Covid-19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Covid-19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2021 Salı

Uzmanlar Değerlendirdi: Koronavirüs sonrası Dünya Düzeni

Uzmanlar Değerlendirdi: Koronavirüs sonrası Dünya Düzeni., 




Uzmanlar, tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs sonrası dünya düzenini değerlendirdi.

Gülsüm İncekaya   

14.04.2020

İstanbul


Kovid-19 pandemisi, dünya genelinde her geçen gün daha fazla yayılırken kayıplar da artıyor. Gündelik yaşamı değiştiren salgın nedeniyle sınırlar kapatıldı, uçuşlar durduruldu, ticari faaliyetler askıya alındı. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların varlığı ve geleceği sorgulanıyor.

Uzmanlar, AA muhabirinin "İktisadi küreselleşme son mu buluyor?", "Yeni bir tür uluslararasıcılık mı doğacak?", "Yeni üretim modelleri ortaya çıkar mı?", "Neo-liberalizmin sonu mu geldi?", "Hükümetler içe mi dönecek?", "Uluslararası iş birliği için umut var mı?", "Hukuki düzenlemeler değişecek mi?", "Tarım ve gıda ile ilgili yeni düzenlemeler gelir mi?" şeklindeki sorularını yanıtladı.

"Avrupa'nın yeni bir yapılanmaya gideceğine inanıyorum"

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Nail Alkan, küreselleşmenin sonuna gelindiğini, Avrupa Birliği'nin (AB) zannedildiği gibi birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu taşımadığının ortaya çıktığını söyledi.

AB ülkelerinde herkesin kendi derdine düştüğünü, kendi çıkarını düşündüğünü anlatan Alkan, şunları söyledi:

"İtalya, İspanya'da yaşananlar herkesi çok rahatsız ediyor ama 'Herkes kendi bacağından asılır.' mantığı ile devam ediyorlar. Birbirlerinin maskelerine el koyuyorlar. Son derece egoist davranışlar sergiliyorlar. Yardıma ihtiyacı olan ülkelere para yardımı yapmak için kurulmak istenen fona Almanya ve Hollanda karşı çıkarak 'Herkes kendi başının çaresine baksın.' diyorlar. Postcorona sürecinde Avrupa'nın yeni bir yapılanmaya gideceğine inanıyorum.

Şu durumda AB için tünelin sonunda ışık görünmüyor. Her şey düzeldiği zaman üye ülkelerin AB'ye üyeliğinin artıları ve eksileri konusunda yeniden bir değerlendirmeye gitmeleri muhtemel. Böyle bir durumda İngiltere'nin başlattığı 'exit' fırtınasına başka ülkelerin de katılması söz konusu olabilir. Bu kapsamda AB’nin hem siyasi hem ekonomik olarak kan kaybettiği açık ve net bir şekilde ortada. Bakalım AB herkesi şaşırtıp Jean Monnet’nin söylediği gibi 'Avrupa krizlerden doğuyor.' sözünün hakkını verip, toparlanıp daha güçlü bir şekilde ayağa kalkabilecek mi?"

"NATO'nun varlığı daha çok sorgulanacak"

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Onay, Rusya'nın, tıbbi destek adıyla Avrupa’nın içlerine kadar asker göndermesinden dolayı NATO'nun varlığının ciddi bir şekilde sorgulamaya açılacağını ifade etti.

Böyle bir dönemde 40 bin ABD’li askerin Almanya’da konuşlanmasını sadece "tatbikat" diye açıklamanın inandırıcı olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Onay, şunları kaydetti:

"Kovid-19 sonrasında ulus devletler yeniden belirgin güç olma konumlarını daha etkili bir şekilde koruyacaklar, AB, NATO gibi ekonomik ve askeri ittifakların varlığı tartışılacak ve belki de bu yapılar dağılabilir. Eğer gidişat bu yönde olursa, dağılan AB ve NATO'ya alternatif olarak, Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Hindistan, İran ve Suriye askeri ağırlıklı yeni bir ittifak sistemi oluşturma yönünde adımlar atabilirler ki böyle bir gelişmenin, ABD’nin ve doğal müttefiklerinin küresel ve bölgesel çıkarlarıyla çatışma halinde olacağı kesindir."

"Küresel kurumlar iflas etti"

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilal Sambur, BM, AB, İslam İşbirliği Teşkilatı, Afrika Birliği, Dünya Sağlık Örgütü, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ve Uluslararası Para Fonu gibi kurumların böyle bir salgın karşısında çok başarısız bir sınav verdiğini, A, B, C gibi planları ve stratejileri olmadığının çok net bir şekilde ortaya çıktığını belirtti.

