2 Ekim 2018 Salı

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 7

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 7

Sağ-Sol Kapışması
Erel’e göre Bulgarlar o tarihlerde aşırı sağcıların İlim Yayma Derneğine para ve silah yardımı yapıyorlardı. Bulgarların Türkiye ile ilgili planı sağı silahlandırıp sokağa dökmek ve sol üzerinde bir baskı kurarak onların harekete geçmesini sağlamaktı. Sol karşı faaliyete ve silahlı harekete başlayacak, sonunda Ordu müdahale edecekti. Ordunun baskı kurması üzerine, halk ayaklanması ve iç savaş başlayacak, böylece birkaç aşamalı planla halk iktidarı gerçekleşecekti.
Mehmet Erel’in daktilo edilmiş 70-80 sayfa tutan ifadesini günlerce çalışıp bitirmiştik. Herhalde en sakin, en kibar sorgulardan biriydi. Hiram Bey, Mehmet Erel’in dublajda (Dublaj, bir ajanın ağırlığı bir tarafta olmak üzere iki istihbarat servisine birden çalışması. Bu tip ajanlara ‘Dubl-Ajan’ adı verilir.) olabileceğini ve Amerikalılara da çalışabileceğini düşünüyordu. Zira müşterek faaliyette kullanılan birçok elemana daha sonra Amerikalıların yanaştığı tarafımızdan bilinen bir husustu.
Şemsi Bey de Amerikalılarla çok yakın münasebetteydi. Hiram Bey’in kanaatine göre eğer Mehmet Erel dublajda değilse Şemsi Bey Amerikalılar tarafından Erel’e özellikle yakın tutulmuştu.
Sorgudan bu konuda bir bilgi alamadık ve neticede bu bir şüphe olarak içimizde kaldı. Oyun içinde oyun varsa bu kadarını çözememiştik. Emir verilmişti. Dosyaları alıp bir arkadaşımla birlikte Ankara’ya Karargaha gittik. Müsteşar Yardımcısı ve diğer üst amirlere bilgi verdik. Toplantılar yapıldı. Esas konu Erel’den ziyade Şemsi Bey’le ilgili idi. Ona ne yapılacağı düşünülüyordu. Silah taşıdığı için bu silahın nasıl alınacağı ve mukavemet ederse ne yapılacağı saatlerce tartışıldı. Neticede Şemsi bey ne sorgulandı ne de teşkilattan kovuldu. Teftiş Kurulunca yapılan bir idari soruşturmadan sonra Ankara’ya Sorgu Bürosu Amirliğine atandı.
Şemsi Bey birkaç yıl sonra teşkilattan ayrıldı veya ayrılmak mecburiyetinde bırakıldı. Bir müddet Amerikalılarla yakın ilişkisi bulunan tanınmış büyük bir firmada çalıştı. Kasım 1978’de bir kalp krizi geçirdi. Bilahare uzunca bir müddet Hilton Otelinde bir daireye yerleşti. Masraflarını üstlenen kişi ünlü bir mafya babasıydı.
Otel idaresi ve etrafı tarafından MİT İstanbul Başkanı olarak biliniyordu. Bu arada Şemsi Bey’in Amerikalılarla ilişkisi devam ediyor, CIA İstanbul Temsilcisi Charles’in evinde verdiği özel yemeklere katılıyordu. Charles ise, hükümetin değişmesi halinde bunun MİT’e etkilerinin ne olacağını, MİT Müsteşarı ve İstanbul Bölge Daire Başkanlığının değişip değişmeyeceğini merak ediyor bu konularda bilgi almaya çalışıyordu. Şemsi bey vefat edene kadar uzunca bir süre Otel masraflarını da ödeyen mafya babasının bir iş yerinde müdürlük yaptı.
Yeraltı dünyasının 1999 yılında ölen ünlü ismi Dündar Kılıç’ın hayatı, yeğeni Mustafa Dündar Kılıç tarafından kitaplaştırıldı. ’Kurtlar Sofrasında Son Kabadayı’ adlı 120 sayfalık kitapta Dündar Kılıç’ın Milli İstihbarat Teşkilat’ı (MİT) içerisindeki ajanları ve Yılmaz Güney’le olan dostluğu da anlatıldı. Kitapta bu ilişkiler şöyle yer aldı:
«Dündar Kılıç, bu arada kendine sığınan eski MİT’çileri himayesine alıyor, onlardan istifade ediyordu. Eski MİT’çi Şemsi Ülengin’in şirketine müdür olmasından sonra bir eski MİT’çi daha olan Hava Albay Faik Kelican’ı korumaya almıştı.
