KİM KÖŞKÜ DÜŞÜRDÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KİM KÖŞKÜ DÜŞÜRDÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2019 Pazartesi

KİM KÖŞKÜ DÜŞÜRDÜ.? 27 MAYIS 1960

KİM KÖŞKÜ DÜŞÜRDÜ.? 27 MAYIS 1960

27 Mayıs İhtilali’ni anlatan kitapların köşkün ele geçirilişiyle ilgili bölümleri tam bir karışıklık içinde kaldı: 

Müşerref Hekimoğlu:

“… Modern Eğitimli Muhafız Alayı ile korunan bir devlet başkanı nasıl böyle kolayca ele geçirilebilmişler, bu kolaylığı hangi plan sağlamıştı?” 

Sami Küçük köşke geldiğinde gördüğü ihtilalci subayları anlatırken satır aralarında ortalıkta dolaşan süvari erlerinden bahseder. Başlarında subayları olmayan süvari erleri! 

Sami Küçük elinde tomsonu Köşk’e girdi. Holde bir kalabalık. Bir sivil, Burhanettin Uluç ve… Sivili tanımadı önce. Sonra Bayar olduğunu anladı.” (a.g.e., s. 135) 

Oysa Albay Sami Küçük, 27 Mayıs İhtilalinin hemen ertesinde yaptığı açıklamalarda Süvari erleri ile “talim elbiseli bir iki subayı” gördüğünü yazılı olarak belirtmişti.

“Bu sırada Veteriner General Burhanettin Uluç, yalnız, elinde şapkası yaya olarak bu yoldan yukarı çıkmakta idi. Kendisine bilgi verdim.

Köşkün merdivenleri önüne gelince, benden daha evvel buraya gelen Kur. Alb. Emin Aytekin bana: “Celal Bayar teslim olacak. Üç subay isteniyor. Sen silahlısın, sen teslim al” dedi. Etrafıma bakınca yanımda Tank Bnb. Muzaffer Karan’ı gördüm. Onu ve bir de teğmen alarak içeri girdim.

İçerde bir sivilin etrafında 10 kadar süvari eri ile talim elbiseli bir iki subayı ve o siville münakaşa eden General Burhanettin Uluç’u gördüm. Erleri aralayarak sivilin yanına yaklaştım ve Burhanettin Uluç’a münakaşa zamanı olmadığını, kendisini götüreceğimizi, sağ koluna girmesini rica ettim, bende sol koluna girerek kendisini dışarı çıkardık. Bu sırada Muzaffer Karan ilk plan gereğince Celal Bayar’ı Harp Okuluna tankla götürmede ısrar etti ise de orada hazır bulunan Muhafız Alay Komutanının station vagonuna bindirerek Harp Okuluna getirdik.” 

Sonra bir köşk'ü kim teslim aldı kavgası sürüp gidecektir senelerce. Kazanılmış bir ihtilaldeki kendi mevcudiyetlerini ballandıra ballandıra anlatırlarken, biri 700 - 800 kişilik Süvari grubunu görmeyecek (Osman Köksal), diğeri atları gördüğünü söyleyecek fakat Subayların ve erlerin nerde olduğu belli değildi diyecek (Emin Aytekin), bir diğeri savunma hattının içinde Köşk'te Celal Bayar'ın yanında talim elbiseli iki subay ve on kadar Süvari erinden bahsedecek (Sami Küçük) satır aralarında. 

Görevini yapmaktan başka bir iddiası olmayan Yzb. Fethi Gürcan ve arkadaşı Yzb. Nusret Kocabey ise, isimsiz “Nefer” olmaya yatkın yapılarıyla, “devlet hiyerarşisini” parçalamışlardı ve artık ihtilalin hiyerarşisine uymanın gönül rahatlığı içindeydiler. 

Nusret Kocabey:

“Bu şekilde Burhanettin Uluç yüksek rütbeli bir general olduğu için onun komuta etmesini daha yerinde bulduğumuz için Devlet reisini Burhanettin Uluç’a teslim ettik. O da yanlarındaki harp okullularla beraber onu götürdüler. Ben birliğimi topladım. Fethi birliğini topladı. Oradan alayımıza biz geri döndük.

O gün, o civarda Sami Küçük’ten başka Milli Birlik Komitesi’nde yer alanlardan kimseyle karşılaşmadım. Yani Devlet Reisinin alınması, eğer ihtilalin oturmasında etken olarak olmuşsa, orada bu olaya gelişte Durmuş Çınar tankçı, Sami Küçük Milli Birlik Komitesinden, Fethi Gürcan, ben vardık. Başka kimseyi ben görmedim. Burhanettin Uluç. Onu söylemiştim. Onun dışında birliğiyle gelmiş veya Milli Birlik Komitesi içindeyken o çevrede olmuş olabileceklerden kimseyle karşılaşmadım. Sami Küçük’ü gördüm sadece.” 

