ENERJİ EKSENLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ENERJİ EKSENLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2016 Cumartesi

AVRASYA'DA ENERJİ EKSENLİ BİTMEYEN " BÜYÜK OYUN " BÖLÜM 2



AVRASYA'DA ENERJİ EKSENLİ BİTMEYEN " BÜYÜK OYUN "   BÖLÜM  2


Fransa ve Almanya yanında yer almayan ülkelerin bu tutumu hiç kuşkusuz ABD’nin küresel oyununun bir parçasıydı. Almanya ve Fransa’ya karşı alınan bu önlem bir bakıma ABD’nin “ Yeni Dünya Düzeni ” politikası çerçevesinde, bu iki ülkenin tek başlarına yada birlikte “küresel güç” hâline gelmelerinin önüne geçmek için de bir fırsattı. Fernand Brudel Vakfı’nın uzmanlarından Immanuel Wallerstein’a göre; “...Jeopolitik üzerine en temel bilgisi olan herkesin bildiği gibi, ABD’nin 1945’den sonra en çok korkmak zorunda kaldığı koalisyon Fransa, Almanya ve Rusya’nınkiydi. Amerikan politikası bunun olanaksız olmasına dayanıyordu. Böyle bir kolalisyonun en küçük ipucu görüldüğünde ABD üçünden en az birisini ayırmak için harekete geçiyordu. 

  De Gaulle 1945-46’da Moskova’ya karşı ilk defa jest yaptığında ve Willy Brandt Ostpolitik’i (Doğu politikası) duyurduğunda böyle olmuştu. Bu tip bir ortaklığı yaşama geçirmenin ne kadar güç olduğuna dair her çeşit neden var. George Bush tüm bu güçlükleri aştı ve ABD için bir kabusun gerçekleşmesini başardı. 1945’den beri ilk defa bu üç güç çok önemli bir konuda ABD’ye karşı açıkça bir çizgiye dizildiler. ABD’nin bu duruşa kamuoyu önünde gösterdiği tepki birliği daha da güçlendiriyor. Eğer Donald Rumsfeld Arnavutluk’un ve Makedonya’nın, hatta Polonya ve Macaristan’ın, desteğini yüzlerine doğru sallamanın bu yeni üçlüyü korkutacağını düşünüyorsa gerçekten çok saf olmalı. ABD için bir Paris-Berlin-Moskova eksenine karşı akla gelen bir dostluk ekseni Çin, Kore ve Japonya ile bir jeopolitik ittifak olacaktır...”13

6 Aralık 2005’te Romanya’da ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile Mihail Razvan Ungureanu birçok üssün ABD tarafından kullanılmasını kapsayan bir anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşma ile ABD ilk kez eski Varşova Paktı üyesi ülkelerden birinde askeri üs kurmuş oldu. Romanya’nın Karadeniz kıyılarındaki yeni ABD üslerinin, ABD’yi Ortadoğu ve Orta Asya’daki potansiyel krizlere yaklaştırmış olduğu değerlendirmeleri yapılmıştır.14 ABD, benzer bir askerî üs anlaşmasını da Bulgaristan ile imzaladı. Amerikan silâhlı kuvvetlerinin Bezmer ve Grafignatiev havaalanları ile Nova Selo askerî tesislerine kendi askerlerini ve uçaklarını konuşlandırmasını ve buraları Amerikan üssü olarak kullanılmasına izin veren anlaşma, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile Bulgaristan Dışişleri Bakanı İvaylo Kalfin tarafından 28 Nisan 2006’da Sofya’da imzalandı. Anlaşma, Burgaz bölgesindeki Aydost kenti yakınlarındaki askerî depoların Amerikan askerlerinin hizmetine verilmesini de öngörmektedir. Anlaşmanın geçerlilik süresi 10 yıl olmakla birlikte, bu süre sonunda iki tarafın istemesi hâlinde geçerlilik 10 yıl daha uzatılabilecektir.15

Romanya ve Bulgaristan’daki üslerin varlığı dahi, ABD’nin Karadeniz’de daha etkin olabilme isteğini karşılayamamaktadır. Bu maksatla ABD, terörle mücadele kapsamında Akdeniz’de NATO ülkelerince yürütülen “Aktif Gayret” harekâtının Karadeniz’e genişletilmesini istemiştir. Bu isteğe karşılık Rusya Donanma Komutanı Amiral Vladimir Masorin, Karadeniz’deki benzer harekâta sâdece bölge ülkelerinin katılması gerektiğini, Karadeniz’e yapılacak dostane gemi ziyaretlerine karşı olmadığını, ancak büyük çaptaki harekâtı ise Karadeniz sahildarı ülkelerden oluşan Karadeniz Deniz İşbirliği Harekâtı (BLACKSEAFOR)’nın icra etmesinin daha uygun olacağını söylemiştir.16 Buradan da anlaşılacağı üzere Rusya, Karadeniz’de bir ABD deniz gücü varlığını istememektedir. Aslında Montreux Boğazlar Sözleşmesi gereği, ABD gibi Karadeniz sahildarı olmayan ülkelerin deniz kuvvetleri unsurlarının Karadeniz’e geçişle ilgili tonaj sınırlamaları yanında, Karadeniz’de kalış süresiyle de ilgili kati sınırlamalar mevcuttur. Bu durumda ABD savaş gemileri her ne maksatla olursa olsun, Karadeniz’de 21 günden daha uzun bir süreyle kalamaz.17 Kalması demek, uluslararası Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlâli demektir. Öte yandan, Montreux Sözleşmesi’nin delinmemesi için bugüne kadar Türkiye’de henüz hiçbir önemli taviz verilmediği de bilinen bir gerçektir.

Karadeniz’de ABD’nin bir hava üssünün varlığı Türkiye açısından nispeten göz ardı edilebilir olmakla birlikte, deniz üssünün varlığı endişe verici olacak kadar ciddîdir. ABD deniz kuvvetleri yüzer unsurlarının bu üslerdeki varlığını sürdürmesi ile Türkiye’nin üstünde titrediği çok önemli uluslararası andlaşmalardan Montreux Boğazlar Sözleşmesi delinmiş olacaktır. Bu gelişme neticesinde; (1) Rusya güvenlik endişesiyle Karadeniz’de silâhlanarak yeni bir donanma vücuda getirmek isteyebilir. Bu gelişme Türkiye’ye karşı Karadeniz’de yeni bir tehdit demektir. (2) Muhtemel tehdit karşısında Türkiye de Karadeniz’de yüzer birlikler konuşlandıracak, BLACKSEAFOR’la kurulan Karadeniz’deki dostluk kaybolacak ve yeni bir silâhlanma yarışına gidilecektir. Tüm bunlar Türkiye’nin savunma harcamalarını artıracağı gibi, Karadeniz’de tesis edilen barış ortamını tehdit eder hâle gelecektir. Keza, Karadeniz ile hinterlandında, Türkiye ile Rusya’nın ikili ya da çok uluslu olarak hayata geçirebileceği “Mavi Akım” gibi ortak projeler akamete uğrayabilecektir.18


Karadeniz’in Hinterlandı Türkistan ve Hazar Havzasındaki Durum

Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle, 1991 yılında Orta Asya’da Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan ile Kafkasya’da Azerbaycan Türk ya da Oğuz unsurunun kurduğu yeni devletler olarak doğdular. Bu ülkelerin bir kısmının yer aldığı coğrafya karbon fosili yanında, uranyum bakımından da oldukça zengindir. Dünya uranyum rezervinin yüzde 25’ine sahip Kazakistan’ın 5 yıl içinde uranyum zenginleştirme ve nükleer enerji santrallerinin ağır su ihtiyacını karşılamada lider üretici ülke kimliği kazanacağı beklentisi mevcuttur.19 Dünyanın en kaliteli altını (yüzde 99.99) Özbekistan’da olup, Özbekistan’ın yıllık altın üretimi 1990’lı yılların başında 60-70 tondur.20 Eski Sovyet döneminde Orta Asya, Sovyetlerin kömür rezervinin yüzde 30’unu, bakır üretiminin yüzde 76’sını, çinkonun yüzde 86’sını, kromun yüzde 90’nını, civa ve bizmutun tamamını, uranyumla birlikte nikelin yüzde 80’nini, manganezin yüzde 50’sini, karşılamaktaydı.21

ABD Başkanı Bill Clinton, “21. yüzyılda ABD’nin en önemli stratejik görevi Avrasya bölgesinde stratejik bir blok kurulmasına engel olmaktır” demiştir. Hazar enerji kaynakları ile yakından ilgilenen ABD’li yazar Gerald Robins ise; “İpek boru hatlarını kontrol edenin dünyayı da kontrol edeceği” tespitinde bulunmuştur.22 Enerji kaynakları nedeniyle bölgeye özel ilgi duyan ülkeler; Rusya, Çin, ABD, AB, İran, Hindistan, Japonya, Pakistan ve İsrail’dir.