Zira Kelican Nuri Gündeş yanlısı olduğundan Mehmet Eymür ekibi tarafından takip ediliyordu. Bundan ötürü Dündar Kılıç, Faik Kelican’ı 3 yıl Hilton Oteli’nde ağırlamış ve bir suikaste kurban gitmesin diye de silahlı koruma vermişti.» (Not: Bu tamamen yanlış bir bilgi. Nuri Gündeş’le Faik Kelican’ın arası iyi değildi. Nuri Gündeş Personel Başkanı iken, Müsteşar’a tesir ederek İstihbarat Başkanı N.Y’yi ve Faik Kelican’ı takip ettirmeye kalkmış, o tarihte Takip Şube Müdürü olan ben de ‘teşkilat içindeki sürtüşmelere alet edilmememiz gerektiğini’ düşünerek bağlı olduğum amirim vasıtasıyla emri iptal ettirmiştim. Ayrıca Güneydoğu’da başarılı çalışmaları olan Faik Kelican’a da sempati ile bakardım. M.E.)
«Çiçek Sineması’nda çalışıp, sinemalara film getirip götüren Ali Aslan, daha sonra MİT’e alındığı için ‘MİT’çi Ali’ adıyla tanınmaya başlandı. Dündar Kılıç bu yüzden onunla ilişkisini her zaman canlı tuttu.
İstanbul’a gittikten sonra, Hacettepe’deki yoksullara dağıtılması için sürekli yardım gönderiyordu ve bu yardım köprüsünü de Ali Aslan üzerinden kurmuştu. MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş’in de akrabası olan Ali Aslan’ın, Dündar Kılıç’a zaman içinde çok büyük iyilikleri dokundu.
Dündar Kılıç, iş yerlerinde ve şirketlerinde pek çok MİT mensubunu çalıştırmıştı. Bunlardan bir kısmını bilir, onlara yardım eder, gerektiğinde de bilgi alırdı. Bilemedikleri ise, Dündar Kılıç aleyhine MİT’e bilgi toplarlar, onu yakından takip ederlerdi. Zamanı gelince de değerlendirmeye alırlardı. Dündar Kılıç’ın yardım ettiği MİT’çilerden birisi de Ferdi Tamer’di.
Kılıç-Yılmaz Güney İlişkisi
Dündar Kılıç’ın cezaevi yıllarında tanıdığı Yılmaz Güney ile olan sıkı dostluğu da kitapta yer aldı: "Kılıç, Güney’i kaldığı İmralı Cezaevi’nden sürat motoruyla İstanbul’a getirtiyor ve sabaha kadar eğleniyorlardı. Hatta Kılıç, Güney’i cezaevinden 1980 yılında Zeki Ökten’in ’Düşman’ filminin galasına cezaevinden getirtmişti.»
Mehmet Erel’in dosyası Hukuk Müşavirliğince incelendikten sonra Genelkurmay Askeri Mahkemesine tevdi edildi ve Erel Bulgaristan lehine casusluktan tutuklandı. Milli Müdafaaya Hıyanetten 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm edildi.
Daha sonra, Yargıtay safhasında kararın Yargıtay tarafından bozulduğunu ve beraat kararı (Dosya No: 977/317 ve 977/262) verildiğini duydum. Kararın gerekçesi, Askeri Mahkemenin kararında Mehmet Erel’in; “uzun süre MİT’te sorguya çekildiği ve ifadesinin işkence ve baskı altında alındığı” şeklindeki beyanının kayda geçmiş olmasıydı. Mehmet Erel de Sabahattin Savaşman gibi işkence gördüğünü söylemişti. Her ikisine de bir fiske bile vurulmadığını samimiyetle belirtmek isterim. Ancak başka ortaya koyacakları bir sebep olmadığı için bu yola başvurmalarını da onların savunma hakkı olarak görüyorum. Her ikisinin de olanlardan çok üzüntü duyduğuna şahidim.
