Ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2015 Pazar

DERSİM AYAKLANMASINI KÜRTÇÜLER ÇIKART TI



DERSİM AYAKLANMASINI KÜRTÇÜLER 
ÇIKARTTI 



(Rıza ZELYUT)

1937/38′de yaşanan Dersim isyanı, bu bölgedeki en son ayaklanmadır. Ve ayaklanmanın Alevilerin haklarıyla ya da talepleriyle en küçük ilgisi yoktur. Yarınki yazımızda ortaya koyacağımız gibi; bu bölgedeki derebeyleri, seyit olsun, aşiret reisi olsun; Aleviler uğruna tek kurşun atmamışlardır. Ve bu derebeyleri; kendilerine Alevi kesimi temsil ederek gelen iki önemli Alevi büyüğünü de reddetmişlerdir. Bu yüzden DTP’lilerin, Dersim olaylarını Alevi hareketi gibi gösterme gayreti, 1919′dan beri sürdürülen Kürdistan yaratma projesinin bir parçasıdır. Bunu tarihi olayları tek tek inceleyerek görebiliriz:

TUNCELİ’DE KÜRT YOKTU

Tunceli bölgesini gezenler göreceklerdir ki; burası yerleşime uygun olmayan; ulaşılması çok zor bir coğrafyadır. Daha çok devlet baskısından kaçan grupların saklandıkları bir coğrafya özelliğini gösterir Tunceli. Sivas’ın doğusuna kadan uzanan bir bölgeyi kapsayan Tunceli’nin en eski halkı Zaza’lardır. Bunların dili ve kültürü ile Kürtlerin dili ve kültürü arasında hiçbir bağ yoktur. Bu bölgeye Türkler; MÖ 5. yüzyılda Kafkasya’nın kuzeyinden inmişlerdir. Sakaların (Sarı Türkler) kalıntıları bölgede beyaz tenli, yeşil gözlü insanlar olarak karşımıza çıkıyor. MS 395′den başlayarak Hun Türklerinin Ağaçeri (Tahtacı) kolu da Kafkasları aşarak Bizans’la işbirliği halinde bu bölgeye ve Toroslara yerleştiler. (Buna ilişkin ayrıntıları Anadolu Aleviliğinin Kültürdel Kökeni TÜRK ALEVİLİĞİ isimli kitabımızda gösterdik). Daha sonra Oğuzlar 950′lerden itibaren bölgeye geldiler. Buralar daha sonra Türkmenlerin elinde kaldı. İran’da Alevi (Kızılbaş) Türkmen devleti devleti kuran Şah İsmail, Tunceli’nin çevresine de hakim oldu. 1514′te çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlılar Tebriz’e kadar girdiler. Bu süreçte Kürtler;: Osmanlılara yardım ettiler. Fakat Kemah; Alevilerin elinde idi. Burasını 1515 mayısında zorlu bir kuşatma ile Yavuz Selim ele geçirdi. Bölgedeki Alevilerin son kalesi düşünce buradaki Alevi Türkmenler de Tunceli bölgesine kaçtılar. Böylece; Tunceli’deki Türkmen nüfus yoğunluk kazandı. Bu dönemde Tunceli ve çevresinde Kürtler yoktu. Onlar daha çok İran sınırında bulunuyorlardı. Osmanlılar ile birleşen Kürtler; Kızılbaş Türkmenlere kılıç sallamaya başlayınca; devletin desteği ile Batı’ya doğru yayılma fırsatı elde ettiler. Tarih açıkça gösteriyor ki; Kürt derebeyleri; Doğu Anadolu’daki Alevi Türkmenleri yok etmede Osmanlı Devleti ile işbirliği yaptılar. Bunun kanıtlarını, 19 Kasım tarihli yazımda tarih ve kaynak göstererek ortaya koydum. Farklı bir etnik kökenden gelip bugün Kürtçülük yapan Ahmet Türk; dedesinin daha 20. yüzyılın başlarında Hamidiye Alayı bayraktarı olarak bölgedeki Alevilere ne yaptığını bilmiyor değil. Kürt derebeylerinin ve Osmanlı yobazlarının Alevilere yaptıkları zulmü, Kemalist cumhuriyete yıkmaya çalışanlara ancak cahiller ve ahmaklar inanır.

SİVAS- KOÇKIRI İLE BAŞLADILAR

Dersim bölgesi Osmanlılar döneminde yağma hareketleri ile öne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı başlatılırken bu bölgede Koçkırı isyanı patlak verdi. Sivas’ın doğusundaki ve Dersim’in batısındaki Alevi aşiretlerin yer aldığı bu ayaklanmadaki amaç; bağımsız bir Kürt devleti kurmak idi. Bu gerçeği öğrenmek isteyenler, mutlaka; Baytar Nuri diye bilinen Dersimli Veteriner Mehmet Nuri’nin yazdığı Kürdistan Tarihinde Dersim isimli kitabı okumalıdırlar. Baytar Nuri; sıkı bir Kürtçüdür ve Kürdistan Teali Cemiyeti üyesidir. Kitabında, Türklere etmediği hakaret kalmamıştır ve yazdıklarını ‘İntikam, intikam, intikam!’ çığlıkları ile bitirmektedir. Kendisine, Koçkırılı Alişer yardımcı olmaktadır. Bu ikili Seyit Rıza’yı da yönlendirmektedir.
Türkiye, işgal edilmiş; Ankara’da yeni bir Meclis kurulmuştur. Yunan ordusu Batı Anadolu’dan Bursa’ya doğru işgalini sürdürmektedir.
İşte tam bu sıradaki durumu; Baytar Nuri şöyle anlatıyor: ‘Dersim’e giderek babam ve Seyit Rıza ile görüştüm. Alişer ile işbirliği yapmalarını sağladım. (…) Artık Dersim’de büyük bir kaynaşma başlamış ve Ankara hükümetinden Kürdistan’ın muhtariyetinin kabul edilmesi isteği ileri sürülmüştü. (…) Dersimliler adına mufassal (ayrıntılı) bir rapor tanzim ederek Kürdistan Teali Cemiyeti vasıtasıyla İtilaf Devletleri (işgalci devletler) temsilcilerine gönderdik. (…) bağımsız bir Kürdistan yaratılmasını istedik.
(…)336 yılı (1920) başlangıcında Kangal İlçesi’nin Yellice Nahiyesi’nin Hüseyin Abdal tekkesinde önemli bir toplantı yaptırmıştım. (…) toplantıda bulunanların cümlesi ant içerek Sevr Anlaşması’nın takibini ve Diyarbakır, Van, Bitlis, Elaziz, dersim, Koçkırı mıntıkasını ihtiva eden bağımsız bir Kürdistan teşkilini başarmak için silaha sarılmaya ve sonuna kadar savaşmaya tam bir ittifakla karar verdiler. (sayfa 125-126)’