Salgın sonrası dönemde tüm bu küresel kurumların varlığının sorgulanacağını belirten Sambur, şöyle konuştu:

"Postcorona dünyasında; risk yönetimi, risk iletişimi ve risk toplumu kavramlarının hayatımıza daha fazla gireceğini düşünüyorum. Bu riskli günlerden sonra da dünya risk barındırmaya devam edecek. ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin, silah sanayisinde ve teknolojide bu kadar gelişmiş olmalarına rağmen sağlık ve sosyal alanda ne kadar kof olduğu ortaya çıktı. Bu süreçten sonra devletlerin bu kofluğu ciddi bir şekilde sorgulanacaktır.

Ayrıca herhangi bir kriz durumunda küresel dünyanın anında refleks gösterebileceği ortak bir veri iş birliğinin olmadığını da bu salgınla bir kere daha gördük. Böyle bir salgının ancak küresel ortak bir bilinç ve dayanışma ile çözülebileceği ortaya çıktı. Bu da insanlığın küresel bir liderliğe ve küresel bir bilişime ihtiyacını net bir şekilde ortaya koydu. Sanırım bu süreçten sonra bu da sorgulanacaktır. ABD'nin veya BM'nin bir küresel lider, küresel bilişim merci olmadığı ortaya çıktı."

"Tarım ve hayvancılık ön plana çıkacak"

Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuray Ekşi, bugüne kadar yaşanan sorunların bir veya birkaç ülkeyi ilgilendirdiğini ifade ederek, Kovid-19 salgınının ise ilk defa bütün dünyayı tehdit eden ve ülkeler arasındaki dayanışmayla çözümlenmeye çalışılan bir sorun olduğunu söyledi.

Bu salgınla beraber tarım ve hayvancılığın, tarım topraklarının, meraların, otlakların, yaylaların, sulak alanların geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük önem kazanacağını aktaran Prof. Dr. Ekşi, "Salgın, tarımla ilgili alanların korunması için ciddi önlemler alınması gerektiğini ortaya koymuştur. Tarım ve hayvancılık, aksayan sanayi üretimi sebebiyle açlıkla mücadele edilmesinde en önemli araç haline gelecektir bundan sonra. Küreselleşme, uluslararası seyahatlere sınırlama getirilmesi, sınır güvenliği, göç ve iltica akımlarında devletlerin duyarlılığı artacak; bu konularda önleyici politikalar geliştirilecektir." değerlendirmesinde bulundu.

Hukukun çerçevesi değişebilir, yeni boyutlar kazanabilir

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adem Sözüer, koronavirüs döneminde eğitim, öğretim dahil hemen her alanda faaliyetlerin dijital yöntemlerle yürütüldüğünü ve bunun hukuk alanında da yansımaları olacağına dikkati çekti.

Dijital çağın getirdiği değişimin öneminin çok daha iyi anlaşıldığına vurgu yapan Sözüer, "Dijitalleşmenin hayatın her alanında getirdiği değişimler korona sonrası artarak devam edecektir. Bunun hukuk alanındaki etkileri de çok yönlü olarak ortaya çıkacaktır. Dijital teknolojilere sahip firmaların var olan gücü daha da artması muhtemeldir. Bu durum ise demokrasi ve kişi özgürlükleri açısından sorunlar doğurabilir." dedi.

Serbest seçimlere dayalı çoğulcu demokratik rejimlerin bu güçlere karşı korunması gerektiğine işaret eden Sözüer, şöyle devam etti:

Büyük krizlerin ortaya çıkmaması veya çıktığında önlenmesi için bilimsel bilginin değeri ve önemi anlaşıldı. En önemlisi evlerde kalınan bugünlerde özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğu idrak edildi. Özgürlükleri koruma mekanizmalarının etkinliğinin artırılması önemli bir gündem olacak. Korona sonrası dönemin ana teması; vatandaşların haklarını koruyan etkin ve güçlü hukuk devletinin, dijital çağdaki çoğulcu demokrasi içindeki yolculuğu olacaktır."

"Mahkemelerde hesaplaşma olacak"

Uluslararası Öğrenci Akademisi Asya İhtisas Programı Sorumlusu Prof. Dr. Alemdar Yalçın, koronavirüs salgını kontrol altına alındıktan sonra bilim dünyasında büyük bir tartışmanın çıkacağını belirterek, "Bu pandeminin sorumluları aranacak. Bu tartışma bizim bilmediğimiz bazı laboratuvar çalışmalarının kamuoyuyla paylaşılmasına da sebep olacak." dedi.

Salgın sonrası dönemde bir hesaplaşma olacağına dikkat çeken Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ülkelerin biyokimya ile ilgili araştırma merkezlerinde 1980'li yıllardan sonra başlayan iki temel çalışma var. Bunlardan birisi cep telefonu ve internet ağlarının yaydıkları mikro dalgaların insan ve çevre üzerinde etkisi. Bu konuda çok ciddi ve gizli çalışmalar var. İkincisi ise insanlara hayvanlardan bulaşan korona ve benzeri virüslerin birbiri ile genetik olarak eşleştirilerek kontrol edilmesi çalışmaları. Bu çalışmalarla ilgili bazı bilimsel makaleler yayınlandı. Kovid-19'un laboratuvar ürünü bir virüs olduğu üzerinde ciddi iddialar var. Sanırım bir ay içinde dünya kamuoyunda bunlar ciddi olarak tartışılacak ve uluslararası mahkemelerde hesaplaşma şekline dönecek."

