MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 8
İSTİHBARİ FAALİYETLER
Turan Çağlar kimdi? Gazetelere verdiği bu bilgilere nasıl sahip oluyordu? Ve neden bu bilgileri gazetelere vermek istiyordu? Ya adaşı Turan Deniz… O nerede ve nasıl bir taraftı? Turan Çağ¬lar neden ondan yana bir tavır alıyor, MİT Bölge Başkanı Nuri Gündeş de buna neden kızıyordu?
1921 doğumlu ve 1941 Harp Okulu mezunu Turan Çağlar, 27 Mayıs 1960 harekâtının lider kadrosundaki bir askeri istihbaratçı olarak radyo müdürlüğü görevini ifa etti. 1965’ten itibaren Tepebaşı’ndaki Tarhan Han’da "Özel Sektör Enformasyon Bürosu" adlı bir kuruluşu yönetti. Çeşitli Amerikan kuruluşları ile yakın ilişkileri bulunan bu büronun nasıl bir hizmet gördüğü henüz bilinmiyor. Para kaynağının ve nasıl kurulduğu¬nun bilinmediği gibi…
Çağlar’ın yöneticiliğini yaptığı Özel Sektör Enformasyon Bürosu 70’li yıl-larda Odalar Birliği bünyesinde faali¬yet gösteren "özel sektör fikrinin dinamik ve devamlı müdafaası" mis¬yonuna sahip bir büro olarak kamuo-yuna yansıyor. Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan büro ile ilgili olarak bilinen tek şey, 70’li yılların sonunda bu büronun gelir ve giderlerindeki bilinmezlik. Gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun 17 Ağustos 1979 tarihli bir yazısında bu bilinmezlik şu satır¬larla ortaya konuyor: "Özel sektör fik¬rini yayma ve savunmak için bir yıl içinde 3 milyon 981 bin lira harcama var. Ama nereye olduğu belli değil. Soruyoruz, cevap yok. Paralar nere¬den geliyor, nereye gidiyor. Örtülü bir ödenekten, örtülü isimlere akıyor para."
Özel Sektör Enformasyon Bürosu ile ilgili sorular o dönemde de bu dönemde de yanıtsız. Sadece, Odalar Birliğinin yönetimindeki bu büronun faaliyet amacı açıklanmış kamuoyuna. Nasıl ve kimlere yönelik, kimlerle çalışma yapıldığının bilgisi hiç bir zaman açıklanmıyor.
Emekli General Alpaslan Demirel, Kara Kuvvetleri Mahkemesi eski savcısı Albay Muhittin Gülmez ve Cevdet Sunay’ın emir subayı Turgut Özbahadır Odalar Birliği’nin büro ile de ilgili müşavirleri arasında ancak onlara ulaşmak mümkün değil.
Adnan Kahveci ve bazı ANAP yöneticilerinin kurucuları arasında yer aldığı Özel Teşebbüs Destekleme Ajansı ile Özel Sektör Enformasyon Bürosu arasında bir bağ olmadığını da Ajans’ın bugünkü yöneticileri söylü¬yor. Çağlar’ın bu bürodaki kurucu ve yöneticiliğine ilişkin de bir bilgi yok.
Ailesinin bile bilmediği bu işinin ardından’SA’ bir büyük holdingin Sos¬yal Hizmetler Müdürlüğü ne geliyordu Turan Çağlar. Holding için gerekli her türlü istihbari faaliyeti yürütmekti işi. Eşi Suzan Çağlar, "ben ordudan ayrıldıktan sonra, 1972 yılından 1979 yılına kadar bir bankada görev yaptığını biliyorum yalnızca" diye açıklıyordu durumu.
