Kentsel Dönüşüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kentsel Dönüşüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2020 Cumartesi

Türkiye’de Kentleşme ve Kentleşme Politikaları, BÖLÜM 2

Türkiye’de Kentleşme ve  Kentleşme Politikaları, BÖLÜM 2




4.5. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1985-1989) 

Planda, sanayileşme potansiyeli olan alanların tespit ve ilan edileceği, 
kentlerde hizmet standardını yükseltecek yatırım ve politikalara ağırlık verileceği, dengeli kentleşmeyi sağlamak için orta büyüklükteki kentlerin destekleneceği, kentlerin ihtisaslaşmasının sağlanacağı, organize sanayi bölgelerinin kurulacağı belirtilmiş (DPT, 1984: 164-165) ve şehircilik hizmetlerinin görülmesinde belediyeler ana kuruluşlar olarak kabul edilmiştir (DPT, 2007: 7-8). 

Öngörüsü, köylerden kentlere olan nüfus akımlarının süreceği ve kentleşmenin 
yavaşlamayacağı şeklinde olan ve kentleşmeye olumlu olarak yaklaşan planda göze çarpan özellikler; büyük kentlere göre orta büyüklükteki kentlerin tercih edilmesi, büyük kentlerdeki yığılmanın caydırıcı önlemlerle önlenmesi, kentler arasında uzmanlaşmanın sağlanması, tarım toprakları üzerindeki dağınık ve düzensiz yapılaşmanın önlenmesi, sanayi kuruluşlarının yerlerinin tüm ülke sathına dağıtılmasıdır (Keleş, 2008: 84-85). Planda kentleşme açısından dikkat çeken diğer bir husus ise, konut yapımı ile ilgili düzenlemelerin varlığıdır. Ancak bu plan döneminde de hedeflenen ve beklenen gelişmelere ulaşılması mümkün olamamıştır. 

4.6. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) 

Planda, kentlerde yaşayan nüfusun şehir hayatına uygun bir yapıya kavuşturulacağı, orta büyüklükteki (50.000-500.000 nüfuslu) kentlerin gelişmesinin destekleneceği, kentler arasında ihtisaslaşmanın sağlanacağı, nüfusları artacak olan büyük kentler, metropoller ve metropolleşen yörelerde altyapı, ulaşım, istihdam, konut, eğitim, sağlık sorunlarının hafifl etmesine çalışılacağı, tarihi, kültürel, doğal değerlerin ve kıyıların korunacağı, kent planlaması ile ilgili mevzuatın yeniden düzenleneceği ifade edilmiştir (DPT, 1989: 314315). 

Planın temel stratejisinde; şehir kademelenmesini dengeli bir şekilde yönlendirmek üzere, büyük kentlere yönelimin azaltılması amacıyla, orta büyüklükteki kentlerin geliştirilmesi, araç olarak da organize sanayi bölgelerinin 
kullanılmasına önem verilmesi hedeflenmiştir. (DPT, 1989: 358). 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemindeki dört hükümet programına 
bakıldığında; “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın onaylanması, 
“Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında koordinasyon sağlayacak 
bir bakanlık kurulması çalışmaları” ve “Merkezi yönetim ile yerel yönetimler 
arasında görev, yetki, sorumluluk ve kaynak paylaşımına ilişkin çerçeve 
yasa çalışmaları” olmak üzere üç önemli adımın atıldığı görülmektedir (DPT, 2007: 8). 

Planda kentlerde kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sağlamak amacından yola çıkılmış 
ve orta büyüklükteki kentlerin ve kentler arası uzmanlaşma desteklenmiştir. 
Bu planda çevre ve çevre ilgili konular yeni yükselen bir değer olarak karşımıza çıkmış ve planda yerleşme alanlarına sağlıklı ve kaliteli bir 
çevrenin sağlanması esas alınmıştır. 

4.7. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000) 

Planda, nispeten gelişmiş olan yörelerdeki kentleşme sorunlarının önemli 
ve acil sorunlar haline geldiği, metropol niteliği kazanan yerleşme merkezlerin de açık işsizlik, arazi spekülasyonu, yanlış yapılanma, enerji ve su yetersizliği, 
çevre kirliliği gibi sorunların giderek arttığı belirtilerek, amaçlar, ilkeler 
ve politikalar açıklanmış, İstanbul›un nüfusunun 2000 yılına kadar 11,5 
milyona yükselmesinin beklendiği, bu nedenle, nüfusu bir milyonun üzerindeki 
büyük kentlere doğru göç eğilimini yavaşlatıcı politikaların uygulamaya 
konulacağı, yerleşmelerin planlanmasında kentlerdeki yaşam çevresi 
ve yaşam kalitesinin geliştirileceği ve iyileştirileceği ifade edilmiştir. En az 
bir kentin uluslararası bir merkez haline getirileceği ve kentler arasında ihtisaslaşmaya önem verileceği, kentlerde tarihi, doğal ve kültürel değere sahip 
alan ve eserlerin korunması ve yenilenmesine önem ve öncelik verileceği 
belirtilmiştir (DPT, 1996: 170-180). Ayrıca metropoller ile ilgili düzenlemelere 
de yer verilerek, konuyla ilgili amaçlar, ilkeler ve politikalar açıklanmıştır (DPT, 1996: 184-187). 

Planda, nüfusu bir milyonu aşan kentlere doğru olan göç eğiliminin, sanayileşme, kamu yatırımları ve özendirme politikaları ile engellenerek yavaşlatılması planlanmıştır. Ayrıca bölge merkezleri ile orta büyüklükteki kentlerin geliştirilmesi tercih edilmiş, kentler arasında uzmanlaşmaya önem verilmiş ve en az bir kentin uluslararası bir merkez durumuna getirilmesi düşünülmüştür. 

Bu planda, kentsel yaşam kalitesinin, imar planları, konut, altyapı ve arsa 
gibi araçlarla iyileştirilmesinin yanı sıra, kentlerin güzelleştirilmesi, fikir ve 
sanat etkinliklerinin özendirilmesi, kente göç edenlerin sorunlarının çözümü 
için eğitim kurumlarının, gönüllü ve sivil kuruluşların ve kitle iletişim 
araçlarının rol oynayacağı uygulamalardan da söz edilmiştir (Keleş, 2008: 87). 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planının bir devamı niteliğinde olan planda 
kentleşme açısından amaç, ilke, hedef, politikalar ve stratejiler detaylı bir 
şekilde, özellikle de metropollerle ilgili olarak birçok tedbirin alınması planlanmış, ancak planın uygulanmasında daha önce olduğu gibi çeşitli nedenlerle başarı gösterilememiş, önemli gelişmeler kaydedilememiştir. 

4.8. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005) 

Planda, kent ve kentlilik kültürünün oluşturulmasına dönük çalışmaların 
yapılacağı, uluslararası düzeyde ticari ve mali merkezlerin oluşturulacağı, 
kentlerin karakteristik kültür dokuları ile turistik özelliklerinin korunacağı, 
orta büyüklükteki kentlerde sanayi bölgelerinin geliştirileceği ve teknokentlerin 
oluşturulacağı belirtilmiştir (DPT, 2000, 169-170). 

Plan hazırlanırken, Yerel Yönetimler ve Kentleşme Özel İhtisas Komisyonu 
ve Yerel Yönetimler Kentleşme-İmar Alt Komisyonu olmak üzere iki 
komisyon halinde çalışmıştır. Kentleşme ve imarla ilgili alt komisyonda, 
kentleşmenin kent yoksulluğunu kır yoksulluğuna tercih edenlerin göçüyle 
gelişen bir süreç olduğu belirtilmiş, Türkiye kentlerinin temel karakteristiklerinin 
yoksulluk, sefalet, yasa ve hukuk tanımazlık, günlük yaşamda 
kargaşa, ulaşım ve altyapı yetersizlikleri, kirlilik, denetimsiz büyüme, kaçak 
yapılaşma şeklinde olduğu ifade edilmiştir (DPT, 2007: 9-10). 

Planın dikkati çeken özelliği, bir yandan ulusal kültürün belirleyiciliği 
çerçevesinde kent ve kentlilik kültürü oluşturulurken, diğer yandan kentlerin 
küreselleşmenin isteklerine cevap verecek duruma getirilmesidir (Keleş, 
2008: 87-88). Planda kentsel alanlarda bilimsel yöntemlerle arsa üretimi ile 
düzenli yapılaşmayı kolaylaştırmak ve etkin denetimlerin yapılması, konut 
piyasasında fon fazlası olan kesimlerden ihtiyacı olan kesimlere kaynak aktaracak finansman sistemlerinin oluşturulması da öngörülmüştür. 

4.9. Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı (2007-2013) 

Planda, ekonomik büyümenin ve sosyal kalkınmanın istikrarlı bir yapıda 
sürdürülmesi ve plan vizyonunun gerçekleşmesi yolunda belirlenmiş olan 
stratejik amaçlardan birinin bölgesel gelişmenin sağlanması olduğu belirtilmiştir 
(DPT, 2006: 1-2). 

Planın Beşinci Bölümünde, kent içi ulaşım, çevrenin korunması ve kentsel altyapının geliştirilmesinde yetersiz kalındığı, kırsal ve kentsel yerleşim 
birimleri ile bölgeler arasındaki sosyo-ekonomik yapı ve gelir düzeyi dengesizliklerinin önemini koruduğu, kentlerin sunduğu istihdam imkânlarının 
yoğun göç hareketlerinin yarattığı nüfus baskısını karşılamakta yetersiz kaldığı, 
2006 yılında uygulamaya konulan “Köylerin Altyapısını Destekleme Projesinin (KÖYDES)” kırsal yerleşim birimlerinin parçalı ve dağınık bir yapıya sahip olması nedeniyle, fiziki ve sosyal alt yapı hizmetlerinin etkin ve yaygın bir şekilde sağlanmasını sınırlandırdığı ifade edilmiştir (DPT, 2006: 46-49). 

Yedinci Bölümünde ise, kent içi ulaşımında çeşitlilik sağlanacağı, kent bilgi 
sistemlerinin geliştirileceği, çevre yönetim sistemlerinin oluşturulacağı, 
kentsel altyapı ana planı ve finansman stratejisinin hazırlanacağı belirtilerek 
(DPT, 2006: 72-74), kültürün korunması, geliştirilmesi ve toplumsal diyalogun 
güçlendirilmesi için yoğun göç ve çarpık kentleşme neticesinde ortaya çıkan sosyo-kültürel uyum sorunlarını azaltıcı önlemlerin alınacağı ifade edilmiştir. 

Planda bölgesel gelişme politikasının merkezi düzeyde etkinleştirileceği, 
göç baskısı altında olan kentlerin, göçten kaynaklanan temel sorunlarının 
tespit edilerek fiziki ve sosyal altyapılarının iyileştirileceği, metropolleri küresel 
rekabette öne çıkaracak iş ve yaşam ortamının destekleneceği, bölgelerde 
yenilikçi, rekabet edebilir, dinamik ve yüksek katma değer yaratabilen 
öncü sektörlerin destekleneceği belirtilmiştir. Ayrıca, kırsal kesimde kalkınmanın 
sağlanması için, ulusal bir “Kırsal Kalkınma Planı”nın hazırlanarak 
uygulamaya konulacağı, kırsal alanda tarım ve tarım dışı ekonomik faaliyetlere 
yönelik insan kaynaklarının geliştirileceği, kırsal kesimde temel altyapı ihtiyaçları nın karşılanacağı, gelişmekte olan merkezi yerleşim birimlerine, turizm bölgelerine, koruma alanlarına ve afet riski yüksek yörelere öncelik verileceği belirtilmiştir (DPT, 2006: 90-94). 

