DR.TAHİR TAMER KUMKALE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DR.TAHİR TAMER KUMKALE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2021 Cumartesi

TEĞMEN MEHMET ALİ ÇELEBİ’NİN CHP’DEN İSTİFA ETMESİ ÇOK YANLIŞTIR.

TEĞMEN MEHMET ALİ ÇELEBİ’NİN CHP’DEN İSTİFA ETMESİ ÇOK YANLIŞTIR. 


BU ZAMANDA BU DAVRANIŞINI SİYASİ İNTİHAR OLARAK DEĞERLENDİRİYORUM


29 Ocak 2021

Bir milletin siyasi alın yazısında mevki sahibi olabilmek için onun ihtiyacını görebilme ve onun kudretini takdir edebilmede ehliyet sahibi olmak birinci şarttır.
- Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1927

Birkaç gündür Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin de içinde olduğu üç CHP Milletvekili genel başkanlarına yazdıkları mektupla gündeme gelmişlerdi. Bilahare demokratik bir olgunlukla Kemal Kılıçdaroğlu tarafından davet edilerek isteklerini ilk elden iletmeleri sağlanmıştı. Sonunda bu üç vekilin istifa ettikleri haberi ajanslara düşmüştü.

18 Ocak 2016’daki aşağıdaki tebrik yazısı ile Atatürkçü CHP tabanının oylarıyla listeleri delerek CHP Parti Meclisine girmeyi başaran genç siyasetçi Çelebi’yi gönülden kutlamıştım. Şimdi ise istifa eylemini kınıyorum. Yanlış yaptığını vurguluyorum.

Ergenekon ve Kumpas davalarının en göz çarpan ismi olarak temayüz eden Teğmen Mehmet Ali Çelebi Türk ordusunun yetiştirdiği Atatürkçü subaylar için örnek alınması gereken bir modeldi. Mahkemelerdeki tutum, davranış ve söylemleriyle gerçek bir Atatürkçünün nasıl olması gerektiğini tüm millete ve dünyaya haykırmıştı.

Bu genç ve başarılı Atatürkçü subayın Atatürk’ün kurduğu partide olması çok doğaldı. Nitekim CHP seçmeni kendisine sahip çıkarak önce Parti Meclisine sonra da TBMM’ne taşımıştır. TBMM sitesi incelendiğinde Mehmet Ali Çelebi’nin çok kısa milletvekilliği yaşamına sığdırdığı aktivitelerin normalin çok üstünde olduğu görülecektir. Yani Çelebi teğmenin inanılmaz enerjisi TBMM’ne taşınmıştır.
Şimdi işin nedenine bakmadan diyorum ki; ülkemizin her alanda içinde bulunduğu buhran döneminde Mehmet Ali Çelebinin her ne sebeple olursa olsun CHP’den istifa etme lüksü ve hakkı da yoktur. İstifa eylemi; doğal olarak Çelebi teğmeni siyaset yapsın diye CHP yönetimine taşıyan halkımızın gözünde “düşman ateşi altında cepheden kaçmak” olarak görülecektir.

Kemal Kılıçdaroğlu eğer gerçek bir lider olduğunu göstermek istiyorsa önce kendi milletvekillerini kucaklamalı, onlarla inatlaşmamalı, isteklerini dikkatlice değerlendirmeli ve Türk milleti önünde Teğmen Çelebi ile iki arkadaşının CHP’den ayrılmasının kabul edilmeyeceğini vurgulamalıdır.
Eğer bunu yapamadıkları takdirde kamuoyu nezdinde kendi partili milletvekillerini elinden kaçıran bir partinin tüm milleti kucaklamasının mümkün olmadığı gerçeği tartışılacaktır.

Türk halkı CHP’nin birleştirici ve bütünleştirici iradesini görmek istiyor.

18 Ocak 2016 Pazartesi

Ergenekon kumpasından uzun süre tutuklu kalan, tutukluluk süresinde Atatürkçü ideal bir Türk subayına yakışan dimdik duruşuyla gönüllerde taht kuran Teğmen Mehmet Ali Çelebi; Kılıçdaroğlu’nun ortada bırakmasına ve istememesine rağmen gerçek Atatürkçü CHP tabanının oylarıyla listeleri delmiş ve CHP parti meclisine girmeyi başarmıştır.

Rütbesi küçük, fikir ve idealleri büyük olan ve Atatürkçü subayların sembolü haline gelen bu silah arkadaşımızı candan kutluyorum. Kendisini her geçen gün Atatürk’ün çizgisinden uzaklaşan yeni CHP’ni tekrar Atatürkçü çizgiye oturtacak kişi olarak görüyor ve sonuna kadar destekliyorum.

Siyasi tecrübesi hiç olmamasına rağmen hiç bir işe yaramayan içi boş kalabalık siyasetçiler içinde Tğm. Çelebi bir yıldız gibi parlayacak ve giderek halkın umudu olan siyasi liderlik tahtına oturacaktır.

O’nun Atatürkçü kişiliğinin, dağınık CHP’ni gerçek muhalefet partisi haline dönüştürerek yeniden iktidar alternatifi yapacağına inanıyorum.
Silah arkadaşları olarak bu genç siyasetçiye her türlü desteği vermeyi bir vatan borcu olarak görüyorum ve arkadaşlarımı bu alanda göreve davet ediyorum..

***

8 Aralık 2018 Cumartesi

Kafkaslar gerçeği ve Kafkasya politikamız


Kafkaslar gerçeği ve Kafkasya politikamız




DR.TAHİR TAMER KUMKALE, 
 26 Mart 2000 Pazar 

TÜRKİYE'NİN KAFKASLAR POLİTİKASI

"OYUNA TEKRAR GİRMEZSENİZ, BAŞARILI OLMA ŞANSINIZ HİÇ OLMAZ."

21 Mart 2000 tarihinde haber bültenlerinden çok ilgi çekici ve beklenmedik bir haber bütün ayrıntıları ile duyuruluyor."26 Mart tarihinde yapılacak Başkanlık seçimlerinde Rusya Devlet Başkanlığına aday olan şimdiki Başkan Vekili Viladimir Putkin bir savaş uçağı ile Çeçenistana gitti. Bu süpriz gezide Putkin eli kanlı haydutlarla Çeçenistan barışı için görüşmeyeceğini, yetkili ve etkili sivillerle görüşmeye hazır olduğunu, bölgeye mutlak barışı getireceklerini bildirdi." Görülen o ki; Rusya'daki başkanlık seçimlerinin geleceği Kafkaslardaki barışa bağlı. Rusya başta olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu için olduğu kadar; Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere batı dünyasında da KAFKASLAR dış politikanın şimdiki odak noktası olma konumunu koruyor.

Türkiye'yi Kafkaslardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Kafkaslar; Türkiye'nin uluslararası dış politikalarına etkisi yanında bölgedeki Türk unsurların varlığı ile iç politikasında da önemli rol oynamaktadır. Ayrıca Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile doğrudan temasın sağlanmasında da bir köprü vazifesi görmektedir.

Kafkaslar; coğrafi yakınlık, ekonomik işbirliği imkanları ve sahibolduğu doğal kaynakları nedeniyle de Türkiye için önemli bir ilgi alanı oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu'nun mevcut problemleri ve ekonomik sıkıntıları yanında, sahibolduğu askeri gücü, kültürel, ekonomik ve idari yapısı ile teşkil ettiği potansiyel tehlike karşısında Kafkasların bir "barış kuşağı" ve"Rusya ile bir tampon bölge teşkil etmesi " Türkiye için çok önemlidir.

Ermenistan ve Gürcistan ile Türkiye arasında muhtemel bir dostluk ve barış sürecinin doğması ve devamının sağlanmasının bu ülkelerin yararına olacağı açıktır. Azerbaycan ile başlatılan dostluk, ve işbirliğinin gelişerek devam etmesi de; hem bölge barışı ve hemde Türk Cumhuriyetlerinin batı ile olan doğrudan bağlantıları için hayati önem arzetmektedir.

Türkiye'nin Kafkas Devletleri ve Kafkas Toplulukları ile ilgili imkan ve kabiliyetleri ve bu bölgede uygulayabileceğini değerlendirdiğim alternatif politikaları ana hatları aşağıya çıkartılmıştır.

1. Sovyetler Birliğinin dağılması ile Kafkaslar'dan ülkemize yönelen tehdit şimdilik ortadan kalkmıştır. Bu durum Türk dış politikasına yeni aktiviteler kazandırmıştır. Kafkaslar; Türkiye için stratejik değere sahiptir. Türkiye eline geçen bu imkanı kendi güvenliği açısından en iyi şekilde korumak ve kullanmak zorundadır.

2. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra Türkiye'nin bu bölge ile bağlantısı daha da önem kazanmıştır. Bu bağlantı; Kafkaslar ,Rusya Federasyonu ve İran gibi üç yol üzerinden sağlanabilir. Bunlardan en güvenlisi Kafkaslar ve Azerbaycan üzerinden yapılanıdır

3. Kafkasların pek çok devlet ve milletten meydana gelen karmaşık yapısı Türkiyenin bölgedeki güvenliği için olumsuzluk nedenidir. Bu olumsuzluğun ana unsurları İran, Ermenistan
ve Rusya'dır. Tek olumlu faktör dost ve kardeş Azerbaycan'ın mevcudiyetidir. Kıbrıs, Türkiye için ne kadar önemli ise Azerbaycan'da en az Kıbrıs kadar önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölgedeki politikası Azerbaycanı her alanda desteklemeğe ve güçlendirmeye dayanmaktadır.

4. Kafkaslarda Türkiye'nin başını ağrıtacak ülkelerden biri sınır komşumuz Ermenistan'dır. Çünkü Ermenistan kendi siyasi emelleri için Kafkasların zaten karmaşık olan yapısına dış faktörleri çekmeği dış politika ilkesi haline getirmiştir. Bu durum Türkiye'yi daha önce de olduğu gibi bölge dışı ve özellikle batılı devletlerle karşı karşıya getirebilecektir. Türkiye buna daima hazır olmak durumundadır. Osmanlı'dan kalan "ERMENİ SOYKIRIMI iddiaları ,daima her platforma taşınmaya hazır beklemektedir.

5. Türkiye; Ermenistan politikasında bu ülkenin deniz bağlantısının olmamasından doğan dezevantajını çok iyi kullanmak zorundadır. Bu devletle olan ilişkilerinde birtakım dostluk heveslerine ve gereksiz iyi niyet gösterilerine kapılmadan aklıselim ile hareket etmelidir.

