Kerkük, Kürtlere
Zindan Olacak!
Ali Özsoy
07.02.2005/Sayı:75
30 Ocak seçimleriyle birlikte ABD ve Kürt işbirlikçileri
Irak’ı parçalamak için, sözde resmi bir plebisit yapmış oldu.
Irak’taki silahlı direnişin büyümesiyle birlikte, ABD’nin
Irak’ta iç savaş çıkartarak ülkeyi üçe bölme planı hızlandı.
Bu planın temel hedefi, Irak’ın kalbinde barınamayan
işgalcilerin, kuzey ve güneye çekilerek tutunmaları ve Ortadoğu’da yeni
saldırılar için güvenli bir zemin yaratmalarıdır. İran ve Suriye saldırısı
artık yakın geleceğin gündemi oldu. Bundan dolayı Türkiye ile ABD arasında,
“görüşmeler yapıyoruz”, “sorunları aşacağız” dönemi ve üslubu çoktan aşıldı.
Kerkük ve Musul’u, ABD’nin Kürtlere vereceği, ABD’li
yetkililerin en son Ankara temaslarında açıkça belirtilmiş oldu. Şimdi artık
Türk yetkililerine de sert açıklamalarını biraz daha sertleştirmek kaldı ya da
harekete geçmek.
Tayyip’in resti, Barzani’nin resti
Tayyip Erdoğan’ın son aylarda ABD’ye karşı “kişilikli”
politika yürütmeye çalıştığını görüyoruz. Sözde sert çıkışlar her gün gazete
manşetlerinde. “Türkiye’nin hukukunu çiğnetmeyiz”, “Irak’ta seçimler demokratik
değil” gibi açıklamalarla ABD’ye karşı “müttefikini darıltma” politikası
yürütülüyor. Ancak bu tür bir diplomasi Türk-ABD ilişkilerinde çoktan kapanmış
bir dönemin yadigarı.
Diğer yandan Barzani ve Talabani’nin restini görüyoruz. 30
Ocak seçimlerinden önce seçimi boykot etme tehdidini savuran Kürt aşiretleri,
Musul ve Kerkük’e sadece Irak’tan değil Türkiye ve İran’dan da Kürt akıtmak
için ABD’nin yeşil ışığını aldı.
ABD Tayyip’in restiyle “muhatabınız demokratik Irak
yönetimidir” diyerek dalga geçti, Barzani ve Talabani’ye ise Kerkük ve Musul’a
giriş için kırmızı halılar serildi. İşte Amerikancı siyaset ve medyanın, ABD’ye
“sert” çıkışlarını, komediye dönüştüren sahne. 60 yıllık “dost ve müttefik ABD”
palavrası en rezil şekilde sona erdi.
İki tane Kürt aşiret reisinin alaycı ifadeleri ve küstah
tehditleri arasında Amerikancıların büyük jeopolitikaları tarihe karıştı. “ABD
bize muhtaç” saçmalığına dayanan dış politika dehası, ABD’nin Türkiye’deki
işbirlikçilere Kuzey Irak’taki iki köpek kadar bile muhtaç olmadığının ortaya
çıkmasıyla çöktü.
Amerikancılar Suriye, Rusya, Çin dolaşarak, ABD’ye zavallıca
mesaj vererek, kendi çöken politikalarını kurtarma çalışmalarına devam
ediyorlar. Bize ise Türk milletinin her gün küstahça çiğnenen onurunu ve
geleceğini kurtarmak kalıyor.
Türk-Kürt değil, Türk-Amerikan Savaşı
Kimse Barzani ve Talabani’ye bakarak, sorunu bir kukla
Kürdistan-Türkiye çatışması olarak algılamamalı. Türk-ABD ilişkilerinin Kuzey
Irak’ta kopacağını ve Türk-Amerikan savaşının ufukta olduğunu daha önce
belirtmiştik.
Şimdi Barzani ve Talabani ABD adına Türkiye’yi savaşla
tehdit ediyor. Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ ve Tayyip Erdoğan’ın Kürt
aşiretleri uyaran sert açıklamaları üzerine Türkiye’nin söyleyemediğini,
Barzani ve Talabani söyledi.
Bilindiği gibi Türkiye en “sert” açıklamasında bile
“Kerkük’e gireriz” demedi. Çokça bahsedilen “kırmızı çizgi”ler ise artık alay
konusu haline geldi. ABD’li yetkililerin alaycı açıklamalarını bir yana
bırakalım ve Barzani’yle Talabani’nin son iki aydaki küstah tehditlerini alt
alta koyalım.
Talabani: “Asıl bizim Kürdistan’ın kopmaz parçası Musul ve
Kerkük konusunda kırmızı çizgilerimiz var”; Barzani: “Bağımsız Kürdistan
kurulacak mı sorusu anlamsız. Sorulması gereken ne zaman kurulacak?”; yine
Talabani 30 Ocak seçimlerinden hemen sonra: “Türkler Kerkük üzerinde hak iddia
ederse yarın Araplar da Antakya, diğer Kürtler de Diyarbakır üzerinde hak iddia
eder.”
Bu sözlerin sahibi Türkiye’nin Amerikancı iktidarlarının
“denge politikası” yürütmek adına 2 yıl öncesine kadar ceplerine harçlık ve
pasaport koyduğu iki bölücü kabile reisi. Türkiye, Kerkük’e girmeyi rest olsun
diye bile ağzına alamazken, Diyarbakır’a gireriz diyorlar. Ve Türkiye’de Tayyip
ve Gül “huzursuzluk çıkarmayın” gibi çıkışlar yapmakla yetinmek zorunda çünkü
Barzani ve Talabani’nin tasmasını tutanların, tanıdık bir efendi olduğunu
biliyorlar.
Türkiye’deki üst düzey açıklamalar 30 Ocak seçimlerinden
sonra biraz sertleşince, işi alttan alan ABD sesini yükseltti ve Kuzey
Irak’taki köpeklerin sahibinin kendisi olduğunu hatırlattı. Güya Türkiye’nin
isteklerini dinlemeye gelen ABD Savunma Bakanlığı’nın üçüncü adamı Feith,
Türkiye’yi uyardı. “Kerkük Iraklıların iç sorunu.” Ve ABD’nin, Tayyip’in 30
Ocak’tan sonra yaptığı açıklamaya net yanıtı: “Türkiye Irak’ın sahibi değil.
Irak’ta demokratik bir rejim kuruldu. Türkiye karışamaz.”
Diyarbakır’a Barzani ve Talabani saldırmayacak. ABD
saldıracak. Ve artık kartların bu kadar açık oynanmasının nedeni, diplomasinin
silahla yapılacağı günlerin çok yakınlaşması.
ABD’nin İran işgali ufukta netleştikçe, hem İran hem de Irak
işgaline karşı çıkan Türkiye’yle çatışma da yaklaşıyor.
Kimse Barzani ve Talabani’ye bakarak, sorunu bir kukla
Kürdistan-Türkiye çatışması olarak algılamamalı. Türk-ABD ilişkilerinin Kuzey
Irak’ta kopacağını ve Türk-Amerikan savaşının ufukta olduğunu daha önce
belirtmiştik. Şimdi Barzani ve Talabani ABD adına Türkiye’yi savaşla tehdit
ediyor.
Kimse Barzani ve Talabani’ye bakarak, sorunu bir kukla
Kürdistan-Türkiye çatışması olarak algılamamalı. Türk-ABD ilişkilerinin Kuzey
Irak’ta kopacağını ve Türk-Amerikan savaşının ufukta olduğunu daha önce
belirtmiştik. Şimdi Barzani ve Talabani ABD adına Türkiye’yi savaşla tehdit
ediyor.
Irak’ın geleceği de netleşti
Irak’ın geleceği artık çizildi. Sünnileri kazanma, Kürtleri
frenleme, Şiileri memnun etme gibi komik ifadeler, Amerikancı dış politika
alimlerinin köşe yazılarında mizah unsuru olarak yer alabilir.
30 Ocak seçimleri ise, ABD’nin ilk günden beri söylediğimiz
gerçek planının resmi deklarasyonu oldu. ABD, Arap direnişini bastıramayacağını
biliyor. Kendisi için en iyi ihtimalle Şii-Sünni iç savaşı çıkarabilir.
Kuzey’de ise bütün Irak içi denge ihtiyaçları ve direniş unsurlarından
kurtarılmış kukla Kürt devleti garanti altına alınırsa, Irak üçe bölünecek. ABD
de Ortadoğu sömürgeleştirilmesine kaldığı yerden devam edecek.
Bu noktadan sonra Irak için tek şans direnişin zaferi. Üçe
bölünmüş Irak bugünün fiili tablosudur. ABD’yle orta yol bulmak derdine düşen
Türkiye ve İran bu tablonun en çok kaybedenleri ve en büyük sorumlularıdır.
Özellikle İran Şii direnişini destekleyerek ve sözde Şii Irak’a oynayarak kendi
sonunu daha da hızlandırmıştır.