Planda, kentleşme ile ilgili tüm konular değişik paragraflara serpiştirilmiş 
durumdadır. Plan’ın; 157. paragrafında; hızlı ve plansız kentleşmenin 
büyük kentlerde yaşanan yüksek nüfus artışı ve motorlu taşıt sahipliğindeki 
artış, kent içi ulaşımda yaşanan fazla yakıt tüketimi, çevre kirlenmesi, 
kazalar ve trafi k tıkanıklığı problemlerinin artarak devam etmesine yol açtığı 
ifade edilmiştir. 265. ve 273. paragraflarında göç ve kentleşmenin çeşitli 
nedenlerle artmakta olduğu vurgulanarak, yoğun göç ile çarpık kentleşmenin 
oluşturduğu uyum sorunlarının, terör ve asayiş başta olmak üzere toplumsal bütünlüğü ve uyumu zedeleyici ortamlar hazırlamakta olduğuna değinilmiştir. Planda kentleşmeye ilişkin politika önerisi sayılabilecek tek ifade, yoğun göç ve çarpık kentleşme sonucunda ortaya çıkan sosyo-kültürel uyum sorunlarını azaltıcı önlemlerin alınacağı ifadesidir (Keleş, 2008: 88). 

Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planının, belirli bir kentleşme politikasını 
ortaya koyduğunu ve bu yolda yapılması gerekenleri açıkladığını söylemek 
mümkün olamamaktadır. Devletin diğer politikalarını etkileme gücüne sahip 
olan ve Türkiye’nin önemli sorunlarından biri olan kentleşme konusunda 
net bir politika belirlenmemesi, planın önemli bir eksikliği olup, politika 
eksikliği de kentleşme konusunda yaşanan sorunların giderek artmasına 
neden olmaktadır. 

Türkiye’de yaşanan kentleşme, dengeli ve düzenli olmayan hızlı nüfus 
artışı ve göçler sebebiyle yoğun bir baskı altında yaşanmakta olup, gelişmiş 
toplumlarda yaşanan kentleşmeden farklı şekilde gerçekleşmektedir. Türkiye’de 
Kalkınma Planları ile planlanmaya çalışılan, ancak planların çeşitli nedenlerle uygulanamaması sonucunda dengesiz bir kentleşme süreci yaşanmakta, 
dengesiz kentleşme ise berberinde nüfusun belirli bazı bölge ve kentlerde aşırı yoğunlaşması sonucunu doğurmakta, sanayi, ticaret, hizmet ve tarım sektörlerinde iş imkânlarına sahip şehirlerin nüfusunu arttırmaktadır. 


5. SONUÇ 

Kentler günümüzde üretim, ticaret ve ulaşım faaliyetlerinin yürütüldüğü 
merkezler haline gelmiştir. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu kentlerde 
yaşamakta, ülkelerin ve dünyanın geleceği modern kentlerde şekillenmektedir. 

Türkiye kentleşme ile 1950’li yıllardan sonra, kırsal alanlardan kentlere 
göçlerin başlaması ile tanışmış olup, kentleşme kısmen gelişmiş kısmen de 
gelişmekte olan ülkelerdekine benzer özellikler göstermektedir. 

Türkiye’de kentleşme, yaşama koşulları yönünden daha iyi imkânlar sağlama 
endişesinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Kentleşmenin demografik yönünün ağır bastığı Türkiye’de büyük kentlerin çoğu sağlıksız yapılaşma, konut, ulaşım, su, kanalizasyon, hava kirliliği, yeşil alanların azlığı, okul, eğitim ve kültürel imkânların yetersizliği gibi önemli sorunlar ile karşı karşıyadır. 

Bu durumun ana nedeni ise, kentleşme sürecinin gelişmiş ülkelerin 
aksine çok daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmesidir. 

Türkiye’de kentleşme politikaları, genel hatlarıyla “Beş Yıllık Kalkınma Planları”n da açıklanmakla birlikte, bu konuda esas rolü belediyelerin oynadığı görülmekte  dir. Beş Yıllık Kalkınma Planları incelendiğinde aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır. 

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında; ayrıntılı ve açık bir kentleşme politikasına 
yer verilmemiş olup, büyük kentlerin sınırsız büyümesi önlenmek istenerek, bölgeler arasında denge ilkesine ve özellikle de köylerin kalkınmasına büyük ağırlık vermiştir. Bu dönemde, nüfusun artması ve tarımda makineleşmeye geçilmesi gibi nedenlerle, kırsal alanlardan kentlere doğru yoğun göçlerin yaşanması ise kentleşme hızını arttırmıştır. 

İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında; kentleşmenin nasıl bir sanayileşme 
politikasına dayanarak gerçekleştirileceği açık olarak belirlenmediği için 
kentleşme konusundaki gelişmeler tutarlı olmamış, plan ile yıllık programların 
uygulanması esnasında aksaklıklar meydana gelmiştir. 

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında; kentlerin mekânsal düzenlenme 
ve yönetimine özel önem verilmiş, sosyal ekonomik ve kültürel bütünleşmeyi 
sağlayacak bir kentleşmenin gerçekleşmesi hedeflenmiştir. Kırsal alanlardan 
kentlere göç eden nüfusun, kurulacak organize sanayi bölgelerinde 
istihdam edilmesi, geri kalmış bölgelerin sorunlarının ise, yerel yönetimlerin 
güçlendirilerek çözülmesi amaçlanmıştır. 

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında; kentleşmeyi yavaşlatmak yerine, 
kentleri yaşanabilir yerler yapmak ve kent halkının ihtiyaçlarını karşılamak 
ilkeleri benimsenmiş, doğal ve tarihi çevrenin korunmasının önemine 
değinilerek, kentsel alanların yönetimiyle ilgili ilke ve politikalara ayrıntılı 
olarak yer verilmiştir. Kentleşme politikasının hedefleri ise, kentlerdeki arsa 
ve arazilerin kullanılırken kamu yararının göz önünde tutulması, kamu arsa 
ve arazilerin konut yapımı için yerel idarelere devredilmesi, ucuz ve sağlıklı 
konut yapımı için yasal düzenlemelerin yapılması, özellikle gelir seviyesi 
düşük halk kesimleri için toplu konutlar yapılması şeklinde belirlenmiştir. 

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planında; şehircilik hizmetlerinin görülmesinde 
ana kuruluşlar olarak belediyeler kabul edilmiş, büyük kentlerdeki yığılmanın caydırıcı tedbirlerle önlenmesi, kentler arasında uzmanlaşmanın sağlanması, tarım toprakları üzerindeki dağınık ve düzensiz yapılaşmanın önlenmesi, sanayi kuruluşlarının yerlerinin ülke sathına yayılması hedeflenerek, konut yapımı konusunda düzenlemelere gidilmiş, ancak planlanan hedeflere ulaşılması mümkün olmamıştır. 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planında; kentlerde kaliteli ve sağlıklı bir yaşam 
sağlamak amacından yola çıkılarak, orta büyüklükteki kentler ve kentler 
arası uzmanlaşma desteklenmiş, çevre ve çevreyle ilgili konulara önem 
verilerek, yerleşim alanlarında sağlıklı ve kaliteli bir çevrenin sağlanması 
esas alınmıştır. 

Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında; kentleşme konusunda ilkeler, hedefler, 
politikalar ve uygulanacak olan stratejiler detaylı bir şekilde açıklanmış, 
metropol ler ile ilgili olarak birçok tedbirin alınması planlanmış, ancak 
planın uygulanmasında daha önceki planlarda olduğu gibi çeşitli nedenlerle 
başarı gösterilememiş, önemli gelişmeler kaydedilememiştir. 

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında; kent ve kentlilik kültürünün 
oluşturulmasına dönük çalışmaların yapılması, uluslararası düzeyde ticari 
ve mali merkezlerin oluşturulması, karakteristik kültür dokuları ile turistik 
özelliklerin korunarak, orta büyüklükteki kentlerde sanayi bölgelerinin geliştirilmesi ve tekno kentlerin oluşturulması planlanmıştır. 

Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planında; kentleşmeye ilişkin konular 
değişik paragraflara serpiştirilerek, yoğun göç ve çarpık kentleşme sonucunda 
ortaya çıkan sosyo-kültürel uyum sorunlarını azaltacak önlemlerin alınacağı ifade edilmiştir. Planda net bir kentleşme politikası belirlenmemiş olduğu için, kentleşme konusunda sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. 

Sonuç olarak, Türkiye’de kentleşmenin dengeli ve düzenli olmayan hızlı 
nüfus artışı ve göçler sebebiyle yoğun bir baskı altında yaşandığı ve gelişmiş 
toplumlarda yaşanan kentleşmeden farklı şekilde gerçekleştiği görülmektedir. 
Türkiye’de Kalkınma Planları aracılığıyla planlanmaya çalışılan, ancak planların 
çeşitli nedenlerle uygulanamaması sonucunda dengesiz bir kentleşme süreci 
yaşanmaktadır. Yaşanan dengesiz kentleşme ise, nüfusun belirli bazı bölge 
ve büyük kentlerde aşırı yoğunlaşması sonucunu doğurmaktadır. 

Kaynakça 

Akkayan, T. (1979), Göç ve Değişme, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını. 

Akşit, B. (1998), “İçgöçlerin Nesnel ve Öznel Toplumsal Tarihi Üzerine 
Gözlemler: Köy Tarafından Bakış”, Türkiye’de İç Göç, Konferans, Bolu-
Gerede, 6-8 Haziran 1997, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal 
Tarih Vakfı, s. 31. 

Bal, H. (1999), Kent Sosyolojisi, Ankara: Turhan Kitabevi. 

Bal, H. (2003), Kentsel Yapı ve Kentlileşme Süreci. Isparta-Van Karşılaştırması, Isparta: Fakülte Kitabevi. 

Bilgili, A.E. (2007), “Şehir ve Kültür: İstanbul”, İstanbul Kültür Turizm, 
2006 Değerlendirmesi, İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü. 

Doğan, C. ve Arslan, Ü. (2004), “Kentleşmemiş Kent Ekonomileri: 
Türkiye Örneği”, Küreselleşme Kıskacında Kent ve Politika, Ed.Muharrem 
Güneş, Ankara: Detay Yayıncılık, s. 234-236. 

DPT, (1963), Kalkınma Planı (Birinci Beş Yıl) 1963-1967, Ankara: DPT Yayını 
DPT, (1968), İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1968-1972, Ankara: DPT Yayını. 
DPT, (1973), Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1973-1977, Ankara: DPT Yayını. 
DPT, (1979), Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1979-1983, Ankara: DPT Yayını. 
DPT, (1984), Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1979-1983, Ankara: DPT Yayın No: 1974. 
DPT, (1989), Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı 1990-1994, Ankara: DPT Yayın No: 2174. 
DPT, (1995), Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996-2000, Ankara: DPT Yayını. 
DPT, (2000), Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 2001-2005, Ankara: DPT Yayını. 
DPT, (2006), Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Ankara: DPT Yayını. 
DPT, (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007-2013, Yerleşme-Şehirleşme Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara: DPT Yayını. 

Ekin, N. (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyo-Ekonomik Etkileri”, Hızlı 
Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, 10-11 Ocak 1986, 
İstanbul: Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) Yayını, s.79. 

Ertürk, H. ve Sam, N. (2009), Kent Ekonomisi, Güncellenmiş 3. Baskı, 
Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım. 

Goodall, B. (1972), The Economics of Urban Areas, Oxford: Pengamon Press. 

Hatt, Paul K., and Reiss, Jr. Albert. J. (2002), “Kentsel Yerleşimlerin 
Tarihi”, 20. Yüzyıl Kenti, Çev. Bülent Duru, Ayten Alkan, Ankara: İmge 
Kitabevi. s.30. 

Harris, C. D. and Ullman E. L. (2002), “Kentin Doğası”, 20. Yüzyıl Kenti, 
Çeviren: Bülent Duru ve Ayten Alkan, Ankara: İmge Kitabevi, s. 55-56. 

Keleş, R. (2008), Kentleşme Politikası, Genişletilmiş, Güncelleştirilmiş 
10.Baskı, Ankara: İmge Kitabevi. 

Keleş, R. (1974), “Şehirleşmede Denge Sorunu”, Mimarlık Dergisi, Yıl:4, 
Sayı:37, İstanbul, s.53. 

Kepenek, Y. ve Yentürk, N. (2000, Türkiye Ekonomisi, 10.Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi. 

Kıray, Mübeccel B.(1999), Toplumsal Yapı, Toplumsal Değişme, İstanbul: 
Bağlam Yayınları. 

Kutlu, K. (1986), “Hızlı Şehirleşme ve Ulaşım Sorunu”, Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, 10-11 Ocak 1986, İstanbul: Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV), s.210. 

Mills, E. S. (1972), Studies in the Structure of Urban Economy, Baltimore: 
John Hopkins Press for Resources fort the Future. 

Murat, S. (2006), Dünden Bugüne, İstanbul’un Nüfus ve Demografi k Yapısı, 
İstanbul: ITO Yayın No: 2006-49. 

Mumford L. (1961), The City in History, Its Origins, Its Transformations, Its 
Prospect (Tarih Boyunca Kent: Kökenleri, Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği, 
Çeviren: Gürol Koca ve Tamer Tosun, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2007.) 

OECD. (2012), Trends in Urbanisation and Urban Policies in OECD 
Countries: What Lessons for China?, Paris-France. 

Özek, Ç. (1974), “Türkiye’de Şehirleşmenin Ana Nitelikleri ve Ceza Adaleti Yönünden Yol Açabileceği Sorunlar”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu (17-19 Aralık 1973), 

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji 
Enst. Yayını, İstanbul: Fakülteler Matbaası, s. 53-57. 

Özer, İ. (2004), Kentleşme Kentlileşme ve Kentsel Değişme, Bursa: Ekin Kitabevi. 

Richardson W. H. (1978), Urban Economics, Illionis: The Dryden Press, 

Serter, N. (1994), Türkiye’nin Sosyal Yapısı, İstanbul: Filiz Kitabevi. 

Sezal, İ. (1992), Şehirleşme, İstanbul: Ağaç Yayınları. 

Tüfekçi, S. (2002), Kırsal Kesimlerden Büyükşehirlere Göç ve Göçün 
Aile Yapısında Meydana Getirdiği Değişiklikler (İstanbul Örneği), 

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta: T.C. Süleyman Demirel 
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Tekeli, İ. (1997), “Türkiye’de İçgöç Sorunsalı Yeniden Tanımlanma 
Aşamasına Geldi”, Türkiye’de İç Göç, Konferans, Bolu-Gerede, 6-8 

Haziran 1997, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, s. 12-16-17. 

Tekeli, İ. (2008), Göç ve Ötesi, İlhan Tekeli Toplu Eserler-3, İstanbul: Tarih 
Vakfı Yurt Yayınları. 

Türkdoğan, O. (1988), Değişme, Kültür ve Sosyal Çözülme, İstanbul: Türk 
Dünyası Araştırmaları Vakfı. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982), Kanun Numarası: 2709, Kabul 
Tarihi: 18.10.1982, Yayımlandığı R.Gazete: Tarih: 9.11.1982 Sayı:17863 
(Mükerrer), Yayımlandığı Düstur: Tertip: 5 Cilt: 22. 

Vergin, N. (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyolojik ve Siyasal Sonuçları”, Hızlı 
Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, 10-11 Ocak 1986, İstanbul: Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) Yayını, s. 28-30. 

Yeter, E. (2009), Kentsel Gelişme ve Kültür Değerleri, İstanbul: Tarihi 
Kentler Birliği Yayını. 

Yıldırım, A. (2004), Kentleşme ve Kentleşme Sürecinde Göçün Suç Olgusu 
Üzerindeki Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: T.C. 
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 


MALTEPE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ EKONOMİK, TOPLUMSAL ve SİYASAL ANALİZ DERGİSİ 

• Maltepe Üniveristesi – İİBF Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal AnalizDergisi, Maltepe Üniversitesi’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir. 
• Dergimizde tüm sosyal bilim dallarında makaleler yayımlanmaktadır. 
• Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara uygun olarak hazırlanmalıdır. 
• Dergide yayımlanan makalelerde görüşler yazarlara ait olup, dergimizi bağlamaz. 
• Dergimizde yer alan makalelerden kaynak gösterilerek aktarma ve alıntı yapılabilir. 

***

Türkiye’de Kentleşme ve Kentleşme Politikaları, BÖLÜM 1

Türkiye’de Kentleşme ve  Kentleşme Politikaları, BÖLÜM 1


Ahmet Mithat KİZİROĞLU 
Maltepe Üniversitesi, MYO, Finans, Bankacılık ve Sigortacılık Bölümü 
ahmetkiziroglu@maltepe.edu.tr 

Özet 

Kentleşme, kent sayısı ve kentlerde yaşayan nüfusun arttıran, toplumda 
örgütlenme, iş bölümü, uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde 
değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir. Türkiye, yaşam koşulları 
yönünden imkân sağlama endişelerinin sonucu olarak ortaya çıkan kentleşme 
ile 1950’li yıllardan sonra tanışmıştır. Türkiye’de kentleşme politikasını 
belirleyen makam Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmakla birlikte, esas rolü 
belediyeler oynamaktadır. Türkiye’nin kentleşme politikaları Beş Yıllık 
Kalkınma Planlarıyla belirlenmekte, ancak bu planlar uygulanamadığı için, 
dengesiz bir kentleşme süreci yaşanmakta, nüfus belirli bazı bölge ve büyük 
kentlerde aşırı yoğunlaşmakta ve gelişmiş toplumlarda yaşanan kentleşmeden 
farklı bir şekilde gerçekleşmektedir. 

1. GİRİŞ 

Kentlerin nasıl ortaya çıktığı konusunda üzerinde anlaşılan ortak bir görüş 
bulunmamakla birlikte, insan topluluklarının nüfuslarının artmasıyla 
beraber bir araya gelerek yaşamaya başlamaları sonucunda meydana gelen 
birlikteliklerin ortak yaşam alanları oluşturduğu ve bu ortak yaşam alanlarının 
da tarihte bilinen ilk kentleri ortaya çıkardığı kabul edilmektedir. Farklı 
bilim dallarına mensup bilim adamları tarafından değişik biçimlerde tanımlanmasına karşın, kentlerin tarihin her dönemdeki ortak karakteri alanda(mekanda) yoğunlaşma ve birikme olmuştur (Richardson, 1978: 5-8). 

Günümüzden birkaç bin yıl önce Akdeniz-Ortadoğu havzasında toprağı 
ekip biçmeye başlayan insan göçebelikten ve ilkellikten kurtularak yerleşik 
düzene geçmiş, önceleri küçük gruplar halinde yaşayan insanlar zamanla 
büyük topluluklar haline gelerek kentleri kurmuş, zaman içinde değişen ve 
gelişen kentler de uygarlığın gelişmesini sağlamıştır. 

Kentler işbirliği ihtiyacının sonucunda doğmuş, kent dışında ortaya çıkan 
ve kenti meydana getiren katı, etkili ve acımasız genel kurallar, eski 
adetlerin yerini almış ve bu arada çalışma kavramı da diğer faaliyetlerden 
ayrılmıştır (Mumford, 1961: 41-47). 

Kentlerin ortaya çıkışındaki ana nedenin ekonomik olduğu görülmektedir. 
Kentlerin doğuşuyla birlikte, mesleki ayrışma ve uzmanlaşma ortaya çıkmış, karşılıklı yardımlaşan ailelerin oluşturduğu bir topluluk olan köyden farklı olarak ilk kentler, egemen bir azınlığın ihtiyaçlarını karşılamak için örgütlenmiş ve bir sınıfın yönettiği toplumlar olmuştur (Mumford, 1961: 54). 

Kent tanımı, değişik bilim dalları tarafından demografi k, işlevsel, ekonomik, 
toplumbilim ve yönetim ölçütlerine göre farklı şekillerde yapılmakta 
(Özer, 2004: 2-4). ve her kentin kendine özgü bir takım özellikleri olmasına 
karşın, işlev ve şekilleri bakımından kentlerin genel olarak birbirine benzediği 
görülmektedir (Harris and Ulmann, 2002: 55-56). 

sanayi devrimi ile birlikte yaşanan büyük değişim ve dönüşüme kaynak-
lık eden kentlerin tanımlanmasında, 16. yüzyıldan itibaren nüfusun ve etkinliklerin belirli bir alanda yoğunlaşmasını yansıtan fiziksel özellikler öne çıkmış (Goodall, 1972: 19-21) ve kentler dar anlamıyla, nüfus yoğunlukları 
diğerlerine göre çok daha fazla olan yerleşim yerleri olarak tanımlanmaya 
başlanmıştır (Mills, 1972: 2-4). 

Kentler toplumsal gelişme içinde bulunan, toplumun yerleşme, barınma, 
çalışma, dinlenme, eğlenme gibi ihtiyaçlarının karşılandığı, tarımsal uğraşılarda 
bulunanların az olduğu ve köylere göre nüfusu daha fazla olan yerleşme 
birimleridir. 

Ekonomik, sosyal ve kültürel her türlü etkinliğin gerçekleştirildiği yerleşim 
birimleri olan kentler günümüzde üretim, ticaret ve ulaşım faaliyetlerinin 
yürütüldüğü merkezler haline gelmiştir. 

Günümüzde dünya nüfusunun çoğunluğu kentlerde yaşamakta ve kentlerin 
nüfusu hızla artmaktadır. Ülkelere göre farklılık gösteren kentleşme 
trendinin ise son 20-30 yılda en büyük değerine ulaştığı görülmektedir 
(OECD, 2012; p-8). 

Ülkelerin ve dünyanın gelecek ve kaderinin belirlendiği modern kentler, 
yüksek derecede uzmanlaşmış veya çeşitlenmiş olup özellikle değişik hizmetleri 
sunmak üzere daha çok kendi nüfusları için üretim yapan mekânlar 
durumuna gelmiştir (Hatt and Reiss, 2002: 30). 

2. KENTLEŞME KAVRAMI 

2.1. Kentleşmenin Tanımı 

Belirli bir yerleşim bölgesinde nüfusun aşırı artması sonucunda ortaya 
çıkan kentleşme, sanayileşme ve modernleşme sürecinin bir sonucu olup, 
toplumsal yaşamda meydana gelen yapısal bir dönüşümü ifade etmektedir 
(Ertürk ve Sam, 2009: 11-13). Kentleşme dar anlamıyla; kent sayısının ve 
kentlerde yaşayan nüfusun artması, geniş anlamıyla ise; kentleri büyüten ve 
sayısını arttıran, toplumda örgütlenme, işbölümü, uzmanlaşma yaratan, insan 
davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus 
birikimi sürecidir (Keleş, 2008: 25-26). 

