E) HER İNSANIN SORUMLULUKLARI VARDIR?
Canlılar içinde, yaptıklarının farkında olan
ve yaptıklarından sorumlu olup, hesap verecek olan ter varlık insandır.
Sorumsuz, başıboş insan yoktur. Herkesin kendine göre; yaşına, ilmine, maddi
varlığına ve yetkisine bağlı sorumlulukları vardır. Ayrıca insan, yalnız
kendinden değil elinin altındakilerden, çevresinden ve yönettiği insanlardan da
sorumludur.
Kur’an’da,
Tahrim 6 : “Ey İman Edenler! Kendinizi ve aile fertlerini yakacağı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz.”
Ankebut 2 : “İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiç imtihana çekilmeyeceklerini misandılar?”Hz. Peygamber de : “Hepiniz çobansınız, herkes güttüğü sürüden mutlaka sorulacaktır” buyurmuştur.
Şuanda bir şeyler varsa, bir şeyler oluyorsa, bunda herkesin payı vardır. Bundan herkes sorumludur. Mevlana, idam edilmiş birini görür, ayaklarına sarılır. “Beni bağışla. Seni bulsaydım, seninle ilgilenseydim, senin başına böyle bir iş gelmezdi” der. Herkes, başkalarının yükünü de taşır. Ayrıca sorumlulukların süresi ve sınırı da yoktur. Bazılarını hizmete çağırıyorsun, gelmiyor : “Ben şimdiye kadar çok çalıştım, biraz da
başkaları çalışsın” diyor. Bazıları : “Ben ne yapabilirim” derken bazıları da
“Ben emekli, yaşlı bir adamım” diyor, sorumluluğu üzerinden atıveriyor. İnsan,
hayatının bir kısmının hesabını vermeyecek ki… Sonra İslâm da emeklilik yok.
Yaşlandım yok. Abdurrahman bin Avf, 93 yaşında Kars’ta şehit düşmüş. Ebu
Eyyubel Ensari, İstanbul surları önünde 90 yaşında şehit olmuştur.
- Sorumluluklar Geçici görev değildir…
İlk vahiy geldiğinde Hz. Peygamber, hemen tebliğe kalkınca O’nun terli ve sıkıntılı halini gören Hz. Hatice : “Biraz dinlensen” deyince Peygamber “Dinlenecek vakit yok” demiştir. Davasından vazgeçmesi için yapılan tekliflere de : “Vallahi güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz, bu davamdan vazgeçmem” diyerek reddetmiştir.- Mezarda Yatacak vakit çok… Çalışmak, belirli kimselerin görevi de değildir…
“Ben, inancımı yaşamaya çalışıyorum, ibadetimi yapıyorum” demek kimseyi
kurtarmaz. İnanç savunulacak, geleceğe taşınacak, bizden öncekiler yalnız
kendini düşünseydi çalışmasaydı, biz ne olurduk o zaman? Nereden bulacaktık
buyurdu o zaman. Sonra onlar, Müslüman olarak ölebilir miydi?
Hz. Peygamber (s.a.) : “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz” buyurmuştur.
Bazen vazife yapmamamın zilletini yaşıyoruz.
Vatan için, millet için, çirkinlikleri önlemek insanımızı güzelliklere, iyiliklere çağırmak görevimizdir. Biz vazifemizi yapmazsak “ Köpeksiz köy bulup değneksiz gezerler. Sonrada Köpekleri salıverip taşlara bağlarlar ”
Yaptığımız bir şey var; kötülükleri kötüler çok konuşuyoruz ama bir şey yapmıyoruz. Gürlüyoruz yağmıyoruz. Böylece vazifemizi yaptığımızı zannediyoruz. Böyle vazife mi olur?
Hz. Peygamber (s.a.) :
“Bir ok yüzünden Allah üç kişiye sevapverir.”
1- Oku yapana,
2- Oku hazırlayana,
3- Oku atana, demiştir.
Biz doğrudan bir şey yapamamış olabiliriz. Yapanı severiz, yapana yardımcı oluruz, bizde sevap kazanırız. Sebep olmak, vasıta olmak insana sevap kazandırır. Gücü bir şeye yettiği halde, yapması gerekeni yapmayan mes’ul olur. Herkes kendi kendine sorsun.