Yeni Türk devletlerinin açık denizlere çıkışlarının bulunmayışı, sâhip oldukları petrol ve doğalgazı kolayca değerlendirebilmelerinin önündeki en büyük engeldir. Bu nedenledir ki Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan çoğu kez Moskova’nın yolunu izlemek zorunda kalmaktadırlar. Moskova’nın kontrolünü bertaraf etmek amacıyla zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarını Rusya topraklarından geçirmeden dünya piyasalarına sunmak bu devletlerin temel hedefleri gibi gözükse de, bu durum sanıldığı kadar kolay değildir. Bu ülkelerin ilâveten şu dezavantajları da vardır: (1) 70 yıllık Komünist hâkimiyetinde Türk cumhuriyetlerindeki üretim sisteminin “Sovyet üretim çarkının dişlileri gibi şekillendirilmiş” olmasının yarattığı bağımlılık hâlâ Moskova’ya kontrol imkânı sağlamaktadır. (2) Bu ülkelerde hayli karışık bir etnik yapı mevcuttur. Türk devletlerinde yaşayan hatırı sayılır büyüklükteki Rus azınlıklar iktisadî yaşamın kilit mevkilerinde rol almışlardır. Moskova bu azınlığın imtiyazlı konumunu muhafaza etmesinde ısrar etmekte ve Rusların hak ve güvenliklerini korumak için gereğinde müdâhale edebileceğini dahi söylemektedir. (3) Bu ülkelerin dış güvenlikleri de tamamen Rusya tarafından üstlenilmiş olup, 4 Türk cumhuriyetinin sınırları Rus sınır muhafızları tarafından korunmaktadır. Üstelik Rusya, Avrasyacılıkla eşgüdüm hâlindeki Slav milliyetçiliğinin etkisiyle, Sovyetler Birliği’nden kopan cumhuriyetleri yeniden Moskova’nın egemenliği altına alma peşinde iken…


Rusya Devlet Başkanı Yeltsin’in, 14 Eylül 1995’te uygulamaya koyduğu kararname, BDT ülkelerinin, Moskova önderliğinde siyasal ve ekonomik bütünleşmeye gitmeleri ve Rus komutası altında bir kolektif savunma sistemi oluşturmalarını öngörmekteydi. Orta Asya’yı kendi öz toprakları gibi görmeye devam eden Rus yetkililer, “Rusya’yı güneyden ve doğudan gelecek tehditlere ve İslâm köktenciliğine karşı koruyan bir tampon bölge oluşturması nedeniyle, Orta Asya’nın tam kontrolünün Moskova için yaşamsal önem taşıdığını” belirtmektedir. Türk dünyası ile ilişkilerini geliştiren devletler arasında Moskova’nın en fazla kuşkuyla baktığı ülke Türkiye’dir. Başlıca sebebi, Türkiye ile bu kardeş Türk devletleri arasındaki tarihsel, etnik ve kültürel bağların mevcudiyetidir. Moskova’nın korkusu, Türkiye’nin Orta Asya Türkleri ile ilişkilerini geliştirmesinin bu ülkelerin bağımsız devlet oluşturma süreçlerini ve milliyetçilik duygularını güçlendirmesi sonucu, eski Türkistan birliğinin kurulabileceği kaygısıdır. Zira, Türkistan birliğinin tesisiyle Rusya’nın bölgedeki etkinliği azalabilecektir.23

Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nin sâhip oldukları enerji kaynaklarını kullanma ve değerlendirmede önemli güçlükler bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: (1) Enerji kaynaklarının pazarlara nakli sorunu, (2) Hazar Denizi’nin statüsü sorunu,24 (3) Rusya Federasyonu’nun bölgede enerji kaynakları üzerinde tekelci yaklaşım ve uygulamaları, (4) Millî sermaye yokluğu, (5) Hantal ve yetersiz teknoloji, (6) Sovyet sisteminin çöküşünden sonra bilim adamları ve araştırmacıların Rusya’ya ya da daha iyi imkân buldukları hür dünyaya göçleri ile “beyin göçü”nün25 getirdiği eksikliklerdir.

Hazar enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sâhip Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın, bu kaynaklardan etkin bir şekilde faydalanabilmesinin ön koşulu kaynaklarını uluslararası pazarlara mümkün olduğunca “aracısız” ve süratle ulaştırabilmektir. Coğrafî özellikleri itibariyle birer kara devleti olan bu ülkelerin enerji kaynaklarını Rusya’nın tekelciliği ve aracılığı olmaksızın uluslararası pazarlara ulaştırmada sorunları olup, boru hatları yegâne seçenekleridir. Ancak, mevcut boru hatları Sovyetler döneminde cumhuriyetler arası iş bölümü ve bağımlılık ilkesine göre düzenlenmiş ve ayrı ayrı bölgelere dağıtılmış olduğundan, bu hatları kullanmada da Rusya’nın istekleri doğrultusunda hareket etme mecburiyeti vardır. Yeni boru hatlarının güzergâhları konusunda ise ülkeler arasında çok büyük mücadeleler yaşanmaktadır.26

Hazar havzası fosil yakıtlarının dünya pazarlarına ulaştırılabilmesi için çok sayıda boru hattı projelendirildi. Bir kısmının inşaatına başlanan, bir kısmı ise hâlen proje aşamasında olan Türk devletleriyle bağlantılı bu hatların bazıları şunlardır: (1) Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi, (2) Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) Projesi, (3) Türkmenistan-Türkiye-Avrupa (Hazar Geçişli, Nobucco adı da verilmektedir) doğalgaz Projesi, (4) Türkiye-Yunanistan Projesi, (5) Mavi Akım Projesi, (6) Aktau (Kazakistan petrollerinin Bakü-Ceyhan’a aktarılması) Projesi, (7) Orta Asya Doğalgaz Boru Hattı (Centgaz) Projesi (Türkmenistan-Afganistan-Pakistan), (8) Türkmenistan-İran-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı,27 (9) Türkmenistan-Çin doğalgaz boru hattı projesi, (10) Kazakistan-Çin arasında, Atasu-Sincan petrol boru hattı, (11) Hazar-Hindistan petrol ve doğalgaz boru hattı.

Yukarıdaki projelere ilâveten, bir diğer proje de Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev, Kazak yatırımcılar için, Türkiye’nin Karadeniz kıyısında bir petrol rafinerisi inşa etme plânıdır. Böylelikle Rus limanı Novorosiski’den Türkiye’ye ham petrol taşınabilecek ve rafine edilmiş ürünler pazarlanabilecektir.28 Öte yandan Kazak petrol-gaz şirketi Kazmunaygaz, 2005 yılı içinde Çin milli petrol şirketi CNPC tarafından 4 milyar 180 milyon dolara Kanadalılar’dan satın alınan Petro Kazakhstan şirketinin hisselerinin yüzde 33’ünü satın aldı. Petro Kazakhstan, Çimkent şehrinde bir petrol rafinerisine ve Kızılorda’da petrol yataklarına sâhiptir. Petro Kazakhstan’ın daha önceki sahibi Kanadalı Hurricane firmasıyken, Kazak Hükümeti ile pek çok konuda anlaşmazlığa düşmüş, daha sonra da şirket CNPC’ye satılmıştı.29 21. yüzyılın İpek Yolu olarak sunulan Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en önemli bileşenini oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru (BTC) hattına, Kazakistan’ın da katılmasına ilişkin anlaşma, 16 Haziran 2006’da Kazakistan’da, Azerbaycan ve Kazakistan Cumhurbaşkanları tarafından imzalandı.30


Türk Cumhuriyetleri’nin Enerji Hammaddeleri Daha İyi Değerlendirilebilir mi?

Türk Cumhuriyetleri’nden Azerbaycan’ın petrol ve doğalgazı, neredeyse Rus tekeline takılmaksızın Türkiye üzerinden Batı’ya pazarlanmaktadır. Ancak, burada da başka sıkıntılar mevcuttur. Azerbaycan, doğal kaynağın tamamına sâhip olduğu halde, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesinin paylaşımında sâdece yüzde 30 hisseye sâhip olmakta, bu konsorsiyum içindeki İngiliz “BP”nin bile gerisinde kalmaktadır. Yâni, bir bakıma sermaye sâhibi küresel şirketler asıl parsayı toplamaya devam etmektedirler.

Bu ve eski Sovyet ekonomik çarkının bozuk dişlilerinden kurtulmak ve hür dünyaya açılabilmek için, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Orta Asya’da bölgedeki devletlerin bir araya gelmesini öngören bir girişimi başlatmıştır. Nazarbayev görüşlerini şöyle açıklamaktadır: “Bizim önümüzde Asya Kaplanları ve AB’nin başarıları duruyor. Şimdi bizim önümüzdeki seçenek; dünya ekonomisine ebediyen hammadde sağlayıcısı olarak kalarak ikinci bir sömürgeci devletin gelmesini beklemek veya Orta Asya bölgesinin ciddî bir birliğini sağlamaya girişmek. Ben ikincisini teklif ediyorum. Orta Asya Devletlerinin Birliği’ni kurmayı öneriyorum. Hepimizin ortak ekonomik çıkarları, kültürel ve tarihi bağları, dili, dini ortak, ekolojik problemleri ve dış tehditleri var. AB’yi kuranlar, belki de böylesine önkoşulları ancak hayal edebilmişlerdi. Biz yakın ekonomik uyumu gerçekleştirmeli, ortak pazar ve ortak paraya geçmeliyiz. Sâdece bununla biz, devamlı birlik ve beraberlik için de bizi görmek isteyen ortak atalarımıza layık olabileceğiz. Önce Çar imparatorluğu, daha sonra Stalin, böyle bir birlikten endişe etti ve bölgemizi idarî-millî yönetimlere böldüler. Bu, ‘böl ve yönet’ politikasıydı. Şimdi bizim için bölgenin eşit haklara sâhip halklarının bundan sonraki nesillerine yeni ve olması gereken bir yolu göstermemizin zamanı gelmiştir.”