15 Kasım 1920′de Hozat’ta bir toplantı daha yapılıp Kürdistan’ın tanınması için Ankara’ya ültimatom verilir. Yoksa silahla bu hakkı alacağız diyenler; Batı Dersim Aşiret Reisleri olarak ültimatoma imzalamışlardır. (Aslı için bak: s. 129)
Ne yazık ki Kuvayı Milliye güçleri Türkiye’yi kurtarmak için Batı’da Yunanlılarla çarpışırken Batı Dersim aşiret reisleri; Seyit Rıza’nın da desteği ile Koçkırı ayaklanmasını başlatmışlardır. Böylece Ankara hükümetini arkadan vurmaya kalkışmışlardır. İşin içinde İngilizlerin olduğunu görmemek mümkün de değildir.
Kuzeyde Pontusçularla da mücadelenin sürdüğü bir dönemde bu ayaklanma güçlükle bastırılmıştır. İdama mahkum edilenler arasında, kaçaklardan Baytar Nuri ile Alişer olduğu halde; tümü de Atatürk tarafından affedilmişlerdir. Ankara hükümetinin isyanı bastırırken halka dokunulmadığı, Atatürk ve Türk düşmanı Baytar Nuri’nin yazdıklarından anlaşılmasına karşın; günümüzdeki bazı sözde aydınlar; bu operasyonu bile katliam gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Halbuki; ankara hükümeti, 1937 yılına kadar Dersimliler’e gayet hoşgörülü davranmıştır.

İŞTE SİZE SEYİT RIZA (Rıza ZELYUT)

Bugün, Tunceli halkını kışkırtmak isteyenler; 1937/38 Dersim olaylarını ve bu ayaklanmada başroldeki aşiret reisi Seyit Rıza’yı kullanıyorlar. Dünkü yazımda ortaya koyduğum gibi; Seyit Rıza’yı ve 7-8 kadar Alevi aşiret reisini kandırarak Kürdistan için ayaklandıranlar; Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleridir. Bunlardan birisi Baytar Nuri, diğeri; Koçkırı isyanının elebaşılarından Alişan’ın torunu Alişer’dir.
Tunceli bölgesindeki aşiretler; silahlı birlikler oluşturmuşlar; Osmanlı Devleti zamanında da çevredeki karakollara ve garnizonlara saldırmışlardır. Böylece yağma ve çapul eylemlerini yaymışlardır. Seyit Rıza da bu çete reislerindendir. Bu eylemleri yüzünden daha Osmanlı Devleti zamanında idama mahkum edilmiştir. İşte size o belge: ‘(28/Z /1330 (Hicr”) (08.12.1912) Pazartesi: Dersim’in Yukarı Abbasi (Abbas Uşağı) Aşireti Reisi olub gıyaben idam cezasına mahkum olan Seyid Rıza’nın hukuk-ı şahsiye davası baki olmak üzere afvı. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Dosya No : 156, Gömlek No : 1330/Z-04, Fon kodu : İ,.MMS)’
Okuma yazma bile bilmeyen Seyit Rıza; bölgedeki Aleviler tarafından ocak başı da kabul ediliyordu. Ocak kavramının Türklere has olduğu bir gerçek olmasına karşın, Seyit Rıza kendisini Kürt sanıyordu. Bu yüzdendir ki Seyit Rıza, 1921 başlarında başlatılan Batı Dersim aşiretlerinin de yer aldığı Koçkırı İsyanını destekledi. Bu olay Ankara hükümeti tarafından affedildi. Sonraki dönemi Veteriner Nuri şöyle anlatıyor: ‘Dersim fiilen bağımsızdı, idare başkanlığını Seyit Rıza ele almıştı ve Kürdistan adına faaliyetlerine devam ediyordu. (Kürdistan Tarihinde Dersim, s. 132)’
Seyit Rıza Tunceli merkezi silahlı adamlarıyla işgal ediyor; devlet, araya nasihat heyeti koyuyor; 1924 yılında Hozat’ı basıyor; TBMM’ye nota veriyordu. Bununla da yetinmiyor; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na arka çıkarak cumhuriyet düşmanlarını koruyor. Terikkiperverci Hasan Hayri kaçarak onun korumasına giriyor. (Aynı eser, s. 169) ‘Ağdat denilen Seyit Rıza mıntıkasında Kürdistan bayrağı dalgalanıyordu. (sayfa 163)’

