BİR ŞEHİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BİR ŞEHİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2015 Pazartesi

KANLIDERE’NİN BEŞİĞİNDE BİR ŞEHİR LEFKOŞA





KANLIDERE’NİN BEŞİĞİNDE BİR ŞEHİR
LEFKOŞA




15 Şubat 2015 Pazar

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com






















Yaklaşık 200 milyon yıl önce dünyamızın tek kıtası olan Pangea’nın parçalanmasıyla hareketlenen Afrika ve Avrasya levhaları birbirinden ayrılarak aralarında Tethis Denizi oluşmuştur. 65 milyon yıl önce Tethis Denizi, Afrika plakasının Avrasya’ya doğru hareket etmesiyle gitgide daralmış ve içerisinde Trodos Sıradağlarının ilk katmanları oluşmaya başlamıştır. 10 milyon yıl sonra yaklaşık olarak günümüzden 55 milyon yıl önce adamızın kuzey bölümündeki Mesaryanın olduğu yerde bir iç deniz ve Beş Parmak Sıra Dağları oluşmuştur. Böylelikle Kıbrıs’ın ilk jeolojik yapısı ortaya çıkıyordu. Günümüzde güney Lefkoşa’da kalan Maroullena- Akaki Nehrinin bir kolunun geçtiği Klirou bölgesi ile Kalo Chorio köyü arasındaki alanda 55 milyon yıl önce volkanik lavların patlayarak magmanın dışarıya çıkması sonucu Lefkoşa’nın ilk kalıntıları oluştu. 55 milyon yıl evvel gerçekleşen bu jeolojik olayın kalıntıları bugün Maroullena Nehrinin bir kolunun geçtiği Klirou bölgesi ile Kalo Chor
io köyü arasındaki alanda görülmeye değer bir manzara oluşturmaktadır.1Kıbrıs’ın en önemli kenti olmayı her devirde başaran Lefkoşa’nın kent mazisi oldukça eskidir. Kıbrıs’ta antik çağda Mesarya ovasının ortasında Kanlıdere’nin (Pedias) düzlükte doğuya doğru yönelen kıvrımın içinde kurulan antik Lidra kentinin şimdiki surlar içinden Lefkoşa’nın güney yarısıyla onun güneydoğusundaki alanda kurulmuş olduğu tahmin edilmektedir. Bölge,  Pedias Deresi’nin beslediği bu toprakların yeraltı kaynakları bakımından zengin olması ve bölgenin suyunun bolluğu nedeniyle yerleşim için çekim merkezi olmuştur.




































Kıbrıs’ta Bizans döneminin sonlarına doğu kıyı kesimlerinin güvenliğinin gittikçe zorlaşması nedeniyle Bizanslılar adanın idare merkezini Salamis kentinden ( Constantia) daha güvenli olan Lefkoşa’ya taşımışlardır. 12.yüzyılda Bizans’ın zayıflığından yararlanan Tarsus valisi ve Bizans İmparatoru Manuel Comnenos’un yeğeni olan Isaac Commenus adaya sahte belge ile gelerek egemenliğini ilan ettiği zaman da Lefkoşa başkent olarak kullanılmıştır. 7 yıl süren zorbalık döneminde Kıbrıs halkı zor günler yaşamıştı.  III. Haçlı Seferi’ne giden Aslan Yürekli Richard (I. Richard)  1191’de adayı sahte vali Commenus’tan alır. Kısa sürede İngilizlere de isyan eden Kıbrıs halkından sıkılan Richard adayı Templer Şövalyelerine 100 bin altın karşılığında satar. Bu dönem de Templer Şövalyeleri başkent olarak Lefkoşa’yı benimserler. Ne var ki Latinlerden hiç hoşnut olmayan halk, Templer Şövalyelerinin Richard’a borçlarını ödemek için ağır vergiler koyması üzerine Lefkoşa da 1192 Nisan’ında isyana kalkarlar. Sayıları 100’ü geçmeyen Templer Şövalyeleri Bizans’tan kalan kaleye sığınırlar. Şövalyeler canlarına dokunulmaması kaydıyla adayı terk edeceklerini söyleseler de Lefkoşa halkı buna inanmadığından bu teklifi reddeder. Bir sabah isyancı Lefkoşa halkına karşı ani bir saldırıya girişen Templerler önlerine çıkan büyük, küçük, kadın, erkek ayırmadan herkesi kılıçtan geçirirler. Lefkoşa şehrini kan gölüne döndüren şövalyelerin akıttığı kanlar o sıralarda Lefkoşa şehrinin içerisinden geçen Pedias Deresine dökülür. Derenin üzerindeki iki köprünün arası kanla dolar.
2  
Bu olaydan sonra şövalyeler kırsal kesimlere dağılıp birçok yeri yağmalarlar. Halk korkup dağlara kaçar. Templer Şövalyeleri I. Richard’a adayı geri verip daha önce ödedikleri parayı almak isterler. Bu arada Richard Adayı yeniden satmak için Kudüs’te tahtını yeni kaybetmiş yeni bir müşteri bulur.  Kıbrıs, Kudüs Kralı tacını yitiren Fransız asıllı Guy de Lusignan’ın egemenliğine girer.  Kıbrıs adasının merkezi yine Lefkoşa olur. 1192- 1489 yılları arasında Kıbrıs’ta 400 yıla yakın hüküm sürecek olan Lusignanlar, Lefkoşa şehrinin çehresini değiştirmişlerdir. Lefkoşa halkı adanın tamamında feodal sistemi yerleştiren yeni hükümranların baskısını en ağır şekilde hissederken, Pedias Deresinin verimli kıldığı bu topraklara Latin krallar, görkemli katedraller, gösterişli saraylar, kiliseler, şapeller, ziyaretgâhlar, manastırlar ve konaklar yapmaya başlayacaktı. Bugün herkesin Lefkoşa’da Sarayönü diye bildiği alana yaptıkları saraydan adayı yöneten Lusignan kralları sayesinde önemini ve ihtişamını artıran kenti ziyaret eden dönemin rahip, seyyah ve vakanüvisleri inanması güç muazzam tasvirlerde bulunmuşlardır.  
 


