6. Kafkaslardaki bir diğer önemli sorun da İran'dır. Bilindiği gibi İran Azerbaycanı'nda bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin birkaç katı Azeri yaşamaktadır. İran; Türkiye'nin elinden Azerbaycan faktörünü almak ve/veya hiç değilse zayıflatmak için her çareye başvuracaktır.
Ankara -Bakü eksenine alternatif olarak bölgede Tahran-Erivan ve hatta Tahran-Moskova ekseninin kurulması bir fantezi değildir. Türkiye'nin İran'ın bölgedeki faaliyetlerini dikkatle izlemesi gerekmektedir.

7. Bütün bunların içinde Türkiye için bölgede sıkıntı yaratacak en büyük faktör Rusya Federasyonu'dur. Türkiyeye yönelik Çarlık Rusyası'ndan gelen temel hedefler değişmemiştir ve aynen muhafaza edilmektedir. Türkiye bugün Rusya'yı bu hedeflerinden uzaklaştırmak için bu devletle çeşitli işbirliği projelerine girmiştir. Bunlardan en önemlisi Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi' dir.

Bunun yanında Türkiye; Karabağ meselesine de Rusya' yı ortak ederek (Ermenistan üzerindeki etkinliği dolayısıyla )çözüm için iş birliği yaratmak istemiştir. Bunların hiçbiri ciddi bir sonuç vermemiştir. Kısacası Rusya; Türkiye'nin bütün çabalarına rağmen bölgedeki varlığı için Türkiye'yi hala en büyük tehdit ve kendi politikalarına engel olarak görmektedir. Hiçbir zaman Türkiye ile işbirliği içinde olmak istememektedir.

8. Kafkaslar da Türkiye'nin önem vermesi gereken ülkelerden biri de GÜRCİSTAN'dır. Bu ülke her alanda Rusya'ya bağımlıdır. Gürcistan ile olan münasebetlerimizde de Rusya faktörü daima gözönünde bulundurulmalıdır.

Sonuç olarak KAFKASYA; TÜRKİYE için olduğu kadar RUSYA FEDERASYONU içinde çok önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölge ülkeleri ile ilişkilerini sürdürürken daima gözönünde bulundurması gereken genel prensiplerin özünde Rusya ile olan ikili ilişkilerimiz yatmaktadır. Bu prensipleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

 * Kafkas ülkelerine yaklaşımın PAN-TÜRKİST olmamasına özellikle dikkat edilmelidir.

 * İlişkilerin geliştirilmesinde Rusya'nın karşımıza alınmamasına özen gösterilmelidir.

 * Uluslararası kuruluşlar ve bilhassa batı ülkeleri nezdinde Türkiye'nin yayılmacı bir ülke imajı yaratmamasına dikkat edilmelidir.

 * Bölge ülkelerinin Rusya ile olan ilişkileri ve bağımsızlıklarının derecesi takip edilerek Türkiye'nin politikaları buna göre şekillendirilmelidir.

 Yukarıda sayılan genel prensipler çerçevesinde bölgedeki hedflerimiz şunlar olabilir;

 (1) Kafkasya'yı Orta Asya ve Rusya Federasyonu ile ulaşım yollarımız bakımından rahat geçit veren bir köprü durumuna getirmek.

 (2) Rus yayılmacılığının yeniden canlanması ihtimaline karşı bu bölgeyi bir tampon bölge haline getirmek

 (3) Türk ekonomisinin güçlendirilmesi için karşılıklı çıkar ilkesi korunmak kaydı ile bölgenin ekomik potansiyelinden azami yararlanmaktır.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
26 Mart 2000 Pazar


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=24

***

22 Mart 2018 Perşembe

TÜRKLERİN ERGENEKON BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN

TÜRKLERİN ERGENEKON BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN










Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendine mahsus adetleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir Millet ne taklit ettiği Milletin aynı olabilir, Ne de kendi Milliyeti içinde kalabilir. 
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1923)
—————————–
Toplumlar; aralarında bulunan duygu, düşünce ve davranış biçimi, ırk, din, dil ve menfaat gibi hususlarda benzerlik ve beraberlik bulunan insanların bir araya gelmeleri ile oluşurlar ve sosyal bir varlık gösterirler.. Bir toplum binlerce yıldan günümüze taşıdığı gelenek ve göreneklerinden Anayasa düzeyine kadar uzanan hukuk kurallarına birlikte uyar ve onlara göre organize olursa millet olma aşamasına erişir. Ancak bu aşamadan sonra devletin varlığından söz edilebilir.
Milletlerin milli karakterleri, yani onların ayrı bir millet olduğunu belirleyen değişmez vasıfları en az bin yılda oluşur ve millileşir. Her millet ayrı birikimlere sahip olduğundan milletlerin oluşturduğu devletlerde milletleriyle ayni bilgi birikimine sahip olurlar.
Diğer toplumlarla ve değişik kültürlerle bir arada yaşamak zorunda kalındığında bazı milli değerler kayıplara uğrayabilir. Burada maddi değerlerin yitirilmesi veya değişik şekiller alması pek önemli değildir. Fakat önemli olan milletlerin sahip oldukları manevi değerleri yitirmemeleridir. Çünkü manevi değerler korunabildiği takdirde kaybedilen maddi değerlerin zaman içinde geri kazanılması mümkün olmaktadır.
Kültür unsurları arasında en az değişeni örf ve adetlerdir. Türk milli kültürünü yozlaştırmak ve yok etmek, binlerce yıldır değişmeden günümüze taşıdığımız milli kültür değerlerimiz üzerinde şüphe yaratmak, milli tarih konularında uydurma yayınlar ile halkın kafasını karıştırmak Türklük düşmanlarının çok yaygın olarak kullandığı yöntemlerdir.
Kırk yıla yakın bir süredir ülkemizi yangın yerine çeviren bölücü unsur yanlıları batı kamuoyunun Türk kültür konuları üzerindeki bilgi noksanlığından yararlanarak Türk Ergenekon Bayramı olarak tanımlayabileceğimiz 21 Mart NEVRUZ BAYRAMI’nı istismar etmeye çalışmaktadır. Bayramların insanlar arasında saygı-sevgi ve dayanışmayı sağlayan özelliğine rağmen beyinleri satın alınmış bölücü çevrelerce NEVRUZ BAYRAMI kanlı gösterilerle kutlanmaya çalışılmaktadır.
Oysa küresel mihraklarca Kürt toplumuna mal edilmeye çalışılan NEVRUZ BAYRAMI; binlerce yıldır Türk dünyasında bütün Türk Toplulukları tarafından uygulanan bir büyük kültür gösterisidir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında resmi bayram niteliğinde olup, çok görkemli törenlerle kutlanan NEVRUZ, miladi takvimin kabulünü müteakip resmi bayram olmaktan çıkartılmıştır.
21 Martta kutladığımız NEVRUZ kelimesi halk arasında, YILBAŞI=YENİGÜN= GÜNDÖNÜMÜ anlamında kullanılmaktadır. NEVRUZ; gece ile gündüzün eşit olduğu ve ayni zamanda baharın başladığı gündür. NEVRUZ; Türklerin yaşadığı büün yörelerde “Ergenekon Bayramı”, ” Bozkurt Bayramı”, “Tabiat Bayramı”, “İlkbahar ve Köylü Bayramı” olarak kutlanmaktadır.
NEVRUZ; soğuk ve karamsar günlerden ılık, güneşli ve bereketli günlere, yani bahara geçişi müjdeleyen, demirden dağı eriterek Ergenekon’dan hürriyete ve güzel günlere çıkışın simgelendiği Türk milli bayramıdır. Eğer biz devlet olarak NEVRUZ gibi milli kültür değerlerimize sahip çıkmadığımız ve bu değerlerin bütün milletçe kullanılmasına imkân vermediğimiz sürece çeşitli çıkar çevreleri ve bu çevrelere kendini yakın gören siyasi gruplar bu değerlere sahip çıkmaktadır.
Bilelim ki, küreselleşen dünyada ise milli değerlere yer yoktur. Küresel mimarlar kitle iletişim araçlarındaki hâkimiyetlerinden yararlanarak milli kültür değerlerini önce yozlaştırmak, sonra bozmak ve bu şekilde milleti bu bozuk değerlerden soğutarak kimliklerinden uzaklaştırmak yolunda ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Bu oyunları iyi bilmeli ve değerlerimize dört elle sarılmalıyız.
NEVRUZ, bütün yok etme çabalarına rağmen binlerce yıl öteden günümüze taşınmış ve yaşatılmaktadır. Nerede bir Türk varsa her 21 Mart geldiğinde orada NEVRUZ vardır. Bugün vardır. Yarın da olacaktır.
Milletimin Ergenekon Bayramı’nı – Gündönümü’nü – Yenigün’lerini candan kutluyorum. Bir dahaki YENİGÜN’ lerde daha çok kenetlenmiş ve birlik içinde kutlamalarını diliyorum.

31 Ekim 2017 Salı

10 KASIM 2016 TÜRKİYESİNDE ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ

10 KASIM 2016 TÜRKİYESİNDE ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ



unnamed


Türk milletinin idaresinde ve korunmasında milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte tuttuğumuz idealdir .
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1935)
————————————–
Gazi Mustafa Kemal Atatürk; binlerce yıllık Türklüğün son yüzyılının vazgeçilemez bir simgesidir.
Atatürk; tarihten silinmek istenen Türk ismini yeniden dünyaya kazımıştır. Tarihi işlevini bitirmiş Osmanlı imparatorluğunun öz cevherinden Türk milli şuurunu uyandırarak yepyeni bir devlet oluşturmuştur. Öldü denilen Türk milletini yeniden tarih sahnesinin çok saygın bir toplumu haline getirmiştir.
Bugün sadece Türk milleti değil, bütün insanlık alemi de O’nun fikir ve düşünceleri ile yaşantılarına yön vermektedir. İnanıyorum ki bu yarında devam edecektir.
Ölümünün üzerinden 78 yıl geçmesine rağmen anayasamızın dibacesinde yer alan ve anayasaya yön veren “Atatürkçü Düşünce Sistemi” yapılan tüm değişikliklere rağmen aynen durmakta ve Türk toplumunun yaşantısına yön vermektedir.
Dost ve düşman bilmelidir ki bir avuç gafil ve kendini bilmez satın alınmış kalabalığın dışında tüm Türk milleti Ata’sının İlke ve İnkilâpları doğrultusunda O’nun gösterdiği hedeflere ilerleme gayreti içindedir.
Atatürk ile birlikte 20 nci asra damgasını vuran dünya liderlerinden Hitler, Mussolini, Stalin, Lenin, Mao Che Tung, Tito gibi ünlü kişiler her türlü fikirleri ve eserleri ile birlikte tarihin derinliklerinde yerini almışlardır. Günümüzde yaşayan ve tarihe damgasını vuran tek lider Türktür ve o lider Mustafa Kemâl Atatürk’tür.
“Atatürkçü Düşünce” kavramı ile; Mustafa Kemal Atatürk’ün kaynağını ve gücünü Türk milletinden, O’nun binlerce yıllık tarihi geçmişinden ve kültüründen aldığı; günümüz şartlarına, akla, mantığa, Türk milletinin temel ihtiyaçlarına, arzu ve isteklerine, kabiliyet ve becerilerine, çağdaş bilim ve teknolojinin gereklerine uygun şekilde geliştirdiği; Türk insanının ve Türk toplumu’nun davranış ve faaliyetlerinin Türk milli hedefleri doğrultusunda yönlendirmek ve yönetmek için ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tümü akla gelmektedir.
Atatürk’ün fikir ve düşüncelerinin küresel saldırılarla unutturulmaya çalışıldığı, eserlerinin birer birer yok edilmesi için yoğun çabaların sürdürüldüğü 10 Kasım 2016 Türkiyesinde ülkesini ve milletini seven her Türk Atatürkçü olmak zorundadır.
Her Türk Atatürk’ü ve Atatürkçü Düşünce’yi anlamak için çaba harcamalıdır. O’nu tanıdıkça insanlarımız aslında kendini tanıyacaktır. Geleceğine ait güveni artarak yarınlara daha iyimser gözle bakacaktır.
Aramızdan şeklen ayrılışının 78 nci yılında Türk milleti’ne kutsal Anadolu toprakları üzerinde ölümsüz eseri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni armağan eden Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün aziz hatırasını saygı ile anıyorum.

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde verdiği talimatı kavramış, eserlerini her türlü zorluğa rağmen sonsuza kadar yaşatacak derecede bilinçli ve inançlı genç nesillerimizin var olduğunun bilinmesini istiyorum…

***

21 Ocak 2017 Cumartesi

GÖZÜMÜZ AYDIN SULTANLIK GERİ GELİYOR



GÖZÜMÜZ AYDIN SULTANLIK GERİ GELİYOR,



DR.  TAHİR TAMER KUMKALE

“Ulus, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Ulusun yanılgıdan korunması için tek çıkar yol, düşünce ve davranışlarıyla ulusun güvenini kazanmış siyasal bir partinin, seçimlerde ulusa kılavuzluk etmesidir.”

————————————-


f1569652460_tbmm


97 yıl önce egemenliği padişahtan alarak millete veren, kurtuluş savaşını yapıp Türkiye Cumhuriyetini kuran TBMM; bu defa milletin vekillerinin oylarıyla egemenliği tekrar padişaha devrettiğini açıkladı.


Bu kararla vekillerimiz tüm milli değer yargıları ile birlikte hür iradeleri ile hareket edebilme yeteneklerini kaybettiklerini ortaya koydular.
Şimdi söz tekrar millette. Yani vatanın asli sahiplerinde..


Başına gelebilecekleri aziz milletimiz algılayabilecek mi?


Vekillerinin verdiği egemenliği milletimiz geri alabilecek mi?


Yeniden TBMM duvarlarına ” HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” ibaresi asılabilecek mi?

Benim yetmiş yıllık yaşam tecrübem REFERANDUM’da ayni sonucun çıkacağını söylüyor. Ama umudumuzu da asla kaybetmememiz gerektiğine de inanıyorum.,
Zengin tarihimizin Türklerin en olumsuz şartları dahi son anda olumlu hale getirebildiğinin örnekleri ile dolu olduğunu biliyorum ve Türk insanına güveniyorum.


Haydi milletim.. Tekrar şahlan ve boz üzerinde oynanan şer bütün oyunları..


https://kumkale.wordpress.com/2017/01/21/gozumuz-aydin-sultanlik-geri-geliyor/



23 Ekim 2016 Pazar

LOZAN ANTLAŞMASI MUHTEŞEM BİR TÜRKLÜK ZAFERİDİR.

LOZAN ANTLAŞMASI MUHTEŞEM BİR TÜRKLÜK ZAFERİDİR.



DR.TAHİR TAMER KUMKALE, 

29 EYLÜL 2016

LOZAN ANTLAŞMASINI HEZİMET GİBİ GÖSTERMEYE KİMSENİN HAKKI YOKTUR..

images









Lozan Antlaşması, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin yıkılışını ifade eden bir vesikadır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1927-NUTUK)
Günümüzde, Türk milletine esareti layık gören ve topraklarını parçalamayı hedef alan Sevr Antlaşmasını yeniden gündeme koyarak Lozan’ı ortadan kaldırmaya çalışan küresel mimarların sinsi planları doğrultusundaki çabalar devam etmektedir.

Kendini Yeni Osmanlıcı olarak kabul edip Türkiye Cumhuriyetine saldırmayı alışkanlık haline getiren kişi ve gruplar saldırılarına Cumhuriyetin tapu senedi olan Lozan Barış Antlaşmasından başlarlar.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tapusu ve yapı harcı olan Lozan Barış Antlaşmasının 93 ncü şeref yıl dönümünü kutlamayı 15 Temmuz darbe teşebbüsünün sıcak günleri arasında tamamen unuttuk…
Lozan Antlaşması, fiilen 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Cumhuriyetinin dünya devletleri tarafından resmen kabul edildiği tarihi belgedir. Ve bu belge geçen yüzyıl içinde imzalanan barış antlaşmaları içinde değişmeden günümüze kadar devam eden tek uluslararası yazılı uzlaşmadır.
Lozan Antlaşması; Türk milletinin emperyalizme karşı canı ve kanı pahasına kazandığı muhteşem kurtuluş mücadelesi sonunda elde ettiği evrensel bir sonuç belgesidir ve işgal altındaki diğer diğer dünya devletleri için muhteşem bir örnektir.
Antlaşmanın ön sözünde, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesi ilkesi yer almaktadır. Bu ilke, Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nın galipleri ile eşit şartlar altında Lozan’da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren temel hükümdür ve Türkiye’nin istiklal ve hakimiyetinin tanındığını ifade eder.
LOZAN Antlaşması’nın en önemli işlevlerinden birisi de SEVR Antlaşması ile getirilmek istenen sömürge düzenini ortadan kaldırmasıdır. SEVR Antlaşması’nın 231-268 inci maddeleri Osmanlı’nın nasıl esir edilip her alanda nasıl sömürüleceği hususundaki “Mâli ve İktisâdi” çok ağır yaptırım hükümlerini içermektedir. Bu maddelerin aynen kabul ettirilmesi amacıyla Lozan’da çok şiddetli tartışmalar olmuş ve Türk heyetine baskı yapılmıştır. İsmet Paşa direnmiş ve bunları asla kabul etmemiştir. Günümüzde Lozan’da kabul edilen maddeleri eksik bulan gafil beyinler; bu iki antlaşmanın mâli hükümlerini karşılaştırdıkları zaman Lozan’ın kendisini sömürge gibi gören o zamanın süper güçlerine karşı kazanılan gerçek bir zafer olduğunu göreceklerdir.
O zamanın sömürgeci güçlerinin bu şartları kabul ederken akıllarından geçenler ve kendi aralarına anlaştıkları hususlar aynen şöyle idi;
” Evet Türkler askeri ve siyasi büyük bir zafer kazanmışlardır. Fakat şimdi iktisâden sıfır durumundadırlar. Bütün güçlerini harcamışlardır. Ekonomi alanında her şeye sıfırdan başlayacaklardır. EMEK, SERMAYE, BİLGİ, KREDİ, İNSANGÜCÜ, YOL, OKUL ve ÖĞRETMENİ yoktur. TECRÜBESİ de yoktur. Bu yokları, kendiliğinden var etmesi ise fiziken mümkün değildir. Bırakalım Türkler hür ve özgür olsunlar. Ama biz onları daima ekonomik açıdan sömürmeye devam edeceğiz. Çünkü ihtiyaç duyacağı herşey bizde. Her alanda bize muhtaçlar ”
Ama o devletler Mustafa Kemal gerçeğini asla görememişlerdir.
Lozan Antlaşması; Ortadoğu’da sürekli barış sağlayarak dünya barışına da hizmet etmiştir. Türkiye, Lozan ile uluslararası alanda hukuki ve siyasi yönden değerini kabul ettirerek uluslararası toplumun itibarlı ve barışçı üyesi olmuştur.
Lozan’daki kazanımların temelinde istiklal mücadelesinin, dökülen kanların ve emsalsiz bir azmin bulunduğu gerçeği unutulmamalı, Lozan’dan vereceğimiz tavizlerin ülkemiz için karanlık günlerin başlaması anlamına geldiği bilinmelidir. Ayrıca Lozan’ı korumak için daima güçlü bir orduya ihtiyacımız olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir.
“Lozan’ın zafer değil, aslında bir hezimet olduğu” hususunu medyada sıkça dile getirilmesinin ardındaki asıl düşünce, Sevr Antlaşmasının bölünmemizi öngören maddelerini geri getirmektir.
Küresel mihrakların içimizdeki paralı uşakları tarafından Lozan’ın temelini teşkil eden “Tam bağımsız üniter bir Türk devleti” yapısı bozulmaya çalışılmakta ve bağımsız bir Kürt devleti ile federal bir sisteme geçiş aşamasına gelindiği dile getirilmektedir. Oysa tarihi gerçekler gösteriyor ki, Anadolu Türk beylikleri arasındaki mücadelenin bitirilerek Osmanlı egemenliği altında Anadolu’da Türk birliğinin tesisi tam 300 yıl sürmüştür.
Gerçek Türk tarihi hakkında yeterince bilgilendirilmemiş Türk halkı kontrol altına alınmış yandaş medyanın kendisine sunduğu yalan-yanlış bilgiler yüzünden adeta bir akıl tutulması ile karşı karşıyadır.
TC’nin bölünmeye asla tahammülü yoktur. Anadolu topraklarında üniter yapı içinde merkezi hükumet tarafından yönetilmek coğrafyanın zorunlu kıldığı bir gerçektir. Bölge üzerindeki emperyalist küresel güçlerin çıkarlarına karşı ancak böyle güçlü bir devlet yapısı içinde karşı konulabilir. İşte bu yüzden Anayasa ile devletimizin yapısı üniter olarak tesis edilmiştir. Bugün dış güçler el birliği ile Anadolunun üniter yapısını dağıtmaya çalışırken, bizim millet olarak temel hedefimiz bu büyük üniter gücü her ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek olmalıdır.
Küresel güçler, 4 Haziran 2003’de TBMM’de kabul edilen Uluslararası İkiz Yasalar’a rağmen Türkiye’nin bölünme ve parçalanmasının önündeki en büyük hukuki engel olan Lozan Antlaşmasını geçersiz kılmak var güçleri ile saldırmaktadır. Küresel hegemonya bölgemizde hızla genişlemektedir.
Atatürk’ten sonra teslimiyetçi ve küresel güçlerin çizdiği esasları olduğu gibi uygulamaktan başka bir varlık gösteremeyen ülkemizin dış politika anlayışında köklü düzenlemelere ihtiyaç vardır. Dünyanın merkezindeki coğrafi konumu ile Türkiye çok yönlü dış politikalar izleyebilecek bir özelliğe sahiptir. Türkiye’nin konumu ve sahip olduğu milli güç potansiyeli bu coğrafyada kendisine dış politika açısından önemli seçenekler sunmaktadır. Çünkü Türkiye; Asya, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Balkan, Kafkasya, Ortadoğu, NATO ve bir İslam ülkesidir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında yer alan bir Türk Ülkesidir.
Türkiye; bu çok yönlü, çok taraflı seçenekleri dolayısıyla bölgesinde güç dengelerini sağlayabilecek stratejik bölge hakimiyeti için aktif rol üstlenebilecek kadar güçlüdür. Türkiyeyi yönetenler bu büyük gücün farkında olmak ve dünyanın yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin ağırlığını her platformda hissettirmek zorundadırlar.

Kurtuluş Savaşı ile kazandığımız uluslararası siyasi haklarımızı belgeleyen Lozan Belgesi; ülkemiz üzerindeki gizli emelleri bulunan küresel
güçlerin önündeki en önemli engeldir. Milletçe bu tarihi belgeye sımsıkı sarıldığımız takdirde tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatılacaktır.


ASKERİ BİRLİKLERİN ŞEHİR DIŞINA TAŞINMASI YANLIŞTIR



ASKERİ BİRLİKLERİN ŞEHİR DIŞINA TAŞINMASI YANLIŞTIR





Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927)





unnamed


36 yıllık askerlik yaşamımda edindiğim tecrübelere dayanarak diyorum ki; bugün her biri şehirlerimizin en değerli yerleşim yerleri haline gelmiş, kent insanına nefes aldıran yemyeşil yaşam alanları haline dönüşmüş askeri kışlaların hepsi, taktik ve stratejik mülahazalar göz önünde bulundurularak başlangıçta tamamen şehirlerin dışında kurulmuşlardır.
Çünkü askerlerin yaşam ve eğitim alanı şehirler değil, kırsal arazidir. Halkın zirai ve ticari yaşamlarına uygun olmayan çorak ve engebeli arazilere özellikle konuşlandırılan askeri birlikler kısa sürede bulundukları bölgeleri mamur ve bayındır hale getirmişlerdir. Sonunda askeri kışlaların çevresi sivil yaşam için cazibe merkezi haline gelmiştir.

1969 yılında teğmen rütbesi ile Ağrı’nın Patnos ilçesinde görev yaptım. Ve yeni hizmete açılan Sunay Garnizonundaki simsiyah ve sert toprağa ağaç dikmeye çalışırken zamanın Belediye Başkanı Kerem Şahin’in alaycı bir tavırla söylediği sözlerini hiç unutmadım;

“Komutan boşuna uğraşmayın, bulunduğunuz bölgede değil ağaç ot bile bitmez. Biz zaten bu araziyi işe yaramadığı için size verdik.”

Ama biz inat ettik. Ve o çorak araziyi Cennete Çevirdik. 1989’da ayni yere Alay K. olarak tayin olduğumda Sunay Kışlası yemyeşil bir ormanın içinde tamamen kaybolmuştu. İlk işim kendi diktiğim ağaçların altında ailelere bir piknik düzenlemek olmuştu.

Gururla söyleyebilirim ki; ülkemin asker eli değen her köşesi daima mamur ve müreffeh bir sosyal yaşam merkezi olmuştur.

Bugün Silahlı Kuvvetler içinde bir kaç gafil ve aldatılmış kişinin yaptığı darbe girişimini bahane ederek askeri birliklerimizin; apar topar, ve yangından mal kaçırır gibi şehir dışına çıkarılmasını asla kabul etmiyorum. Bunun nedeni darbe girişimi asla olamaz. Çünkü darbe yapmayı kafasına koyanlar için birliklerin şehir dışında bulunması engel değildir. Bilakis gözden ırak olduklarından kontrol edilmesi daha da zorlaşacaktır.

Bugünkü acil taşınma faaliyetinin arkasında değerleri ölçülemeyen askeri arazilerden yandaşlara rant elde etmek ihtiyacının yattığı fikri öncelikle akla gelmektedir. BU konu sosyal medyada sıkça dile getirilmektedir. İnşallah buradaki amaç; her biri ölçülemeyecek maddi değeri haiz askeri arazilerin yandaşlara ve özellikle de petrol şeyhlerine peşkeş çekmek değildir.
Şurası unutulmamalıdır; 1 inci Dünya Harbi sonunda başkent İstanbul’u işgal eden askeri yönetimler dahi Osmanlı kışlalarını işgal etmemişler ve askeri birliklerin yönetimlerini kendi iç işlerinde serbest bırakmışlardır.

