FRANSA AYAĞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FRANSA AYAĞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2018 Çarşamba

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 1



ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 1



I. BÖLÜM 

1. KÜRTÇÜLÜK HAREKETLERİ VE ULUSLARARASI TERÖRDEKİ YERİ 

1.1. Kürtçülük Hareketleri 

Kürtçülük hareketlerinin ortaya çıkışı Kürtlerin, Gurmancların ve Zazaların yaşadıkları coğrafyanın öneminden kaynaklanmaktadır. Bu bölge orta doğu coğrafyasının merkezi olmanın yanında önemli bir geçiş güzergahı ve bir petrol merkezi konumundadır. Bundan dolayıdır ki 19. yüzyılın ortasından itibaren ortaya çıkan enerji mücadelesi hem Anadolu’nun hem de Orta doğu’nun önemini arttırmış, dönemin güçlü devletleri bölgede söz 
sahibi olma yarışına girmiştir. 

 Ortadoğu’da güç olma yarışı nedeniyle her ülke, kendine yakın bir grubu veya topluluğu tarafına çekmeye ve onunla ilişki geliştirmeye başlamıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde ise sömürgeci güçler tarafından mevcut dünya dengeleri açık bir savaşı zor kıldığından, daha kolay bir yöntem olarak terör örgütleri devreye sokulmuş, bölgenin ulus güçleri bu terör hareketleri ile zayıflatılarak ele geçirilmeye çalışılmıştır. 

 Kürtler ise, Ortadoğu’da meydana getirilen yeni dengeler içerisinde ayrılıkçı hareketlerin merkezi haline getirilmiştir. İlk olarak 1806 yılında ki Abdurrahman Paşa ayaklanmasının akabinde, 1815 yılında Revanduzlu 
Mehmet Paşa isyanı, 1928’de ortaya çıkan Bedirhan Bey isyanı, 1854 de Yezdenşer hareketi, 1880 deki Şeyh Ubeydullah isyanı, cumhuriyet dönemindeki Şeyh Sait ayaklanması, İran ve Irak’ taki Barzani ayaklanması ve son olarak ta Marksist-Leninist-Sosyalist Kürtçü hareketler1 bilerek veya bilmeyerek diğer milletlerin Ortadoğu’daki sömürgeci politikalarına katkı sunmuşlardır. 

 200 yıllık tüm ayaklanma, isyan ve terör hareketlerinin temelinde Batılı devletlerin yönlendirmesi ve desteği bulunmaktadır. Her ülke kendine bağlı bir siyasal ve silahlı etnik Kürtçü hareket oluşturarak, bölgede güç dengesi olmaya çalışmıştır. 

 Dünyanın birçok ülkesinde çok sayıda terör hareketi vardır ve bölgesel düzeyde faaliyet yürütmektedirler. Fakat Ortadoğu’daki terör örgütlerinin diğerlerine göre en önemli özelliği, neredeyse tamının bölgesel ve ulusal örgütler olma yerine uluslararası terör hareketlerinin bir parçası olmalarıdır. Siyasal Kürtçü hareketlerde bu çerçevede hareket etmekte ve faaliyetlerini uluslararası boyutta şekillendirmektedirler. 

 PKK terör örgütü de ilk zamanlar mahalli bir terör örgütü olarak ortaya çıkmış, akabinde de önce Ortadoğu, sonra Avrupa ve Afrika, şimdilerde ise tüm dünyaya yayılmış ve faaliyetlerini tüm kıtalara taşımış bir güç 
olarak karşımıza çıkmıştır. Meydana getirdiği silahlı eylemler Türkiye’den tüm Avrupa’ya, Libya’dan ABD’ne, Rusya’dan Kazakistan’a kadar uzanmıştır. Mahalli bir yapıdan uluslararası bir yapıya ulaşan örgüt, diğer terör örgütleri ile de ittifak kurarak tam olarak uluslararası bir terör örgütü kalıbına bürünmüştür. 

1.2. Kürtçülük Hareketlerinin Kökenleri 

Bölücü örgütleri daha iyi tanıyabilmek için Ortadoğu’da ve Türkiye’de Kürtçülük hareketlerinin çıkış noktasını iyi tahlil etmemiz gerekmektedir. Genelde ise, bölücü örgütlerin çıkış noktasının halk tabanından değil de, 
dışarıdan katkı veya zorlamayla oluşturulduğu görülmüştür. Bu nedenle kısa tarihi bir hatırlatma, konuyu anlama açısından aydınlatıcı olacaktır. 

Kürtçülükle ilgili ilk çalışmalar İtalyan Katolik papaz Maurizis Garzoni tarafından başlatılmıştır. Garzoni, 18 yıl Kuzey Irak’ın Doğu bölgesinde kaldıktan sonra, 1787 yılında ilk Kürtçe grameri Roma’da İtalyanca yayınlamıştır. Daha sonraki yıllarda ise İngilizler, Fransızlar ve Almanlar devreye girerek Kürtçülük çalışmaların da yer almışlardır. Ama Kürt kimliği ve meselesini asıl gündeme getiren Ruslardır. 

Herkesin çok iyi bildiği “sıcak denizlere inme” amacı, Rusları Ortadoğu’da yeni bir millet oluşturmaya, onları Osmanlı’dan koparma faaliyetlerine yönetmiştir. Binlerce yıldır tüm tarih ve coğrafya kitaplarında Kürdistan 
olarak ifade edilen bölge günümüz İran topraklarının kuzey batısı (Hemedan ve çevresi) iken, yapılan mükemmel tarihi ve sosyolojik çarpıtmalarla günüz Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi de bu coğrafyaya dahil edilerek büyük 
Kürdistan kurulmaya çalışılmıştır. 

Şimdilerde Kürt sorunu olarak bildiğimiz konu, ilk defa 1815 yılında Viyana Kongresi sırasında Rus delegasyonu tarafından Şark Meselesi olarak ortaya atılmıştır. 
Şark meselesi başlığı daha sonra İngilizler ve Fransızlar tarafından da sıkça gündeme getirilerek Osmanlı İmparatorluğuna karşı bir baskı unsuru olarak kullanılmıştır. 

Fransız tarihçisi Albert Sorel, ”aslında Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri Şark meselesi zuhur etmiştir” demektedir. Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere sorunun temelini, Hilal-Salip kavgasının yanı sıra Türk-Avrupalı kavgası olarak görmek daha akıllıca dır 2 . 

Gerçekte Şark meselesinin amacı Ermeni ve Kürtlerin (aslında Kürt ve Gurmanc) 3 Osmanlıdan koparılmasıydı. Bu çalışmanın ilk ayağı Ermenilere karşı uygulanmış olup, Ermenilerin Katolikleştirilmesi amaçlanmıştır. Gaziantep Şeriyya Sicil defterinde ki bir kayıtta; ”Ayıntab naibine Ermeni taifesinden Çukur mahallesinde oturan bazı Ermenilerin eski ayinlerini bırakıp, kiliselere gelmedikleri ve Millet-i Efranciyanın (Batılı Misyonerlerin) onlara menfi telkinatta bulundukları için bazı Ermenilerin Kadı naibine şikâyette bulundukları…” vurgulanmaktadır. 

Bu nedenle daha 1700’lü yıllarda bazı Ermeniler mezhep değiştirerek Katolik olmuşlardır. 1830 yılına gelindiğinde ise Osmanlı Devleti ülkesindeki Katolik Ermenileri ayrı bir millet olarak kabul etmiş ve bu zamandan 
sonra Fransa’nın Osmanlı Devletinin iç işlerine müdahalesi ortaya çıkmıştır 4. 

Fakat Ermenilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yeterli nüfus yoğunluğuna sahip olamamaları ve mevcut nüfusun dağınıklığı, güçlü bir ayrılıkçı Ermeni hareketinin oluşturulmasını engellemiştir. Dolayısı ile Batı’nın Ortadoğu politikasının ikinci ayağı olan Kürt adı altında toplanmaya çalışılan unsurlar ön plana çıkarılarak, bölgedeki gruplar terörize edilmeye başlanmıştır. 

İngilizlerin Kürtçülük faaliyetleri ise bu dönemde iki koldan başlamış, Doğu Hint şirketinin ilk şubesi 1806 yılında Bağdat’ta açılmış ve çalışanları vasıtasıyla ilk defa Kürt aşiretleri ile bağlantılar kurulmuştur. Nitekim ilk Kürt isyanı olarak adlandırılan Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı da bu zamandan sonra meydana gelmiştir. 

