Özdemir Akbal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özdemir Akbal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2019 Pazartesi

2015 Seçimleri Süresince PKK nın Van'daki Faaliyetleri

 2015 Seçimleri Süresince PKK nın Van'daki Faaliyetleri 


Röportaj: 2015 Seçimleri Süresince PKK nın Van'daki Faaliyetleri 
21. Yüzyıl  Türkiye Enstitüsü                           
Bugün 16 Aralık 2015 Çarşamba  

Terörizm ve Terörizmle Mücadele
20 Temmuz 2015 Pazartesi

Röportaj: 2015 Seçimleri Süresince PKK'nın Van'daki Faaliyetleri
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından yazıldı.



MHP Van Milletvekili adayı Gültekin Çavuşoğlu ile 2015 Genel Seçimleri’nde Van genelinde seçim faaliyetleri çerçevesinde nasıl bir atmosferin yaşandığı, seçim 
çalışmalarının nasıl yürütüldüğü hususlarına ilişkin bir görüşme yapılmıştır. 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Seçim döneminde Van’da nasıl bir atmosfer vardı ve seçim çalışmaları nasıl yürütüldü? Van genelinde halkın seçimlere yönelik tutumu nasıldı?

Gültekin Çavuşoğlu: Ben Van’dan halkın, tabanın talepleri sonucunda aday oldum. Van/Erciş’te benim ailemin de kökenin çok geçmişe dayanmasından dolayı partilerüstü bir konumumuz bulunmaktadır. Bu nedenle bölgede her parti ve seçmeni bana ve aileme çok saygı duyarlar. Ancak bu seneki seçimlerde biz seçim çalışmalarına başladıktan sonra, PKK tarafından vatandaşlar üzerinde korkunç bir baskı oluşturulmaya başlandı.HDP, kendi tabanına yönelik ciddi bir çalışma yapmadı. HDP’ye oy vermeyeceğini düşündüğü seçmen gruplarına bu arada Van’da MHP’ye ve AKP’ye yönelen seçmene yönelik bir baskı, tehdit, şantaj politikası geliştirdi. Polis, PKK tarafından tehdit alanların kendilerine şikayetçi olmasını istedi. Ancak insanlar şikayetçi olmaktan dahi korktu.

Önce köyler bloke edildi. Köylerde baskı ve şiddetle kırsal kesim tamamen kontrol altına alındı. 

Kırsal kesim kontrol altına alındıktan sonra aynı ekip ve kadrolar bu sefer şehir merkezindeki KCK yapılanmasıyla birleşerek ev ev dolaşmaya başladı. 

Eve gittiğiniz zaman seçim arifesi olduğu için kimse kapısını açmamazlık yapamıyor. Yani bir çocuğun bayramda gelip kapıyı çalması ne kadar tabii bir olaysa herhangi bir partinin de istedikleri yere gitmesi gayet tabii. Ve bu ekipler bsütün evleri bilakis bir değil bir kaç kez ayrı ayrı ekiplerle sürekli baskı 
altına aldı.



Baskı yaparken de önce oy talep ediyor ama bunun yanında da el altından şunu söylüyor, diyor ki; “Siz bize oy vermiyorsunuz, buradan pis kokular hissetmeye 
başladık.” Bunu söylerken de “çocuğunuz şu okulda okuyor çok da zeki olduğunu duyduk” gibi ifadeler kullanıyorlar. 
Yani adım adım sizi takip ediyoruz,  çocuğunuz da bizim kontrolümüz altında.  Nitekim bana gönderilen mesajlardan birisini okuyayım; “Siz Van halkının ne kadar tehdit aldığının farkında mısınız Gültekin Bey, HDP’ye oy verenlerin dışında kim ben falanca partiye oy veriyorum diyebilir. Halk çocuklarıyla tehdit edildi.” Bana gelen yüzlerce mesajdan sadece bir tanesini paylaştım.

Tabi bu köyler bloke edildikten sonra aynı yapı bu sefer şehir merkezini baskı altına almaya başladı ve sistemli bir şekilde bizim çevremizdeki çok geniş, 
büyük bir destek besleyen -yani Erciş halkı beni öz evladı olarak bilir, orda çok ayrı bir konumum var, sokakta 10 kişiden sekizi tereddütsüz HDP’lisi bile 
saygı duyar ama oyunu vermez- böylesine bir yapı bu sefer çöküşe geçti. Anladım ki çevremdeki insanları bile yani ekibimde çalışan kadro bile sürekli tehdit alıyor. Bizzat belediye başkanı tarafından görüşme talebimiz can emniyeti nedeniyle geri çevrildi.

Aradan bir müddet geçtikten sonra çevrede yavaş yavaş bir çökme başladı. Etrafımız çözülmeye başladı. En yakındaki samimi insanlar bile tehdit almaya 
başladı. Seçimlerde her sandığın başında yaklaşık 30-40 kişilik gruplar sandıkları kuşatmaya aldılar, okulların etrafına PKK bayraklarıasıldı ve seçmenler ürkmeye başladı. PKK bu şekilde varlığını net bir şekilde gösterdi. Bu durum karşısında da vatandaş yavaş yavaş çözülmeye başladı.

Bildiğiniz gibi 6-7 Ekim olayları Van’da çok ciddi bir şekilde yaşandı. Bu olaylar esnasında yaklaşık 430 işyeri yakıldı ve yıkıldı. Bu işyerlerinin yaklaşık 260 tanesi Erciş’teydi. PKK tarafından 6-7 Ekim olaylarına yapılan atıf neticesinde vatandaşlarda, HDP’nin barajı aşamaması halinde aynı sonucun yaşanma 
endişesi hakim oldu. Çünkü bölgede devlet yok, örgüt dağda ve şehirde hakim ve halk örgüt tarafından yoğun bir baskı altında tutuluyor.

Çevremde yakın olduğum insanlar bile evladına birşey olmasından korktuğu için, barajın aşılması ve bölgede bir sıkıntı yaşanmaması adına HDP’ye oy verdiler. 
MHP olarak maalesef gerekli sandık kurulu üyelerini gösteremedik çünkü insanlarımız çekildi. Hatta ben KAMUSEN Genel Başkanı’yla bizzat görüştüm. Orada gerekli sandık kurulu üyeleri verilmediğini belirttim. Bana cevabı; “Gültekin Bey, tedirgin oluyorlar herhalde yabancı oldukları için görev almak 
istememişlerdir” şeklinde oldu.

Bu bölgede devlet şeklen var. PKK burada istediği şeyi yaptırma gücüne sahip. Haracını da alıyor, mahkemesini de kurmuştur. Bugün Van merkezde hiç tereddütsüz esnaflar da dahil olmak üzere haraç vermeyen hiçbir fert yoktur. Örgütün söylemi; “Kürdistan’da ticaret yapıyorsunuz, Kürdistan’a vergi vermek 
mecburiyetindesiniz” şeklinde. Vatandaşlar tarafından haraç toplamak amacıyla örgütün gönderdiği yazılar gösterildi bana. İstedikleri rakam bir milyon dolar 
civarında. Haraç ödemeyen vatandaşları önce Hakkari’ye sonra Kuzey Irak’a götürüyorlar. En son bir yazıyla bir vatandaşa ödeme yapması için 04 Nisan’a 
kadar zaman verilmişti, sonrasında ne oldu bilmiyorum. Bölgede mahkemeler kurdu örgüt. Devletin mahkemesine gitmek yasaklandı, gidenler azarlanıyor. Her mahallede komiteler oluşturulmuş, her köyde de ikişer kişilik komiteler oluşturulmuş durumda. Bütün kararları veren bu ekipler.


Seçim gecesi de saat 03.00’dan sonra sandıkların kontrolü örgüt yandaşlarının eline geçti. Kurul başkanı korkudan bir şey yapamadı, zaten sandık kurulu 
üyelerinin bir çoğuna kendileri hakim. Benim tahminim gece saat 03.00’dan sonra, örgüt mensuplarının oyları kendilerinin kullandığı. Çünkü bir önceki seçimlerde almış olduğu oy bandı 193-200 bin seviyesinde iken birden bire bu seçimlerde 370 bin seviyesine çıkması akla mantığa uygun birşey değil. Oyların yaklaşık %25-30 civarı tamamen gayri meşrudur. Ben bunu iddia ediyorum. Tipik bir örnek vermek istiyorum. İkinci sıra milletvekili adayımız Yavuz Selim Çamuşcu beni aradı; 

“Ağabey Van’daki oyların büyük çoğunluğu başka isimler adı altında kullanıldı” dedi. Yani gelmeyenlerin oyu saat 03.00’dan sonra örgüt mensupları tarafından 
kullanıldı.

