23 Ekim 2018 Salı

IRAK’IN ENERJİ KAYNAKLARINI DİKKATE ALARAK, ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIP ÇIKMAYACAĞININ, SENARYOLAR DÂHİLİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

IRAK’IN ENERJİ KAYNAKLARINI DİKKATE ALARAK, ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIP ÇIKMAYACAĞININ, SENARYOLAR DÂHİLİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Dr. Cenk PALA 

1. Biraz Tarih, Her Zaman Tarih 

Tarih, her zaman, almasını bilenler için büyük dersler içerir. Toplumlar, ancak ve ancak geçmişin izlerini sürerek bugünü anlayabilir ve bu sayede geleceği de tahayyül edebilirler. Yoksa tarihi değiştirmek şöyle dursun seyirci olarak kalacakları dahi şüphelidir! 

Petrol tarihi de böyledir. Konuyla doğrudan ilişkisi nedeniyle, Orta Doğu petrollerinin paylaşımı hakkında birkaç tarihsel tespit yaparak başlamak anlamlı olabilir. Bu bölümü, 1996 yılında yayınlanan “20. Yüzyılın Şeytan Üçgeni: ABD–Petrol–Dolar” isimli kitabımızın ilk bölümünün ilgili yerlerinden ve bu konuda yapılan çeşitli konuşmalarımdan ödünç aldığımı belirtmek isterim. 

a. Orta Doğu’ya Yönelişin Ana Nedenleri 

Ham petrole kaynağında sahip olmanın önemi, petrol şirketlerini Orta Doğu’da geniş ve keşfedilmemiş alanlar aramaya yöneltmiştir. 
1920’den önce Amerikan petrol şirketleri Orta Doğu petrol imtiyazları ile pek de ilgilenmemiştir. Gerçekten, ABD, özellikle I. Dünya Savaşı sonuna kadar öncelikle yurtiçi rezervlerin geliştirilmesine odaklanmıştır. Yine o dönemde ABD, Avrupa ülkelerinin ve Avrupa kökenli petrol şirketlerinin yürüttüğü, Doğu yarıküre petrol rezervlerini ele geçirmeye yönelik sömürgeci politikalar nedeniyle bu bölgede fazla etkin bir konuma sahip değildir. 

Ancak, bir yandan 1920 yılında ülkede yaşanan enerji krizi ile birlikte gelecekte petrolün biteceği korkusu yaygınlaşınca ve öte yandan da dış rezervlerde olası bir İngiliz–Hollanda tekeli gündeme gelince ABD, Amerikan petrol şirketleri vasıtasıyla ve tüm siyasi gücüyle Orta Doğu’ya yönelmiştir. 1920 yılında, ABD’nin batı kıyısını etkisi altına alan petrol kıtlığından söz edebiliriz. Genel olarak, bu kıtlığın şirketlerce suni olarak yaratıldığı görüşü hâkimdir. Krizin asıl önemi, Amerikan şirketlerini, Meksika ve Venezuela ile birlikte Orta Doğu’da da etkin olmaya zorlamasından kaynaklanmaktadır. Özellikle ABD batı kıyısı şirketlerinden SoCal, kontrolü altına alabileceği yeni kaynaklara sahip 
olmak amacıyla dünya çapında bir petrol araştırma faaliyetine girişmiş; 

SoCal’ın öncülüğünde diğer Amerikan şirketleri de ilgi alanlarını Orta Doğu’ya çevirmekte gecikmemişlerdir. 

Orta Doğu’nun petrol endüstrisine tam anlamıyla dâhil oluşu, Amerikan şirketlerinin bu bölgede faaliyetlerini giderek yoğunlaştırması ile başlamıştır. Amerikan şirketlerinin bölgeye girişi, ilk etapta rekabetin artmasına yol açmışsa da; daha sonraki aşamalarda bizzat hükümetlerin devreye girmesiyle Orta Doğu, tümüyle Yedi Kız Kardeşler (7 büyük petrol şirketi) arasında paylaşılmıştır. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 



