum ile Barzani ve Talabani’nin bölgede Türkiye aleyhinde sergilediği pervasız davranışlar arasındaki benzerlikler gözden kaçmamaktadır. Bunda Türkiye’nin K. Irak’a bakışının 22 yıldır hep PKK eksenli olmasının, KDP-KYB’yi taktik tehdit PKK’yı ise stratejik olarak değerlendirmesi nin22 ve Türkmenleri yeterince dikkate almamasının da katkısı yadsınamaz. 

1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali sonrası Suriye ve Lübnan’daki PKK’lıları Irak’a çeken Lak-1 ve Lolan gibi kamplarda teröristleri besleyen Barzani23 “PKK’ya karşı bir hareket yapılması konusunda ise savaştan sonraburada her şey değişti. Suriye ve İran Kürtleri buradalar. Bir kaynaşma var. Bu yüzden ben emir dahi versem Kürt’ün Kürt’e silah çekmesi mümkün değil” şeklinde cevap veriyordu.24 

Babasının vasiyeti olan “Kürdistan’a yardım etsinler petrolü veririm.” şiarına25 riayet eden Mesut Barzani’nin KDP’sinin ve KYB’nin bölgede ABD’nin en yakın müttefiği hâline gelmeleri hem askerî hem de siyasi açıdan güçlenmeleri Suriye ve İran içinde önemli bir handikap oluşturmaya başlamıştır. Daha önce Türkiye’ye karşı kullanılan koz, bu kez bu ülkeler için de risk oluşturmaya başlamıştır. Ayrıca İsrail’in İran’a yönelik nükleer başlık üretiyor suçlaması, ABD’nin aynı söylemi kullanarak İran’ı tehdit etmesi; Irak’ta güvenliği sağlayamayan ABD’nin bu durumdan da İran’ı sorumlu tutması; Suriye’ye gözdağı sürdürmesi, bölge ülkelerini giderek sıkıştırmaktadır. Kuzey Irak’ta fiilen kurulan Kürt devletinin bağımsızlık sınırında gezinmeye başlaması ABD ve İsrail faktörleri, İran ve Suriye’yi Türkiye’yle yakınlaşma politikasına yöneltmişse de ABD’nin bölgedeki askerî varlığı ve siyasi gücü, Türkiye, İran ve Suriye arasında ilişkileri belli bir mesafede tutmuştur.26 

Amerika ile KDP–KYB arasındaki bu yakın ittifakın son emareleri 2002 Martında Almanya’da, 2002 Mayısında Washington’da CIA ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri arasında yapılan görüşmelerde KDP-KYB ikilisinin Afganistan’daki Kuzey ittifakının rolünü oynayarak Saddam rejiminin devrilebilmesi karşılığında aslan payının verilmesi şeklinde belirmişti.27 

Denklemdeki bu vakum yaratma potansiyeli Iraklı Kürtlerden kaynaklı tehdit algılamasında İran-Suriye-Türkiye eksenli yakınlaşmanın artmasına neden olmuştur. Üç devlet de Irak’ın parçalanması sonucu ortaya çıkacak bir Kürt devletinden ya da orta vadede Irak‘ı parçalanmaya götürecek tarzda 
federasyon gibi sistemlerden farklı oranlarda tehdit algılamaktadır.28 Söz konusu ülkelerin manevra alanları ise başka kulvarlardan önlerine gelen 
senaryolar ile darlaştırılmak istenmektedir. Türkiye’nin AB macerası bağlamında önüne koyulan seçenekler, İran’ın nükleer enerji savaşına yönelik Batı odaklı baskılar, Suriye’ye Lübnan’daki etkisi ve Hariri, Pierre Cemayel suikastları nedeniyle yapılan suçlamalarının, ortak bir politika inisiyatifi geliştirilmesini taktik bir düzeyde bıraktığı söylenebilir. 

Kürtlerin sayısının beş milyon civarında olduğu bilinen ve bu nüfusun %30’unun sistemle entegre olan Şii Kürtlerin oluşturduğu İran’da Irak Kürtlerin kazanım ları, PKK–PJAK konusundaki belirsiz politikalar, ABD–İran gerginliği ve müdahale ihtimalinin kendi Kürtlerini cesaretlendirebilmesi, molla rejiminin uykusunu kaçırabilecek bir hususdur.29 İşgal sürecinde ABD, PKK’yı İran sınırına yerleştirme ve İran karşısında da kullanma eğiliminde olmuştur. Bu durum İran’ı harekete geçirmiştir. İran da PKK terör örgütünü Amerika’ya karşı kullanmak istemiş ancak bu istek PKK tarafından kabul görmediği için İran PKK ilişkilerinde sorunlar çıkmaya başlamıştı. İran’ı terör konusunda Türkiye ile iş birliğine iten faktörler Irak’ta bulunan Halkın Mücahitleri örgütünün faaliyetleri ve kendisine karşı kullanılabilme ihtimali, terör örgütünün paravan oluşumu olan PJAK’ın İran karşıtı hareketleri ve ülkenin artan etnik hassasiyetleri olmuştur.30 Nitekim terör örgütünün İran’ın bir karakoluna saldırarak sekiz asker öldürmesi üzerine Lolan ve Hacümran bölgelerindeki teröristlere kapsamlı bir operasyon düzenlenmesi31 bu sürecin bir çıktısı olarak görülebilir. 

İran, Suriye ve Türkiye’nin aksine Kürtlerin her zaman Bağdat yönetimine karşı güçlenmelerini destekleyen İsrail’in, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra bölgedeki faaliyetlerini yoğunlaştırdığı, Kuzey Irak’a Yahudi Kürt göçünün gerçekleştiği iddiaları yoğun biçimde gündemde yer almıştır. Bu iddialar kanıtlanmamış, resmen doğrulanmamış ve İsrail tarafından reddedilmiş olsa da bölgede kurulacak bir Kürt devletinin İsrail’in karşı çıkacağı bir durum olmayacağı söylenebilir. 

PKK açısından ABD’nin Irak’ı işgalinin genel olarak olumlu etkilerinin olumsuz etkilerinden fazla olduğu söylenebilir. PKK açısından olumlu yönlerin başında Türk–ABD ilişkilerinin bozulması, askerî iş birliğinin rafa kaldırılması, Türk askerinin bölgeye müdahale etmemesi, böylece PKK’nın varlığını koruması gelir. Ayrıca ABD’nin Türkiyesiz giriştiği harekâtta en yakın müttefik olarak Kuzey Irak’taki Kürtleri görmesi ve onları desteklemesi de bir çeşit güvence niteliği taşımıştır. ABD’nin savaş sırasında ve sonrasında Kürtlere bakışını bir bütün olarak ele alması gerekir. Bu bakış Kürtler lehinedir. Bu nedenle de PKK’yı bu bakışın dışında tutması da söz konusu olmamıştır. Kuzey Irak’ta diğer Kürt gruplarına olumlu yaklaşırken PKK’ya farklı bir bakışla yaklaşmamış ve aleyhlerine bir operasyon yapmadığı gibi açıktan bir tutum da almamıştır.32 

PKK’nın 2004’te tekrar başladığı eylemlerinde geçmiş dönemin aksine direkt temaslardan kaçınarak telsiz–telefon veya kablolu düzenek patlayıcılar 
kullanarak güvenlik güçlerine zayiat verdirmesi, 90’lı yıllar boyunca uygulamaya çalıştığı kurtarılmış alan konsepti uyarınca eylem yapan büyük ölçekli terörist gruplarından ziyade, kış dönemi hariç çok daha küçük gruplar hâlinde hareket etmesi yeni dönem yaklaşımları olarak dikkat çekmektedir. 

Kendisini Orta Doğu’daki değişik halkların özgürlük ve demokrasi hareketlerini geliştirme örgütü olarak değerlendiren PKK’nın, Irak’ta olduğu gibi manivela olarak kullanılabileceğinin sinyallerini vermeye başlaması ilginç bir gelişmedir. 

Osman Öcalan önderliğinde bir grup teröristin PKK’dan ayrılarak Yurtsever Demokrat Parti (PWD) adlı yeni oluşuma gitmesi, bu örgütün de ABD, KDP, KYB çizgisine yanaşması ve silahlı eyleme son verilmesi yönündeki açıklamaları da bu sürecin yeni bir ürünüdür. Terör örgütünün bu yeni dönemde sivil halk ve koruculara karşı eylem yapmamaya özen göstermesi hem kitle desteğini artırabilmek hem de Avrupa ve ABD’den gelebilecek baskıların önüne geçerek terörist örgüt tanımlamasına set çekmek isteğinden kaynaklandığı söylenebilir. 

Şiddet yaratma hevesi, eylem çeşitliği ve acımasızlığı Batı’nın ve ABD’nin terörist olarak tanıdığı hiçbir örgüt ile kıyaslanmayacak olan PKK’nın Temmuz 2006’da Türk güvenlik güçlerine yaptığı hain saldırılarından sonra artan kamuoyu tepkisi sonucu ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Scan McCarmack 15 Ağustos’ta PKK’ya silahları bırakma çağrısı yaptı. Türk güvenlik güçlerinin bölgeye müdahalesinin sadece istikrarsızlığı artıracağını ileri süren ABD’nin ortamı soğutabilmek adına yaptığı çağrı, beraberinde üçlü bir terörle mücadele koordinatörlüğü ve terör örgütünün sözde ateşkes ilanını getirdi. 

Bitlis’te PKK mayınıyla ölen 5 askerin kanı yerde kurumadan terör örgütünün Birleşmiş Milletlerin desteklediği sivil toplum kuruluşu olan İsviçre Merkezli Cenevre çağrısı ile “Kara mayınlarına karşı mücadele sözleşmesi” imzalamasının 33ardındaki pragmatist ve çelişkili tutumun Türkiye’de devamlı Batılı erdemlerden söz eden onca kitle örgütü başta olmak üzere, Batılı ülkelerden kayda değer bir eleştiri gelmedi. 1965’den bu yana yaklaşık 900 kişinin ölümüne neden olan ETA’nın Madrid ve Bilbao’da protesto edilmesini sağlayan sivil toplum kamuoyu sorumluluğunun acı ve göz yaşı adına çok daha fazlasını yapan PKK için neden yapılamadığının cevabının bölücü çevrelerin 1999’dan bu yana eş güdümlü seyreden AB politikası ve Irak’ın seyri olduğu değerlendirilmektedir. 

Terörle mücadele koordinatörü Edip Başer’in belirttiği üzere 3000’den fazla teröristin bulunduğu tahmin edilen Kuzey Irak’taki kamplara yönelik güç 
kullanılmasının son seçenekler arasında yer alması, gelişmelerin çok yönlü ve hızlı seyrettiği bölgede Türkiye’yi tatmin edecek bir çözümün zor olduğu 
değerlendirilmektedir. 

PKK’lı teröristlerin, Irak’ın kuzeyinde 1991’den bu yana oluşumu devam eden bölgesel yönetim üzerindeki baskının azaltılması ve zaman kazanabilmek için Türkiye ile İran’a kaydırılması, yeni tavizler koparılması için de eylemler yapabileceği kıymetlendirilmektedir. Kendisini Orta Doğu örgütü olarak gören PKK’da geçtiğimiz Kasım ayında Murat Karayılan 7000 terörist ile gerici yapılanmaların aşılmasında verilecek rollere hazır olduğunu belirtmesi PJAK kanalıyla İran’a güneyden baskıların artabileceği şeklinde yorumlanabilir. 

İstanbul’da yapılan NATO zirvesinde Bush’un El Kaide bizim için neyse PKK da odur34 şeklindeki açıklaması ile 30 Nisan 2003 tarihli ABD Dışişleri Başkanlığının Küresel terörizm raporunda Irak’ta bulunan terörist örgütler arasında PKK’nın yer almaması ve ünlü Jane’s dergisinin 3 Temmuz 2002 tarihli güvenlik değerlendirmesinde Kerkük’ün Irak Kürdistanı’na ait olarak gösterilmesi, PKK’nın neredeyse diplomatik dokunulmazlığa kavuşturulması çizgisindeki değişken liklerin Türk güvenlik güçlerinin 1999’a kadar bölücü örgüte karşı kazandığı başarının sıfırlanmak istenip PKK’yı yeniden canlandırarak oyuna dâhil etme arzusu olarak nitelendirilebilir. 

Tarihsel – sosyal titreşimler ve stratejik boyutlardan kaynaklı olarak bölücü terörün, emperyalizmin bölge hesaplarına göre yönlendirilmesinin veya Türkiye’nin etrafındaki sarmal sorunlardan bazılarından verilecek ödünler karşılığında sümen altı edilmesinin muhtemel bir senaryo olduğu 
söylenebilir. 

Son dönemlerde ABD kamuoyunda yer alan Irak’ta PKK’ya karşı net bir tutum sergilenmesi gerektiği şeklinde yer alan yorumların Türkiye’nin gönlünü almaya yönelik manevralar ve güneydekini (Barzani ve Talabani’nin sözde Kürdistan Bölgesel Yönetimi) tanı, koru, çıkış kapısı ol, kuzeydekini hâllederiz anlayışının ürünü olduğu değerlendirilebilir. 2007 sonunda yapılması gündemde olan Kerkük’e yönelik referandum sürecine paralel olarak PKK terörünün perdeleme amaçlı şiddetini artırması da mümkün olabilir. 

Terör örgütü yandaşlarına ve kamuoyuna hoş görünmek, yeni dönem stratejileri için zaman kazanabilmek adına ilan ettiği sözde ateşkesi, eylemlerine başka isimler altında devam etmekle birlikte baharda tedricen artırabileceği, Türkiye içine yeni açılımlar yapabileceği, patlayıcı maddelerin kullanımını yeni usullerle sürdürebileceği ve buna ek olarak direnişçilerin son zamanlarda Irak’ta sıkça başvurduğu suikast türü eylemlerin tercih edilebileceği söylenebilir. 

Her iki Körfez Savaşı’ndan da oldukça kârlı çıkan ve kan akıtmaya yeni taktikler le devam etme azminde olan bölücü terör örgütünün alt edilebilmesi için iç dinamiklere dayalı sağlam bir duruşa ihtiyaç olduğu aşikârdır. Kendisininkini terörist, başkasınınkinin ayrılıkçı hareket, özgürlük savaşçısı gören zihniyetinin değişmesinin en azından Türkiye için mümkün olmadığı kabul edildiğinde “Tırnağın varsa başını kaşıyacaksın.” atasözünün doğruluğu teyit edilmiş oluyor. Bizleri affedin dememek ümidiyle bu vatan için can veren şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyorum. 

DİPNOTLAR;

1 Ahmet Aydın; Üçgendeki Tezgâh, Kiyap Yayınları, Ankara 1993, s. 59-60. 
2 Nihat Ali Özcan; PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, ASAM Yayınları, Ankara 1999, s. 133. 
3 Tuncay Özkan; Entrikalar Savaşı , Alfa Yayınları, İstanbul 2003, s. 480. 
4 11 Eylül sonrası ABD’nin benimsediği “preemtive strike’ yani önceden vurma ve ABD’nin dünyaya tek başına hakim olma politikalarını ‘Bush Doktrini’ olarak kabul 
edersek Orta Doğu’ya demokrasinin gelmesi ve Arap dikta rejimlerinin bir bir çökertilerek yerlerine çağdaş, demokratik, serbest piyasa ekonomisine dayalı hükûmetlerin 
getirilmesi ve Türkiye’nin örnek alınmasına da Bernard Lewis Doktrini” diyebiliriz (Ayrıntılı bilgi için bk. Turan YAVUZ; Çuvallayan İttifak, Destek Yayınları, 
Ankara 2006, s. 97 ). 
5 M. Hüseyin Buzoğlu; Körfez Savaşı ve PKK, Strateji Yayınları, Ankara 1997, s. 162. 
6 Fikret Bila; Hangi PKK, Ümit Yayınları, Ankara 2004, s. 134. 
7 M. Tekin Taşkun; Babil Düşerken Bir Ülke Nasıl Yutulur, Q –Matris Yayınları, İstanbul 2004, s. 88. 
8 Ahmet Davudoğlu; Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul 2001, s. 444- 445. 
9 Hüsnü Ada; ”Türkiye’nin Dış Türkler,Irak Türkleri ve Irak politikası”, Yeniçağ Strateji, 9 Aralık 2005, s. 5. 
10 Bila; s. 200. 
11 Bayram Yurtçiçek; “ABD–Irak Savaşı’nda PKK’nın Tutumu“ Teori Dergisi, Temmuz 2003, s. 45. 
12 The Terrorist Organization Kadek; s. 2-89. 
13 Bila; s. 191-194. 
14 Tezkere süreci ayrıntılı bilgi için Turan Yavuz, Çuvallayan İttifak, Destek Yayınları, Ankara 2006, s. 177-201. 
15 Taşkun;, s. 198. 
16 Bayram Yurtçiçek; “ABD – Irak Savaşı’nda PKK’nın Tutumu,” Teori dergisi , Temmuz 2003, s. 45. 
17 Cemil Bayık’ın “Kürtler Orta Doğu’da dört Ülkede varlığını sürdüren bir halktır. Değişim için Kürtlere ihtiyaç vardır.”şeklindeki söylemleri. 
18 Bila; s. 198. 
19 Can Dündar; “Kuzey Irak’ta Federasyon Pazarlığı”, Milliyet, 19 Ocak 2003. 
20 Sadi Somuncuoğlu; ”Türkiye Oyalanıyor, Kandil’de Anlaşma İmzalanıyor”, Yeniçağ, 18 Temmuz 2006. 
21 Taşkun; s. 264-265. 
22 Ümit Özdağ; Kürtçülük Sorununun Analizi ve Çözüm Politikası, Bilgi Yayınevi, Ankara 2006, s. 104. 
23 Cevat Eroğlu; İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yayınları, İstanbul 2003, s. 195. 
24 Fatih Çekirge; Hürriyet, 6 Nisan 2006. 
25 Türkkaya Ataöv; Cumhuriyet, 11.07.2006. 
26 Bila; s. 273. 
27 Iraqi Kurdistan; Jane’s Sentinel Security Assesment, The Gulf States–11, 3 Temmuz 2002, s. 27. 
28 Nejdet DEMİRAL; “Türkiye’nin 2005 yılında Orta Doğu Politikası Ne Olmalıdır”, Stratejik Analiz, Aralık 2004, s. 18. 
29 Bila; s. 273-274. 
30 Arif Keskin; “Tüm Boyutları ile Türkiye-İran İlişkileri”, Stratejik Analiz, Eylül 2004, s. 28. 
31 Milliyet; 30 Haziran 2003. 
32 Bila; s. 200, 201. 
33 Hürriyet; 16 Temmuz 2006. 
34 Posta; 28 Haziran 2004. 


Kaynaklar; 

ADA, Hüsnü; ”Türkiye’nin Dış Türkler, Irak Türkleri ve Irak Politikası”,Yeniçağ Strateji, 9 Aralık 2005. 
AYDIN, Ahmet; Üçgendeki Tezgâh, Kiyap Yayınları, Ankara 1993. 
BİLA, Fikret; Hangi PKK, ÜmitYayınları, Ankara 2004. 
BUZOĞLU, M. Hüseyin; Körfez Savaşı ve PKK, Strateji Yayınları, Ankara 1997. 
Cumhuriyet Gazetesi. 
DAVUDOĞLU, Ahmet; Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul 2001. 
DEMİRAL, Nejdet; “Türkiye’nin 2005 Yılında Orta Doğu Politikası Ne Olmalıdır”,Stratejik Analiz, Aralık 2004. 
DÜNDAR, Can; “Kuzey Irak’ta Federasyon Pazarlığı”, Milliyet, 19 Ocak 2003. 
EROĞLU, Cevat; İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yayınları, İstanbul 2003. 
Hürriyet Gazetesi. 
Iraqi Kurdistan; Jane’s Sentinel Security Assesment, The Gulf States – 11, 3 Temmuz 2002. 
KESKİN, Arif; “Tüm Boyutları İle Türkiye-İran ilişkileri”, Stratejik Analiz, Eylül 2004. 
Milliyet Gazetesi. 
ÖZCAN, Nihat Ali; PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, ASAM Yayınları, Ankara 1999. 
ÖZDAĞ, Ümit; Kürtçülük Sorununun Analizi ve Çözüm Politikası, Bilgi Yayınevi, Ankara 2006. 
ÖZKAN, Tuncay; Entrikalar Savaşı, Alfa Yayınları, İstanbul 2003. 
Posta Gazetesi. 
SOMUNCUOĞLU, Sadi;”Türkiye Oyalanıyor, Kandil’de Anlaşma İmzalanıyor”,Yeniçağ,18 Temmuz 2006. 
TAŞKUN, M. Tekin; Babil Düşerken Bir Ülke Nasıl Yutulur, Q –Matris Yayınları, İstanbul 2004. 
The Terrorist Organization KADEK; Ekim 2002. 
Yeniçağ Gazetesi. 
YURTÇİÇEK, Bayram; “ABD – Irak Savaşı’nda PKK’nın Tutumu”, Teori Dergisi, Temmuz 2003. 



***