Nazarbayev Mart 2006 içinde Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan Devlet Başkanlarına gönderdiği davet mektubunda “Türkistan Birliği” önerirken, “Türkiye, şu aşamada somut olarak moral destek verebilir, ortak zemin oluşturulması konusunda teknik destekte de bulunabilir. Türkiye’nin siyasî tecrübesinden de kesinlikle yararlanmak istiyoruz” demiştir. Bütün bu gelişmelerle birlikte, Nazarbayev’i destekleyen çevreler, “İktisadî gelişmeler Kazakistan’ı Orta Asya bölgesinin liderliğine çıkarmaktadır” iddiasında bulunuyorlar. Buna dayanak olarak da ülkedeki özelleştirmenin “özerkleştirme” şeklinde yapılması sonucu ziraat ve hayvancılığın canlanması, ticaret ve sanayi alanlarında çeşitli şirketlerin oluşması ve küçük işletmelerin yaygınlaşması, ayrıca yabancı sermaye yatırımlarının artışı gösterilmektedir. Kazakistan’ın büyüme hızının, son 5 yıldır yüzde 10’un altına düşmediği, petrol üretiminin 2010 yılında 100 milyon tona, 2015 yılında da 270-315 milyon tona çıkabileceği ileri sürülmektedir. Bu imkânlar nedeniyle Kazakistan, Türkistan Birliği’ne liderlik etme cesaretini kendinde bulmaktadır. İstikrarı korumak için Kazakistan halkına yönelik bir beyanname yayınlayan Nazarbayev’in, tüm siyasî güçleri millî diyaloga çağırmasıyla millî bir kurul kuruldu. 1995’ten itibaren Cumhurbaşkanlığı bünyesinde de Kazakistan Halkları Birliği, danışman kuruluş olarak faaliyet göstermektedir. Böylece etnik çatışmalara meydan vermeyen Nazarbayev, birlik çağrılarını sürdürmektedir. Bu arada, Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahmanov da birliğe katılma isteğiyle anlamlı bir gelişmeye sebebiyet vermiştir.31

Kazakistan ve Nazarbayev’in öncülüğündeki bu gelişmeler, Nazarbayev’in “Kritik On Yıl” adlı kendi eserindeki öngörüleriyle uyum içindedir. Kritik On Yılı Kayıpsız Aşma Stratejisi’ndeki öncelikler şöyledir: (1) Ortak Asya jeopolitik bloğu oluşumunu stratejik bir amaç olarak geliştirmeyi sürdürmek. (2) Büyük yabancı oyuncuları işbirliğine teşvik etmeye gayret gösterecek çok yönlülük politikasını sürdürmek. “Yönetilebilen Kriz” ve “İstikrarsızlık İhracı” olarak adlandırılan çeşitli stratejilere karşı koymak için, bölgedeki tüm önemli güç merkezleriyle işbirliğini artırma amacına uygunluk. (3) Kazakistan ve Orta Asya çevresinde yoğun istikrar noktaları oluşturulmasına devam etmek.32

AB benzeri bir ekonomik ve siyasî birlik kurma düşüncesi Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan tarafından sıcak bir şekilde karşılandı. Ancak, kısa bir süre sonra Kırgızistan’da bir “sivil darbe” ile Devlet Başkanı Askar Akayev iktidardan uzaklaştırıldı. Özbekistan’da yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylar yaşandı. Bu gelişmeler Orta Asya Devletler Birliği fikrini bir süre için akamete uğratır gibi oldu. Pes etmeyen Nazarbayev, Özbekistan’daki olaylardan sonra 7 Haziran 2005’te Kazakistan Dışişleri Bakanlığı’nın genişletilmiş istişare toplantısında, Orta Asya Birliği düşüncesinin ana hatlarının belirlenmesini ve bölge ülkelerinin görüşlerine sunulmasını istedi. Nazarbayev’in önerdiği bu siyasî ve ekonomik birlik; gümrük birliği, serbest ticaret bölgesi, genel hizmet sektörü piyasası, emek gücü, ortak para ve ekonomik reformların koordinesini kapsamaktaydı.33

Orta Asya Devletler Birliği’nin hayata geçirilmesi ile bölge ülkelerinin daha kısa sürede kalkınmaları ve sâhip oldukları doğal kaynakların bir kısmını Batılı ve Doğulu yatırımcı ülkelerin çıkarcı yaklaşımlarından kurtararak kendi halklarının yararına kullandırmaları mümkündür. Ancak, birliğin teşkili de dikenli yollarla kaplıdır. Bunlar şöyledir: (1) Bu birliğin aleyhlerine olacağını değerlendiren bölge içi ve dışı güçler ve küresel enerji şirketleri birliği önlemeye çalışacaklardır. (2) AB her şeye rağmen demokrasi ve insan hakları temelli bir siyasî ve ekonomik birliktir. Türkistan devletlerindeki demokrasi ile şeffaflığın eksikliği nedeniyle, sırf ekonomik işbirliğiyle istenen sinerjinin yakalanması kolay olmayacaktır. (3) Dışarıdan, demokratikleşmeye müdâhale ihtimali mevcuttur. Bölgenin bölgesel gücü Çin, bölgesindeki demokratikleşme rüzgârından kendi coğrafyasının etkilenebileceği düşüncesiyle, Türkistan’daki demokratikleşme modellerini etkisizleştirmeye çalışabilir. Bu tehlike nedeniyle, ABD’nin bölgedeki mevcudiyetinden rahatsızlık duyan Çin, Kırgızistan’a ve Özbekistan’a getirilmek istenen demokratikleşmeyi bir tehlike işareti saymıştır.34 Bir diğer engel de bu ülkeler üzerinde her şeye rağmen var olmaya devam eden Rusya etkisi olup, BDT dışında da kalamamaktadırlar. Kazakistan, ülkede Kazak Türklerinden sonra ikinci nüfus yoğunluğuna Rusların sâhip olması ve tarihsel nedenlerle diğer bölge devletlerine göre kendisini Rusya’ya daha yakın hissetmekte, bağımsızlığını kazandıktan sonra dahi Rusya ile iyi ilişkilerini sürdürürken, Müslüman bloğu içinde gösterilmeye sıcak bakmamaktadır.35 Kazakistan, ülkedeki kalifiye Rus nüfusundan kalkınması için yararlandığı gibi, uzay çalışmalarının da önemli bir bölümünü Rusya ile ortaklaşa yürütmektedir.

Türkistan devletlerinin sâhip olduğu petrol ve doğalgaz uğruna Rusya, Çin ve başını ABD’nin çektiği Batı ülkeleri arasında kıyasıya bir mücadele sürmektedir. Evvelce Türkmen gazının, Rusya’yı “bypass” eden Hazar geçişli bir projeyle Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlanması hakkında bir planlama yapılarak Türkmenistan’a kabul ettirilmişken, Mayıs 2007 içinde Orta Asya ülkelerine bir gezi düzenleyen Rus Devlet Başkanı Putin, yeni bir projeyle dengeleri adeta alt üst etti. Putin, Orta Asya cumhuriyetleriyle yaptığı uzun görüşmelerin ardından enerji alanında Türkmenistan ve Kazakistan ile yaptığı anlaşmaya göre Türkmen gazı, Kazakistan ve Rusya üzerinden Avrupa’ya ihraç edilecek. Türkmen gazını Kazakistan ve Rusya üzerinden Avrupa’ya ulaştıracak 510 kilometre uzunluktaki Prikaspiyskiy (Hazar Yanı) adı verilen boru hattının 360 kilometresi Türkmenistan’dan, 150 kilometresi de Kazakistan topraklarından geçecek. Daha sonra bu boru hattı 1967 yılında kurulmuş olan Orta Asya - Merkez (Rusya) boru hattına bağlanacaktır.36

Bu son gelişmelere bakıldığında, Türkmenistan’da, Türkmenbaşı Niyazov’un ölümünden sonra yeni Devlet Başkanı seçilen ve göreve, “Hayatımı Oğuz Han’ın ulu onuruna adayacak ve liderimiz Türkmenbaşı’nın izinden gideceğim” sözleriyle başlayan Gurbanguli Berdimuhammedov’un,37 Türkmenbaşı’dan biraz farklı bir yol izleme eğiliminde olduğu hissedildi. Zira, Rusya ile yapılan yeni anlaşmanın Hazar geçişli doğalgaz hattını gündemden düşürmesine neden olabilir. Oysa Türkmenbaşı’nın en büyük hayallerinden biri Hazar geçişli ve Rusya’ya bağımlılığı azaltan bir doğalgaz boru hattı projesiydi.

Rusya, 2007 yılı ilk yarısında petrol nakli konusunda bir diğer önemli projeyi de Bulgaristan ve Yunanistan ile imzalayarak gerçekleştirdi. Burgaz-Dedeağaç arasında ve Rus parasıyla inşa edilecek yeni petrol boru hattıyla, Rus petrolü Türk Boğazları’nı kullanmaksızın Ege’ye ulaştırılacak. Böylece, hem ABD-Bulgaristan arasındaki askerî üs anlaşması dengelenmiş olacak, hem de Ege’deki olası bir Türk-Yunan anlaşmazlığında Ege’ye çıkarları gereği giren Rusya da anlaşmazlıkta taraf konumuna girebilecek. Tabiî, bu arada Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattına da yeni bir seçenek eklenerek, bu attın stratejik değeri azaltılmış olacak…

Sonuç

1990’lı yılların sonunda yaşadığı ekonomik krizlerle bunalan Rusya, 11 Eylül 2001 krizinden sonra yükselmeye başlayan ve 2003 Irak müdahalesinin ardından tavana vuran petrol ve doğalgaz fiyatları nedeniyle beklenmedik bir ekonomik refaha kavuşmuştur. Yıllık büyüme hızı yüzde 6,5’in üzerine çıkmış, Rus Rublesi diğer dövizlere çevrilebilir (konvertibil) hâle gelmiştir. Bu rahatlama ile Avrupa’ya sevk edilen doğalgaz ve petrolün bir kısmında âdeta tekel hâline gelen Rusya, tüm borçlarını ödediği gibi, gerektiğinde bu enerji hammaddelerini bir silâh gibi kullanabileceğini de öğrenmiştir. 2000 yılında Vladimir Putin’in Devlet Başkanı olması ile birlikte, daha merkezî ve devletçi bir yönetimi benimseyen Rusya, petrol ve doğalgazı devletleştirmiştir. Doğalgaz için Şubat 2007 içinde petrol üreten ülkelerin “OPEC”i gibi benzer bir kuruluşu önermiştir. Dünyanın en büyük doğalgaz üreticisi olan Rusya’nın bu alandaki gücünü anlayabilmek için, ihracatta yıllardır dünyanın ilk üç ülkesi içinde yer alan Almanya’yı örnek vermek yerinde olacaktır. AB’nin itici gücü Almanya, hâlen ihtiyacı olan doğalgazın yüzde 44’ünü Rusya’dan ithal etmekte olup, gelecekte bu bağımlılığın yüzde 80’e yükseleceği tahmini yapılmaktadır.38