Endüstrinin Orta Doğu'ya kaymasının en önemli nedeni, varil başına üretim maliyetinin diğer alanlara oranla çok düşük düzeyde kalmasıdır. Örneğin, 1946-51 yılları arasında varil başına ortalama üretim maliyeti Venezuela'da 0.50 dolar, Uzakdoğu'da 0.77 dolar ve ABD'de 1.01 dolar düzeyindeyken; Orta Doğu'da 0.23 dolar civarındaydı. Orta Doğu'nun bir diğer avantajı da kuyu başına günlük üretim miktarında göze çarpmaktadır. Örneğin 1949'un sonunda kuyu başına günlük üretim, üretken 10 kuyusu olan Irak'ta 11.200 varil, 73 kuyuya 
sahip Iran'da 8.192 varil, 76 kuyusu bulunan Suudi Arabistan'da 6.084 varil ve 61 kuyuya sahip Kuveyt'te 4.447 varildir. Dünya çapında kuyu başına ortalama günlük üretim, aynı yıl, sadece 21 varil düzeyindeyken, bu ölçüm ABD için 11 varil, Venezuela içinse 201 varil düzeyindedir. 

Sonuç olarak, Orta Doğu, gerek düşük üretim maliyetleri gerekse kuyu başına üretim ve rezerv miktarlarıyla petrol şirketleri açısından en cazip bölge hâline gelmekte gecikmedi. Üstelik Orta Doğu, sadece diğer üretim sahaları karşısında değil, ucuz petrolü sayesinde o dönem için herhangi bir enerji kaynağı ile karşılaştırıldığında da önemli bir maliyet avantajına sahiptir. Orta Doğu petrolünden sağlanan ekonomik rantın yüksek kâr marjını da beraberinde getirmesi, petrol şirketlerinin hummalı bir şekilde bu bölgeye hücum etmelerine neden olmuştur. 

Esasen, 1950 yılına kadar petrol endüstrisinin temel çalışma kuralı, topraklarında petrol bulunan az gelişmiş ülkelerle çok uluslu petrol şirketleri arasında yapılan ayrıcalık (concession) anlaşmaları ile sağlanan imtiyazlar olmuştur. Yoğun bir şekilde 1901 ile 1935 yılları arasında değişik tarihlerde verilen ve 1960'lara kadar uzanan imtiyazların bazı ortak noktaları vardır: 

. İmtiyazlar 60-75 yıl veya daha uzun süreler (99 yıl gibi) için verilmekteydi. 
. Petrol şirketlerini üretici ülke hükümetlerine petrolün varili başına 0.20-0.25 dolar düzeyinde royalty (şerefiye) adı altında sabit bir ücret ödemek durumunda bırakıyordu. 
. İmtiyazlar üzerindeki özel ve siyasal kısıtlamalar önemsiz düzeydeydi. 

Ayrıcalık sistemi nedeniyle üretici ülke hükümetlerinin, petrolün işletilmesi ve endüstrinin yönetimi konularında hiçbir söz hakları bulunmuyordu. Çünkü petrol şirketleri, ödedikleri royalty karşılığında gümrük vergisi de dâhil olmak üzere tüm vergilerden muaf tutulmuşlardı. 

Ayrıcalık sistemi ile daha başlangıçta eli kolu bağlanan üretici ülke hükümetleri karşısında giderek güçlenen petrol şirketleri, bu sayede üretim ve fiyat politikasına karar verme konularında tam ve etkin bir kontrol elde etmişlerdir. Petrol üreten devlet ile şirket arasında yapılan ayrıcalık anlaşmasıyla imtiyaz sahibi şirkete; petrolü araştırma, eğer keşfedilirse, geliştirme ve pazarlama hakkı da verilmiştir. 

b. Orta Doğu’da Ayrıcalık Mücadelesi ve Kartelin Orta Doğu’ya Girişi: İran ve Irak Petrollerinin Ele Geçiriliş Süreci 

Her şey, 1890’ların başında, Fransız Hükümeti’nce Jacques de Morgan başkanlığında görevlendirilen bilimsel bir ekibin, petrol araştırmalarını içeren çok olumlu bir raporla İran’dan dönmeleri ile başlamıştır. Ekip, Şubat 1892’de, bu araştırmanın ayrıntılı sonuçlarını Annales des Mines’de (Maden Yıllığı) yayınlamıştır. Bu detaylı araştırmadaki kanıtlara rağmen İran bölgesi, 1900’den önce potansiyel yatırımcıların ilgisini çekmeyi başaramamıştır. 