"İnsan ne kadar insan diye durup düşüneceğiz"

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Faik Demir, yeni tip koronavirüsün; doğanın, teknolojiden ve bunun kölesi olmuş insandan intikamı olduğunu belirterek, "Kendi yaşam alanlarını yok eden insan, sonunda, kendisi de yok olma duygusuyla karşı karşıya kaldı. Çaresizlik tüm dünyaya çöktü, zengin-fakir, güçlü-zayıf, gelişmiş-geri kalmış hiç fark etmedi." dedi.

Koronavirüs sınavını belli aşamalar çerçevesinde düşünmek gerektiğini aktaran Demir, aşamaları şöyle sıraladı:

"İlk aşama, koronavirüsten kurtulma ve bu sorunun bertaraf edilmesidir. İkinci aşama koronavirüs sonrası devletlerin ve toplumların yaralarının sarılması, eski yaşama yani gündelik yaşama dönülmesidir. Ama esas sorun son aşamada; yani 'Neden bu sorun yaşandı, neden çözülemedi ve nerede yanlış yaptık?' sorularının cevaplarının aranmasında yaşanacaktır. İnsan aslında bu aşamada gördüğümüz gibi ciddi bir insanlık sınavından da geçmektedir. Bu sınavın sonucu da incelenecektir. Hangi hasletleri kaybettik ve acaba teknoloji robotu yaratmanın yanında insanı da mı robota çevirdik? 'İnsan ne kadar insan?' diye durup düşüneceğiz.

Peki koronavirüs sınavından ders çıkarmak ve bunu avantaja çevirmek mümkün müdür? Kuşkusuz her zaman, her sorundan çıkmanın ve mutluluğa ulaşmanın yolu mevcuttur. Bu süreçten ve zorluklardan çıkmanın ve ayağa kalkmanın belki de en kolay yollarından biri 'Ben' yerine 'Biz' demeyi öğrenmektir. 'Ben' ve 'Biz' bir bölge, ülke, inanç ya da ideolojiyle sınırlı olmamalıdır. Tüm dünya olmalıdır. Ayrıca 'Biz' sadece insan da olmamalıdır. Tüm canlılar ve çevremizin 'Biz' olduğu unutulmamalıdır. 'Bir musibet bin nasihatten iyidir.' sözünü hatırda tutmalı ve bu yaşanan süreçten dersler çıkarılmalıdır. Herkesin kendine mahkum olduğu bu dönem, bunları düşünmek için inanılmaz fırsattır."

"Ulus Devletler yükselişe geçecek"

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun, dünyayı kökünden sallayan salgın sürecinde verilen tepkilere, başvurulan yöntemlere ve yükselen taleplere bakıldığında, ulus devlet düşüncesinin bu kargaşadan güçlenerek çıkacağını savundu.

Sokağa çıkma yasakları, karantina ve sosyal mesafe uygulamaları gibi salgının üstesinden gelmek için alınan tedbirlerin ulus devletleri kuvvetlendireceğini vurgulayan Coşkun, şunları kaydetti:

"Ulus devlet kavramının yükselmesine neden olan diğer bir faktör ise bölgesel ve küresel ulus üstü yapıların bu sınavdan başarı ile çıkmamış olmalarıdır. Salgın karşısında her devlet kendi başına kaldı, her koyun kendi bacağından asıldı. Dahil olunan birliklerden ve örgütlerden beklenen ya da umulan yardım ve destek gelmedi. Mesela, AB'nin uzunca bir süre İtalya’ya yardım etmemesi İtalya’da hem büyük bir hayal kırıklığına neden oldu hem de AB’ye karşı öfke katsayısını yükseltti.

BM ve Dünya Sağlık Örgütü gibi evrensel nitelikli yapılar da böylesi felaketlere etkili bir şekilde müdahale edemedi, çözüm üretmekte ve yaraları sarmakta aciz kaldı. Koronavirüs tecrübesi, bütün herkesi tehdit eden felaketler karşısında, bir taraftan bu tehdidi bertaraf edecek dünya çapında organizasyonlara olan gereksinimi diğer taraftan da bu amaçla kurulan mevcut organizasyonların yetersizliğini gösterdi. Ulus üstü organizasyonların bu yetersizliği, ulus devletlerin itibar tazelemelerine ve güç kazanmalarına yol açtı. Devletlerin, virüsten sonra da elde ettikleri bu güçten kolaylıkla vazgeçmeyeceklerini öngörebiliriz."

https://www.aa.com.tr/tr/dunya/uzmanlar-degerlendirdi-koronavirus-sonrasi-dunya-duzeni/1804092


***

26 Aralık 2020 Cumartesi

COVID-19 AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR, ANCAK KÜRESEL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR*

 COVID-19 AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR ANCAK KÜRESEL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR*


Prof. C. Raja MOHAN*

*Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya Çalışmaları Enstitüsü Başkanı, Singapur


Çok Taraflılık, Uluslararası, Örgütler, Rusya, Çin, COVID-19,

Çok taraflı kurumlarda derinleşen kriz konusunda, dünyanın onlara tam da en çok ihtiyaç duyduğu anda, endişelenmek için birkaç neden bulunmaktadır.

Nihayetinde, iklim değişikliği gibi sınamalar veya COVID-19 benzeri pandemiler birlikte hareket etmemizi gerektirmektedir.

Ancak egemen devletlerin oluşturduğu bir dünyada kolektif bir eylemde bulunmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. 

Hatta büyük güçlerin rekabeti dünyayı sardığında bu durum daha da zorlaşmakta dır.

   ABD ve Çin küresel düzenin hakimiyeti için mücadele ederken, diğer uluslar birçok çok taraflı kurumun dağıtılması ve yeniden inşasına hazırlanmalıdır. Rekabetçi çok taraflılık, uluslararası sistemin yeni bir özelliği değildir. Çok taraflılığın sonu da henüz gelmemiştir.

Birinci Dünya Savaşı, 1919 yılında Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, ana akım siyaset bilimi, aynı yıl kurulan başka bir kurumun - Komintern veya Komünist Enternasyonal - varlığını unutmuştur. 

Milletler  Cemiyeti’ne girmeyi reddeden Komünist Rusya, dünya komünizmini ve küresel işbirliğini geliştirmek için Komintern’i çok farklı bir politik temel üzerine kurmuştur. Hem Milletler Cemiyeti hem de Komintern, dünya halkları arasındaki işbirliğine yönelik ortaya çıkan kurumlar ve hareketler üzerine inşa edilmiştir. Her ikisi de devlet sistemini - biri liberal enternasyonalizm, diğeri sosyalist dayanışma  yoluyla - aşmaya çalışmıştır. Her ikisinin de çökmesi uzun sürmemiştir.

İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan Birleşmiş Milletler, Milletler Cemiyeti’n den ders almış ve kolektif güvenlik yanılsamalarından kurtulmuştur. Başka bir tanıdık kavram üzerine - saldırıya uğrayanlar için göğüs gerecek ve yerleşik kuralları ihlal edenleri cezalandıracak büyük güçlerin “ittifakı” üzerine tasarlanmış  tır.

Bir ittifak, tanımı gereği, fikir birliği ile yürütülür. Bu aynı zamanda herhangi bir ittifakın önemli bir zayıflığıdır.

İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan ittifak hemen ardından dağılınca BM Güvenlik Konseyi’ni bir ittifak olarak sürdürmek zorlaşmıştır. Müttefikler rakiplere dönüşmüştür. Vaşington ve Moskova, Soğuk Savaş sırasında BMGK’da herhangi bir konu hakkında nadiren mutabık kalmıştır. Rekabetçi çok taraflılık yaklaşımları bu iki gücün kurduğu rakip kurumlara da yansımıştır.

Avrupa iki yıkıcı savaştan sonra işbirliğine dayalı bir güvenlik düzeni beklentisi içinde olduysa da ABD liderliğindeki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü ve Sovyet destekli Varşova Paktı anlaşmazlığa girdiği için elde ettiği tek şey bölgenin yeniden askerileştirilmesi olmuştur.

Rekabet sadece güvenlik kurumlarıyla sınırlı kalmamıştır. Ekonomik cepheye doğru genişlemiştir. ABD, Bretton Woods kurumlarını ve Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması’nı oluşturmuştur. Sovyetler ise sosyalist milletler için Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’ni kurmuştur. ABD-Sovyet rekabeti kurumların ötesinde, insan toplumlarının mümkün olan en iyi düzenine ilişkin çok farklı felsefi varsayımlara dayanmaktadır.

BM rekabetçi çok taraflılığın ortasında birbirine karşı siyasi puanlar kazanılan bir alan haline gelmiştir. BM yalnızca iki bloktan biri yıkıldığında kurucularının vaadini yerine getirmek için hazır görünmüştür. Batı ile entegrasyon konusunda hevesli olan Rusya işbirliğine açık hale gelmiştir. 

Yıkıcı iç çatışmalardan çıkan Çin, Birleşmiş Milletler’de dikkat çekmeme eğiliminde olmuştur.