Bir başka örnek; bir vatandaş eşine oy kullanmaya gidelim diyor, o da biraz işleri olduğunu söylüyor, bu nedenle eşi öğleden sonra oy kullanmaya gidiyor. 
Öğleden sonra eşi komşusuyla birlikte aynı sandıkta oy kullanmak için gittiğinde görüyor ki listede oy kullanmış gözüküyor,kayınvalidesi iki ay önce vefat etmiş 
ama ismi var o da kullanmış, komşununki de kullanılmış. Hiç sesini çıkartmadan eve geliyor sandıklar açıldıktan sonra eşi isyan ediyor, “bu nasıl olur, bu 
sandıktan hiç olmazsa bu kadar çıkması gerekirdi” diyor. Eşi o zaman diyor ki; “Ben oy kullanamadım, benim yerime de kullanmışlar, merhum annenin yerine de kullanmışlar, komşunun yerine de kullanmışlar.”

PKK/HDP baskı, tehdit ve terörize eylemlerini sadece bize karşı değil, AKP’ye karşı da uyguladı.Van AKP birinci sıra milletvekili adayı Burhan Kayatürk hem 
YSK’ya müracaat ediyor üç gün önce hem de Avrupa’dan gözlemci talebinde bulunmuş. Tabi ben bunu teyit edemedim.AKP üzerindeki baskılar da çok boyutlu idi. Van merkezde 26 büro kiraladılar. Ertesi gün 26 büronun kira kontratları iptal edildi. Sonunda AKP kirası normal olarak 3000 TL olan bir yere 36 gün için 90.000 TL vererek bir tek yer kiralayabildi.Yapılan baskılar sonucunda AKP’nin  700  sandık müşahidi müşahitlik görevinden ayrıldılar. 

Bunların yerine AKP sandık görevlisi atadı. Ancak her gün 15-20 AKP sandık görevlisi seçim gününe kadar görevindenistifa etti. Sonunda Ankara’dan 250 kişiyi sandık görevlisi olarak getirmek zorunda kaldılar. Seçim günü AKP müşahitlerini ve görevlilerini sandık başına taşıyacak minibus firması anlaşmayı iptal etti ve taşımadı. AKP’nin iki seçim otobüsü vardı. Her gün saldırıya uğradı ve camları kırıldı. Hatta AKP 1. Sıra adayı ve milletvekili Burhan Kayatürk, polis kayıtlarına geçtiği için biliyorum, bir PKK’lı tarafından “gerekirse sana Ankara’da da ulaşırız” diyerek tehdit edildi.

Yani sonuç itibarıyla anti demokratik bir seçim olmuştur. Baskı ve zulüm altında yapılan bir seçim olmuştur. Van’daki ve Güneydoğu Anadolu’daki siyasal gerçeği 
kesinlikle yansıtmıyor.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Bölgeden bir vatandaş olarak tüm bahsettiğiniz hususlar ışığında gelecek süreci nasıl değerlendiriyorsunuz ve önerileriniz 
nelerdir?

Gültekin Çavuşoğlu: Haziran 2015 genel seçimleri sonrası sandıktan çıkan oylar bağlamında Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerindeki siyasal yapı, doğru ve dikkatli analiz edilmeye muhtaçtır. Analizin doğru ve sağlıklı sonuç verebilmesi için PKK, KCK, mahalle örgütlenmeleri, devletin duruşu, bunların karşısında kamunun işlevi ve HDP dışındaki MHP, CHP ve diğer siyasi partilerin bu bölgedeki etkinliği ve yapılanması dikkatle incelenmelidir.

Dün ben PKK’lı değilim diyen insanlar bugün evlerine, iş yerlerine PKK ve Apo posteri asar duruma nasıl geldi? Açılımla yapılan bazı teşvikler ve tavizler 
neticesinde, vatandaş;“hükümet destek veriyor, bana ne oluyor” diyor. Vatandaş sahipsiz ve bir noktada güçlü olan tarafa yöneliyor. Acilen devlet orada varlığını hissettirmek mecburiyetindedir. Hissettiremediği için daha düne kadar açık ve aleni şekilde bölücü unsurlara karşı tavır koyan vatandaş bugün HDP’ye 
korkudan, içine sindiremese bile onun illegal yapılanması PKK’ya ve diğer unsurlarına karşı  sempati duyar noktaya gelmiştir. 

Diğer bir sorun tüm bu gelişmeler neticesinde, Van’da sermaye ve gayrimenkuller hızla el değiştirmeye başlamıştır. Vatandaşlar, belli kişiler hedef 
gösterilerek; “Sakın bunların mallarını almayın, nasıl olsa defolup gidecekler” şeklinde baskı altına alınıyor. Düne kadar örnek bin lira olan bir gayrimenkulün 
değeri talep olmadığı için yarı yarıya düşmüş, değer kaybetmiştir. Vatandaş çaresizlik içerisinde. Burada kastedilen kişileri Türkler diye değerlendirmemek 
lazım, Kürt olup da vatanına milletinin birlik ve bütünlüğüne karşı sevgi ve muhabbet besleyen insanlar da PKK’nın hedef grubu içerisinde yer almaktadır. 
Örneğin ben aşiret liderleri ile de görüşüyorum, diyorlar ki merkezde sana oy veririz ama köylerde veremeyiz çünkü tespit edilen kişiler dağa kaldırılıyor ve 
işkenceye maruz bırakılıyor.

Diğer bir sorun, meslek odalarının örgüt yandaşları tarafından ele geçirilmesidir. Bu yerler üzerinden PKK’ya destek sağlanmaktadır. Ayrıca örgütün talimatı ile yeni meslek odaları kuruldu ve sivil toplum örgütü adı altında bu oluşumlar üzerinden baskı unsuru oluşturmaya çalışıyorlar. Bunlar ulusal ve yerel toplantılar düzenleyerek siyaset yapmaya başladılar. Zaten belediyelerin odalarla yakın ilişki içerisinde oldukları malum.

Van’da vatandaş örsle çekiç arasında kalmış durumdadır. Yerelde belediyeler hakim ve belediyeler de örgüte büyük destek sağlıyorlar. PKK bölgede, devletten daha örgütlü çalışma alanı yarattı kendisi için. Aile işlerinden, haraç almaya, mahalle örgütlenmesinden belediye örgütlenmesine paralel bir devlet ağı kuruldu. 

Yani şu an maalesef örgüt tamamen hakim durumda.Van’da faaliyet gösteren örneğin, Türk Sanat Müziği dernekleri gibi halkın kültür değerlerine sahip 
çıkabilecek bütün yerler bakanlık, valilikler ve devlet tarafından ihmal edildi ve tamamen bölücü unsurlara saha terk edildi.

Bölgede örgüt tarafından fişlemeler yapılıyor. Yargı, emniyet, örgüte rağmen karar almakta çekinceli duruma düştü. Bölge, Kürtçü ve dinci kıskacı altındadır. 
Şu anda olay Marksist Kürtçü mü olalım, dinci Kürtçü mü olalım aşamasına gelmiştir. Bölge insanının bütün umutları kırılmış ve gelecek kaygısı başlamıştır. Bir çok yerli aile kenti terk etmek zorunda kalmıştır. Okullarda aleni bir şekilde bölücülük propagandası yapılmaktadır. Okullardaki hakimiyet, maalesef milli eğitimin düştüğü durumu göstermektedir. Okullar tamamen kontrol altına alınmış durumda. Bölge ve Van’da AKP ve HDP dışındaki partilerin yaptıkları sorumluluk almaktan öte semboliktir. Bu çok önemli yani orada sembolik bir yapılanmamız var.

Seçim öncesinde sokaklara kanlı musluk afişleri asıldı. Bu afişler halk üzerinde korku ve endişe yaratt

Ayrıca “HDP dışında başka partinin giremeyeceği” şeklinde pankartlar da asıldı.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da şu an devlet ve demokrasi yoktur. AKP’nin arkasında devlet gücü olmasına rağmen, seçimlere çeyrek kalaya kadar seçim bürosu bile açmamıştır ya da açamamıştır. Sadece iki ay içerisinde AKP Belediye Meclis Üyesi olup HDP’ye geçen belediye meclis üyesi sayısı 33’tür. 
Seçimde HDP’nin elde ettiği başarı, bölgenin Kürdistan olma referandumu olarak değerlendirilmiştir. 

Bu durumun önüne geçmenin tek yolu acilen devletin varlığını bölgede hissettirmesidir.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Devletin varlığını hissettirmesinden kastınız nedir?

Gültekin Çavuşoğlu: Devlet bölgede yargısıyla, kolluk güçleriyle bulunmalı. Ben vatandaş olarak illegal güçler tarafından sorgulanıyorsam, sandığa korku ve 
endişe içerisinde gidiyorsam, benim aracıma TOMA refakat ediyorsa, devletin vatandaşını bu noktaya getirmemesi gerekmektedir. Bölgeyle ilgili projeler 
üretilmeli ve tüm siyasi partiler bölgede etkinlik gösterebilmelidir. Vatandaş kendisini sahipsiz hissediyor, çünkü baskı altındalar, sindiriliyorlar ve ölümle 
tehdit ediliyorlar.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Çok Teşekkür ederiz.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/07/20/8241/roportaj-2015-secimleri-suresince-pkknin-vandaki-faaliyetleri


Uzman Hakkında
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
bilgi@21yyte.org

Uzmanın Diğer Yazıları

  Kasım Ayı Türk Dış Politikası Güncesi 
  Ahıska Türkleri'nin Sürgün Edilişinin 71. Yılı  
  Saygı ve Özlemle Anıyoruz 
  21. Yüzyıl Dergisi'nin 83. Sayısı Çıktı 
  21. Yüzyıl Dergisi'nin 82. Sayısı Çıktı 
  Gözde Kılıç Yaşın Sputnik News'e Konuştu 
  Kurban Bayramınız Kutlu Olsun.,

  Cahit Armağan Dilek, bugün saat 21.30'da Kanal B'de Bekleme Odası     Programı'nda 
  

TÜRK DIŞ POLİTİKASI FALEZ TOPLANTILARI-2015 


  Başımız Sağolsun... 
  Türk Dış Politikası Temmuz Gündemi-2015 
  Röportaj: 2015 Seçimleri Süresince PKK'nın Van'daki Faaliyetleri 
  Gözde Kılıç Yaşın TRT AVAZ'da  
  Türk Dış Politikası Gündemi-Haziran 2015 
  21. Yüzyıl E-Dergisi 79.Sayı/Temmuz Çıktı 
  21. Yüzyıl E-Dergisine Nasıl Abone Olurum? 
  TDP-Mayıs Gündemi 
  21. Yüzyıl Dergisi Haziran/78.Sayı 
  Prof.Dr. Ümit Özdağ bugün saat 11:25'te Samanyolu Haber'de 
  TDP Nisan Gündemi 
  Prof.Dr. Ümit Özdağ'ı Sosyal Ağlardan Takip Etmek İçin... 
  21. Yüzyıl Dergisi 76. Sayısı  
  Dr. Erhan Canikoğlu Sputnik News'e konuştu... 
  Gözde Kılıç Yaşın TRT Avaz'da 

 İkinci Van Raporu;  

  Özdemir Akbal, 30.03.2015 Saat 08:30'da TRT Radyo 1 Gündem Programı'nda 
  21.Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi'nin 10. Sayısı "Küresel Enerji Rekabeti" Çıktı 

 Arşiv Seti Kampanyası 

  Özdemir Akbal, 19.03.2015'te saat 08:20'de TRT Radyo 1 Gündem Programı'nda 
  Çanakkale Şehitleri Anısına... 
  Ümit Özdağ’dan Kozmik Oda Bombası: Kontrgerillanın 100 bin İsmi TBMM’ye Verildi 
  Prof.Dr. Ümit Özdağ cevapladı: Erdoğan’ın Kürt Sorunu Yoktur açıklaması ne anlama geliyor? 
  Gözde Kılıç Yaşin, Saat 12:15'te TRT AVAZ Dünya Gündemi Programı'nda 
  100 Bin Özel Harpçinin İsmi Meclis’te Mevcut 
  Prof.Dr.Ümit Özdağ'ın, Sputnik Türkiye'ye IŞİD'in Kimyasal Silahları İle İlgili Açıklamaları 
  Prof.Dr.Ümit Özdağ, bu akşam 22:00'de Ülke TV Ankara-İstanbul Programı'nda 
  (E) Tümgeneral Sayın Alaettin PARMAKSIZ’ı kaybettik... 
  75. Sayı: Ortadoğu'dan Türkistan'a IŞİD 
  TDP-Şubat Gündemi 
  Prof.Dr.Ümit Özdağ, bu akşam saat 21:00'de Mehtap TV Ana Fikir Programı'nda 


Copyright © 2015. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz 
tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

..

23 Aralık 2016 Cuma

ABD NİN YENİ SURİYE POLİTİKASI BÖLGESEL MÜTTEFİKLERİNİN ROLÜ



ABD NİN YENİ URİYE POLİTİKASI BÖLGESEL MÜTTEFİKLERİNİN ROLÜ,



ABD’nin Suriye Politikası ve Bölgesel Müttefiklerinin Rolü

Yazar: Özdemir Akbal






Giriş

ABD her ne kadar yeni ilgi alanı olarak Asya Pasifik bölgesini ilân etse de, Orta Doğu'da gerçekleşen olaylardan uzak kalamamaktadır. Suriye'de devam eden olaylar da ABD'nin bölgedeki çıkarları dolayısıyla ilgi alanına girmektedir. İran-Suriye ilişkileri dikkate alındığında, ABD'nin konunun dışında kalması beklenemez. 
Zira ABD başta nükleer programı olmak üzere İran'ı etkisizleştirme politikaları uygulamaya çalışırken, Rusya, Çin ve İran da Suriye'ye dolaylı ve doğrudan destekler sağlamaktadır. Amerika Suriye ile ilgili yaptırım ve isteklerini bölgede bulunan ülkeler vasıtasıyla dile getirme yolunu seçmiştir. Bu durum Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından da beyan edilmiştir. Dolayısıyla ABD-Suriye ilişkileri ele alınırken ABD ile hareket eden ülkelerin politikaları göz ardı edilerek sağlıklı bir tahlil yapılamayacağı değerlendirilmektedir. Bu yazıda, ABD'nin Suriye'ye yaklaşımı, Washington'un müttefiki olan ülkelerle Suriye politikaları merkezinde ele alınmaya çalışılacaktır.

Savaş Meydanına Dönen Suriye

Ortadoğu ülkelerinde geçekleşen ayaklanmalar neticesi Arap halklarının demokrasi talep ettiği söylemleri kabul görmüştür. Bununla birlikte Bahreyn'de meydana gelen olaylar demokrasi talebiyle çıkmasına rağmen, çok dikkat çekmemiştir. Öte yanda 2000 senesinden buyana ekonomik ve politik liberalleşme politikaları uygulayan Suriye'deki olaylar ise başladığı günden itibaren büyük yankı uyandırmıştır. Suriye özellikle son on yıldır, ekonomik liberalleşme politikalarına paralel olarak Türkiye ile yakın siyasi, askeri ve ticari ilişkilerin temelini atmış ve Tahran ile arasında mesafe koymuştur. Şam'ın bu politikaları, ABD'nin Irak'ı işgali sonrasında, Avrupa ve Amerika'ya Türkiye vasıtasıyla açılma çabası olarak da yorumlanabilir. Ancak Türkiye ile kurulan ve kardeşlik olarak nitelendirilen bu sıcak ilişki ortamı düşünüldüğünden kısa sürmüştür.

Ankara ile Şam arasında Schengen'e karşı ' Şamgen ' söyleminden, eden bulur (men dakka duka) şekline dönüşen ilişkilerin, bozulmasında Suriye'deki ayaklanmalar büyük rol oynamaktadır. 28 Ocak 2011'de bir Tunus vatandaşının kendini yakarak başlattığı olaylar ülkeden ülkeye sıçrayarak 2012'nin ilk aylarında da devam etmektedir. Toplumsal olayların birbirinden uzak ve habersiz kişiler tarafından aynı yöntemler benimsenerek başlatılmasının dikkat çekici olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye-Suriye ilişkileri bakımından da çok kısa süre içinde ekonomik ve güvenlik işbirliği seviyesinden, Suriye'ye yönelik çok sert söylemler ile ilişki kurulması da bir başka dikkat çekici husus olarak ortaya çıkmaktadır.

ABD'nin Suriye olaylarının başında süreci kendi inisiyatifiyle yürütmeye çalıştığı öne sürülebilir. Hatta Amerikan ve Fransız Büyükelçileri Hama'daki olayları bizzat yerinde izlemek ve muhaliflerle irtibat kurabilmek için bölgeye gitmişlerdir. Bu ziyaretin ardından bir Amerikalı Dışişleri yetkilisi asıl amacın muhaliflerin siyasi emellerini ve yollarını öğrenmek olduğunu açıklamıştır.[1] Ancak bu ziyaretin basına yansımasından ve yapılan açıklamadan sonra ABD'nin Şam Büyükelçiliği sesiz kalmış kısa bir süre öncede kapatılmıştır. 
Amerikan ABC televizyonuna verdiği mülakatta sarf ettiği "ABD'nin Suriye ile bağlarının ve ticaretinin çok az olduğunun, Suriyelilerin kulak vereceği bir ses olmadığımızın farkındayız. Dolayısıyla, Suriye'nin göz ardı edemeyeceği, giderek büyüyen ve şu anda Arap Birliği ve Türkiye'den oluşan bir koroyu konuşturmaktayız"[2]ifadesi ABD'nin Suriye politikalarını bu ülkeler vasıtasıyla yürütme arzusunda olduğunun bir işareti olabilir. ABD Dışişlerinin en yetkili ağzı Suriye ile ilgili çıkarlarını bölge ülkeleri üzerinden yürütmek istediklerini açıkça belirtmiştir. Bu noktada Türkiye'nin ve Arap ülkelerinin Suriye politikasının ABD'nin duruşu açısından önemli olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye'nin Değişen Suriye Politikası

1998'de Adana Protokolü ile iyileşme seyri izleyen Ankara ve Şam ilişkileri neredeyse bir ekonomik birlik haline dönüşmüş ancak Suriye'de ortaya çıkan olaylardan sonra gergin bir hal almıştır. Türkiye'nin çoğu zaman diplomatik üslup dışına çıkarak yaptığı uyarılara karşı Esad yönetimi çoğunlukla sessiz kalmayı tercih etmiştir. İki ülke yetkililerinin ortak bakanlar kurulu toplantıları yaparken ilişkilerin bu derece gergin hale gelmesi önemlidir. Zira çok kısa bir süre içinde bu denli samimi ilişkilerin olağanüstü gergin bir şekle dönüşmesi için ani ve çarpıcı gelişmelerin yaşanması gerekmektedir. 

Türk Hükümetinin tezi, iyi ilişkilerin kendi halkına zulmeden, demokratik taleplerini reddeden bir yönetimle kurulmayacağı ve gösterilen tepkinin normal olduğu iddiasını içermektedir. 

Bu durumu meşrulaştırmak için de diktatör, Baas Rejimi gibi söylemler kullanılmaktadır. Ancak Beşar Esad'ın iktidara geldiğinde ve Türkiye ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Antlaşmaları yapıldığında da anılan özelliklere sahip olduğu dikkat edilmesi gereken bir husus olarak görülmektedir. Hatta Şam yönetimi olaylar başladıktan sonra neredeyse yarım yüzyıl süren olağanüstü hal uygulamasını kaldırmıştır. Türkiye, ABD müttefiki olarak bölgede önemli bir role sahiptir, H. Clinton'ın söylemi dikkate alındığında, diğer bölge ülkelerinin de ABD ile olan ilişkilerinin bölge ve Suriye politikalarını anlayabilmek için incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

Bölge Politikalarına Yansıyan ABD-Kuveyt İlişkileri





Kuveyt ile ABD'nin diplomatik ilişkileri 1951'de başlamış olsa da 1961'de Kuveyt'in İngiltere'den bağımsızlığını ilan etmesiyle yakınlaşmıştır. 
Özellikle İran-Irak Savaşı sırasında başta Kuveyt bandıralı gemiler olmak üzere Basra Körfezinde seyreden gemilerin korunması için sürdürülen faaliyetler üzerinden iki ülke ilişkileri gelişmiştir. Kuveyt'in Irak tarafından işgaliyle ABD-Kuveyt ilişkilerinin seyrinin farklı bir boyuta taşındığı ileri sürülebilir. 
ABD askeri varlığının artarak hissedildiği bu dönemin ardından, 11 Eylül sonrası diğer Basra Körfezi ülkeleri gibi ABD varlığı Kuveyt'te de ağırlığını hissettirmektedir. Bu dönemden sonra Kuveyt, Amerikan ordusuyla yakın ilişkiler kurmuş, ortak tatbikatlara katılmıştır. Kuveyt'teki Amerikan askerleri hukuki olarak Kuveyt yasalarına değil Amerikan yasalarına bağlıdır.

Irak Savaşı döneminde Kuveyt, Amerikan işgal güçlerinin güvenli intikali için sınırlarını kapatmıştır. ABD-Kuveyt askeri ilişkisinin anlaşılması için, aynı şeyin istendiği Suudi Arabistan'ın bunu savaşın gerekliliği ile ilgili tereddütleri olmasından dolayı yapmadığını belirtmek gerekir.[3] Kuveyt'te Ali El Salim ve Ali El Cabir Hava Üsleri de ABD yardımıyla yenilenmiştir. Irak Savaşına 266 milyon dolar sağlayan Kuveyt, Bush yönetimi tarafından Bahreyn'den başka, NATO üyesi olmayan önemli müttefik sıfatıyla değerlendirilmiştir. Bush idaresinin bu davranışı ve durumun sürüyor olması ABD'nin bölge politikaları için Kuveyt'in öneminin bir işareti olarak görülebilir.[4] 
ABD ile bu denli yakın askeri ve siyasi işbirliğinin Mağrip ve Kuzey Afrika'da gerçekleşen ve sonunda Suriye'de dünya gündemini meşgul eden olaylarda birlikte olmadığını söylemek en azından tarafız bir değerlendirme olmayacaktır. 
Kuveyt'in Suriye'deki olaylara yaklaşımı ele alındığında KİK üyesi olarak diğer üyelerle birlikte diplomatik ilişkilerini durdurmuştur. Üstelik Kuveyt'in Suriye'ye muhtemel bir silahlı müdahaleyi ekonomik olarak destekleyeceği iddiaları da dillendirilmiştir.[5] Saddam Hüseyin'e Irak-İran Savaşı sırasında ekonomik destek vereceğini iddia eden ve sonradan sözünü yerine getirmeyen Kuveyt ve diğer KİK ülkelerinin ne derece güvenilir olduğu da ayrıca sorulması gereken bir konu olarak değerlendirilebilir. Suriye mahreçli bir haberde de Kuveyt Büyükelçiliğinden üstelik Büyükelçi olduğu iddia edilen bir şahsın ateş açtığı görüntüler yayılmıştır.[6] Bu noktada Kuveyt'in ABD'nin Arap ayaklanmaları politikalarına destek verdiği bunu gerçekleştirebilmek için de diplomatlarına silah kullandırmak da dâhil hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığını öne sürmek mümkündür.

ABD Politikaları ve Katar

ABD ile Katar'ın diplomatik ilişkileri, Amerikan Büyükelçiliğinin 1973 yılında Doha'da açılmasıyla başlamıştır. Ancak, ABD-Katar siyasi birlikteliğinin Körfez Savaşı sonrasında hız kazandığı söylenebilir.[7] 
ABD'nin bölgedeki çıkarlarının önem kazanmasıyla Katar-ABD arasında askeri, ekonomik ve sosyal ilişkiler tesis edilmiştir. Katar'da ABD destekli oluşturulan medya organlarının mevcudiyeti, Doha'yı diğer Basra Körfezi ülkelerinden ayırmaktadır. 
ABD ile Katar arasında Haziran 1992'de süresiz olarak imzalanan askeri işbirliği antlaşması geçerliliğini korumakta ve iki ülke askeri faaliyetlerine temel teşkil etmektedir. Katar dikkate değer bir hava gücüne sahip olmamasına rağmen Doha'da bulunan El Udeyd Hava Üssü'ne 1991 yılından 2011'e kadar 1 milyar Dolar yatırım yapmıştır. Ayrıca, ABD Hava Kuvvetleri'nin kullanımına sunulmak üzere, anılan üste 100 milyon dolarlık bir yatırımla yenileme ve geliştirme çalışmaları yapılmıştır.[8] Katar'ın 11.800 kişilik ordusu dikkate alındığında bu yapılanmanın ABD birlikleri için bir alt yapı olduğu iddiası mesnetsiz olmayacaktır. ABD'nin askeri varlığı dışında Katar'da medya ve iletişim alanında da faaliyetleri bulunmaktadır.

