YENİ SURİYE POLİTİKASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YENİ SURİYE POLİTİKASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2016 Cuma

ABD NİN YENİ SURİYE POLİTİKASI BÖLGESEL MÜTTEFİKLERİNİN ROLÜ



ABD NİN YENİ URİYE POLİTİKASI BÖLGESEL MÜTTEFİKLERİNİN ROLÜ,



ABD’nin Suriye Politikası ve Bölgesel Müttefiklerinin Rolü

Yazar: Özdemir Akbal






Giriş

ABD her ne kadar yeni ilgi alanı olarak Asya Pasifik bölgesini ilân etse de, Orta Doğu'da gerçekleşen olaylardan uzak kalamamaktadır. Suriye'de devam eden olaylar da ABD'nin bölgedeki çıkarları dolayısıyla ilgi alanına girmektedir. İran-Suriye ilişkileri dikkate alındığında, ABD'nin konunun dışında kalması beklenemez. 
Zira ABD başta nükleer programı olmak üzere İran'ı etkisizleştirme politikaları uygulamaya çalışırken, Rusya, Çin ve İran da Suriye'ye dolaylı ve doğrudan destekler sağlamaktadır. Amerika Suriye ile ilgili yaptırım ve isteklerini bölgede bulunan ülkeler vasıtasıyla dile getirme yolunu seçmiştir. Bu durum Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından da beyan edilmiştir. Dolayısıyla ABD-Suriye ilişkileri ele alınırken ABD ile hareket eden ülkelerin politikaları göz ardı edilerek sağlıklı bir tahlil yapılamayacağı değerlendirilmektedir. Bu yazıda, ABD'nin Suriye'ye yaklaşımı, Washington'un müttefiki olan ülkelerle Suriye politikaları merkezinde ele alınmaya çalışılacaktır.

Savaş Meydanına Dönen Suriye

Ortadoğu ülkelerinde geçekleşen ayaklanmalar neticesi Arap halklarının demokrasi talep ettiği söylemleri kabul görmüştür. Bununla birlikte Bahreyn'de meydana gelen olaylar demokrasi talebiyle çıkmasına rağmen, çok dikkat çekmemiştir. Öte yanda 2000 senesinden buyana ekonomik ve politik liberalleşme politikaları uygulayan Suriye'deki olaylar ise başladığı günden itibaren büyük yankı uyandırmıştır. Suriye özellikle son on yıldır, ekonomik liberalleşme politikalarına paralel olarak Türkiye ile yakın siyasi, askeri ve ticari ilişkilerin temelini atmış ve Tahran ile arasında mesafe koymuştur. Şam'ın bu politikaları, ABD'nin Irak'ı işgali sonrasında, Avrupa ve Amerika'ya Türkiye vasıtasıyla açılma çabası olarak da yorumlanabilir. Ancak Türkiye ile kurulan ve kardeşlik olarak nitelendirilen bu sıcak ilişki ortamı düşünüldüğünden kısa sürmüştür.

Ankara ile Şam arasında Schengen'e karşı ' Şamgen ' söyleminden, eden bulur (men dakka duka) şekline dönüşen ilişkilerin, bozulmasında Suriye'deki ayaklanmalar büyük rol oynamaktadır. 28 Ocak 2011'de bir Tunus vatandaşının kendini yakarak başlattığı olaylar ülkeden ülkeye sıçrayarak 2012'nin ilk aylarında da devam etmektedir. Toplumsal olayların birbirinden uzak ve habersiz kişiler tarafından aynı yöntemler benimsenerek başlatılmasının dikkat çekici olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye-Suriye ilişkileri bakımından da çok kısa süre içinde ekonomik ve güvenlik işbirliği seviyesinden, Suriye'ye yönelik çok sert söylemler ile ilişki kurulması da bir başka dikkat çekici husus olarak ortaya çıkmaktadır.