KÜRT AYAKLANMALARINDA

Türkiye; İngiltere ile Musul sorununu görüşürken, 1925 yılında Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Seyit Rıza ve diğer Kürtçü Dersimliler; bu eyleme katılmadılar. Çünkü; mezhep tartışması yaşanmış ve Şafii Kürtçülerin tutumu; Dersimlileri kızdırmıştı. Lakin; bunlar Türk ordusunun Dersim’e girmesine karşı çıkmışlardı. Buna karşın Doğu Dersim aşiretlerinden Hıran, Lolan, İzolan, Şuran aşiretleri ise Şeyh Sait kuvvetlerine karşı Türk ordusunun yanında savaştılar.
Cumhuriyet hükümeti, 1926 sonunda yeni bir af kanunu çıkartarak, devlete karşı isyan etmiş olanları affetti ve Anadolu’nun ortalarına sürülmüş aşiret önderlerinin kendi yurtlarına dönmelerine izin verdi. Atatürk; Dersim’e 1926 yılında arabulucu olarak Vali Ali Cemal’i (Murat Bardakçı’nı dedesi) gönderdi. Bektaşi olan Ali Cemal; Seyit Rıza’ya onca sözler vermesine karşın etki yapamadı. 1927 yılında Koçan Aşireti ile Elazığ’daki Türk askeri gücü arasında çarpışmalar oldu. 1928 ve 1929′da gelen istihbarat bilgileri; Seyit Rıza ile Kürtçü Hoybun Cemiyeti’nin, İngilizlerin, Sultan Abdülhamid’in oğlunun; Dersim’e bağımsızlık sağlamak için savaşan Alişer’in ilişkili olduğunu gösteriyordu. Buna karşın, cumhuriyet hükümeti zor kullanmıyordu. Yeni Vali İbrahim Tali; 1929′da; Seyit Rıza’yı saldırılardan vazgeçirmek için ona 2 bin lira para ve bir sandık dolusu da hediye bile yolluyor; lakin o, rakip aşiretlerin köylerini basıyor; adamları da karakollara saldırıyordu. Bunlar; Doğu’ya doğru yapılan tren hatlarının da Kürtleri imha için yapıldığını yayıyorlardı (Aynı kitap, s. 223). Sivaslı Murat Paşa’yı öldüren çeteler de ona sığınıyorlar; devlet bu adamları teslim etmesini istiyor ama Seyit Rıza reddediyordu (sayfa 207)

İş bu kadarla da kalmıyor. Ağrı çevresinde yeni bir Kürt isyanı başlayınca Seyit Rıza ve Keçelan aşireti, isyancıları desteklemek amacıyla 1930′da Erzincan ve Erzurum taraflarındaki Türk garnizonlarına saldırılar düzenliyorlar. (Sayfa 256). Bütün bu saldırganlıklara karşın; cumhuriyet yönetimi; Dersimlileri barış yolundan ikna etmek için 1931 yılında üçüncü kez af çıkartmış ve devlete ve şahıslara karşı bu aşiret reislerinin işlediği suçları affetmişti. Lakin; bunca barışçı önlemler bir işe yaramamıştı.
1936 sonlarına doğru Fransa ile Türkiye Hatay sorunu yüzünden savaşın eşiğine gelince; Dersim’deki Kürtçü aşiretler, Seyit Rıza’nın önderliğinde yeniden saldırgan hale geldiler. Hükümetin buraya genel vali olarak gönderdiği General Abdullah Alpdoğan; barış yoluyla Dersim’i ülkenin bir parçası haline getirmek istedi ama Seyit Rıza buna silahla cevap verdi. Böylece 2 yıl sürecek son çatışmalar başlamış oldu.


DERSİM EDEBİYATI (ÖZDEMİR İNCE)50-60 yıl hep okudum. Edebiyatın başyapıtlarından çoğunu okuduğumu sanıyorum. Birkaçını da Türkçeye ben çevirdim. Tarihsel roman mı? Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını lise birinci sınıfta, beş numara gaz lambasının ışığında okudum ve o yıl sınıfta kaldım. Yazınsal etik ve estetiğin ölçüsü Savaş ve Barış’tır! Demek ki dürüst ve nesnel olunacak!

Dedelerin, ninelerin, nenelerin anlattıkları “Naylon tarih” üzerine bina edilen yazınsal yapıtlara güvenemem. Anı okumak daha kolay: Anlatılanların tersinin de mümkün olduğunu düşünürüm. Bu nedenle, genç bir yazar hanımın (hanımların) bu tür konularda yazdıkları yazınsal (edebi) yapıtları okumam, okumaya vaktim yoktur. Ancak, kendileriyle yapılan söyleşileri mutlaka okurum ve zihniyetlerini öğrenirim.

SAPTIRMALAR

Bugünkü dersimiz “Dersim Edebiyatı”! “Dersim Edebiyatı” yalanlarla, dolanlarla, saptırmalarla, düzmece ağıtlarla tıka basa doludur. Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti nedeniyle Dersim tekrar gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Gül’e, 71 yıl (1937-1938) önce meydana gelen Dersim olaylarının ardından yetim kalarak evlatlık verilen çocukların bulunması için mektup-dilekçe verilmiş. Bu konuda öyle uyduruk şeyler okuyoruz ki sanki yetim kalan Alevi-Kürt çocuklar Yeniçeri Ocağı’na çocuk toplar gibi toplanmış izlenimi doğuyor.

Genç romancı Sema Kaygusuz “Yeryüzünde Bir yer” adlı roman yayınlamış. Dersim sürgünü babaannesinin izini sürüyormuş. “Dersim sürgününün konuşulma vakti geldi!” (Taraf, 18.10.09) diyor. “Dersim katliamı”ndan söz ediyor (Radikal Kitap, 02.10.09).

Basında bu türden tezvirat, tevatür, soyutlama, saptırmalar birbirini izliyor.

Bu da yetmiyormuş gibi, Ermeni, Süryani, Pontus soykırımlarından sonra Dersim soykırımı da icat edildi: 14 Kasım 2008 tarihinde, Brüksel’de Avrupa Parlamentosu tarafından “Dersim’de Alevi Kürtlere soykırım uygulandı” konulu bir toplantı düzenlendi. Toplantıya DTP milletvekilleri Şerafettin Halis (Tunceli) ve Aysel Tuğluk (Diyarbakır) ile Tunceli’nin DTP’li Belediye Başkanı katılmış! Ardından 17 Kasım’da bir başkası düzenlendi.