Katar'daki en önemli medya organının El Cezire Televizyonu olduğu söylenebilir. İngiltere'deki Sandhurst Askeri Akademisinden mezun olan Şeyh Hamid bin Halife El Sani'nin sağladığı 140 milyon dolarlık kaynakla 1996 kurulan El Cezire dikkat çekici haberlere imza atmaktadır.[9] 
Özellikle Arap ülkelerinde baş gösteren ayaklanmalara odaklanan kanal, Suriye ile ilgili haberlerde de ön plana çıkmıştır. Ancak zaman zaman spekülatif haberler yaptığı iddia edilmektedir. Bunun önemli örneklerinden biri de Hama'daki olaylarda başta ilan ettiği 350–400 muhalifin öldürüldüğü haberini, delillere dayanan tepkiler dolayısıyla geri çekmesidir. 
El Cezire kanalı İngilizce yayına 2006 yılında ABD'deki merkezinde başlamıştır. Kanalın söz konusu yayınları tüm dünya tarafında ilgi ile izlenmekte ve özellikle Orta Doğu ile ilgili olaylarda yönlendirici olabilmektedir. Ancak, Arap ülkelerinde bu değişim ve demokrasi isteği olduğu iddia edilen olaylara olan ilgisinin yanında kanal, Katar'daki fikir hürriyeti konusunda çok rahat davranmamaktadır. Özellikle Katar Emiri ve ailesi aleyhinde gerçekleşen olayların haber yapılması açıkça kısıtlanmasa da gazetecilerin bu konuda kötü davranış, meslekten men edilme gibi kaygılarla oto-sansür uyguladığı ifade edilmektedir.[10] Bununla birlikte Katar merkezli El Cezire'nin Bahreyn'de gerçekleşen olayları göreceli olarak dikkate almaması da tarafsızlığı açısından eleştirilmiştir.

Başta El Cezire Televizyonu olmak üzere, Katar'dan gerçekleşen yayınların taraflı olduğu çeşitli Orta Doğulu basın mensupları tarafından da kabul edilmektedir. Türk-Arap Medya forumunda konuşan Ali El Hamadi, özellikle Basra Körfezi Ülkelerinin uydu yayınlarına milyonlarca dolar harcadığını ifade etmiştir. Aynı forumda Muhammed El Abasy özellikle El Cezire ve El Arabiya'nın Bahreyn ve Suudi Arabistan'da gerçekleşen olayları doğru yansıtmadığını ifade etmiştir.[11] Bu örneğe anıldığı gibi El Cezire'nin Humus'ta gerçekleşen saldırıyı abartarak ve çarptırarak vermesi de eklenebilir. 
Bilindiği gibi El Cezire Humus'ta gerçekleşen olaylarda ölü sayısını 350–400 olarak vermiş daha sonra da geri adım atmıştır. Olayların Mevlit Kandili gecesine denk gelmesi ve haberin doğrulanmadan verilmesi dikkat çekicidir. İslam Âlemi için Mevlit Kandili'nin önemini bir kez daha ifade etmenin gereği görülmemektedir. Böylesine önemli bir gecede, bir devletin yapacağı katliam elbette ki şuur sahibi herkesin tepkisine sebep olacaktır. Ancak haberin doğru olmadığının ortaya çıkması da kutsal değerlerin böylesi hadiselere alet edilmeye çalışıldığı düşüncesini zihinlerde canlandırmaktadır. Bu davranışın sivil enformasyon savaşı olduğu ileri sürülebilir.[12] Katar'ın anılan kanala ev sahipliği yapması ve ABD ile iş birliği de Doha'nın bunun bir parçası olduğu görüşünü akıllara getirmektedir.

ABD'nin Başrol Oyuncusu Suudi Arabistan




Kral İbni Suud'un kurduğu ülkeyi 1931'de tanımasından sonra, Suudi hükümeti ABD petrol şirketi Standard Oil of California'ya 1933'te ülkenin güneyinde petrol arama yetkisi vermiştir. Adı geçen şirket de Suudi Arabistan'a 35 bin sterlin ödemiştir.[13] Böylece ABD-Suudi Arabistan, devam edecek olan petrol ile şekillenen ilişkilerini kurmuştur. ABD ile Suudi Arabistan ilişkilerinin bir de askeri boyutu vardır. Riyad, Obama yönetiminden 2011 mali yılında sadece sınır güvenliği ve askeri eğitim için 370 bin dolar talep etmiştir.[14] 
ABD, Suudi Arabistan'a savaş uçakları, helikopterler ile bunların mühimmat ve bakım onarım giderleri dâhil olmak üzere 15 yıllık dönemde 60 milyar dolar sarf edecektir.[15] ABD ile Suudi Arabistan'ın ekonomik yakınlaşmaları da dikkate alındığında bölge müttefikleri içinde ön sırada Riyad'ın yer aldığı iddia edilebilir.

ABD, Suriye'de demokrasi eksikliğini öne sürerek, Orta Doğu'daki müttefikleri aracılıyla Şam'a mesajlar göndermekte hatta kınamaktadır. Ancak bölgedeki askeri ve ticari faaliyet açısından en önemli müttefiki Suudi Arabistan'ın da Suriye'den farklı olmadığı değerlendirilmektedir. 
Suudi Arabistan'da 11 Mart 2011'deki gösteriler hükümeti endişeye sevk etmiştir. Komşu ülke Bahreyn'deki gösterilerin benzerlerinin gerçekleştiği Suudi Arabistan bazı önlemler almak zorunda kalsa da alınan önlemlerin Şam idaresinin aldıklarından çok farklı olmadığı değerlendirilmektedir. Olaylar Suudi Kralına birbirleriyle mücadele halinde olan siyasi yapılanmalar tarafından aynı konularda şikâyet dilekçeleri iletilmesiyle başlamıştır. Şii vatandaşların ve din adamlarının tutuklanması şiddeti artırmıştır. Krallığın ilk siyasi partisini kurma niyetinde olan kişilerin tutuklanması olayları daha da hızlandırmıştır.[16] Buna rağmen olaylar basın yayın organlarında çok fazla yer almayarak görmezden gelinmiştir.

Suudi Arabistan, KİK üyesi olması hasebiyle Suriye ile ilişkilerini azaltmış durumdadır. BM'de gerçekleşen, Rusya ve Çin'in vetosuyla sonuçlanan oturum ABD kadar Suudi Arabistan'ı da rahatsız etmiştir. Suudi Arabistan Kralı Abdulah, oylamadan sonra BM'lere olan güvenin sarsıldığını belirtmiştir.[17] 
Güvenlik Konseyi kararının ardından Medvedev ile Kral Abdullah arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde de Riyad yönetiminin Suriye ile diyalog kapılarını kapatmaya çalıştığı iddia edilebilir.[18] Bu durumda Suudi Arabistan'ın müttefiki ABD'den daha sert bir tutuma sahip olduğunu söylemek mümkündür. Zira ABD Suriye'ye insani yardım faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini bir seçenek olarak kabul ederken, muhaliflerin silahlandırılmasına karşı çıkmaktadır. Ancak Kral, eşlerinden biri Esad ailesi mensubu olmasına rağmen sert bir tavır takınmaktadır.

Arap Birliği Ekseninde Suriye Politikaları

Suriye sorunun BM nezdinde yapılan toplantıda Rusya ve Çin'in vetolarıyla ABD'nin istediği yönde şekillenmemesi bölgesel kuruluşların etkinlik çabalarına hız kazandırmıştır. 
Kısaca ABD ile ilişkileri üzerinden Suriye siyaseti açıklanmaya çalışılan Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ülkeler de Arap Birliği içinde hayli etkin konuma sahiptir. BM kararından sonra Mısır'ın başkenti Kahire'de toplanan Arap Birliği Dışişleri Bakanları Suriye ile diplomatik ilişkileri kesme kararı almıştır. Bununla birlikte Suriye'ye uygulanan ekonomik yaptırımların ağırlaştırılması da anılan toplantıda gündeme getirilmiştir. Sürekli dış destek ve müdahaleden bahseden Suriye muhalif yapılanmasının desteklenmesi de alınan bir başka karar olarak dikkat çekmektedir. 
Ancak BM ağırlığını reddedemediği anlaşılan Arap Birliği, BM ile ortak barış gücü projesinin de bir an önce hayata geçirilmesini talep etmiştir.[19]

Buna mukabil Suriye Arap Birliği planını dikkate almamaktadır. Suriye'nin bu davranışının ardında İran, Rusya ve Çin ile olan ilişkileri olduğu söylenebilir. Ancak güvenilen bu müttefiklerin de kırılgan bir yapıda oldukları dikkatlerden kaçmamalıdır. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un Arap Birliği planını incelediklerini ancak Suriye'ye yabancı askeri güçlerin girmesine karşı olduklarını beyan etmesi bu görüşü destekler nitelikte değerlendirilebilir.[20] 
Arap Birliği ülkelerinin de Suriye büyükelçilerini sınır dışı etme teklifine sıcak yaklaşmaları sert güç kullanımı noktasında çekince içinde oldukları şeklinde yorumlanabilir.

Suriye, Basra Körfezi ülkeleriyle de benzeri kırılma noktaları yaşamaktadır. Hem Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) hem de Arap Birliği üyesi olan Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan Suriye politikaları konusunda pek çok alanda görüş beyan etmektedir. Anılan ülkelerin petrol gelirleri dolayısıyla oldukça zengin olmaları ve Türkiye'de dâhil bölgede pek çok ülkenin ekonomisine katkıda bulunmaları, politika yapımı açısından da bu ülkelere bir avantaj kazandırmaktadır. Söz konusu ülkelerin ABD ile derin askeri ve ekonomik ilişki içinde bulundukları da önemle altının çizilmesi gereken bir konudur. Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere diğer Arap Birliği üyesi ülkeler Suriye ile ilgili gözlemci seviyesinde görev almıştır. Ancak gözlemcilerin sonuç raporlarının ABD ve Avrupa'nın istediği doğrultuda olmaması, anılan ülkeleri KİK çatısı altında yeni politikalar uygulamaya yönlendirmiş ve bu noktada Türkiye ile de bir işbirliği süreci başlamıştır. [21]

Suriye Politikalarında Türkiye-KİK Yakınlaşması

Türkiye'nin ortaya koyduğu iyimser politikalardan vazgeçip, Suriye'ye ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlaması bölge ülkeleri politikalarında bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin düzenlediği toplantılara ev sahipliği yapmakta hatta Özgür Suriye Ordusu'nun yöneticilerini barındırmaktadır.[22] 
Bu tutum Suriye yetkilileri tarafından zaman zaman kınanmıştır. Ancak, Özgür Suriye Ordusu gibi muhalif silahlı yapılanmaların ABD ve Avrupa tarafından görmezden gelinmesi konunun büyümesini engellemiştir. Bununla birlikte Arap Birliği'nin hazırlamış olduğu rapor da gündeme getirilmeyerek olayların tek taraflı yorumlanmasına zemin hazırlanmaktadır. Gözlemci heyetinin 144 kişiden oluşması ve çok farklı ülkelerden katılımcıların olması belli politikalar doğrultusunda görüşlerin beyan edilmesini zorlaştırdığı öne sürülebilir.[23]

Arap Birliği raporunun ABD'yi tatmin eden bir halde ortaya çıkmaması, ABD'nin bölge politikalarını Dışişleri Bakanı Clinton'ın ifade ettiği gibi kendi söylemlerini dile getiren odaklar tarafından ele alınmasına sebep olmuştur. 
Bu noktada KİK üyesi ülkelerin Arap Birliğine nazaran daha faal bir rol üstlendiği söylenebilir. Anılan dönemde dikkat çekici bir şekilde 28 Ocak 2012'de Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog toplantısı Türkiye'de düzenlenmiş toplantının ardından da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Birleşik Arap Emirliklerini ziyaret etmiştir. Söz konusu ziyaretin 15 yıl aradan sonra bu düzeyde gerçekleştirilen bir ziyaret olması önemlidir. Cumhurbaşkanı Gül, ziyaretten sonra KİK politikalarını desteklediklerini ve Suriye meselesinin BM gündemine gelmesini destekleyeceklerini belirtmiştir.[24] Gerek KİK ülkelerinin gerek de Türkiye'nin Suriye konusunda tavır birliği içinde olması, her iki tarafında ekonomik ilişkilerini geliştirme çabasında bulunması ve hem KİK hem de Türkiye'nin ABD ile ilişkileri uygulanan politikaların benzerliği noktasında çağrışımlar yaratmaktadır.

Sonuç

ABD 5 Ocak 2012'de açıklanan yeni strateji belgesinde, Orta Doğu'da devam eden olaylardan Arap Uyanışı olarak bahsederek kendi çıkarlarının bu bölgede devam ettiğini vurgulamıştır. Amerika çıkarları dolayısıyla kendisinin ve müttefiklerinin Orta Doğu'daki askeri varlığını sürdüreceğini anılan belgede belirtmiştir.[25] 
Suudi Arabistan ve Katar KİK ülkeleri arasında önemi haiz ülkelerdir. Zira Yemen'de gerçekleşen ve eski Devlet Başkanı Salih'in gitme sürecinin uzadığı olaylarda da önemli roller üstlenmişlerdir. Yemen'deki olaylarda da aynen Suriye'de olduğu gibi muhalif hareketler başlamış, buna mukabil hükümet yanlısı gösteriler de yapılmıştır. 

Ayrıca Salih'in görevden ayrılma süreci Tunus, Mısır gibi ülkelere nazaran çok uzamış bu ülke için de Suudi Arabistan ve Katar devreye girmiştir. Suriye meselesinde de Suudi Arabistan ve Katar'ın rol alma isteği dikkate şayandır. Arap Birliği de 12 Ocak 2012'de yaptığı toplantıda Suriye'ye müdahale meselesini yeniden ele almıştır.[26] Suriye meselesinde anılan ülkelere Türkiye de eklenmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suriye'nin PKK'ya destek vermesi halinde Suriye'ye girilebileceği mesajını vermiştir. Bu noktada Suriye'deki PKK destekçisi Partiya Yekiti Ya Demokratik (PYD) unsurlarının Türkiye'ye karşı durabileceği beyan edilmiştir.[27] Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahale seçeneğini kullanması böyle bir durumda gerçekleşebilir. Ancak, ABD politikaları doğrultusunda yararı olmayacağı değerlendirilen bu müdahalenin yapılma olasılığı düşük görülmektedir.

KİK üyesi ülkelerin ve Türkiye'nin ortak noktası ABD müttefiki olmalarıdır. Gerek ABD'nin yeni stratejisi gerek de Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın beyanatı, ABD çıkarlarının bölgede müttefikleri tarafından korunacağını ortaya koymaktadır. Suriyeli muhaliflerin Türk topraklarında toplanması ve hatta ikamet etmesi, Suudi Arabistan ve Katar'ın Suriye'ye demokrasi ile ilgili nasihatler vermesi ve bu söylemlerin ABD düşüncesine çok benzemesi ilginç bir tesadüftür. Aynı zamanda Suriye'de gerçekleşen olayların tek taraflı bir zulüm şeklinde El Cezire gibi televizyonlarla sunulması da bir psikolojik harp yürütüldüğü düşüncesini çağrıştırmaktadır. El Cezire 4 Ocak 2012'de Humus'ta gerçekleşen olaylarda yüzlerce insanın öldüğü iddia etmiş ardından da ölü sayısını 55 olarak sınırlamıştır.[28] 

Hem muhalifler hem de Esad rejimi karşılıklı olarak cana kastetmektedir. Dolayısıyla en az Şam idaresi kadar muhaliflerin de sorumlu olduğu değerlendirilebilir. Bu noktada Suriye'li muhaliflerin sık sık dış müdahale seçeneğini dile getirmesi bile kendi halklarının çıkarlarını ne derecede düşündüklerini gösterir bir emaredir. ABD'nin Suriye'ye doğrudan bir silahlı müdahalede bulunacağı sonuç olarak değerlendirilmemektedir. Ancak, bölgedeki müttefikleriyle, yaptırımlar uygulayarak Suriye'de bir rejim ve iktidar değişikliğini arzuladığı, İran'ı da bu politikayla bir müttefikinden etmek istediği iddia edilebilir.

KAYNAKLAR;

[1]http://dunya.milliyet.com.tr/elciler-hama-ya-siper- oldu/dunya/dunyadetay/09.07.2011/1412078/default.htm erişim: 10.02.2012.

[2] http://abcnews.go.com/blogs/politics/2011/11/clinton-no-longer-a-believer-that-assad-is-a-reformer-says-he-cant-sustain-the-armed-opposition-in-syria/ erişim: 10.02.2011.

[3]http://fpc.state.gov/documents/organization/50259.pdf s:2.

[4] a.g.e s:2

[5]http://abna.ir/data.asp?lang=10&Id=282764 erişim: 24.02.2012.

[6]http://www.youtube.com/watch?v=xGXo14IrW-M erişim:24.02.2012.

[7] Blanchard, M. Christopher; Qatar: Background and U.S. Relations, Congressional Research Service, Washington, 2011, s:8.

[8] a.g.m, s:9.

[9] a.g.m, s:16.

[10]U.S. State Department, 2010 Country Report on Human Rights Practices in Qatar, April 8, 2011. Available at

http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/2010/nea/154471.htm.

[11] 30 Kasım-1 Aralık 2011 Tarihli Türk-Arap Medya Forumu.

[12] Özdağ, Ümit; İstihbarat Teorisi, Kripto Yayınları, 2011, s:214-215.

[13]http://en.wikipedia.org/wiki/Saudi_Arabia%E2%80%93United_States_relations erişim: 23.02.2011.

[14] Blanchard, M. Christopher, Saudi Arabia: Background and U.S. Reltaions, Congressional Research Service, Washington, 2011, s:6.

[15] a.g.m, s:9

[16] a.g.m. s:1

[17] http://www.sondakika.com/kral-abdullah/ erişim: 24.02.2012.

[18] http://www.sondakika.com/kral-abdullah/ erişim:24.02.2012.

[19]http://www.ensonhaber.com/arap-birligi-suriye-ile-diplomatik-iliskileri-kesti-2012-02-12.html erişim: 23.02.2012.

[20]http://www.voanews.com/turkish/news/Suriye-Arap-Birliine-meydan-Okuyor-139220954.html erişim: 23.02.2012.

[21] Kalemdaroğlu, Sibel; Suriye'de Yalan Bombardımanı. http://www.21yyte.org/tr/yazi6484-Suriyede_Yalan_Bombardimani.html erişim:23.02.2011.

[22] http://www.haberler.com/ozgur-suriye-ordusu-lideri-albay-riad-al-asaad-3125885-haberi/ erişim: 13.02.2012.

[23] http://www.innercitypress.com/LASomSyria.pdf s:10-16. erişim: 13.02.2012.

[24]http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/81953/bolgesel-meselelerin-diplomasiyle-cozumunu-arzu-ediyoruz.html erişim: 13.02.2012.

[25] Sustaining U.S. Global Leadership: Priorities for 21st. Centruy Defense s:2.

[26] http://www.nytimes.com/2012/02/13/world/middleeast/arab-league-requests-un-peacekeepers-for-syria.html?_r=1&ref=todayspaper erişim: 13.02.2012.

[27] http://www.hurriyetdailynews.com/syria-regime-using-pkk-dissident-says.aspx?pageID=238&nID=12320&NewsCatID=338 erişim: 17.02.2012.

[28] http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/02/201223231333768854.html erişim: 10.02.2012.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/amerika-arastirmalari-merkezi/2012/02/23/6502/abdnin-suriye-politikasi-ve-bolgesel-muttefiklerinin-rolu


****

20 Ekim 2016 Perşembe

Çatışmadan Diplomatik Arayışlara ABD’nin Hürmüz Politikası





Çatışmadan Diplomatik Arayışlara ABD’nin Hürmüz Politikası

Yazar: Özdemir Akbal
Giriş

Birbirinden fiziki olarak çok uzakta olan iki ülke ABD ve İran, coğrafi konumlarıyla uygun olmayan derecede gerilimler yaşamaktadır. İki yakın müttefik halinden, iki rakip güç şekline dönüşen bu ilişkinin pek çok gerilim noktası mevcuttur. ABD'nin İran'a bakışı 1979 Humeyni Devrimi'nden sonra keskinleşmiştir. Washington, İran'ı Orta Doğu ve dünyanın değişik yerlerindeki uzantıları aracılığı ile ABD'nin menfaatlerini tehdit eden bir ülke olarak görmüştür.İran'ın nükleer programı ABD için İran tehdidini bir başka boyuta taşımıştır.

İran'ın nükleer güç haline gelmesi sürecine ABD-AB-İsrail bloğunun verdiği tepki ve Tahran'ın İran'a saldırılması veya İran'ın petrol sevkiyatının engellenmesi durumunda cevap olarak Hürmüz Boğazı'nı kapatacağını açıklaması, kaçınılmaz olarak Hürmüz Boğazı etrafında küresel sonuçlar doğuracak bir krizin oluşmasına neden olmuştur. Bu yazıda ABD'nin Hürmüz Boğazı'nda yaşanacak bir krize ve İran'a bakış açısı ele alınmaya çalışılacaktır.

Hürmüz Boğazı'nın Coğrafi ve Siyasi Konumu

Hürmüz Boğazı, Umman ve Basra Körfezlerinin bağlanmasını sağlayan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İran arasındaki geçittir.BAE'nin bir kısmı boğazın İran kıyısına doğru derin bir girinti yapmakta ve adeta boğazı doğal olarak kapatmaktadır.Hürmüz Boğazının genişliği 54 kilometredir.[1] Hürmüz Boğazı dünyanın önemli petrol geçitlerinden birinin kapısı olma özelliğini taşımaktadır. Farklı kaynaklarda değişik rakamlar verilmiş olmasına rağmen dünya petrol ihtiyacının ortalama %25'lik kısmının bu boğaz vasıtasıyla sağlandığı öne sürülmektedir[2].

İran dışında kalan ve Basra Körfezi'ne kıyısı olan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE, Umman'ın ABD ile stratejik ilişkileri mevcuttur. Bununla birlikte anılan ülkeler Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesidir. Bu Konsey adını en son Suriye'de öncesinde de Yemen'deki sorunların çözümüne müdahil olarak duyurmuş, Batı ile ilişkileri iyi düzeyde bulunan bir yapılanmadır. Özellikle Katar, Yemen eski devlet başkanı Salih tarafından, Yemen'deki olayların denetlenmesinde ABD taraftarlığı ve sözcülüğüyle suçlanmıştır.

Boğazın Stratejik Önemi

Anılan bölge dünya petrol yataklarının önemli bir kısmının bulunduğu sahanın girişi olarak da kabul edilebilir. Bu durum da İran'ın elinde stratejik önemi haiz bir coğrafyanın bulunduğu anlamına gelmektedir. Buna rağmen Basra Körfezi civarında bulunan İran dışındaki ülkelerin ABD ile yakın diplomatik ve askeri ilişkilerinin olması, İran'ın bu coğrafyada rakipsiz olmadığının bir göstergesidir. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı her ne kadar coğrafi olarak İran'ın kontrolünde olsa da, Tahran yönetiminin tek başına inisiyatif kullanabileceği bir alan olarak değerlendirilmemelidir. Ancak ABD'nin müttefiki olan bölge ülkelerinin, İran'ı Hürmüz Boğazı veya Basra Körfezi'nde dengeleme potansiyelleri yoktur. Bu durum ABD'yi Hürmüz Boğazındaki bir olası çatışmaya müdahil duruma getirmektedir.

ABD'nin Basra Körfezi'ndeki Etkisi

ABD, Basra Körfezi'nde bulunan ülkelerle iyi ilişkiler geliştirdiği gibi doğrudan kendi kuvvetlerini de anılan bölgeye konuşlandırmıştır. Katar'da ABD'nin Al Udeyd Hava Üssü bulunmaktadır ki bu üs Irak işgali sırasında da kullanılmıştır.[3] Bahreyn'de ABD'nin 5. Filosu konuşlanmış durumdadır. Ayrıca bu filoya bağlı uçaklar Afganistan'daki saldırılara katılmaktadır. ABD kuvvetleri BAE'de de El Zafra Üssünde konuşludur. Uzun süre İngilizlerle müttefik olmuş, ABD'nin güç kazanmasıyla da tercihini ABD müttefiki olmaktan yana kullanan Suudi Arabistan'ın Cidde, Hamis Muşayt, Dahran ve Taif şehirlerinde ABD eğitim üsleri mevcuttur. Basra Körfezi'nin Kuzeydoğusunda bulunan Kuveyt'te de ABD kuvvetleri Ahmed el Cebir Hava Üssü'ne yerleşmişlerdir.[4]

Askeri güç açısından konu ele alındığında Basra Körfeziülkeleri ve İsrail'de İran karşıtı büyük bir yapılanma olduğu görülebilir. Bununla beraber İran ile pek çok ortak noktası bulunan Çin başbakanı ve Irak petrol bakanlarının Hürmüz Boğaz'ının açık kalması isteğini dile getirmesi İran'ın muhtemel operasyonunu zorlaştıracağı şeklinde Batı basınında yorumlanmıştır.[5]Buna mukabil İran, Hürmüz Boğazını kapatma seçeneğine ancak kendisine saldırıldığı veya petrol sevkiyatı engellendiği zaman başvuracağını açıklamıştır. Dolayısıyla, iş Tahran açısından Hürmüz Boğazı'nın kapanması önlemlerinin alınması noktasına geldiğinde Pekin'in çok fazla itiraz etmesi veya itirazlarının etkili olması muhtemel değildir.ABD tarafında da güç kullanma ihtimali ilk seçenek olarak görülmemektedir.