Yarım asırdır girmek için uğraştığımız Avrupa birliği ülkelerinde askeri birliklerin tamamına yakını büyük şehirlerin içinde ve görünür yerlerdedir. Ve bu birlikler konuşlandıkları tarihi binaları inşa edildikleri günkü dizaynı içinde mamur halde tutarak tüm şehirleri bir tarih müzesi haline dönüştürmüşlerdir.

Özet olarak; alınan kararların çok hızlı ve üzerinde yeterince düşünülmeden getirisi-götürüsü ve ne olacağı incelenmeden alındığını değerlendiriyorum. Bu işten ordunun değil, ama halkımızın zararlı çıkacağını kıymetlendiriyorum.
Çünkü askerin asli görev yeri şehirlerdeki kışlalar değil, arazidir. Askerler; tüm zamanını mobil olarak arazide yaşayacak şekilde organize olmuşlardır. Yer değiştirmek O’nun savaşma gücünü fazla etkilemez. 
Asker en kısa sürede konuşlandığı yeni bölgede ayni gücünü muhafaza eder. Ama, her biri tarihi bir değer taşıyan kışlalarımızın ayakta kalması ve gelecek nesillere aynen kazandırılması için askerin disiplinli ve yenilikçi bakış açısına ihtiyaç vardır. Ayrıca halkın güvenliği için şehirdeki kışlalara ve askerlere her zaman ihtiyaç vardır.

Sonuç olarak; Kışlaların acilen taşınması ve askerin boşalttığı yerlerin rant şebekelerine teslim edilme kaygısını benim gibi halkımızın büyük bir kesiminin de taşıdığı görülmektedir.

Henüz vakit erkendir. Söylemleri ve tutarlı davranışları ile kısa sürede toplumun beğenisini kazanan Başbakan Binali Yıldırım’ın konuyu bir kere daha etraflıca değerlendirmesinde yarar görüyorum.


..

3 Temmuz 2016 Pazar

SURİYELİ MÜLTECİLERİ VATANDAŞLIĞA İSTEMİYORUM..



SURİYELİ MÜLTECİLERİ VATANDAŞLIĞA İSTEMİYORUM..



DR.TAHİR TAMER KUMKALE,
03 TEMMUZ 2016 PAZAR

intro-1458162343









  
Harp zaruri ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ”Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmiyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)


————————————–

BANA SORMADAN SURİYELİ MÜLTECİLERE VATANDAŞLIK HAKKI TANIYAMAZSINIZ…
KABUL ETMİYORUM VE İZİN VERMİYORUM… 
SİZDE İZİN VERMEYİN..

Haber aynen şöyle; Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 Temmuz 2016’da Kilis’te Kızılay’ın şehit aileleri ve Suriyelilere verdiği iftar yemeğinde yaptığı konuşmada  “ Suriyeli mültecilerden isteyenlere vatandaşlık verileceğini ” söyledi.

Vatandaşlık; bu vatanın gerçek sahiplerine yani bu toprakları kanı ve canıyla vatanlaştıran Türklerin çocuklarına verilen anayasal bir haktır. Bu hakkı Türklerden başkasının kullandırmak için bize, yani vatanın gerçek sahiplerine sormanız ve benden izin almanız gerekmektedir.
Hiç bir makam ve mevki sahibinin yani benim seçtiklerimin benim adıma vatan topraklarını ve vatanın bizlere tanıdığı hakları başkaları ile paylaştırmaya, yani bu vatanın nimetlerine başkalarını ortak etmeye hakları yoktur.. 

Olamaz..

Şiddetle reddediyorum.. Ben Suriyelilere Türk vatandaşlığı payesi verilmesini asla kabul etmiyorum ve şahsen izin vermiyorum.
Ben Suriyelileri Suriye topraklarında kendi bayrakları altında dostum ve kardeşim olarak görmek istiyorum.

Bu vatanın nimetlerini kimseyle paylaşmak istemiyorum. Evime gelen misafiri ağırlamaktan gurur duyuyorum. Ama onları asla evime ortak etmek istemiyorum.

Evet, bugün Suriyeliler sıkıntı içindedir. İnsan olarak onlara sahip çıkmak, yardımlaşmak , acısına ortak olmak benim insanlık görevimdir. Ama bu onları bu toprakların sahibi olarak benim sahip olduklarıma ortak olmayı gerektirmez.

Sıkıntılı günler birlikte aşılır ve Suriyeli ailelerin tamamı kendi vatanlarına ve evlerine dönerler.

78 milyon Türkün de benim gibi düşündüğünü biliyorum.
Sonuç olarak; Türk vatandaşlarını Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilmesine karşı çıkmaya davet ediyorum.

Birlik olalım sesimizi yükseltelim. Suriye’ye barışın gelmesine destek için Türk yöneticilerini uyaralım.

Gayretlerini Suriyelileri Türkiye’nin nimetlerine ortak etmeye değil, kendi vatanlarına dönmesi için o ülkede barışın sağlanması yönünde kullanmalarını isteyelim.

https://kumkale.wordpress.com/2016/07/03/suriyeli-multecileri-vatandasliga-istemiyorum/

..