   Zafer kazanmış olan Batı 1990’larda BM sistemi için kökten yeni bir gündem geliştirmeyi gözetmiştir. Atlantik’teki liberal enternasyonalistler BM’yi büyük güçler ittifakından sözde başarısız devletlerin içişleri de dahil olmak üzere herhangi bir yerdeki herhangi bir sorunu çözecek uluslar üstü bir organizasyona dönüştürmek istemiştir.

  Ekonomik cephede, Rusya ve Çin’deki kapitalizme kayış Batı’nın kalkınma modeline daha fazla meydan okuma olmadığı anlamına gelmekteydi. Amerika ve Avrupa, Çin ve Rusya pazarlarına genişlemeye ve bunları Batılı ekonomik düzene entegre etmeye odaklanmıştı. Dijital alandaki yeni teknolojik gelişmeler, özgürlüklerin sınırsızca yaşandığı ve sınırların olmadığı bir dünyaya ve yeni koşullara uyum sağlamaktan başka seçeneği olmayan devletlerin rolünün istikrarlı bir şekilde azalmasına yönelik umutları artırmıştır.

Bununla birlikte, uluslar üstü bir dünyaya ilişkin hayaller 20. yüzyılda son bulmuştur. ABD, 21. yüzyılın ilk on yılında takip ettiği tek taraflılık ile öne geçerken, özellikle Rusya ve Çin olmak üzere diğer güçler ve yeri geldiğinde Avrupa kıvranmaya başlamıştır. Rusya Batı ile entegrasyon umutlarını azalttığı, Çin ise iç siyasi düzenini ABD’nin dış müdahalelerinden korumak konusunda her zamankinden daha kararlı hale geldiği için büyük güçler arasındaki fay hatları yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Her ikisi de dünyadaki öz kaynaklarını ABD’ye bırakmakta isteksiz olmuştur ve mevcut çok taraflı kurumlarda el ele vermiş ve kendi kurumlarını kurmuşlardır. ABD, Rusya ve Çin arasındaki farklılıklar 2010’larda tam anlamıyla gerginliklere dönüşmüş, BMGK’nın bir ittifak ya da kolektif bir güvenlik sistemi olarak hareket etmesi zorlaşmıştır.

   Çin’in ticari alanda yükselişi ve ABD ile artan ticaret fazlası ABD’de ters bir siyasi etki yaratmıştır. Çin’in küresel ticaret sistemiyle kendi lehine oynadığı iddiası ABD’de güç kazanmıştır. Bu algı, Pekin’in Asya’daki Amerikan ittifaklarını  baltaladığına ve ABD’nin küresel önceliğini tehdit ettiğine yönelik Vaşington’da ortaya çıkan korkularla birleşmiştir.

1990’larda ortaya çıkan işbirliğine dayalı çok taraflılığın koşulları uzun zaman önce değişmiştir. Bunun yerine, rekabetçi çok taraflılığa çanak tutacak güçlü şartlar ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin, BRICS forumunu Amerika’nın tek kutuplu cazibesi ni köreltmek için desteklemiştir. Ayrıca, Amerikan hegemonyasının Avrasya üzerinde yayılmasını önlemek amacıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’nü de ortaklaşa desteklemişlerdir. Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetlerini tek bir çatıda toplamak için kendi Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü kurmuştur.

   ABD ise, dört büyük Asya demokrasisini (ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya) bir araya getiren “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (Quad) gibi yeni mekanizmalar geliştirmektedir. Trump NATO müttefikleriyle askeri ittifakın eşit paylaşılmayan yükü üzerine tartışırken, Avrupalılar “stratejik özerklik”ten bahsetmekte ve AB şemsiyesi altında güvenlik işbirliğini artırmaya çalışmaktadır.

Çin, yeni çok taraflı mekanizmalar inşa etme konusunda daha başarılı olmuştur. Ruslar siyasete odaklanırken, Çinliler bugün Pekin’e önemli bir stratejik fayda sağlayan ekonomi üzerinde yoğunlaşmıştır. BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası  Şangay’da bulunmaktadır. Asya Altyapı Kalkınma Bankası ise Pekin’dedir. Çin’in devasa Kuşak ve Yol Girişimi muhtemelen Bretton Woods Kurumları ve BM sistemi dışındaki tek büyük ekonomik yapıdır.

Tek taraflılık ve çok taraflılık arasındaki denge hakkında kendi içinde çatışan ABD egemen çevreleri, şimdi Çin’in mevcut uluslararası kurumlardaki konumunu hızla güçlendirdiğini ve bunların dışında yeni mekanizmalar inşa ettiğini fark etmiştir. Vaşington’da bazıları DSÖ’ye bir alternatif oluşturmaktan bahsederken, Pekin adıgeçen BM Ajansı’ndaki artan etkisini gözler önüne sermekte ve yeni bir girişim olan “Küresel Sağlık İpek Yolu”nu geliştirmektedir.