ABD'nin Suriye olaylarının başında süreci kendi inisiyatifiyle yürütmeye çalıştığı öne sürülebilir. Hatta Amerikan ve Fransız Büyükelçileri Hama'daki olayları bizzat yerinde izlemek ve muhaliflerle irtibat kurabilmek için bölgeye gitmişlerdir. Bu ziyaretin ardından bir Amerikalı Dışişleri yetkilisi asıl amacın muhaliflerin siyasi emellerini ve yollarını öğrenmek olduğunu açıklamıştır.[1] Ancak bu ziyaretin basına yansımasından ve yapılan açıklamadan sonra ABD'nin Şam Büyükelçiliği sesiz kalmış kısa bir süre öncede kapatılmıştır. 
Amerikan ABC televizyonuna verdiği mülakatta sarf ettiği "ABD'nin Suriye ile bağlarının ve ticaretinin çok az olduğunun, Suriyelilerin kulak vereceği bir ses olmadığımızın farkındayız. Dolayısıyla, Suriye'nin göz ardı edemeyeceği, giderek büyüyen ve şu anda Arap Birliği ve Türkiye'den oluşan bir koroyu konuşturmaktayız"[2]ifadesi ABD'nin Suriye politikalarını bu ülkeler vasıtasıyla yürütme arzusunda olduğunun bir işareti olabilir. ABD Dışişlerinin en yetkili ağzı Suriye ile ilgili çıkarlarını bölge ülkeleri üzerinden yürütmek istediklerini açıkça belirtmiştir. Bu noktada Türkiye'nin ve Arap ülkelerinin Suriye politikasının ABD'nin duruşu açısından önemli olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye'nin Değişen Suriye Politikası

1998'de Adana Protokolü ile iyileşme seyri izleyen Ankara ve Şam ilişkileri neredeyse bir ekonomik birlik haline dönüşmüş ancak Suriye'de ortaya çıkan olaylardan sonra gergin bir hal almıştır. Türkiye'nin çoğu zaman diplomatik üslup dışına çıkarak yaptığı uyarılara karşı Esad yönetimi çoğunlukla sessiz kalmayı tercih etmiştir. İki ülke yetkililerinin ortak bakanlar kurulu toplantıları yaparken ilişkilerin bu derece gergin hale gelmesi önemlidir. Zira çok kısa bir süre içinde bu denli samimi ilişkilerin olağanüstü gergin bir şekle dönüşmesi için ani ve çarpıcı gelişmelerin yaşanması gerekmektedir. 

Türk Hükümetinin tezi, iyi ilişkilerin kendi halkına zulmeden, demokratik taleplerini reddeden bir yönetimle kurulmayacağı ve gösterilen tepkinin normal olduğu iddiasını içermektedir. 

Bu durumu meşrulaştırmak için de diktatör, Baas Rejimi gibi söylemler kullanılmaktadır. Ancak Beşar Esad'ın iktidara geldiğinde ve Türkiye ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Antlaşmaları yapıldığında da anılan özelliklere sahip olduğu dikkat edilmesi gereken bir husus olarak görülmektedir. Hatta Şam yönetimi olaylar başladıktan sonra neredeyse yarım yüzyıl süren olağanüstü hal uygulamasını kaldırmıştır. Türkiye, ABD müttefiki olarak bölgede önemli bir role sahiptir, H. Clinton'ın söylemi dikkate alındığında, diğer bölge ülkelerinin de ABD ile olan ilişkilerinin bölge ve Suriye politikalarını anlayabilmek için incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

Bölge Politikalarına Yansıyan ABD-Kuveyt İlişkileri





Kuveyt ile ABD'nin diplomatik ilişkileri 1951'de başlamış olsa da 1961'de Kuveyt'in İngiltere'den bağımsızlığını ilan etmesiyle yakınlaşmıştır. 
Özellikle İran-Irak Savaşı sırasında başta Kuveyt bandıralı gemiler olmak üzere Basra Körfezinde seyreden gemilerin korunması için sürdürülen faaliyetler üzerinden iki ülke ilişkileri gelişmiştir. Kuveyt'in Irak tarafından işgaliyle ABD-Kuveyt ilişkilerinin seyrinin farklı bir boyuta taşındığı ileri sürülebilir. 
ABD askeri varlığının artarak hissedildiği bu dönemin ardından, 11 Eylül sonrası diğer Basra Körfezi ülkeleri gibi ABD varlığı Kuveyt'te de ağırlığını hissettirmektedir. Bu dönemden sonra Kuveyt, Amerikan ordusuyla yakın ilişkiler kurmuş, ortak tatbikatlara katılmıştır. Kuveyt'teki Amerikan askerleri hukuki olarak Kuveyt yasalarına değil Amerikan yasalarına bağlıdır.

Irak Savaşı döneminde Kuveyt, Amerikan işgal güçlerinin güvenli intikali için sınırlarını kapatmıştır. ABD-Kuveyt askeri ilişkisinin anlaşılması için, aynı şeyin istendiği Suudi Arabistan'ın bunu savaşın gerekliliği ile ilgili tereddütleri olmasından dolayı yapmadığını belirtmek gerekir.[3] Kuveyt'te Ali El Salim ve Ali El Cabir Hava Üsleri de ABD yardımıyla yenilenmiştir. Irak Savaşına 266 milyon dolar sağlayan Kuveyt, Bush yönetimi tarafından Bahreyn'den başka, NATO üyesi olmayan önemli müttefik sıfatıyla değerlendirilmiştir. Bush idaresinin bu davranışı ve durumun sürüyor olması ABD'nin bölge politikaları için Kuveyt'in öneminin bir işareti olarak görülebilir.[4] 
ABD ile bu denli yakın askeri ve siyasi işbirliğinin Mağrip ve Kuzey Afrika'da gerçekleşen ve sonunda Suriye'de dünya gündemini meşgul eden olaylarda birlikte olmadığını söylemek en azından tarafız bir değerlendirme olmayacaktır. 
Kuveyt'in Suriye'deki olaylara yaklaşımı ele alındığında KİK üyesi olarak diğer üyelerle birlikte diplomatik ilişkilerini durdurmuştur. Üstelik Kuveyt'in Suriye'ye muhtemel bir silahlı müdahaleyi ekonomik olarak destekleyeceği iddiaları da dillendirilmiştir.[5] Saddam Hüseyin'e Irak-İran Savaşı sırasında ekonomik destek vereceğini iddia eden ve sonradan sözünü yerine getirmeyen Kuveyt ve diğer KİK ülkelerinin ne derece güvenilir olduğu da ayrıca sorulması gereken bir konu olarak değerlendirilebilir. Suriye mahreçli bir haberde de Kuveyt Büyükelçiliğinden üstelik Büyükelçi olduğu iddia edilen bir şahsın ateş açtığı görüntüler yayılmıştır.[6] Bu noktada Kuveyt'in ABD'nin Arap ayaklanmaları politikalarına destek verdiği bunu gerçekleştirebilmek için de diplomatlarına silah kullandırmak da dâhil hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığını öne sürmek mümkündür.

ABD Politikaları ve Katar

ABD ile Katar'ın diplomatik ilişkileri, Amerikan Büyükelçiliğinin 1973 yılında Doha'da açılmasıyla başlamıştır. Ancak, ABD-Katar siyasi birlikteliğinin Körfez Savaşı sonrasında hız kazandığı söylenebilir.[7] 
ABD'nin bölgedeki çıkarlarının önem kazanmasıyla Katar-ABD arasında askeri, ekonomik ve sosyal ilişkiler tesis edilmiştir. Katar'da ABD destekli oluşturulan medya organlarının mevcudiyeti, Doha'yı diğer Basra Körfezi ülkelerinden ayırmaktadır. 
ABD ile Katar arasında Haziran 1992'de süresiz olarak imzalanan askeri işbirliği antlaşması geçerliliğini korumakta ve iki ülke askeri faaliyetlerine temel teşkil etmektedir. Katar dikkate değer bir hava gücüne sahip olmamasına rağmen Doha'da bulunan El Udeyd Hava Üssü'ne 1991 yılından 2011'e kadar 1 milyar Dolar yatırım yapmıştır. Ayrıca, ABD Hava Kuvvetleri'nin kullanımına sunulmak üzere, anılan üste 100 milyon dolarlık bir yatırımla yenileme ve geliştirme çalışmaları yapılmıştır.[8] Katar'ın 11.800 kişilik ordusu dikkate alındığında bu yapılanmanın ABD birlikleri için bir alt yapı olduğu iddiası mesnetsiz olmayacaktır. ABD'nin askeri varlığı dışında Katar'da medya ve iletişim alanında da faaliyetleri bulunmaktadır.