İngilizlerin çalışmaları 1832 yılından sonra daha da artarken, Fransızlarda 1850’lerden itibaren Kürtçülük çalışmaları içerisinde yer almaya başlamış  lardır. Fransız konsoloslarından A. Cozka Süleymaniye civarında yaptığı 
çalışmalarından sonra, 1857 yılında Soran dili üzerine bir inceleme yayınlamıştır. Konsolos A. Jaba ise Erzurum’a yerleşerek Gurmanc dili üzerine araştırmalar yapıp Fransızca-Rusça-Kürtçe bir sözlük oluşturmuştur. Jaba, bir yandan sözlük ve kitap çalışmaları yaparken diğer yandan da, bölgede ayrılıkçı Kürt aydın bir sınıfın oluşturmak için faaliyetler geliştirmiştir5. 

Almanların ilk Kürtçülük çalışmaları ise Mareşal Feld Moltke’nin 1830’larda Ortadoğu’da ki faaliyetleri dışında, sistematik olarak 1890 yıllarda başlamış tır. İmparator II. Wiellhem’in desteği ile Alman bilgin M. Oskar Mann Kürt aşiretleri üzerine 4 yıl incelemelerde bulunmuştur. 

Batılıların yeni bir millet oluşturma gayretleri zamanla meyvesini vermeye başlamış ve Türk milletinin bir bakiyesi olmasına rağmen, yeni ve Türkler den ayrı bir halk meydana getirilmeye başlanmıştır. 
Bu durum zamanla ilk Kürtçü hareketlerin, yayınların ve isyanların oluşmasını sağlamıştır. 

1890 yılında Mısır’da Kürdistan adlı bir gazetenin çıkarılması ve Osmanlı topraklarında Kürt kültürü adına oluşturulan kurumların kurulması Batılı faaliyetlerin bir ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. Bahse konu dernek ve 
kurumların liderlinin, neredeyse tamamının Avrupa ülkelerinde eğitim görmüş olması ve Batılı ülkelerden destek alması da, bu ilişkinin boyutunu gözler önüne sermektedir. 

Kürtçülük hareketinin ilk dönemlerinin kronolojisi kısaca şu şekildedir. 

- 1889, 22 Nisan: Mithat Bedirhan tarafından çıkarılan ilk Kürtçe gazete "Kürdistan" Kahire'de yayınına başlamıştır. 

- 1908, 22 Kasım: Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi yayın hayatına başlamıştır. 

- 1908, 19 Eylül: Kürt terakki ve Teavün Cemiyeti kurulmuştur. 

- 1913, Mayıs: Kürt "Hevî" Cemiyeti kurulmuştur. 

- 1913, 19 Eylül: Yekbûn dergisi yayın hayatına başlamıştır. 

- 1918, 10 Ocak: Kürt Teali Cemiyeti'nin kurulmuştur. 

- 1918, 7 Kasım: "Jin" dergisi İstanbul'da yayın hayatına başlamıştır. 

- 1919, 21 Haziran: Haftalık "Jîn" Dergisi Irak’ta yayın hayatına başlamıştır. 

- 1919, 23 Mayıs ve 1920: Şeyh Mehmudê Berzenci'nin önderliğinde sözde bağımsız Kürdistan hareketi oluşturulmuştur 6. 

İngilizlerin Ortadoğu’daki emperyalist arzuları ve petrol için ortaya koyduğu çabalar Ortadoğu’nun Osmanlı’dan ayrılmasını sağlamıştır. Bu yenilgilerde Arapların yanı sıra bir kısım Kürt aşiretlerinin payı da bilinmektedir. İngiliz belgelerinde var olan kayıtlar Kürt meselesi adı verilen konunun nereden kaynaklandığını ve planlayıcılarının kimler olduğunu açıkça ortaya çıkarmaktadır. 

İngiliz arşivlerinde yer alan ve Erol Ulubelen tarafından yayınlanan İngiliz belgelerinde, bölge için tasarlanan oyunlar gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu verilere göre; 26 Haziran 1919 tarihli Lloyd George’den Memorandum’a 
gönderilen mektupta “… 2- Fransızlar Suriye’nin mandası, İngilizler Mezopotamya’yı, Amerika ya da İngilizler Ermenistan’ı, Boğazlar ve İstanbul’u, İtalyanlar belki Kafkasya’yı alacaklardır…” 


26 Mart 1920 Amiral Sir F. De Robeck’ten Lord Curzon’a gönderilen mektupta “…  Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul’daki Kürt kulübü başkanı Said Abdulkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir…”7. 

3 Eylül 1912 tarihli Mr. Marling’den Sir e. Grey’e gönderilen “…örgütün üyesi olmayan (Genç Türkler) Kamil Paşanın idaresinde bir kabine kurulabilir. Diğer taraftan Kamil Paşaya, hükümet ve harp bakanı baskı yapabilir. Şimdilik seçim hazırlıkları ile meşguller. Tanin gazetesinden anladığımıza göre örgütün politikası Avrupa’ya karşı olacaktır. Şimdi durum yalnız Balkanları ve Avrupa’yı değil fakat Arapları, Ermenileri, Kürtleri ve diğerlerini de imparatorluktan ayırmaya çalışmak olmalıdır…”8. 

27 Ağustos 1919 tarihli Mr. Hohler’den Mr. C. Kerr’e “…Kürtlerin ve Ermenilerin durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, 
ajanları daima hatalar yapıyorlar. Noel’e gelince, fanatiğin biri. Ermenistan’ın ve Kürdistan’ın sınırlarının kesin olmadığı konusunda sizinle aynı fikirdeyim…”9 içerikli mesajlar konuyu anlatmaya yeterlidir. 

Görüldüğü gibi İngilizler petrol bölgelerini elde etmek için her türlü çabayı ortaya koyarak, daha zayıf devletçiklerin ortaya çıkması için uğraşmıştır. İngilizlerin yanı sıra İtalyanlar, Fransızlar, Rus ve Almanların da 
bölgede söz sahibi olma gayretleri, bu ülkelerin kendi aralarında da ayrı Kürtçü grupları oluşturma yoluna itmiştir. 

Her ülke kendi yandaşı Kürtçülüğü geliştirmeye başlamıştır. 

1970’lerden sonra ABD’nin Kuzey Irak’ta ve Ortadoğu’da inisiyatif geliştirmesi Avrupalıları daha farklı bir çaba içerisine itmiştir. Bu tarihten itibaren Avrupalı devletler Marksist-Leninist eğilimli olan Kürtçü örgütleri, 
Eurokominizm olarak tabir edilen ılımlı Sosyalist çizgiye çekme gayretlerine yönelmişlerdir. İran KDP’si Avrupalı Sosyal Demokratların himayesine girerken, PSK ve KÖİP gibi partilerde 1970’den sonra Avrupa’da boy göstermeye başlamışlardır. 1980 den sonra bu kervana PKK’da katılmış, ana üstlenmesi Suriye ve Lübnan olsa da, beslenme kaynağı Avrupa sahası olmuştur. 

Kürtçülük Faaliyetlerinin Yükseliş Dönemi (1945 Sonrası) 

Türkiye’de Kürtçülük akımları cumhuriyetin ilk yıllarında gelişen Devrimci-Sosyalist hareket içerisinde yer almıştır. 1950’li yıllardan itibaren hızlı bir biçimde gelişen toplumsal değişimin, olumlu bir yöne kanalize edilmemesi, 
sosyo-ekonomik problemler, aşiretler etrafında şekillenen toplumsal otokontrolün dağıtılması ve buna bağlı gelişen kültürel yozlaşma, ayrılıkçı kesimlerin güç kazanmasına yol açmıştır. 1970 yılların başından itibaren ise kendini diğer sol örgütlerden ayıran etnik Kürt milliyetçiliği güçlü bir şekilde ortaya başlamıştır. 

Türkiye’ye yönelik faaliyetlerde bulunan ilk bölücü örgüt, İngiltere ve Ermenilerin himayesinde oluşturulan ve sonrada Fransa’nın desteğini alan HOYBUN (Bağımsızlık) cemiyetidir. Hoybun örgütü, 1927 yılında Suriye-
Şam’da teşkilatlandırılmış ve İhsan Nuri idaresinde meydana çıkan Ağrı isyanının organizesi yapılmıştır. Suriye’de Hoybun’la başlayan anti Türkiye faaliyetleri daha sonrada devam ederek günümüze kadar gelmiştir. Bu faaliyetin kaynağında global derin güçlerin Sünni İslam karşıtı planları yer almıştır. 

1945 yılında Molla Mustafa Barzani tarafından kurulan IKDP örgütü ise 1946 yılından sonra Türkiye’ye yönelik çalışmalara başlamıştır. Bu faaliyetler 1964 yılında T-KDP’nin (Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye) kuruluşu ile hız kazanmıştır. Doğuda bazı molla grupları ve yaşlı aydınların desteğini alan Barzani hareketi gelişme gösterse de, büyük kentlerde bulunan doğu kökenli kişilerin ve öğrencilerin yönelimi Marksist-Leninist örgütlenmelere kaymıştır. Bu kesimin içerisinde olduğu en önemli yapı ise DDKO (Devrimci Demokratik Kültür Ocakları) olarak ortaya çıkmıştır. 

1960 yıllar ise TİP (Türkiye İşçi Partisi) ile türkiyenin adeta terör kıskacına sokulduğu yılların siyasa başlangıcı olmuştur. Güneydoğunun her köşesinde bilim adamı, turist veya gazeteci sıfatıyla gezişen yabancılar tarafından araştırmalar yapılmıştır. Bu hareketlilik kısa süre sonra Kürtçü kökenli siyasal hareketlerin filizlenmesine neden olmuştur. 

Kasım1969 tarihinde TBMM’ne sunulan bir soru önergesinde , çok iyi kürtçe konuşan ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde faaliyet gösteren Amerikan Barış Gönüllüleri hakkında bilgi istenmiştir. Yapılan incelemelerde ise bölgedeki Amerikalıların Türkiye’ye gelmeden önce Paris’te Kürtçe eğitim aldıkları ve bölgede etnik siyasal Kürtçü kimlik oluşturmaya çalıştıkları görülmüştür. Terörist Kürt grupların dernekleşmesini sağlayan ilk adımlarıda ABD’liler atmışlardır. 1971 yılında Washington’da kurulan Kürt-Amerikan Yardımlaşma Derneğinin Başkanlığını ABD Fedaral Mahkemesi Başkanı yapmıştır. Bu açıdan ayrılıkçı grupların cesaretlenmesi ve organize edilmesinde ABD’nin önemli rolü vardır. 

Bölgedeki yabancı istihbarat servislerin desteğiyle artan Kürtçülük faaliyetlerinin neticesinde, 1969 yılında legal olarak kurulan DDKO (Doğu Devrimci Kültür Ocakları), 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında tasfiye olmuşsa da, 1974 deki genel affın akabinde yeniden faaliyetlerine başlamıştır. Muhtıra döneminde cezaevine giren örgüt mensupları cezaevinden daha da bilinç ve örgütlü bir şekilde çıkmış, 1974 yılından sonra DDKO, TKDP, TİP, FKF, TİİKP, THKP-C, THKO örgütlerinin ve kurumlarının bünyesinden 50’ye yakın yıkıcı ve bölücü örgüt türemiştir. 

Günümüzde faaliyet gösteren PSK, KÖİP, RIZGARİ, ALA RIZGARİ gibi örgütlerde bu zamandan sonra kurulmuştur. Abdullah Öcalan, Kemal Burkay, Mumtaz Kotan, Orhan Kotan, Recep Maraşlı, İbrahim Güçlü, Ruşen Aslan, Şerafettin Kaya, Hatice Yaşar, İkram Delen gibi isimler bu dönemin şartlarında ortaya çıkmış isimlerdir. 

Bu zamanda Amerikalılar Ortadoğu’da Kürtçülükle başlayacak hareketlerin tabanın tamamlandığına kanaat getirmiş olacak ki, 1976 tarihli Pike raporuna göre, 1975’te CİA yetkilileri, Barzani’ye “Amerika’nın 51. Eyaleti olmaya hazırlanmasını” söylemişlerdir. 1961 yılında Irak’ta Barzani ve NATO Eski Başkumandanı Aleksander Haig bir görüşme gerçekleştirmiş, Barzani kendisinden silah ve para talebinde bulunmuştur. Bu çabalar nedeniyle 1965-1975 yılları arasında ABD’nin Barzani’nin partisi KDP’ye yaptığı yardım 16 milyon doları geçmiştir10. 1975 öncesi Kürtçü hareketlere yardımda bulunan kurumlar arasında Amerikan İşçi Sendikalarının da olduğu görülmüştür. 

1960 yıllardan sonra ABD’nin parasal desteğini sağlayan Barzani, bu dönemden sonra TKDP’nin Türkiye faaliyetlerine hız vermiştir. Barzani öncelikli olarak TKDP’ne kamp alanı hazırlama ve parasal yardımlarda 
bulunmuş, bu dönemde Türkiye’de Barzanicilik gelişmeye başlamıştır. 


2. PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI 

2.1. Kürdistan Devrimcileri 

PKK terör örgütü kuruluş aşamasında diğer Marksist-Leninist örgütlerden farklı bir örgütlenme modeli ile ortaya çıkmıştır. Diğer Sosyalist örgütler gibi ilk dönemlerde legal alanda kurulup, sonradan illegal faaliyetlere giren 
bir örgütlenme yerine, hemen illegal faaliyetlere başlamıştır. Diğer örgütler propaganda faaliyetleri için daha çok yazılı argümanları kullanırken, PKK terör örgütü hücre evlerde ve gizli alanlarda oluşturulan toplantılarla yüz yüze propagandayı esas almıştır. Diğer örgütler liderlerini daha demokratik yollarla çıkarırken, PKK’da Abdullah Öcalan; rakipleri Haki Karer ve Kemal Pir’i öldürterek tek ve tartışılmaz bir diktatör olarak ortaya çıkmıştır11

PKK örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan’ın hayat hikâyesi alışılmışın dışında bir yaşamdır. Ankara Tapu Kadastro lisesindeyken sağ görüşlü ve dini duyarlılığı olan bir kişidir. Öcalan’ın gençlik yıllarında kendine bir yer 
edinmek amacıyla ilk çaldığı kapı, Ülkü Ocakları olmuştur. Türk Milliyetçiliği ni beceremeyince, dini alt yapısıyla tanınan Milli Türk Talebe Birliğine üye olmuş, burada da istediği konuma gelemeyince, Marksist-Leninist fikirleriyle bilinen çevrelerle görüşmeye başlamıştır 12. Bu konudaki diğer bir iddia ise Öcalan’ın gizli bir istihbarat servisince çeşitli yapılar içerisine angaje edildiği ve zamanla daha önemli görevlere getirildiği şeklindedir. 
Öcalan’ın öğrencilik döneminde gizli örgütlenmeler ile ilişki içerisinde oluğu Türkiye kamuoyunda sürekli dillendirilmiştir. 
Gazeteci Necdet Pekmezci13 ye göre Abdullah Öcalan’ın mezun olduğu lise, Demirtepe semtinde Türkiye Komünizmle Mücadele Dernekleri'nin başkanı Refik Korkud'un işyerine ancak bir kaç yüz metre uzaklıkta olup, Öcalan’da bu derneğin bir müdavimidir. 

Abdullah Öcalan'ın da müdavimleri arasında olduğu TKMD üçüncü ve son kez 1963 yılında İzmir'de kurulmuş olup, kurucu üyeler arasında Galip Erdem isimli bir istihbarat çalışanı da vardır. TKMD'nin kurucu üyelerin den ve genel başkanlarından olan gazeteci İlhan Darendelioğlu, aynı zamanda Türk Milliyetçi partilerinden birinin İstanbul İl Yönetim Kurulu üyeliğini yapmıştır. Sahibi olduğu Toprak Matbaası'ndan evine giderken otomobiline yapılan silahlı saldırı neticesinde 19 Kasım 1979'da hayatını kaybetmiştir. 

Türkiye Komünizmle Mücadele Dernekleri'nin en önemli isimlerinden biri olan Refik Korkud aynı zamanda Türkiye Fikir Ajansı'nın sahibidir. TFA ile ilgili ilk kayıtlar 1950’li yıllara kadar uzanmaktadır. Demokrat Parti dönemin de Başbakanlık Müsteşarı olan Salih Korur tarafından örtülü ödenek üzerinden  Türkiye Fikir Ajansı yöneticisi olan Refik Korkud’a 28.000 TL para aktarılmıştır. 

Türkiye Fikir Ajansı yöneticisi Refik Korkut, yaşamı boyunca yüze yakın yayın çıkarmış olup, aralarında; 

Milliyetçi Subaylar", "Her şey Hürriyet İçin", "Bulgaristan Şovenist Politikasını Sürdürüyor", "Türkiye'de Milliyetçilerin 52 Metodu-Türkiye'de Komünistlerin 26 Metodu", "Hürriyeti Seçenler, Komünist Bulgaristan'ın 
Dosyası", "Hürriyet ve Demokrasiye Karşı Tehlike", "Komünizme ve Sosyalizme Karşı" adlı kitaplar yer almaktadır. 

Herkes tarafından Refik Korkud olarak bilinen bu kişi aslında Refik Korkud Yiğitbaş adıyla nüfusa kayıtlı olup, genel itibariyle soyadını kullanmadığı ortaya çıkmaktadır. Refik Korkud kitap yazarlığının yanında 70'li yıllarda Türk Milliyetçileri nin14 yayın organı Hergün gazetesinde de yazarlık yapan biridir. 

Öcalan’ın Türkçü gruplarla ilgili bağlantıları ile ilgili çeşitli bilgiler daha sonraki yıllarda da ortaya çıkmıştır. Radikal Gazetesi'nin 27 Ekim 2003 tarihli sayısında Neşe Düzel’in gazeteci-yazar Avni Özgürel ile yaptığı bir 
söyleşide Öcalan’ın derin ilişkilerine ait bilgiler ortaya çıkmıştır. 

Söyleşide Özgürel; tam tarihini anımsamasa da Öcalan ile Türkiye Fikir Ajansı'nda 1966-67 yıllarında karşılaştığını ve bu sırrı da 1993 yılına kadar sakladığını açıklamıştır. Özgürel devamında; “1993'e kadar Öcalan 
ile hiç karşılaşmadım. 1993'te gazetecileri Bekaa'ya basın toplantısına davet etti. Panaroma'nın genel yayın yönetmeni olarak ben de gittim. Bizimki haftalık dergi olduğundan, basın toplantısından sonra Öcalan'la dergi için özel söyleşi de yaptım. O özel görüşme sırasında kendisine sordum. 'Ankara'da İzmir Caddesi'nde Fikir Ajansı diye bir yer vardı. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama birden bir şey çağrıştırdı. Bende seni orada gördüm gibi bir his uyandı' dedim. Bana, 'Yoo, doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım' dedi.” Şeklinde Öcalan’ın derin gruplarla bağlantıları ile ilgili önemli bir bilgi aktarmıştır. 

Özgürel’den açıklama yapmak için zaman alan Öcalan, hemen akabinde Psikolojik harekâta başlayarak Kesire ve Özel Harp Çalışanı olduğu iddia edilen Pilot Necati ile ilgili bilgileri kısa kısa kitlesine aktarmaya başlamış, devletin bu kişiler üzerinden kendisini kullanmak isterken, kedisinin onları kullandığını aktararak, müzahir kitlede oluşabilecek şoklara karşı önceden önlem almayı başarmıştır. Öcalan yine çok iyi bir zamanlama ile kitlesi içerisinde infial uyandıracak bir konuyu sulandırarak, etkisizleştirmiş ve ajan olma konusunun zararlı etkilerini bertaraf etmiştir. 

Öcalan bu konuda; “Halk adına işbirlikçi bir ilişkiye yöneliyorum (…) Bu adamlar öyle bildiğiniz gibi değil, sana bu kadar masraf yapacaklar, hiç peşini bırakırlar mı? Devletin kendi adamlarına dayanarak gurubumu inşa ediyorum. Beni sağ bırakırlar mı?” 

“Allah’ın serserisi, ne istiyorsun? Kadın dersen kadın, para dersen para! Apartman dersen apartman al; ye, içinde yat! 
Ben de bu noktada, tam bir paşa oğlu gibi davranıyorum. Daha fazla para! Kendinizi daha fazla çalıştırın! Çok ilginç, ayarlama çok önemli (!!) burjuvaziyi nasıl çalıştırıyorum” 

 “Düşünün, devlete Kürt partisi kurduruyorum (…) biz devrimci Kürt partisini nasıl MİT’e dayandırarak kurduysak, Kürt devletini de (şimdi işte içinde olduğumuz bu Güneydeki devlet)Türk devletine dayandırarak kuracağız.” 

“Kontrolden çıktığımı anladıkları anda derhal öldürebilirler. Sonuna kadar bağlı olduğumu anı anına tekrarlamam lazım” şeklinde söylemlerle bir istihbarat çalışmasının ürünü oluşunu, yapmak istediklerini elde etmede aracı olarak kullanmak istemeye bağlamıştır.15 

Liseyi bitiren Öcalan 1969 yılında Diyarbakır’da Tabu Kadastro memuru olarak göreve başlamış, görevi sırasında Hukuk Fakültesi kazanarak İstanbul’a yerleşmiştir. 1970-1971 döneminde İstanbul Hukuk Fakültesine kayıt yaptıran Öcalan, bu fakülteden de ayrılarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine geçiş yapmış, aynı yıl DDKO’ya üye olmuştur16. Öcalan aynı yıl iki üniversite kazansa da şu anada kadar giriş belgesi veya herhangi müracaat formunun ortaya çıkmaması da şüphe ile değerlendiril miş konular olarak görülmüştür. 

Öcalan, 1972 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük17 ile yakın ilişkiler içerisinde bulunmuştur. Bu dönemde Ploretarya Devrimci Aydınlık dergisi ile bildirilerini (Şafak Bildirisi) dağıtırken 
yakalanmış ve 7 ay cezaevinde kalmıştır. Bu tutuklama döneminde çok sayıda arkadaşı cezaevine girerken, bir süre sonra sadece Öcalan’ın mevcut suçunun nevi değiştirilerek, cezası azaltılmış ve tahliyesine karar verilmiş tir18

Nisan 1973 yılına gelindiğinde ise, Öcalan birkaç arkadaşı ile Ankara’nın 40 km dışındaki Çubuk barajı kenarında toplanıp, Kürt milliyetçiliği esasına göre örgütlenme kararı alarak, PKK’nın ilk adımlarını atmışlardır. Bu 
doğrultuda 1975 yılında M. Hayri Durmuş’a dikte ettirildiği iddia edilen “Kürdistan Devriminin Yolu-Manifesto” adlı eser, 1978 yılında örgüt kadrolarına iletilmiştir. Bu eser örgütün ilk yazılı kaynağıdır. Fakat yaptığımız çalışmalarda PKK’nın manifestosunun çalıntı olduğu ve Vietnam İşçi Partisi’nin programının bire bir aynısının kopyalanıp, PKK’ya uyarlandığı görülmüştür. Güney Asya’da bulunan bu ülkenin bir partisinin programının nasıl ele geçirildiği ve Türkçeye tercüme edildiği ise bilinmemektedir. 

 Öcalan, Türk milliyetçilerinin karşısına güçlü bir yapı ile çıkarak kendine özgü bir oluşum meydana getirmek istemiş, bunun adını da Kürdistan Devrimcileri olarak ortaya koymuştur19

Öcalan ve arkadaşlarınca oluşturulan Kürdistan Devrimcileri adlı örgütün ilk kurucuları Kemal Pir ve Haki Karer gibi Türk kökenli kişiler iken, sonradan bu yapıya Cemil Bayık, Şahin Dönmez, Ali Haydar Kaytan, Mehmet Hayri Durmuş, Duran Kalkan, Selahattin Çelik, Doğan Kılıçkaya, Kesire Yıldırım, Abdurrahman Polat, İsmet Kılınç, İsmet Ateş, Ali Rıza Altun, Baki Karer, Ali Özer, Musa Erdoğan, Turgut Çetineren, Hasan Asgar Gürgöze, Ali Şir Gürgöze, Mustafa Dere, İsmail Güngör, Tamer Özkan, Mustafa Güngör gibi kişiler dahil olarak kurucu kadroyu oluşturmuşlardır. 