Aslında ABD’nin tek küresel güç olarak kalabilmesini temin ve Basra Körfezi’ni kontrol maksadıyla Irak’a sudan sebeplerle müdâhale eden ABD, Rusya’nın beklenmedik yükselişi karşısında Orta Asya, Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyi ile batısında yeni hamlelere girişti. Rusya da Orta Asya’da ŞİÖ ile karşılık verirken, Ukrayna ile Gürcistan’da doğalgazı, Bulgaristan’da petrol boru hattını koz olarak ileri sürdü. Hele de son olarak 2007 ortalarında Kazakistan ve Türkmenistan’la imzalanan doğalgaz anlaşması ile, bu ülkelerden Avrupa’ya nakledilecek doğalgazın baş müşterisi ve tekelcisi hâline geldi. Böylelikle evvelce ABD’nin desteklediği Türkmenistan-Türkiye-Avusturya/Macaristan’a uzanacak Hazar geçişli “Nobucco” doğalgaz projesi bile askıda kaldı.

Her ne kadar Kazak Lider Nazarbayev’in yol göstericiliğinde Orta Asya devletleri bir birlik kurma yolunda ilerliyorlarsa da, bu birliğin ekonomik, siyasî ve güvenlik açısından ayakta durabilecek hâle gelebilmesi daha oldukça zaman alabilecektir. Öte yandan, içlerinde bu devletlerin de yer aldığı Hazar havzasındaki petrol ve doğalgazın Rusya’nın kontrolü dışında dış dünyaya pazarlanması ve ulaştırılması için, Rusya ile başını ABD’li küresel şirketlerin çektiği kıyasıya bir mücadele sürdürülmektedir. Bu mücadele, mevcut kaynakların Batı’ya naklinde Karadeniz’in kuzeyinden, güneyinden, ya da içinden nakli konusunda çeşitli ve seçenekli projeleri de gündeme getirdi, bir kısmı ise hayata geçirildi. Öyle ki, Karadeniz coğrafyası da küresel güçlerin enerji transferindeki önemli alanlarından biri hâline geldi.

Tüm bu enerji oyununda Türkiye’nin dışarıda kalması mümkün değildir. Öte yandan Türkiye’nin, dengelerin oldukça sık değiştiği bu oyunda bir tek tarafta kalması da yararına değildir. Bir taraftan Türk Cumhuriyetleri’nin denize ulaşan petrol ve doğal gazının, daha da değerlenebilmesi için ortaklaşa rafineri ve gemi taşımacılığı için ortak armatörlük firmaları kurulması, diğer taraftan hem Rusya ile hem de ABD ile ortak boru hattı projelerinde yer alması sağlanmalıdır. Şurası görüldü ki, Hazar havzasındaki karbon fosili enerji hammadde lerinin değerlendirilmesinde, günümüzün petrol ve doğalgaz zengini Rusya’ya rağmen yeni projeleri hayata geçirebilmek, 1990’lı yılların sonlarında ekonomik krizlerle boğuşan Rusya’sına nazaran pek kolay görünmemektedir.

Dipnotlar

1 Mustafa Özcan Ültanır; http://www.petrogas.com.tr/modules.php?name=News&file=article&sid=2527 , (Erişim: 30.9.2006)

2 Brian Bennet-James Graff-Scott MacLeod,…; “What Would War Look Like”, Time, September 25, 2006, s.28.

3 Pamela Ann Smith; “$100 a barrel’ Myth vs. Reality”, TheMiddleEast, July 2006, s.37.

4 Faruk Akkan; “Yeni Süper Enerjik Güç”, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23561, (Erişim: 19.3.2006).

5 İlhan Uzgel; “Karadeniz Ekonomik İşbirliği”, Türk Dış Politikası, Cilt:II, Editör: Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.519.-Ayrıca bkz: “Astride Two Continents - Heart Of Euroasia”, www.bsec-organization.org/discover.htm-Tansuğ Bleda; Black Sea Economic Cooperation Region, Turkish Review Quarterly Digest, Ankara, Spring 1991, s.17-22.

6 www.turkishpilots.org/DOCUMENTS/ sayfasından alınan verilere göre, 2000 yılı içerisinde İstanbul Boğazı’ndan geçen toplam 48.079 gemiden 2203 adedi (yüzde 5) 200 m.’den uzun gemilerdi. Ortalama ayda 4007, günde ise 134 gemi geçişi olmuştur. Gemilerin yüzde 40’ı (19.209) kılavuz kaptan (pilot) almıştır. Aynı yıl 4937 adet tanker geçişi olmuştur.

7 Mike Biblo; “Oil Transport in the Turkish Straits”, Problem of Regional Seas 2001, Edit.: Bayram Öztürk, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2001, s.95.- Ayrıca: Alan Makovsky; “U.S. Policy toward Turkey”, Edit.: Morton Abromowitz, Turkey’s Transformation and American Policy, The Century Foundation Pres, New York, 2000, s.263.

8 Hasan Ulusoy; “A new Formation in the Black Sea: BLACKSEAFOR”, Perceptions – Journal of international Affairs, SAM, December 2001-Februar 2002, ss.100-101.

9 Dmitry Polikanov and Graham Timmis; Russian Politics under Putin, (Edit.: Cameron Ross), Manchester University Press, Manchester and New York, 2004, s.229.

10 Haktan Birsel; “Hazar Enerji Havzasının Dünya Hâkimiyeti Mücadelesindeki Rolü”, 2023, 15 Eylül 2005, s.19.

11 Federico Bordonaro; Bulgaria, Romania and the Changing Structure of the Black Sea's Geopolitics, 20 May 2005, http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=302, (erişim: 3.5.2006).

12 Intelligence Brief: Poland Fumes Over Russian-German Projects; Meeting in Lithuania to Counter Russian Influence in F.S.U., 2 May 2006, http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=483&language_id=1

13 Immanuel Wallerstein; “Haklı Savaş”, Fernand Brudel Vakfı, Binghamton Üniversitesi, , 15 Şubat 2003

http://www.binghamton.edu/fbc/107-tr.htm (erişim : 23.2.2006).

14 USU richten erstmals Stützpunkte in Rumaenien ein, 6. Dezember 2005, http://www.welt.de/data/2005/12/06/814319.html

15 “ABD, Sofya’dan Üsleri Aldı”, Akşam, 29.4.2006, s.17.

16 “Rusya: ABD Değil, Türk Gemisi Olsun”, Akşam, 1.5.2006, s. 18.

17 Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl: Montreux ve Savaş Öncesi Yılları, TC Dışişleri Bakanlığı, 4. Kitap, 1973, ss. 116-117.

18 Karadeniz uğruna yapılan küresel mücadelenin ayrıntıları için bkz: Celalettin Yavuz, “Karadeniz Jeopolitiğinde Küresel Egemenlik Mücadelesi”, 2023, Sayı: 61, 15.5.2006

19 “Kazakhistan: Reaching for the Stars”, Foreign Affairs, Volume 85, Number 5, September/October 2006, s. 74’ten itibaren verilen özel ilâvede s.2.

20 Özbekistan Ülke Raporu, TİKA, Ankara, Haziran 1995, s. 13; Ayrıca bkz: Suat İlhan; Türklerin Jeopolitiği ve Avrasyacılık, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2005, s.123. Suat İlhan Özbekistan’ın yıllık altın üretimini kaynak belirtmeden yıllık 250 ton olarak yazmaktadır.

21 Mehmet Seyfettin Erol; “Avrasya Jeopolitiğinde Orta Asya ve 11 Eylül”, Yakın Dönem Güç Mücadeleleri Işığında Orta Asya Gerçeği, Haz.: Ertan Efegil, Elif H. Kılıçbeyli, Pınar Akçalı, Gündoğdu Yayınları, İstanbul, 2004, s.190.

22 Remzi Kılıç; “Türk Dünyasının Gündeminde Tartışılan Meseleler”, (erişim:2.10.2006),

http://host.nigde.edu.tr/~remzikilic/yayinlar/turkdunmesele.htm

23 Şükrü Elekdağ; “ Orta Asya’da Rekabet ve Güç Mücadelesi ”, http://www.milliyet.com.tr/1998/04/27/yazar/elekdag.html, (erişim: 27.9.2006)

24 Hazar Denizi’nin statüsü konusundaki ayrıntılar için bkz: Sinan Oğan; “ Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü ”, 14.2.2005,

http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=153, (erişim: 18.10.2006).

25 Bkz: Türkiye-Türk Cumhuriyetleri İlişkileri Raporu Özeti, Kitap 5, T.C. Başbakanlık DPT Müsteşarlığı, 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ağustos 1995, s. 8.

26 Çağrı Kürşat Yüce; “Bağımsız Türk Cumhuriyetleri'nin Enerji Potansiyelleri ve Önemi”

http://www.usakgundem.com/makale.php?id=186, (erişim: 27.9.2006)

27 Ç. Kürşat Yüce; “1990 Sonrası Oynanan Yeni Büyük Oyun ve Hazar Havzası’nın Önemi”, Global Strateji, Yaz 2006, Yıl:2, Sayı:6, s.113.

28 Karadeniz'de Ortak Rafineri, (erişim: 2.10.2006)

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Gundem&file=article&sid=63

29 Kazmunaygaz, Petro Kazakistan’ın Yüzde 33 Hissesini CNPC’den Satın Aldı, http://www.petrogas.com.tr/modules.php?name=News&file=article&sid=2599, 12.7.2006, erişim: 30.9.2006)

30 Kazakistan’ın da BTC’ye Katılması, http://www.petrogas.com.tr/modules.php?name=News&file=article&sid=2513, 19.6.2006, (erişim: 30.9.2006)

31 Arslan Bulut; “ Türkistan Birliği ve Nazarbayev ”, Yeni Çağ, 2.12.2005.

32 Özcan Yeniçeri; “Orta Asya Devletler Birliği”, 2023, Sayı: 50, 15 Haziran 2005, s.19.

33 Abdulvahap Kara; “ Kazakistan ve Orta Asya Birliği ”, 2023, Sayı: 50, 15 Haziran 2005, s.29.

34 Ahat Andican ile Özbekistan-Türkistan Üzerine Söyleşi: “ Kerimov, ‘İslâmcı Terör’ İddiasını Batı’dan Destek Almak İçin Kullanıyor ”, 2023, Sayı: 50, 15 Haziran 2005, s.36.

35 Esra Hatipoğlu; “ Orta Asya Cumhuriyetleri Arasında Bölgesel İşbirliği ve Entegrasyon Hareketleri ”, Avrasya Etüdleri, TİKA, Sayı:17, İlkbahar-Yaz 2000, s.58.

36 Mehmet Yüce; “ Türkistan’da Enerji Savaşı ”, http://www.oncevatan.com.tr/Yazar.asp?id=42, 23.05.2007

37 Hürriyet, “ Hayatımı Oğuz Han'ın Ulu Onuruna Adıyorum ”, 15 Şubat 2007, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/5955063.asp?gid=51

38 Yuliya Tymmoshenko (Ukrayna Parlamentosu Muhalefet Lideri), “Containing Russia”, Foreign Affairs, May/June 2007, ss. 70-74.

Kaynak: 2023 Dergisi sayı:75 Kay.Tar: 18.8.2008


http://www.enerji2023.org/index.phpoption=com_content&view=article&id=105:avrasyada-enerj-eksenl-btmeyen-qbueyuek-oyunq-2&catid=15:stratej&Itemid=36


***


AVRASYA'DA ENERJİ EKSENLİ BİTMEYEN " BÜYÜK OYUN " BÖLÜM-1



AVRASYA'DA ENERJİ EKSENLİ BİTMEYEN " BÜYÜK OYUN " BÖLÜM-1



Doç. Dr. Celalettin Yavuz
Jeopolitik ve Harp Tarihi Uzmanı

Dünyanın stratejik açıdan en önemli maddeleri neler denildiğinde hemen herkesin aklına petrol ve doğalgaz gelir. Başka neler olduğu sorulacak olsa, küresel ısınma ve iklim değişikliği dikkate alınarak “su”yun olduğu söylenir. Biraz daha ileriyi görenler “gıda maddeleri” derler. Yâni, tarım yapılabilir arazileri gösterebilirler. Kuşkusuz hemen hepsi de son derece stratejik ve olmazsa olmaz dedirtecek kadar hayatî maddelerdir. Bu yazıda, petrol ve doğalgaz gibi karbon fosili enerji hammaddelerinin Hazar havzası ve Karadeniz ile civarını ilgilendiren ölçüde, “silâhsız mücadele” ya da 100 yıldır petrol uğruna devam eden “Bitmeyen Büyük Oyun”un günümüze yansıması hakkında, her yazımızda olduğu gibi “Türkiye merkezli” ayrıntıları verilmeye çalışılmıştır.

“Neden petrol ve doğalgaz bu kadar önemlidir” diye bir soruyu baştan soralım ve cevaplayalım. 2005 yılı sonunda dünya ispatlanmış petrol rezervi 1200,7 milyar varildir. 2005 yılı üretim kapasitesiyle ispatlanmış petrol rezervinin ömrü 40,6 yıl olarak belirlenmiştir. Yâni 40 yıllık petrol ancak var. Biraz daha hayalimizi geniş tutalım. 40 yıl sonra arabalara koyacak benzin ve dizel yakıtı bulamayacağız. Uçaklarla vızır vızır dolaşılamayacak. Kömür yakıtlı trenlerle ve gemilerle nakliye işlemleri yapmak zorunda kalabileceğiz belki de… Bu ispatlanmış petrol rezervinin yüzde 61,9’u Ortadoğu’da, yüzde 11,7’si Avrupa ve Avrasya’dadır. Doğalgazın ispatlanmış rezervi 179,83 trilyon m3 ve 2005 yılı itibariyle tükenme süresi 65,1 yıldır. Dünya doğalgaz rezervinin yüzde 40,1’i Ortadoğu’da, yüzde 35,6’sı Avrupa ve Avrasya’dadır. Hâlen dünyada en çok tüketilen enerji hammaddesi petrol iken, onu doğalgaz izlemektedir. 2005 yılında dünya enerji tüketiminin yüzde 22,2’si ABD’de, yüzde 14,7’si Çin’de, yüzde 6,4’ü Rusya Federasyonu’nda, yüzde 3,1’i Almanya’da, yüzde 2,5’i Fransa’da, yüzde 2,2’si İngiltere’de, yüzde 1,7’si İtalya’da gerçekleşmiştir. 2486,7 milyar (2,5 trilyon) m3 olan dünya toplam doğalgaz tüketiminin yüzde 23’ü ABD’de, yüzde 14,7’si Rusya’da, yüzde 3,4’ü İngiltere’de, yüzde 3,1’i Almanya’da, yüzde 2,9’u İtalya’da gerçekleşmektedir.1

Avrasya Merkezinde Kayma: Rusya’nın Beklenmedik Erken Yükselişi

Bu 40 yıllık ömür biçilen petrolün yüzde 11.7’si, ağırlıklı olarak Hazar havzası olmak üzere Avrasya ve Avrupa’da üretilmektedir. Dünya doğalgaz rezervlerinin de yüzde 35.6’sı, Sibirya ve Hazar havzasında yoğunlaşmak kaydıyla Avrasya’dadır. Ortadoğu’daki petrolün çoğunluğu Basra Körfezi’ni çevreleyen coğrafyadan çıkartılarak Hürmüz Boğazı’ndan nakledilmektedir. Tankerlerle Körfez’de taşınan petrol, dünya üretiminin yaklaşık yüzde 40’ıdır.2 Dünya enerji kaynaklarının çoğunluğu Basra ve Hazar havzalarında toplandığından, enerji politikaları da Hazar-Basra Körfezi ekseninde şekillenmektedir. Başka bir ifâdeyle, küresel güçlerin enerji alanındaki mücadeleleri-stratejileri, yeni “kalbgâh” Basra Körfezi-Hazar havzasını kapsayan bir coğrafya üzerinde yoğunlaşmaktadır. Öte yandan, “Dünya Adası”nın bu yeni kalbgâhı ya da “merkezi”ndeki zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının dış dünyaya pazarlanması ve nakledilmesi için kullanılabilecek en önemli iki yol boru hatları ve büyük tankerlerden oluşan deniz yolu taşımacılığıdır. Bu nedenledir ki, kalbgâhın komşu alanları, boru hatlarını barındıran coğrafyalar, petrol ve doğalgaz dolum tesisleri ve deniz ulaştırmasının düğüm noktaları da enerji stratejilerinde belirleyici roller oynayan diğer önemli etkenlerdir. Mckinder’in ünlü “Kara Egemenliği”ni öngören jeopolitik teorisi çağımızda coğrafî ve kömürden petrol ve doğalgaza kayan bir enerji hammaddesi değişimine uğramıştır. Artık çağımızda; “Kalbgâha hâkim olan dünya enerji kaynaklarına hâkim olur. Enerji kaynaklarına hâkim olan, dünyayı kontrol eder. Dünyayı kontrol eden ya küresel güç olur, küresel ise gücünü idame ettirmekte önemli avantajlar kazanır.” Sanıyorum ki, ABD’nin yeni dünya düzeni de bundan farklı değildir.

Kara egemenliği teorisi karşısında, bir zamanlar “kalbgâh”ı bünyesinde barındıran Sovyetler Birliği’nin mevcut jeopolitik avantajlarının sınırlandırılabilmesi ve ABD’nin süper güç olarak daha öne çıkabilmesi için kafa yoran Spykman’ın “Kenar Kuşak” teorisi ile Sovyetler âdeta kuşatılarak bir çember içine alınmak, böylelikle hareket kabiliyeti kısıtlanmak istenmişti. Bu nedenledir ki, soğuk Savaş döneminde Norveç’ten Adriyatik’e, Yunanistan’dan itibaren içinde Türkiye, İran, Arap Yarımadası, Pakistan, Afganistan, Hindistan ve Japonya ve Güney Kore’nin bulunduğu bir “Kenar Kuşak” yaratılarak, Sovyetler Birliği çevrelenmek istenmişti. İşte, bu “Kenar Kuşak” nedeniyle, belki de soğuk savaş döneminin ikinci büyük deniz gücü olan Sovyetler Birliği Donanmaları vücuda getirilmişti. Avrupa’daki kenar kuşağı Baltık ve Kuzey Donanmaları ile aşan Sovyetler, doğuda Büyük Okyanus’taki kenar kuşağı Viladivostok’taki “Pasifik donanması” ile aşmıştı. Akdeniz için ise bir “Akdeniz Skadronu” (veya Akdeniz Görev Kuvveti) meydana getirmiş, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin kısıtlayıcı koşullarını belirli süre önceden deklarasyon yayınlamak sûretiyle (boğazlardan geçecek gemi adı, tipi, silâh yükü, ne zaman geçeceği gibi bilgiler) aşmayı bilmişti. Karadeniz’de ise dost düşman herkesin gözünü korkutan bir “Karadeniz Donanması” mevcuttu. Hatta, Pasifik Donanması, kriz dönemlerinde Hint Okyanusu’na kayıyor, adeta tüm dünya denizlerinde ve kriz bölgelerinde ABD Deniz Kuvvetleri ile birlikte rekabet içinde boy gösteriyordu. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Akdeniz’de sıkça meydana gelen Arap-İsrail, Türkiye-Yunanistan anlaşmazlıklarında Sovyet Akdeniz Görev Kuvveti’ni kriz bölgesinde tüm destek unsurlarıyla görmek mümkündü. Nükleer takatli denizaltıları ve bunların sâhip olduğu nükleer başlıklı kıtalararası balistik füzeler ise, Sovyet deniz gücünün caydırıcılığını pekiştiren bir diğer önemli etkendi. Muhtemeldir ki, ABD’nin kenar kuşak ya da çevreleme stratejisini bu küresel deniz gücü ile alt etme projesinin fikir babası ve yaratıcısı Amiral Gorchkov idi. Bu küresel Sovyet deniz gücü sayesinde soğuk savaş umulandan daha uzun sürdü.