ABD'nin Diplomatik Tavrı

ABD krizin başından beri askeri seçeneği kullanma ihtimali olduğu izlenimi verirken, İran ile savaş dışı alternatiflerle konunun aşılabileceğini ortaya koymuştur. Konuyla ilgili ABD Savunma Bakanı Leon Panetta'nın yaptığı açıklama da askeri seçeneği tercih etmedikleri ancak mecbur kaldıkları takdirde bu yola başvurabilecekleri yönündedir.[6] Bu noktada ABD'nin savaş ekonomisinden sıyrılma isteğinin ağır bastığı da iddia edilebilir. ABD Başkanı Obama'nın açıkladığı yeni strateji belgesi buna örnek teşkil etmektedir. Çünkü Amerika son strateji belgesiyle, kuvvetlerini küçülterek daha aktif hale getirme çabası içine girmekte; ordunun ekonomik olanaklarını daha etkin kullanmaya çalışmaktadır. Bu durumdan çıkarılabilecek sonuç; ABD'nin sorunu mümkün mertebede ekonomik, askeri ve siyasi baskılarla çözmek isteği şeklinde olabilir. Konu diplomatik girişimler nezdinde ele alındığında Türkiye açısından da önem arz etmektedir. Türkiye, ABD ile köklü ilişkileri ve İran'la geçmişi tarihe dayanan geleneksel barışçıl politikası dolayısıyla iki ülke arasında köprü vazifesi görebilir.

Söz konusu üç ülkenin ilişkilerinde Suriye'nin önemli bir nokta olduğu değerlendirilmektedir. Tahran yönetiminin Şam'a destek olma çabası bir çeşit zaman kazanma manevrası olarak değerlendirilebilir. ABD'nin dikkatinin Şam'a yönlendirilmesiyle, İran'ın Amerikan baskılarından kurtulma yönünde hareket ettiği ihtimali zayıf görünmektedir. Ancak, Tahran'ın Suriye'yi desteklemesinin ardında nükleer silah üretimi için zaman kazanma ihtiyacı olduğu iddia edilebilir. Suriye'nin gerginlik sürecinin uzaması ve muhtemel müdahaleler İran'ın nükleer programı üzerindeki dikkatleri dağıtabilir. Böylesi bir durum İran'ın nükleer silah geliştirmesine yardımcı olabilecektir. İran'ın nükleer silah geliştirmesini engellemek üzerek alınan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 1929 sayılı kararına Türkiye ve Brezilya ret oyu vermiştir.[7] Bu da kısıtlı da olsa İran'ın destek alabildiği şeklinde yorumlanabilir. Ancak Suriye olaylarında Türkiye'nin Şam'ın içişlerine karışma olarak değerlendirilen politikaları tavır açısından net bir tahlil yapılabilmesini engellemektedir. Alınan bu karardan sonra İran'ın Suriye'deki olaylara destek mahiyetinde açıklamalar yapması dikkat çekicidir. Bu denklem içinde İran'ın Suriye krizinden faydalanma ihtimali de dikkate alınmalıdır.

ABD'nin Muhtemel Tavrı

ABD'nin temel hedefi Orta Doğu'da kendi demokrasi anlayışını ve liberal ekonomi anlayışını yerleştirebilmektir. Bu hedeflerini gerçekleştirebilmesi için, petrol ve gaz sağlama güvenliğini almak, terörist örgüt tehditlerini ortadan kaldırabilmek*, nükleer silahların yayılmasını önlemek ve İsrail'in varlığını ve askeri avantajını korumak olduğu 2006 tarihli strateji belgesinde yer almıştır.[8] ABD'nin tehdit algılaması tahlil edildiğinde, bu sorunların büyük bir çoğunluğunun İran ile ilintili olduğu görülebilir. Tehditlerin başında sayılan petrol güvenliği için ABD önlem almaya hazır olduğunu belirtmiştir. Ancak ABD ve İran'ın farklı nedenlerle de olsa birbirlerine karşı güç kullanma seçeneğini en sona sakladıkları değerlendirilmektedir. ABD'nin önce Afganistan ardından Irak müdahaleleri hem ekonomisini hem de kamuoyu nezdinde hükümetlerini oldukça zora sokmuştur.Ayrıca İran'ın askeri kapasitesi ve silah gücü dolayısıyla da ABD'nin çekingen davranması kuvvetle muhtemeldir. ABD, İsrail'in de inisiyatif kullanarak tek başına hareket etme ihtimalini engellemek istemektedir. Bundan dolayıdır ki yapılması planlanan, ABD-İsrail ortak tatbikatı ertelenmiştir.[9] Bu gerekçelerden hareketle iki ülke arasında bir sıcak çatışma gerçekleşme ihtimalinin düşük olduğu değerlendirilmektedir.

Sonuç

İran'ın nükleer kapasitesi ve nükleer silah sahibi olma ihtimali ABD'yi rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlığın neticesi ABD, başta BMGK olmak üzere pek çok yerde İran aleyhinde kararlar alınmasına sebep olmaktadır. Zira İran, Amerikan görüşüyle, hem ABD'ye bağlı olmayan hem de nükleer güce sahip bir ülkedir. İran bu yapısıyla ABD'nin etki alanı dışında yer almaktadır. İran'ın anılan durumuna ek olarak petrol varlığının da eklenmesi Amerika açısından durumun vahametini bir kat daha artırmaktadır. Bu açıdan İran ABD'ye göre, Orta Doğu'daki etki altına alınması gereken bir devlet halindedir.[10] Tüm bu faktörler dikkate alındığında Hürmüz Boğazı'ndaki sorunun daha net anlaşılacağı düşünülmektedir.

İran'ın Hürmüz Boğazı nı petrol sevkiyatının engellenmesi durumunda kapatacağı açıklamaları geniş yankı uyandırmıştır. Ancak işin fiiliyata geçirilmesi ile ilgili olarak stratejik ve taktik güçlüklerin bulunduğu değerlendirilmektedir. Hürmüz Boğazının İran kuvvetleri tarafından geçici bir süre kapatılması söz konusu olabilir. Bu durumda İran'ın da ekonomik açıdan sıkıntılarının artma ihtimali mevcuttur. Öte yandan durum ABD'nin silahlı müdahalesi açısından da zorluklar içermektedir. Amerika'nın Irak ve Afganistan müdahalelerinden sonra böylesi bir operasyonu kaldıramayacağı öngörülmektedir. Gerek askeri gerek de ekonomik açıdan muhtemel İran harekâtı Amerika'yı büyük güçlüklere sevk edebilecektir. Her şeye rağmen ABD, İran'ın nükleer kapasitesi ile ilgili rahatsızlığını devam ettirmektedir. İran'da nükleer programının engellenmesi konusunda tavrını korumaktadır. Bundan çıkarılacak sonuç, petrol, nükleer program ve bölge hakimiyeti çerçevesinde ABD ile İran'ın diplomatik temelde uzun bir süre daha çekişme içinde bulunma ihtimalidir.


 











*ABD aynı bölgede faaliyet gösteren PKK adlı terör örgütüne aktif halde karşı çıkmazken, el Kaide terör örgütüne karşı saldırılarını had safhada sürdürmesi bu maddenin Washington'un çıkarlarıyla doğrudan ilişkili olduğunu düşündürmektedir. (y.n)



[10] Köni, Hasan; Amerika'nın Uluslararası Politikası, Ekim Yayınları, İstanbul, 2007, s: 87-90.