Ludolf von Suchen, 1336-1341 yılları arasında Lefkoşa’yı ziyaret eden Alman rahip şöyle diyor:“Kıbrıs’ta Nycossia derler bir başka büyük kent vardır. Burası adanın başkentidir ve dağların altında güzel ve açıklık bir ovada kurulmuş olup iklimi fevkalâdedir. Güzel ve sağlıklı havasından dolayı Kıbrıs Kralı ve krallığın tüm piskopos ve yardımcıları, prensler ve soylular, baronlar, şövalyeler genellikle burada oturup vakitlerini mızrak atmak, sportif oyunlara katılmak ve de özellikle avlanmakla geçirirler. Kıbrıs’ta başka yerlerde bulunmayan yaban koyunu (Muflon-HMG) vardır. Ne var ki yalnızca leoparlarla yakalanabilirler. Ve Kıbrıs’taki prensler, soylular, baron ve şövalyeler dünyanın en zengin kişileridir. Üç bin florin geliri olanların gözünde bu sadece üç marklık gelirmiş gibidir. Ne var ki gelirlerini hep avcılıkta harcarlar… Bir Japhe (Yafa-HMG) kontu (Hugues d’İbelin) tanıdım ki 500 taneden fazla tazısı ve her iki tazı için onlara baksın, temizlesin, kokular sürsün diye bir hizmetçisi vardır. Nycossia’da bunlardan başka çok zengin tüccarlar da vardır. Buna hiç de şaşmamalı, çünkü Kıbrıs Hıristiyan ülkelerinin (Doğuya doğru) en uç ülkesidir… Bu nedenle nereden gelir, ne tür yük getirirse tüm gemiler önce Kıbrıs’a uğramaya mecburdurlar, atlayıp geçemezler. Aynı şekilde her ülkeden gelen kutsal toprak ziyaretçileri deniz yoluyla gidiyorlarsa Kıbrıs’a uğramak zorundadırlar. Ve burada güneşin doğuşundan batışına kadar bütün gün söylentiler ve haberler duyulur. Ve gök kubbesinin altındaki her ulusa ait diller duyulur, okunur ve konuşulur: Tüm bu diller özel okullarda öğretilir.”3Lusignan idareciler Lefkoşa şehrinin itibarının batıda artmasında büyük önem taşımaktadır. Yine Lusignan döneminde Lefkoşa’yı ziyaret eden İtalyan noter Nicolai Martoni, 1394 Kasım ayında yapmış olduğu ziyaretti şöyle anlatıyor:  “10 Aralık Perşembe günü, gün boyu yürüdüm ve güneşin batışına doğru Lefkoşa kentine vardım. Lefkoşa zannedersem Aversa’dan  (Aversa şehri Napoli civarında bulunan Terra Lavoro adı verilen büyük bir tarım ovasının içinde Aversa kırlığı adı verilen ovalık bir arazide konumlanmış bulunmaktadır. NP) daha büyüktür ve ortasında bir dere akar ve yağmur yağmadığında insan içindeki taşlara basa basa dereyi geçebilir. Yağmurlu havalarda dereden çok miktarda su akar ve bu yüzden dere üzerinde birkaç köprü bulunur ki bazısı taştan, bazısı da tahtadandır. Yağışlarda halk bunlardan geçer. Kentin bazı bölgeleri tenhadır ve buralarda güzel evler bulunmaz. Kıbrıs Kralı’nın oturduğu ev güzeldir. Napoli’deki yeni kalenin büyüklüğü kadar bir iç avlusu