Gelinen günde, kalpgâhın Basra Körfezi-Hazar havzası coğrafyası olduğu dikkate alınırsa, bu coğrafyaya komşu olan ya da çevreleyen; Irak, Suudi Arabistan, Karadeniz, Türkiye, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, Çin’deki “Doğu Türkistan”ın kalbgâhın kenar kuşakları olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zaten, ABD’nin “Yeni Muhafazakâr”larının 2003 Irak müdahalesi sonrasında ortaya attığı “BOP, GOP ya da GÖKAP” gibi peş peşe üç ismi bir arada taşıyan “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”nin kapsadığı coğrafya da, dünya karbon fosili kaynaklarını içine alan ya da bu bölgeleri çevreleyen ülkelerden oluşmaktadır. Tabiî, bu coğrafyanın neredeyse sadece “Müslüman” dünyası ile sınırlı olması oldukça manidardır…

Aslında, boru hatları projeleri ile deniz ulaştırmasının düğüm noktaları da dikkate alındığında, kenar kuşağı Balkanlara ve Orta Avrupa’ya kadar uzatmak mümkündür. Zira bu kenar kuşak ülkeler, kalbgâhtaki enerji hammaddelerinin ulaşım hatlarını ve dolum tesislerini üzerlerinde barındırmakta, ya da barındırmaya adaydırlar. Enerji hatlarına ilâveten, enerji havzalarındaki coğrafyada mevcut ülkelerle etnik ve dinî yakınlıklar da önemli rol oynayacaktır. Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde ve Kafkaslarda, özellikle Azerbaycan’la, işbirliği alanları gibi... Rusya’nın da eski Sovyet topraklarında kurulan yeni devletlerdeki Slav azınlığı ile yerleşmiş Rus kültüründen kaynaklanan rolleri gibi… Ancak, gene de Basra Körfezi-Hazar Havzası eksenli yeni kalbgâhı kontrol altında tutabilmek için bu sayılan kenar kuşak coğrafyasında kontrolü sağlamak, vazgeçilmez bir önem taşımaktadır. Dünyanın tek küresel gücü ve küresel güç potansiyeli taşıyan ülkeleri politikalarını kalbgâh ile kenar kuşak ülkeleri üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. 2006 yazında varili 70 doları geçen petrolün, 100 doları bulabileceği3 dikkate alındığında, “Dünyanın petrol ve doğalgaz ekseni üzerinde döndüğünü” söylemek doğru bir ifâde olacaktır.

11 Eylül 2001 tarihli ve hafızalardan silinmeyen New York’taki “İkiz kuleler”e yönelik saldırıların ardından, ABD’nin “Yeni Muhafazakârları” dizginleri ele geçirerek, tüm dünyada sâdece ABD’nin küresel güç olarak kalmasını öngören “Yeni Dünya Düzeni”ni kurmak için yola koyuldular. Bu stratejinin ilk adımı Afganistan’a müdahale idi. BM şemsiyesi altında 2001-2002 döneminde bunu gerçekleştirdiler. İkinci adım, “Kitle imha silâhları ürettiği ve El Kaide terör örgütüne yardım ettiği” gerekçesiyle, Irak’a müdahale ile gerçekleşti. Bu bahanelere ne BM, ne “yaşlı Avrupa” (Fransa ve Almanya), ne de Rusya ile Çin inanmadılar. 20 Mart 2003’te Irak’a ABD-İngiltere askerî müdâhalesi gerçekleşti. Mayıs 2003 sonunda “savaşın sona erdiği” bizzat ABD Başkanı G.W. Bush tarafından açıklandı. Ama, ne Afganistan’a, ne de “Saddam’dan kurtarılan” Irak’a huzur ve demokrasi gelmedi. Hele Irak, bırakın demokrasiyi, iç savaşın en acımasız şekilde cereyan ettiği, terörün büyük bir okul hâline getirildiği bir coğrafyaya dönüştü.

Avrasya’nın bir diğer önemli aktörü ve eski Sovyetler Birliği’nin mirasçısı, aynı zamanda karbon fosili kaynaklarını barındıran coğrafyaya yakın olan ve yine kendisi de önemli bir petrol ve doğalgaz üreticisi olan Rusya da bölgede hareketsiz kalamıyordu. Avrasya jeopolitiğini savunan Aleksandr Dugin gibi yeni Rus jeopolitikçilerinin de fikir desteğini alan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın Sovyetler Birliği dönemindeki gibi güçlü hâline gelmesi için kolları sıvadı. Bu maksatla Putin liderliğindeki Rusya, sâhip olduğu petrol ve doğalgaz kaynaklarını gerektiğinde bir dış politika silâhı olarak kullanmaya başladı. ABD’nin isteklerine doğrudan karşı çıkmasa da, İran’dan Filistin’e, Kafkaslar’dan Ukrayna’ya kadar pek çok bölgede ayak direyen bir Rusya görülmeye başlandı. Rusya, Yeltsin döneminde ekonomik çöküntüden kurtuluşun formülünü Batı ekonomisi ile entegrasyonda ve genel olarak IMF’nin benzer ekonomik kriz içindeki ülkeler için önerdiği özelleştirme ve merkezî otoritenin zayıflatılması gibi politikalarda aramıştı. Amerikan ekonomik hareketliliği Rusya’yı ve yakın çevresini siyasî olarak da Amerikan etkisine açık hâle getirmişti.

Bir zamanlar Rusya’nın “uydu devletleri” olarak görülen Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde, ABD’nin etkisiyle çeşitli renklerle kodlanan devrimlere sahne oldu. Baltık, Kafkasya ve Karadeniz havzasındaki geleneksel Rus müttefikleri NATO, AGİT ve AB gibi uluslararası kurumlara katılabilmek ve Rusya'nın etki alanından çıkabilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Rusya'nın dış politikada sergilediği pasif tavrı, Putin’in birinci dönem devlet başkanlığı döneminde gerçekleşen 11 Eylül terör saldırıları ve takip eden Afganistan ve Irak işgalleri değiştirdi. ABD’nin küresel güç olma keyfini çıkartmak için icra ettiği bu faaliyetlerle petrol fiyatları yükselmiş, bundan da kuşkusuz en kârlı çıkan ülkelerden biri Rusya olmuştu. Rusya’yı yeniden ekonomik ve siyasî bir güç hâline getiren petrol fiyatlarındaki artış, Rusya’nın ekonomik gücünü ve keyfini artırırken, Amerikalıları ise rahatsız ediyordu. Doktorasını enerji endeksli dış politika üzerine yapan Başkan Putin, Rusya’yı yeniden bir süper güç yapacak politikaları keşfetmişti: “Petrol vanalarını elinde tutmak!” Putin’in 2004 yılında ikinci kez devlet başkanı seçilirken yüzde 71,2’lik bir halk desteği bulması, merkeziyetçi politikaları için ilâve bir destek sağladı. Rus ekonomisi kısa zamanda toparlanmaya başladı. GSMH daha 2005 yılı içinde yüzde 40 oranında büyüdü. 190 milyar dolara çıkan dış borçlar süratle geriledi. Rusya, Paris Kulübü’ne olan borcunu da 2006 yılı sonunu beklemeden kapattı. Enerjinin ekonomik büyümenin tetikleyici unsuru olarak kullanılması işe yaramaya başlamıştı. Artık enerjinin dış politika üzerindeki etkileyici rolünü göstermeye gelmişti. Putin, Rusya’sının enerjiye endeksli dış politikasını uygulama alanına sokmasını tüm dünya 2005’i 2006’ya bağlayan gece öğrendi. Ukrayna’yı vuran soğuk kış günlerinde Moskova Ukrayna’nın doğal gaz kaynaklarını keserek, bir bakıma, Ukrayna’da ABD destekli Turuncu Devrim’i cezalandırmıştı. Ukrayna, daha önce Batılı yeni dostlarının baskı gücüne güvenerek reddettiği 1000 m3 doğalgaz için 160 dolarlık doğalgaz birim fiyat teklifini, bu kez 230 dolar olarak bulmuştu. Ancak, dünya Rusya karşısında sessizliğe büründü. Aslında doğalgaz konusundaki hassasiyet sâdece Ukrayna tarafından hissedilmemişti. Rusya’nın, Avrupa ülkelerine sevk ettiği doğalgaz vanalarıyla oynayabileceği düşüncesi biranda bütün Avrupa’da tedirginliğe yol açtı. İtalya’da bile doğalgazla işleyen enerji santralleri geleneksel yakıta geri dönüş çalışmaları yapmaya başladı. Rusya gücünü denemiş ve ümit ettiğinden daha güçlü olduğunu öğrenmişti.4