Kentleşmenin ana özelliği, dinamik bir süreç olması, demografi k değişimi 
içeren ekonomik özellikli bir olay olması, insan ilişki ve davranışlarında 
değişikliklere yol açması ve örgütlü bir yönetim sürecini içermesidir. Kentleşme, 
nüfusun tarım dışı alanlara, sanayi ve karmaşık iş örgütlerinin bulunduğu 
kentlere akması sonucunda ortaya çıkan (Bilgili, 2006: 34), neden ve 
sonuç olma özelliği bulunan iki yönlü sosyal bir olaydır. 

Sanayi devrimi, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kırsal alanlarda 
yaşayan insanların iş ve diğer imkânların daha fazla olduğu kentlere göç 
etmelerine, bu mekânlarda nüfusun doğal artış oranının üzerinde artmasına 
ve hızlı kentleşmeye neden olmuştur. (Kutlu, 1986: 210) Sanayi devrimi 
fabrikaların kurulmasını, yeni iş alanlarının ortaya çıkmasını sağladığı ve 
kentlerde ilave işgücüne olan ihtiyacı arttırdığı için, kırsal alanlarda tarımla 
uğraşan insanları kentlere yöneltmiştir (Türkdoğan, 1988: 104-105). 

Ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel boyutları bulunan kentlileşme sürecinin 
sonunda ise, kent kültürüne sahip olan kentli insan tipi ortaya çıkmıştır 
(Bal, 2003: 8-10). 20. yüzyılın en önemli ayırt edici özelliklerinden birisi 
olan ve her ülkeyi farklı şekilde etkileyen kentleşme süreci sonucunda, dünyanın her yerinde mega kentler ortaya çıkmasına karşın, düzenli bir kentleşme olgusundan bahsetmek ise pek mümkün olamamaktadır. 

2.2. Kentleşmeyi Etkileyen Faktörler 

Kentleşmeyi etkileyen faktörler, itici, çekici, iletici nedenler ve göç olgusu ile açıklanabilir. 

İtici Nedenler (Ekonomik Nedenler); insanların içinde yaşadıkları 
şartları dayanılmaz hale getiren veya rahatsız eden nedenlerdir. Bu nedenler 
genel olarak; kırsal alanlarda görülen zor yaşam şartları, topraksızlık, 
toprağın düşük verimi, tabii afet ve doğa olaylardan daha fazla etkilenme, 
gelir eksikliği, sınırlı iş, eğitim, sağlık imkanları, konut ve alt yapı (yol, su, 
elektrik vb.) eksiklikleri, yoksulluk, kıtlık ve terör olaylarıdır. İçinde bir zorunluluk durumunu bulunduran bu nedenler, ekonomik nedenler olarak da 
adlandırılmaktadır. 

Çekici Nedenler (Sosyo-Psikolojik Nedenler); itici nedenlerin karşıtı 
olan ve insanları kent hayatına çeken nedenlerdir. Bu nedenler; köy ile kent 
arasındaki yaşam şart ve standartlarının farklılığından kaynaklanmaktadır. 
Kentlerdeki iş imkânları, yüksek ücretler, yükselme imkânları, kentlerin 
sunduğu kolaylıklar (yol, su, elektrik, iletişim v.b.) eğitim, sağlık, konut ve 
kamu hizmetlerinin bol oluşu ve daha renkli bir sosyal yaşamdır. İnsanlar 
kentte elde edeceği gelirin daha fazla olma ihtimal ve umudu ile köyden 
kente göç etmekte, ortaya çıkan göç olgusu paralelinde kentleşme süreci yaşanmaktadır (Yıldırım, 2004: 21). 

İletici Nedenler (Siyasal ve Teknolojik Nedenler); insanların kentlere 
yönelmesine aracılık yaparak kentleşme sürecini hızlandıran nedenlerdir. 
Bu nedenler; sanayi devriminin getirdiği yenilikler, tarımda egemen olan 
şartlar, siyasi kararlar, yönetim yapısının özellikleri, hukuk kurumları, uluslararası ilişkiler, savaşlar, siyasi anlaşmazlıklar, gezme, yerleşme ve ticaret 
özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar, hukuki kurallar ile iletişim ve ulaşım 
imkânlarıdır (Keleş, 2008: 33-37). 

Göç Olgusu; göç coğrafi mekân değiştirme sürecinin sosyal, ekonomik, 
kültürel ve siyasi boyutlarıyla toplum yapısını değiştiren bir nüfus hareketi 
olup (Özer, 2004; 11-14) insanların gelecekte hayatlarının tamamı veya bir 
parçasını geçirmek üzere bir yerden başka bir yere yerleşmek kaydıyla yaptıkları coğrafi yer değiştirme hareketidir (Akkayan, 1979: 20). 

Göç, ülkelerin veya daha küçük insan toplulukların nüfusunun yaş, cinsiyet 
ve işgücü yapısını göç alan ve veren yerler açısından birbirine zıt şekilde 
değiştirmektedir. Genellikle kırsal alanların iticiliği, kentlerin çekiciliği 
paralelinde gerçekleşen kentleşme, göçlerin doğal bir sonucu olarak ortaya 
çıkmakta, kırsal alanlardan kentlere doğru gerçekleşen göç toplumsal kurumları, kültürel değerleri, benlik ve kimlik yapılarını da dönüştürmektedir (Akşit, 1998: 31). 

Göç, ekonomik imkânlara göre nüfusun coğrafi dağılımın ayarladığı için, 
toplumda denge kurulmasını sağlayan gerekli ve insanların yetenek ve uzmanlıklarından faydalanmayı mümkün kılan bir mekanizmadır (Murat, 2006: 350-51). Göç kişilerin yeni yerlere giderek yararlanabilecekleri fırsatların sayısını arttırırken, mesleki ve sosyal hareketlilik de sağlamaktadır (Tekeli, 1998: 12). 

Sağladığı yararlarının yanı sıra göç, uzun vadede bir yerdeki nüfusun 
aktif kısmının gitmesi ve gelişme hızının düşmesi sorununu da beraberin
de getirmektedir. Göç konusundaki diğer sorunlar ise nüfusun bağımlılık 
oranlarının artması, kırsal alanlarda yaş bileşiminin yükselmesi, üretimin 
veriminin düşmesi (Serter, 1994: 53) göç eden kişilerin yeni yaşam yerleri ve 
koşullarına uyum sağlamasıdır (Tekeli, 1998: 16-17). 

Göçün göç alan yerler bakımından en önemli etkisi, yerleşim alanları ile 
nüfusun büyümesi ve niteliğinin değişmesi, göç veren yerler açısından ise, 
toplumsal katmanın verimli tabakası olan emek potansiyelini alıp götürmesidir. 
Göçler daha çok gelişmekte olan ve hızlı kentleşen ülkelerde görülmekte, 
bu ülkelerde imkânların daha fazla olduğu kentlere doğru hızlı göç 
yaşanmaktadır. 

3. TÜRKİYE’NİN KENTLEŞMESİ 

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti  Devleti’nin ekonomik sistemini belirlemeye yönelik olarak İzmir’de yapılan Türkiye İktisat Kongresinde (1923) benimsenen bayındırlık yatırımlarının ve ulaşım imkânlarının arttırılması ilkeleri, Türkiye’de kentleşmeyi hızlandıran ilk etkenler olarak kabul edilebilir (Kepenek ve Yentürk, 2000: 34). 

Türkiye’nin kentleşme ile tanışması 1950’li yıllardan sonra kırsal alanlardan 
kentlere göçlerin başlaması ile olmuştur. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren, başta Ankara olmak üzere kentlerin düzenli gelişimine önem verilmiş, kentlerde yaşayanlara kamu yararının önceliği benimsetilmeye çalışılmış, 1937 tarihli “İdeal Cumhuriyet Köyü” projesi ile köylerin bile planlı olması için çeşitli düşünceler üretilmiştir ve birçok plan yapılmıştır. 

Çok partili döneme geçildikten sonra ise kamu hizmeti götürmek amacıyla, 
kırsal alanlara yönelik bayındırlık yatırımlarının yapılmaya başlanması 
kentleşmeyi tetiklemiştir. Bu dönemde kırsal kesimin içinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik koşullar ile toprak ve gelir dağılımındaki dengesizlikler 
köyden kopmaları hızlandırmıştır (Yeter, 2008: 245-246). 

Türkiye’de ekonomik, sosyal ve siyasi gelişme ile birlikte ilerleyen kentleşme, 
1950’li yıllardan sonra hızlanmış (Ekin, 1986: 79), kısmen gelişmiş, 
kısmen de gelişmekte olan ülkelerdekine benzemekle birlikte, Türkiye’ye 
özgü birçok sorunu da içinde barındıran bir kentleşme olmuştur. 


3.1. Türkiye’de Kentleşmeyi Etkileyen Faktörler 

Türkiye’de kentleşmeyi etkileyen nedenler üzerinde genel olarak bir görüş 
birliği bulunmamakla birlikte, kentleşmeyi etkileyen iç faktörler; demografik 
nedenler, tarımsal yapının değişmesi, dış faktörler ise; ekonomik, toplumsal, siyasi ve uluslararası nedenler şeklinde ifade edilebilir (Özer, 2004: 50). 

Bir grup düşünür Türkiye’deki kentleşmeyi itici, çekici ve iletici güçlerin 
etkisi altında oluşan, gelişen ve değişen bir nüfus hareketi olarak nitelendirmektedir. 

Aksi görüşü savunanlar ise, kırsal alanda yaşanan değişimlere, kentlere gelen grupların nerelerde yerleştiğine ve kurdukları yaşam biçimlerine bakılması gerektiğini ifade etmektedir (Tekeli, 2008: 50-53). 

Türkiye’de nüfusun kentlere akmasında kentlerin çekiciliğinden çok, kırsal 
alanlardaki olumsuz yaşam şartlarının (itici nedenler) belirleyici olduğu 
görülmektedir (Bal, 1999: 52). Türkiye’de kentleşme, kırsal alanlardaki ekonomik durumun bozulması ve kentli nüfusun 1950’li yıllardan itibaren hızlı 
bir şeklide artması sonucunda gerçekleşmiştir. Tarımın makineleşmesi köylerden belirli büyük kentlere doğru iç göçü başlatmış, nüfusun bu kentlere 
yönelmesi aşırı ve dengesiz bir kentleşmeye neden olmuştur (Vergin, 1986: 
28-30). Tarım arazilerin parçalanarak verimsizleşmesi, makineleşmenin 
önemli oranda iş gücünü açığa çıkarması, işsizlik, kişi başına düşen gelirin 
düşüklüğü, eğitim, sağlık ve alt yapı eksiklikleri, terörün yarattığı güvensiz 
ortam gibi nedenler de kırsal alanlardan kente göçü zorlamış ve hızlandırmıştır. 


Sanayi kuruluşları bulundukları kentlerde iş imkânı ve emeğe olan talebi 
arttırdığı için, nüfus kırsal alanlardan kentlere doğru akmış, sanayileşmeye 
dayanmayan hızlı kentleşme ise köylerdeki gizli işsizliği kentlere taşımıştır 
(Keleş, 2008: 74-78). Türkiye’de ekonomik kaynak ve uzun vadeli nüfus 
projeksiyonlarına dayanan kentleşme politikaları ve planları bulunmasına 
rağmen uygulanamamış ve kentlerin sanayileşme hızı, tarımın modernleşme 
hızından daha yavaş olduğu için, genel olarak sahte kentleşme gerçekleşmiştir 
(Kıray, 1999: 131-134). 