Katar'daki en önemli medya organının El Cezire Televizyonu olduğu söylenebilir. İngiltere'deki Sandhurst Askeri Akademisinden mezun olan Şeyh Hamid bin Halife El Sani'nin sağladığı 140 milyon dolarlık kaynakla 1996 kurulan El Cezire dikkat çekici haberlere imza atmaktadır.[9] 
Özellikle Arap ülkelerinde baş gösteren ayaklanmalara odaklanan kanal, Suriye ile ilgili haberlerde de ön plana çıkmıştır. Ancak zaman zaman spekülatif haberler yaptığı iddia edilmektedir. Bunun önemli örneklerinden biri de Hama'daki olaylarda başta ilan ettiği 350–400 muhalifin öldürüldüğü haberini, delillere dayanan tepkiler dolayısıyla geri çekmesidir. 
El Cezire kanalı İngilizce yayına 2006 yılında ABD'deki merkezinde başlamıştır. Kanalın söz konusu yayınları tüm dünya tarafında ilgi ile izlenmekte ve özellikle Orta Doğu ile ilgili olaylarda yönlendirici olabilmektedir. Ancak, Arap ülkelerinde bu değişim ve demokrasi isteği olduğu iddia edilen olaylara olan ilgisinin yanında kanal, Katar'daki fikir hürriyeti konusunda çok rahat davranmamaktadır. Özellikle Katar Emiri ve ailesi aleyhinde gerçekleşen olayların haber yapılması açıkça kısıtlanmasa da gazetecilerin bu konuda kötü davranış, meslekten men edilme gibi kaygılarla oto-sansür uyguladığı ifade edilmektedir.[10] Bununla birlikte Katar merkezli El Cezire'nin Bahreyn'de gerçekleşen olayları göreceli olarak dikkate almaması da tarafsızlığı açısından eleştirilmiştir.

Başta El Cezire Televizyonu olmak üzere, Katar'dan gerçekleşen yayınların taraflı olduğu çeşitli Orta Doğulu basın mensupları tarafından da kabul edilmektedir. Türk-Arap Medya forumunda konuşan Ali El Hamadi, özellikle Basra Körfezi Ülkelerinin uydu yayınlarına milyonlarca dolar harcadığını ifade etmiştir. Aynı forumda Muhammed El Abasy özellikle El Cezire ve El Arabiya'nın Bahreyn ve Suudi Arabistan'da gerçekleşen olayları doğru yansıtmadığını ifade etmiştir.[11] Bu örneğe anıldığı gibi El Cezire'nin Humus'ta gerçekleşen saldırıyı abartarak ve çarptırarak vermesi de eklenebilir. 
Bilindiği gibi El Cezire Humus'ta gerçekleşen olaylarda ölü sayısını 350–400 olarak vermiş daha sonra da geri adım atmıştır. Olayların Mevlit Kandili gecesine denk gelmesi ve haberin doğrulanmadan verilmesi dikkat çekicidir. İslam Âlemi için Mevlit Kandili'nin önemini bir kez daha ifade etmenin gereği görülmemektedir. Böylesine önemli bir gecede, bir devletin yapacağı katliam elbette ki şuur sahibi herkesin tepkisine sebep olacaktır. Ancak haberin doğru olmadığının ortaya çıkması da kutsal değerlerin böylesi hadiselere alet edilmeye çalışıldığı düşüncesini zihinlerde canlandırmaktadır. Bu davranışın sivil enformasyon savaşı olduğu ileri sürülebilir.[12] Katar'ın anılan kanala ev sahipliği yapması ve ABD ile iş birliği de Doha'nın bunun bir parçası olduğu görüşünü akıllara getirmektedir.