- Bugüne kadar kime? Neye tepki gösterdim? Kimi etkiledim, kime faydam oldu?
Bakın etrafınıza; her türlü kötülük cirit atıyor. Toplum toptan yozlaşıyor. Ailemiz çöküyor. Bir neredeyiz? Biz ne yapıyoruz? Unutmayalım tepki, var olma, onurlu yaşama ve korunma yoludur. Bir yerde kötülük varsa, kötülük varsa, sorumluluk da vardır. Ashabtan Vehb bin Kebşe (r.a.)’ı Peygamber Efendimiz Çin’e göndermiştir. Tam bir yıllık yolculuktan sonra Çin’e varan Kebşe (r.a.), uzun süre Çin’de kaldıktan sonra
Allah Rasûlünü özlemişti. Yollara koyuldu. Medine’ye ulaştığında Allah Rasûlü
vefat etmişti. Tekrar görevi döndü. Çünkü görev kutsaldı. Bir müddet daha
çalıştı, orada vefat etti, mezarı Çin’dedir. “Gitmeyeceğim, yeter” dememiştir.
Vazife, zamanla, yerle sınırlı değildir.
Sütçü İmam, Maraş’ın işgali ve iki kadına Fransız askerlerin saldırıları karşısında gösterdiği tepki ile Maraş’ın kurtuluş destanını başlatmıştır. Uzunoluk Çarşısında dikilen anıta : 30 Teşrin 1919 da Sütçü İmam, Türk namusun burada silahı ile korudu, yazılarak Sütçü İmam hayırla yâd edilmektedir.
F) İNSANIN KENDİSİNİN İYİ OLMASI VE KENDİNİ KURTARMASI YETMEZ
İnsanın iyiliği başkalarına yansımadıkça, insana pek faydası olmaz. İnancımızda kültürümüzde tek başına kurtuluş, tekbaşına huzur yoktur. Bazıları : “Ortalık bozuk, zaman kötü, zaman bunu gerektiriyor”, “Aman benden olmasın”, “Her koyun kendi bacağından asılır” diyerek, etliye sütlüye karışmıyor, kendi kabuğuna çekiliyor.
İnsan, kendisi iyi olacak, çevresi de iyi olacak, her şeyin herkesin iyi olması için çareler arayacak. Başkaları ile ilgilenmemek, dünyadan el etek çekmek, inzivaya çekilmek ve pasif davranarak, inancımızla bağdaşmaz. Allah, müslümana, insanlığı ıslah etme,dünyayı tanzim etme, düzene koyma görevi vermiştir.Bazıları :
“ Ben Temizim, bu bana yeter ” deyip, kurtulduğunu ve kurtulacağın zannediyor. Bu böyle olsaydı, Allah herkesi kendisinden sorumlu tutardı. O zaman : “Gemisin kurtaran kaptan” denebilirdi.
Camide ön safta : “Ya Rabbi! Müslümanlar yardım et” duasına “Amin” deyip
çıktıktan sonra “Haydi bakalım sende katıl” davetine “İnşallah, Maşallah, Allah
muvaffak etsin” deyip geçme gafletine düşülüyor.
Kendi çocuğumuz bize benzemiyor. Allah :
“Emaneti ne yaptın?” dese, cevap veremeyiz. Bu senin mi, bu sana mı ait dense,
yutkunuyoruz. Çevremiz kurtulmadan, biz kurtulabilir miyiz? Bir hadiste : “Bir
topluluk çirkin olan bir işi görüp de onu değiştirmedikleri zaman Allah onları
toptan cezalandırır” buyurmuştur.
G) TEPKİ TOPLUMU OLMAZSAK İLAHİ İKAZLAR KAÇINILMAZ OLUR
İyilik de, kötülük de, mutlaka sahibine ulaşır. Hak etmeden insana ne iyilik gelir, ne de kötülük. İnsan çalışmasının mükafatını, ihmallerinin de cezasını görür. Bunun için Müslüman, başkaları rezaletler üretirken o, faziletler üretmelidir. Bugün, her an ilahi uyarılar ve felaketlerle ikaz edilip duruyoruz. “Neden, niçin” demiyoruz, çaresine
bakmıyoruz. Halimizle bağlantı kurmuyoruz. Hiçbir felaket sebepsiz değildir.