3.2. Türkiye’de Kentleşmenin Özellikleri 

Kentleşmenin özellikleri belirlenirken kentleşme düzeyi, nitelikleri ve hızı 
gibi bazı ölçütler kullanılmaktadır (Özer, 2004: 61-67). Türkiye’de toplumu 
kentleşmeye iten ana unsur tarımın yapısındaki değişimdir. Kırsal nüfusun 
kentlere doğru hızla akması şeklindeki kentleşme süreci kent ekonomilerinde 
birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların en önemlisi, kırsal 
alanlar ile kentler arasında nüfus ve gelir açısından eşitsizliktir. Nüfusun 
bazı büyük kentlerde yoğunlaşması ise bu kentlerde yoksulluğu arttırmıştır 
(Doğan ve Arslan, 2004: 234-236). Türkiye’de kentleşme dengesiz, ekonomik 
kalkınma ürünü olmayan ve sorun yaratan bir kentleşme olup, işlevsel 
değişim yaratmayan, çevreyi kalkınma sürecine sokamayan, toplumsal ve 
kültürel değişim yaratmayan bir kentleşme olarak yaşanmaktadır (Keleş, 
1974: 53). 

Türkiye’de kentleşme, yaşam koşulları yönünden imkân sağlama endişesinin 
sonucu ortaya çıkan bir olgudur. Kırsal alanların iticiliğinin kentleşmede 
baskın etken oluşu, kentleşmenin ekonomide meydana gelen gelişme 
sonucunda olmadığını göstermektedir. Türkiye’de kentleşmenin demografik 
yönü ağır basmakta ve kırsal alanlar ile kentler ekonomik olarak da bütünleşmemekte dirler. 

Sanayide çalışan işgücünde önemli bir artış olmadığı, kentlerdeki iş olanaklarını 
aşan hızda nüfus büyümesi söz konusu olduğu için, Türkiye’deki kentleşme sanayileşmemiş ülkelerdeki kentleşmeye benzemektedir. Düzensiz ve ekonomik büyümeyle paralel olmayan kentleşme, kamu hizmetlerinin ve yatırımların yetersiz kalmasına, kentlerde örgütlenme yokluğuna, açık işsizliğe ve barınma sorunlarına neden olmaktadır (Özek, 1974: 53-57). 

Büyük kentlerimizin çoğu sağlıksız yapılaşma, konut, ulaşım, içme suyu, 
kanalizasyon, hava kirliliği, yeşil alanların azlığı, okul, eğitim ve kültürel 
imkânların yetersizliği gibi birçok önemli sorunla karşı karşıya bulunmakta-
dır (Özer, 2004: 67-82). Türkiye’de kentleşme hareketinin en önemli özelliği, 
ekonomik gelişme ve kalkınma hızının, kentleşme hızından daha düşük olması, 
köylerden kentlere göç edenler içinde açık ve gizli işsizler ile kayıt dışı 
sektörlerde çalışanların sayısının çok fazla olmasıdır (Sezal, 1992: 78). 

Türkiye, gelişmiş ülkelerde 100-150 yıl gibi bir zaman diliminde yaşanan 
kentleşme sürecini, birkaç on yıl gibi kısa bir sürede yaşamaya çalıştığı için 
birçok sorunla karşılaşmaktadır (Tekeli, 2008: 49). Türkiye’deki kentleşme 
hareketi genel olarak demografik bir kentleşme olup (Keleş, 2008: 61-64), 
hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. 

4. TÜRKİYE’DE KENTLEŞME POLİTİKALARI 

Kentleşme politikası, devletlerin ve onları yöneten hükümetlerin kentleşmeyi 
düzenli ve dengeli bir şekilde ülke sathına yaymayı amaçlayan, ülke  toprakları nın verimli ve sağlıklı bir biçimde düzenlenmesini hedefleyen merkezi politikaları olarak tanımlanabilir. Kalkınmaya çalışan ülkeler için önemli olan kentleşme politikası, nüfus, eğitim, sanayi, ulaştırma ve bayındırlık politikaları ile yakın ilişki içinde olup, bu politikalarla birlikte insanların yaşamlarını biçimlendirerek sağlıklı ve uygar yerleşim yerlerine sahip olmalarını sağlamaktadır. 

Bir ülkenin nüfus artış hızı ile iç ve dış göçleri yönlendiren, sanayi ve ticaret 
merkezlerinin şehir ve bölgelere gerçekçi bir şekilde dağılımını sağlamada 
önemli rolü bulunan kentleşme politikası ile bir yandan nüfusun baskısı 
azaltılırken, diğer yandan nüfus dinamik bir güç olarak kontrol edilmektedir. 
Başarılı bir kentleşme politikası ile eğitim, iş, sanayi, kültür, resmi/özel 
tesis ve konutlar arasında belli bir uyum sağlandığı için, zaman ve enerji 
tasarrufu sağlanarak ülke toprak ve kaynaklarının daha verimli şekilde kullanılması da mümkün olabilmektedir. 

Türkiye’de kentleşme politikasını belirleyen makam günümüzde Çevre 
ve Şehircilik Bakanlığı (önceleri Bayındırlık ve İskân Bakanlığı) olmasına 
karşın, esas rolü imar planlarının uygulanması, yeni alanların imara açılmasını 
ve düzenlenmesi görevlerini yürüten belediyeler oynamakta, kentler 
çoğunlukla belediyelerin tasarrufunda şekillenmektedir. Türkiye’de kent 
planlaması ve kentleşme konusundaki yasal düzenlemeler incelendiğinde; 

1923–1928 yılları arasında kent planlaması konusunda yasal herhangi bir 
düzenlemenin yapılmadığı ve imar planlarının bulunmadığı, 

1930 yılında çıkarılan “1930 Sayılı Belediyeler Kanunu” ile bu eksikliğin 
giderildiği ve imar planlarının zorunlu hale getirilerek, yapı işlemlerinde bu 
planlara uyulmasının şart koşulduğu, 

1933 yılında “Belediye Yapı Yolları Kanunu”, 1956 yılında “6785 Sayılı 
İmar Kanunu”’nun yürürlüğe girmesi ile beraber imar konusundaki diğer 
yasal düzenlemelerin oluşturulduğu, 

Son olarak da “3194 sayılı İmar Kanunu” ile düzenleme yapılarak yapı 
mevzuatının daha katı hükümlere bağlandığı görülmektedir. 

İmar planları ile insan, aile ve toplum hayatını ilgilendiren, fi ziki çevrenin 
düzenlenmesinin yanı sıra, yapılan ve yapılacak olan yatırımların verimini 
artırmak, toprağı korumak ve toprağın rasyonel olarak dağılımını sağlamak 
gibi amaçlara ulaşılması da sağlanmaktadır. 

Kentleşme politikası açısından 1982 Anayasası’ndaki yasal düzenlemelere 
bakıldığında; 

Herkesin yerleşme ve seyahat hürriyetine sahip olduğu, yerleşme hürriyetinin; 
suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak amaçlarıyla, seyahat hürriyetinin ise suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek amaçlarıyla sınırlandırılabileceği (T.C Anayasası Madde 23), 

Herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesinin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu ( T.C. Anayasası Madde 56), 

Devletin şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama 
çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alacağı, ayrıca toplu 
konut teşebbüslerini destekleyeceğinin (T.C. Anayasası Madde 57) belirtildiği 
görülmektedir. 

Bu hükümler; sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, herkesin 
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamasını sağlamak, çevrenin geliştirilmesi, 
çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesi ile şehirlerin özelliklerini gözeten 
bir planlamanın yapılmasını zorunlu kılmaktadır. 

Bu bağlamda Türkiye’de kentleşme politikaları “Beş Yıllık Kalkınma 
Planları” ile “İmar Planları” yapılmakta, “Tüzükler”, “Yönetmelikler” ve 
idare tarafından “İmar Kararları” çıkarılmak suretiyle uygulanmaktadır. 
Türkiye’nin “Kentleşme Politikaları” genel hatlarıyla “Beş Yıllık Kalkınma 
Planları”nda açıklanmaktadır. Bahse konu planlarda kentleşme konusunda 
belirtilen hususlar aşağıdadır. 

4.1. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967) 

Planda; nüfusun artması ve şehirlere akmasının, sanayileşmeyi zorunlu 
kıldığı üzerinde durularak, nüfus artış hızının yüksekliğinin tarımdaki nüfus 
çokluğu sorununu giderek büyüttüğü ifade edilmiş (DPT, 1963: 65-73), 
nüfusun şehirlere akmasına engel olmak amacıyla, tarım bölgelerinde tarımla 
ilgili olmayan alanlarda iş yaratmanın gerekli olduğu belirtilmiştir (DPT, 1963: 101-105). 

Planda, nüfusun ve ekonomik çalışmaların aşırı yoğunlaştığı yerler “Büyük 
Şehir Bölgeleri (Metropoliten Bölge)” olarak tanımlanarak bu bölgelerde 
birçok sosyal, ekonomik ve fi ziki sorunların bulunduğuna işaret edilmiştir. 
Bu sorunların çözülmesi için bu bölgelerin çevrelerinde yeni çekim ve büyüme 
merkezleri ile sanayi yaratmak suretiyle, nüfusun ve ekonomik çalışmaların 
daha dengeli bir şekilde dağılımını sağlayacak araçların araştırılması 
planlanmıştır (DPT, 1963: 471-474). 

Plan ile en uygun kent büyüklüğü kuralın benimsenerek, büyük kentlerin 
büyümelerinin sundukları iş imkânlarıyla orantılı olması önerilmiş, bölgeler 
arası denge ilkesine ağırlık verilerek yatırımların yapılmasında bu ilkenin 
göz önüne alınması gerektiğine dikkat çekilmiş, ancak ayrıntılı ve açık bir 
kentleşme politikasına yer verilmemiştir (Keleş, 2008: 81). 

Plan, bölgelerarası gelişmişlik farklarının giderilmesinin yanı sıra köy 
kalkınmasına da ağırlık vermiş, dağınık ve küçük ölçekli köy yerleşme yapısını 
göz önünde bulunduran bir yerleştirme politikasına dayalı, toplum kalkınması 
kavramını geliştirmiştir (DPT, 2007: 4). Planda hem nüfusun, hem 
de ekonomik etkinliklerin daha dengeli ve düzenli bir şekilde dağıtılmasının 
düşünüldüğü görülmektedir. 

4.2. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972) 

Birinci Beş Yıllık Plana göre kentleşme politikası daha açık olarak saptanan 
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında kentleşme, ekonomik ve toplumsal 
gelişmenin, özellikle de sanayileşmenin bir sonucu olarak desteklenmesi gereken bir olgu olarak ele alınmış ve kentleşmeden ekonomiyi iten bir güç 
olarak yararlanılacağı belirtilmiştir (Keleş, 2008: 81-83). 

Planda “Bölgesel Gelişme, Şehirleşme ve Yerleşme” sorunu konularında 
temel ilkeler belirlenmiş ve alınacak ekonomik ve sosyal kararların dengeli 
gelişme ve şehirleşmeyi gerçekleştirici yönde olacağı ifade edilmiştir (DPT, 1968: 263-64). 

Plan’da ana hedefler olarak, sanayileşme, şehirleşme ve tarımda modernleşme 
kabul edilmiş ve şehirleşme konusunda bugün de geçerliğini koruyan 
ilkelere yer verilmiştir. Planda konut ve konut sektörünün sorunları üzerinde 
önemle durulmuş, gecekondu sorunu çözüm önerilerine yer verilmiş 
(DPT 2007: 4-6) ancak, kentleşmenin nasıl bir sanayileşme politikasına dayandırılacağı açık olarak belirlenmediği için büyük kentlerde yatırım yapılamamış, işsizlik ve eksik çalıştırma koşullarına boyun eğilerek, yurtdışına 
işçi gönderilmesi cankurtaran simidi gibi görülmüştür (Keleş, 2008: 81-83). 