En büyük sermaye temsilcisi, İş Bankası kurucularından, “sabık ve sakıt” Cumhurbaşkanı Celal Bayar, bir 27 Mayıs gecesi sabaha karşı çok iyi korunan Cumhurbaşkanlığı Köşkünden apar topar Yassıada'ya yollanmasının bilinçaltıyla ölünceye kadar “Bu kış komünizm gelecek” diye sayıkladı durdu.

27 MAYIS – İSTANBUL

İstanbul’da, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Harekat Dairesi Başkanlığı’nın emriyle harekat başladı.

Yani hiyerarşiye uygun bir ihtilal hareketiydi.

“26–27 Mayıs gecesi ben İstanbul Örfi İdare Kumandanlığı Harekat Başkan Muavini idim...”

Üniversite bahçesinde benim de katıldığım ‘harekat’ toplantısında, harekatın, çeşitli sebepler dolayısıyla (a.b.ç.), Örfi idare kumandanlığı karargahından verilecek kısa bir harekat emri ile başlamasını kararlaştırdık” 

Ateşli ihtilalci Orhan Erkanlı, harekat emrini alır almaz Tankları hedeflere doğru yola çıkardı.

“İlk aranan, Erkanlı’nın 3. Zırhlı Tugayı idi. Erkanlı sabredememiş, birliklerini yol üzerine çıkartmış, tankların motorları yarım saattir çalışmaya başlamıştı bile... Örfi İdare Karargahının ‘hareket’ emri gelir gelmez, jeep’ine atlıyor ve kafile şehre doğru yola çıkıyordu.” 

“Planlamaya göre Ankara ve İstanbul radyolarından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sesi aynı zamanda duyurulacak. İstanbul'da her şey saat gibi işliyor, telefonlar durmadan çalıyor, telin öbür ucundaki ses hedefin ele geçtiğini bildiriyor... Ama Ankara'dan haber yok hala.”

“… Radyo Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sesini duyurmaya hazırlandı. Hiç direnme olmadı ama Ankara'dan ses yok. Beklemek gerekiyor” 

İstanbul'da duruma tamamen hakim olunmuştu. Fakat, radyo yayınlarından Ankara'nın sesi çıkmıyordu.

Teyfik Subaşı:

“Bu düşüncelerle yorgun Harbiye'ye geldim. Harbiye'nin giriş kapısı, binanın merdivenleri, koridorlar velhasıl her taraf yüzlerce subay ile doluydu. Herkes, yakınlık derecesine göre, bir küme içinde yer almıştı. İhtilalin olduğu, bundan sonraki durumun ne olacağı, olayları ve hazırlığı bilmeyenlerce tartışılıyordu. Veya tam zamanı idi. Kotarılmış bir sonuçtan pay kapmak, hoş olurdu.

Ahmet Yıldız, Ordu Harekat Odası’nın kapısına iki nöbetçi dikmiş ve içeriye kimseyi aldırmıyordu. Ben bozulmuştum. Yüzbaşı Terzi'nin tepkisi daha da şiddetli oldu. Orhan Erkanlı'yı bulmaya çalışırken, bu gruplara da gözüm takılıyor ve bazı olayların tanığı oluyordum. Eğer Ankara'dan ses çıkmazsa, bizim halimiz ne olacaktı? Akıl satmaya kalkanların, bizi itham etmeyecekleri nereden belli idi? Konu bir yargılamaya dönüşse, kim birlik yürütmüş ise isyancı sayılacak ve hesabı görülecekti.” 

Aslında, ihtilali tasarlayan komite için İstanbul o kadar da önemli değildi. Esas hedefler ve “Siyasi İktidar” Ankara'daydı. Yoksa İstanbul'da sıkıyönetim yumuşak geçiyordu. Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Hukuk Fakültesi'nin duvarları Sıkıyönetim Komutanı’nın emriyle otomatik silahlarla tarandığı için, delik deşik olmuş ve öğrenci gösterileri engellenmişti. İstanbul'da ise Sıkıyönetim Komutanı bu kadar gayretkeş olmamıştı. 27 Mayıs sabahı da kolayca ihtilale “ikna” edildi.

Ankara'daki komitenin ihtilali başlatmak için ayak sürümesi, Orhan Erkanlı'yı gerekirse “İstanbul Hükümeti” kurma fikrine kadar sürüklemiş, fakat bu fikrinde yalnız kalmıştı. Dolayısıyla, 27 Mayıs gecesi de, yine her şey Ankara'da “çözümlenmek” zorundaydı. Ve Ankara’da çözümlendi.

27 MAYIS İHTİLALİ SABAHI

Genç subaylar, başarılarının rantını akılarına bile getirmeksizin, atlarına binip gün boyu halkın coşkulu tezahüratlarına katarak nameleştirdikleri nal sesleriyle ihtilalin coşkusunu Ankara sokaklarına yaymaya koyulmuşlardı. Komitenin planladığı darbe, gençlik ve halkla kaynaşarak dörtnala Devrim'e doğru koşuyordu.

Daima büyük bir fedakarlıkla bütün olayların içinde yer alan Teğmen Erol Dinçer, 27 Mayıs’ta ise, izinli olmasından da kaynaklanan bir irtibat kopukluğundan (irtibatı sağlayacak olan Tğm. Yılmaz Akkılıç Ankara dışında olduğundan), geç kalmıştı. İhtilal planları çerçevesinde Dinçer’in görevi, güvenmedikleri 43. Süvari Alayı’ndaki Keramettin Yüzbaşı’yı tevkif etmek ve onun bölüğünü alıp çıkmaktı. İrtibat kopukluğuna rağmen, ihtilalin başladığını anlar anlamaz hemen olaya katıldı.

Erol Dinçer: 

“27 Mayıs irtibat kopmuş durumda. Kurtuluş’ta evdeyim. Sabah kalktım bir baktım ihtilal olmuş. Baktım etrafta askeri öğrenciler var. Hemen durumdan görev çıkardım. Askeri tıbbiyeliler de harekete geçmişler. Onları örgütledim. Cebeci Karakolu’na el koydum. Öğrencileri görevlendirdim. Çevrede oturan Tahkikat Komisyonu üyelerini, DP Milletvekillerini filan toplamaya başladık. Sonra hemen alaya gittim. ‘Yahu’ dedim, ‘bana niye haber vermediniz?’ Hem irtibat kopukluğu, hem de 43. Süvari Alayı Komutanı’nı marangozhaneye kapatma önerime ‘ayıp olur’ diyen adamların etkisi falan...”

MENDERES’İN TUTUKLANMASI

Menderes 27 Mayıs günü Eskişehir'deydi. Hv. Alb. Muhsin Batur ve ihtilalci havacılar harekete geçmek için sabaha kadar “Radyo anonsunu“ beklemişlerdi. İhtilal tarihinin birkaç kez ertelenmesi nedeniyle emin olmak istiyorlardı. İstanbul ve Ankara radyolarından anonsları duyunca harekete katılmaya koyuldular.

İhtilal konusundaki tedirginlikleri nedeniyle, şehirlerinde bulunan Menderes konusunda hiç bir planları yoktu. Olsaydı, en azından Menderes ve yanındakileri gözleyecek, izleyecek bir tedbir almaları gerekirdi.

İhtilale katılmaya karar verdikten sonra yapılan organizasyon ayarlamaları yüzünden kaybedilen zamanda Menderes, Polatkan ve küçük çaplı maiyeti çoktan otomobillerle şehri terk etmişti.

Muhsin Batur ve ihtilalci havacılar, daha önceden yolları tutmayı da akıl edememişlerdi!.. 

İhtilalin Ankara ve İstanbul'daki başarısını öğrendikten sonra, Kütahya'daki Hava Er Eğitim Tugayı ile telefon irtibatı kurularak Menderes, Polatkan ve maiyetinin yakalanmaları sağlandı.

Böylece Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan sonra Başkakan Adnan Menderes de tutuklanmış oldu.

Üniversite gençliği ve Ankara halkı, gördükleri subayları omuzlarında taşımakta, tezahüratları tüm caddelerde çınlamaktaydı. 

Memur kenti Ankara halkı, gençliğin dövüldüğünü görmüş, aydınların, gazetecilerin tutuklandığını izlemiş, İnönü’nün taşlanışında “Kurtuluş Savaşı kazanımlarına” karşı çıkıldığını hissetmişti. Ağaların ve tarikatların arkasında teşkilatlanmış kasabalı ve köylü öfkesinden ürkmüştü. D.P’ye ve yöneticilerine kızgındı. Bu belayı tepelemiş ordu gençliğini bağırlarına basmakta zerrece çekinmediler.

Ankara’yı bir bayram havası sarmıştı.

Damat Metin Toker de, hemen 27 Mayısçı olacak, fakat tıpkı Paşa kayınpederi gibi çağırdıkları gücü, “çağrılı güç”ü seyretmekten öteye gidemeyecekti. 

Metin Toker:

“ 27 Mayıs Öğleden sonra Ankara’yı gören herkes vicdanında en ufak tereddüt duymadan emin olmuştur ki, bu hareket beğenilen bir hareket olarak alkışlanmaktadır”. 

Menderes ve hükümetini istifa ettiremeyince az mı uğraşmışlardı İsmet Paşa ile birlikte, bu ihtilal için? Kendisi, bizzat İnönü'nün “Propaganda Şefi” idi. Ama, “damat”lıkla bahşedilen “şef”lik, “kayınpederin ömrü” ile sınırlı kalmaya mahkumdu. Türkiye hala “doğu”luktan çıkamadığı için, “yetenek” değil “yakınlık” önemliydi.

27 Mayıs sabahı, Paşa babasıyla birlikte, DP'nin devrilişini büyük bir şevkle izliyorlardı. İktidarın artık ellerinde olduğunu düşünüyorlardı. Halbuki, “uykusuz gecelerin” yaklaştığının farkında değillerdi. 

http://kutuphane.halkcephesi.net/Ben%20Ihtilalciyim/bolum_2.htm