Turan Deniz’le yoğunlaşan ilişkisi geliyordu gündeme. Cumhuriyetin ilk yıllarının meşhur Diyarbakır Valisi Galip Deniz’in oğlu Turan Deniz 70’li yıllara, İstanbul MİT Bölge Başkanı olarak giriyordu. Kontrgerilla söyleminin Ziverbey Köşkü ve işkencelerle beraber kullanıldığı bu yıllarda. MİT’in bina, eleman ve imkânlarının yasadışı kullanımına karışmadığını kimselere anlatamama, inandıramama kaygısı taşıyordu Turan Deniz.
Döne¬mindeki işkenceli sorgulamalar ve provokasyonlardan dolayı kendini aklamaya çalışıyordu. Üstüne görev olmadığı halde birçok "iş"te sorumluluğu olanları biliyordu.
BİLGİ SIZDIRAN ARACI
Bilgisi dışında gelişen olay veya olayları basına sızdırarak kendini aklama ça¬balarında da, basınla iyi ilişkiler için¬deki eski mesai arkadaşı emekli Albay Turan Çağlar’ı kullanıyordu. Turan Çağlar da o dönem Aydınlıkta yazan pek çok gazeteci dostu aracılığı ile kamuoyuna kontrgerilla ile ilgili bilgiler veriyordu. Bu yetkili ağız tarafın¬dan sızdırılan bilgiler de Aydınlık’ta yazı dizisi oluyor, manşet oluyor, köşe yazılarına konu teşkil ediyordu. Doğu Perinçek de bunu doğruluyor ve Çağ¬ların verdiği bilgilerin bir kısmını dizi¬lerde kullandıklarını söylüyor.
Turan Çağların ilişkileri oldukça genişti ve "Turan Deniz kaynaklı" bil¬gileri basma sızdırmakta güçlük çek¬miyordu, Ama zorluk, Turan Deniz’in MİT’teki görevinden ayrılmasından sonra başlamıştı. Basına sızdırılan bil-gilerde ismi verilenler hâlâ görevdey¬di ve artık Çağlarla da uğraşıyorlardı. Artık arabayla kaçırmalar, kısa gözaltı¬lar, tehditler, dayaklar ve işkenceler giriyordu devreye. Nuri Bey ve arka¬daşları çok kızmışlardı zaten. Eyüp Beyin, Özcan Bey’in tepkileri de az değildi doğrusu…
Ama Turan Çağlar’ın basınla ilişki¬leri vardı ne de olsa. Gözaltı ve dayaklardan sonra bu ilişkileri devre¬ye sokmayı deniyordu. Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Uğur Mumcu böyle bir dayak olayından sonra, konunun dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e iletilmesinin kendisinden istendiğini şöyle anlatıyordu:
"Turan Çağlar bana haber göndererek, MİT tarafından kaçırılmasının, dayak atıl¬masının Başbakan Bülent Ecevit’e yansıtılmasını istiyordu. Ben de ilet¬tim Bülent Ecevit de ilgileneceğini söyledi. Buna rağmen Çağların yine gözaltına alındığını da sonra öğrendim.
ECEVİTE YAZILAN MEKTUP
Uğur Mumcu’ya göre Çağlar bir de mektup yazıyordu Bülent Ecevit’e MİT tarafından yapılan baskıları iş¬kenceleri anlatan…
Bir kez daha gözaltına alınan Çağlar, bu kez de Bülent Ecevit’e yazdığı mektup kendi¬sine gösterilerek dövülüyordu. Çağ¬ların MİT’le ilişkileri artık giderek gerginleşiyordu. Bir eski teşkilat çalışanı¬na göre Cağlar. MİT’in gözünde hain olarak görülüyordu. Peki, ne olacaktı?
Bunun cevabı da 12 Eylül sonrasına kalıyordu. Bu arada Çağlar işinden de olmuştu. Üst düzey yöneticisi olduğu holdingin patronuna "çıkarın bu adamı isten" biçiminde gelen bir uyarı Çağlar’ın iş hayatına son vermişti.