Waşington geriye çekilirken, DTÖ, DSÖ, NAFTA ve NATO gibi eski kurumların kurallarını yeniden düzenleme gücüne hala sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunun garantisi yoktur. Çünkü Çin kaynaklı güvenlik tehditleri ve Pekin ile ekonomik ayrışmanın faydaları konusunda ABD siyasi sistemi içinde derin bölünmeler mevcuttur.

Bununla birlikte, dünya çok taraflı kurumları şekillendirmek için yoğun bir rekabet dönemine girmektedir.

Ancak ABD, Çin’i Sovyetler Birliği’nden çok daha çetin bir sınama olarak görecektir. Pekin, dünyanın ikinci büyük ekonomisini yönetmektedir. Batı’daki bölünmelerden faydalanma konusunda Sovyet Rusya’dan daha etkili olmuş, Batı dışındaki dünyanın büyük bölümünde nüfuz elde etmekte başarılı olmuştur. 

Artan Çin-ABD rekabeti, diğer milletler üzerinde kesinlikle bir baskı oluşturmakta, ancak aynı zamanda orta güçteki ülkelerin çok taraflı kurumlardaki kararları etkileyebilmeleri nin önünü açma kapasitesine de sahip görünmektedir.


http://sam.gov.tr/pdf/sam-yayinlari/COVID19-Sonras%C4%B1-Dunya.pdf

***

3 Nisan 2020 Cuma

Evrim, Mutasyon ve Korona-19

Evrim, Mutasyon ve Korona-19

Şimdi uzman kahveleri mi var? 
Programcı “ Her zamanki uzmanları getirin ” mi diyor? 
Virüs için iyi, insanlık için kötü bir yanlış kopya. 
Avantajlı yanlış kopya sonsuz çoğalıyor. 
SARS ve MERS çoğalamıyor. 
Bu yüzden siz artık sadece Covid-19’u konuşuyorsunuz.


Prof Dr İskender ÖKSÜZ, 

28 Mart 2020

Korona virüsünün asıl mekânı yarasalarmış, onun için yakında insanları bırakıp yarasalara geri dönmesi beklenirmiş.
Korona virüsü mutasyon geçirip ortadan kaybolacakmış.
Korona virüsü soğana gider, bizi bırakırmış.
Bunların söylenebildiğine inanmak zor ama TV’lerdeki “uzmanlar”dan hepsini kendi kulaklarımla işitiyorum.  Yeşilçam’ın seri film ürettiği günlerde figüran kahveleri vardı. Filme figüran gerektiğinde bu kahvelerden birine gidilir, “sen, sen, sen…” diye on- yirmi adam seçilip sete getirilir ve sahneye yerleştirilirdi. Ücret belliydi; piyasası vardı bunun. Şimdi uzman kahveleri mi var? Programcı “Her zamanki uzmanları getirin” mi diyor?
Hani binlerce teoriden biri olan evrim var ya… Tıpkı binlerce teoriden biri olan yerçekimi, dünyanın güneşin etrafında döndüğü, hastalıkları mikroplar ve virüslerin yaptığı teorileri gibi. İşte o evrimi anlamadan virüsün nerden gelip nereye gittiğini anlayamazsınız.
Bir kere virüsü tek bir adammış, düşünüp taşınıp karar verirmiş gibi düşünmeyin. Milyarlarca değil, trilyonlarca değil ancak on üstü bilmem kaç diye sayabileceğimiz miktarda virüsle mücadele ediyoruz. Bu illetin ne aklı var, ne de hissi. Birbirleriyle iletişimi de yok. Tek derdi, içindeki RNA molekülünü kopyalamak. Derdi de yok aslında. Molekül malzeme bulunca bunu zaten yapıyor. Tıpkı suyun aşağı akması, dumanın yukarı çıkması gibi.
Evrim tekâmül falan değildir. Evrim bir hayvanın, bitkinin, virüsün, “hadi şöyle yapalım, daha iyi olur” kararı da değildir.

Evrim ne?

Bakın evrim nedir:
Bütün canlıların içinde, kendi kopyalarının yapılmasını sağlayan şablon molekülleri var. Bu yoksa canlı değildir zaten. Bu moleküller bir binanın inşaat planı, bir otomobilin teknik çizimi gibidir. Bu molekül gelişmiş canlılarda DNA. Şu andaki virüsümüz canlının en basitlerinden biri, onun ne hücresi var, ne de DNA’sı, bir kılıf ve şablon görevini gören RNA ile idare ediyor.
Canlıların işi bu: Kendi kopyasını yapmak. Mutasyon ne? Mutasyon, bu kopya yapılırken bazen yanlışlık olması. Yani kopya çekilirken sanki bazı harfler, bazı kelimeler yanlış yazılıyor. RNA içindeki bir sürü talimattan biri aslından değişik kopyalanıyor.  İçinde yanlış RNA ile hayata gözünü açan virüs çoğu zaman yaşayamıyor, ölü doğuyor. (Gözü olmadığı için onu hayata açması da mümkün değil ama siz anladınız dediğimi. ) Fakat pek ender de olsa, bazen yanlış kopya, aslından daha avantajlı bir yavru yaratıyor. Mesela sadece yarasaya tıkılıp kalmış bir korona virüsü ahalisinden, insanda da yaşayabilen yeni bir virüs çıkıyor. Bu avantaj işte. Düşünsenize dünyada kaç adet veya kaç kilo yarasa var; buna karşılık kaç adet insan ve kaç kilo insan var. Virüs için kilo daha önemli. O birey sayısını pek önemsemez.