Orta Doğu’daki ilk ayrıcalık, 28 Mayıs 1901’de, İran Şahı tarafından, İngiliz vatandaşı (aslında Kanadalı bir Fransız asili) William Knox D’Arcy’e tanınmıştır. Bu ayrıcalık, D’Arcy’e 60 yıl süreyle bugünkü İran’ın 5/6’sını kapsayan bir bölgede “doğal kaynakların aranması, çıkarılması, işletilmesi, üretilmesi, ticarete elverişli duruma getirilmesi, başka yerlere taşınması” hakkını vermiştir. 

Ayrıcalık, 15 Nisan 1909’da 2 milyon pound sermaye ile kurulan Anglo-Persian Oil Company’nin (APOC, sırasıyla AIOC ve BP adını alacaktır!) eline geçmiştir. Aslında, şirket sermayesinin önemli bir bölümü yine İngiliz destekli Burmah Oil’in elindeydi. 1903 yılında kullandığı yakıtı kömürden petrole çeviren İngiliz Donanması’nın, sürekli artan gereksinimini karşılamak amacıyla güvenilir petrol kaynakları arayan Winston Churchill, 1914’de, İngiliz Hükümeti’ni APOC’a 2 milyon pound daha yatırmaya ikna etmiştir. Böylece, şirketin % 51 hissesi İngiliz Hükümeti’ne ait olmuş ve 1954 yılına kadar da İngiliz şirketi olarak kalmıştır. 

Aynı dönemde İngiltere, Almanya ve Hollanda, Osmanlı 
İmparatorluğu’nun bir parçası olan Mezopotamya’daki (bugünkü Irak) 
ayrıcalıklar için kıyasıya rekabet hâlindelerdi. Sonuçta, bu üç Avrupa 
ülkesi uzlaşmış ve Ermeni C.S. Gülbenkyan aracılığıyla Türk 
Hükümeti’ni de etkileri altına alarak, Ekim 1912’de kurdukları Turkish 
Petroleum Company (TPC) yoluyla Mezopotamya imtiyazını elde 
etmişlerdir. TPC hisse dağılımı şöyledir: National Bank of Turkey (İngiliz) 
% 50, Deutsche Bank of Germany (Alman) % 25 ve Anglo-Saxon 
Petroleum Company (Royal Dutch / Shell’in bir kolu) % 25. Türk 
Hükümeti ile taraf ülkeler arasında arabuluculuk yapan Ermeni C.S. 
Gülbenkyan’a, yakın dostluk kurduğu Osmanlı Padişahı nezdindeki 
başarılı çalışmaları (!) nedeniyle İngiliz payından % 5 oranında hisse 
verilmiştir. İşte Gülbenkyan’ın, Bay Yüzde Beş (Mr. Five Percent) adıyla 
petrol tarihine kazınmasının kökeni, ne yazık ki adından başka hiçbir 
şeyi Türk olmayan ve Türk kalamayan TPC’nin kuruluşunda yatmaktadır. 

TPC’nin kuruluşunu izleyen dönemde, donanmasının ana yakıtını 
kömürden petrole çeviren İngiltere, bu yeni stratejik çıkarlarına uygun 
olarak İran ayrıcalığını elinde tutan D’Arcy grubu ve APOC’un da TPC’ye 
alınması için büyük bir siyasi baskı yapmış; sonuçta İngiltere nüfuzu ve 
baskısına daha fazla dayanamayan TPC üyeleri bu yeni grupların da 
şirket ortakları arasına katılmasını onaylamıştır: 19 Mart 1914’de 

Londra’da, Osmanlı Başveziri’nin de imzaladığı ünlü “Foreign Office” 
(Dışişleri Bakanlığı) Antlaşmasıyla, APOC için çalışan D’Arcy grubuna 
TPC’den % 50 oranında hisse verilmiştir. Böylece, uzun süredir 
peşinden koştuğu emperyalist hayalleri artık gerçekleşen İngiltere, 
İran’ın ardından Irak’ta da söz sahibi olmuştur. 

