Büyücülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Büyücülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2020 Perşembe

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA BÖLÜM 2

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA  BÖLÜM 2







Resim 1: Simyacı 

   Okült, bilimsel yöntem dışındaki yollar ile gizli bilginin araştırılması demektir. Okült bilimler denilince, eski geleneğin devamını sağlayan ezoterik (Batınî) doktrin anlaşılmaktadır. 
Okült bilimler, ‘pozitif’ olarak adlandırılan tüm bilimlerin gerçek prensiplerini ve bütün felsefesini kendinde saklamaktadır. Okültizm, pozitif bilimlerin yerini alıcı değil, onları tamamlayıcıdır. Büyük sayıda fenomenin teori ve pratiğine sahiptir. Simya (alşimi), maji, astroloji ve büyücülük (theurgy) bu çalışmaların başlıcalarıdır. 

    Okültizm, genelde içimizde doğan bazı soruların çözümünü gösterir. Okült çalışmaların üzerine inşa edilmiş inceleme ve araştırma konuları şu şekilde sıralanabilir; 

Ölüm ötesinde ve berisinde ne vardır? 

Nereden gelip nereye gidiyoruz? 

Bu dünyadaki hayat tarzımız ne olmalıdır? 

Bunun için makul bir ölçü var mıdır? 

Kendi kendimizi ıslah edebilir miyiz? 

Doğa kuvvetlerinden yararlanmayı nasıl başarırız? 

Ölüm ötesi âlemlerin yasaları nelerdir? 

 Görünen ve görünmeyen dünyanın tüm kısımlarını birbirine sıkıca bağlayan 
‘ilişkiler'in varlığı temel inceleme konusudur. Görünür dünyanın ikiz kopyası olan ve varlığının başlıca temelini teşkil eden ‘görünmez dünya’nın varlığı dahilinde, evrende mevcut görünmez varlıklar, doğadaki ve insandaki okült güçler ve astral âlem ile ilgili ezoterik bilgiler ele alınmaktadır. 

 Simya.. 

 Simya sözcüğü Mısır’daki Nil çamuruna atfen siyah anlamına gelen Kamt veya 
Qemt’den gelmektedir17. Günümüzdeki modern kimya biliminin temelleri atılmadan binlerce yıl önceden başlayıp, 17. yüzyıla kadar etkileri devam eden, maddeleri birbirine karıştırıp, değiştirmeye çalışan kişiye simyacı, insanların yaptıkları çalışmalara ve bu bilime verilen 


simya
simya

genel ada ‘simya’ denir. Simya, antik çağlardan bu yana uzanan, insanlığın kimya öncesi uğraşısı oldu. Simya’nın okült bir sanat olarak da gözükmesinin nedeni sadece belli kimseler tarafından uygulanabilmesidir. Simyanın ezoterik bir karakteri de vardır. Simya öğrenimi inisiyasyona dayanmakta, kullanılan semboller sadece bu eğitimi geçmiş kişiler tarafından anlaşılabilmektedir. 

 Tarih boyunca simya, mistik ve pratik simya olarak iki yönde gelişmiştir. Pratik 
simya, kimya biliminin doğuşunda büyük rol oynarken, mistik simya, ezoterik felsefenin bir başka çehresi olarak günümüze kadar gelmektedir. Simyanın öteki adı hermetik kimyadır. 
Simya en kaba tabiriyle bakırın, altına dönüştürülme olayı olarak tanımlanmakta dır. Demir, kurşun ve bakır gibi metaller altına ve gümüşe dönüştürülmek için Hermes vazosu adı verilen cam kapta ısıtılırdı. Simya gerçekte bir dönüşüm sanatıdır. Kirli olanı, hasta olanı birçok süreçten geçirerek, arınmış ve mükemmel olana dönüştürmeyi amaçlar. Prensipte, bir yol olarak değerlendirilebilecek olan simya, aslında saf olmayan ruhun, saf ruha dönüştürülmesi sürecidir. Simya felsefesinde Tanrı’nın birliği ve ruhun ölümsüzlüğü yer almaktadır. 

Simya ile uğraşanlar değersiz maddeleri altına çevirmek, hastalıkları tedavi edebilmek ve yaşlanmayı önlemekte kullanılacak filozof taşını bulmak için çalışmışlardır. Simya’nın hedefleri tarihsel süreçte şunlar oldu; 

- Metallerin altın ve gümüşe dönüştürülmesi, 

- Ölümsüzlük iksiri yaratılması, 

- İnsan hayatının dönüştürülmesi. 

 Simyanın amacı, ‘evrensel sihirli unsuru’; evrensel ilacı, gençlik çeşmesini, yaşam iksirini, ‘ölümsüzlük anahtarı’nı elde etmektir. 

Tıpkı mitoloji gibi simyanın da hem batıni/içrek(ezoterik) hem de zahiri/dışrak 
(egzoterik) bir anlamı ve okuması mevcuttur. Bu durum simya literatüründe "iç simya" ve "dış simya" olarak ayrılmaktadır. Dış simyada dört elementin altına doğru felsefe taşı ile birlikte nasıl dönüştürülebileceği ve nasıl ölümsüzlüğün elde edilebileceği arzusu yatar. 

Ezoterik ya da iç simyadaki ‘ars magna (büyük sanat)’ta amaç, dış ya da egzoterik simyadaki gibi maddeleri birbirine dönüştürmeye çalışmak, ölümsüzlüğü elde etmek ya da genç kalmak değil, spiritüel aydınlanma denilen ‘şuur dönüşümü’nü sağlamaktır. Simyacılar, bir anlık yansıma ile kişinin, insan bedenini meydana getiren gaz, sıvı, elektromanyetik ve katı elementlerin, onunla sembolik olarak uyumlu olan kişilik sistemlerin daima bir diğerine 
dönüşmesinin farklı evresinde olduklarını görebilmeyi hedefler. Tıpkı katının sıvıya karışması (simyasal eriyik) ve sıvının katı maddeye dönüşmesi (simyasal koagülasyon) gibi, düşünceler de duyguları tetikler; algılar, düşünceler ve davranışları kışkırtır. Simyasal motto ‘solvenet coagula (çözünme ve donma)’ bu açıdan anlaşılabilir; katılaşmış koruyucu yapıları (fiziksel, algısal, duygusal, zihinsel) çözebiliriz, böylece ruh serbest kalır. 

Simya içerisinde tıp, felsefe, astroloji, kimya, din gibi birçok konuda motifler içerdiği için simyacılar; ölümsüzlük iksirini keşfetmek, sonsuz zenginliğe ulaşmak gibi konularla ilgili çalışmalar da yapmışlardır. Bu nedenle, bir simyacı tarih boyunca bazı zamanlar doktor, kâhin, filozof hatta büyücü olarak kabul edilmiştir. Simyacıların gizemi bilgeler ve anlayanlar için sadece bir ilaçtır. Keşfetmesini ve anlamasını bilir, bu anlaşılması gereken bir doğa sırrıdır ve ahmaklar için her zaman gizlidir yani bir sır olarak kalacaktır. 
Çoğu kez simyacılardan bahsederken, kendini bu çalışmalara adamış kişilerin, ölümsüzlüğü elde etmek için bir formül ele geçirdiklerine dair söylentiler çıkarılır. Uzak geçmişte filozofların hiç bahsetmediği ve simyaya atfedilen başka bir amaç da mutluluğu elde etmektir. Simya altına, gençliğe, mutluluğa sahip olmakla karıştırılıyor gibidir. Öğretinin metafizik derinliğine inilmedikçe, simyacıların da benzer arayışta; mutlu olmak, daima genç olmak veya büyük zenginliklere sahip olmak arayışında oldukları düşünülür. 

 Birbirlerinden zıt cereyanlar halinde ve birbirleri içerisinde, devamlı bir surette doğan madde ve mana akışını asıl birliği ve BİR’i anlama yolunda inceleyen simyacılar, altına ulaşma sembolizmi altında kendi çalışmalarını halktan gizlemişlerdir. Bu simyacılar arasında; Isaac Newton dışında Sir Robert Boyle, Paracelsus, Nicholas Flamel, Edgar Cayce, Arnaldus de Villa Nova, Cabir bin Hayan, El-Razi, Thomas Norton, Denis Zachaire, John Dee, Albert de Bollstaedt, Henrig Brand, Salomon Trismosin gibi birçok tanınmış kişi bulunmaktadır. 




Resim 2: Simyanın Kapısı 
C:\Users\EAKDMK330\Desktop\SimyaKapısı.jpg


Not: Simya kapısı; "gerçeğin kapısı" ya da "kapı" olarak söylenir. Simya gücünün kaynağı olarak bilinir. Simya kapısını gören kişiler aldıkları deneyim sayesinde dönüşüm çemberine ihtiyaç duymazlar. Bir bebek bedendeki 
akıl ve ruhu kapıdan çağırabilir. 

 Temel olan, ilk ilke ‘Madde’nin Birliği’dir. Maddeyi BİR olarak, bir büyük ilksel 
Madde, tüm evrenin temeli olan büyük bir ilksel ilke olarak düşünmek, simyayı geliştiren başka bir ilkeyi de hatırlatır; büyük evrende (makrokozmos) olan ne varsa küçük evrendedir (mikrokozmos). Büyükte olan her şey küçükte de vardır; gökte olan insanda da vardır ve tam tersi de geçerlidir. Bunun anlamı, insani süreçlerimizi genişleterek, kozmik süreçleri anlayabileceğimizdir. Mademki her şey büyük ve küçük, yukarıda veya aşağıda olana hizmet eden temel bir ilksel unsur, bir ilksel ilkeden ayrılmıştır, bir benzerlik, bir ilişki vardır. 

Bu benzerlik temelinde Simya, Doğa’yı bozmaktan uzak benzerliklerin doğrudan bir yolunu izleyerek dönüşümler gerçekleştirerek sürekli olarak çalışacaktır. Görev kesin olarak ister uygulamada ister metafizik olsun (var olan ve simyacıların bildiği) dönüşümdür. Bedenlerden Ruhlara kadar hepsini içine alabilen uygulanan işten bahsediyorsak İlksel Madde’den yola çıkılmalıdır. Tüm maddelerde olduğu gibi bu İlksel Madde’de de Kükürt, Civa ve Tuz’un tipik orantısı verilir. 

 Astroloji.. 

 Simya ile astroloji arasında da sıkı bir ilişki vardır. Her metale bir gezegen karşılık geldiği gibi, bazı reaksiyonların gerçekleşebilmesi için gezegenlerin uygun konumu da gözlenmektedir. Hermes’in öğretisine göre insan iki ruh taşımaktadır. İlki aklın ortağıdır, diğer ruh yıldızlarla bağlantılıdır, onların yörüngesel hareketlerinin etkisi altındadır ve bu nedenle bedenini de ilgilendirir. Bu ruh, gezegenlerden gelip, insan vücuduna yerleşmiştir. 

Vücudu ancak ölümden sonra terk eder, gezegenine geri döner, böylece tanrının görüntüsünü yansıtır. Aklın ortağı ruh ise tanrıya ancak insan bedeni içinde yükselebilir ve kadere boyun eğmek zorundadır 18. 

İçine girdiği insan, kazandığı tanrı ve dünya bilinci sayesinde kendisini kurtarır 19. 

Babillilerin sistemleştirdiği astroloji; insanın varoluşunun rastlantısal doğası 
karşısında, ilahların dahi tabi olduğu yasanın araştırılması, bireyi ‘talih’in kaprislerinden kurtarmanın bir yolu olarak algılanmaktaydı. 

Astroloji, Greko-Romen astroloji kavrayışı, tüm okült bilimler içinde ‘en bilimseli’ sayılagelmiştir; göksel cisimlerin ölümlü-ölümsüz, canlı-cansız tüm varlıkları etkileyen ‘enerji’ kaynakları olduğu düşüncesine dayanır ve Bail (Kalde) ve Mısır yıldız kültlerinden kaynaklanır 20. Astrolojinin temel varsayımı olan, gezegenlerin devinimiyle insan eylemleri arasında doğrudan ve öngörülebilir bir bağ olduğu inancı İskender’in fetihlerinden hemen ardından, esas olarak Stoacıların gerçekleştirdiği, Grek, Mısır ve Babil fikirlerinin kaynaşmasının bir ürünüdür. 

Neo-Platonculuğun “südurlar (ilahi varlığın genişlemesi) kuramı”nın sonraki yüzyıllar boyunca astroloji ve simya düşüncelerinin arka planını oluşturan esasını şu şekilde özetleyebiliriz 21; 

 “Bu felsefe Tanrı’nın varlığını İlk Neden olarak varsaymaktadır. En üst felekteki devinimin nedeni O’dur. O’ndan kesintisiz zincirler halinde her biri kendi öz ve kökeninin bilgisine sahip ayrı Anlaklar (intelligences) neşrolur ve her biri izleyen Anlak’ın ve ona denk düşen feleğin nedenidir. Anlaklar bu şekilde sabit yıldızlar, Zodyak, beş gezegen, güneş ve ayın feleklerine hükmetmektedir. Ayın feleğinin Anlağından içinde ay-altı türeyiş ve bozunum âleminin tüm biçimlerini içeren etkin Anlak neşrolur. Südur süreçlerinde gezegenler yıldızlarla yeryüzü arasında aracılar olarak önemli bir rol oynarlar; çünkü bir gezegen yörüngesinin 
en uzak noktasına vardığında, yıldızların neşrini alır; en yakın noktasında ise bu neşri ay-altı dünyaya aktarır. 