Irak’a müdâhaleye başlangıçta karşı çıksa da, fazlaca ses çıkaramayan Rusya, başlangıçta varili 20 dolar civarında olan petrolün 60 doların üzerinde karargâh kurmasıyla, aradan geçen 4-5 yıl içinde ekonomik krizi atlattı, tüm borçlarını ödedi. Üstelik, elindeki petrol ve doğalgazı “özelleştirme” adı altında Rusya dışından üşüşen “küresel” petrol şirketlerine kaptırmadı. Tam tersine, devletleştirdiği ya da devlete yakın Lukoil, Gazprom gibi kendi şirketlerini petrol ve doğalgaz alanında birer dünya devi hâline getirdi. Rusya öyle bir hâl aldı ki, bir anda doğalgazın dünyadaki en büyük patronu hâline geldi. Bununla da yetinmeyip, eski Sovyet topraklarında kurulmuş olan yeni Türk Cumhuriyetleri’nden Kazakistan ve Türkmenistan’da mevcut doğalgaz ve petrolün dış dünyaya pazarlanmasında yeniden “hâkim” rol oynamaya soyundu. Bu rol Rusya’yı adeta, ABD ile bir “satranç” oyuncusuna dönüştürdü. Hazar havzasının karbon fosili enerji kaynaklarının Batı dünyasına taşınması meselesinde taraflar her türlü araçlarını seferber ettiler.

Bu Hazar havzası ya da “kalbgâh” başlıklı satranç oyununda ABD; Kafkaslar’dan Orta Asya’ya ve Ukrayna’ya kadar bir takım renk kodlarıyla adlandırılan “kadife devrimlerle”, bölge ülkelerde ABD yanlısı yönetimler kurmaya çalışırken; Rusya da ABD faaliyetlerine karşı devrimlerle cevap veriyordu. Rusya’nın dayanakları ise; enerji kaynaklarına yakınlık, bu coğrafyanın eski Sovyet topraklarında kurulmuş olması, bölgeyi çok iyi tanıması ve ille de 2003’ten itibaren yükselen petrol fiyatlarıyla sâhip olduğu inanılmaz zenginlikti. Bu imkânlarını Çin’in inisiyatifinde kurulan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), İran’ın kalbgâhtaki ABD karşıtı yönetime sâhip olması, Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığı gibi gerçeklerle artırıyordu. ABD ise, kadife devrimlere ilâveten, Rusya’yı Karadeniz’de de çevreleme projesini yürürlüğe sokmuş, Karadeniz de ABD ile “potansiyel küresel güç” Rusya arasındaki önemli jeopolitik mücadele alanlarından biri hâline gelmiştir.

ABD, yazının ilerleyen bölümlerinde yazıldığı şekilde, Rusya’yı çevrelemek için Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, Kafkaslar’dan Orta Asya’ya kadar çeşitli hamleler yapmaktan geri durmamıştır. Bunlardan biri de eski Doğu Avrupa, günümüzün AB ülkelerinden Polonya ve Slovakya gibi ülkelerde, nükleer başlıklı füzeler konuşlandırılmak istenmesidir. 2007 yılı başlarında ilk kez gündeme geldiğinde, Rusya’nın tepki göstermesi üzerine bu füzelerin “İran’a karşı” tesis edileceği şeklinde, savunma politikasından hiç anlamayanların dahi kandırılamayacağı bir gerekçeyi ileri sürdüler. Rusya, bunun kabul edilemez olduğunu, gerekirse AGİT’i işlemez hâle getireceği tehdidini ileri sürerek kabul etmedi. 2007 yılı ilk altı ayı içinde Rus Devlet Başkanı ABD yöneticileriyle iki önemli görüşme yaptı. Bunlardan ilki ABD Dışişleri Bakanı Rice ile olurken, ikincisi Başkan George W. Bush’un “Baba Ocağı”, eski Başkan George Bush’un çiftlik evinde gerçekleşti. Her iki buluşmada da ikna edilemeyen Putin, İran’a karşı bir füze savunma sistemi kurulacaksa bunun yerinin eski Doğu Avrupa ülkeleri değil, Türkiye olacağını söyledi. Bu konu henüz sonuçlandırılmış değil. Arkasından benzer bir Rus girişimi gelirse, yeni bir silâhlanma yarışı başlayabilir.

Küresel Enerji Kavgasının Sürüklendiği Bir Diğer Coğrafya: Karadeniz

Karadeniz, güneyindeki Türkiye’ye ilâveten batıdan itibaren Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya ve Gürcistan’a sağladığı kıyıları ve limanları vâsıtasıyla, bu ülkelerin hem kendi aralarındaki, hem de dış dünya ile ticarî ilişkilerinde önemli roller üslenmektedir. Bu ülkelerden Türkiye ve Rusya dışındakilerin dış dünya ile temasını sağlayabilecek başka deniz ve okyanuslarda sahili bulunmamaktadır.

Hazar havzasındaki ve Rusya’daki karbon fosili enerji hammaddelerinin Batı’ya nakledilmesinde Karadeniz’in jeopolitik önem derecesinin öne çıktığı görülmektedir. Bu hammaddelerin bir kısmı Rusya’nın Novorosiski limanından tankerlere yüklenmek sûretiyle Türk Boğazları’ndan geçerek Avrupa’ya taşınırken, bir kısmı da Romanya ve Bulgaristan’a ulaştırılmaktadır. Mevcut yükü dahi taşımakta zorlanan Türk Boğazları’ndaki deniz trafiğinin gelecekte daha da yoğunlaşacak bir trafiği kaldıramayacağı ve tehlikeli bir hâl alacağı endişesiyle, İstanbul Boğazı’nda bazı trafik düzenlemeleri yapılması zorunlu hâle gelmiş, bu gelişme Rusya’nın petrolünü Batı’ya aktaracak diğer seçenek arayışlarına yönlendirmiştir. Bunlardan biri Novorosiski’den Bulgar limanlarına ve oradan da boru hatlarıyla Yunanistan’ın Dedeağaç limanına ulaşmak, bir diğeri ise, Novorosiski-Samsun arasında deniz altından petrol boru hattı yerleştirip bunu Yumurtalık’a kadar uzatmaktır. Doğalgazda ise daha farklı seçenekler evvelce yürürlüğe konmuştur. Rus doğalgazı yıllardır Ukrayna üzerinden Avrupa’ya ve Balkanlar’a boru hatlarıyla taşınmaktadır. Novorosiski-Samsun arasındaki Mavi Akım projesi ile doğalgaz nakledilmektedir. Rus petrolünün bir kısmını da, Azerbaycan petrollerinde olduğu gibi Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) yoluyla da Akdeniz’e ulaştırmak mümkündür.

Yukarıda kısaca değinilen kadarıyla bile Karadeniz’in enerji ulaşım hatlarına mekân olduğunu söylemek mümkündür. Yazımızda, Karadeniz’in jeopolitik önemi ve bu önem uğruna girişilen mücadeleler, Karadeniz’in Türk hâkimiyetine girişinden itibaren yaşanan gelişmelerle birlikte incelenmeye çalışılacaktır.

Sovyetlerin Karadeniz Donanması ve Akdeniz Görev Kuvveti’nin Türk Boğazları’nın güvenliği konusunda yarattığı tedirginlik, soğuk savaşın etkisini yitirdiği 1980’li yılların sonlarına doğru azalmış, 1990’lı yılların başında Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tüm dünyada olduğu gibi Karadeniz’de yeni dengeler kurulmuştur. Henüz daha Sovyetler Birliği dağılmadan önce Türkiye tarafından Ocak 1990 ayı içerisinde Sovyetler Birliği, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’nin katılımı ile Karadeniz sahildarı ülkelerin adına “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı” (KEİT) denilen bir ekonomik örgütlenmeye gidilmesi fikri Türkiye tarafından ortaya atıldı. Aday ülkelerde peş peşe toplantılar yapılırken Sovyetler Birliği dağıldı. Bunun üzerine Sovyetler Birliğinden ayrılan ülkelerin bir kısmının da bu örgüte dâhil olmasıyla, 25 Haziran 1992’de İstanbul Deklarasyonu imzalanmış ve örgüt kurulmuştur. KEİT üyeleri; Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’dır. İsrail, Slovakya, Avusturya, İtalya, Mısır, Polonya ve Tunus da örgüte gözlemci statüsü ile alınmıştır. Deklarasyonun 5. maddesinde yer alan; “Üye devletler AGİT sürecine katkı sağlamak, Avrupa ölçeğinde bir ekonomik bölge oluşturmak ve katılımcı devletlerin dünya ekonomisiyle daha yüksek düzeyde bütünleşmelerini gerçekleştirmek için ekonomik işbirliğini geliştirme niyetlerini teyit ederler” ifâdesiyle örgütün maksadı açıklanmaktadır.5

Karadeniz; sahilleri ve hinterlandı ile birlikte 320 milyonun üzerindeki nüfusu ve 20 milyon kilometrekarelik bir bölgeyi, Körfez bölgesinden sonra dünyanın en zengin doğal gaz rezervlerini kapsadığı gibi, kurulduğu dönemlerde 300 milyar dolarlık ticaret hacmine sâhip KEİT’e de adını vermiştir. KEİT’in kurulması ile birlikte öncelikle Azerbaycan’ın olmak üzere, Hazar havzası petrol ve doğalgaz kaynaklarının Batı’ya nasıl ulaştırılacağı konusu dünya gündemine oturmuştu. Bunun için başlangıçta iki önemli seçenek vardı. Biri Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’a boru hattı tesis etmek, ikincisi ise bu petrolü Rusya’nın Karadeniz’in doğusundaki limanlarına boru hattı ile ulaştırmak, oradan Türk Boğazları yoluyla tankerlerle taşımaktı. Daha sonra bu seçeneklerin ikisinin birlikte yapılacağı üçüncü bir seçenek ortaya çıktı. Birinci seçenekte boru hattının Bakü’den Ceyhan’a kadar uzatılması hem uzun vadeli hem de masraflı bulunmuştu. İkincisinde ise o yıllara kadar pek çok deniz kazasının oluştuğu Türk Boğazları’ndan sürekli olarak tehlikeli petrol taşımanın, muhtemel kazalarla bu sahillerdeki yerleşim bölgelerinde yaşayan insanlara ve çevreye vereceği onarılması güç zararlar, önemli bir sakınca olarak ortaya konmuştu.6

Türkiye’nin benimsediği Bakü-Ceyhan boru hattının inşası için Ekim 2000 ayı içerisinde, BP dahil bir çok yabancı finans şirketinin oluşturduğu grup Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan ile sözleşme imzaladı.7 Bu hatta ilâveten; Bakü-Supsa, Khasuri-Batum, Bakü-Novorosiski ve Tengiz-Novorosiski petrol boru hatlarının inşası için de 1999 ve 2000 yılları içerisinde sözleşmeler yapıldı.

