Humeyni Devrimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Humeyni Devrimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2016 Perşembe

Çatışmadan Diplomatik Arayışlara ABD’nin Hürmüz Politikası





Çatışmadan Diplomatik Arayışlara ABD’nin Hürmüz Politikası

Yazar: Özdemir Akbal
Giriş

Birbirinden fiziki olarak çok uzakta olan iki ülke ABD ve İran, coğrafi konumlarıyla uygun olmayan derecede gerilimler yaşamaktadır. İki yakın müttefik halinden, iki rakip güç şekline dönüşen bu ilişkinin pek çok gerilim noktası mevcuttur. ABD'nin İran'a bakışı 1979 Humeyni Devrimi'nden sonra keskinleşmiştir. Washington, İran'ı Orta Doğu ve dünyanın değişik yerlerindeki uzantıları aracılığı ile ABD'nin menfaatlerini tehdit eden bir ülke olarak görmüştür.İran'ın nükleer programı ABD için İran tehdidini bir başka boyuta taşımıştır.

İran'ın nükleer güç haline gelmesi sürecine ABD-AB-İsrail bloğunun verdiği tepki ve Tahran'ın İran'a saldırılması veya İran'ın petrol sevkiyatının engellenmesi durumunda cevap olarak Hürmüz Boğazı'nı kapatacağını açıklaması, kaçınılmaz olarak Hürmüz Boğazı etrafında küresel sonuçlar doğuracak bir krizin oluşmasına neden olmuştur. Bu yazıda ABD'nin Hürmüz Boğazı'nda yaşanacak bir krize ve İran'a bakış açısı ele alınmaya çalışılacaktır.

Hürmüz Boğazı'nın Coğrafi ve Siyasi Konumu

Hürmüz Boğazı, Umman ve Basra Körfezlerinin bağlanmasını sağlayan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İran arasındaki geçittir.BAE'nin bir kısmı boğazın İran kıyısına doğru derin bir girinti yapmakta ve adeta boğazı doğal olarak kapatmaktadır.Hürmüz Boğazının genişliği 54 kilometredir.[1] Hürmüz Boğazı dünyanın önemli petrol geçitlerinden birinin kapısı olma özelliğini taşımaktadır. Farklı kaynaklarda değişik rakamlar verilmiş olmasına rağmen dünya petrol ihtiyacının ortalama %25'lik kısmının bu boğaz vasıtasıyla sağlandığı öne sürülmektedir[2].

İran dışında kalan ve Basra Körfezi'ne kıyısı olan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE, Umman'ın ABD ile stratejik ilişkileri mevcuttur. Bununla birlikte anılan ülkeler Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesidir. Bu Konsey adını en son Suriye'de öncesinde de Yemen'deki sorunların çözümüne müdahil olarak duyurmuş, Batı ile ilişkileri iyi düzeyde bulunan bir yapılanmadır. Özellikle Katar, Yemen eski devlet başkanı Salih tarafından, Yemen'deki olayların denetlenmesinde ABD taraftarlığı ve sözcülüğüyle suçlanmıştır.

Boğazın Stratejik Önemi

Anılan bölge dünya petrol yataklarının önemli bir kısmının bulunduğu sahanın girişi olarak da kabul edilebilir. Bu durum da İran'ın elinde stratejik önemi haiz bir coğrafyanın bulunduğu anlamına gelmektedir. Buna rağmen Basra Körfezi civarında bulunan İran dışındaki ülkelerin ABD ile yakın diplomatik ve askeri ilişkilerinin olması, İran'ın bu coğrafyada rakipsiz olmadığının bir göstergesidir. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı her ne kadar coğrafi olarak İran'ın kontrolünde olsa da, Tahran yönetiminin tek başına inisiyatif kullanabileceği bir alan olarak değerlendirilmemelidir. Ancak ABD'nin müttefiki olan bölge ülkelerinin, İran'ı Hürmüz Boğazı veya Basra Körfezi'nde dengeleme potansiyelleri yoktur. Bu durum ABD'yi Hürmüz Boğazındaki bir olası çatışmaya müdahil duruma getirmektedir.

ABD'nin Basra Körfezi'ndeki Etkisi

ABD, Basra Körfezi'nde bulunan ülkelerle iyi ilişkiler geliştirdiği gibi doğrudan kendi kuvvetlerini de anılan bölgeye konuşlandırmıştır. Katar'da ABD'nin Al Udeyd Hava Üssü bulunmaktadır ki bu üs Irak işgali sırasında da kullanılmıştır.[3] Bahreyn'de ABD'nin 5. Filosu konuşlanmış durumdadır. Ayrıca bu filoya bağlı uçaklar Afganistan'daki saldırılara katılmaktadır. ABD kuvvetleri BAE'de de El Zafra Üssünde konuşludur. Uzun süre İngilizlerle müttefik olmuş, ABD'nin güç kazanmasıyla da tercihini ABD müttefiki olmaktan yana kullanan Suudi Arabistan'ın Cidde, Hamis Muşayt, Dahran ve Taif şehirlerinde ABD eğitim üsleri mevcuttur. Basra Körfezi'nin Kuzeydoğusunda bulunan Kuveyt'te de ABD kuvvetleri Ahmed el Cebir Hava Üssü'ne yerleşmişlerdir.[4]

Askeri güç açısından konu ele alındığında Basra Körfeziülkeleri ve İsrail'de İran karşıtı büyük bir yapılanma olduğu görülebilir. Bununla beraber İran ile pek çok ortak noktası bulunan Çin başbakanı ve Irak petrol bakanlarının Hürmüz Boğaz'ının açık kalması isteğini dile getirmesi İran'ın muhtemel operasyonunu zorlaştıracağı şeklinde Batı basınında yorumlanmıştır.[5]Buna mukabil İran, Hürmüz Boğazını kapatma seçeneğine ancak kendisine saldırıldığı veya petrol sevkiyatı engellendiği zaman başvuracağını açıklamıştır. Dolayısıyla, iş Tahran açısından Hürmüz Boğazı'nın kapanması önlemlerinin alınması noktasına geldiğinde Pekin'in çok fazla itiraz etmesi veya itirazlarının etkili olması muhtemel değildir.ABD tarafında da güç kullanma ihtimali ilk seçenek olarak görülmemektedir.

ABD'nin Diplomatik Tavrı

ABD krizin başından beri askeri seçeneği kullanma ihtimali olduğu izlenimi verirken, İran ile savaş dışı alternatiflerle konunun aşılabileceğini ortaya koymuştur. Konuyla ilgili ABD Savunma Bakanı Leon Panetta'nın yaptığı açıklama da askeri seçeneği tercih etmedikleri ancak mecbur kaldıkları takdirde bu yola başvurabilecekleri yönündedir.[6] Bu noktada ABD'nin savaş ekonomisinden sıyrılma isteğinin ağır bastığı da iddia edilebilir. ABD Başkanı Obama'nın açıkladığı yeni strateji belgesi buna örnek teşkil etmektedir. Çünkü Amerika son strateji belgesiyle, kuvvetlerini küçülterek daha aktif hale getirme çabası içine girmekte; ordunun ekonomik olanaklarını daha etkin kullanmaya çalışmaktadır. Bu durumdan çıkarılabilecek sonuç; ABD'nin sorunu mümkün mertebede ekonomik, askeri ve siyasi baskılarla çözmek isteği şeklinde olabilir. Konu diplomatik girişimler nezdinde ele alındığında Türkiye açısından da önem arz etmektedir. Türkiye, ABD ile köklü ilişkileri ve İran'la geçmişi tarihe dayanan geleneksel barışçıl politikası dolayısıyla iki ülke arasında köprü vazifesi görebilir.

Söz konusu üç ülkenin ilişkilerinde Suriye'nin önemli bir nokta olduğu değerlendirilmektedir. Tahran yönetiminin Şam'a destek olma çabası bir çeşit zaman kazanma manevrası olarak değerlendirilebilir. ABD'nin dikkatinin Şam'a yönlendirilmesiyle, İran'ın Amerikan baskılarından kurtulma yönünde hareket ettiği ihtimali zayıf görünmektedir. Ancak, Tahran'ın Suriye'yi desteklemesinin ardında nükleer silah üretimi için zaman kazanma ihtiyacı olduğu iddia edilebilir. Suriye'nin gerginlik sürecinin uzaması ve muhtemel müdahaleler İran'ın nükleer programı üzerindeki dikkatleri dağıtabilir. Böylesi bir durum İran'ın nükleer silah geliştirmesine yardımcı olabilecektir. İran'ın nükleer silah geliştirmesini engellemek üzerek alınan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 1929 sayılı kararına Türkiye ve Brezilya ret oyu vermiştir.[7] Bu da kısıtlı da olsa İran'ın destek alabildiği şeklinde yorumlanabilir. Ancak Suriye olaylarında Türkiye'nin Şam'ın içişlerine karışma olarak değerlendirilen politikaları tavır açısından net bir tahlil yapılabilmesini engellemektedir. Alınan bu karardan sonra İran'ın Suriye'deki olaylara destek mahiyetinde açıklamalar yapması dikkat çekicidir. Bu denklem içinde İran'ın Suriye krizinden faydalanma ihtimali de dikkate alınmalıdır.

ABD'nin Muhtemel Tavrı

ABD'nin temel hedefi Orta Doğu'da kendi demokrasi anlayışını ve liberal ekonomi anlayışını yerleştirebilmektir. Bu hedeflerini gerçekleştirebilmesi için, petrol ve gaz sağlama güvenliğini almak, terörist örgüt tehditlerini ortadan kaldırabilmek*, nükleer silahların yayılmasını önlemek ve İsrail'in varlığını ve askeri avantajını korumak olduğu 2006 tarihli strateji belgesinde yer almıştır.[8] ABD'nin tehdit algılaması tahlil edildiğinde, bu sorunların büyük bir çoğunluğunun İran ile ilintili olduğu görülebilir. Tehditlerin başında sayılan petrol güvenliği için ABD önlem almaya hazır olduğunu belirtmiştir. Ancak ABD ve İran'ın farklı nedenlerle de olsa birbirlerine karşı güç kullanma seçeneğini en sona sakladıkları değerlendirilmektedir. ABD'nin önce Afganistan ardından Irak müdahaleleri hem ekonomisini hem de kamuoyu nezdinde hükümetlerini oldukça zora sokmuştur.Ayrıca İran'ın askeri kapasitesi ve silah gücü dolayısıyla da ABD'nin çekingen davranması kuvvetle muhtemeldir. ABD, İsrail'in de inisiyatif kullanarak tek başına hareket etme ihtimalini engellemek istemektedir. Bundan dolayıdır ki yapılması planlanan, ABD-İsrail ortak tatbikatı ertelenmiştir.[9] Bu gerekçelerden hareketle iki ülke arasında bir sıcak çatışma gerçekleşme ihtimalinin düşük olduğu değerlendirilmektedir.

Sonuç

İran'ın nükleer kapasitesi ve nükleer silah sahibi olma ihtimali ABD'yi rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlığın neticesi ABD, başta BMGK olmak üzere pek çok yerde İran aleyhinde kararlar alınmasına sebep olmaktadır. Zira İran, Amerikan görüşüyle, hem ABD'ye bağlı olmayan hem de nükleer güce sahip bir ülkedir. İran bu yapısıyla ABD'nin etki alanı dışında yer almaktadır. İran'ın anılan durumuna ek olarak petrol varlığının da eklenmesi Amerika açısından durumun vahametini bir kat daha artırmaktadır. Bu açıdan İran ABD'ye göre, Orta Doğu'daki etki altına alınması gereken bir devlet halindedir.[10] Tüm bu faktörler dikkate alındığında Hürmüz Boğazı'ndaki sorunun daha net anlaşılacağı düşünülmektedir.

İran'ın Hürmüz Boğazı nı petrol sevkiyatının engellenmesi durumunda kapatacağı açıklamaları geniş yankı uyandırmıştır. Ancak işin fiiliyata geçirilmesi ile ilgili olarak stratejik ve taktik güçlüklerin bulunduğu değerlendirilmektedir. Hürmüz Boğazının İran kuvvetleri tarafından geçici bir süre kapatılması söz konusu olabilir. Bu durumda İran'ın da ekonomik açıdan sıkıntılarının artma ihtimali mevcuttur. Öte yandan durum ABD'nin silahlı müdahalesi açısından da zorluklar içermektedir. Amerika'nın Irak ve Afganistan müdahalelerinden sonra böylesi bir operasyonu kaldıramayacağı öngörülmektedir. Gerek askeri gerek de ekonomik açıdan muhtemel İran harekâtı Amerika'yı büyük güçlüklere sevk edebilecektir. Her şeye rağmen ABD, İran'ın nükleer kapasitesi ile ilgili rahatsızlığını devam ettirmektedir. İran'da nükleer programının engellenmesi konusunda tavrını korumaktadır. Bundan çıkarılacak sonuç, petrol, nükleer program ve bölge hakimiyeti çerçevesinde ABD ile İran'ın diplomatik temelde uzun bir süre daha çekişme içinde bulunma ihtimalidir.


 











*ABD aynı bölgede faaliyet gösteren PKK adlı terör örgütüne aktif halde karşı çıkmazken, el Kaide terör örgütüne karşı saldırılarını had safhada sürdürmesi bu maddenin Washington'un çıkarlarıyla doğrudan ilişkili olduğunu düşündürmektedir. (y.n)



[10] Köni, Hasan; Amerika'nın Uluslararası Politikası, Ekim Yayınları, İstanbul, 2007, s: 87-90.