vardır. Avlunun çevresinde birçok güzel evler bulunur ki bunlar arasında bir de büyük salon vardır. Bu salonun ucunda, birçok zarif sütunu ve çeşitli cins süslemeleriyle çok güzel bir taht bulunur. Bana öyle gelir ki bu tahttan daha güzel pek az şey vardır. Salonun çevresinde, sütunlarla bir güzel süslenmiş bir nevi kemerli sündürme yer alır. Burada bana öyle bir cesaret gelmişti ki Kralın odasının girişine dek yürüdüm ve eğer kapısı açık olsaydı içeri girip onunla konuşacaktım. Bu binanın iç avlusunun ortasında, güzel suyu olan bir çeşme vardır ki birçok kentli buraya gelip su alırlar... Kıbrıs Kralı’nın özellikle av için kullandığı birçok çiftliği vardır. Kral’ın ayrıca 24 leoparı ve 300 tane de muhtelif cins şahini bulunur ki bunların bazılarını her gün ava götürür… Sözünü ettiğim Lefkoşa’da bir Başpiskopos vardır. Onun kilisesi Santa Sophia’ya adanmıştır. Bu zarif ve kubbeli büyük bir kilise olup koronun bulunduğu yerden yüksek mihraba ve oradan da kubbeye kadar, üzerinde altın rengi yıldızlar bulunan tatlı bir maviye boyanmıştır. Bu kilisenin geliri vaktiyle 25 bin Ducat idi. Ne var ki şimdilerde (1394 NP) Kıbrıs kralı burayı idaresine almış olup gelirinin de çoğuna el koymuştur. Bu Lefkoşa kentinde St. Francis, St. Dominic ve St. Augutine’e adanmış manastırlar ve ziyaret yerleri vardır ki her biri çok büyük ve güzel olup biri büyük, öteki de küçük ikişer iç bahçeleri bulunur ki buralarda portakal vesair meyveler yetişir. Kentin içinde meyve ağaçlığı olduğu gibi sebze, arpa, buğday ekili tarlalar da vardır. Gerçekten de St. Augustine Manastırı’nın (Ömerge Cami’nin yanındaydı NP) yanında ve kent surları içinde arpa, buğday ekili ve 30 modia’dan (6 dönümden fazla-HMG) büyük bir tarla gördüm. Aynı şekilde bir rahibeler kilisesi olan St. Theodor’un bahçelerinde lahana ve sair çeşitli meyveler gördüm. Bu bahçeler 20 modia büyüklüğündeydi. Bu kentte ekmek ve şarap boldur. Şaraplar genellikle tatlı cinstendir ve fıçı olmadığından büyük küplerde saklanır. Ekmek ve şarap bol olduğundan orada bir ay kadar kalmayı düşündüm…Latinlerden sonra adaya hâkim olan Venedikliler Lefkoşa için uğursuz bir dönemin başlangıcıydı. Bu dönemde adada peşi sıra meydana gelen depremler birçok yapının yıkılmasına neden olurken Lusignan dönemindeki gelir ve zenginlikte düşmüştür.  Venedikliler döneminde Lefkoşa’daki saray avlusunda olan fakat İngiliz döneminde sökülerek 50 metre ileriye dikilen Venedik sütunun üzerinde Kanatlı bir Venedik Aslanı’nın olduğu ve bugün Göçmenköy sınırlarında kalan taş köprünün de bu dönem yapıldığını biliyoruz.



