YA ÇAPULCULAR

Osmanlı döneminin askere gitmeyen, vergi vermeyen, komşu köy, kaza, ilçe ve kentleri talan eden, kaçakçılıkla geçinen Dersim’in isyanlarını, eşkıya çapulculuklarını bir yana mı bırakalım? 1937 isyanının nedeni de aynı eşkıyalık anlayışıdır. Ayrıca Koçgiri ve Seyh Sait isyanları gibi siyasal tarafı da vardır. 21 Mart 1937 gecesi başlayan Dersim Ayaklanması hakkında ABD’nin Türkiye büyükelçiliği Washington’a şu raporu gönderiyor:

OKUL İSTEMİYORLAR

“Toplumun sosyal yapısı tipik sosyal özellikler taşıyor ve geniş halk yığınlarının hükümetle olan tek irtibatını aşiret reisleri sağlıyor. Türk hükümeti ekonomik açıdan sorunu çözmeye çalışıyorsa da yöre insanları yollar, köprüler, okullar vs. yapılmasına karşı koyuyor. Son ayaklanma: Hükümetin, bölgenin sosyal ve ekonomik şartlarını ıslah etmek üzere geliştirdiği reform programını, daha önce elde edilmiş haklara tecavüz şeklinde gören liderleri tarafından başlatıldı” (Bilal N. Şimşir, “Kürtçülük 2”, Bilgi Yayınevi, s. 397-398).

Dersimli çocukların yetim kalmasının nedeni bu isyandır. Bundan söz etmeden, hiç kimse Dersim konusunda konuşma hakkına sahip olamaz.


..

13 Ekim 2015 Salı

SURİYE’DEKİ ETNİK VE DİNİ YAPININ SİYASİ YAPININ OLUŞMASINDAKİ ROLÜ BÖLÜM 1







SURİYE’DEKİ ETNİK VE DİNİ YAPININ SİYASİ YAPININ OLUŞMASINDAKİ ROLÜ
BÖLÜM 1 



Prof. Dr. Salih AKDEMİR* 
AVRASYA DOSYASI 

GENEL MÜLAHAZALAR: 


Etnik ve dini azınlıklar sorunu, bugün hemen bütün devletlerin, sürekli olarak karşı karşıya bulundukları ve çözümünde çoğu kez başarısız kaldıkları en önemli sorunlardan biridir. Özellikle 80’li yıllardan sonra, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi dışında, dünyada meydana gelen hemen bütün çatışmaların temelinde etnik ve dini farklıların bulunduğu açıkça görülmüştür. Bu durum, 18 Aralık 1992 ‘de, 
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, acil olarak, "Ulusal veya Etnik, Dinsel veya Dilsel azınlıklara dair kararı"nı onaylamasına yol açmıştır.1 

Dokuz maddeden oluşan bu kararda, devletlerin; ülkelerinde yaşayan etnik ve dini azınlıkların insan haklarını korumakla, yani, söz konusu dini ve etnik azınlıkların, kendilerine, kendi dillerini, dinlerini ve kültürlerini öğrenmelerine yardımcı olarak onların ulusal ve dini kimliklerini korumalarına ve geliştirmeleri ne yardımcı olmakla, onların ulusal kültürlerinden yararlanmalarını ve dinlerini topluca yerine getirmelerini sağlamakla ve bu evrensel hakların uygulanmasının engellenmesine yönelik tüm girişimleri engellemekle yükümlü olduklarını vurgulamaya özen göstermektedir. Etnik ve dini farklılıkların en çok gündeme geldiği yerlerden biri de kuşkusuz Ortadoğu’dur; öyle ki, bu yüzden, BM’nin bir 
çok araştırması, etnik ve dini bağların Ortadoğu’da siyasetin doğal ve kültürel tabanı olduğuna dikkat çekmiştir.2 

Ortadoğu’da, etnik ve dini bağların, siyasi yapının oluşmasında ve hatta belirlenmesinde en etkin bir biçimde rol oynadığı ülkelerden biri de kuşkusuz Suriye’dir. 


* Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi 

1  Birleşmiş Milletlerin varmiş olduğu bu kararın metnini, öneminden dolayı araştırmamızın sonunda ek olarak sunacagız. Ayrıca, Nicolas van Dam’ın birazdan zikredecegimiz araştırmasında sunduğu Suriye’deki dini azınlıklıklar ın, Suriye Kabinelerinde ve Ba’s Partisi Bölge Komutalarında dagılımını gösteren istatistikleri de araştırmamıza eklemeyi uygun görüyoruz. 

2  Bu konuda bkz; Sa’d ed-Din ibrahim, el-Milel we’n-Nihal ve’l-A’rak:Humumu’l- Akaliyat fi’l-Vatani’l- Arabi, Kahire, 2.b. 1994; Raymond A. Hinnebush, Authoritarian Power and State Formation ın Ba’thist Syria: Army, Party and Peasant, San Fransisco, 1990. 


Biz bu araştırmamızda, Suriye’deki etnik ve dini yapının siyasetteki rolünü, bağımsızlık öncesi dönemden günümüze dek incelemeye çalışacağız.3 

Suriye’deki etnik ve dini azınlıkların siyaset alanındaki oynadıkları rolleri daha iyi izleyebilmek için, öncelikle ülkenin etnik ve dini yapısı üzerinde kısaca durmak gerekir. 