Yargıtay’ın bu kararından sonra Mehmet Erel’e ne oldu bilmiyorum. Ardı ardına süren ve bitmeyen işler nedeniyle takip etmek mümkün olmadı. Ocak 1988’de vefat ettiğini öğrendim. “Mehmet Erel Şirketler Grubu” mensuplarının onun için duygulu bir ölüm ilanı verdiğini görmüştüm. Allah rahmet eylesin. Bazen esen rüzgârlar insanı hiç ummadığı, istemediği yerlere de sürükleyebiliyor. Mehmet Erel beyefendi bir adamdı…
Tasmalı Çekirge
Erel konusuna son vermeden ilişkili bir mevzuya değinmek istiyorum: Erel konusundan sonra aradan yıllar geçmişti. 1990 yılında bir dostum telefon ederek yeni çıkan bir kitabı okuduğunu, kitabın büyük bir bölümünün Hiram Bey ve benim üzerime inşa edildiğini, kitapta yerden yere vurulduğumuzu bildirdi. Kimin yazdığını sordum. Yazan emekli Büyükelçi İsmail Berduk Olgaçay’dı. Kitabın adı ise ‘Tasmalı Çekirge’. Hiç tanımadığımı söyledim. Dostum kitabı yollayacağını söyledi. İstanbul’a telefon açtım ve Hiram Bey’ e böyle birini hatırlayıp hatırlamadığını sordum, bana söylenenleri aktardım. O da hatırlamamıştı. Dostumun gönderdiği kitabı alıp şöyle bir göz geçirdim.
Emekli Büyükelçinin ismi Mehmet Erel’in ifadesinde geçmiş. Mehmet Erel Bulgaristan’da Bulgar istihbaratına tanıştırdığı şahıslar arasında Olgaçay ismini de vermişti. Yazılarından engin bir kültürü ve geniş bir muhayyile gücü olduğu anlaşılan Sayın Büyükelçi, Mehmet Erel’in avukatı vasıtasıyla 1976 yılı başında öğrendiği ve o tarihlerde bu konuda hiçbir sorgu suale muhatap olmadığı halde, olayı 14 yıl sonra gündeme getirmiş ve bütün meslek hayatı boyunca Hiram Bey ve benim tarafımdan kendisine komplolar düzenlendiği kanaatine varmıştı.
Büyükelçi Olgaçay’ın, Mehmet Erel’in verdiği ifadelerinde ve şimdi hatırlanması mümkün olmayan yüzlerce isimden biri olduğu anlaşılıyordu. O tarihlerde Büyükelçilik gibi önemli bir makamı işgal etmediğine göre bizlerce hatırlanmaması da normaldi. Teşkilat ve adli makamlar o tarihte yaptıkları araştırma ve değerlendirmede herhalde Erel’in Olgaçay’la ilgili ifadesini geçersiz saymışlar veya Olgaçay’ı suçlu görmemişlerdi ki Büyükelçi herhangi bir soruşturmaya, sorgu ve suale muhatap olmamıştı. Buna rağmen, böyle bir ithama maruz kalmanın ne kadar ağır bir şey olduğunu idrak ediyor, ancak adalete tevdi edilen ve gizliliği kalmayan bir olayın Büyükelçi tarafından neden 14 yıl saklı tutulduğunu anlayamıyordum. Sayın Büyükelçi neden 14 yıl önce bu olayı öğrenir öğrenmez amirlerine koşup tepki göstermemiş, neden bu çirkin iftira için hukuki yollara başvurmamıştı. Emekli Büyükelçi Olgaçay’ın bu olaydan hareketle geliştirdiği teoriler, elmayı armutla toplayıp bir neticeye varması ve bütün dünyanın merkeziymişçesine herkesin onunla uğraştığına vehmedip birçok olayı kendisiyle bağlantılı kılması, gerçekten çok ilginçti.