1’inci Dünya Savaşı, petrol imtiyaz mücadelesini belirli bir ölçüde 
kesintiye uğratmıştır. Ancak, savaş sonrasında petrol talebinin hızla 
artması ile tüm dikkatler, hükümetleri tarafından desteklenen büyük 
şirketler aracılığıyla yeniden Orta Doğu’ya çevrilmiştir. Dahası, 
Osmanlı’nın yenilen safta yer alması, Mezopotamya bölgesini eskisinden 
çok daha kırılgan dolayısıyla çok daha çekici hâle getirmiştir. Bu arada, 
25 Nisan 1920 tarihinde imzalanan “San Remo Antlaşması” ile 
Fransızlar, bir anlamda savaş ganimeti olarak, Almanların TPC’deki % 
25’lik payının yeni sahibi olmuşlardır. 

İngiltere ve ABD’nin ayak oyunları sayesinde San Remo 
Antlaşması hiçbir zaman yürürlüğe girememiştir. Bazı tarihçiler; 
antlaşmanın gerçekleşmesi durumunda gerek Amerikan gerekse diğer 
petrol şirketlerinin tüm Orta Doğu’nun dışında bırakılacağını, bölgenin de 
sadece İngiltere ve Fransa kontrolüne girebileceğini öne sürmektedirler. 
Böylece, Orta Doğu petrolleri adeta ellerinin arasından kayıp giden 
Fransızlar, İngiltere ve ABD ortaklığından yediği bu 80 yıllık tarihî kazığı 
hiçbir zaman unutmayacaktır. 

İşte Fransızların, 20. yüzyılın devamında İngiliz ve Amerikalılara 
duydukları, bilinç altlarına işleyen toplumsal nefretin aşikâr 
nedenlerinden biri budur. Bir adım daha öteye gidersek, Fransa’nın bir 
ayak oyunuyla ucuz Orta Doğu petrolünden mahrum bırakılması, ironik 
bir şekilde, nükleer enerji programında sergilenen dünya çapındaki 
başarının ana ateşleyicisi ve itici gücü olmuştur. 

 c. ABD’nin Orta Doğu’ya Girişi ve Kırmızı Hat (Red Line) Antlaşması 

ABD, özellikle 1920’den itibaren hızla Orta Doğu’ya yönelmiştir. 
Değindiğimiz bazı nedenlerle petrol arayışının yeni rotası bu şekilde 
belirlenince, ABD Hükümeti, Orta Doğu’nun İngiliz mandası altındaki 
bölgelerine Amerikan şirketlerinin de girişine izin verilmesi hususunda 
İngiliz Hükümeti’ne yoğun baskı yapmaya başlamıştır. ABD, bölgede 
hiçbir tekele izin vermeyen ve ayrıca hiçbir İngiliz şirketinin de kesinlikle 
bölge dışında kalmasına yol açmayacak bir tür Açık Kapı Politikası 
(Open Door Policy) izlenmesi için ısrar etmiştir. 

Amerikan sermayesi ile petrolcülerine eşit şans verilmesi 
prensibine dayanan Açık Kapı Politikası’nın başlatıldığı 1922 ile 1928 
yılları arasında geçen oldukça karmaşık ve kritik bir dönemin ardından, 
İngiliz Hükümeti, Orta Doğu’da Büyükler’in ilk ortak teşebbüsü (joint 
venture) konumundaki TPC’den iki Amerikan şirketinin; bugünkü 
adlarıyla Exxon ve Mobil’in de pay almasını onaylamıştır. TPC’deki yeni 
hisse dağılımı şu şekilde gerçekleşiyordu: Royal Dutch/Shell % 23.75, 
APOC (BP) % 23.75, CFP % 23.75, Near East Development Company 
(Exxon ve Mobil’in ortaklığı) % 23.75 ve C.S. Gülbenkyan % 5. İşte bu 
tarihten itibaren, Amerikan petrol şirketleri de, bir daha çıkmamak üzere 
Orta Doğu petrol alanlarına giriyor ve bu Anglo-American harami kapısı 
başkaları içeriye dalmasın diye hemen kapatılıyordu. 

1920’lerin sonlarında dünya petrol piyasasında bir bolluk meydana 
gelmiştir. Muhtemel bir ucuz ham petrol fazlasının TPC üyelerini tehdit 
edebilecek boyutlara ulaşmasını önlemek amacıyla, 31 Temmuz 1928 
tarihinde, tüm ortaklar tarafından Kırmızı Hat (Red Line) Antlaşması 
imzalanmıştır. Antlaşma uyarınca, hiçbir şirket, diğer ortakların izni veya 
katkısı olmaksızın eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında 
keşfedilecek petrol yataklarını işletemeyecekti. 