12 Eylül’den sonra hukukun askıya alındığı günlerden bir gün, gazetelerin yazıişlerine bir haber geldi. Sıkıyöne¬tim kaynaklı bu habere göre, emekli Albay Turan Çağlar, ABD lehine casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklana¬rak Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderiliyordu. Bu tutuklanmanın öyküsü, eşi Suzan Çağlar’a göre 16 Mart 1983’de başlıyordu. O zaman Levent’te oturduklarını anımsatan Suzan Çağlar şunları anlatıyor;
“Sanıyorum dört kişiydiler. Son derece kibar bir biçimde geldi¬ler ve Turan’ı alıp götürdüler. Hatta kapı¬da yumuşak bir tonda tartıştılar da. Bir ope¬rasyon için bilgisine başvuracaklarını söylüyorlardı. Turan gider¬ken ‘merak etme canım önemli bir şey yok’ diyordu. Bir gün, beş gün… Turan eve dön¬medi ama o kibar bey¬ler arada bir gelip evde Turan’ın eşyalarını karıştırıyor, bazı eşyala¬rını alıp gidiyorlardı. Birinci haftadan sonra ‘Turan bey sizi istiyor’ deyip bizi ona götür¬düler. Turan son dere¬ce iyiydi. Yine, ‘merak etmeyin önemli bir şey yok, bir süre sonra geleceğim’ diyordu. Görevliler de bir soruş¬turma için yardımcı olduğunu söylüyorlar¬dı."
"MİLLİ MÜDAFAYA HIYANET"
Ailesinin 3 Nisan 1983’de sorgu¬landığı yerde görüşüp evde buluşmak üzere vedalaştığı Turan Çağlar’dan ancak 11 Nisan günü bir telgrafla haber alındı. Bu kez Turan Cağlar Ankara’da Mamak Ceza¬evindeydi ve tutukluydu artık. Hak¬kında suçun niteliği nedeniyle Genel¬kurmay Askeri Mahkemesi’nde bir dava açılıyordu. İddianameye göre Çağlar, İngiliz vatandaşı John Hyde ve zamanın ABD İstanbul Konsolosuna para karşılığı, devlet sırrı niteliğinde bilgi satıyordu. Çağlar, bu nedenle de Türk Ceza Kanunu’nun 133 maddesine aykırı davranarak "milli müdafaya hıyanet" etmekle suçlanıyordu.
"Mamak gidişine kadarki bütün: görüşmelerimizde kısa bir süre sonra eve geleceğini söylüyor, önemli bir şey olmadığını anlatıyordu. Ne zaman ki Mamak Cezaevi’ne gitti, ondan sonra çöktü ‘Turan" diyor Suzan Çağ¬lar ve ekliyor: "Anlatamam, açıklaya¬mam ama mahkemede anlaşılır, bu bir komplo diyordu Turan. O zaman utanacaklar bu vatan hainleri, bu vatanı satmaya çalışanlar anlaşılacak diyordu.”
Dava dosyasına göre ABD konso¬losuna verilmiş bazı pusulalar vardı. Bir de Turan Çağların MİT sorgula¬masındaki el yazısı itirafı. Ama dava dosyasının başka neler içerdiği bilinmiyor…
"HUKUKİ DELİLLER EKSİK"
Bir emekli askeri hakimin anlatımına göre dosya, Turan Çağlar’ın geçmişteki bazı ilişkilerine dayandırılıyordu. Bu ilişkiler de bazı görevler nedeniyle kurulmuş ilişkilerdi. Aynı hakimin yorumuna göre, dava dosyasındaki deliller suçun niteliği açısından bakıldığında hukuken eksikti. "Peki, geç¬mişte kurulmuş görev kaynaklı bu ilişki neydi?” diye sorulduğunda ise devlet sırrı duvarı vardı karşıda. "Siyasi ve istihbari ilişkiler" olarak özetlenebiliyordu sadece. Duruşmalar başlarken bazı gazeteci tanıdıklarına mektuplar gönderiyordu Turan Çağlar. “Nedenlerini açıklayamayacağım bir komplo bu” diyordu mektuplarında. Bu açıklanamayacak nedenleri ne o gün, ne bugün kimse öğrenebildi. Ama Turan Çağlar’ın haleti ruhiyesi gittikçe bozuluyordu. Dışarıya ulaştırdığı mektuplarında görülüyordu bu. O mektupların adresi olan gazetecilerden biri "çok sonradan elimize geçen günlüğünde, bozulan ruh hali hemen anlaşılıyordu" diyordu yıllar sonra.