Venedikliler döneminde 1518’de Lefkoşa’yı ziyaret eden Fransız ipek tüccarı Jacques le Saige ise böyle anlatmıştı Lefkoşa’yı:  “…St. Sophia dedikleri büyük bir kiliseye gittim. Burası çok güzel bir kilisedir. İyi yontulmuş kum taşından çok güzel bir çan kulesi ve 5 kemerli bir giriş sündürmesi vardır. Kilise boydan boya kubbelidir. Dualar bizde olduğu gibi hep Latince okunur. Birçok haç yolcusu duvarlara adlarını ve işaretlerini yazmışlar. Orada uzun süre dinlendikten sonra yakındaki küçük bir Rum kilisesine gittim. Bu kilise Meryem Ana’ya adanmıştı. Oraya gitmekten memnun kaldım, çünkü 70 yaşlarında bir papaz öylesine gür bir sesle ilahiler okuyordu ki hayrete değerdi…” Daha sonra Aziz Jhon Montfort’un mezarının bulunduğu St. Augustine Kilise’sine ve bitişiğindeki manastıra giden Le Saige senin üzerindeki anılarına şöyle devam eder: “Manastırın yanında, bir kuyudan sulanan büyük bir bahçe vardır. Bir at büyük bir dolabı çevirir ve bu dolaba takılı birçok toprak kap şaşılacak miktarda su çeker kuyudan. Bahçe de birçok ince borular döşenmiş olup su bunlarla dağıtılır. Çoğu nar olmak üzere birçok miktarda meyve ağacı vardı ve onların altlarındaki arazi kabaklar, karpuz, hıyar ve diğer güzel şeylerle doluydu. Bu kuyular olmasa Kıbrıs’ta bu meyve ve sebze çıkmazdı. Ve bu kadar kuyu bulunması da hayret vericidir.
Venedikliler de başkent olarak Lefkoşa’yı seçmişlerdi. Eskiden Lusignan krallarının oturduğu yerde Venedikli valiler oturmaktaydı. Osmanlı’nın adayı almak için taarruz edeceğini anlayan Venedikliler, Lefkoşa’daki birçok yapıtı yıkıp surlar yapmaya başlarlar. Ayrıca bugün güney Lefkoşa’da kalan Mamari köyünün üstündeki tepeninde adeta içini oyarak sur duvarları için kayalar sökerler. Bugün oyulan tepe Venediklilerin surları yaparken kullandıkları kayaların bir delili olarak turistler tarafından ziyaret edilmektedir. Venedikliler, Osmanlının olası saldırısına karşı 9 mili bulan Lefkoşa şehrini merkezi bugünkü Selimiye Camii (Santa Sophia Katedrali) olmak üzere 3 mil çapındaki dairevi surla çevirmişlerdi. Ayrıca bazı yanlış harita ve tablolarda Kanlı Dere surların içinden geçmektedir. Fakat Venedikliler 1563 yılında Pedias Deresinin de (Kanlıdere) yolunu değiştirip surların dışına almıştır. Osmanlı’nın Adayı almasıyla Pedias’ın beşiğinde birçok badire atlatan Lefkoşa artık Paşa Sancağı olarak anılacaktı…



DİPNOTLAR
Sir George Hill, A History of Cyprus, Volume: II,, Chambrige, 1972, Sayfa 36-37’den naklen Gürkan, Haşmet Muzafer, Kıbrıs Tarihinden Sayfalar, Galeri Kültür Yayınları, 4. Baskı, 2006, Lefkoşa, S:22
3 “Excerpta Cypria”, Materials For A History of Cyprus, Iranslated and Translated by Claude Delaval Cobham, Cambrige, 1908, S:20-21’den naklen Gürkan, Haşmet Muzafer, Dünkü ve Bugünkü Lefkoşa, Galeri Kültür Yayınları, 1996, Lefkoşa, S:9
4 Excerpa Cypria, Sayfa:25-26’dan naklen Gürkan, Haşmet Muzafer, Dünkü ve Bugünkü Lefkoşa, Galeri Kültür Yayınları, 1996, Lefkoşa, S:10-11
Excerpta Cypria”, Materials For A History of Cyprus, Iranslated and Translated by Claude Delaval Cobham, Cambrige, 1908, S:58-59’den naklen Gürkan, Haşmet Muzafer, Dünkü ve Bugünkü Lefkoşa, Galeri Kültür Yayınları, 1996, Lefkoşa, S:16