I. Suriye’deki etnik ve dini yapı 


a. Etnik yapı ;

A. Genel Olarak 

1997 yılı tahminlerine göre, nüfusu yaklaşık olarak 16. 137. 899 rakamına ulaşan Suriye, Araplardan ve farklı ırklara mensup olan çeşitli azınlıklardan oluşmaktadır. Araplar yaklaşık olarak nüfusun % 90’nı, Kürtler, Türkmenler, Çerkezler, Ermeniler, Süryaniler ve Yahudiler gibi etnik azınlıklar ise, diğer % 10’nu oluşturmaktadır. 

a. Araplar: 

Arapların yaklaşık % 70’i Sünni mezhebine, diğerleri ise, Alevî (Nusayrî), İsmailî ve Şiî mezheplerine mensupturlar. Arapların içinde Hristiyan olanlara gelince, onlar da Ortodoks Grek Kilisesi’ne, Suriye Ortodoks Kilisesine ya da Katolik Grek Kilisesi’ne bağlı bulunmaktadırlar. 

b. Kürtler: 

Nüfusun % 9’nu oluşturan Kürtlerin büyük bir kısmı Sünni’dirler; bununla birlikte, içlerinde çok sayıda olsa Hıristiyan ve Yezidi vardır. Kürt nüfus kendi içinde ikiye ayrılabilir. Bunlardan bir kısmı, konargöçer yaşam tarzı sonucu Suriye sınırının çizilmesi ile Suriye’de kalanlar; diğerleri ise, Türkiye’de dış destekçilerin teşvikleri ile çıkan iç ayaklanmalarda  (1919-1944) Suriye’nin zayıf sınır kontrolü nedeniyle bu ülkeye yerleşenler dir. 


3 Suriye’deki etnik ve dini yapı hakkında en önemli araştırma Nikolaos van Dam’a aittir. Suriye’deki Hollanda Sefaretinde görevde bulunması, Suriye ile ilgili olarak baflarılı analizlerde bulunmasına yardımcı olmuştur. 

Nikolas, söz konusu araştırmasını, 1977 yılında, Amsterdam Üniversitesinde doktara tezi olarak sunmuştur. Araştırmanın orijinal baskı  Şöyledir: 
"De Rol den Sektarisme, Regionalisme en Tribualisme bij de Strijd om de Politieke Macht in Syre (1961-1976) 
("Suriye’deki İktidar Mücadelesinde Mezhepçilik, Bölgecilik ve Aşiretçiligin Rölü (1961-1976) Yazar, daha sonraları bu araştırmasını genişleterek muhtelif aralıklarla İngilizce olarak üç kere yayınlamıştır. 

Bizim araştırmamıza esas aldıgımız, 1996 tarihli son baskıdır. Eserin İngilizce versiyonunun başlıgı ise şöyledir: 
" The Struggle for Power in Syria Politics a Society under Asad: The Ba’th Party" Nikolas’ın bu araştırması, geçenlerde, çok güzel bir türkçe ile 
Semiz ıdiz ve Aslı Falay Çalkivik tarafından "Suriye’de İktidar Mücadelesi Esad ve Baas Partisi Yönetiminde Siyaset ve Toplum" Eser İletişim 
Yayınları arasında 2000 yılında İstanbul’da yayınlanmıştır. 
Bu konuda ayrıca bkz: Richard T., Antoun, Etnicity, Clientship and Class: Their Changing Meaning, "Syria Society, Culture and Polity"’de 
yayınlayan Richard T. Antoun and Donald Quataert, s.,1-13, New York, 1991; Daniel, Pipes, "Greater Syria, The History of an Ambition, 
New York, 1990. ; A. R. Kelidar, Religion and State in Syria" "The Syrian Arap Republic" de yayınlayan Anne Sinai and Allen Pollack,
 , s. 54-55, New York, 1976; Antoun Be’eri, Eliezer, Army Officers in Arab Politics and Politics and Society, New York and Londra, 1970. 


Bu yerleşim uzun yıllar devam etmiştir.4 

Suriye’de genellikle, hor görülen Kürtler, üç ayrı bölgede yoğunlaşmışlardır. Bu bölgelerden ilki, tarihi kayıtlarda Kurt dağı olan bölgedir. Bu bölge, Hatay ili ile Gaziantep ili arasında kalan bugünkü Suriye topraklarını kapsar. İkinci bölge, Haseke diye adlandırılan Cezire eyaletinde Irak ile Türkiye hudutları arasında yer alan bölgedir. Üçüncü bölge ise, Fırat nehrinin Türkiye’den Suriye’ye girdiği bölgenin doğusunda bulunan Arap-Pınar veya Ayn-el Arap isimli yerleşim alanıdır.5 

c. Ermeniler: 

Nüfusun % 2 ile 3’nü oluşturan Ermeniler, Suriye’de asimile olmamış olan en büyük azınlık gruplarından birini oluşturur. 1915 
yılından sonra Türkiye’den göç etmiş olan Ermeniler, kendi dillerini konuşurlar, kendi okullarında eğitim görürler, kendi gazetelerini okurlar 
ve kendi geleneklerini sürdürürler. Ermeniler’in büyük bir kısmı Halep kentinde toplanmışlardır. Çoğunluğu, Ermeni Ortodoks Kilisesine, çok 
az bir kısmı da Ermeni Katolik Kilisesine bağlıdır. Baasçı Arap milliyetçiliğinden rahatsız olan bazı Ermeniler, özellikle, 1960 ile 1970 
yılları arasında başka ülkelere göç etmişlerdir. 

d. Türkler: 

Çoğunlukla, Lazkiye ve Halep olmak üzere iki ana bölgede yaşayan Türkler, Araplar arasında asimile olmaya yüz tutmuşlarsa da, hala bazı 
örf ve adetlerini ve Türklerde Sünni mezhebine bağlıdırlar. dillerini sürdürmeye devam etmektedirler.6 

e. Çerkezler: 

Asimilasyona karşı koyan etnik gruplardan biri de, kuşkusuz, Çerkezlerdir. Bunun sonucu olarak bugün bile kendilerine özgü örf ve 
adetlerini sürdürmekte ve aralarında kendi dilleriyle konuşmayan özen göstermektedir. Bu yönleriyle Ermenileri yansıtmaktadırlar. Havran’ın 
kuzey-batısında yaşayan Çerkezler de Sünni mezhebine bağlı bulunmaktadırlar. 


f. Dürziler: 

Ülkenin güneyinde, özellikle, Cebelu-d-Druz’da yaşayan Dürziler de, zaman zaman ülkenin siyasetinde önemli rol oynanış olan etnik ve dini 
bir azınlıktır. 