Korona virüsler hep vardı

Bir başka mutasyon, yanlış kopya da şöyle: SARS, MERS diye bildiğimiz korona virüsleri bulaştıkları insanları hemen hasta ediyor ve önemli kısmını öldürüyordu. Bu virüs için iyi bir şey değil. Beslendiğiniz kaynağı öldürürseniz, hem siz aç kalırsınız, hem de çocuklarınız başkalarına bulaşamadan hayata veda eder. İnsanı hemen hasta etmek de aleyhinize. Hasta yatar, evde kalır ve başkalarına bulaşamazsınız. İşte bu sebeplerden SARS ve MERS ciddî salgın olamadı.
Evet ya. Korona virüsleri yeni değil.
Korona virüsü bunları düşünmüyor tabi. Fakat bir sürü kopyasını yaparken ve bunlardan bir kısmı da yanlış kopyalanırken bir hatalı kopya, insanı hemen hasta etmeyip bir hafta sonra öksürtüp tıksırtan tip oluveriyor. Hasta ettiklerinin de pek azını öldürüyor. O zaman ne olur? O zaman bu yeni, geç hasta edip az öldüren virüs bütün dünyaya yayılır. Pandemi olur. Covid-19 tam da bu işte. Virüs için iyi, insanlık için kötü bir yanlış kopya.
Avantajlı yanlış kopya sonsuz çoğalıyor. SARS ve MERS çoğalamıyor. 
Bu yüzden siz artık sadece Covid-19’u konuşuyorsunuz.

Evrim bu işte

Şimdi virüsün “ Mutasyona uğrayıp ortadan kalkması” mümkün mü? Kendini öldüren bir mutasyon olursa, O mutasyon ölür işte. Çoğalmaz ki.
Evrimin Mekanizması da budur. Darwin’in keşfettiği de budur. DNA, RNA izahları hâriç; çünkü Darwin bu şablon molekülleri bilmiyordu. Bilim birbirinden kopuk “teori”lerden ibaret değildir. Darwin olup biteni keşfetti, daha sonra gelen bilim adamları mekanizmanın moleküllerini buldu.
Henüz bilim zihniyeti dediğimiz memetik mutasyonu geçirmemiş insanlar da buna “binlece teoriden biri” dedi. Bir üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğunu bilenler dünyaya hâkim, “Bunu bilmek dünyada da ahrette de neye yarar? Öbür tarafta size bunları mı soracaklar?” diyenle de onların mahkûmu oldular.
***

Covid-19, atom bombası ve galaksiler

Covid-19, atom bombası ve galaksiler

Birbirine hiç benzemeyen birçok olay aynı matematiğe uyar. Mücadele fena gitmiyor. Sağlık Bakanı’nın kriz yönetimi de başarılı.
19 Mart 2020
İskender Öksüz



Birbirine hiç benzemeyen birçok olay aynı matematiğe uyar. Tabiat bilimciler bunun farkındadır. Şimdi size atom bombasının nasıl patladığını, nükleer reaktörlerin niçin patlamadığını anlatacağım. Bundan, Korona Virüsü salgınının nasıl ilerlediğini göreceksiniz.
En eski çekirdek yakıtını alalım. Uranyum 235’i izotopunu. Bu tabiatta Uranyum madeni içinde bulunuyor. Uranyum madenindeki bu izotopu madendeki diğerlerinden ayırıp zenginleştirirseniz… Yani çokça 235’i bir araya getirirseniz, ne olur? Bomba olur.
Atom bombasının sırrı
U 235 durduğu yerde parçalanıp nötron salıyor. İşte bu nötronları korona virüsü gibi düşünebilirsiniz. Eğer bir nötron komşu U 235 çekirdeklerinden birine çarparsa o da parçalanıp nötron salıyor. Nötron alan her çekirdek üç nötron salıyor.  Hesaplayın bakalım. Parçalanan çekirdekten çıkan her üç nötron bir çekirdek bulursa parçalanan çekirdek sayısı nasıl artar: 1- 3- 9- 27… Kısa keseyim: Onuncu adımda 59 000, on beşinci adımda 14 milyon, 20’de üç milyarı aşıyoruz. Kendiniz de yapabilirsiniz. Her sonucu üçle çarpıp devam edin.
Ne oldu? Patladı. Bomba oldu.
Patlamaması için ne yapacağız? Parçalanan çekirdeklerin komşu sayısını azaltacağız. Yani U 235’lerin arasını açacağız, birbirinden uzaklaştıracağız. Öyle ki bazı nötronlar, çarpacak komşu bulamadan ortamı terk etsin.
Şöyle de alabiliriz. Parçalanan çekirdek üç veya iki komşusunu daha parçalıyorsa bomba olur. Ancak bir komşusunu parçalıyorsa, reaksiyon devam eder ama patlamaz. Her parçalanan ortalamada birden az komşuya çarpıyor, diğerleri çarpmadan boşa gidiyorsa reaksiyon söner.