O yüzden Irak’ın direnişi, şu anda tek başına. Tabii
Türkiye, Suriye ve İran istemeden de olsa, ABD saldırısına muhattap olduğunda
bu tablo değişecek. Çok daha büyük güçler Ortadoğu’da silahlı direnişin içine
çekilecek. Ancak ABD şimdilik hâlâ savaşın zamanı ve şeklini seçme üstünlüğüne
sahip. Şimdi çırpınan Türkiye’deki Amerikancı iktidar, iki yıl boyunca
uyguladığı bilinçli ihanet politikasıyla ABD’ye bu avantajı sağladı.
Bush: İran ve Suriye ilk hedef
ABD bu noktada kendini Irak’a hapsedip, her gün
direnişçilerin onlarca ABD askerini ve peşmergeyi avlamasını bekleyecek bir
aptallık yapamaz.
Irak’ın kalbi, hatta Bağdat’ı bile zaptedemese de ABD üç
parçalı, iç savaşlı Irak sonucuna ulaşıp, emperyalist işgallerine kaldığı
yerden devam etmeyi düşünüyor. Yoksa Suriye ve İran’a girmeden, kukla
Kürdistan’a yönelik Türkiye tehdidini ortadan kaldıramadan Irak’ta kalmak canlı
hedef olmaktan başka bir anlam taşımaz.
Bush seçildikten sonra İran ve Suriye’nin ilk hedefleri
olabileceğini, defalarca yinelemişti. En sonunda ABD parlamentosunda Bush,
Suriye ve İran’ın topraklarında terörist yetiştirmeye devam ettiğini, yakın
hedeflerinin bu iki ülke olduğunu açıkça belirtti. İran’ın nükleer
potansiyelinin, yok edileceğini duyurdu. İki ülke halkını isyan etmeye çağırdı.
Kimilerinin iddia ettiği gibi İran, ABD için yutulamayacak
bir lokma değil. Tersine Irak’ın işgalinde ABD’nin elinde olmayan imkanlar
şimdi var. ABD’nin karada 200 bin kişilik bir gücü var. İran’da ise Saddam
Irak’ın da hiç var olmayan bir Amerikancı iç muhalefet var. Bu muhalefet o
kadar güçlü ki mollalar iktidarı son 10 yıldır Batıcı işbirlikçilerle paylaşmak
zorunda kaldı. Ayrıca İran’da da bölücü akımlar güçleniyor.
ABD’nin ilk darbesiyle, rejim değişikliği İran’da hızla
başlayabilir. Sonraki halk direnişinin boyutu ne olur bilemeyiz ama molla
rejiminin kalıntılarının Irak’ta ilk direnişi başlatan Saddam’ın Baas kadroları
kadar savaşabileceği hiç mümkün görülmüyor. Ultra-şeriatçı Şii ulemasının ve
Ayetullah Sistani’nin Irak’ta iki üç bakan koltuğu için 30 Ocak’ta içine
düştüğü ihanet her şeyi sergiliyor.
Türkiye, İran ve Irak’a ders
Hz. Ali’nin türbesini bombalayan Haçlıların çizmelerini daha
bir yıl geçmeden öpen Irak mollaları, Kerbala ağıtlarıyla, Sünni kardeşlerine
ve esas olarak Arap ulusuna ihanetlerini saklamaya çalışıyorlar.
Buradan ise hem İran ve Türkiye hem de Arap direnişi için
iki büyük ders çıkıyor.
Birincisi İran ve Türkiye kendi kuyularını kazdı. Türkiye ve
İran yakınlaşması baştaki iktidarların karakterinden dolayı ABD’ci politikanın,
ABD’ye rest çekip, taviz koparma unsuruna indirgendi. ABD aptal değildi.
Birbirine yakınlaşan iki çaresiz ülkeyi de kullandı.
Daha iki hafta öncesine kadar 30 Ocak seçimlerini
“demokratik Irak için büyük atılım” olarak değerlendiren AKP iktidarı şimdi
“seçimler anti-demokratik ve hileliydi” diyor. Oysa iş işten geçti. AKP’nin
“demokrasi sandıklarının” yanına Barzani ve Talabani, Kürdistan referandumu
sandığı koydu. Kendi ilan ettiklerine göre %99.5’lik bir oranla bağımsız
Kürdistan kararı alındı.
K.Irak’ta Araplar ve Türkmenler seçimlere büyük oranda
katılmadı. Zaten Irak Türkmen Cephesi Kerkük’e 350 bin Kürdün sadece Irak’tan
değil, İran ve Türkiye’den taşındığını, seçimlerin meşru olmadığını ilan
etmişti.
Bu noktada Araplar, Musul ve Kerkük’te seçimleri tamamen
boykot ettiler. Arap bölgelerinde zaten sandık bile kurulamadı. Türkmenler ise
seçimlere genel olarak katılmadı. Katılmak isteyenler ise oy atacak sandık
bulamadı.
Seçimden bir gün önce tüm Türkmen büroları, ABD askerleri
tarafından basıldı. Irak’taki tek Türkçe TV kanalı Türkmeneli TV saldırıya
uğradı. Ortada topyekün soykırım için tezgahlanan açık bir seçim oyunu vardı.
Ancak AKP’nin hatalı politikası sonucu seçimlerin yasadışı
olduğu, boykot edileceği ve sonuçlarının kabul edilmeyeceğini ne Türkmenler ne
de Türkiye, açıklamaya cesaret edemedi. Bu seçim hileli, antidemokratik
diyorsunuz. Bu seçimlerle bağımsız Kürdistan kurulup, Musul ve Kerkük Türkmen
ve Araplar’dan temizlenecek diyorsunuz ama seçimleri tanımadığınızı ilan
edemiyorsunuz.
İran yönetimi ise; Şii Bağdat, Şii Irak hayalleriyle Arap
direnişine karşı ABD’yi ve seçimleri destekledi. Sadr’ın “aslanları” İran ajanı
Sistani’nin talimatıyla kediye döndü.
Şimdi İran, kara kara düşünebilir. Sözde Şii Irak kuruldu.
Şii ama Amerikan uşağı mollalar Irak’ta hükümet oluyorsa, aynısını ABD niçin
İran’a hediye etmesin? Böylelikle Hasan Hüseyin’in intikamını, Araplardan,
İranlılar için ABD almış olacak!!! Ama karşılığında İran da Haçlı çizmelerinin
altında çiğnenerek parçalanacak.
Direnişçilere ders
En önemli derslerden biri ise önce Irak sonra da tüm
Ortadoğu’daki direniş güçlerine. Direnişi şeriat veya mezhep davası üzerine
kurmak, baştan yenilgiyi kabul etmek demektir. Irak’a Şii şeriatı veya Sünni
şeriatı getirerek “kâfirlerden kurtaracağız” diyenler, kendi şeriat yorumları
uğruna kafir dediklerinin, kucağına oturmaya mahkum. Şii bölgeleri seçim
hayaliyle 30 Ocak’ta sandıklara gitti. Tek gerçekleşen, kukla Kürdistan’ın ve
Irak’ın parçalanmasının kendi elleriyle onaylanması oldu.
Ortada işbirlikçi bile olsa, Şii bir rejimin en ufak bir
belirtisi bile yok. Zaten Barzani ve Talabani, yeni Irak hükümet başkanlığını
“ödül” olarak talep ettiler. Sadece “Kürdistan” kendilerine yetmiyor. İleride
üzerlerine yürüyecek birleşik bir Irak’ın sonsuza değin ortadan kaldırılmasını
amaçlıyorlar.
Irak’ta ise direnişin hâlâ en yoğun olduğu bölgeler, Arap
ulusçusu Baas’ın, geleneksel olarak güçlü olduğu bölgeler. Bu gelenek,
direnişin hakim çizgisi. Hem “kafirlerle” hem Şiilerle savaşalım şeklindeki
Zerkavi ve Sünni şeriatçı çizgi, hâlâ egemen değil. İç savaş çıkmadan Arap
milliyetçiliği ve Irak bağımsızlığı çizgisindeki direnişin tüm Irak’ta egemen
olması ve işbirlikçi Şii “din liderlerinin” saf dışı edilmesi, sadece Irak’ın
değil, İran’ın da tek şansı.
ABD Nihai saldırı için Kürtleri Silahlandırıyor
Şimdi tekrar Türkiye-ABD cephesine dönelim: ABD’nin İran
işgali başlayınca, Türkiye’nin Kerkük müdahalesi, iyice imkansızlaşacak. Çünkü
Türkiye’nin kuşatılması tamamlanmış olacak. Ayrıca İran’daki bölücülerle birleşen
PKK, Barzani ve Talabani; ABD’nin ilk öncü gücü olarak Doğu ve Güney’den
sınırlarımıza saldıracak stratejik konuma kavuşmuş olacak.
İran’ın işgalinin ötesinde, Türkiye’nin işgali için ABD
bugünden lojistik hazırlıklarına başladı. Barzani’ye tank ve ağır silah
takviyesi devam ediyor. En son Kandil’deki PKK’lı teröristlere ABD tarafından
pek çok devlette bile bulunmayan ısıya hassas, yüksek teknolojili, güdümlü füze
takviyesi yapıldı.
Barzani ve Talabani’nin ağzından köpükler çıkarmalarının
nedeni, ellerine tarihi bir fırsatın geçtiğini düşünmelerinden.
Türkiye, ABD’ye “hassasiyetlerini” hatırlatmaya çalışırken,
son bir ayda Türkiye’ye gelen üç üst düzey ABD’li yetkili de aynı açıklamaları
yaptı. Irak’taki işgal güçlerinin komutanı General Abazaid, Pentagon’dan Feith
ve yeni Dışişleri Bakanı Rice, Türkiye’den İncirlik’i, daha önce talep
ettikleri diğer üsleri ve İran’a Türkiye’den saldırma yetkisini istediler.
PKK ve Kerkük konusunda ise hiçbir şey yapmayacaklarını
açıkça ilan ettiler. Yani ABD Türkiye’nin hiçbir şey talep edip,
dayatamayacağını o kadar net dillendiriyor ki, yetkilileri Türkiye’yi
yatıştırmak için değil yeni dayatmalar için ziyaret ediyor.
Kerkük’e ne olur?
Kerkük’e Türkiye bugün müdahale etmese bile Barzani ve
Talabani Kerkük’e el koyamaz. Binlerce yıllık Türk ve Arap toprakları, birkaç
on yıllık ihanetin ürünü üç beş aşirete kalmaz. Musul’a Kürdistan’ın kalbi
diyenler, 30 Ocak’ta oraya sandık bile sokamadı. Ancak bugün için Türkiye ve
Türkmenler değil, Arapların direniş hareketi Musul’un geleceğinde söz sahibi.
Kerkük’te ise 30 Ocak’tan hemen sonra “Irak ordusu”
üniforması giymiş, 12 peşmerge cezalandırıldı. Geleceğe yönelik küçük bir
işaret.
Türkiye olaylara seyirci kaldığı için, Talabani ve Barzani
sadece Kerkük’ü Kürdistan’a başkent yapıyoruz demiyor, “Irak’a da talibiz”
diyorlar. 30 Ocak seçim “zaferini” kutlayan Barzani ve Talabani, KYB ve KDP’nin
anlaştığını, Talabani’nin Irak hükümet başkanı, Barzani’nin ise Kürdistan
devlet başkanı olacağını açıkladı.
Peki bu ihanet bayramı ne kadar sürer? Çok merak edenler 100
yıl öncesinin Ermenilerinin akıbetine baksınlar. Adana, Maraş, Antep, Van ve
daha nicesi için bizim diyenler onlar değil miydi? Büyük Ermenistan haritaları
çizilmemiş miydi? Bugün Musul ve Kerkük’te yürütülen Türkmen ve Arap soykırımının
bin misli, Anadolu’da Türklere karşı Ermenilerce yapılmıyor muydu? Ve o zaman
ki Osmanlı başkenti İstanbul’un göbeğinde, Ermeni alkışları arasında, Türk
devlet adamları yargılanıp asılmıyor muydu?
Ancak bu topraklar ihanet kaldırmaz. Kerkük’e dışarıdan
kelle taşıyıp, “sayım yapalım, seçim yapalım” diyerek kuduranlar, çok değil 90
yıl öncesine bir baksınlar. Şimdi Van ve Adana’da bir sayım yapsak acaba kaç
Ermeni çıkar?
Kerkük’e bir elinde ABD bayrağı, bir elinde kirli
çaputlarıyla halay çekerek girenler, kendi mezarlarına girdiklerinin farkına
varacaklar. Ama bir yıl ama on yıl sonra. Her emperyalistin Ortadoğu’da ömrü
sınırlı. Ama Türk, Arap ve Fars halkları burada kalıcı.
Peki Türkiye bugün üzerine düşen görevi yerine getirmezse ne
olur? Bilinçli ve başarılı bir şekilde, ABD’ye karşı yürüteceğimiz askeri
direnişi, köşeye sıkışmış bir şekilde ve Diyarbakır önlerinde başlatmak zorunda
kalırız.
Ya şimdi Kerkük için savaşmalı ya da Diyarbakır’ı savunmak
üzere geri çekilmeyi göze almalıyız. Bu Türk için yegâne bakış açısı ve
seçenektir. Ankara’da devletin bir yerlerinde Türk kalmış mı göreceğiz.