4 Bu konuda bkz; Oltan Evren- N. Ali Özcan, Suriye’de Kürt varlıgı ve Türkiye ile İlişkileri, s. 2-6. Malatya 1996. 
5 A.g.e., s. 2-7-8. 
6 Aziz Koluman, Suriye Türkleri, yayınlanmamış makale. 



g. Süryaniler: 

Hz. İsa’nın diline çok yakın bir lehçe olan Süryanice lehçesini kullanan Süryaniler, Fırat Vadisi’nin kuzey-doğuşsunda yaşarlar. Süryaniler, Suriye-Ortodoks Kilisesine, Nasturi Kilisesine ya da Birleşmiş Keldani Katolik Kilisesine mensupturlar.7 İçinde bulundukları zor koşullardan dolayı, bazı Süryaniler yurtdışına göç etmişlerdir. 

h. Yahudiler: 

Çok uzun bir dönemden beri Suriye’de yaşayan Yahudiler, günümüzde özellikle, Halep ve Şam kentlerinde yoğunlaşmışlardır. Ayrıca, ülkenin kuzeyinde yer alan el-Cezire bölgesinde de Yahudiler bulunmaktadırlar. İsrail devletininkurulmasıyla birlikte, İsrail’e önemli sayıda göç olmuştur. 

B. Değerlendirme 

Açıkça görüleceği üzere, Suriye, etnik ve dini bakımdan farklı bir çok halktan oluşmaktadır. Suriye’de hatta bütün Ortadoğu ülkelerinde, batı tarzında bir ulus anlayışı olmadığı için, etnik ve dini farklılıklar, ülkenin istikrarlı bir biçimde yönetilmesinde ortaya her zaman aşılması adeta imkansız olan sorunlar çıkarmaktadır. Ortadoğu ile ilgilenen araştırmacılar, böyle bir anlayışın gelişmemesi ni ülkenin İslamî geçmişine bağlamaktadırlar. Örneğin R. Kelidar, bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamaktadır: "İslam’daki sadakat anlayışı, devlete olan bir sadakat anlayışı değil, fakat cemaat’a (Ümmete) olan bir sadakat anlayışıdır. İşte bundan dolayıdır ki, yeni milletin vatandaşları Avrupa’da var olana benzer bir sadakat anlayışı geliştirememişlerdir. 

Bu husus, Suriye’deki Arap sorununun içinden çıkılmaz hale gelmesine katkıda bulunmuştur. Sadakat konusundaki anlaşmazlık, Suriye siyasetinin, 
özellikle azınlıklar ile ilgili siyasetin anlaşılması konusunda en önemli faktördür; çünkü azınlıkların sadakatleri, sık sık, siyasal partiler veya diğer Arap devletleri tarafından kötüye kullanılmıştır...."8 

Gerçekten de Suriye’de gerçek bir ulus kavramının geliştirilememesi sonucunda, herkes için bir Suriye devleti yerine, gücünü mensup olduğu etnik ve dini azınlıktan ya da azınlıklardan alan sözde bir Suriye devleti gerçekleştirilmiştir. Şu andaki Suriye’deki devleti elinde bulunduran etnik ve dini güç, gücünü yitirdiği an Suriye’de mevcut devlet yapısının yok olacağı konusunda araştırmacı lar çok net görüş öne sürmektedirler. 


7 Bu konuda bkz; Albayrak, Kadir, Keldaniler ve Nasturiler, Ank. 1997; Mehmet Çelik, Ortadogu Mozaigi, Süryaniler - Nasturiler, Elazıg, 1996. 
8 A. R. Kelidar, a.g.m., s. 54-55. 



Suriye’de batılı anlamda bir ulusun oluşturulamamasında, Suriye’nin çok zengin olan dini yapısı egemen olmuştur. Bu bakımdan dini yapının doğru bir biçimde ortaya konması doğru sonuçları ulaşılabilmesi bakımından çok önemlidir. 

b. Dini yapı 

A. Genel olarak Suriye’de dini yapının çok büyük çeşitlilik arz etmesi, işgal etmiş olduğu coğrafya ile açıklanabilir. Gerçekten de Suriye geçmişten günümüze dek bir çok dini ve uygarlığı bünyesinde barındırmasını bilmiştir. Şimdi Suriye’nin dini mozaiğini oluşturan unsurlar hakkında kısaca bilgiler verelim. 

a. İSLAM: 

İslam dini Suriye’de yaşayan halkın % 70’den fazlasının mensup olduğu dinin adıdır. Bu dinin tarih boyunca yorumu, bir çok mezhebin ve fırkanın doğmasına yol açmıştır. Biz bu mezhep ve fırkaları şöyle sıralayabiliriz: 

1. Sünnilik: 

Suriye nüfusunun, yaklaşık olarak % 69’nun inancını oluşturur. Sünnilik, İslam hukuku alanında, Hanefî, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî gibi dört mezhebe ayrılırken, inanç konusunda, Eşarî ve Maturidî mezheplerine ayrılır. Bu inanç sistemi, gerek hukuk gerekse inanç alanında genel olarak Kur’an, Sünnet, Kıyas ve İcma’a dayanır. 

2. Şiâ yada Şiilik: 

Terim olarak, Şia, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali ve Ehli Beytini halifelik (imamet) için en layık kişi olarak gören ve onu nass ve tayinle "meşru" halife kabul eden; ondan sonraki halifelerin onun soyundan gelmesi gerektiğine inanan toplulukların müşterek adı olmuştur.9 Şia mezhebinin, genel olarak, Zeydilik, İsmaililik ve İmamiye olmak üzere üç kolu vardır. Ancak Suriye’de, İsmaililik yaygındır. Nusayriler de kendilerini Alevî olarak, yani Şianın bir kolu olarak sunmaya özen göstermektedirler. 

aa. İsmaililik: 

İsmailiye mezhebi, İmamiye’nin altıncı imamı Cafer es-Sadık (148/765)’ın ölümünden sonra ortaya çıkmıştır. İmamiye Şia’sı yedinci imam olarak Musa el-Kasım’ı tanırken, İsmaililer, yedinci imamın Cafer es-Sadık’ın büyük oğlu İsmail olduğunu kabul ederler.10 

Ethem Ruhi, Fıglalı; Çagımızda itikadi İslam mezhepleri, ist., 1980, s. 86. 


Mezhebin ilk dönemleri ile ilgili olarak fazla bir şey bilinmemektedir. 
Ancak İsmaililer, 909 yılında, Mısır’da, Fatımiler adıyla anılacak ve 1171 yılına kadar sürecek olan bir devlet kurmuşlardır. Bu fırka, Nizarî ve Musta’lî olmak üzere iki kola ayrılır. 

bb. Nusayrilik yada Alevilik: 

Nusayrilik, Muhammed b. Nusayr en-Nemirî (270/833) tarafından kurulmuş olan aşırı bir Şiî fırkasıdır. Bununla birlikte, Suriye devlet başkanı Hafız Esat mensup olduğu Nusayri mezhebinin, Şianın gerçek bir kolu olduğu yolunda Şii alimlerden fetva almıştır. Onun bu yaklaşımı, bir çok kimse tarafından, Sünnilerin egemen olduğu bir toplumda, kendini ve mezhebini meşrulaştırma çabası olarak yorumlanmıştır. Bu mezhebin en belirgin vasfı Hz. Ali’yi ilahlaştırmasıdır. Bu mezheb de kendi içinde dört kola ayrılmıştır: 

1. Haydariye; 
2. Şimaliye veya Şemsiye; 
3. Kilaziye veya Kameriye; 
4. Gaybiyye. 

cc. Dürzilik: 

Dürziler, üçüncü Fatımî halifesi el- Hakim’i (hilafeti: 996-1021) tanrı kabul eden aşırı bir Şii fırkasıdır. 

b. HRİSTİYANLIK: 

Hz. İsa’nın bu dünyadan ayrılmasından sonra, din alimleri, onun tebliğ ettiği dini gerçeklerden çok onun olağanüstü varlığı ve doğası üzerinde asırlarca sürecek olan tartışmalara girişmişlerdir. İşte Hz. İsa’nın doğası ile ilgili olarak yapılan tartışmalardan, bir çok mezhep ortaya çıkmıştır. Öncelikle, Kilise, Batı (Roma Katolik Kilisesi) ve Doğu (Ortodoks Kilisesi) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Sonra her iki Kilise içinde de bir çok ayrılık meydana gelmiştir. Bu ayrılıkların izlerini, bu gün Suriye’de var olan Hristiyan cemaatlarda da görmek mümkündür. 
Buna göre Suriye’deki Hristiyan cemaatleri üç ana grup altında toplamak mümkündür: 

1. Ortodoks Kiliseler; 
2. Roma ile bağlantı içinde bulunan Birleşmiş Katolik Kiliseleri; 
3. Bağımsız Nasturi Kilisesi. 

1. Ortodoks Kiliseler: 

aa. Ortodoks Grek Kilisesi: 

Bu kilisenin başında bulunan Grek sözcüğü, mensuplarının menşei ile değil, ayinlerde kullanılan dil ile ilgilidir. Bununla birlikte ayinlerde Arapça da kullanılır. Bu kiliseye Melkit Kilisesi de denir. 

10 Ethem Ruhi, Fıglalı; a.g.e. s. 96. 


bb. Suriye Ortodoks Kilisesi yada Yakubî Kilisesi: 

Monofizit öğretiyi, yani Hz. İsa’da sadece tek bir tabiat bulunduğunu ve onunda ilahi olduğunu savunan bu kilise, ayinlerinde Süryanice’yi kullanır. 

cc. Ermeni Ortodoks Kilisesi: 

Bu kilise de, inanç olarak Monofizit öğretisini savunur; ancak ayinlerinde Ermenice’yi kullanır. 

2. Birleşmiş Katolik Kiliseleri: 

aa. Maruni Kilisesi: 

Birleşmiş kiliseler içinde en eski olanı Maruni kilisesidir. Roma Kilisesi ile bağlantısı XII. Yüzyıla uzanır. Başlangıçta Monotelit öğretiyi, yani Hz. İsa’nın insani ve ilahi olmak üzere iki tabiatı olduğunu ama tek bir iradesi bulunduğunu savunan bu kilise, 1215 yılında bu öğretiyi terk etmiştir. Maruniler de ayinlerinde Süryanice’yi kullanırlar. 

bb. Suriye Katolik Kilisesi: 

Birleşmiş kiliseler arasında en genişi olan bu kilise, Suriye Ortodoks Kilisesinden çıkmıştır. Bu kilise de Maruni kilisenin ayinlerini icra eder. 

cc. Grek Katolik Kilisesi: 

Bu kilise, Grek Ortodoks Kilisesi’nden çıkmıştır. Bununla birlikte, o ayinlerde tıpkı onun gibi Grekçe ve Arapça kullanır. 

dd. Keldani Katolik Kilisesi: 

Başlangıçta Nasturi öğretisini benimseyen bu kilise, 1304 yılında Roma’ya Katolik inancını benimsediklerini ilan etmişlerdir.11 Her ne kadar Keldaniler, şeklen Roma’ya uyduklarını söyleseler de ruhen ayinlerinde eski kiliselerin adetlerini sürdürmektedirler. 

3. Bağımsız Nasturi Kilisesi: 

Bu kilisenin, diğer kiliseler ile hiç bir bağı yoktur. Nasturi öğretisine olan bağlılıklarını sürdürmektedirler. Bu öğretiyi 431 yılında ilk defa gündeme getiren Nestorius’a göre, Hz İsa’ da biri ilahi diğeri beşeri olmak üzere iki ayrı tabiat vardır. Bu yüzden, Hz Meryem, Tanrı’nın değil sadece insan olan İsa’nın annesidir. Ancak, 451 tarihli Kadıköy Konsülü, bu öğretiyi sapıklık olarak ilan etmiş ve Hz. İsa’nın iki tabiatının tek bir şahısta bir arada bulunduğunu vurgulamıştır. 

Buna göre, Hz. Meryem, sadece insan olan İsa’nın değil aynı zamanda Tanrı olan İsa’nın da annesidir. 

Bu konuda bkz; Kadir Albayrak, a.g.e. s. 103. 



c. YAHUDİLİK: 

Bu gün Suriye’den yaşayan Yahudi cemaati, eski dönemlerden Arap dünyasında mevcut olan Yahudiler ile, Ortaçağda İspanya’da hüküm süren Engisizyon’dan kaçıp Suriye’ye sığınan Yahudilerden oluşmaktadır. Yahudiler, Suriye’de bir etnik grup olmaktan çok dini bir cemaat olarak kabul edilmektedirler. 

d. YEZİDİLİK: 

Yezidilik içine kapalı bir inanç sistemidir. Her ne kadar dini kitapları Arapça ise de, şeyhleri Kürtçe dua okurlar. Yezidiler, eklektik bir inanç sistemine sahiptirler. Zerdüştlükten iyi ile kötü kavramını ve ruhun öbür dünyaya göçü kavramını almışlardır. İncil’e ve Kur’an’a saygılıdırlar. Sünnet olurlar. Hz. İsa’ya ve haç işaretine de saygılı duyarlar. Tapınaklarında Kur’an’dan ayetler vardır. Ateşe de saygı gösterirler.12 

Suriye’deki dini azınlıklar ile ilgili bu açıklamalarımızı, Neil Quilliam13 ile birlikte, genel olarak söyle şematize edebiliriz: 

Suriye'deki Dini Azınlıklar 


%14               %12             %3           %2            %69 

A.Sünniler     B.Hristiyanlar   C.Aleviler   D.Dürziler   E.İsmaililer 

12 Oltan Evren, N. Ali Özcan; a.g.e., s. 2-3. 
13 Neil Quilliam, Syria and the new world order, Lübnan, 1999, s., 41. 


DEĞERLENDİRME 


Suriye, kuşkusuz, dini bakımdan çok zengin bir mozaiğe sahiptir. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, inançlar konusundaki bu zenginlik ve farklılık, çoğu kez, kültürel gelişmeye ve dolayısı ile birleşmeye ve bütünleşmeye değil, tam tersine, bölünmelere, zulüm ve baskılara hatta zaman zaman soykırımlara bile yol açmıştır. Bu zulüm ve baskılar ve soy kırımlar, sadece farklı dinden olanlara karşı değil, fakat aynı zamanda aynı din içinde farklı görüşler sert edenlere karşı da işlenmiştir. Hıristiyanlık tarihi bunun çok acı örnekleri ile doludur. 
Devlet desteğindeki Bizans Ortodoks Kilisesi, kendi öğretisini benimsemeyen Süryani cemaatine karşı tarih boyunca sürekli olarak soykırım politikaları uygulamıştır.14 Giderek artan bu baskılar, devletin resmi dini görüşünden farklı dini görüşe sahip olan kiliseleri, sırf uğradıkları baskı ve soykırımdan kurtulmak ve dinlerini diledikleri için yaşayabilmek için, faklı dinden olan devletler ile işbirliğine gitmelerine bile yol açmıştır. Örneğin, Bizans’ın zulmüne karşı, Kudüs’teki Süryani Cemaati, Hz. Ömer zamanında, Suriye’yi ele geçiren İslam ordularını kurtarıcı olarak karşılamıştır. Devletlerin, özellikle sınır bölgelerinde yaşayan halkların dini bakımdan kendilerinden farklı görüşlere sahip olmaların dan rahatsız olmalarında, bir gün kendilerine ihanet edecekleri olgusu egemen olmuş olmalıdır. Böyle bir düşüncenin doğruluk derecesi ne olursa olsun, şurası bir gerçektir ki, yabancı devletler ve hatta ülke içindeki siyasiler, dini ve etnik azınlıkları, her zaman kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmışlardır. Bu konuda çoğu kez başarılı oldukları da söylenebilir. 

Burada Ortadoğu ile ilgili olarak şu gerçeği vurgulamak gerekir: Batılı emperyalist güçler, Ortadoğu’nun zenginliklerini kendi çıkarları doğrultusunda 
kullanabilmek için, Osmanlı devletini parçaladıklarında, Ortadoğu’ya yeni bir yapı vermeye çalışırlarken hep bu dini ve etnik yapıyı göz önünde bulundurmuşlardır. İşte bugün Suriye’de hala demokratik bir yapının oluşamamasında en önemli engel bu dini ve etnik yapıdır. Gerek dıştan gerekse içten yapılan bilinçli tahrikler ve propagandalar, ülkedeki dini ve etnik grupların birbirlerine  güvenememeleri ne ve dolayısıyla sürekli olarak, görünüşte olmasa bile, içsel olarak birbirlerine karşı düşmanca tavır içinde kalmalarına yol açmaktadır. 
Bu o kadar doğrudur ki, ülke her an bir iç savaşa gebedir. Bu paranoyadan kurtulmanın yegane yönü, bütün etnik ve dini grupların, kendilerini hiç bir korkuya kapılmadan- özgürce ifade edebilecekleri insan haklarına saygılı demokratik bir devleti oluşturmaktır. 

Bu konuda bkz; Mehmet, Çelik, Ortadogu Mozaigi, Süryaniler - Nasturiler, Elazıg, 1996. 


2 Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEK

.