Bu muhayyilesi, kültürü geniş Büyükelçimize bir kaç cümle ile cevap verip aydınlatmak ve bu konuyu kapatmak istiyorum: Bay Olgaçay, kitabınızda yer alan ve yabancı bir istihbarat teşkilatı tarafından telefon dinlemelerine dayanarak verilen rapor, yurt dışındaki kaçakçıların yurt içindeki bir kişiyle vaki görüşmeleriyle ilgilidir. Ne rapor bana gelmiş, ne de zamanın Cumhurbaşkanına veya Sıkıyönetim Komutanına tarafımdan iletilmiştir. Cumhurbaşkanı veya Sıkıyönetim Komutanına bu tip raporları ancak Teşkilat’ın en üst seviyedeki görevlileri verebilir. Benim sadece bilgim olmuştur. O raporda bahsi geçen siz değil o tarihte Cumhurbaşkanlığında görevli bir zattır. Raporun sizinle ilgili olduğuna nereden ve nasıl kanaat getirip neredeyse koca bir kitabın yarısında hiç tanımadığınız bizlerle ilgili teoriler ürettiniz? Kendinizi bir kaçakçı gibi düşünmeniz garip… Sayın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk beni teşkilattan atmadı. Bir milletvekilinin oğlunu gözaltına aldığım için zamanın Başbakanı Ecevit MİT’ten başka bir teşkilata tayinimi istedi. Raporlu olduğum için tayinimi tebellüğ etmedim ve rapor bitiminde durumumun düzelmesi üzerine Teşkilat’daki görevime devam ettim. Acaba siz rahmetli Cumhurbaşkanımız Korutürk ile ailevi yakınlığım olduğunu biliyor muydunuz? Sizinle Paris’te çalıştığını belirttiğiniz ve 1988’de ziyaretine gittiğiniz teşkilat mensubu HT, namı diğer Hüseyin Bey’in hakkınızda ne rapor verdiğini bilemem.
Ancak mesleğimin ilk yıllarında tanıdığım Hüseyin Bey’i tuhaf davranışları nedeniyle pek sevmediğimizi, sorgu bürolarında ışıkları kapattırıp mumlar yakarak korkutucu olma maskaralıklarının aramızda alay mevzuu olduğunu belirtebilirim. Bildiğim kadarıyla çok seneler önce teşkilattan ayrıldı ve boğazdaki havuzlu evinde yaşamaya başladı. Teşkilat’la hiçbir alakası kalmadı. Yıllar sonra Erel konusu ile ilgili olarak neden ona gittiğinizi anlayamadım. Yoksa siz hala onun MİT’de etkin bir görevde olduğunu mu sanıyordunuz? Paris’te beraber olduğunuz ve takdir ettiğiniz Galatasaraylı diğer kişi Hiram Bey’in ve benim çok yakın dostumuzdur. Geniş hayal gücünüzü bozmak istemem ama, eğer görüşebilirseniz Hiram Bey ve benim için yazdıklarınızın ne kadar saçma sapan, tutarsız olduğunu size daha iyi izah edecektir. Kim bilir belki bir diplomata yakışacak incelikle geç de olsa özür dileme nezaketini gösterirsiniz.
Evet, 40 sene önceki bir casusluk olayı ve tatsız yansımaları böyle. Yaptığınız görevin niteliği bazen canınızı yakıyor…
Tarih 17 Mart 1997, yer TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Eski bir MİT mensubu olan ve görevde iken Doğu Perinçek’in TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) isimli illegal örgütünden sorumlu Avukat Necdet Küçüktaşkıner, komisyon üyelerine şunları söylüyordu:
“Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Operasyonu’nu planlayan benim. Adı Şafak Operasyonudur. Bu Şafak Operasyonunu yürütürken İstanbul bölge sorumlusu Ferit İlsever’in karargâh olarak kullandığı evi tespit ettik. Bu karargâh, Hiller Samder Boyt adında Robert Kolej’de profesör olan şahsa ait, İngiliz uyruklu.
Ve bu operasyon sonucunda İstanbul bölgesinde ve bütün Türkiye şamil olmak üzere, 266 eleman yakaladık; bu arada İngiliz’i de yakaladık. İngiliz’i aldık emniyete getirdik, gazetelerde yazdı… Bu İngiliz’i, bize sorgulatmadılar. 20 tane konsolosluk arabası geldi. MİT’ten gelen emir, ben, Ankara’dan kimin yaptığını bilemem. Bizim teşkilattan geliyor. Bir de yabancılar üzerimize geliyor, kesin operasyonu, biz de operasyonu kestik; yani ve o tarihlerde bu adamı sorgulayamamamız nedeniyle, biz, yabancı iltisaklarını tespit edemedik; ama şunu şöyle söyleyeyim, bize dediler ki sol örgütü yakala. Biz, sol illegal örgütü deşifre etme çalışmalarına girerken altından İngiliz çıktı.