Kul azmayınca Allah yazmaz.
Şair:
Kulun çektiği kendi cezası” demiştir.
Yunus 44 :
“Allah kimseye zulmetmez,
İnsan kendi kendine zulmeder”
buyrulmuştur.
Düzelmez isek, düzeltmez isek, ilâhi ikazlar ve musibetler eksik olmayacaktır.
Bilelim ki, karşı olmadığımız her kötülük, bir gün mutlaka bize veya yakınlarımıza acı verecektir. Acı çekmemize neden olacaktır.
Filler, atlar yırtıcı hayvanlar saldırdığı zaman bir araya geliyorlar, yavrularını arlarına alıyorlar, hem kendileri hem de yavrularını korumuş, kurtarmış oluyorlar. Bufalolar, aslanların yatırıp yemeğe hazırlandığı arkadaşlarını kurtarmak için bir araya geliyorlar,
aslanlarına üzerine yürüyorlar, böylece hem arkadaşlarını koruyorlar hem de
korktuklarından emin oluyorlar.
Bazı hayvanlar, sıra ile nöbet tutuyorlar, tehlike anında bağırıp çağırarak alarm veriyorlar, varlıklarını devam ettiriyorlar.
1- “Bir toplulukta bir takım günahlar
işlenir, işlemeyenler, o günahları işleyenlerden daha güçlü ve daha çok
oldukları halde engel olmazlarsa, mutlaka Allah hepsine birden cezâ verir” (Ebû
Dâvûd, Melâhim, 17; İbn-i Mâce, Fiten,20)
2- “Bir gün peygamberimize içimizde iyi insanlar varken, helâk olur muyuz?”
diye sormuşlar. O da, “Evet, ahlâksızlık ve günah çoğaldığı zaman helâk
olursunuz buyurmuşlardır.” (Buhâri, !iten, 4, Müslim, Fiten, 4)
3- “Fuhuş yaygınlaştıkça yer sarsıntısı olur” (Feyzü’l Kadir, 1/401)
4- “Bir yerde zinâ açıkça işlenir, içıkça faiz yendiğinde yer sarsıntıları
olur!” (Hakim, Müstetrek, 2/37)
5- ibn Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerife göre Peygamber
sallallahü aleyhiye sellem şöyle buyurmuştur:
“ İsrail Oğulları arasında bozgunluk şöyle başlamıştır: Bunlardan birisi günah
işleyen diğer birisine rastlar, be adam, Allah’tan kork, yapmakta olduğun işi
bırak; zira o işi sana helâl değildir, der. ertesi gün yine o adama aynı halde
rastlar. Böyle olduğu halde, o adamla yiyip içmekten ve onunla düşüp kalkmaktan çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allahü Teala, onların kalplerini birbirine benzetti. Sonra, İsrail oğulları içinde kâfir olanlar isyanları ve hududu aşmaları yüzünden, Dâvud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetledirler. Onlar, yaptıkları günahlardan birbirini menetmeye uğraşmazlardı. Bu ne çirkin bir şeydi. Bunlardan bir çoğunun kâfirleri dost tuttuklarını görürsün. Onların nefisleri kendilerin ne fena şeye, Allah’ın gazabına götürdü. Onlar azab da daim kalacaklardır. Bunlar Allah Peygamber’e ve ona gönderilen Kitab’a inanmış olsaydılar, kafirler dost etmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıkdırlar”, mealindeki ayeti okudu, sonra şöyle buyurdu.
“Hayır, ya mârufu emiri ve münkerden nehyeder, zâlimi zulmetmekten men eder, onu hakka çevirir ve hak üzerinde dururusunuz, yahud Allah Tealâ kalblerinizi birbirince benzetir. Sonra sizi de İsrail oğullarını lânetlediği gibi lânetler.” (Ebû Dâvud ve Tirmizi)
N. Fazıl’ın ifadesiyle biz görevimiz yapalım da utanan biz olmayalım:
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsa, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa, bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk,
Bayraklaşmıyorsan Bayrak utansın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder