FİLİSTİN MESELESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FİLİSTİN MESELESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mart 2017 Cuma

FİLİSTİN MESELESİ, DİRENİŞ EKSENİ VE İRAN


FİLİSTİN MESELESİ, DİRENİŞ EKSENİ VE İRAN 



Yrd. Doç. Dr., Bayram SİNKAYA 
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 




İsrail’in 7 Temmuz’da Gazze’ye yönelik olarak başlattığı Koruyucu Hat adlı askeri operasyonun hedefinde Hamas vardı. Kimilerine göre Hamas ile İran arasındaki ‘vekalet’ ilişkisinden dolayı bu savaş, aslında İran’a karşı verilen bir savaştı. Fakat bu savaş, önceki dönüm noktalarında olduğu gibi Hamas’ın Hizbullah ve İran ile bağlarının yeniden güçlenmesini hızlandırmıştır. 

Devrim sonrası İran dış politikasının değişme yen unsurlarından birisi Filistin direnişineverilen destektir. Öyle ki son yıllarda İran’ın bölge politikasını üzerine 
bina ettiği ‘direniş ekseni’nin merkezinde Filistin meselesi ve İsrail’e karşı mücadele vardır. Bu nedenle İran, birçok devlet ta rafından terörist olarak görülen Hamas başta olmak üzere Filistin direniş hareketlerine açıkça destek ver mektedir. 

İran’ın Filistin meselesiyle bu denli alakadar olma sının çeşitli sebepleri vardır. Bir kere, İran’da devrim sonrası siyasete egemen olan ideolojinin temel ilkeleri 
Filistin direnişinin desteklenmesini gerektirmektedir. 

Filistin topraklarında İsrail’in kurulmasını emperyalizmin bir sonucu olarak gören İran yönetimi, işgale karşı direnen ‘özgürlük hareketleri’nin desteklenme 
sini ahlaki ve siyasi bir sorumluluk olarak kabul et mektedir. Diğer yandan ‘Mukaddes Kudüs’ün işgal altında olması meseleye İslami bir duyarlılık kazandır 
maktadır. Böylece Siyonizme karşı mücadele ve Ku düs’ün kurtarılması İran’ın dış politikasının merkezine oturmuş, devrimin lideri Ayetullah Humeyni İslam 
dünyasında Filistin konusundaki duyarlılığı artırmak ve dayanışmayı güçlendirmek amacıyla Ramazan ayı nın son cumasını ‘Kudüs Günü’ ilan etmiştir. İsrail’i tanımayan İran yönetimi bu devleti ‘ Siyonist Rejim’, ‘ İşgalci Rejim ’ gibi sıfatlarla nitelendirmektedir. 

Diğer yandan Filistin meselesinin çözülememesi bölgesel bir güç olma arzusundaki İran’ın etkinliğinin bölgeye yayılması için uygun bir zemin sağlamıştır. 
Devrimden itibaren Filistin meselesiyle alakadar olan İran yönetiminin bölgedeki varlığı ve etkinliği aşağıda görüleceği üzere her dönüm noktasında daha da artmıştır. 
Direniş hareketleri ile kurduğu ilişki sayesinde İran, bölgede adeta ileri savunma hatları kurmuştur. Diğer yandan bir zamanlar özellikle Arapların sorunu 
olarak görüldüğü halde Arap devletleri Filistin direnişine ilgisini kaybederken İran’ın direnişe sahip çıkması, Arap sokaklarındaki ve İslam dünyasındaki 
saygınlığını artırmıştır. 

İran-Hamas İlişkileri 

İran’ın Filistin direnişi ile ilişkisi başlarda büyük ölçüde FKÖ üzerinden yürütülmüştür. Fakat Arafat’ın İran-Irak savaşı sırasında Saddam Hüseyin’e destek vermesi ve ‘Barış Süreci’nin aktörü olması nedenleriyle FKÖ-İran ilişkileri bozulunca ‘direnişe’ destek ve İsrail karşıtlığı Hizbullah üzerinden sergilenmiştir. 
İsrail’in 1982’de Lübnan’ın güneyini işgal etmesi üzerine Şiileri işgale karşı örgütlemek amacıyla bölgeye giden Devrim Muhafızları, Hizbullah’ın kurulma-
sında, gelişmesinde ve stratejilerinde belirleyici bir rol oynamıştır. 

1991’de ‘Arap-İsrail Barış Süreci’nin başlaması ile birlikte İran, Filistin siyasetine doğrudan müdahil olmaya başlamıştır. Ekim 1991’de Madrid Konferansı’na 
alternatif olarak Tahran’da ‘Filistin İntifadasına Destek için Uluslararası Konferans’ toplanmış, Barış Sürecine karşı çıkan direniş örgütleri Tahran’a davet 
edilmiştir. Bu konferansla birlikte İran-Hamas ilişkilerinin temelleri atılmış; Tahran yönetimi Hamas’a siyasi, askeri ve mali destek sağlamaya başlamıştır. 
Dolayısıyla, Hamas ile İran arasındaki ilişkinin temelinde ‘Barış Süreci’ne karşıtlık yatmaktadır. Ha-mas ile Ürdün arasındaki gerginlik nedeniyle 1999’da 
Amman’dan ayrılmak zorunda kalan Hamas Siyasi Bürosu, İran’ın müttefiki Suriye’nin başkenti Şam’a taşınmıştır. Barış Süreci’nin kesintiye uğraması ve 
Eylül 2000’de patlayan El-Aksa intifadası da İran’ın bölgedeki etkinliğinin artmasına vesile olmuştur. İran, bir taraftan Hamas ve Filistin İslami Cihat Hareketi gibi direniş örgütleriyle ilişkilerini geliştirmiş, diğer yandan Arafat ile uzlaşarak Filistin Ulusal Yönetimi’ne destek vermeye başlamıştır. 



El-Fetih ile Hamas arasındaki gerilim ve çatışmalar sonucunda Ocak 2007’de Filistin’in fiilen ikiye bölünmesinden sonra İran, Gazze bölgesinde hakimiyeti ele 
geçiren Hamas’ın en büyük destekçisi olarak ortaya çıkmıştır. Ambargolar ve İsrail kuşatması nedeniyle zor durumda kalan Hamas’a hem mali hem de askeri 
destek sağlamıştır. İran’ın sağladığı mali desteğin kapsamı tam olarak bilinmemektedir ancak, ayda ortalama 20 milyon dolar verdiği, böylece Gazze’deki Hamas hükümetinin giderlerinin önemli bir kısmını karşıladığı belirtilmektedir. Diğer taraftan İran’ın Hamas’a Fecr 5 füzeleri dahil roketler, patlayıcılar, hatta insansız hava uçağı tedarik ettiği; ayrıca gerek Devrim Muhafızları, gerekse bölgedeki Hizbullah unsurları vasıtasıyla askeri eğitim ve patlayıcılar konusunda teknik eğitim verdiği ifade edilmektedir. 

Hamas’a ve Filistin meselesine verilen destek, bölgesel siyasetin mezhep ekseninde şekillenmeye başladığı son yıllarda İran için yeni bir önem kazanmıştır. Zira Hamas ‘direniş ekseni’nin Şii olmayan neredeyse tek müttefiki olarak öne çıkmıştır. Hamas’ın direniş eksenindeki yeri ve Filistin’e verilen destek, İran’a yönelik dile getirilen mezhepçi ve Şii-merkezci suçlamalarının zayıflatılmasında etkili olmuştur. 

Bununla birlikte İran ile Hamas arasındaki ilişkiler Suriye’de çatışmaların başlamasından sonra bozulmaya başlamış, Esad yönetimine destek vermeyen Hamas’ın Siyasi Bürosu Ocak 2012’de Şam’dan ayrılarak Doha’ya gitmiştir. Birçok çevrede Hamas’ın Tahran’dan ve ‘direniş ekseni’nden uzaklaşması olarak değerlendirilen bu gelişmeden sonra İran örgüte verdiği askeri ve mali desteği büyük ölçüde çekmiş ve kaynaklarını bu defa İslami Cihat’a aktarmaya başlamıştır. 

Ağustos 2013’te Hasan Ruhani’nin Cumhurbaşkanı olmasıyla İran dış politikasında görülen hareketlenme Hamas-İran ilişkilerini de olumlu etkilemiştir. 
Hamas ile İran arasındaki buzların erimesinde Mısır’daki iktidar değişikliği de etkili olmuştur. Hamas’ın bölgedeki en büyük destekçilerinden olan Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Temmuz 2013’te darbeyle iktidardan uzaklaştırılmasının ardından Ha-mas giderek yalnızlaşmıştır. Maruz kaldığı siyasi ve ekonomik ambargolardan ve yalnızlıktan çıkış yolu arayan hareket yönünü tekrar Tahran’a dönmek zorunda kalmıştır. 

Koruyucu Hat Operasyonu ’ ve İran Hamas’ın Gazze’deki ‘direniş’ faaliyetleri (askeri yığınaklar, saldırı tünelleri vs.), Filistin’de ulusal birlik 
hükümeti kurulması konusunda uzlaşılması ve Hamas ile Tahran arasındaki yakınlaşma İsrail’de endişe ile izlenmiştir. Nitekim İsrail’in 7 Temmuz’da Gazze’ye yönelik olarak başlattığı Koruyucu Hat adlı askeri operasyonun hedefinde Hamas vardı. Kimilerine göre Hamas ile İran arasındaki ‘vekalet’ ilişkisinden dolayı bu savaş, aslında İran’a karşı verilen bir savaştı. Fakat bu savaş, önceki dönüm noktalarında olduğu gibi Hamas’ın Hizbullah ve İran ile bağlarının yeniden güçlenmesini hızlandırmıştır. İsrail’in ‘İran’ın vekili’ Hamas’a karşı giriştiği mücadelenin Hamas’ın ‘direniş ekseni’ndeki safının güçlenmesiyle sonuçlanması ise ironiktir. 

İran’ın Filistin meselesindeki ‘radikal’ tutumu ve çatışmanın adeta İran ile İsrail arasında vekalet savaşına dönüşmesi, Arap dünyasını çıkmaza sürüklemektedir. 
Zira Hamas’a verilen destek doğrudan İran’ın peşine takılmak ve İsrail ile çatışmak olarak değerlendirildiği gibi, destek verilmemesi sanki İsrail 
ile dolaylı ilişki içinde olmak gibi görülmektedir. İran uzun bir süredir bu paradoksu suistimal ederek kendisini ‘Arapların terk ettiği Filistin davasının tek 
savunucusu’ olarak sunmaya; böylece bölgedeki etkisini ve prestijini artırmaya çalışmaktadır. 

Gazze’ye ilk bombalar düşerken Tahran’ın gözü kulağı P5+1 ile İran arasında Cenevre’de yürütülen nükleer müzakerelerde idi. Nükleer müzakereler ile 
Gazze saldırısının eşzamanlı olması nedeniyle İran’ın saldırı karşısında alacağı tutum merak konusu olmuştur. Zira İran, nükleer meselenin barışçı bir şekilde 
çözümü suretiyle uluslararası sisteme entegre olmaya çalışıyordu. Diğer yandan ise İsrail, Gazze saldırısıyla İran’ın Filistinli ‘teröristlere’ verdiği desteğin göz önüne serilmesi suretiyle İran ve Batı arasındaki her tür anlaşmayı engellemeye çalışıyordu. İran’ın Hamas’a desteği, Amerikalı şahinlerin eline yeni kozlar verilmesi anlamına geliyordu. 

Gazze saldırısı karşısında İran’dan iki farklı tepki geldiği görülmektedir. Rehberlik makamı başta olmak üzere ideolojik merkezler, muhafazakar ve radikal kesimler ile askeri cenahtan gelen açıklamalarda direnişe her türlü desteğin verilmesi ve İsrail’in yok edilmesi gibi bilindik hamasi tutum öne çıkmıştır. İran’ın direnişe verdiği desteğin boyutları ortaya konulmuş; Arap dünyası liderlerinin sessizliğine dikkat çekilerek bu sessizliğin İsrail ile dolaylı işbirliği yapmak olduğu ileri sürülmüştür. Birçok lider İsrail saldırılarının durması, kınanması ve bir an önce ateşkes sağlanması çağrısında bulunurken İran’dan işgalin sona ermesi için Filistin direnişine her türlü desteğin verilmesi, silahlı mücadelenin genişletilmesi ve İsrail’in yok edilmesi çağrısı gelmiştir. Direnişin silahlasızlandırılması nın öngörüldüğü, böylece Filistin direnişini etkisizleştireceği gerekçesiyle Mısır ve ABD’nin önerdiği ateşkes planı sert bir şekilde eleştirilmiştir. Ayetullah Hameni, Siyonist rejimle başa çıkmanın tek yolunun direniş olduğunu belirterek silahlı mücadelenin Batı Şeria’ya da taşınması gerektiğini söylemiştir. 

Muhafazakarların ve radikallerin hamasi tepkileri bir yana, Ruhani hükümetinin dengeli bir politika izlemeye çalıştığı görülmektedir. ‘İtidalli dış politika’ 
ilkesini sürdüren Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen açıklamalarda ‘diplomatik’ bir dil kullanılarak ‘dünyanın sessizliği eleştirilmiş ve İran’ın 
‘Gazze halkı’nın yanında olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında İran makamları, İsrail saldırılarının kınanması, durdurulması ve Gazze’ye insani yardım 
ulaştırılması için birtakım girişimlerde bulunmuştur. 

Bu çerçevede Bağlantısızlar Hareketi’nin Filistin Komitesi Tahran’da toplantıya çağrılmış; bazı bölge ülkelerinin liderleriyle telefon görüşmeleri yapılmış; 
çeşitli uluslararası örgütlere mektuplar gönderilerek “Filistin’e yönelik İsrail saldırılarının” durdurulması için girişimlerde bulunulması istenilmiştir. 

İran hükümetinin dengeli tutumunun arkasında Batı ile ilişkilerde gelinen noktanın korunması ve müzakerelerin sürdürülmesi arzusu etkili olmaktadır. 
İtidalli dış politika çerçevesinde Ruhani hükümetinin söylem ve eylemlerinde İsrail karşıtlığının tonunun bilinçli olarak azaltılması, söz konusu dengeli tutumun arkasındaki sebeplerden biridir. Buna rağmen, ideolojik yapı ve bölgedeki jeopolitik dengeler değişmediği sürece İran’ın Filistin politikasında kayda değer bir değişiklik olmayacaktır. Filistin meselesinin çözümsüzlüğü ve bölgedeki her gerilim, ‘direniş ekseni’nin öne çıkmasına ve dolayısıyla İran’ın direniş hareketleri üzerindeki etkisinin artmasına neden olmaktadır. Filistin meselesi İran için sadece direniş merkezi değil, Arap ve İslam dünyasında güç ve prestij kaynağı; düşmanları İsrail ve ABD’ye karşı ileri karakol; Batı ile ilişkilerinde önemli bir pazarlık unsurudur. 


Yrd. Doç. Dr., Bayram SİNKAYA 
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 


***