…Bakınız, ben bunu ek olarak koydum. Şu nokta dergisi 1993 senesi yıl, sayı: 36’dır. Bu dergi mutlaka her Türk vatandaşının okuması lazım, sağcısı solcusu, Alevî’si Sünnî’si, Türkü Kürdü, herkesin okuması lazım. Şu çok önemli belgedir. Bunu okuyunca herkes birçok şeyler öğrenir. Yabancı bir Milli İstihbarat Teşkilatının içerisine… Bunlar çok detaylı şeyler; ama çok sathi anlatmaya çalışıyorum. Bu adamlar bir şeyler yapmak istiyorlar. Burada bir ihtilal hazırlığı var. Turan Çağlar daha önce 27 Mayıs ihtilalinde de yer almış bir adam. Radyoevini işgal etmiş, ondan sonra radyoevi müdürü yapmışlar bunu, Turan Çağlar bu kişi. Daha sonra, bu tabii bırakılıyor, Ankara’dan birtakım adamlar geliyor, bir şeyler oluyor, bırakın bunu, bırakıyorlar ve bunun üzerinde duruyorlar. Bu adam neyin nesidir, fesidir, o tarihten sonra serbest bırakılıyor; ama MİT kontrolü bırakmıyor bu adam üzerindeki ve neticede Turan Çağlar’ın Amerikalı Mark Lesin (yanılmıyorsam) adında bir CIA ajanıyla suçüstü yapıyorlar Levent’teki bir evde.
Buralarda, yer konusunda yanlışlığım olabilir. Adam suçüstü oluyor, Amerikalılara, CIA’lilere bilgi verirken suçüstü oluyor, onlardan para alıyormuş 1000 dolar filan. İşte içimizdeki bir iki kişiye de -soysuz adamlar diyeceğim tabirimi mazur görün- para veriyormuş, orada bilgileri çalıyor, bunları Aydınlık Gazetesine aktarıyor. Bu arada şunu arz etmek istiyorum: Bu adamın CIA’dan aldığı talimat muvacehesinde Aydınlık Gazetesini desteklemesi bence ilgi çekici bir olaydır, Komisyonun dikkatini çekiyorum. Netice itibariyle, adam askerî mahkemede yargılanıyor, yargılanırken de ölüyor. 1980’den sonra; bu dosyada hepsi var.”
*****
Şimdi öncelikle, Küçüktaşkıner’in herkesin okumasını tavsiye ettiği o belgeye yer verelim. Nokta Dergisinin 29 Ağustos – 4 Eylül 1993 tarihli, 36 sayılı yayını, sayfa 36-39:
“Bir ölümün anatomisi
Emekli Albay Turan Çağlar, tam 10 yıl önce Mamak Cezaevi’nde esrarengiz bir biçimde öddü. 27 Mayıs’ın radyo müdürüydü. İstihbaratçılık ve Amerikan kuruluşlarıyla ilişkili "Özel Sektör Enformasyon Bürosu yöneticiliğinin ardından holding yöneticisi oldu. Basına kontrgerilla ile ilgili bilgi sızdırdığı, MİT içerisindeki çatışmaya taraf olduğu iddiaları onun sonunu hazırladı.
10 yıl sonra Turan Çağlar Olayı
Mehmet Güç
Yer: 12 Eylül öncesi yayınla¬nan Aydınlık Gazetesi’nin İstanbul’daki yazıişleri salo¬nu. Tarih: 26 Temmuz 1979. Bir masanın etrafında toplanmış 11 gazete yöneticisi ayakla duran kişiyi dinliyordu, "Kontrgerillanın İstanbul MİT bölge teşkilatında yer alan kişi¬ler…" diye başlayıp devam ediyordu ona boylu, kumral, seyrek ve kısa saçlı adam. İsimler sıralıyor, eylemler anlatıyor, tırmanan terörün ardındaki karanlık ilişkilere ait ipuçları veriyor¬du… 11 gazete yöneticisinin dikkatle dinlediği kişi Turan Çağlar; toplantı, Aydınlık Gazetesi’nin genişletilmiş yazı kurulu toplantısı; toplantı konusu da bir süre sonra başlatılacak kontrge¬rilla ile ilgili kampanyaydı.