Dahası, her gezegenin altında yatan feleğe devrettiği kendi ruhaniyatı (pneuma) vardır. İnsan ruhu da Anlaklar âleminden inmiştir. Bu nedenle, insan doğası iki zıt yöne sahiptir; bedenine hapsolmuş ruhu göksel feleklerin etkilerine sahiptir; ancak anlağını geliştirirse kendini özgürleştirip göksel kökenine geri dönebilir.” 

Büyücülük.. 

Büyücülük (theurgy), evrenin birbiriyle sempati-antipati ilişkileri içindeki sayısız 
farklı güçlerle dolu olduğu varsayımına dayanmaktadır. Neo-Platoncu filozoflar, mekanik edimlerle bu güçlerin kişi lehine ya da aleyhine harekete geçirilebileceği, yani pratik yarara yönelik olarak kullanılabileceğini varsayan pratik (popüler) büyüyü şiddetle eleştirirken, söz konusu güçlerin ancak evrenin bütünlüğünü, uyumunu ve düzenini kavramış filozof tarafından, manevi yetkinliğe ulaşmaya yardımcı olmak üzere harekete geçirilebileceğini 
düşünen elitist bir yaklaşım sergilemekteydiler 22. 

Risaletu’l-hukemau’l-u’ulemau’l-kudema isimli anonim el yazması bir eserde okült özellikleri ispat için muhtelif örnekler arasında şehir ve beldelerin böylesi özelliklerinden bahsedilir. 

“Çünkü her toprak parçasının kendine mahsus bir havası, sempatik özelliği mevcuttur ki bu özelliği, gök ve yıldızların devrine, mevsimlere, iklim ve akarsulara bağlıdır 23.” 

Bunun tersi olarak bir de cisimler arasında antipatik özellikler vardır. Mesela lahana ve asma arasında böyle bir irtibat vardır. Eğer ikisi bir yerde yan yana ekilseler, asma büyüyüp gelişirken lahana solar. Aslan ile beyaz horoz, akrep ile kertenkele, yılan ile baykuş arasında da benzer antipatik özellikler mevcuttur. 

İhvan-ı Safa, minerallerin sempati ve antipati durumlarını tafsilatı ile incelenmiştir. Onlara göre taşların da hayvanlar ve bitkiler gibi gizli bir şuurları ve latif bir hisleri vardır. Ne var ki, bunların nasıl oldukları yalnızca Allah’ın ilmi dâhilindedir 24. 

Maji.. 

 İnsanlığın en eski öğretisi, hatta dinlerin ve inançların kökeni kabul edilen Maji sanatı ve onun çocuğu olan büyü, her çağda var olan ve etkinliğini sürdüren bir olaydır. 

Maji ilmi insanın tabiat üstüne yaklaşabileceği bir diğer Hermetik uygulamadır. 
Dindar ve ibadet eden insan, -bilerek ya da bilmeyerek- bu amelleriyle birtakım insanüstü varlıkları etkiler; bazılarını cezbederken bazılarını da iter. Her çeşit insanın çektiği ve ittiği ruhaniler vardır. İnsanların çoğu bu gereklerden habersiz yaşarlar. Maji, tüm bilimlerde tıp, zooloji, ziraat, mineraloji vs.- bir yeri olan ilimdir. Maji de kozmolojik bir ilimdir, bir metafiziğe tabidir. 

Çağımızda ise maji kelimesi bir göz boyacılığı haline gelmiştir. Metafizik 
prensiplerinden kopmuş bir tradisyonel ilim olmuştur. Halbuki gaye metafiziktir, diğer tüm ilimler buna göre ele alınır 25. 

İslam Dünyasında Gizli bilimler.. 

Maddi simya, Müslümanlar arasında çok az ilgi görmüş, şarlatanlık ve çocuk oyuncağı olarak telakki edilmişti. Manevi kimya ise çok büyük ilgi gördü. İslam dünyasında simyacı faaliyeti gereği genellikle tabiptir, Sünni dogmalara uzaktır. Madde’nin özünü kavramaya/dönüştürmeye çalıştığından ulema için ‘tehlike’ arz etmektedir. Saray içindeki konumu da oldukça kırılgandır. Kendisi de bir simya öğrencisi olan Halid bin Velid’in altın üretmeyen simyacıların öldürülmesini emrettiği rivayet edilir. Gene bir söylentiye göre el-Razi, halife El-Mansur’un sarayında simya deneyleri yaparken, başarısızlığına kızan halifenin başına vurması üzerine kör olmuştur 26. Filozofun ise filozof olarak kimliği yoktur. Prestiji, genellikle hekimlik mesleğinden kaynaklanır. Ancak, resmi dinsel ya da hükümet kuruluşlarında yer almayışları, uzunca bir süre, düşüncelerini hâkim ideolojiye uydurma zorunluluğundan bağışık kalmalarını sağlamıştır 27. 

Hüseyin Ali el-Kâşifi, okült bilimleri şöyle tasnif eder 28; 

- Kimiya (alşimi), 

- Limiya (sihir), 

- Himiya (nefslerin tesiri), 

- Simiya (duru görü), 

- Rimiya (hokkabazlık). 

Bunların hepsinin ilk harfleri “küllühü sırr” ibaresini oluşturur. Bunlardan hariç, gene bu doğrultuda “rüya tabiri” ilmi, “firaset (iç yüzünü görme)” ilmi, “ihtilaçlar (hareket)” ilmi, “cifr (geleceği görmek)” ilmi, “reml (fal)” ilmi gibi daha alt seviyeli ilimler de vardır. Bütün bu ilimler tebliği, namaz, dua, oruç, cihat ve rukye (üfürükçü duası, efsun, muska) gibi dini pratiklerle irtibatları bulunan uygulamalardır 29. İslam medeniyetinde sahih Batın ilmin 
devamlılığı ve rehberliği altında yaşayan bu ilimler, Batı’da olduğu gibi bir saldırıya uğramamışlardır. 

Arap-İslam simyasını Hermes’e ve Hermetik geleneğe bağlayan en önemli halkalardan biri olan Emevi ve Abbasi dönemlerine bakacak olursak; 

- Emevi simyası; Arap dünyasında simya ile ilgilenen ilk kişi 675-700 arasında 
Mısır’da keşiş Marianos’tan ders gören Emevi prensi Halid bin Yezid ibn-i Muaviye’dir. Genç prens halife olamayınca kendisini tamamen ilme vermiştir. İslam simyası İskenderiye ve Mısır’ın diğer kentleri ile doğrudan temasla gelişmiştir. Simya ve astroloji, İran’la etkileşim içindeki Hint kültür alanının da önemli değerleridir. İran/Sasani krali mitolojisiyle de beslenerek (Cundişapur filozof-hekimleri aracılığıyla) İslam kültürüne aktarılmıştır30. 

- Abbasi Simyası; Hermetik literatür, Abbasiler döneminde daha belirginleşecektir. 
Saray ve çevresi; İran ve Helenistik etkilenimli İslami sanat, mimari, felsefe, bilim ve yazının odağını oluştururken, kentsel ortam da Kur’an tefsirleri, fıkıh, gizemcilik ve ilahiyatın boy verdiği mekânı oluşturmaktadır. 

Fizik ve matematiğe dayalı gökbilim ile gizemli astroloji, birbiriyle iç içe geçmiş bir tarzda karşımıza çıkmaktadır. Gerek Abbasi gerekse diğer İslam devletlerinin saraylarında müneccimlerin hizmetlerinden bolca yararlanılmaktadır. Sultan ve vezirler için yıldız falları düzenlenmektedir. İnsanlığın astrolojik tarihi yazılmıştır. 

İbn Nedim, el-Fihrist’inde maji pratiğini ikiye ayırır. Birincisi “tarike’l-mahmude 
(beyaz maji)” ikincisi ise “tarike’l-mezmune (kara maji)”dir. Birincisi Süleyman peygamberin mesleğidir ki ‘azaim31’ yoludur. İkincisi ise İblis’in kızı Beyza’nın ortaya çıkardığı ‘assahara’ yoludur32. Maji, tradisyonel bilginin tatbikleri içerisinde en aşağı tatbikattır. En hakir görülmüşüdür. 

“Mucizevi işler”, “thelesma”nın (Arapçası; tılsm, Türkçesi; tılsım) yaklaşık bir 
tercümesidir. Bir tılsım, kabaca söylemek gerekirse, prototipi olduğu şeyin güçlerinden herhangi bir şeyin onun içine girmiş olduğu bir remzdir. Bu remz, muayyen bir kozmik mevkide (kevkebde) bir mütekabil ruhi temerküzle donanmıştır. 
Bu çeşit bir büyücü (teürjik) ameliye, görünen suret ile onun görünmeyen prototipi arasındaki vasfi (niteliksel) tekabüliyetlere ve de ayrıca bir ruhi hale ait latif (sübtil) düzey üzerinde yoğunlaştırmak suretiyle bu tekabüliyetlerden müessir olabilecekleri imkânına dayanmaktadır. Bu, bir görünmeyen etkinin taşıyıcısı olarak tılsım ile madeni dönüşümlerin bir mayası olarak simyevi iksir arasındaki benzerlikleri de göstermektedir. 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***