Antlaşmanın Kırmızı Hat adını almasının kökeni; 19 Mart 1914 
tarihli “Foreign Office” (Dışişleri Bakanlığı) Antlaşması sırasında hiç 
kimsenin sınırlar hakkında bilgi sahibi olmaması nedeniyle, İstanbul 
Kapalı Çarşı’da pazarlık usullerini öğrenmiş olan Bay Yüzde Beş 
Gülbenkyan’ın eline aldığı bir kırmızı kalemle belirlediği çok geniş bir 
petrol coğrafyasının (kuzeyde İstanbul’dan güneyde Aden körfezine 
kadar uzanan, yani Arap Yarımadasının neredeyse tamamını kapsayan 
bir alan), Osmanlı İmparatorluğu toprakları olarak kabul edilmesi ve bu 
sınırların TPC ortaklarınca da benimsenmesidir. 




Kaynak:www.globalsecurıty.net 


Kırmızı Hat ile TPC ortakları arasında, eski Osmanlı 
İmparatorluğu toprakları içine giren bugünkü Türkiye, Suriye, Irak, Suudi 
Arabistan, Bahreyn, Katar ve Basra Körfezi boyunca sıralanmış 
emirlikleri kapsayan, ancak Kuveyt, İsrail, Ürdün ve imtiyazı BP’nin 
elinde bulunan İran’ı dâhil etmeyen bir alanda, özetle imtiyaz elde etme, 
ham petrol üretimi, satın alımı ve işlenmesi konularındaki mevcut 
rekabet ortadan kalkmış oluyordu. Kırmızı Hat, TPC üyelerine Orta Doğu 
genelinde büyük ve önemli bir üretim ve imtiyaz tekeli sağlamıştır. 
Kırmızı Hat, 17 Eylül 1928’de imzalanan Achnacarry Antlaşması ile 
birlikte, 7KK’lerin dünya petrol endüstrisindeki hâkimiyetini perçinlemiştir. 

1914 “Foreign Office” Antlaşması, sonradan Büyük Oyun’u 
tezgahlayanlar arasında pay edilmek üzere Osmanlı hâkimiyetindeki 
petrol alanlarının belirlendiği, gerek yakın tarihimiz gerekse petrol tarihi 
açısından çok önemli bir antlaşmadır. 1914’de, ne acıdır ki Osmanlı 
Padişahı’nın lütfundan ziyadesiyle yararlanmış bir ailenin mensubu olan 
Calouste Gülbenkyan’ın kırmızı kalemiyle çizilen Osmanlı sınırları, 
ABD’nin Orta Doğu petrol alanlarına girişi esnasında da kullanıldı. 
Gülbenkyan’ın o sihirli kırmızı kalemi, Orta Doğu’nun ve petrolün 
Osmanlı’dan koparılmasına, Osmanlı İmparatorluğu’nun da petrol 
rezervlerine göre emperyalist güçler arasında paylaşılmasına yol açtı. 
Ulu önderimiz Atatürk’ün büyük bir ileri görüşlülükle Musul’u Misak-ı Millî 
sınırları içine dâhil etmesi, Atamızın petrol oyununun Osmanlı’yı yok 
etmek ve yeni Türkiye’nin de bunun dışında bırakılacağını hissetmek 
bakımından sergilediği stratejik zekayı bir kez daha kanıtlıyor. 

İşte günümüzdeki mücadele, Afganistan ve Irak’la başlayan; 
Suriye, İran, Suudi Arabistan ve sıraya giren diğerleri ile devam edeceği 
anlaşılan yeni haritaların çizilmesi (“Büyük Orta Doğu”) operasyonunda 
ya da bana göre “Orta Doğulu Frankensteinlar”ın birer birer yok edilmesi 
planında, Gülbenkyan’dan miras kalan o meşhur “kırmızı kalem”in bu 
kez kimin eline geçtiğini kanıtlayan, çok acımasız ve fiziki olduğu kadar 
psikolojik bir savaştır aslında... 

Bu nedenle, Türkiye’de petrol olup olmadığının tartışıldığı her 
ortamda; ayağımızın altındaki halının her an çekilme riski taşıdığı, 
haritaların sürekli değiştiği bu ateş ve kan ya da petrol coğrafyasında 
konuşlanmış bir ülke olarak, bundan yüzyıl önce sınırlarımızın petrole 
göre çizildiğini her zaman hatırlamak zorundayız. Belki, bir yüzyıl önce 
gözden kaçmış ya da kaçırılmış bazı büyük petrol sahalarımız vardır; o 
zaman da üzerimizde oynanan oyunların farkında olarak hareket 
etmemiz gerekiyor demektir. Petrol tarihinde çok meşhur bir söz vardır: 
“Petrol işleri yağlıdır ya elinize bulaşır ya ayağınızı kaydırır”. Ne yazık ki, 
dünya ekonomisinin petrol harcıyla dönüştüğü koskoca bir 20. yüzyılı 
petrolü ve stratejisini anlayamadan geçiren yani treni kaçıran bir ülke 
olarak, 21. yüzyılda hem petrolü hem de stratejisini öğrenmekle 
mükellefiz; “elimize bulaştırarak, ama ayağımızı kaydırtmayarak”... 

2. ABD Yeniden Mezopotamya’da: Irak İçin Bir Senaryo Denemesi: 

ABD, Irak enerji kaynakları ve boru hattı taşıma güzergâhları 
üzerinde mutlak kontrol sağlamak, petrol ithalatına bağımlılıktan 
kaynaklanan mali yükü ve arz kesinti riskini azaltmak, petrol fiyatlarını 
kontrol etmek, Çin, Hindistan ve Güneydoğu Asya pazarlarına satılan 
petrol üzerinde söz sahibi olmak şeklinde özetlenebilecek amaçlarla, en 
az Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) kapsadığı dönem olan 50 yıl 
boyunca Irak’tan çıkmayacaktır. 

ABD, dünya ülkelerinden gelen baskıyı azaltmak için Irak’ta ABD–
İsrail–Kürt iş birliği ile demokrasi oturtuluncaya dek (en az 5 yıl) NATO 
ve daha çok da BM çatısı altında bu amacı gerçekleştirmeye çalışacak, 
Irak enerji pastasından pay almak isteyen ülkelere (başta BM Güvenlik 
Konseyi’nde veto hakkına sahip üyelere) çeşitli imtiyazlar sağlayarak ve 
Wolfowitz’in başkanlığındaki Dünya Bankası aracılığıyla sosyo-ekonomik 
kalkınma içerikli programlar ekleyerek BOP’u özellikle BM projesi hâline 
getirmek isteyecek, askerî üsler ve petrol alanlarının güvenliğinin 
sağlanması kapsamında da her zaman belirli sayıda askerî gücü Irak’ta 
tutarak bölgedeki fiziki varlığını hissettirecektir. 

P. Wolfowitz tarafından 2004 yılında yapılan bir açıklama sadece ABD’nin Irak’ta kalmaya niyetli olduğunu ortaya koymakla kalmıyor, nasıl bir yaklaşıma sahip olunduğunu da gösteriyor: “Irak’ta asker sayımız azalacağına asker kaybımız azalsın.” 

11 Eylül olayı ABD’yi politik ve ekonomik yönden ciddi biçimde etkilemiştir. Tüm dünya üniformalı ordularını yenecek güçte Soğuk Savaş’ın galibi gözüken bir “süper devlet”, bir avuç eylemcinin ABD ve dünya finans merkezine yaptığı bir saldırı ile büyük bir güven kaybına uğramıştır. 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan dünya ekonomik sisteminin tek ve anahtar rezerv parası Amerikan doları bu darbeden sonra hızlı bir değer kaybı sürecine girmiştir. 

Uluslararası para sistemi dinamikleri içinde gerek bütçe gerekse dış ticaret açığını hiçbir kuruluşun denetimine girmeksizin dünya ülkelerine finanse ettirebilen ABD, sadece güven üzerine tesis edilmiş olan doların değer kaybına, yabancı sermayenin ülkesinden çıkması ve dünya devletlerinin döviz rezervlerinin euro’ya dönüşmesi nedeniyle engel olamamaya başlamıştır. 


ABD doları, dünya ülkelerinin anahtar rezerv parası olması dışında, dünya petrol ticaretinin de yapıldığı tek dövizdir. Bu güvensizlik ortamı, ABD’yi güveni tekrar tesis edecek, planlı veya plansız tedbirler almaya itmiştir. ABD dolar endeksinin aşağıdaki aylık ve haftalık grafiklerinden görüldüğü üzere doların değeri henüz dengelenebilmiş değildir. 

Ayrıca, ABD doları karşılığında satılan petrolün uluslararası fiyatları da uzun süre 15$ - 25$ arasında seyrettikten sonra hızlı bir artış trendine girmiştir. 





Bu süreçte önemli bir değişiklik olarak petrol yerini doğal gaza 
bırakmaya ve daha çok araçlarda yakıt olarak tüketilmeye başlamıştır. 
Dünya genelinde ve ülkeler bazında ulaştırma sektörünün genel enerji 
tüketimindeki payı % 17-% 20’ler düzeyindedir. Ulaştırma sektöründe ise 
metanol, etanol, yakıt pilleri, hatta elektrikli çözümlere henüz uzak 
olunması nedeniyle % 95’leri geçen pay ile petrol hâlâ krallığını 
sürdürmektedir. Bu durum özellikle motorlu araçlara çok düşkün olan 
ABD açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Petrol fiyatlarında 
meydana gelen şok artışların ABD ekonomisine etkisi, bireysel 
harcamaları azaltıcı yönde olmakta, yani bir vergi etkisi yaratmaktadır. 
Ortalama bir Amerikan ailesi yakıt harcamalarını kısmadığı takdirde, 
diğer ihtiyaçları için daha az harcama yapmak zorunda kalmaktadır. Bu 
ise ABD gibi tüketim ekonomilerinin mabedi olan bir ülkede büyük 
iktisadi sorunlara yol açmaktadır. Sonuçta, ABD ekonomisi tekrar eski 
düzenine kavuşana kadar dünya ve bölgemiz düzeninde değişiklikler 
olmaya devam edecek; ABD yeni dünya düzenini tanımlayana kadar da 
bu topraklardan çıkmayacaktır. 

3. Senaryoyu Gerçekçi Kılan Ana Parametreler 

a. Bugün global enerji tüketimindeki payı %39 civarında olan petrolün bu egemenliği gözle görülür bir geleceğe kadar devam edecektir. 
2030’da dünya enerjisinin % 38’ini yine petrol sağlayacaktır. Bu süreçte payı ve önemi artacak bir diğer kaynak da doğal gaz olacaktır. 

b. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın tahminlerine göre petrol talebi önümüzdeki 30 sene boyunca dünya genelinde artmaya devam edecek; bugün 82 milyon varil/gün civarında seyreden global petrol talebi, 2030’da 120 milyon varil/günü geçecektir. İthalata bağımlılığı en fazla artacak ülkelerin başta Çin olmak üzere Asya ülkeleri, ardından Avrupa ülkeleri olması öngörülüyor. Bu nedenle özellikle Orta Doğu, Hazar Bölgesi ve Kafkaslar'ın geniş rezervlerini elinde tutacak gücün (veya güçlerin) Çin ve Avrupa'yı kendi iktisadi sistemine iyice bağımlı 
kılacağı tartışılıyor. 

c. Günümüzde bakımsızlık, yatırım ihtiyacı ve siyasi istikrarsızlık nedeniyle kapasitesinin altında üretim yapan Irak, 115 milyar varil ispatlanmış ve 214 milyar varil tahminî rezerv ile aslında, OPEC’in fiyatların seyrini tek başına etkileyebilecek üretim gücüne sahip üyesi Suudi Arabistan'ı (270 milyar varil rezerv) petrol üretiminde geçebilecek tek ülke durumundadır. 