Üç saat kadar süren toplantıdan sonra gazeteden ayrılan Turan Çağlar, daha binadan 100 metre uzaklaşma¬dan yolunu kesen bir arabaya bindirilerek kaçırılacaktı. Aslında bindiği araba da arabadakiler de çok yabancı¬sı değildi. En azından aynı kurum içe¬risinde beraber çalıştığı kişilerdi bun¬lar. Bunlardan birinin, dönemin İstan¬bul MİT Bölge Başkan Yardımcısı Özcan Koç olduğu daha sonra öne sürülecekti.
Daha yolda başlamıştı sorgulama. Ne anlattığı ve neden anlattığını soruyorlardı. Teşkilata ihanetle, komünist¬lere bilgi vermekle suçluyor, arada bir de farklı uyarılarda bulunuyorlardı.
Sonra gittikleri bir tanıdık binada ken¬disine birkaç saat önce gazetede yap¬tığı konuşma dinletiliyordu bir teyp¬ten. En çok da "Turan Deniz’in yanın¬da tavır almasının başına bela olacağı" üzerinde duruyorlardı. Sorguculara göre Nuri Bey çok kızmıştı Çağlar’a. Ve "MİT’e ait bina, eleman ve imkânların kontrgerilla yöntemleri için kullanıldığının ifşası da ne demek oluyor?" diye hiddetle sormuştu Nuri Gündeş Bey.
Turan Çağlar ise, teşkilata ihanet etmediğini herkesin bildiği şeyler üzerine konuştuğunu söyleyerek ken¬dini savunuyordu. Turan Deniz ile ilişkisi ise eski bir dostluğa, mesai arkadaşlığına dayanıyordu sadece… Nihayet Çağlar, akşam saatlerinde Belgrad ormanlarında arabadan indirildiğinde kelimenin tam anlamış perişan bir haldeydi.
AJANLIK KUŞKUSU
Turan Çağlar, olaydan bir gün sonra Aydınlık’tan tanıdığı bir gazeteciyi Divan Otelinde buluşmaya çağırıyordu. 27 Temmuz 1979 günü akşam saatlerinde Divan Oteli’ne bir değil iki gazeteci gelmişti. Gazetecilere olayı anlatan Çağlar, “aranızda bir ajan var. O yazı kurulu¬na katılanlardan biri bu" diyordu. O korkulu, kuşkulu günlerde küçük bir panik yaşatıyordu bu iddia. O günün tanığı, ama adının açıklanmasını istemeyen gazeteci-yazar, şimdi. "Turan Çağlar’la bu konuşmadan sonra yaptığımız bir araştırmada o yazı kurulu toplantısına katılmış kişiye dair kuşkularımız oluştu" diyor¬du.
MİT tarafından bütün konuşmaları banda alınan yazı kurulu toplantısı için görüştüğümüz o dönem Aydınlık gazetesinin başyazarı ve gazeteyi yön¬lendiren Türkiye İşçi Köylü Partisi Genel Başkam Doğu Perinçek ise şunları söylüyordu.
“öncesinde de sonrasında da MİT’le ilişkisi olduğunu saptadığımız insanlar oldu. Kuşkulandıklarımız da oldu. Aydınlık, yüzden fazla insanın çalıştığı bir yerdi ve kamuoyunun olduğu kadar. MİT’in de ilgi odağıydı. Bu nedenle o yazı kurulu toplantısında bir ajan olabilir diyorum. Kuşkulandı¬ğımız insanlar vardı ama tabii MİT görevlileri bu kaydı mikrofon yardım¬cılığıyla da yapmış olabilir. Bunu kesin olarak bilmek mümkün değil."
Emekli Albay Turan Çağlar o tarih¬ten 12 Eylül 1980’e kadar "üç kez teş-kilat arkadaşları tarafından arabayla günübirlik "gezilere" çıkarıldı. Sorular soruldu, uyarılar yapıldı ve tehditler savuruldu bir kaç yumrukla beraber.
***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder