Yrd. Doç. Dr. Necmettin AYGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yrd. Doç. Dr. Necmettin AYGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2018 Pazartesi

BELGEDEN BÖLGEYE: Osmanlı Modernleşmesinin Doğu Karadeniz’deki Yansımaları Üzerine Notlar

BELGEDEN  BÖLGEYE: Osmanlı Modernleşmesinin Doğu Karadeniz’deki Yansımaları Üzerine Notlar 

Yrd. Doç. Dr. Necmettin AYGÜN[1] 

Osmanlı devletinin son yüzyılı, devlet yapısı ile sosyal yaşamın önceki yüzyıllara oranla farklılaştığı bir yüzyılı ifade eder. Bu farklılaşmanın dinamikleri iç nedenlerden çok dış etkenlerin itelemesiyle ortaya çıkan, ancak bir çığ kümesi gibi önüne kattığı ilgili-ilgisiz pek çok unsur ile birlikte gittikçe büyüyen ve 
günümüzde de devam eden devasa bir değişim-modernleşme yumağını andırır. Coğrafi Keşifler ile ufku açılan Avrupa, 1700’lü yılların ikinci yarısından sonra Sanayi Devrimi denilen değişimi yaşamaya başlamış; ilerleyen süreçte hayatın her bir alanında yapısal değişiklikler birbirini izlemiş ve neticede günümüz 
Avrupa’sının siyasî ve sosyal çehresi ortaya çıkmıştır. 1683 yılında gerçekleşen Viyana Muhasarasının başarısızlıkla sonuçlanması ve devam eden yıllarda savaşlarda istenilen başarının elde edilememesi, Osmanlı devletini Avrupa karşısında “geri kalmışlık” duygusuna itmiştir. Bu duygunun izalesi için devlet 
bürokrasisi boş durmamış; yapısal değişiklikler birbirini izlemiş ve neticede Modern Türkiye Cumhuriyetine giden yolun zemini daha bu yıllarda belirginleşmeye başlamıştır. 

Savaş alanlarındaki yenilgiler ile ilişkili olarak zorunluluktan dolayı önce askerî alanda başlayan modernleşme faaliyetleri, daha sonra hayatın her bir alanını kuşatacak şekilde devam etmiştir. 1800’ler ile birlikte bilhassa Osmanlı Balkan topraklarında başlayan ulusal ayaklanmalar karşısında devlet, yönetilen 
sınıf olan reâyânın vatandaşa dönüşmesi için Avrupa tarzı kanun ve kurumları uygulamaya koyarak, devletin devlet-vatandaş işbirliği ile yönetildiğini teba’aya anlatma gayreti içinde olmuştur. Bu amaçla vilâyet ve kaza merkezlerinde (1840’lar ve sonrasında) birbiri ardınca İdare Meclisleri açılması ve bu 
meclislerde halkın ileri gelenlerinin görev alması söz konusu olmuştur. 

Modernleşme sürecinde devlet, yüzyıllardır devam etmekte olan idarî/yönetsel sorunlar üzerinde özellikle durmuştur. Bilindiği gibi 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı devletinde-eğitim öğretim de dâhil-bazı hizmetler mahallî gruplar (a’yân ve eşrâf, vakıflar ve dinî cema’atler vb) tarafından yerine getirilmekteydi. 
Devlet, genelde askerî meseleler ile ilgili olan konularda inisiyatif almaktaydı. Tanzimat (1839) ve sonraki süreç ile birlikte ise bu anlayış değişmeye başlamış; taşradaki hizmetler merkezî hükümet örgütü içine alınmaya çalışılmıştır. 19. yüzyılda, yukarıda bahsi geçen taşra meclisleriyle, en basitinden en önemlisine 
taşradaki bütün faaliyetler devlet kontrolüne alınmaya, devlet bürokratları (memurları) tarafından yürütülmeye başlanmıştır. Bu hizmetlerin bir plan dâhilinde ve akıllıca yürütülebilmesi için Osmanlı idare anlayışında kurumsal değişikliklere gidilmiştir. Çağdaş bir merkezî örgüt/merkeziyetçi devlet kurma amacı taşıyan bu gelişmeler-taşradaki eşrâfın yeniliklere direnmesi, en büyüğünden en küçüğüne kadar memurların meslekî yetersizlikleri, ardı arkası kesilmeyen savaşlar, azınlıkların isyan hareketleri ve dinî misyonerlik faaliyetleri gibi iç ve dış unsurların baskısına rağmen-kısmen başarılı olmuştur. 

Tanzimat modernleşmesi, yönetilenlerin (Müslim-gayri Müslim, şehirli-köylü vb) siyasal yaşamda (devlet idaresinde) söz sahibi olmasını istemekten çok, bu grupların devlete olan sadakatini (buna bağlı olarak vergilerin düzenli bir biçimde toplanmasını ve asker devşirme işinin kolaylıkla gerçekleştirilmesini) sağlama alma ötesinde farklı bir anlayışa sahip değildir. Bununla birlikte taşranın yol, köprü, su, iletişim (telgraf), aydınlatma gibi alt ve üst yapı ihtiyaçları yanında sağlık ve eğitim gibi ihtiyaçları devlet-millet işbirliği ile aşılmış; pek çok hizmet devletin kasasından tek kuruş çıkmadan, merkezî hükümetin yardımı olmadan taşra ileri gelenlerinin desteğiyle (şüphesiz vali, kaymakam ve müdürlerin önderliğinde); halkın ücretsiz katılımıyla, imece usulüyle gerçekleşme imkânı bulmuştur. Bu açıdan bakıldığında 19. yüzyıl taşrasında 
devlet-millet yakınlaşmasının önceki yüzyıllara oranla daha yoğun olduğunu söylemek mümkündür. 

Burada bahse konu olan iki arşiv belgesi, 19. yüzyıl Osmanlı taşrasının yukarıda kısmen değindiğimiz hususiyetleri hakkında bilgi vermektedir. Belgeler, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (İstanbul) İrâde Şûrâ-yı Devlet tasnifinde 19 numaralı dosyada (BOA İ.ŞD 19/790) yer almakta olup 1870 yılına tarihlidirler. Bahsi geçen belgelerde taşranın merkezden bazı talepleri yer almaktadır. Bu taleplerin kayda alınarak ilgili arşiv belgelerinin ortaya çıkması şu şekildedir: Trabzon vilâyet merkezinde, Vilâyet Umûm Meclisi[2]nde[3] gerçekleşen müzakereler neticesinde vilâyetin sorunları/ihtiyaçları ile ilgili olarak ortaya çıkan teklifler mazbata hâline getirilerek Umum Meclis üyelerinden Hacı Emin ve Malkon Efendiler aracılığıyla devlet merkezine; Şûrâ-yı Devlet’e (Osmanlı Meclisine) havale edilmişlerdir. İlgili mazbatalardan Şûrâ-yı Devlet’in 
Dahiliye (İç İşleri) Dairesi’ne ait olan on iki mazbata Şûrâ-yı Devlet’in toplantısında, üyeler huzurunda okunmuş, Trabzon Vilâyeti’nden gelen talepler özet hâlinde kayda alınarak ortaya yeni bir mazbata çıkmıştır. Bu mazbata ilkin Sadaret (Padişahlık) makamına, daha sonra da Sadaret makamında hazırlanan 
arz tezkiresi ile de Padişahın onayı alınmak üzere Mabeyn’e sunulmuş ve neticede ilgili tezkireye padişahın şerhi/Mabeyn şerhi kayıt edilerek arz ve tasdik süreci tamamlanmıştır. 

Trabzon Vilâyeti’nin talepleri ve bu taleplere Şûrâ-yı Devlet üyelerinin verdiği karşılık şu şekildedir: 

1-Canik (Samsun) sancağındaki Rüşdiye (Ortaokul) Mekteplerindeki öğrenciler Fransızca öğrenmek istemektedirler. Bu nedenle gerekli hocaların tayin edilmesi talep edilmektedir. Ancak, Maarif (eğitim-öğretim) Nizamnâmesi’nin uygulamada olan kaidelerine göre, bu tarz yabancı dil öğrenme isteklerinin tedrîcen (kademe kademe, zamanla) tertîb ve te’sisi gerektiğinden bu maddenin (talebin) ileride îcâbına bakılmasına, 

2-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Niksar kazasında ahâlî tarafından bir Mekteb-i Rüşdiye (Ortaokul) inşa edilmekte olduğundan, burası için talep edilen/gerekli olan kitap ve risalelerin tedârikinin uygun görüldüğünün mahalline (Trabzon’a) bildirilmesine, 

3-Vilâyete bağlı Gümüşhâne sancağında bulunan Kelkit kazası hınta (buğday) ve şa’ir (arpa) mahsulünden çift (hâne) başına, kot ta’bir olunur ölçek üzerinden ikişer kot zahire (hububat) alınarak ve yine vilâyete bağlı Ordu kazası arazi mahsullerinden yüzde iki buçuğu alınarak (%2.5’ine el konularak) bu gelirlerden 
hâsıl olan kıymetin (paranın) sermaye kabul edilip Kelkit ve Ordu’da birer Memleket Sandığı kurulmasına, 

4-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Rize kazasında bulunan ve yeni müdürlük hâline getirilen Mapavri (Çayeli) ve Karadere (Kalkandere) nahiyeleri merkezlerinde, inşası için gerekli olan levâzımın (malzemelerin) buraların servet ve iktidar sahiplerinin rızasıyla, diğer masraflarının da belediye idaresi gelirlerinden karşılanmak üzere, peşin beş yüz kuruş sarf edilerek, birer hükümet konağı inşa edilmesine izin verilmesine, 

5-Trabzon Vilâyeti dâhilindeki eğitim-öğretim kurumlarında gerçekleştirilecek olan eğitim-öğretimin hangi nizâma/kural ve kaideye göre gerçekleşeceğinin tespiti için gerekli olan tedbirlerinin tespitine başlanmak üzere Ta’mîm-i Ma’ârif emrinde merkez vilâyette (Trabzon’da) özel bir komisyon kurulmasına[4], 

6-Vilâyete bağlı Livane (Artvin) kazasıyla Tirebolu kasabasında ciyâdet-i havaya (havanın güzelliğine) engel olan bazı etkenlerin ortadan kaldırılması için gerekli olan işlemin yapılmasına hemen girişilmesi gerektiğinin mahalline tebliğ edilmesine/bildirilmesine, 

7-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Canik sancağında yer alan Ünye, Niksar, Çeharşenbe ve Bafra kazalarında harîk (yangın) tulumbaları bulunmadığından, bahaları-mahallin-bazı hamiyet ve servet sahibi kimseler tarafından karşılanmak üzere adı geçen kazalara dört adet yangın tulumbasının gönderilmesine, 

8-Görünen lüzum üzerine daha önce Ünye kazasına bağlanan Bolman (Bolaman) nahiyesi nüfusunun Ordu kazasında kayıtlı olmasının yanı sıra kur’a-i şer’iyyesinin (askere alma işlemlerinin) dahi Ordu kazasında keşide olması/çekilmesi nedeniyle ve bütün bu işlemler gerçekleştirilirken ahâlinin ve hükümetin sıkıntı yaşamakta olması da göz önünde bulundurularak, Bolaman nahiyesi nüfus kayıtlarının (defterlerinin) Ünye kazasına nakledilmesine karar verilmiştir. Ayrıca, 

9-Canik (Samsun) sancağına bağlı Torul kazasının kaymakamlık mahalli olan Ardasya (Ardasa) isimli mahalde haftada iki ve Maçka nahiyesinde Aşağı Cevizlik’te dahi haftada bir kez olmak üzere pazar kurulması için ruhsat verilmesi talebi bulunmaktadır. 

İstanbul’da, Osmanlı Meclisi’nde okunan taleplerden bazıları-yukarıda görüldüğü gibi-uygun bulunarak onaylanmış iken, diğer bazıları hakkında ise çeşitli kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınarak- daha sonra- karar verilmesi uygun bulunmuştur. Bu bağlamda; Canik sancağına gönderilecek olan yangın tulumbaları hakkında-muhtemel yol güvenliği vb sâ’iklere bağlı olaraktan-Zaptiyye Müşirliği’ne bilgi verilmesine, Bolaman nahiyesi nüfus kayıtlarının Ünye kazasına nakledilmeden önce Bolaman nahiyesi deniz askeri neferât kur’ası tertibâtının varlığı göz önünde bulundurularak, Bahriye Nezareti ile gerekli yazışmalar yapıldıktan sonra alınacak cevaba göre hareket edilmesine, pazar kurulması talebine gelince; eskiden beri uygulamada olan usule göre pazar kurmak padişahın onayına bağlı ise de bir şehir, kasaba ve köyde pazar 
kurulmasından maksat o mahal ve çevre halkın ihtiyaçlarını kolaylaştırma amacına yönelik olup buralarda toplanan insanların da sayısı belli olduğundan; panayır gibi yoğun bir nüfus katılımını gerektirmediğinden[5] , bu meselenin merkezî hükümetin nazar-ı itinaya alacağı bir iş olmadığına; meselenin adı geçen mahalli ilgilendiren bir sorun olduğuna ve bundan sonra bu tarz küçük/önemsiz kararların alınmasında/verilmesinde mahallî hükümetin me’zûn ve muhtar bırakılmasının Vilâyet Nizamnâmesinin (1864 Vilâyet Nizamnâmesi kast edilmekte) gereği olduğundan, pazar kurulması meselesine Vilâyet İdare Meclisi’nin, vilâyet makamının resmî izin vermesinin uygun olacağının Vilâyete 
(Trabzon’a) bildirilmesine karar verilmiştir. 

Sekiz üyeden oluşan Şûrâ-yı Devlet’te, beş üyenin katılımıyla 7 Temmuz 1870 tarihinde okunup üyelerin görüşleri alınarak hazırlanan bu mazbata Padişahın onayını almak üzere Sadarete sunulmuş, Sadaret makamı da bir arz tezkiresi hazırlayarak[6] 15 Temmuz 1870 tarihinde Mabeyne sunmuştur. Aynı tezkirenin üzerine Padişah adına Mabeyn Başkâtibi olan şahıs 16 Temmuz 1870 tarihinde şerh düşerek tasdik/onay süreci tamamlanmıştır. 

Trabzon Vilâyeti’nin yukarıdaki talepleri, Osmanlı modernleşmesinin 19. yüzyılda hangi sahalarda ilerlediğini görmek açısından önemlidir. Her biri başlı başına birer çalışma/araştırma konusu olan bu maddeler içerisinde memleket sandıklarının kurulması bilhassa önemlidir. 

Bilindiği gibi 19. yüzyıl, aynı zamanda Osmanlı gayri Müslim vatandaşların bağımsızlığa kalkıştıkları bir dönemdir. Osmanlı devlet adamları ise, bu vatandaşların dış devletlerden olan beklentilerini onlara Osmanlı idaresinin de verebileceğini göstermek için gayret etmişlerdir. Bu anlamda Mithat Paşanın Osmanlının en problemli bölgelerinden olan Niş (1861-64) ve Tuna (1864-68) 
valilikleri sırasında göstermiş olduğu gayret önemlidir. Paşa, halkın çoğunluğu gayri Müslimlerden oluşmasına rağmen, yerel halkla birlikte hareket ederek onların güvenini kazanmış, halkı kominal yardımlaşma içerisinde bayındırlık hizmetlerine yönlendirmiş ve başarılı olmuştur. 


http://www.serander.net/photos/mithatpasa.jpg

Bu bağlamda Paşa, Niş valisi iken vergi ve kredi borçlarını ödeyemeyen ve benzeri sıkıntılar nedeniyle borç yükü altında ezilen çiftçileri kurtarmak için Menâfi’-i Umûmiyye Sandıklarını kurmuştur. Memleket Sandıkları olarak şöhret bulan bu sandıkların ilki 1863 yılında Niş sancağına bağlı Şehirköy (Pirot) 
kazasında kurulmuştur. Türkiye Ziraat Bankası’nın temeli olarak kabul edilen bu girişim çiftçilere düşük oranda kredi sağlamış; tarımı desteklemiştir[7] . Bu girişimin başarılı olması nedeniyle 1867 yılında Memleket Sandıkları Nizamnâmesi yayımlanarak Osmanlı Devleti'nin her yanında sandıklar kurulmaya başlanmıştır. 1863 yılında ilki kurulan, 1867 yılıyla birlikte ülke genelinde yaygınlaştırılması kararlaştırılan memleket sandığı uygulamasının, sadece üç yıl sonra Trabzon Vilâyeti’ndeki yerleşimlerde kurulmaya 
başlanması, 19. yüzyıl modernleşme hareketlerinin öncesine oranla daha hızlı ve memleketin her tarafını kapsayacak şekilde gerçekleştiğini görmek açısından önemlidir. 



Ek 1-2: Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi: Türkçe Çevrim yazısı. 

Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi; Orijinal Belge İle Birlikte Türkçe Çevrimyazısı. 

(Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi; Orijinal Belge İle Birlikte Türkçe Çevrim yazısı.) 

İ. ŞD, 19/790-2 

(Sadâret makamının arz tezkiresi) 

Atûfetlü Efendim Hazretleri 

Trabzon vilâyeti merkezinde bu sene ictimâ’ etmiş olan Meclis-i ‘Umûmîde cereyân eden müzâkerâtı hâvî 
bi’t-tanzîm meclis-i mezkûr a’zasından Emin ve Malkon Efendiler vasıtalarıyla irsâl olunan mazbatalar 
Şûrâ-yı Devlet’e bi’l-havâle bunların Dâhiliye Dâiresine müte’allik mevâdı mutazammın on iki kıt’ası 
mûmâ-ileyhimâ hâzır oldukları hâlde kırâ’at olunarak ol-bâbda kaleme alınan mazbata ‘arz ve takdîm kılındı 
mütâla’asından müstebân[8] olduğu vechile Gümüşhane sancağı dâhilinde kâin Kelkit Kazâsı hınta ve şa’ir 
mahsûlâtından beher çift içün ale’s-seviyye kot ta’bir edilen ölçek ile ikişer kot zahire ve Ardu (Ordu) 
Kazâsında dahî mahsûlât-ı arzıyyenin yüzde iki buçuk mikdârı alınarak esmân[9]-ı hâsılasının sermaye 
ittihâzıyla birer memleket sandığı küşâdı ve Rize Kazâsı dâhilinde olup müceddeden müdîrlik ittihâz olunan 
iki nahiye merkezlerinde levâzım-ı inşâ’iyyesi bi’r-rızâ ashâb-ı servet taraflarından ve mesârif-i sâ’iresi idare-
i belediyye vâridâtından tesviye edilmek üzere keşfi mûcebince (gereğince) beşin beşyüz guruş sarfıyla birer 
hükümet konağı inşâsı zımnında mahallerine me’zûniyyet verildiği ve dâhil-i vilâyetde ta’mîm-i ma’ârif (umûm 
eğitim-öğretim) içün mekâtib-i sulbiyâtının tensik-i ahvâl ve idâresine mahsûs bir komisyon teşkîline ve Livana 
Kazâsıyla Tirebolu Kasabasında ciyâdet-i havaya (havanın güzelliğine) mani’ olan ba’zı esbâbın izâlesi 
zımnında ameliyyâta mübâderet olunduğu inhâ ve Ünye ve Niksar ve Çehâr-şenbe ve Bafra kazâlarında 
harîk tulumbaları bulunmadığından bahâları ashâb-ı hamiyet câniblerinden verilmek şartıyla ma’a edavât 
dört aded tulumbanın irsâl ve mukaddemâ bi’l-iktiza Ünye Kazâsına ilhâk olunan Bolman (Bolaman) 
nâhiyesi nüfûsunun Ordu Kazâsında mukayyed olmasından dolayı kur’iyye-i şer’iyyesi[10] dahî orada 
çekilmekde ve bu ise ahâlice ve hükûmetce su’ûbeti mucib (zorluk, zahmet) olmakda bulunduğundan 
nâhiye-i mezkûre nüfûsu kuyûdının Ünye Kazâsına nakli ve Canik Sancağı dâhilinde kâ’in Torul Kazâsında 
ka’immakamlık makarrı olan[11] Ardasya (Ardasa) nâm mahalde haftada iki ve Maçka nâhiyesinde dahî 
beher hafta bir def’a bâzâr ikamesine ruhsat i’tâsı istid’a olunmuş olduğuna ve mevâdd-ı mezkûreden 
sandıklar teşkîli ve i’âne-i mahalliye ile hükûmet konakları yapılması ve mekâtibin tedkîk-i ahvâli maddeleri 
teşebbüsât-ı muktezıyyeden bulunduğuna binâen icrâatının tasdîki ve istenilan tulumbaların mahalliyle bi’l-
muhâbere mübâya’a ve irsâl olunmasının Zabtiyye Müşîriyyet-i Celîlesine iş’ârı ve Ünye Kazâsına kuyûd-ı 
nüfûsunun nakli husûsunun Bahriye Nezâreti Celîlesiyle ba’de’l-muhâbere alınacak cevâba göre iktizâsının 
icrâsı ve bâzâr küşâdı mine’l-kadîm mer’î olan usûl icâbınca eğerçi buradan istindak olunarak emr-i ‘âlî 
sudûrına vâ-beste (bağlı, ilişkin) ise de bâzâr küşâdından maksad bir şehr veyahud kasaba ve karye ile 
civârındaki kurâ ahâlîsinin tedârik-i havâyicini (ihtiyaçlarını) teshîl (kolaylaştırma) kazıyyesi (konusu, 
sorunu) olduğundan ve bundan tecemmu’ eden efrâd dahî nüfûs-ı ma’dûdeden (sayılı, tek tek sayılmış 
nüfûstan) ibâret olarak panayır gibi tahaşşüd-i nüfûsça[12] hükûmetin nazâr-ı i’tinâya alacağı derecede 
olmadığından ba’dezîn (bundan sonra) bir şehr veya kasaba ve karye dâhilinde bâzâr ikamesine lüzûm 
görüldükde me’zûniyyet-i resmîyyenin idâre meclisi karârı üzerine vilâyet makamından i’tasıyla iktifa 
edilmesi zımnında cevâben vilâyet-i mezkûreye (Trabzon’a) ve ta’mîmen vilâyâta[13] icrâ-yı tebligât 
olunması tezkire kılınmış ise de ol-bâbda her ne sûretle irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûk-dârî müte’allik ve 
şeref-sudûr buyurulur ise ana göre hareket olunacağı beyânıyla tezkire-i senâ-verî terkîmine ibtidâr olundu 
efendim fi 15 R (Rebî’ü’l-âhir) sene 1287 (15 Temmuz 1870) 
(Tezkirenin arz ve tasdik olunduğuna dair Mabeyn şerhi) 
Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki 
Hâma[14] -ârâ-yı ta’zîm olan[15] işbu tezkire-i sâmiyye-i âsafâneleriyle[16] mezkûr mazbata manzûr-ı âlî-i 
hazret-i padişâhî buyurulmuş ve mevâdd-ı muharrerenin tezkire ve istîzan olunduğu vechile icrâ-yı 
muktezâları müte’allik ve şeref-sünûh buyurulan emr ü irâde-i inâyet-‘âde-i cenâb-ı mülûk-dârî iktizâ-yı 
celîlinden olarak salifü’z-zikr mazbata yine savb[17]-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine i’âde kılınmış olmakla ol-
bâbda emr ü fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir fi 16 R sene 1287 (16 Temmuz 1870) 

Dipnotlar: 

1-Aksaray Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 
2-Meclis-i Umûmî-i Vilâyet veya Vilâyet Umûm Meclisi; bu meclisler 1864 ve 1871 Nizamnâmeleri ile tesis edilmişlerdi. 
Vilâyete bağlı Livalardan katılan delegelerle yılda bir kez toplanan, yerel temsilcilerden oluşan, vilâyetin sorunları ile ilgili 
olarak Vilâyet İdare Meclisi’ne teklif ve tavsiyelerde bulunan meclislerdi. 
3-İlgili belgelerden anlaşıldığı kadarıyla bu meclis Trabzon’da ilk olarak 1870 yılında kurulmuştur. 
4-Bu teklifin arkasında, 1869 yılında Maarif-i Umumiyye Nizamnâmesinin ilân edilmesiyle memleket genelinde eğitim-
öğretim faaliyetlerinin daha disiplinli bir şekilde yürütülmeye çalışılması girişimi yatıyor olmalıdır. 
5-Yılda bir kez kurulan panayırlar yerli ve yabancı pek çok kişinin katılımıyla gerçekleştiğinden güvenlik ve barınma 
sorunu gibi sorunlar ortaya çıkmaktaydı. Devlet, bu gibi panayırlar kurulurken önlem almak ve görevli kimselere gerekli 
talimatları vermek durumunda kalırdı. Oysa şehir, kasaba ve köylerde kurulan hafta pazarları o mahalde sayısı ve ikameti 
belli kimselerin katılımıyla ortaya çıktığından bu gibi pazarların kurulması ve idaresi devlet merkezinden çok mahallin 
idarecilerini ilgilendirmekteydi. 
6-Bu resmî vesikada/pusulada Şûrâ-yı Devlet’te alınan kararların bir kısmı aynen bir kısmı da özet hâlinde yer almaktadır. 
7-Bu sistemde çiftçiler ürünlerini sattıklarında elde ettikleri hâsılatı doğrudan sandığın hazinesine aktarırlardı. Çiftçilere 
aylık yüzde bir faizle kredi verilirdi. 
8-Açık olan, âşikâr, meydanda olan. 
9-“Semen”in çoğulu: Kıymetler, bedeller. 
10-Diğer belgede “kur’a-i şer’iyye” imlâsıyla yazılmış: Asker alımında çekilen kura. 
11-Oturulan yer-karargâh-ikametgâh. 
12-Bir araya gelme, birikme; nüfusun birikmesi açısından. 
13-(Diğer) vilâyetlere. 
14-Başın üstü-tepesi. 
15-Başın üstüne konulması gereken; baş üstüne konulmaya lâyık. 
16-Vezire yakışır biçimde 
17-Taraf, cihet, yön. 

Yrd. Doç. Dr: Aksaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi 

(Bu yazı 13 Temmuz 2011 tarihinde serander.net’te yayımlanmıştır) 

Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Serander.Net'in izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz. Bilgi için: 
iletisim@serander.net 


***

5 Aralık 2016 Pazartesi

Türk-Yunan İlişkilerinin Geçmişine Bakarak AB-Yunanistan İlişkilerini Görmek



Türk-Yunan İlişkilerinin Geçmişine Bakarak  AB-Yunanistan İlişkilerini Görmek        


Bir Fotoğrafın Hikâyesi: 
Pazar, 20 Kasım 2011 
Necmettin AYGÜN  


Bir Fotoğrafın Hikâyesi: 

  Tarih bilgisi, kişilere ve bilhassa politikacılara kamu hayatında işlerine yarayacak pratik bilgiyi sağlama yönü ile önem taşır. Bu yönü ile tarih, idareci 
konumunda olanlar için bir reçete vazifesi görür. Kesin öngörüler sağlamamakla birlikte geçmişteki toplumsal, siyasî ve ekonomik yapıların çözümlemesiyle elde 
edildiğinden dolayı tarih bilgisi, günümüzde ve gelecekte yaşanan/yaşanacak olan olay ve olguların gerçekleşeceği koşulları çok güçlü bir şekilde görebilmeye 
olanak verir. Kısacası tarih bilgisi ve tarih eğitimi, zihni eğittiği gibi zamanımızın sorunlarını anlama ve bu sorunlara çare bulma gayesindeki ihtiyaç 
duyulan bakış açısını sağlar. Bu bağlamda Yunanistan’ın bu günlerde AB ile olan ilişkilerinin lâyıkıyla yorumlanabilmesi için “tarih bilgisi”ne müracaat 
edilmesi olup bitenlerin sarahate kavuşması açısından gereklidir.




(Papandreu ve Merkel) (Tepedelenli Ali Paşa)

1 Ocak 1999 tarihinde Avrupa Birliği üyelerinden bir çoğunun ortak para birimi Euro'ya geçmeleri ile Avrupa ülkeleri ortak para birimi ve serbest dolaşımı 
sağlayarak sosyal ve ekonomik yapıları birbirlerine entegre edip bunun zaman içinde politik entegrasyona dönüşmesi ile daha da güçleneceklerini 
hesaplamışlardı. Ancak, ilk ciddî hayal kırıklığı Yunanistan örneğinde baş göstermiştir. Yunanistan sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Ekonomi yönetimi iflas 
etmiş, dış borçlar sorun olmuştur. Avrupa Birliği üyesi olması hasebiyle diğer üye ülkeler, bilhassa Fransa ve Almanya, Yunanistan’a mâlî destek sağlamak 
amacıyla yoğun çaba harcıyorlar. Bu nedenle son günlerde Avrupa’da birbirleri karşısında “el pençe duran” liderlerin görüntüleriyle karşılaşılıyor. 
Yunanistan, Troyka'nın (yani IMF, AB Merkez Bankası ve AB) şartlı yardımı ile krizi atlatmaya çalışıyor. 26-27 Ekim tarihlerinde Yunanistan'ın borçlarının 
büyük oranda "affedilmesine" ve yeni bir tedbirler paketinin yürürlüğe girmesine karar verildi. Ama Başbakan Papandreu, 1 Kasım günü bu son anlaşmayı referanduma sunacağını sürpriz bir biçimde ilan etti. Ancak Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy'nin, "Kurtarma programını referanduma götürürsen 110 milyar Euro'luk kurtarma paketinin 6. dilimindeki 8 milyar Euro'dan tek sent alamazsın" resti karşısında Yorgo Papandreu, referandumdan vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bu restin, 3-4 Kasım 2011’de gerçekleşen G-20 Toplantısında yaşandığı ve bu süreçte Papandreu’nun bilhassa Merkel’den tâbir yerinde ise esaslı bir fırça yediği anlaşılmaktadır. Yunanistan’ın bu âcizliğini yansıtan en iyi görüntü, Yorgo’nun Merkel karşısındaki duruşunu gösteren ve 03.11.2011’de basına düşen fotoğraf olmalıdır. 


   Bu fotoğraf resmettiği iki kişiden öte oldukça derin anlamlara sahip olmasıyla Türk-Yunan ve Türk-Avrupa ilişkilerinde “Şımarık Çocuk” konumunda bulunanı görmeye imkân vermektedir. 
Tarih bilincinden yoksun olduğu tescilli olan ulusal basınımız “Yorgo Onur Savaşı Veriyor” benzeri manşetler atarak Yunan Devletinin içinde bulunduğu 
duruma dramatik bir biçimde, Romantizm ekseninde yaklaşıyordu. Oysa Türk-Yunan İlişkilerinin son iki yüz yıllık tarihine göz gezdirildiğinde gerçekte dramatik sahneler yaşayanın, haksızlığa uğrayanın, onur/haysiyet savaşı verenin kim olduğu görülür. Bu bağlamda Balkan Savaşları, Kurutuluş Savaşı ve Kıbrıs 
Mes’elesi gibi yakın tarihimizde yaşanan gelişmeleri dışarıda tutup, Yunan Devletinin ortaya çıkmasını sağlayan 1821 Yunan ve 1896 Girit İsyanları üzerinde durulacaktır. Bu sayede, 1959’dan beri çaba sarfetmesine rağmen Türkiye’nin AB’ye üye olarak alınması mümkün olmaz iken Kıbrıs Rum Kesiminin alel-acele AB’ye alınması gibi yakın döneme ait bazı gelişmelerin de arkasında yatan sebepler görülmüş olacaktır.

II. Murad devri ile (1421-1451) Osmanlı idaresine girmeye başlayan Güneydoğu Balkan Coğrafyası uzunca bir dönem devam eden Osmanlı Refahı sayesinde mamur hâle gelmişti. Azınlıklardan Rumlar saray tercümanlığı, saray doktorluğu ve bankerlik gibi üst düzey mesleklerde bulunuyor; yabancı tüccarlara önce tercüman daha sonra aracı olarak yardımcı oluyorlardı. 1800’lere doğru ise doğrudan tüccar veya gemici olarak Amsterdam, Marsilya ve Londra gibi Avrupa’nın en gelişmiş şehirleri ile Osmanlı limanları arasındaki iktisadî ilişkileri yürütür olmuşlardı. Osmanlının sağladığı bu barış ortamı sayesinde Rumların dünyayı tanımaları, siyasî ve kültürel açıdan bilinçlenmeleri mümkün oluyordu. DolayısıylaYunan millî uyanışında yurt dışında ticaretle meşgul olan Rum 
tüccarların, Rum Diasporasının, büyük önemi bulunmaktadır. Osmanlı Devleti içerisinde öteden beri özel bir yer tutan İstanbul’da oturan Fenerli Rumlar 
Eflak ve Boğdan gibi Özerk Prensliklerin başına Voyvoda/Prens olarak atanıyorlar (1711-1821), yerli halklar ile akrabalıklar tesis ederek buralarda geniş mülkler 
ediniyor, itibar kazanıyorlardı. Ortodoks Kilisesinden almış oldukları destek ile buralarda ideolojilerini serbestçe yayabiliyor, Bizans’ı tekrar diriltmek 
için gereken her türlü faaliyetin içerisinde yer alıyorlardı. Bu bağlamda 1821 yılında patlak veren ilk Rum isyanının bu prensliklerde ortaya çıkması rastlantı 
değildir.

Rumlar emellerini ‘Megali İdea’ dedikleri büyük ülküleri çerçevesinde şekillendirmişlerdi. Bu fikir Bizans’ın yeniden ihya edilmesini hedeflemekteydi. 
Batı’da meydana gelen yeni fikirler, Yunan şair, yazar ve tarihçilerini harekete geçirerek, megali idea denilen düşüncenin oluşumuna katkı sağlamıştı. Yunan 
şairlerinden Kosmos O Etolois (d. 1714) Ege denizindeki adaları tek tek dolaşarak, Yunan bağımsızlık fikrini yaymaktaydı. Yunan tarihinin ünlü şairi 
Velestin’li Rigas, 1797’de Viyana’da Bağımsız Büyük Yunanistan Haritasını bastırmıştı. Yunan bağımsızlık düşüncesinin oluşumuna zengin Yunan tüccarları ve Kilisenin de tesirleri olmuştu. Bunlar vasıtasıyla Yunanlar arasında kültürel faaliyetlerle bağımsızlık düşüncesi giderek yerleşmişti. Batılı fikir 
adamlarının Yunan kültürüne dair araştırma yapmak için kurdukları birimler, Yunan sempatizanlığını meydana getirmişti. Yunan klasiklerinin yeniden tercüme edilmesiyle hem Avrupa’da Yunan hayranlığının giderek artması ve hem de Rumlar arasında geçmişlerine karşı özlem ve hayranlık uyanması mümkün olmuştu. Eğitimleri esnasında Grek dili ve kültürü ile yoğrulmuş Avrupa burjuvazisinin Osmanlı egemenliğindeki Rumların isyan hareketlerine gereken ilgiyi göstermemeleri düşünülemezdi. İngiliz yazar Byron, Yunanlılar lehine kaleme aldığı ateşli yazılarıyla Avrupa’nın aydın çevresi üzerinde büyük tesir 
uyandırdığı gibi, gönüllü olarak Yunanistan’a (Türklere karşı) savaşmaya gitmişti. İngiliz, Fransız ve İtalyan subaylar gönüllü olarak Yunan İsyanına 
katılarak Yunan deniz ve kara birliklerinde görev almışlardı. Avrupa aydınları arasında Türklerin yok edilmesi bir insanlık vazifesi olarak görülmekteydi. 
Ancak savaşmak üzere Mora’ya gelen gönüllüler büyük bir düş kırıklığına uğramışlardı; ne gördükleri ülke antik çağ görüntüleri taşıyor ve ne de 
gördükleri Rumlar antik Yunan insanının özelliklerini taşıyorlardı. Müslümanlara uygulanan vahşeti gören gönüllülerin bir çoğu memleketlerine dönmenin yollarını aramışlardı.

1700’lerde, sıcak denizlere inme politikası izlemeye başlayan Rusya, bu uğurda Osmanlı azınlıklarını kullanarak Karadeniz ve Akdeniz’e açılmaya başlamıştı. 
Kırım’ın işgali (1783) Rus işgal hareketlerini cesaretlendirmiş, Rus Çariçesi II. Katerina (1729-1796) Osmanlı Devletinin parçalanması için azamî gayret 
göstermişti. 1779’ta doğan torununa Kostantin adını vermesi, Osmanlı Devletinin paylaşımını gösteren haritalar hazırlatması, Osmanlı’ya karşı 1780 yılında Avusturya hükümdarı ile ciddî görüşmeler yapması, Balkanlardaki Osmanlı Rum Ortodoks halkını isyana teşvik etmek için ajanları vasıtasıyla Arnavut kökenli savaşçı Sulyotlar ile irtibat kurması (1790), aynı dönemde generali Potemkin’in Osmanlı’nın Tırhala Valisi olan Tepedelenli Ali Paşaya “Bizans’ı tekrar canlandırmak planına yardımcı olması durumunda Arnavutluk hükümdarlığını söz vermesi” olup bitenlerden sadece bir kaçıdır. Rusya, Osmanlı topraklarında yaşayan Rumları isyana hazırlamak amacıyla ajanları vasıtasıyla silahlı gruplar oluşturup Osmanlı yönetimine karşı isyan hareketleri organize etmişti (1805-6). 

Bizans’ı diriltmek ve Rum İsyanını başlatmak amacıyla 1814 yılında Odesa’da, ikisi Rum biri Bulgar üç tüccar tarafından kurulan Filiki Eterya Cemiyeti Rus 
Çarının himayesinde faaliyet göstermekteydi. Rum Patriği, Eflak-Boğdan Prensleri ve Fenerli zengin Rum aileleri bu cemiyetin üyeleri ve destekçileri hâline gelmişlerdi. İlk isyan hareketinin Şubat 1821’de Eflak’ta (Romanya) Çarın Rum asıllı yaveri olan İpsilinti’nin başlatması anlamlıdır. İpsilanti’nin kardeşi 
olan Demetrios’un Mora’da sadece birkaç ay sonra (Mart 1821) ikinci bir isyan hareketini başlatması Rum isyan hareketinin örgütlü ve Rusya destekli bir 
hareket olduğunu göstermektedir.

1800’lerde Güneydoğu Avrupa’daki Osmanlı Coğrafyasının (Mora, Teselya, Arnavutluk vb) yönetiminde Vali Tepedelenli Ali Paşa söz sahibi idi. Ali Paşa 
ayrılıkçı hareketleri tez elden haber alıp önlemesiyle bölge üzerinde emelleri olan iç ve dış güçleri rahatsız ediyordu. Her ne kadar Napolyon kendisine 
“Bağımsız Epir kralı olmayı” teklif etmiş ise de Tepedelenli, kıvrak zekası ile Batılı büyük güçlerin Bölge üzerindeki emellerini dengeleyerek Balkanları idare 
etmekte, Filiki Eterya gibi derneklerin örgütlediği isyan hareketlerinin üstesinden gelmekteydi. Ancak aşırı güç ve servet kazanması, Avrupalı güçlerle 
sürekli irtibatlı olması, İstanbul’da bulunan ve Saray üzerinde etkili olan Osmanlı devlet adamlarının (Nişancı Halet Efendi gibi) Fenerli Rumlara destek 
çıkarak kendisini Osmanlı yönetimine şikayet etmeleri neticesinde Tepedelenli’nin Ocak 1822’de idam edilmesi, Balkanlardaki ayrılıkçı hareketlerin daha rahat bir şekilde neşv ü nema bulmasını sağlamıştı. Eflak ve Boğdan halkının Rum İdeali peşinde koşmak yerine Osmanlı idaresine teveccüh 
göstermeleri buradaki isyan hareketinin taban bulamamasına ve kısa sürede bastırılmasına imkân verirken, Mora’daki isyan Nisan 1821’de geniş bir alana 
yayılmıştı. Burada Rumlarla iç içe yaşayan Müslüman ahâlî vahşî bir katliama uğramıştı. Osmanlı idaresi İsyan hareketiyle bağlantıları tespit edilen Osmanlı 
vatandaşlarından Patrik, bazı metropolit, tüccar ve Fenerli beyleri ihanet suçuyla idam ettirmişti. Bilhassa Fener Rum Patriğinin idamı Ortodoksların 
hâmisi rolünü oynayan Çarı oldukça rahatsız etmişti.

Osmanlı Devleti bir an evvel isyanın bastırılması için Mısır’daki Valisi Mehmet Ali Paşadan yardım istemişti (1825). İsyancıların son mukavemet noktası olan 
Atina’nın Haziran 1827 ‘de Osmanlı birliklerinin eline geçmesi Büyük Güçleri rahatsız etmişti. Evrensel Hrisitiyanlık duygusu ve Eski Yunan hayranlığı 
devreye girmiş; Yunan İsyanı bir Hristiyanlık Davası hâline gelmişti. “Avrupa, Yunanlıları kurtarmayı aklına koymuştu” diyor İstanbul’daki İngiliz Elçisi 
Canning ve ekliyor: “(Avrupalı) Devlet adamlarının coşkunluğu (Avrupalı) ozanların, yazarların taşkınlığı yanında hiç kalırdı…”. Rus Çarı I. Nikola’nın 
Osmanlı Devletini savaş ile tehdit etmesi üzerine Ekim 1826’da Rusya ile Akkirman Antlaşması imzalanmıştı. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Rumlar yararına işbirliği yapmaları neticesinde Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olarak teşekkülü kararlaştırılmıştı (Temmuz 1827 Londra Protokolü). Görüldüğü gibi 
Osmanlı karşısında hezimete uğrayan Rumlar kendi iradeleriyle değil; Avrupalı Devletlerin koruyup kollamaları ile bağımsız bir devlet elde eder hâle 
geliyorlardı. İş bununla da bitmemişti. Durumun Osmanlı Devletine de kabul ettirilmesi gerekiyordu. Osmanlı bu durumu iç işlerine müdahale olarak görüp ret ediyor, ancak bu ret ediş Osmanlı’ya pahalıya mal oluyordu. İttifak hâlindeki Batılılar o zamanlar bir Osmanlı limanı olan Navarin’deki Osmanlı-Mısır 
donanmasını hazırlıksız yakalayarak yok ediyorlardı. Devamında Fransa Mora’ya asker çıkarıyor. Rusya ise Osmanlı’ya savaş ilan ediyordu (Nisan 1828). 
Donanması yok edilmiş, Yeniçeri askeri kaldırılmış (1826) olan Osmanlı Devleti eli kolu bağlı bir vaziyette bulunuyordu.

Günümüzdeki siyasî ve askerî mes’elelerde olduğu gibi o zaman da her açıdan yalnız kalan Osmanlı Türkleri topraklarını küffara karşı korumak için “Onurlu” 
bir savaşa tutuşmuştu. Ancak gidişat kötüydü. Almanlar sayesinde ordusunu modernleştirmiş olan Ruslar, bir taraftan Edirne’ye ve diğer taraftan da Doğu 
Anadolu’ya kadar (Kars Haziran 1828, Erzurum Haziran 1829) ilerlemişler, İngiliz-Fransız askerleri de Rumların yardımı ile Mora’daki Osmanlı askerini 
sindirerek Yunan Davasını zafere ulaştırmışlardı (Eylül 1828). Osmanlı Devleti 1829 Eylülünde imzalanan Edirne Antlaşması ile Rumların (Orta ve Güney 
Yunanistan’da) Osmanlı’ya vergi veren özerk bir devlet kurmalarını kabul etmek zorunda kaldı. Kurulan Yunan Krallığının başına İngiltere, Fransa ve Rusya’nın 
kararıyla Bavyera (Alman) Hanedânından Prens Otto (1833-1862)’nun getirilmesi, Yunan bağımsızlık hareketinin arkasında kimlerin olduğunu ve bundan sonra da kimlerin olacağını göstermekteydi. Şubat 1830’da Londra’da toplanan İngiltere, Fransa ve Rusya Yunanistan’ın tam bağımsızlığı ilân etmişlerdi. Dolayısıyla, günümüzde Avrupa Devletlerinin Yunan ekonomisini kurtarmak için harcadıkların yoğun mesainin arkasında yatan zihniyetin ne gibi sâiklere dayandığı ortaya çıkmakta olduğu gibi, günümüzde ortaya çıkan, “Ege kıta sahanlığı sorunu” gibi mes’elelerde Yunanistan’ın uzlaşmaz tavırlar sergilemesinin nedenleri de anlaşılır oluyor. 

1821 yılındaki bu isyan hareketi sadece Yunanistan Devletinin kurulmasıyla ve bölgedeki sivil Müslümanların topluca ve vahşice katledilmesiyle 
sonuçlanmıyordu; yaşanan karışıklıklardan istifade ile Fransa Cezayir’i işgal ediyor (1830), Yunanistan’ın kurulmasıyla günümüze kadar devam edecek olan 
“Adalar Sorunu” başlıyor, Rusya ise Batıda Tuna deltasını, Doğu’da ise Batum hariç bütün Kafkasyayı topraklarına katarak Arpaçay sınır hâline geliyordu. 
Rusya, Osmanlı azınlıklarından Bulgar, Sırp ve Ermeniler ile daha yakından ilgileniyor, Akdeniz ile Karadeniz’de faaliyet gösteren Osmanlı vatandaşları 
gemici/tüccar Rumları çeşitli vaatler ile Rusya adına çalışmaya ikna ediyordu (bunlar Karadeniz’deki Rus donanmasında rutbeli subaylar hâline geleceklerdir). 
Benzer şekilde Doğu Anadolu ve Güney Azerbaycan’daki Ermenileri Petesburg’a göç etmeye ikna ediyordu (Rus kültürü ile yetiştirilen bu kimseler 1850’lerden sonra Kafkaslar ve Doğu Anadolu’yu işgal eden Rus İşgal Ordularının komutanları olarak geri döneceklerdir).

1829 Edirne Antlaşmasıyla Yunan Krallığı kurulurken Girit’in yeni kurulan devletin sınırları içerisinde yer almaması hem Yunan ve hem de Giritli Rumları 
rahatsız etmişti. Dolayısıyla Yunan Krallığı bu tarihten itibaren adanın idaresine sürekli karışarak, adadaki Rumları Osmanlı idaresine karşı koymaya 
teşvik etmişti. Meselâ adada kurulan Rum İhtilâl Komitesi 1866’da isyana kalkışarak Girit’in Yunanistan’a bağlandığını ilân etme cesaretinde bulunmuştu. 
Bu ve benzeri müdahale ve isyan hareketleri 1897 Osmanlı-Yunan Harbinin ortaya çıkmasına kadar fasılalar ile devam etmişti. Yunanistan, Büyük Devletlerin Girit’te asayişin sağlanması yönünde arzuları olduğunu görünce adada iç huzursuzluk yaratmak için gayretini artırmıştı. Neticede 1896’da Girit’te yeni bir isyan ortaya çıkmıştı. Yunanistan’dan gelen takviye askerler ile birleşen Rumlar Müslüman ahaliyi çoluk çocuk demeden katledilmişti. Osmanlı Devleti adaya asker sevk etmek istemiş ancak, Rusya dahil Avrupalı Devletler devreye girerek asker sevkiyatının durumu daha da kötü hâle getireceğini ileri sürerek 
Osmanlı’ya engel olmuşlardı. Bununla birlikte Yunan gemileri Şubat 1897’de asker çıkararak adayı işgal etmişlerdi. Bu oldu bitti karşısında Girit sahilinde 
bulunan Büyük Devletlerin müttefik donanması, Yunan gemilerine nedense müdahâle etmemiş ve bir ölçüde işgali tasvip etmişlerdi. Böylece Girit işgaline sessiz kalan Batılı Güçler başka büyük bir savaşın çıkmasına da ortam hazırlamışlardı. 


Yunanistan, bir kısmı Fransız, İtalyan, İngiliz ve Bulgar olmak üzere 90 bin kadar asker celb ederek Osmanlı ile savaşı göze almıştı. Osmanlı Devleti ise 
Girit işgali nedeniyle Yunanistan’a esaslı bir cevap vermek için hazırlık yapmaya başlamıştı. II. Abdülhamid, Büyük Devletlerin (bilhassa Rusların) tarihî 
ve kültürel bağlardan dolayı savaş sürecinde ve sonrasında Yunan taraftarı bir politika takip edeceklerine inandığından savaşa karşı gelmiş ise de, 13 Nisan 
1897’de savaş kararı alınmıştı. Neticede ağırlıklı olarak Teselya bölgesinde gerçekleşen savaş Osmanlı Devletinin ezici bir üstünlüğü ile, sadece bir ay gibi 
kısa bir sürede sona ermişti.

Elde edilen başarı Dünya Müslümanları arasında büyük bir sevinç yaratmıştı. Mısır, Tahran, Hindistan, Açe vesair yerlerde şenlikler yapılmış, heyecanlı 
konuşmalar gerçekleştirilmişti. Bu zafer tarihçiler tarafından “şarlatanlıkla yaygaracılığa karşı ciddiyet ve vakarın zaferi” olarak tasvir ediliyordu. 
Yunanistan’ın Rusya’dan yardım istemesi ve Rusya’nın da Avrupa Devletlerini devreye sokmasıyla Osmanlı Devletinin Atina’ya doğru olan ilerleyişi 
durdurulmuştu (Mayıs 1897). Barış görüşmelerine başlanmıştı. Ancak, görüşmelerin Osmanlı ile Yunan idarecileri arasında değil de, Osmanlı ile İstanbul’da bulunan Avrupalı elçiler arasında gerçekleşmesi nedeniyle Osmanlı Devleti bir anda karşısında devrin Avrupalı Büyük Devletlerini (Rusya, Fransa ve İngiltere) bulmuştu. Böylece Yunanistan’ın savaş meydanında aldığı kötü yenilgi Avrupalı Büyük Devletler sayesinde barış masasında zafere dönüşüyordu; savaşta elde edilen ve Balkanların en bereketli topraklarından oluşan Teselya bölgesi, Büyük Güçlerin baskısıyla Yunanistan’a terk edilmişti. Benzer şekilde Girit Adası, ilk önce Osmanlı’ya bağlı özerk bir idareye dönüştürülmüş, sonra da (Aralık 1913) Avrupalı Güçler tarafından Yunanistan’a bırakılmıştı.

Neticede, burada ele alınan metin üzerinden günümüzde AB ile Yunanistan arasında var olan sıkı ilişkilerin dayanmış olduğu tarihî kökler görülmüş oluyor. 
Anlaşılan, Avrupalı güçlerin siyaset oyunları günümüzde olduğu gibi geçmişte de Türkün, Müslüman’ın üzerine oynanıyor; bazı devletler ise pervasızca 
kayırılıyordu. 1396 Niğbolu Savaşı Son Haçlı Seferi olarak biliniyor olsa da, görülüyor ki Haçlı zihniyeti Hristiyan Dünyasında son bulmamıştır. Bu nedenle 
Yunanistan Eski Başbakanı Yorgo’nun Merkel önünde el pençe durması anormal ve yeni bir durum değildir. Koruyup-kollayarakŞımarık Çocuğun oluşmasını sağlayan Avrupa, bu günlerde aynı Devlet sayesinde sosyal ve ekonomik çıkmaza girmiş durumdadır. Yani Adaletin Tecellisi söz konusudur. Günümüzde Avrupalıların Yunan Devletinin çıkarlarını korumak için seferber olmaları tarihî realite ile uyumlu olmakla birlikte, “Almanya’nın kuzeyinde, Baltık denizi taraflarında yaşayan bir Protestan Alman köylüsünün Akdeniz’e bakan Mora’nın güney ucunda yaşayan bir Ortodoks Grek köylüsünün refah seviyesini düşünerek kendi yaşamsal haklarından daha ne kadar taviz vereceği” meâlindeki bir soruya kolayca cevap vermek mümkün olmadığından, AB’nin önümüzdeki süreçte pek çok siyasî ve sosyal mes’ele ile yüz yüze kalacağı muhtemeldir. Geçmişte Osmanlı’nın başına gelen belâların arkasında nasıl Avrupa’nın büyük güçleri yer almışsa, hâlen ve istikbâlen karşılaşılan veya karşılaşalıcak olan ciddî sorunların (meselâ PKK meselesi gibi) arkasında yine aynı güçlerin olduğu veya olacağını tahmin etmek güç değildir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetinin ekonomisi ve demokrasisi ile birlikte güçlü olmaktan başka seçeneği bulunmamaktadır.

Yararlanılan Eserler;

*Erdal Çetintaş, “Doğu Akdeniz Politikaları Çerçevesinde Avrupalı Devletlerin Yunan İsyanına Desteği”, OTAM, Sayı 22, Ankara 2007, s.83-108.

*Salâhi R. Sonyel, “Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora’daki Türkler Nasıl Yok Edildiler?”, BELLETEN, Sayı 233, Ankara 1999, s.107-121

*M. Sadık Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, İstanbul 2005.

*Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, (Ed. E. İhsanoğlu) Cilt I, İstanbul 1994, s.69-96.

*J. W. Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt VII, İstanbul 2011, s.115-135, 172, 202.

*Metin Hülagü, Osmanlı Yunan Savaşı Abdülhamid’in Zaferi, İzmir 2008. 

*S.L. Poole, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, İstanbul 1999.

Yrd. Doç. Dr. Necmettin AYGÜN 
Aksaray Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi


Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Serander.Net'in izni olmaksızın alıntı 
yapılamaz, kullanılamaz. 
Bilgi için: iletisim@serander.net



http://www.serander.net/yazarlar/necmettin-aygun/1453-bir-fotografin-hikayesi-turk-yunan-iliskilerinin-gecmisine-bakarak-ab-yunanistan-iliskilerini-gormek.html