Kafkasların ve Merkezî Asya’nın petrol ve doğalgaz kaynaklarının Batı’ya nakli için yukarıda belirtilen çalışmalar yapılırken, Türkiye de Türk Boğazları’ndan intikalde deniz trafiğine yeni bir düzenleme getirme çalışması içerisindeydi. Zira, Türk Boğazları sâdece üzerinde dünyanın en büyük metropollerinden İstanbul’u bulundurmakla kalmıyor, aynı zamanda ve daha da önemlisi; Karadeniz kıyılarına yakın Merkezî Asya pazarları ve Karadeniz sahildarı ülkeler (Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Rusya, Ukrayna, Moldova, Romanya ve Bulgaristan) ile Türkiye’nin Karadeniz sahillerini Akdeniz’e, dolayısıyla Batı ekonomilerine bağlayan ulaştırma yollarının en önemli ve alternatifsiz düğüm noktalarını oluşturuyordu. Bu nedenle de Türk Boğazları’nın emniyeti sâdece Türkiye açısından değil, yukarıda sayılan tüm ülkeler ile bu ülkelerle deniz ticareti yapan ve yapacak bölge dışındaki ülkeler için de önem taşımaktaydı. Türkiye de tüm bu ülkelerin ortak çıkarı için, bölgenin tek ve en önemli deniz ulaştırma hattını yani, Türk Boğazları’nı her zaman ve güvenli olarak seyre açık tutabilmek maksadıyla 1994 yılında Boğazlar’daki trafiğe ilişkin yeni düzenlemeler getirmiş, bu kurallar Kasım 1995 içerisinde IMO Genel Kurulu’nda da esasa bağlanmıştır. Türk Boğazları’ndaki trafik uygulamaları ile ilgili esaslar 1998 yılında yenileri ilâve edilmek sûretiyle revize edilmiştir. Türkiye, Boğazlar’dan geçişle ilgili düzenlemelerini maliyeti oldukça yüksek teknik cihaz ve sistemlerle destekli sinyalizasyon sistemi kurmak sûretiyle gerçekleştirmiştir.

Türk Boğazları ile doğrudan bağlantılı Karadeniz’de güvenlik, dayanışma ve dostluğun tesisi için getirilen bir diğer yeni oluşum da 2 Nisan 2001’de kurulan Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR)’dur. Karadeniz sahildarı ülkelerin katılımıyla bölgede barış ve dostluk ilişkilerinin muhafaza edilmesine hizmet eden Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu Sözleşmesi İstanbul’da imzalanmıştır.8 BLACKSEAFOR’un aktif hâle getirilişinin ilk töreni 27 Eylül 2001’de Gölcük’te yapılmış, ilk yıl için plânlı faaliyetler de bu tarihten 16 Ekim 2002 tarihine kadar Türk Tuğamiral komutasında icra edilmiştir. Komutanlığı birer yıllık süreyle üye ülkelerin deniz subayları tarafından yürütülen ve Karadeniz’de kullanılmak üzere tesis edilen BLACKSEAFOR, gerektiğinde tarafların oybirliği ile alacağı kararla başka bölgelerde kullanılmayı da öngörmektedir. BLACKSEAFOR’un görevleri içerisinde; (1) Arama ve Kurtarma Harekâtı, (2) İnsanî Yardım Harekâtı, (3) Mayın Karşı Tedbirleri Harekâtı, (4) Çevre Koruma Harekâtı, (5) İyi Niyet Ziyaretleri, (6) Taraflarca kararlaştırılan diğer görevler mevcuttur. BLACKSEAFOR’un, BM veya AGİT kapsamındaki harekâtta da görevlendirilmesi mümkündür. Bu örgütün Kuruluş Andlaşması ile Karadeniz sahildarı ülkeler KEİT’i takiben ve sâdece Karadeniz sahildarı ülkeler olarak, ilk kez bölgesel istikrarın, dostluğun, iyi ilişkilerin ve karşılıklı anlayışın daha da geliştirilmesi için örnek bir davranış sergilemişlerdir.

Karadeniz, gelinen noktada bir güç dengesinin tesisi ile güçler birliğinin tesisi için çeşitli oyunların sahnelendiği coğrafya hâline gelmiştir. Bu sahnenin başrol oyuncuları ABD ve Rusya olurken, AB (Almanya ve Fransa), Türkiye ve Ukrayna onları izlemekteydi. Ayrıca Azerbaycan, Gürcistan, Romanya, Bulgaristan, Ermenistan, Yunanistan ve Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi de sahnede yer almaktadırlar. AB içerisinde etkisini en çok hissettiren ise Almanya’dır. Bu arada Soros gibi paranın küresel gücünü etkinleştirmek isteyen sivil çevreler de önemli rollere soyunmaktadırlar. Soğuk savaşın sonunda ve özellikle ikinci başkanlığını yapan George W. Bush’un döneminde sivrilen ABD’nin yeni dünya düzeni, bölgede eski “Sovyetler Birliği imparatorluğu” özlemi içindeki Avrasyacı Rusya’nın jeopolitik istekleri ile çatışmaktadır.

Rusya’da Putin döneminde ABD’ye olan güvenin de azaldığı görüldü. ABD’nin özellikle desteklediği NATO’nun “Doğu’ya doğru genişlemesi” projesinden Ruslar pek hoşlanmadı. Eski Sovyet topraklarında kurulan üç Baltık ülkesinin NATO’ya girişinden sonra Rusların önemli bir bölümü NATO’yu saldırgan bir blok olarak tanımladı. ABD’nin Irak’a müdâhale ettiği Mart 2003 içerisinde Rusların yüzde 59’u Amerikalıların Rus dostu olmadığına inanıyordu.9

Karadeniz’in son yıllarda jeopolitik önemini artıran özelliklerin petrol ve doğalgaz gibi karbon fosili enerji hammaddelerinin Batı’ya naklinden kaynaklandığına yukarıda değinilmişti. Karadeniz’in hinterlandındaki Hazar havzası bu bakımdan büyük bir öneme haizdir. Hele de ABD’li uzmanlarca yaptırılmış olan bir araştırmaya göre, dünya çapında enerji ihtiyacının 1993’ten 2015 yılına kadar uzanan dönemde yüzde 50 oranında artacağı ihtimali10 dikkate alındığında, petrol ve doğalgazını önemi daha iyi anlaşılabilmektedir.

Kıyıdaş ve hinterlandındaki pek çok devletin ulaştırma hatlarının bağlantısını sağlaması, Avrasya’nın enerji kaynaklarına yakınlığı ve bu kaynakların bir kısmının ulaştırma hatlarını üzerinde bulundurması gibi stratejik değerlerin varlığı, Karadeniz’in yeni jeopolitik görünümünde büyük güçler arasındaki rekabetin belirlenmesinde ana etkenler olmaktadır. Bu büyük güçler Rusya ve ABD’dir. Ayrıca Fransa ile Almanya’nın da bölgeye nüfuz etmeye çalıştığı görülmektedir. Balkanları, Kafkasları, merkezî Doğu Avrupa’yı ve Türkiye’yi birbirine bağlayan Karadeniz’deki ekonomik ve siyasî çıkarlar büyük güçleri birbirleriyle rekabete tahrik için yeterli olabilmektedir.11 Bu aktörlerden biri olan Almanya, sonuncusu 2005 yılı sonu ve 2006 yılı başlarında yaşanan Rus doğalgazının kesilmesi tehlikesine karşı, doğalgazın Ukrayna dışında Baltık Denizi’nden geçirilerek Almanya’ya ulaştırılması için Rusya ile anlaştı. Bu duruma Ukrayna’nın pek sesi çıkmaz iken, Polonya’dan sert bir ses duyuldu. Polonya Savunma Bakanı Radek Sikorski, Rus-Alman Baltık Denizi doğalgaz boru hattı projesini sert bir dille eleştirerek, bu icraatı 1939’da Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop ile Sovyet meslektaşı Molotov’un Moskova-Berlin Birliği’ni çağrıştırdığına dikkat çekmiştir.12 Bu tarihten itibaren Polonya’nın Almanya’ya karşı tavrında önemli değişiklikler yaşandı. Hatta Alman Şansölye Bayan Merkel’in Haziran 2007 içinda Polonya ziyareti sırasında, Polonya basını konuklarını Almanları kızdıran bir resimle karşıladı.

http://www.enerji2023.org/index.php?option=com_content&view=article&id=104:avrasyada-enerj-eksenl-btmeyen-qbueyuek-oyunq-1&catid=15:stratej&Itemid=253


****