ABD'nin Başrol Oyuncusu Suudi Arabistan




Kral İbni Suud'un kurduğu ülkeyi 1931'de tanımasından sonra, Suudi hükümeti ABD petrol şirketi Standard Oil of California'ya 1933'te ülkenin güneyinde petrol arama yetkisi vermiştir. Adı geçen şirket de Suudi Arabistan'a 35 bin sterlin ödemiştir.[13] Böylece ABD-Suudi Arabistan, devam edecek olan petrol ile şekillenen ilişkilerini kurmuştur. ABD ile Suudi Arabistan ilişkilerinin bir de askeri boyutu vardır. Riyad, Obama yönetiminden 2011 mali yılında sadece sınır güvenliği ve askeri eğitim için 370 bin dolar talep etmiştir.[14] 
ABD, Suudi Arabistan'a savaş uçakları, helikopterler ile bunların mühimmat ve bakım onarım giderleri dâhil olmak üzere 15 yıllık dönemde 60 milyar dolar sarf edecektir.[15] ABD ile Suudi Arabistan'ın ekonomik yakınlaşmaları da dikkate alındığında bölge müttefikleri içinde ön sırada Riyad'ın yer aldığı iddia edilebilir.

ABD, Suriye'de demokrasi eksikliğini öne sürerek, Orta Doğu'daki müttefikleri aracılıyla Şam'a mesajlar göndermekte hatta kınamaktadır. Ancak bölgedeki askeri ve ticari faaliyet açısından en önemli müttefiki Suudi Arabistan'ın da Suriye'den farklı olmadığı değerlendirilmektedir. 
Suudi Arabistan'da 11 Mart 2011'deki gösteriler hükümeti endişeye sevk etmiştir. Komşu ülke Bahreyn'deki gösterilerin benzerlerinin gerçekleştiği Suudi Arabistan bazı önlemler almak zorunda kalsa da alınan önlemlerin Şam idaresinin aldıklarından çok farklı olmadığı değerlendirilmektedir. Olaylar Suudi Kralına birbirleriyle mücadele halinde olan siyasi yapılanmalar tarafından aynı konularda şikâyet dilekçeleri iletilmesiyle başlamıştır. Şii vatandaşların ve din adamlarının tutuklanması şiddeti artırmıştır. Krallığın ilk siyasi partisini kurma niyetinde olan kişilerin tutuklanması olayları daha da hızlandırmıştır.[16] Buna rağmen olaylar basın yayın organlarında çok fazla yer almayarak görmezden gelinmiştir.

Suudi Arabistan, KİK üyesi olması hasebiyle Suriye ile ilişkilerini azaltmış durumdadır. BM'de gerçekleşen, Rusya ve Çin'in vetosuyla sonuçlanan oturum ABD kadar Suudi Arabistan'ı da rahatsız etmiştir. Suudi Arabistan Kralı Abdulah, oylamadan sonra BM'lere olan güvenin sarsıldığını belirtmiştir.[17] 
Güvenlik Konseyi kararının ardından Medvedev ile Kral Abdullah arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde de Riyad yönetiminin Suriye ile diyalog kapılarını kapatmaya çalıştığı iddia edilebilir.[18] Bu durumda Suudi Arabistan'ın müttefiki ABD'den daha sert bir tutuma sahip olduğunu söylemek mümkündür. Zira ABD Suriye'ye insani yardım faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini bir seçenek olarak kabul ederken, muhaliflerin silahlandırılmasına karşı çıkmaktadır. Ancak Kral, eşlerinden biri Esad ailesi mensubu olmasına rağmen sert bir tavır takınmaktadır.