"BENİ ÖLDÜRECEKLER”
“Gide¬rek bir korkuya kapılmaya başladık.” Suzan Çağlar, cezaevi görüşmelerin¬den birinde Mehmet U. adlı bir alba¬yın “Turan Bey ölecek, dava da kalka¬cak ortadan" uyarısından sonra yaşa¬dığı endişeleri böyle ifade ediyordu. “İlaçla, milaçla yapacaklar bu işi" dediği nakledilen Mersinli Albay Meh¬met U. çok fazla şey açıklamıyor, "açıklayamıyordu" anlaşılan. Ama bir süre sonra Turan Çağlara da malûm oluyordu ölüm. Dışarıyı gönderdiği 1983 Temmuz’unun ikinci yarısının tarihini taşıyan mektuplarda komplo¬yu ve öldürüleceğini anlatıyordu. Çok eski bir dostuna ise şöyle yazıyordu:
"Artık biliyorum beni öldürecekler. Bu komplonun başka çıkışı yokmuş… Çocuklarıma yardımcı olmanı rica edi¬yorum. Üzülmesinler… Ölüm ilanımı da şöyle vermenizi arzu ediyorum. Manastır eşrafından…" Yılmaz önadlı bir dosta yazılmış bu mektubun Mamak Cezaevinden çıkış tarihi Temmuz’un son haftasının başlarıydı.
30 Temmuz 1983 tarihli gazetelerin sayfalan arasında bir ölüm haberi yer alıyordu Sıkıyönetimin ciddi üslubunu taşıyan. "Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çağlar, tutuklu bulunduğu Mamak Askeri Cezaevinde dün sabaha karşı geçirmiş olduğu bir kalp krizi sonucu öldü…" diye başlıyordu gazetelerdeki haberlerin hemen tümü. Turan Çağların ölümü bir kuşku taşıyor muydu? Bu sorunun yanıtı kimine göre "evet", kimine göre "sıradan bir ölüm vakası olarak "hayır”dı Gönderilen mektuplar, Mamak Cezaevindeki bir albayın Çağlar ailesinin fertlerine söylediği "öldürecekler" uyarısı bir anlam taşıyor muydu? Bir vehim miydi yoksa…
Ölümünün üzerindeki kuşkular bir yana, bilinmez o kadar çok şey vardı ki Çağlar’ın bu öyküsünde, her biri ayrı araştırma konusu olan… Özel Sektör Enformasyon Bürosu’nun tümüyle açıklanmayan kuruluşu, çalışmaları, ilişkileri, para kaynakları kadar Çağlar’ın yaşam çizgisindeki her ayrıntı önemli. Çağlar’ın Enformasyon Bürosu kurucu ve yöneticiliği yıllarında bazı görevler nedeniyle daha sonra aleyhinde kullanılan bazı ilişkiler kurmuş muydu? Turan Deniz, yöneticisi olduğu bir kuruluşa sorumluluktan kurtulmak için yasadışı çalışmaların bazı bölümlerini ifşa ederken yasal soruşturma yolunu neden izlememişti? Turan Çağlar defalarca gözaltına alındığı dönemde komünistlere bilgi vermek ve teşkilata ihanetle suçlanırken sürekli izleniyor, her konuşması banda alınıyordu. İz peşindeki o görevliler nasıl olmuştu da aynı dönemlerde olduğu ileri sürülen Amerikan Konsolosluğu ile ilişkilerini tespit edememişlerdi Çağlar’ın? Turan Çağlar MİT’e göre neydi? Vatan haini bir komünist mi? Yoksa yine vatan haini bir Amerikan Casusu mu?
Bir de o eski dost Turan Deniz’in, anlaşılmaz bir biçimde Turan Çağlar’ın hayatından sessizce çıkışı var tabii ki. Yıllarca aileler arasında bile paylaşılan Deniz-Çağlar ilişkisi, Turan Çağlar’ın yaşamının12 Eylül’den sonraki döneminde yoktur. Turan Deniz, adaşı ile ilişkilerini kopardığı gibi ailesiyle de bir daha görüşmez. O çok yakın aile dostunu, sanki bir şeylerden korkar gibi bir daha aramaz. Ne cezaevi, ne mahkeme günlerinde. Aile servetinin bir parçası olan İstanbul’daki binalarının bir bölümü MİT tarafından kiralanarak kullanılan o etkili adam Turan Deniz’in bu tavrı da anlaşılmazdır.
Belki de bunların hiçbirinin önemi yoktu. Çağlar’ın bir çocuğu şunları söylüyor: "Asla inanmadığım ve zaten ispat da edilemeyen suçlama doğru olsa ne çıkar. Babam Amerikan casusu olsa ne çıkar. Yanında olamadığımız, onu koruyamadığımız bir ortamda kuşkulu bir biçimde öldü ve gitti. Daha acısı ne olabilir ki."
Küllenmeye yüz tutsa bile var olan bu acı, bizi ailenin diğer fertlerinin adlarını gizli tutmaya yöneltti. Çağlar ailesinin fertleri daha fazla yıpranmak istemediklerini söyleyince ne yapılabilirdi ki zaten.
Turan Çağlar’ın öyküsü bir türlü bilinemeyen, konuşulamayan, tartışılamayan denetlenemeyen ilişkilerin, olayların günışığına çıkmasına bir küçük katkı belki de. Sonu, var olmanın en hissedilir yanı ölümle biten…”
*****
Evet, Nokta Dergisindeki Mehmet Güç’ün kaleme aldığı “Bir ölümün anatomisi” başlıklı yazıyı okuduk. Alıntı yazıda, baştan itibaren 3 resim orijinal yazıda olanlar, diğerlerini ise ilave ettik.
Bir hayli karışık görünen Turan Çağlar öyküsü aile yönünden acı ve üzüntü vericidir. Ancak ülkemiz ve geleceğimiz için yine de konu üzerinde durmalıyız. Bu tip olayların kökü, içimize girerek adeta bir sarmaşık gibi her tarafımızı saran en yakın müttefikimiz ve dostumuz ABD ile ikili ilişkilerimize dayanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ABD ile sıkı ekonomik ilişkiler geliştirmek isteyen ve Lozan Barış Antlaşması sırasında ABD’nin politik desteğini arayan TBMM ve hükümet, 1923 yılı başında Türkiye’de yatırım yapacak Amerikan şirketlerine yoğun teşvikler içeren Chester Teşvikleri yasasını kabul etti. ABD Senatosu ise 1947 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı Batı bloğunu korumak üzere Truman Doktrini’nin bir parçası olarak Türkiye için bir ekonomik ve askeri yardım paketini onayladı.
Türkiye 1950-1953 arasındaki Kore Savaşı’nda ABD ve Birleşmiş Milletler’in yanında yer aldı, 1952 yılında NATO’ya katıldı ve 1955 yılında CENTO’nun kurucu üyeleri arasında oldu. 1954 yılında ABD’ye İncirlik Hava Üssü’nü kurma izni verildi. Bu üs Soğuk Savaş sırasında, 1.Körfez Savaşı ve Irak Savaşı’nda kullanıldı. Bunun yanında bir sürü radar ve dinleme üssü kuruldu. Neticede her alandaki Amerikan yardımları ve müşterek faaliyetlerle Amerikalılar içimize, bütün milli müesseselerimize girdiler ve bizi bizden fazla idare etmeye başladılar. Bazen başarısızlıkla neticelenen kendi çıkarlarına yönelik ve çoğunlukla kanlı neticelenen projelerinin esiri olduk…
Turan Çağlar’ın MİT’ten bilgi taşıdığı AYDINLIK’ın Kontrgerilla yayınlarının, MİT’te ABD çıkarlarına karşı faaliyetlerde bulunan milliyetçi unsurların tasfiyesine yönelik olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Kontrgerilla yayını
MİT içinde ABD ve İngilizlere hizmet eden İstihbarat Başkan Yardımcısı Emekli Albay Sabahattin Savaşmanın suçüstü yakalanmasının akabinde, Savaşmanı yakalayan ekibe yönelik yapılmıştır.
Şimdi Nokta Dergisindeki “Bir ölümün anatomisi” yazısındaki bazı sualleri 28 Ocak 2013 tarihli HaberTürk gazetesindeki Zülfikar Aydın’ın “MİT fezlekesinden çarpıcı bilgiler” başlıklı haberle tamamlayalım.
“27 Mayıs 1960 darbesinin önde gelen isimlerinden Albay Turan Çağlar ile ilgili MİT fezlekesinden film gibi casusluk raporu çıktı. Raporda CIA’nın Çağlar’a yönelttiği sorular da var: “Orduda sol darbe olur mu? Ecevit daha ne kadar sola kayar? Evren’in dişçisi ile evlenme dedikodusu gerçek mi?”
ERGENEKON davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin MİT’ten istediği “casusluk” dosyalarından film senaryosu gibi bir fezleke çıktı. Ünlü sanatçı merhum Barış Manço’nun kayınpederi Albay Turan Çağlar ile ilgili fezlekede, 12 yıl CIA’ya çalışan Çağlar’ın, başlangıçtan suçüstü anına kadar faaliyetleri yer alıyor.
NICK ADLI KİŞİ
1960 darbesine katılan ve İstanbul Radyosu Müdürü olan Çağlar, bu dönemde İngiliz ve ABD’li bazı istihbaratçılarla tanıştı. 1971’de ise çalıştığı bankaya gelen ve ABD Konsolosluğu’nda çalıştığını belirten “Nick” adlı kişi Çağlar ile CIA bağını kurdu. Fezlekede, Nick ile 15 günde bir görüşen Çağlar’ın “Nick, Türkiye’nin sola kaymasını istemediğini söyledi, 12 Mart’ın nedenleri, daha sonra genç subayların bir darbe hareketinin içinde olup olmayacağına ilişkin fikirlerini aldı” ifadesine yer verildi.
‘MÜSTEŞAR SOLCU MU?’
Nick’in 2 yıl sonra Türkiye’den ayrılmadan önce son buluşmaya getirdiği ABD’li ajana, Çağlar tarafından hangi konularda bilgi verildiği de fezlekede yer aldı: “Orduda ihtilal yapacak sol bir grup olup olmadığı, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapma ihtimalinin olup olmadığı, Türkiye’nin Yunanistan ile bir harbi göze alıp almayacağı, MİT Müsteşarı Bahattin Özülker’in solcu olup olmadığı.” Çağlar bu kapsamda TSK’nın Kıbrıs’a yapacağı çıkarmaya 28. ve 39. Tümen ile Hava İndirme Komando Tugayı’nın katılacağı, muhtemel çıkarma harekâtının Magosa’dan olacağı bilgisini verdi. Çağlar, Amerikalılara verdiği bilgiler karşılığında Turan Tural takma adıyla makbuz imzalayarak, 1 ila 3 aylık dönemler içinde 15 ila 25 bin lira aldı.
LALE’NİN EĞİTİMİ
Çağlar’ın kızı Lale Çağlar’ın 1973-1974’te Oxford Üniversitesi’ndeki eğitim masrafları da ABD tarafından karşılandı. Fezlekeye göre Kıbrıs harekâtı nedeniyle Türkiye-Amerika ilişkileri gerildi ve CIA Çağlar’a kriptolu görüşme imkânı sağlayacak bir çanta vermek istedi ancak Çağlar yakalanma ihtimaline karşı çantayı almadı. Çağlar ve CIA ajanları randevularını şifreli yöntemlerle belirliyor, Fındıklı’da bir binada bir araya geliyorlardı. Kopukluk olması halinde Çağlar “Jack” ve “Harry” takma adlarıyla konsolosluğu arıyordu. İlişki Savaşman olayının patlak verdiği 1978’e kadar devam etti. MİT, Çağlar’ı da Doğu Perinçek liderliğindeki grupta yer alan isimlerle ilişkisi nedeniyle sorguladı.
1.5 MİLYON TL ALDI
MİT, Çağlar’ın casusluk faaliyetlerini, 1982 yılında “açıklanması sakıncalı” bir kaynağından haber aldı. Aynı yıl delil toplanmaya başlandı, Çağlar’ın Levent’te Amerikan Konsolosu John McGlosson ile yaptığı gizli buluşma fotoğrafla belgelendi ve bir sonraki buluşmada suçüstü yapıldı. Çağlar’ın üzerinde 20 sayfalık doküman, Glosson’da ise Çağlar’dan istediği bilgileri içeren not kâğıdı bulundu. Çağlar’ın evinde de Amerikalılara verdiği 6 yazılı raporun karbon kâğıdıyla çoğaltılmış örnekleri ele geçirildi. Çağlar, 41 sayfalık ifadesinde CIA ile ilişkilerini en ince ayrıntısına kadar anlattı, aldığı paraya ilişkin “takriben 1 ila 1,5 milyon Türk Lirası’na tekabül eder” dedi. Fezlekeye göre Çağlar’a “Orgeneral Kenan Evren’in sağlık durumu ve bir diş doktoru ile evleneceğine dair dedikoduların doğruluk derecesi” de soruldu.”
*****
Tabiatıyla şu soruları sorabilirsiniz: Nuri Gündeş’in ismi Aydınlık’ın Kontrgerilla dizisinde geçmese Turan Çağlar yakalanır mıydı? Bana kalırsa yakalanmayabilirdi…
Turan Çağlar olayında benim de aklımı kurcalayan husus şu; 16 Mart 1983 günü evinden alınan ve sorgulandıktan sonra adalete teslim edilen Turan Çağlar’a MİT’te gözaltında iken bir ara serbest bırakılarak mı suçüstü yapılmış? Yoksa suçüstü yapıldıktan ve bu husus görüntülendikten sonra önce serbest bırakılıp sonra mı evden alınmış? Bir diğer olasılık, MİT’te gözaltında iken Amerikalı ile buluşmaya zorlayıp öyle mi suçüstü yapmışlar. Her üç şık da hukuki açıdan sakat sayılır…
Peki, Çağlar’ın ölümünde Gündeş ve ekibinin rolü oldu mu diye de sorabilirsiniz. Nokta’daki yazı sanki böyle bir ihtimali ortaya koyuyor…
“Nuri Gündeş” deyince biraz durup düşünmek gerek. Onun bir personelinin tayini konusunda personeline “benim tayininden haberim olmadı” diye karşısında üzüntüyle gözyaşları döktüğüne, personel gittikten sonra ise gülerek, “ben hem ağlar, hem de adamın ipini çekerim” dediğini hayretle gözlemiştim. Onun için bu hususu ancak Nuri Gündeş ve o tarihte bu operasyonun başında olan Şenkal Atasagun bilebilir diyeceğim…
***