İkinci Beş Yıllık Plan döneminde, şehirleşme konusundaki gelişmeler tutarlı 
olmamış, plan ile yıllık programların uygulanması arasında büyük aksamalar 
olmuş, birbirine uyumlu olmayan şehir planları ile kalkınma planları 
tutarlı bir şekilde uygulanamamıştır. 

4.3. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977) 

Planda, hızla artan nüfusu tarım sektöründe tutma imkânının kalmadığı, 
yüzyılın sonunda Türkiye’nin nüfusunun 70 milyona, şehirlerde yaşayan 
nüfusun ise 55 milyona ulaşacağı ve bu nüfusun şehirlerde sanayi ve hizmet 
sektörlerinde istihdam edilebileceği öngörülmüştür (DPT, 1973: IV). 

Doğu Marmara bölgesinin ve özellikle İstanbul metropolünün büyük nüfus 
çekim merkezi haline geldiği, Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu 
bölgelerinin başlıca göç veren bölgeler olduğu, hızlanan iç göçün doğal kaynaklarla nüfusun yerleşimi arasındaki dengeyi bozduğu belirtilmiştir. 

Türkiye’de 1950 yılından sonra hızlanan demografik şehirleşmenin (Demografik 
Şehirleşme: Şehirlerde ekonomik ve sosyal faaliyetlerin emme kapasitesinden 
fazla nüfusun yaşaması durumunu ifade etmektedir. ) bu dönemde de sürdüğü, 500 binden çok nüfuslu üç şehirde yaşayanların toplam şehirli nüfusun % 31’ine ulaştığı ve hızlı şehirleşmenin, alt yapı ihtiyacını arttırırken, arsa spekülasyonu sonucunda arazi değerlerini de hızlı bir şekilde yükselttiği ifade edilmiştir (DPT, 1973: 92-95). Planda; 

• Kentleşmenin nüfus yığılması biçiminde ve üç büyük kente yönelik olarak ortaya çıktığı, 
• Demografik kentleşme süreci ile sanayinin belirli noktalarda yoğunlaşmasının, uzun dönemde ekonomik kalkınma açısından sorunlar 
doğurduğu, 
• Ekonomik gelişme ve sanayileşmeyle uyumsuz ve aşırı nüfus yığılması biçiminde ortaya çıkan kentleşmenin, büyük alt yapı ihtiyaçları doğurduğu ve sınırlı kaynaklarının üretken olmayan bu alanlara kaydırılmasına yol açtığı ifade edilerek (DPT, 1973: 112-113), şehirleşme konusundaki belirlenen ilkeler ve alınacak tedbirler açıklanmıştır (DPT, 1973: 854-856). 

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı kentlerin mekânsal düzenlenmesi ve 
yönetimine özel önem vermiş olup (DPT, 2007: 6), nüfusun büyük kentlere 
akmasından çok, sosyal ekonomik ve kültürel bütünleşmeyi sağlayacak bir 
kentleşmenin yaşanmasını hedeflemiştir. Planda, kırsal alanlar ile kentler 
arasında karşılıklı ve kademeli bir ilişkinin sağlanması, kırsal alanlardan 
kentlere göç eden nüfusun, kurulacak organize sanayi bölgelerinde istihdam 
edilerek kontrol edilmesi amaçlanmıştır. 

4.4. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1978-1983) 

İki kısım olarak düzenlenen Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında 
Üçüncü Plan Döneminde kentleşme politikalarının yönlendirilmesinde yetersiz 
kalındığı belirtilmiştir (DPT, 2007: 77). 

Planda kentleşmeye ilişkin hedef ve politikalar belirlenmiş (DPT, 1979: 254) 
ve temel politikanın kentleri yaşanabilir kılmak, kent halkının asgari 
ihtiyaçlarını karşılamak, yerleşme merkezlerinin düzenlenmesinde doğal ve 
tarihi çevrenin korunması olduğu açıklanmıştır (DPT, 1979: 294-295). 
Planda kentleşmenin ekonomik amacının; tarımsal gelişme, hızlı sanayileşmeyi 
ve sağlıklı bir kentleşmeyi tüm yurda yaymak, toplumsal amaçlarının 
ise; kişiler, toplum kesimleri ve bölgeler arasında gelir dağılımını iyileştirmek, 
köylü kentli ayırımını gidermek olduğu ifade edilmiştir (DPT, 1979: 
653-657). Kentleşme konusundaki amaçlara ulaşabilmek için, kooperatifleşme, 
makineleşme, girişimcilik, sanayi yatırımları, teknolojik alt yapı, planlı 
konut yapımı ve köykentlerin araç olarak kullanılacağı belirtilmiş, çevre 
sağlığına dikkat edileceği açıklanmıştır (DPT, 1979: 663-669). Planda, ana-
kentlerin ülke kalkınmasındaki rollerini artırarak sürdürmeleri, kentleşmeyi 
yavaşlatmak yerine kentleri yaşanabilir yapmak ve kent halkının ihtiyaçlarını 
karşılama ilkeleri benimsemiştir (Keleş, 2008: 84). 

Metropoliten alanlarda kendilerine özgü yerel yönetim birimlerinin kurulacağı 
ifade edilerek, kentsel alanların sorunlarının mevcut mali olanakları 
ve öz kaynaklarla çözüleceği belirtilmiştir (DPT, 2007: 6-7). 

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, kentleşme hedefleri genel olarak; 
kentlerdeki arsa ve arazilerin kullanılırken kamu yararının göz önünde 
tutularak, ucuz ve sağlıklı konut yapımı için yasal düzenlemelerin yapılması 
ve gelir düzeyi düşük halk kesimleri için toplu konutlar yapılması planlan-
mıştır. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

2 Eylül 2016 Cuma

Hegemonyanın Harcı: AKP Döneminde İnşaata Dayalı Birikim Rejimi BÖLÜM 2



Hegemonyanın Harcı: AKP Döneminde İnşaata Dayalı Birikim Rejimi  BÖLÜM 2



HAZIRLAYAN,
Melih Yeşilbağ 



2. AKP Döneminde İnşaat ve Gayrimenkul Sektörleri.,


Türkiye’deki inşaat patlaması son yıllarda çıplak gözle görülebilecek düzeylere ulaşmıştır. Orta ve üstü büyüklükteki herhangi bir şehrin ufuk çizgisini kaplayan vinç sayısı ve gözlemlenebilecek olan “sürekli şantiye” hali, söz konusu olguyu gözler önüne sermektedir. 
Yaşanmakta olan inşaat patlaması gerek akademik gerekse akademi dışı literatürde yoğun bir ilgi nesnesi haline gelmiştir.8 
Makalenin bu bölümünde, söz konusu meselenin boyutlarını anlamak için konuyla ilgili bazı verileri ortaya koyacağız.İnşaat sektörünün Türkiye ekonomisinde giderek artan önemini ortaya koyan en net gösterge sektörün büyüme hızıdır. 
Grafik 1’de görülebileceği gibi 2002-2014 yılları arasında GSYİH yıllık ortalama %4,9 hızında büyürken inşaat sektörü için bu oran %6,5 olarak gerçekleşmiştir. Durgunluk ve kriz yılları olan 2008 ve 2009 yılları dışarıda bırakıldığında ise bu oranlar sırasıyla %6,2 ve %9,9 olmakta ve aradaki fark daha da belirgin hale gelmektedir. Bu iki yılda GSYİH ortalama %4,2’lik bir küçülme yaşarken inşaat sektörü çok daha sert bir düşüş yaşamış ve ortalama %12,1 oranında küçülmüştür. Bu veriler sektörün ekonomide artan önemini ortaya koyduğu 
kadar kriz durumunda belirginleşen kırılganlığını ve dolayısıyla riskli yapısını da gözler önüne sermektedir. İnşaat sektörünün istihdam edilen işgücü içerisindeki payı da benzer bir örüntü sergilemektedir. Grafik 2’de görüleceği üzere, inşaatın istihdamdaki payı 2005 yılında %5,6 iken 2014’te %7,4’e yükselmiştir. Bu dönemde toplam istihdam 19,6 milyondan 26 milyona çıkarak %32 oranında artarken inşaat sektöründeki istihdam 1,1 milyondan 1,9 milyona çıkarak %72 oranında büyümüştür (TÜİK).


Grafik 1. GSYİH ve İnşaat Sektörünün % Büyüme Hızları Kaynak: TÜİK

Grafik 2. İnşaat Sektörünün İstihdam İçerisindeki % Payı Kaynak: TÜİK


AKP döneminde inşaat sektöründeki büyümenin kritik bir karakteristiği borca dayalı olmasıdır. Söz konusu büyüme yukarıda yapılan finansallaşma tartışmasıyla uyumlu bir şekilde gayrimenkul ve finans sektörleri arasındaki ilişkilerin güçlendiği bir ortamda mümkün olabilmiştir. Bu dönemde borçluluk ve borç miktarındaki artış hem konut sahibi olmak isteyen hane halkları için hem de sektörde iş yapan özel şirket firmaları için belirgin eğilimler olmuştur.

Grafik 3’te görüldüğü gibi, inşaat ve gayrimenkul sektörlerinin dış borcu 2002 yılında 1,47 milyar dolardan 2014 yılında 12,10 milyar dolara, bu borcun toplam özel sektör borcu içerisindeki payı %5’ten %7,2’ye yükselmiştir. Konut kredisi istatistikleri de benzer bir eğilim arz etmektedir. Grafik 4’te görüleceği üzere, 2002 yılında 3,32 milyon TL’lik konut kredisi kullandırılırken 2014 yılında gelindiğinde bu miktar on kattan fazla artarak 36,52 milyon TL’ye ulaşmıştır. Bu dönemde konut kredilerinin toplam tüketici kredileri içerisindeki oranı da 
%7,8’den %24,2’ye yükselmiştir.9 Bu veriler hem inşaat ve gayrimenkul sektörlerindeki çarpıcı büyümeyi hem de büyümenin yarattığı muazzam borçlanmayı gözler önüne sermektedir.

Grafik 3. İnşaat ve Gayrimenkul Sektörlerinin Uzun Vadeli Dış Borcu Kaynak: TCMB

Sektörlerin Toplam Uzun  Vadeli Dış Borcu (Milyon $)
 Grafik 4. Konut Kredisi İstatistikleri
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği


İnşaat sektöründeki bu ivme AKP döneminde gerçekleştirilen bir dizi stratejik hamle sayesinde sağlanabilmiştir. Bu stratejinin merkezinde  şüphesiz TOKİ bulunmaktadır. 1984 yılında küçük ölçekli müteahhitlere ve ev sahibi olmak isteyen vatandaşlara kredi sağlama amacıyla  kurulan TOKİ, 2002-2008 döneminde mevzuatında yapılan 14 ayrı yasal değişiklikle, imar izni verme, devlet arazisini özelleştirme, belirli bölgeleri kentsel dönüşüm sahası ilan etme ve dönüşüm projelerini yürütme gibi olağanüstü yetkilerle donatılmış devasa bütçeli ve dokunulmaz bir devlet aygıtı haline getirilmiştir (Balaban, 2011: 24).

Her ne kadar sektörün bir anlamda amiral gemisi TOKİ olsa da, AKP iktidarlarının müdahaleleri TOKİ’yle sınırlı kalmamıştır. 
Bu dönemde yapılan bir dizi yasal değişiklik, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na daha önce sahip olmadıkları yetkiler sağlayarak öncesinde planlama ve yapılı çevre üretiminde iktidarın inisiyatifinin önünde  hukuki engeller yaratan yasal çerçevenin üstesinden gelinmesini sağlamış, bir anlamda iktidar söz konusu alanlara dair yetkileri merkezileştirmiştir (Penbecioğlu, 2011: 67-68). Benzer şekilde büyük şehir belediyelerine herhangi bir alanı “ Kentsel Dönüşüm ” alanı ilan etme ve böylelikle kentsel alana dair mevcut yasal kısıtları bir tür “olağanüstü hal rejimi”yle baypas etme hakkı veren 2010 tarihli yasal değişiklik de inşaat ve gayrimenkul sektörlerine muazzam ölçekli bir teşvik işlevi görmüştür (Penbecioğlu, 2011: 68).10


İktidarın inşaat sektörüne stratejik yoğunlaşmasını gözler önüne seren bir diğer gösterge de yapı ruhsat izinleridir. 
Grafik 5’te görülebileceği gibi yapı ruhsatı verilen toplam alan 2002 yılında 36 milyon m2 iken 2014 yılında %500’den fazla yükselerek 219 milyon m2 ’ye çıkmıştır. Bu dönemde verilen yılda ortalama 120 milyon m2 ’lik izin AKP öncesi 13 yılın 72 milyon m2 ’lik ortalamasına göre %66 oranında artmıştır. Benzer şekilde 2006 yılında geçen ve bankalara satılan konutun ipoteği yoluyla uzun dönemli  düşük faizli konut kredisi verme hakkı tanıyan ipotekli konut kredisi (mortgage) yasası da inşaat sektörünü güçlendirmeye yönelik bir tasarruf olarak nitelendirilebilir.

Grafik 5. Yapı Ruhsat İzin İstatistikleri ( milyon m2 )

Kaynak: TÜİK


Geçmişte küçük ölçekli ve yerel müteahhitlerin hakim olduğu inşaat sektörü günümüzde arkasında büyük sermaye grupları bulunan gayrimenkul yatırım ortaklığı (GYO) adlı büyük oyuncuların egemenliğindedir. Hukuki çerçevesi ilk olarak 1995’te tanımlanan GYO’lar bir sermaye piyasası enstrümanı olarak yatırımcılardan toplanan fonların büyük ölçekli inşaat ve gayrimenkul projelerin finansmanında kullanılmasına olanak tanır. 2004 yılında yapılan mevzuat değişikliğiyle GYO’lara Kurumlar Vergisi’nden muafiyet getirilmiş, yatırım alanları genişletilmiştir. Yine 2011’de GYO’ların zorunlu halka arz oranının %49’dan %25’e indirilmesini de içeren yasal değişiklik GYO’ların kuruluşlarını kolaylaştırmış ve kârlılıklarını arttırmıştır (Doğuş GYO). Bu değişiklikler sayesinde GYO’ların hem sayısı hem de toplam piyasa değerleri muazzam bir sıçrama yaşamıştır. 2010 yılı sonunda piyasa değeri toplamda 11 milyar TL olan 21 GYO bulunurken 2015 Nisan ayı itibarıyla ortaklık sayısı 31’e, toplam piyasa değeri ise 23 milyar TL’ye yükselmiştir (SPK, 2015).

Bunların yanı sıra, AKP döneminde inşaat sektörünün gelişiminde kamusal yatırımların itici gücü büyük rol oynamıştır. Gerek AKP iktidarının başından beri duble yol vb. altyapı çalışmaları, gerek 2008’den sonra hız kazanan kentsel dönüşüm süreçleri gerekse özellikle 2011 seçimlerinde önemli bir propaganda aracı da hale gelen “mega/çılgın” projeler inşaata dayalı stratejik tercihin en belirgin örnekleridir. 

Aralarında İstanbul’a üçüncü köprü, üçüncü havalimanı ve Kanalistanbul’un da bulunduğu kamu-özel ortaklığına dayanan “ Mega ” projelerin toplam maliyeti bir hesaplamaya göre 138 milyar dolardan fazladır (Halkbank, 2015). AKP döneminde inşaat sektörünün kazandığı öneme dair tüm göstergeleri gölgede bırakabilecek, belki de en çarpıcı veri şudur: 2013 yılında alınan tüm kabine kararlarının %60’ı imarizinleriyle ilgilidir (Gürkaynak ve Böke, 2013: 69). Tüm bunlar AKP döneminde inşaat ve gayrimenkul sektörlerinin sistematik bir tercih ve strateji dahilinde ülke ekonomisinin merkezine yerleştiğini göstermektedir.

3. İnşaat Tercihinin Ardındaki Motivasyonlar.,

Bu noktada şöyle bir soru gündeme gelmektedir. AKP hükümetlerinin inşaat ve gayrimenkul sektörlerine odaklanmayı stratejik bir yönelim olarak seçmesinin ardındaki motivasyonlar neler olabilir? Bu sorunun birkaç cevabı olduğunu söylemek mümkündür. Öncelikle, inşaat ve gayrimenkulün odağa yerleşmesi Harvey’nin yukarıda tartıştığımız teorik çerçevesiyle uyum arz etmektedir. Bir başka deyişle, AKP döneminde belirginleşen inşaat yönelimi, neoliberal dönemde tüm dünyada gözlemlenen finansallaşma, bu finansallaşma yoluyla canlandırılan tüketim, kentsel mekânın metalaşması ve kentleşme yoluyla birikim gibi süreçlerin izinden gitmektedir. 

Bu anlamıyla, söz konusu strateji, AKP iktidarlarının şapkadan çıkardıkları bir tavşan ya da icat ettikleri bir yenilik olmaktan çok, Türkiye’nin 24 Ocak Kararları’yla yolu örülen neoliberalizasyon sürecinin doğal denilebilecek bir uzantısıdır. Nitekim, Özaliktidarı sırasında da inşaat sektörünün göreli öneminin yükseldiği benzer özelliklerde bir evre yaşanmıştır (Penbecioğlu, 2011: 64).

Öte yandan, söz konusu küresel eğilimler ve bu ölçeğe dair teorik çerçeveler inşaat stratejisinin neden AKP iktidarıyla birlikte belirginleştiğini açıklamakta yetersiz kalırlar. Burada, inşaat sektörünün AKP’nin iktidara geldiği 2001 krizi sonrası dönemin acil ihtiyaçlarına cevap verecek özellikler barındırmasının büyük etkisi bulunmaktadır. Bu bağlamda, ilk olarak, inşaat sektörünün ekonomideki 
“ Lokomotif ” rolünden söz etmek gerekmektedir. İnşaat sektörünün birçok farklı sektör ve alt-sektörde üretimi ve tüketimi tetikleyerek büyüme sağladığı kabul edilmektedir. Bunun nedeni sektörün hem başka sektörlerdeki ürün ve hizmetleri (demir, beton, tasarım) girdi olarak kullanması hem de sektörün çıktısı olan konutların başka sektörler için ( Mobilya, beyaz eşya, otomobil ) canlandırıcı etkide bulunmasıdır. İnşaat sektörü, teknik tabirle başka sektörlerle kurduğu bu “geri ve ileri bağlantılar” sayesinde hızlı bir büyüme motoru işlevi 
kazanabilmektedir (Balaban, 2011: 19-20). Bunun yanı sıra, inşaat sektörünün iktisatçıların “zenginlik etkisi” olarak adlandırdığı mekanizma sayesinde büyümeye ve tüketime dolaylı bir etkisi olduğundan söz etmek mümkündür. Buna göre, konut fiyatlarının artma eğiliminde olduğu durumlarda, sektörün çıktısı olan konut sahipliği hane halklarına eskisinden daha zengin oldukları hissiyatı vererek daha  fazla tüketimi teşvik etmektedir (Mera ve Renaud, 2000: 15). Tüm bunlarla birlikte düşünüldüğünde, inşaatın ekonomideki rolünün 
GSYİH’deki payının çok ötesinde bir düzeyde olduğunu söylemek mümkündür. Son bir etken olarak, emek-yoğun bir sektör olan inşaat sektörünün yüksek istihdam sağlama kapasitesinden söz edilebilir. Sektörde taşeronlaşmanın neredeyse kural olması, işçilerin iş güvencesi  ve sendikal haklardan mahrum olması, inşaatın özellikle vasıfsız işsizlik soğurma açısından işlevsel bir nitelik kazanmasına yol açmaktadır. 

Dolayısıyla, hem hızlı bir ekonomik büyüme ivmesi hem de kolay istihdam sağlaması açısından inşaat ideal bir sektördür. 

Bu özellikleriyle, 2001 krizinde büyük bir yıkıma uğrayan Türkiye ekonomisinin dönemsel ihtiyaçlarına denk düşmüştür. Böyle bir ortamda, inşaat sektörü hızlı bir büyüme dalgası tetikleme, iç tüketimi pompalama, kriz döneminde rekor düzeylere yükselmiş işsizliği soğurma ve makro ekonomik göstergeleri rayına oturtma konusunda etkili bir rol oynamıştır.

Buraya kadar yaptığımız tartışma, AKP iktidarlarının baştan itibaren inşaat sektörüne stratejik bir önem atfettiklerini ve bu önemin inşaat sektörünün ivmelenmesinde ve ekonominin odağına yerleşmesinde etkili olduğunu ortaya koyuyor. Burada bir parantez açıp AKP dönemine dair bir iç dönemleştirmeye gitmenin yararlı olacağını düşünüyoruz. Zira yukarıda tartışıldığı gibi AKP’nin tek başına iktidara 
geldiği 2002’den itibaren inşaat sektörünün stratejik bir tercih olarak öne çıktığı tespit edilebilirken 2008 krizi sonrasında söz konusu tercihin daha belirgin hale geldiğini söylemek mümkündür. Bu durumun oluşmasında birkaç faktörün payı vardır. 
Birincisi,  AKP iktidara geldiğinde yürürlükte olan ve AKP’nin sadakatle uyguladığı IMF uyum programının   2007’de fiilen sona ermesi, AKP’nin iktisat 
politikalarındaki serbestiyetini ve keyfiyetini arttırmış ve iktisat politikalarını konjonktürel politik ihtiyaçlara endekslemesini kolaylaştırmıştır (Gürkaynak ve Böke, 2013: 66). İkincisi, 2008 yılında dünya piyasalarını sarsan kriz, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “ Teğet Geçti ” açıklamalarına karşın 2009 yılında Türkiye’de büyük bir ekonomik yıkıma yol açmış ve GSYİH %4,8 oranında küçülmüştür. 
Söz konusu kriz, AKP’nin belli oranlarda bel bağladığı KOBİ merkezli ihracat rejiminin de çöküşü anlamına geldi. 2000’lerin başından itibaren Türkiye’nin hem net ihracatının, hem ihracat yapılan ülke portföyünün hem de ihracat sepetinde katma değeri yüksek ürünlerin oranlarının giderek artmasıyla tebarüz eden ihracat atağı kısa erimli oldu. Teknolojik gelişkinlik ve üretkenlik konusunda rakiplerinden bir hayli geride bulunan ve elindeki en önemli kozu düşük işçi maliyetleri ve coğrafi konum olan Türkiye’nin ihracat atağı kısa sürede doğal
sınırlarına ulaştı. Dünya piyasalarını şiddetli bir biçimde sarsan 2008 kriziyle, Türkiye’nin ihracat rejiminin gözle görülür bir tıkanmaya girdiği de tescillenmiş oldu. Kriz sonrasında geliştirilen ekonomi politikaları, dış piyasalardaki küçülmeyle birlikte rekabet şartları zorlaşan ve pazar imkanları daralan ihracat modeli yerine, “ İç Talep Odaklı Büyüme ” modelini işaret ediyordu. 
Yukarıda tartışılan nitelikleri nedeniyle de iç talebi teşvik etmenin en kestirme yolu inşaat sektörüne yatırım yapmaktı (Akçay, 2013; Akçay ve Gürgen, 2014: 190-194). Bunlara ek olarak 2008’de patlak veren kriz 2009’da yapılan yerel seçimlerde AKP’ye ilk kez oy kaybettirdi. Büyüme hızıyla oy oranlarının doğrudan ilişkisini deneyimleyen AKP yönetimi bu tarihten sonra maliyetli olabilecek 
yapısal dönüşümler yerine “ hızlı ve ne pahasına olursa olsun büyüme ” anlayışına daha sıkı sarılarak inşaat tercihini belirginleştirdi (Gürkaynak ve Böke, 2013: 67-68). 2008 krizinden sonra kentsel dönüşüm süreçlerine ve mega projelere hız verilmesi bu belirginleşmenin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Sermaye çevrimleri ve bunlarla bağlantılı makroekonomik rasyoneller AKP’nin inşaat tercihine dair bir çerçeve sağlamakla beraber, inşaat sektörünün AKP’li yıllarda kazandığı önem salt bu faktörlere indirgenemez. Zira teorik tartışma bölümünde ifade edildiği gibi, inşaat sektörünün günümüz Türkiye’sindeki konumu, sermaye çevrimlerinin işlevsel ihtiyaçlarından ibaret olmayıp bir dizi ekonomi dışı süreçle yakın ilişki içerisindedir. Dolayısıyla,AKP iktidarlarının inşaat tercihini açıklarken genel bir düzeyde yürüyen sermaye çevrimlerinin ötesine 
geçip tartışmayı AKP’li yıllarda devlet aygıtı içinde ve dışında vuku bulan şiddetli politik ve ideolojik mücadeleler bağlamına oturtmak gerekmektedir. Zira AKP dönemi Türkiye kapitalizminin tarihinde alelade bir iktidar değişikliğinin ötesinde, düzenin hukuki, kurumsal ve felsefi dayanaklarında kapsamlı bir dönüşüme, egemen sınıf içerisindeki güç dengelerinde kayda değer kaymalara, devlet aygıtında hakim olan bazı güç odaklarının tasfiyesine ve devlet yurttaş ilişkilerinde İslamcı referanslarla bezeli yeni bir millet tasavvurunun gündeme 
gelmesine tanıklık etmiştir. AKP sözcülerinin “Yeni Türkiye” adlandırmasıyla en özlü ifadesini bulan söz konusu süreç, Türkiye’de 1990’lı yıllarda düşe kalka ilerleyen neoliberal birikim rejiminin yeni bir “hegemonya projesi” çerçevesinde sürdürülmesi anlamına gelmiştir. 

Söz konusu yeni hegemonya projesinin gündeme gelmesinde, güçsüz koalisyon hükümetlerinin damga vurduğu, ekonomik krizler ve siyasal istikrarsızlıklarla malul 1990’lı yılların aksine, AKP’li yılların ekonomik ve siyasal açıdan istikrarlı bir görünüm arz etmesinin büyük payı vardır. 2015 yılındaki iki seçim arasındaki kısa erimli parantezi saymazsak 13 yıldır tek başına iktidarda olan AKP, bu sayede siyasal ve ideolojik stratejilerine süreklilik kazandırabilmiş ve hegemonya projesini hayata geçirme şansı bulabilmiştir (Saraçoğlu ve Yeşilbağ, 2015: 873).

AKP bir siyasi parti olarak Türkiye’de neoliberal birikim rejiminin derin ekonomik ve siyasal krizler yaşadığı bir dönemin ertesinde ortaya çıkmıştır. Geniş kitleler nezdinde krizin müsebbibi olarak görülen siyasi aktörlerin büyük bir çöküş yaşadığı 2002 seçimlerinde AKP, kendisini yeni bir aktör olarak resmetmeyi becererek iş başına gelmiştir. Bugünden bakıldığında, 13 yıllık iktidar dönemi, Milli Görüş geleneğinden gelen bir parti olarak AKP’nin müesses nizamın temsilcileri karşısında meşruiyet ve tutunma aranışlarıyla şekillenen bir savunma evresi (2002-2007) ile bu süre boyunca biriktirdiği özgüven, meşruiyet ve deneyimle kendisini sınırlayan güç odaklarına karşı bir tasfiye hareketine girişerek devlet aygıtı üzerinde kesin hakimiyetini kurduğu ve kendi ideolojik tasavvurunu toplumun bütününe cüretkar bir şekilde empoze ettiği bir saldırı evresi (2007’den bugüne) olarak iki bölüme ayrılabilir (Saraçoğlu ve Yeşilbağ, 2015: 875). 
Söz konusu hegemonya projesinin çeşitli veçhelerinin ayrıntılı bir dökümü ve analizi bu çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. 

Öte yandan, AKP’nin kendisini önceleyen iktidarlardan niteliksel olarak farklı olduğunu göstermek açısından bu döneme damga vuran bazı temaları hatırlatmak faydalı olabilir. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla devlet aygıtı içerisinde ve dışında AKP’ye muhalif güç odaklarının tasfiyesi ve devlet aygıtının neredeyse devlet-parti özdeşliği düzeyinde ele geçirilmesi, stratejik derinlik ve bölgesel liderlik nosyonları altında yeni bir dış politika vizyonunun hayata geçirilmesi, İslamcı ve mezhepçi bir ideolojik stratejinin bir tür “ İki - Ulus
Hegemonyası”11 çerçevesinde işletilmesi sonucu dramatik bir şekilde yükselen 
toplumsal kutuplaşma, Erdoğan’ın siyasi gücünün giderek artmasıyla belirginleşen  bir tür fiili tek-adam yönetimi ve nihayet bu fiili durumu kurumsallaştırmayı gündeme getiren başkanlık sistemi tartışmaları;  AKP’li yılların basit bir iktidar değişikliğinin ötesinde Türkiye tarihi için toplumsal hayatın her alanında şiddetli mücadele ve altüst oluşların yaşandığı bir kırılma momentini temsil ettiğini ortaya koymaktadır.

AKP döneminin neden Türkiye’de neoliberal birikim stratejisinin yeni bir hegemonya projesi çerçevesinde sürdürülmesi anlamına geldiğini
gösterdiğimize göre, gayrimenkul ve inşaat sektörlerinin söz konusu hegemonya projesinde ne tür bir rol oynadığını tartışmaya başlayabiliriz.
Yukarıda bir hegemonya projesinin hem egemen sınıf içerisindeki fraksiyonlar arası ilişkileri hem de egemen sınıf ve tabi sınıf arasındaki ilişkileri düzenlediği vurgulanmıştı. İnşaat ve gayrimenkul sektörlerinin her iki alanda da kritik işlevler üstlendiğini söylemek mümkündür. İlerleyen paragraflarda sırasıyla bu alanlar tartışılacaktır.

AKP, makroekonomik istikrar sağlama, emeğin disipline edilmesi, 2001 krizi sonrası uyum programının hayata geçirilmesi gibi başlıklarda bir bütün olarak sermaye sınıfının çıkarını gözeten bir profil çizmekle beraber; daha yakından bakıldığında sermaye sınıfının “İslamcı sermaye” adı verilen bir fraksiyonunun doğrudan temsilci pozisyonundadır.12 
Bu fraksiyon hem AKP’nin iktidara yürüyüşünde önemli rol oynamış hem de AKP iktidarı boyunca edindiği ayrıcalıklı pozisyon sayesinde sermaye sınıfı içindeki göreli gücünü muazzam ölçüde arttırmıştır. AKP’nin hegemonya projesi ve bu proje etrafında yaşanan mücadelelerin bir boyutu da TÜSİAD’da cisimleşen geleneksel büyük burjuvazi ve AKP’nin doğrudan temsilcisi olduğu İslamcı fraksiyon arasındaki güç dengeleri ve sermaye sınıfı içerisindeki artan kutuplaşma durumuyla ilgilidir.

    2002 sonunda iktidara gelen AKP, hem üst düzey askeri ve sivil bürokrasi hem de TÜSİAD’da cisimleşen geleneksel büyük burjuvazi tarafından belirli bir temkinlilikle karşılanmıştı. Müesses nizamın bu temsilcileri karşısında bir tür mevzi savaşı yürüten AKP, ilk dönemde bu meseleyle ilgili olarak üçlü bir strateji izledi. Bir yandan, Derviş döneminde başlatılan ve büyük sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen ekonomik reform paketini büyük bir sadakatle uyguladı, bir yandan büyük burjuvazinin hassas olduğu laiklik temalı gündemlerde düşük profil sergileyerek zaman kazandı, öte yandan gücünü konsolide etmek için kendisine organik olarak bağlı İslamcı sermaye 
fraksiyonunu güçlendirme amacıyla sistematik bir faaliyet yürütmeye başladı. İnşaat ve medya sektörlerinin bu faaliyetin kilit sektörleri 
olduğu söylenebilir. 
Özellikle bugünün medyası ve AKP ilişkisi düşünüldüğünde, medyanın neden kilit sektörlerden biri olduğu son derece açıktır. Öte yandan, inşaat sektörünün sermaye oluşum süreci açısından önemi tartışılmaya muhtaçtır. Bu nokta açısından sektördeki ihale ve iş yapma pratiklerinin diğer sektörlerden farklılaşmasının kritik olduğu söylenebilir. İnşaat sektöründe palazlanmanın yolu, büyük oranda arazi tahsisi ve ihale alma aşamalarında edinilen ayrıcalıklı pozisyonlardan geçmektedir. Her iki aşamanın da yasal boşluklarla malul olması ve şeffaflıktan uzak bir yapı sergilemesi sektörü patronaja açık ilişkilenme biçimleri için bulunmaz bir alan haline getirmektedir. 
     AKP iktidarlarının Kamu İhale Yasası’nda tam 32 kez değişiklik yapmış olması, kamu ihalelerinde ortaya çıkan rantı kendisine yakın sermaye gruplarına dağıtabilmek için özel bir çaba içerisinde olduğunun kanıtı olarak görülebilir. Basit bir deyişle, sektörde büyük ölçekli işler yapabilmenin ön koşulu ilgili firmanın hükümetle arasının iyi olmasıdır. Hükümetle özel bir yakınlığı bulunmayan firmalara hem arazi tahsisi konusunda hem de ihale şartnameleri konusunda zorluk çıkarılmaktadır (Sönmez, 2002: 32-40). 
Bu durum bir süre sonra, hükümete yakın olmayan firmaların bir tür doğal seçilim mekanizmasıyla yarış dışı kalmaları ve inşaat sermayesinin hükümete yakın gruplarda temerküz etmesini beraberinde getirmiştir. Yukarıda sektörün büyük oyuncuları olarak değindiğimiz gayrimenkul yatırım ortaklıkları listesine bakıldığında, bazıları on yıl öncesinde kadar sektörde dahi olmayan, AKP
döneminde büyük bir büyüme ivmesi yakalamış Kiler, Torunlar, Sinpaş, Saf gibi AKP’ye yakın grupların ağırlığı söz konusu durumun bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. Kamu özel ortaklığına dayanan büyük ölçekli projelerde ve TOKİ ihalelerinde de Limak, Ağaoğlu, Varyap, Kalyon, Gap gibi benzer nitelikteki firmaların belirgin bir ağırlığından söz etmek mümkündür.

Son olarak, inşaat seçiminin AKP’nin hegemonya projesine tabi sınıfları dahil etme stratejisi dahilinde anlam kazanan ideolojik etkisinden  söz etmek gerekmektedir. 

3 CÜ  BÖLÜM  İLE DEVAM EDECEKTİR..


..