Arap Birliği Ekseninde Suriye Politikaları

Suriye sorunun BM nezdinde yapılan toplantıda Rusya ve Çin'in vetolarıyla ABD'nin istediği yönde şekillenmemesi bölgesel kuruluşların etkinlik çabalarına hız kazandırmıştır. 
Kısaca ABD ile ilişkileri üzerinden Suriye siyaseti açıklanmaya çalışılan Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ülkeler de Arap Birliği içinde hayli etkin konuma sahiptir. BM kararından sonra Mısır'ın başkenti Kahire'de toplanan Arap Birliği Dışişleri Bakanları Suriye ile diplomatik ilişkileri kesme kararı almıştır. Bununla birlikte Suriye'ye uygulanan ekonomik yaptırımların ağırlaştırılması da anılan toplantıda gündeme getirilmiştir. Sürekli dış destek ve müdahaleden bahseden Suriye muhalif yapılanmasının desteklenmesi de alınan bir başka karar olarak dikkat çekmektedir. 
Ancak BM ağırlığını reddedemediği anlaşılan Arap Birliği, BM ile ortak barış gücü projesinin de bir an önce hayata geçirilmesini talep etmiştir.[19]

Buna mukabil Suriye Arap Birliği planını dikkate almamaktadır. Suriye'nin bu davranışının ardında İran, Rusya ve Çin ile olan ilişkileri olduğu söylenebilir. Ancak güvenilen bu müttefiklerin de kırılgan bir yapıda oldukları dikkatlerden kaçmamalıdır. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un Arap Birliği planını incelediklerini ancak Suriye'ye yabancı askeri güçlerin girmesine karşı olduklarını beyan etmesi bu görüşü destekler nitelikte değerlendirilebilir.[20] 
Arap Birliği ülkelerinin de Suriye büyükelçilerini sınır dışı etme teklifine sıcak yaklaşmaları sert güç kullanımı noktasında çekince içinde oldukları şeklinde yorumlanabilir.

Suriye, Basra Körfezi ülkeleriyle de benzeri kırılma noktaları yaşamaktadır. Hem Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) hem de Arap Birliği üyesi olan Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan Suriye politikaları konusunda pek çok alanda görüş beyan etmektedir. Anılan ülkelerin petrol gelirleri dolayısıyla oldukça zengin olmaları ve Türkiye'de dâhil bölgede pek çok ülkenin ekonomisine katkıda bulunmaları, politika yapımı açısından da bu ülkelere bir avantaj kazandırmaktadır. Söz konusu ülkelerin ABD ile derin askeri ve ekonomik ilişki içinde bulundukları da önemle altının çizilmesi gereken bir konudur. Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere diğer Arap Birliği üyesi ülkeler Suriye ile ilgili gözlemci seviyesinde görev almıştır. Ancak gözlemcilerin sonuç raporlarının ABD ve Avrupa'nın istediği doğrultuda olmaması, anılan ülkeleri KİK çatısı altında yeni politikalar uygulamaya yönlendirmiş ve bu noktada Türkiye ile de bir işbirliği süreci başlamıştır. [21]

Suriye Politikalarında Türkiye-KİK Yakınlaşması

Türkiye'nin ortaya koyduğu iyimser politikalardan vazgeçip, Suriye'ye ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlaması bölge ülkeleri politikalarında bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin düzenlediği toplantılara ev sahipliği yapmakta hatta Özgür Suriye Ordusu'nun yöneticilerini barındırmaktadır.[22] 
Bu tutum Suriye yetkilileri tarafından zaman zaman kınanmıştır. Ancak, Özgür Suriye Ordusu gibi muhalif silahlı yapılanmaların ABD ve Avrupa tarafından görmezden gelinmesi konunun büyümesini engellemiştir. Bununla birlikte Arap Birliği'nin hazırlamış olduğu rapor da gündeme getirilmeyerek olayların tek taraflı yorumlanmasına zemin hazırlanmaktadır. Gözlemci heyetinin 144 kişiden oluşması ve çok farklı ülkelerden katılımcıların olması belli politikalar doğrultusunda görüşlerin beyan edilmesini zorlaştırdığı öne sürülebilir.[23]

Arap Birliği raporunun ABD'yi tatmin eden bir halde ortaya çıkmaması, ABD'nin bölge politikalarını Dışişleri Bakanı Clinton'ın ifade ettiği gibi kendi söylemlerini dile getiren odaklar tarafından ele alınmasına sebep olmuştur. 
Bu noktada KİK üyesi ülkelerin Arap Birliğine nazaran daha faal bir rol üstlendiği söylenebilir. Anılan dönemde dikkat çekici bir şekilde 28 Ocak 2012'de Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog toplantısı Türkiye'de düzenlenmiş toplantının ardından da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Birleşik Arap Emirliklerini ziyaret etmiştir. Söz konusu ziyaretin 15 yıl aradan sonra bu düzeyde gerçekleştirilen bir ziyaret olması önemlidir. Cumhurbaşkanı Gül, ziyaretten sonra KİK politikalarını desteklediklerini ve Suriye meselesinin BM gündemine gelmesini destekleyeceklerini belirtmiştir.[24] Gerek KİK ülkelerinin gerek de Türkiye'nin Suriye konusunda tavır birliği içinde olması, her iki tarafında ekonomik ilişkilerini geliştirme çabasında bulunması ve hem KİK hem de Türkiye'nin ABD ile ilişkileri uygulanan politikaların benzerliği noktasında çağrışımlar yaratmaktadır.

Sonuç

ABD 5 Ocak 2012'de açıklanan yeni strateji belgesinde, Orta Doğu'da devam eden olaylardan Arap Uyanışı olarak bahsederek kendi çıkarlarının bu bölgede devam ettiğini vurgulamıştır. Amerika çıkarları dolayısıyla kendisinin ve müttefiklerinin Orta Doğu'daki askeri varlığını sürdüreceğini anılan belgede belirtmiştir.[25] 
Suudi Arabistan ve Katar KİK ülkeleri arasında önemi haiz ülkelerdir. Zira Yemen'de gerçekleşen ve eski Devlet Başkanı Salih'in gitme sürecinin uzadığı olaylarda da önemli roller üstlenmişlerdir. Yemen'deki olaylarda da aynen Suriye'de olduğu gibi muhalif hareketler başlamış, buna mukabil hükümet yanlısı gösteriler de yapılmıştır. 

Ayrıca Salih'in görevden ayrılma süreci Tunus, Mısır gibi ülkelere nazaran çok uzamış bu ülke için de Suudi Arabistan ve Katar devreye girmiştir. Suriye meselesinde de Suudi Arabistan ve Katar'ın rol alma isteği dikkate şayandır. Arap Birliği de 12 Ocak 2012'de yaptığı toplantıda Suriye'ye müdahale meselesini yeniden ele almıştır.[26] Suriye meselesinde anılan ülkelere Türkiye de eklenmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suriye'nin PKK'ya destek vermesi halinde Suriye'ye girilebileceği mesajını vermiştir. Bu noktada Suriye'deki PKK destekçisi Partiya Yekiti Ya Demokratik (PYD) unsurlarının Türkiye'ye karşı durabileceği beyan edilmiştir.[27] Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahale seçeneğini kullanması böyle bir durumda gerçekleşebilir. Ancak, ABD politikaları doğrultusunda yararı olmayacağı değerlendirilen bu müdahalenin yapılma olasılığı düşük görülmektedir.

KİK üyesi ülkelerin ve Türkiye'nin ortak noktası ABD müttefiki olmalarıdır. Gerek ABD'nin yeni stratejisi gerek de Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın beyanatı, ABD çıkarlarının bölgede müttefikleri tarafından korunacağını ortaya koymaktadır. Suriyeli muhaliflerin Türk topraklarında toplanması ve hatta ikamet etmesi, Suudi Arabistan ve Katar'ın Suriye'ye demokrasi ile ilgili nasihatler vermesi ve bu söylemlerin ABD düşüncesine çok benzemesi ilginç bir tesadüftür. Aynı zamanda Suriye'de gerçekleşen olayların tek taraflı bir zulüm şeklinde El Cezire gibi televizyonlarla sunulması da bir psikolojik harp yürütüldüğü düşüncesini çağrıştırmaktadır. El Cezire 4 Ocak 2012'de Humus'ta gerçekleşen olaylarda yüzlerce insanın öldüğü iddia etmiş ardından da ölü sayısını 55 olarak sınırlamıştır.[28] 

Hem muhalifler hem de Esad rejimi karşılıklı olarak cana kastetmektedir. Dolayısıyla en az Şam idaresi kadar muhaliflerin de sorumlu olduğu değerlendirilebilir. Bu noktada Suriye'li muhaliflerin sık sık dış müdahale seçeneğini dile getirmesi bile kendi halklarının çıkarlarını ne derecede düşündüklerini gösterir bir emaredir. ABD'nin Suriye'ye doğrudan bir silahlı müdahalede bulunacağı sonuç olarak değerlendirilmemektedir. Ancak, bölgedeki müttefikleriyle, yaptırımlar uygulayarak Suriye'de bir rejim ve iktidar değişikliğini arzuladığı, İran'ı da bu politikayla bir müttefikinden etmek istediği iddia edilebilir.

KAYNAKLAR;

[1]http://dunya.milliyet.com.tr/elciler-hama-ya-siper- oldu/dunya/dunyadetay/09.07.2011/1412078/default.htm erişim: 10.02.2012.

[2] http://abcnews.go.com/blogs/politics/2011/11/clinton-no-longer-a-believer-that-assad-is-a-reformer-says-he-cant-sustain-the-armed-opposition-in-syria/ erişim: 10.02.2011.

[3]http://fpc.state.gov/documents/organization/50259.pdf s:2.

[4] a.g.e s:2

[5]http://abna.ir/data.asp?lang=10&Id=282764 erişim: 24.02.2012.

[6]http://www.youtube.com/watch?v=xGXo14IrW-M erişim:24.02.2012.

[7] Blanchard, M. Christopher; Qatar: Background and U.S. Relations, Congressional Research Service, Washington, 2011, s:8.

[8] a.g.m, s:9.

[9] a.g.m, s:16.

[10]U.S. State Department, 2010 Country Report on Human Rights Practices in Qatar, April 8, 2011. Available at

http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/2010/nea/154471.htm.

[11] 30 Kasım-1 Aralık 2011 Tarihli Türk-Arap Medya Forumu.

[12] Özdağ, Ümit; İstihbarat Teorisi, Kripto Yayınları, 2011, s:214-215.

[13]http://en.wikipedia.org/wiki/Saudi_Arabia%E2%80%93United_States_relations erişim: 23.02.2011.

[14] Blanchard, M. Christopher, Saudi Arabia: Background and U.S. Reltaions, Congressional Research Service, Washington, 2011, s:6.

[15] a.g.m, s:9

[16] a.g.m. s:1

[17] http://www.sondakika.com/kral-abdullah/ erişim: 24.02.2012.

[18] http://www.sondakika.com/kral-abdullah/ erişim:24.02.2012.

[19]http://www.ensonhaber.com/arap-birligi-suriye-ile-diplomatik-iliskileri-kesti-2012-02-12.html erişim: 23.02.2012.

[20]http://www.voanews.com/turkish/news/Suriye-Arap-Birliine-meydan-Okuyor-139220954.html erişim: 23.02.2012.

[21] Kalemdaroğlu, Sibel; Suriye'de Yalan Bombardımanı. http://www.21yyte.org/tr/yazi6484-Suriyede_Yalan_Bombardimani.html erişim:23.02.2011.

[22] http://www.haberler.com/ozgur-suriye-ordusu-lideri-albay-riad-al-asaad-3125885-haberi/ erişim: 13.02.2012.

[23] http://www.innercitypress.com/LASomSyria.pdf s:10-16. erişim: 13.02.2012.

[24]http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/81953/bolgesel-meselelerin-diplomasiyle-cozumunu-arzu-ediyoruz.html erişim: 13.02.2012.

[25] Sustaining U.S. Global Leadership: Priorities for 21st. Centruy Defense s:2.

[26] http://www.nytimes.com/2012/02/13/world/middleeast/arab-league-requests-un-peacekeepers-for-syria.html?_r=1&ref=todayspaper erişim: 13.02.2012.

[27] http://www.hurriyetdailynews.com/syria-regime-using-pkk-dissident-says.aspx?pageID=238&nID=12320&NewsCatID=338 erişim: 17.02.2012.

[28] http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/02/201223231333768854.html erişim: 10.02.2012.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/amerika-arastirmalari-merkezi/2012/02/23/6502/abdnin-suriye-politikasi-ve-bolgesel-muttefiklerinin-rolu


****