Komşuları uzaklaştırmak- sosyal mesafe

Her parçalanan çekirdeğin ortalamada kaç komşu çekirdeğin içine girip onu da parçalayacağını belirten sayıya R diyelim. (Denmez ama biz öyle diyelim.) Eğer R birden büyükse bomba oluyor. Küçükse sönüyor. Nükleer mühendislikte patlama haline “kritik üstü” (süper kritik), sönme haline “kritik altı” (sub kritik), patlamadan devam etmeye, yani nükleer reaktör gibi davranma haline “kritik” deniyor.
Şimdi gelelim Korona Virüsü Covid-19’a. Virüslü bir hastanın kaç komşusuna virüs bulaştırma ihtimali vardır? Bombada değil de virüsteki bu sayıya R0 deniyor. Ve matematik tıpa tıp aynı. Covid-19’da, hiçbir tedbir alınmazsa bu sayı 2 ila 4 arasında. Hastalık henüz çok yeni, tam değerini bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şu, bulaştırma sayısını 2-4 arasında tutarsak, hastalık toplumda patlıyor. Bu sayıyı 1’in altına indirebilirsek sönüyor.
Az önceki 1-3-9-27 gidişini hatırlayın… Salgın nasıl durdurulur? Bombanın patlaması nasıl önlenirse öyle. Kritik üstünden kritik altına inerek… Komşu sayısını azaltarak. Buna bu sefer sosyal mesafe dedik.

Zamanın içine bakmak

Ancak salgında bir başka olgu var. O da yine başka bir bilimdeki bir kavrama benziyor. Astrofizikteki… Bilimlerin en eskisi astronomi. Ona biraz fizik karıştırırsanız astrofizik olur.
Işık hızı çok yüksektir ama sonsuz değildir. Dolayısıyla evrenin uzak köşelerine baktığımız zaman gözlediğimiz galaksiler, yıldızlar, patlamalar, şu anda değil, eskiden meydana gelmiş olaylardır. Işığın bir yılda aldığı yola bir ışık yılı diyoruz ki bu bizim bildiğimiz uzaklık birimleri cinsinden çok büyük bir rakam. 9,5 trilyon kilometre. En yakın galaksi 25 000 ışık yılı mesafede.
Niyetim dikkatinizi mesafelere değil zamana çekmek. Teleskobumuzu en yakın galaksiye çevirdiğimiz zaman onun şu andaki halini değil, 25 000 yıl önce gönderdiği ışığı, yani 25 000 yıl önceki hâlini görüyoruz. O ışık yola çıktığında biz henüz mağaralardan çıkmamıştık.

Bugünü değil bir hafta öncesini görüyorsunuz

Virüsle ilgisi ne? Şu ilgisi var. Virüsün bulaşması ile hastalığın ilk belirtilerinin görülmesi arasında ortalama 5 gün var. İlk belirtiler pek hafif olabilir. Onun için bulaşma ile teşhis arası 7 gün gibi. Yani biz, bugünkü hastalara baktığımızda aslında 7 gün önceyi görüyoruz. Bu ne demek? Şimdi hasta olduğunu bildiğimiz insanlar, 7 gün önce aramızdaydı, gayet sağlıklı görünüyor, öksürmeden, tıksırmadan dolaşıyordu. Fakat hastaydılar ve bulaştırıyorlardı.
Bu bir şey daha demek: Şu komşu sayısını azaltmak için aldığımız önlemler var ya. Hani sosyal mesafe, evden mecbur değilsek çıkmamak, okulların tatil edilmesi ve diğerleri. Bütün bunları yaptık ama hasta sayısı hızla artıyor… demeyin. Alınan önlemlerin sonuçlarını ancak yedi ila on gün sonra görmeğe başlayacaksınız. Şimdi değil. Bu yazıyı Cuma günü okuyorsunuz. Geçen Cuma okullar henüz tatil değildi ve cemaat Cuma’ya gidiyordu!
Birçok hatamız var. Karantinadaki insanları bir arada yemekhaneye toplamak gibi. Fakat genelde mücadele fena gitmiyor. Sağlık Bakanı’nın kriz yönetimi de başarılı.
***