 1975 Ekim ayından 1976 Ocağına kadar Ankara Dikmen’de yürütülen toplantı ve eğitim çalışmaları örgütün ikinci gelişim hamlesi olmuştur. Kendilerini o dönem Kürdistan Devrimcileri olarak ifade eden grup, toplantıların sona ermesiyle çalışmalarına Doğu ve Güneydoğu illerinde devam etme kararı almışlardır. Bu doğrultuda birçok kadro Batman, Antep, Tunceli, Kars, Urfa, Elazığ, Mardin ve Ağrı illerine gönderilerek, Ulusal Kurtuluş Ordusu adı altında örgütlenme çalışmalarına başlamışlardır 20

1976 yılında sözde Kürdistan toprakları olarak ilan edilen Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine giden örgüt mensupları, birçok ilde gruplar meydana getirmiş ve örgütlenmişlerdir. Abdullah Öcalan, daha örgütün ilk 
kuruluş aşamasında hazırlattığı Kürdistan Devrimcileri adlı broşürde, Kürdistan devriminin takip edeceği yöntemi; Parti-Cephe-Ordu modeli ile belirlemiştir 21

Bu modelin gereği olarak, 27-28 Kasım arasında Diyarbakır’ın-Lice-Fis (Ziyaret) köyünde 22 parti oluşumunun ilk temelinin atılması için bir toplantı düzenlemiştir. 
Bu toplantı Seyfettin Zoğurlu adlı kişinin evinde gerçekleşmiştir. Toplantıya, Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Şahin Dönmez, M. Hayri Durmuş, Baki Karer, Mehmet Turan, M. Cahit Şener, Ferzende Tağaç, Ali Haydar Kaytan, Mazlum Doğan, Hüseyin Topgüder, Ali Gündüz, Sakine Cansız, Kesire Yıldırım, Duran Kalkan, Ali Çetiner, Faruk Özdemir, Abdullah Kumral, Abbas Göktaş gibi örgüt yöneticileri katılmıştır. Toplantıya çağrılmış olmasına rağmen gelmeyen altı üst düzey örgüt yöneticisi ise sonradan örgüt tarafından öldürülmüştür. Bu toplantı örgütün I. Kongresi olarak kabul edilmiş ve toplantıda partileşme kararı  alınmıştır. 

PKK terör örgütü kuruluş bildirgesinin sonunda Marksizim-Leninizm ve devrimin zaferine sonsuz inanç dile getirilmiş, Vietnam ve Küba’daki halk savaşının örnek alındığı ifade edilmiştir 23. Yeni kurulan PKK, temelde 
etnik Kürtçü bir örgüt olsa da Mihri Belli’nin ortaya attığı Milli Dmokratik Devrim Tezini esas almıştır. Bu açıdan PKK kendine özgü bir yapılanmakta olmaktan çok Mihri Belli, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek ve Ertuğrul Kürkçü’nün temsil ettiği Ulusalcı Türk Solunun bir devamı olmuştur. Günümüzde de adı geçen bu kişilerin Öcalan ile olan yakın ilişkileri ve Öcalan’ın etkisinin olduğu partilerde görev almış olmaları da ilişkinin halen devam ettiğini göstermektedir. 

Örgütün kurucuları olan Kemal Pir, Haki Karer, Rıza Altun, Duran Kalkan, Mustafa Karasu, Fuat Çavgun gibi kişilerinde MDD kökenli oluşları ve devam eden Ergenekon soruşturmasında adı geçenlerle örgütün bağlantısı konusundaki iddialar örgütü kuran mantalitenin arka yüzünü ortaya çıkarmaktadır. 

Partileşme kararının bir yıl sonrasında ise örgütün adı PKK ( Partiya Karkeran Kurdistan-Kürdistan İşçi Partisi ) olarak benimsenmiş ve kuruluş bildirgesi deklere edilmiştir. Burada ilginç olan bir nokta ise örgütün ilk partileşme çalışmasına katılan üyelerin neredeyse tamamının daha sonra Öcalan tarafından ajan ilan edilerek öldürülmesidir. 

1977’ye gelindiğinde ise örgütün ilk kurucularından Haki Karer bir çatışma neticesinde hayatını kaybetmiş olup, örgüt tarafından Haki’nin Sterka Sor örgütünce öldürüldüğü söylenmiştir. Gerçekte ise Haki Karer’in Abdullah 
Öcalan tarafından kendisine rakip olabileceği endişesiyle öldürttüğü ortaya çıkmıştır 24. 

Örgüt kısa bir zamanda önemli ölçüde kadro temin ederek büyük kitlelere ulaşmış, hatta bu dönemdeki mahalli seçimlerde kendisine taraf bazı kişileri seçtirme başarısını elde etmiştir. 

1979 yılına kadar örgüte yönelik güvenlik güçlerinin önemli bir operasyonu olmamıştır. İlk kez Mayıs 1979 yılında Elazığ’da örgüte yönelik yapılan ilk operasyonda bölge sorumlusu Şahin Dönmez ve arkadaşları yakalanmış 
ve bu operasyonla örgütün gerçek durumu ortaya çıkartılabilmiştir. Dönmez ifadesinde, Abdullah Öcalan Diyarbakır’da kaldığı yer hakkında itiraflarda bulunmuş olsa da, Öcalan’ın kaldığı yere baskın aradan geçen dört 
günden sonra yapılmıştır. Öcalan bu yakalanmalardan sonra Türkiye’de durmayacağını düşünmüş ve kaçma hazırlıklarına başlamıştır. Öcalan bu sırada her yerde aranmasına rağmen Haziran 1979 yılında 25 Suriye’ye 
kaçabilmiştir 26

Öcalan’ın bu gidişinde yanında Mehmet Sait adlı bir arkadaşı olup, bu kişi ilk zamanlarda Öcalan’ın Suriye’deki işlerini takip etmiştir. Şam’daki Öcalan’a Libya’da yaşayan bir Iraklı tarafından yüklü miktarda para gönderilmiş, FHKC kimliği verilmiş ve Greek kökenli bir Hrıstiyan olan Hawatme’nin 27 grubunca da Bekaa’da PKK’ya kamp hazırlanmaya başlanmıştır. PKK örgütünün buradaki toplam kadrosu önceleri 18 iken, sayı sonradan 
80’e kadar çıkmıştır. 

Öcalan’ın Suriye’ye çıkışıyla ilgili olarak Cem Ersever farklı bir yaklaşımda bulunmaktadır. Ersever, 1979 yılında Öcalan’a, 1980 yılı Mayıs veya Haziran aylarında bir darbe yapılacağı, darbe sonrasında yönetimin otoritesini her yerde tesis edemeyeceğini, özellikle Güneydoğuda yer yer ayaklanmaların yaşanacağını, bu nedenle de yurt dışında eğitim görmüş bir güce ihtiyaç duyulacağının söylendiğini ve Öcalan’ın da bu derin devletin talimatı ve  yardımıyla yurt dışına çıkarıldığını iddia etmiştir. 

İhtilalden hemen sonra bir grup PKK’lının Kemal PİR yönetiminde Nisan 1980’de Türkiye’ye alel acele gönderilmesi de, darbe öncesinde darbeciler adına hareket eden bir grubun bölgeye hakim olunması düşüncesinden 
kaynaklandığını ihtimalini düşündürmektedir. Buna göre bölgede Apocular, kendileri dışında başkaca bir etnik bir Kürtçü örgütün var olmasını önleyecek, var olan örgütler ise Apocular eliyle ortadan kaldırılacaktır. 

Örgütün Suriye’deki ilk irtibatı Suriye istihbaratı olan BRUSK teşkilatıdır. BRUSK’la direk görüşmelere Baas kökenli olup ta sonradan PKK örgüt militanı olan Ömer Muhtar ve Enver Alluş adlı Suriye vatandaşları 
görevlendirilmiş, bilgilendirmeler bu iki kişiler üzerinden devam etmiştir. Ömer Muhtar ve Enver Alluş adlı militanlar İstihbaratçılarla gerekli çalışmaları yaptıktan sonra SKİDP (Suriye Kürtleri İlerici Demokrat Partisi) ve Partiye Çep adlı örgütlerle de görüşerek PKK ile aralarında güç birliğinin kurulmasını sağlamışlardır 28

Suriye Devleti 1980’li yıllarda Sovyetlerin desteği ile bazı illegal örgütlere kucak açıyor olsa da, asıl desteğini Fransa ve İngiltere gibi ülkelerden almaktaydı. Filistin Kurtuluş Örgütünün lideri Yaser Arafat’ın bu yıllarda Fransa ve İngiltere eksenli ittifaklar içerisinde olduğu bilinmektedir. Arafat’ın hastalığı esnasında da Fransız Askeri Hastanesinde tedavi görmesi ve akabinde Fransa’da ölmesi de, Fransa-İngiltere-FKÖ irtibatını gösteren unsurlardan biri olup, bu ilişkinin Ortadoğu’daki diğer bir ayağı ise Suriye devleti olmuştur. Günümüzde de Suriye devletinin Baas kökenli faaliyetleri ve bu yapının küresel Gladyo ile olan bağları da ortaya çıkmaktadır. İddialara göre bu dönem Türkiye’nin Şam büyükelçisi olan iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) üyesi/sanığı Yalçın Küçük’ün kayınbiraderi olan Cenk Duatepe Öcalan’ın Şam’da barınmasında referans olmuştur. 

 < 2011 yılında Suriye’de Sünni kökenlilere Nusayri Baas yönetimince yapılan anti demokratik uygulamalara karşı bir ayaklanma meydana gelmiştir. Bu olaylarda Esad yanlıları tarafından çok sayıda masun insan katl edilmiştir. Esat yönetiminin anti demokratik uygulamalarına Türkiye ’den ilginç bir şekilde en önemli desteği yine Türk Solu gruplar ve PKK vermiştir. Olaylar sırasında bazı İşçi Partililer ile PKK örgüt mensupları Şam’da Öcalan lehine yapılan gösterilere katılmışlar dır 29. Bu işbirliği de ilişkilerin boyutunu ortaya koyması açısından ilginçtir. >



C:\Users\USER\Pictures\diktatore_pkk_dan_destek_7478_b_296618603.jpg

Konuya dönecek olursak Öcalan Elazığ yakalanmalarından kurtulup, Suriye’de güvenli ortama ulaşınca artık örgütünü Dünya kamuoyuna resmen açıklamayı uygun görmüş ve bunun ilk adımı olarak ta 30 Temmuz 
1979’da AP (Adalet Partisi) milletvekili M. Celal Bucak’ın öldürülme emrini vermiştir. Bu talimat gereğince örgüt militanları tarafından Mehmet Celal Bucak’ın kayınpederi ve 9 yaşındaki çocuğu Haziran ayında Hilvan’da şehit edilmiş, Celal Bucak olaydan hafif yaralarla kurtulmuş, bu kanlı eylem PKK’nın ilk kuruluş eylemi olarak lanse edilmiştir. Bucak eyleminden sonra örgüt, metropol faaliyetlerinin yanı sıra kırsal faaliyetlerine hız vermiş, bu amaçla kırsal alanda faaliyet gösterecek birimler oluşturmaya başlamıştır. 

1979 yılı Kasım ayından itibaren geride kalan örgüt militanları da peyderpey Türkiye’den ayrılarak Suriye’ye çıkış yaparak, Yaser Arafat’ın liderliğini yaptığı FKÖ içerisinde en büyük ve etkin grup olan El Fetih örgütüne ait 
Lübnan’daki iki kampa aktarılmıştır. Örgüt mensupları, Nisan 1980 yılına kadar bu kamplarda askeri eğitim almışlardır. Apocular adı verilen PKK mensuplarına bu kamplarda eğitim veren Filistinli eğitmenlerin daha önce 
Sovyetler birliği, Bulgaristan, Romanya ve Küba’da eğitim gördükleri bilinmektedir. Bunun yanı sıra örgüt mensupları 1979–1980 yılları arasında Filistinli FDHAC (Filistin Demokratik Halk Cephesi), Georg Habbash’ın 
liderliğini yaptığı FHKC (Filistin halk Kurtuluş Cephesi), Nidal ve El Saika örgütlerinin kamplarında da eğitim görmüşlerdir. 

Örgütün Türkiye’den ayrılıp, akabinde hemen Lübnan, Suriye ve Filistin’de üstlenme imkanı bulabilmesi halende birçok kişi tarafından şüpheyle karşılanmaktadır. Günün şartları, bu işe kalkışanların yaşları, ekonomik 
durumlar ve bu irtibatları nasıl sağladıkları konusuna dikkat edildiğinde, PKK’nın çıkışının aslında kendinden zuhur eden bir hareket olma yerine, bir merkez tarafından organize edildiğini ortaya çıkarmaktadır. 

1979–1980 yıllarında Suriye’ye ve Irak’a geçen kişilerin yaşları 20 ile 30 arasında olup, neredeyse hiç biri daha önce yurt dışına çıkmamıştır. PKK’nın bu ilişkileri nasıl geliştirdiği sorusu hiç bir zaman bir açıklığa kavuşmamış tır. Örgüt mensupları, imkânların daha kısır olduğu 30 yıl öncesinde, Türkiye’den çıkar çıkmaz Lübnan’da silah, para ve kamp yerlerine kavuşmuştur. Bu durumlar başlı başına kadroların bölgeye gelmesinden önce alt yapının başkalarınca hazırlandığını göstermektedir. 

1979 yılında Beyrut’ta PKK militanlarınca yapılan bir açıklamada; ASALA, Kızıl Tugaylar, Japon Kurtuluş Ordusu, Afrika Tedhiş Örgütü ve FKÖ’nün eylemlerini desteklediklerini ve bu örgütlerle işbirliğine hazır oldukları ifade edilmiştir. 

Lübnan’daki kamplarda PKK ile asıl ilişki içerisinde olan diğer önemli bir örgüt ise Asala’dır. Ocak-Nisan 1980 tarihleri arasında PKK ve Asala arasında sıkı bir iş birliği oluşturulmuş ve bu işbirliği, Asala yetkilileri ve PKK sorumlularından Cemil Bayık’ın ortak basın açıklaması ile deklere edilmiştir. 

Asala örgütü, PKK örgüt mensuplarına özellikle askeri açıdan destek vererek, eğitime tabi tutmuştur. 1980 yılında Sidon’da yapılan PKK-ASALA ortak açıklamasında ise; “Kürt ve Ermeni devletleri kurulana kadar mücadelelerine devam edecekleri” kararı alınmıştır. 1981 yılında ise ASALA ve PKK mensupları Suriye ve Lübnan’daki kamplarda ortak eğitime tabi tutulmuşlardır 30

Bu birliktelik kapsamında 9 Ekim 1980 tarihinde Fransa’nın Strasburg kentinde Türkiye Cumhuriyeti Daimi Temsilciliğine karşı ortak eylem yapılmıştır. Bu eylemle birlikte ortak çalışma arzusu fiiliyatta da ortaya konmuş, PKK terör örgütü ASALA’nın taşeronluğuna başlamıştır 31. 

PKK terör örgütünün askeri eğitimlerini tamamladığı bu zamandan sonra, ASALA örgütü kendisini fes ederek, artık Türk hedeflerine yönelik eylem yapmama kararı almıştır. PKK örgütü ise 7 Nisan 1980 tarihinde yaptığı 
açıklama ile 21-28 Nisan tarihlerini kapsayan dönemleri “Kızıl Hafta” olarak kabul edip, bu zamanda eylemlerin en üst seviyeye çıkartılması kararını almıştır. Bu karardan sonra her dönem PKK tarafından 21-28 Nisan tarihleri arasında hem yurt içinde hem de yurt dışında Türk kişi ve Kurumları ile askeri hedeflere saldırılar en üst seviyeye çıkartılmıştır. 

21-28 Nisan tarihlerinin önemi şuradan kaynaklanmaktadır; Ermeniler 24 Nisan tarihini sözde Ermeni katliamının yıl dönemi olarak kabul etmektedir ler. Dolayısı ile PKK örgütü de Ermenilerin tek ve yegâne sözde yas tarihini kendi “ Kızıl Haftası ” olarak kabul etmiştir 32

1981 Eylül ayı içerisinde Türkiye’nin Paris Büyükelçiliğinin basılmış ve 50 kişi rehin alınmıştır. Eylem sonrasında yakalanan üç Ermeni terörist Fransız polisince yakalanmış, fakat bu kişiler tutuklanmak yerine Beyrut’a 
PKK militanlarında kaldığı kampa gönderilmiştir. ASALA örgütü bu sözde jest üzerine dönemin Başbakanı Jacques Chirac’a teşekkür ederek, Ermeni davasının anlayışla karşılanmasından duydukları memnuniyeti iletmişlerdir 33. 

Bu tarihe kadar sadece belli sayıda örgüt mensubu Suriye ve Lübnan’a geçerek burada üstlenmiş olmalarına rağmen, 12 Eylül hareketinin hemen öncesinde Ağustos 1980 tarihinde, Abdullah Öcalan tarafından PKK 
militanlarının tamamına Suriye başta olmak üzere yurt dışına çıkılması talimatı verilmiştir. Bu nedenle birçok örgüt mensubu acele bir şekilde Suriye ve bu ülke üzerinden Lübnan’a geçiş yaparken, bazıları da Avrupa’ya geçiş yapmışlardır. Örgütün Avrupa’ya ilk açılımı da yaklaşık olarak 1980’li yıllara rastlamaktadır34

12 Eylülün hemen öncesinde alınan karar doğrultusunda kadroların apar topar yurt dışına gönderilmesi, aslında çok zaman örgüt içerisindeki duyarlı kesimlerce şüphe ile karşılanmıştır. Çünkü 12 Eylül hareketinden 20 
gün önce, tüm kadroların neden acil olarak yurt dışına çıkartıldığı ve darbenin olacağının ne şekilde bilindiği, kuşkuları ortaya çıkaran sorulardır. 12 Eylül öncesinde Türkiye’de örgüt militanı ve etki alanı açısından çok güçlü olup, hatta devletin kurumlarına sızmış olan Sol örgütlerin, ihtilali tahmin edemeyerek tamamen yok olmasına karşın, daha yeni doğmuş, kısır kadrolu, yaşları 25’i geçmeyen çocuklardan oluşan bir örgütün, bunu bilmesi tabii ki manidardır. Bu durum doğal olarak şimdilerde PKK’ya göz yuman, özellikle dış kaynaklı kesimlerim PKK’yı bilinçli bir şekilde oluşturduğunun ve bilgilendirdiğinin ipuçlarını bize vermektedir. 

İsmet Berkan, 12 Eylül dönemiyle ilgili PKK’nın bu hamlesini irdeleme gereği duymuş ve “…PKK bölgede Kürt milliyetçiliği tabanlı hareket eden örgütlerden en küçüğü idi. Rızgari, KUK, KDP ile daha pek çok örgüt bölgede PKK’dan daha güçlü bir örgüttü. Ancak 12 Eylül tam bir dönüm noktası oldu. Türkiye’nin hiçbir yerinde hiçbir örgüt hareket edemezken, 
PKK Güneydoğu Anadolu bölgesinde geniş bir hareket serbestisi buldu…” 35 şeklinde ifadeler kullanmak zorunda kalmıştır. 

12 Eylül Askeri Hareketinin akabinde, tüm Devrimci Yurtsever kesimlerin etkisizleştirilmesine karşın, kadrolarının önemli kısmını yurt dışına çıkaran PKK, yaşanan gelişmelerden etkilenmemiş, hatta örgütsüz kalan pek 
çok kişi PKK saflarına katmıştır. Suriye ve Lübnan’a gelen kadrolar değişik alanlarda farklı örgütlerin şemsiyesi altında olduğundan, onları toparlama zarureti ortaya çıkmıştır. Mevcut yeni durum yeni bir değerlendirmeyi 
gerektirdiğinden, 15–26 Temmuz 1981 yılında Lübnan’daki Beka vadisinde bulunan Helvi kampında örgütün I. Konferansı yapılmıştır. 
Bu sırada Kongrenin yapıldığı kampın güvenliği ise, Sovyet kökenli gruplar ın kontrolünde dir. 

I. Konferansa katılan 60 militandan sadece 4 tanesi halen örgüt içerisinde faaliyet yürütmekte olup, diğerlerinin önemli bir kısmı ya örgütten kaçmış veya örgüt tarafından hain ilan edilerek idam edilmiştir. Konferansın ana teması ise örgüt kaynaklarında; ”…1. konferans, partimizin yurt dışına çıkış ve yeniden ülkeye dönüş hamlesi başlatmasında son derece önemli bir yere sahiptir…” şeklinde özetlenmiştir. Yine burada partinin yeniden inşası ve diğer Marksist-Leninist çevrelerle ittifakın geliştirilmesi hedeflenmiştir 36

Konferansta genel olarak diğer Kürtçü grup ve örgütlere yüklenilmiş, Türkiye’deki askeri müdahalenin sorumlusu olarak bu grupların faaliyetleri gösterilmiştir 37. 

Örgüt aynı yıl Beyrut’ta resmi temsilcilik açmış, akabinde de SSCB Komünist Partisinin 26. Kongresine delege göndermiştir. Uluslar arası faaliyetleri başlayan örgüt, Hafız Esat’ın kardeşi Rıfat Esat’ın da desteği ile Suriye’de tamamen özgür hareket ederken, bu kişinin yardımıyla Avrupa’ya gönderilen kadrolarla birlikte PKK Avrupa bürosunun kuruluşuna başlanmıştır. 

Avrupa’ya açılan örgüt, 1 Haziran 1982’de Mihri Belli’nin ortaya attığı MDD tezini benimseyen yedi Türk solu örgütüyle “Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi” adıyla birlik kurarak, Türkiye metropollerine de ulaşmayı 
başarmıştır. 

PKK Terör Örgütünün Avrupa’ya Açılımı, 

Kuruluşundan 1980’ne kadar PKK örgütünün Avrupa’daki faaliyetleri gayri resmi düzeyde olup, bu ülkelerde işçi olarak bulunan sempatizanlar tarafından yürütülmekteydi. İlk dönemlerde Almanya’da yaşayan Doğan Karakoç adlı PKK militanı örgütün Avrupa çalışmalarına bakmıştır. Akabinde yönetim kademesinden Baki Karer 1980 yılında sorumlu olarak Avrupa’ya gönderilmiş, yine Kesire Yıldırım, Enver Ata adlı üst düzey militanlar da bilahare Avrupa’ya gönderilerek, burada siyasal zemin etütleri yapılmıştır. 

Örgütün Avrupa faaliyetlerini düzenleyen en önemli toplantılardan PKK I. Konferansı 15-26 Temmuz 1981 tarihleri arasında Lübnan–Helvi kampında yapılmıştır. Bu konferansa çeşitli alanlarda ve merkezde görev alan 2-3 
militan grupları çağrılarak 60 kişiden oluşan bir toplantı yapılmıştır. Demokratik örgütlerde her delege konferans ve Kongre öncesinde örgüte rapor hazırlar, akabinde de divan başkanlığı seçimleri yapılmaktadır. Tüm dünyada uygulama böyle olmasına karşın Öcalan, divan başkanı ve iki yardımcısını seçime gitmeden kendi atayarak, çalışmaların startını vermiştir. 

I. Konferans başlangıcından sonuna kadar Anti demokratik bir zeminde ve ilginçlikte geçmiştir. Konferansın gündemi ve bu gündemin geniş bir değerlendirmesi daha önceden Öcalan tarafından yapılmış, "Politik Rapor" adıyla broşür halinde basılmıştır. Bu broşür konferanstan bir hafta önce bütün militanlara okutulmuş ve buna göre gündem özetlenmiştir. Buna göre Konferansta: 

- PKK örgütünün geçmiş faaliyetlerinin değerlendirilmesi. 

- İçinde bulunulan dönemin özellikleri ve bu dönemin görevleri, 

- Gelecekteki faaliyetlerin genel bir planı ele alınmıştır. 

Seçime gitmeden kendini Konferansın Divan Başkanı olarak atayan Öcalan’ın ilk sözü; "Hepiniz bundan birkaç gün önce zavallı durumda idiniz. Başınızı sokacak bir yer bulamıyordunuz, bir lokma ekmeğe muhtaçtınız! Eğer sizlere el atmasaydık şimdi çoğunuz ya ölmüş olacaktı ya da zindanlarda idamı beki yor olacaktınız. Aileleriniz, ananız, bacınız da sizi 
kurtaramazdı. Ama, biz sizleri kurtardık, şimdi rahatınız yerinde, karnınızı doyuruyorsunuz, aç ve açıkta değilsiniz! "Şimdi sizlere söz hakkı vereceğim konuşmanızı yapabilirsiniz " olmuştur 38

Devam eden toplantıda Baki Karer, Avrupa alanının çalışmalara ve örgütlenmelere müsait olduğunu ifade edince, yurt dışına atfedilen rol gereğince Avrupa’daki faaliyetlerin profesyonelce yapılması ve kadro takviyesi kararı alınmıştır. Bu kararın gerçeklemesinde Karer’in önemli etkisi olmuştur. 

Örgüt tarafından ilk profesyonel Avrupa alan sorumlusu olarak Resul Altınok atanmış, ayrıca Çetin Güngör, Baki Karer, Saime Aşkın, Cemile Merkit, Suphi Karakuş’ta çalışmalar için Avrupa’ya gönderilmiştir. Bu elamanlar Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde örgütlenme, basın yayın, propaganda-ajitasyon, elaman ve maddi gelir oluşturma çalışmaları için görevlendirilmişlerdir. 

Örgüt, Avrupa’daki rahat faaliyet imkânını azami olarak kullanmıştır. Öcalan, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde resmi ve kaçak işçi statüsünde bulunan Doğu ve Güneydoğu kökenli kişilerin imkânlarından ve bu ülkelerin soyso-kültürel derneklere gösterdikleri kolaylıklardan azami ölçüde yaralanarak kazanımlar elde edilmesini istemiştir. 

Bu nedenle Avrupa’ya gönderilen örgüt militanları hemen dernekleşme faaliyetine girip, basın faaliyetlerine başlamışlardır. Basın yayın organları ile birçok gurbetçiye ulaşılarak, örgüt lehine kazanılmış, kazanılan elamanlar 
dernekler aracılığı ile Suriye ve Lübnan’daki PKK kamplarına aktarılarak savaşçı ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. 

Örgütün Avrupa’da ilk oluşuma geçtiği ülke Almanya olduğundan, Alman Anayasa Koruma Teşkilatından bazı yetkililer derhal PKK ile bağlantı kurarak, Bekaa’da bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Almanya Terör 
örgütünün kendi ülkesindeki faaliyetlerini kontrol altına almaya çalışmış, böylece örgütü Türkiye’ye karşı kullanabileceğini hesap etmiştir 39. Örgüt kaynaklarına göre de, Alman Hükümeti ile PKK arasındaki ilk resmi temas 
1980 yılında gerçekleşmiştir 40. 

PKK örgütünün Ortadoğu’da ve akabinde de Avrupa’da ortaya çıkışı geleneksel Türk düşmanlığı yapan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’ni de heyecanlandırmış ve 1982 yılında Abdullah Öcalan ile ilişkiye geçmeye 
başlamışlardır. Yunanistan bu görüşmelerde, üst düzey PKK militanlarını ülkesine davet ederek, kendilerine sınırsız destek sunacaklarını belirtmiştir. 

İran ve Irak bölgelerinde üstlenmesini sağlayan PKK, kitle kazanmak için basın yayın faaliyetlerinin önemini kavramış ve bu yönde çalışmalarına hız vermiştir. Basın-yayın faaliyet merkezleri olarak ta Almanya, İsveç, 
Hollanda, Suriye ve Lübnan seçilmiştir. 1981 yılı ortalarında Avrupa’ya gönderilen Resul Altınok, Ali Haydar Kaytan, Cemile Kaytan (Merkit ) adlı militanların tamamı basın-yayın faaliyetleri konusunda deneyimli kişilerden 
seçilmiştir. 

Bu çevrelerin gayreti ile PKK’nın yayın organı olan Sexwebun (Bağımsızlık) dergisi Ocak 1982’den itibaren aylık olarak Almanya’da yayın hayatına başlamıştır. Dergi içerik olarak başta Öcalan olmak üzere, örgütün yönetim 
kadrosunun yazıları ile doldurularak propaganda unsuru olarak etkili biçimde kullanılmıştır. 

Türkiye ve Avrupa’daki faaliyetler her ne kadar gelişmiş olsa da örgütün istenilen aşamaya ulaşamadığı ve faaliyetlerinde kısır kaldığı görülmüştür. Örgütün bu kısır döngü içerisinde faaliyet göstermeye çalıştığı 1980-82 
yıları arasında ilgili ilgisiz 2000’den fazla kişi yakalanarak PKK örgüt mensubu iddiasıyla cezaevlerine konulmuş, bunlardan 447’si önemli cezalar ve 243 hakkında idam cezası verilmiştir. 

Bu tutuklamalar birçok kişi ve aileyi örgüte yaklaştırmış, aranır duruma düştüğünü sanan veya aranan birçok gençte Suriye ve Avrupa’ya kaçmaya başlamıştır. 
Bu tutuklamalarla bir anda her yerde korku tufanı oluşturulmuş, kişiler ve devlet arasında mesafeler konmuştur. Bu denli yanlış güvenlik uygulamaları na rağmen, gerçek sorumlular hakkında ise gerçek anlamda hiçbir şey yapılmamıştır. 

Türkiye’de yakalananlar gereği gibi yargılanmamış, idam cezası alan 243 kişinin infazı ise gerçekleşmemiş, fakat ortaya çıkan bu durum örgütün propagandalarına önemli mesnet oluşturmuştur. 

Aranan kişilerin Suriye’ye kaçmasıyla birlikte bu ülkede önemli oranda militan birikmiş ve Helwe alanında kamp kurulması zorunlu hale gelmiştir. 1980 sonrasında Türk Solu, etnik Kürtçü örgütler, Radikal Sağ ve çeşitli 
Cemaatlere üye onlarca kişi basit nedenlerle idam edilmiş olmakla birlikte, Asker ve Polis şehit eden PKK militanları ceza almalarına karşın infaz edilmemiş, bilakis bir süre cezaevinde kaldıktan sonra salıverilmişlerdir. 

12 Eylül 1980 sonrası dönemde PKK terör örgütüne yönelik 30 ayrı ilde yapılan operasyonlar neticesinde 132’si yöneticilik iddiası olmak üzere kayıtlara yansıyan 2385 örgüt militanı yakalanmıştır. Suriye’ye ve 
Almanya’ya kaçanlar ve yakalanamayanlarda düşünüldüğünde örgütün o zamanda bu rakamlara ulaşmış olması güç görünmektedir. 

 Diyarbakır cezaevi gibi yerlerde kalan birçok örgüt mensubunun aileleri bir süre sonra örgüte yakınlaşmış ve örgüte katılmıştır. 

 Askeri darbe sonrası 12 Eylül 1980 - 30 Ocak 1983 tarihleri arasında örgütlerin gerçekleştirdikleri eylemler ele alındığında, PKK terör örgütü 197 önemli eylem ile aniden birinci sıraya yükselmiştir. Bu denli tutuklamaya 
karşın bu kadar çok eylem yapılmış olması da yakalamalar üzerinden örgüte önemli darbe vurulmadığının bir göstergesidir. 

Kongre Sonrası Faaliyetler 

 PKK’nın II. kongresi 20-25 Ağustos 1982 tarihinde Suriye’nin Ürdün sınırında yer alan askeri bir kışla içerisinde gerçekleştirilmiştir. Kongrenin gerçekleştirildiği bina ise, Suriye devletince George Habbash’ın liderliğini 
yaptığı Filistin Halk Kurtuluş Cephesine verilmiş bir yerdir. Örgüt arşivlerine göre II. Kongreyle stratejik savunmadan stratejik dengeye geçiş yapıldığı ifade edilmiştir. 

II. Kongre sonucunda, “gerilla savaş” modeline göre bir teşkilat kurulmuş tur. Merkez Teşkilatı olarak; 

a) Merkez Komitesi 
b) Yürütme Kurulu (Polit Büro), 
c) Genel Sekreter (Merkez Komitesi ve Yürütme Kurulunun da Başkanı, Partinin çalışma ve yönetiminden sorumludur) unsurlarından oluşmuştur. 

Yurtdışı Teşkilatı olarak bakıldığında ise; 

a) Avrupa Bürosu, 

b) Dış ilişkiler ve ittifaklar Bürosu, 

c) Merkez Yazı Kurulu, 

d) Libya Temsilciliği, 

e) Kamplar Bürosu, 

f) Bulgaristan, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi daimi unsurları olarak belirlenmiştir. Kongrede Türkiye’ye yönelik faaliyetlerin arttırılması ve silahlı birliklerin bölgeye sevk edilmesi gerektiği kararlaştırılmıştır. 

Kongre sonucundaki değerlendirmeye göre; örgütün yurt dışındaki faaliyetleri neticesinde önemli kazanımlar sağlandığı ve belli bir kitle yakalandığı ifade edilmiş, kişisel bazı eksiklikler nedeniyle meydana gelen 
hataların sorgulamasının ise ayrıca yapılacağı belirtilmiştir. Bu kongrede yine başarısızlık ve becerisizlikle suçlanan bazı örgüt mensupları hapis ve ölüm cezalarına çarptırılmışlar dır 41

I. Konferansta Öcalan’a karşı çıkarak, seçimlerin demokratik olmadığını vurgulayan ve yönetimi meşru olmamakla suçlayan örgütün Avrupa sorumlusu Resul Altınok’un için düğmeye basılmış olduğundan, bu Kongrede Altınok’un ihanetçi durumuna düşürülmesi ve örgüt içerisinde muhalefetin susturulması şeklindeki konular ön plana çıkmıştır. Öcalan, Resul Altınok’un MİT ajanı olduğunu, kendisine ve PKK'ya karşı büyük bir komplo içinde bulunduğunu, bu durumun son anda fark edildiğini, bilmeden de olsa onun gibi düşünenler ile ona alet olanların da onunla aynı kefeye konması gerektiğini vurgulamıştır. 

Buradan hareketle 2 yıllık yurt dışı pratiğinde örgüt elemanlarının uyanık davranmadığını, kendisi olmazsa belki de komplonun başarıya ulaşmış olacağını ve şimdiye kadar MİT'in herkesi imha etmiş olabileceğini belirtmiş tir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***