ç. Irak petrolü, dünyanın en ucuza mal edilen petrolüdür. Bu çok önemli bir faktördür. Çünkü, dünya genelinde Batı kontrolünde ucuza çıkarılabilecek tüm petrol üretilmiş durumdadır. Örneğin, hâlihazırda ciddi maliyet riski taşıyan Rus petrol üretiminin artırılabilmesi doğrudan yüksek petrol fiyatlarına bağlı kalmaktadır. Irak sahalarında varil başına 1 dolar seviyelerinde gezinen üretim maliyeti, ABD tarafından petrol fiyatlarını dengelemek üzere stratejik bir ortak olarak seçilen Rusya’daki sahalarda 5-10 Dolar civarına ulaşmaktadır. ABD 
ekonomisinde mutlu günlere dönüşün garantisi ucuz Irak petrolü olacaktır. 

d. Bugüne kadar Irak petrol potansiyelinin sadece % 10’u keşfedilmiş olup, ülkedeki potansiyel petrol alanlarının % 90’ı henüz üretime açılmış değildir. 

e. Çok konuşulan Kerkük bölgesi rezerv miktarı 8,7 milyar varil düzeyinde olup, bu rakam Irak toplam rezervlerinin sadece % 7.5’ine denk gelmektedir. Oysa Irak rezervlerinin % 80’inden fazlası ülkenin güneyinde yer almaktadır. ABD, Kerkük ile dünyayı meşgul ederken güneydeki sahaları kendi uzun vadeli enerji arz güvenliği ve stratejik açılım amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanmanın yollarını aramaktadır. Bu uzun vadeli saha geliştirme operasyonu ABD’nin Irak’ta kalıcı olacağını kanıtlamaktadır. 

f. Giderek enerjide dışa bağımlılığı artan, petrol ihtiyacının üçte ikisini ithalat yoluyla karşılayan ABD, bölge petrol kaynaklarının üretim ve taşıma imkânları üzerinde mutlak anlamda kontrol sağlamak istemektedir. 

g. Gerçekten, ülke resmî enerji organlarının öngörülerine göre 2025 yılına kadar ABD’nin doğal gaz tüketimi ikiye katlanırken, LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) ithalatı 10 katına çıkacak, petrol ihtiyacı % 33 ve elektrik talebi ise % 45 oranında artacaktır. 

h. Enerji tüketimini giderek artan oranlarda doğal gaz ile karşılayan ABD, gelecekteki enerji ham maddesi tedarik kaynağını LNG’ye kaydırmıştır. ABD, 2020 yılında 100 milyar metreküp LNG ithal edecektir. LNG için en ciddi kaynak Orta Doğu ülkeleridir. Burada, Katar’ın şansı yüksek gözükmekte, İran LNG’sinin Asya ülkelerine yönlendirileceği anlaşılmaktadır. ABD piyasası Rusların da ağzını 
sulandırmakta, bu amaçla Kuzey’de Yamal ve Stockhman sahalarında 
LNG ihraç projeleri geliştirilmektedir. Esasen, Irak gazının Türkiye’de 
Ceyhan’da inşa edilecek bir terminal aracılığıyla ABD’ye taşınmasına 
yönelik girişimlerimiz sonuç verirse ABD piyasası için Irak önemli bir 
avantaj yakalayacaktır. Irak’ın 3 trilyon metreküp olduğu tahmin edilen 
doğal gaz potansiyeli de ABD’nin askerî varlığını devam ettirmesi 
bakımından önemli bir itici güç olarak karşımıza çıkmaktadır. 

ı. Bu anlamda, Saddam'ın Kuveyt'i işgal edip bu ülkenin petrol 
zenginliğini kontrol etmek istemesi ile, bugün ABD'nin Irak'ı işgal edip 
özellikle Kerkük'ü hedef alan oyunlar içine girmesi arasında, temelde 
hiçbir fark olmadığı görülmektedir. ABD, kısa ve orta vadede en azından 
Kerkük petrollerinin kontrolünü ele geçirerek, ulusal enerji sorununu 
çözecek, Amerikan ekonomisini rahatlatacak ve petrol fiyatlarının 
maniple edilmesinde Suudiler gibi dolaylı bir araç yerine direkt bir araca 
kavuşacaktır. Ayrıca yönetimin yeni dış politika açılımları yapmasına, 
Irak'ın kuzeyindeki Kürt siyasal oluşumunun finanse edilerek ayakta 
tutulmasına, OPEC’in gücünün azaltılmasına, Orta Doğu’daki en büyük 
müttefiki İsrail'in Rusya’ya bağımlı petrol ithalatının Musul–Hayfa boru 
hattı seçeneği ile çözümlenmesine de hizmet edecektir. 

i. OPEC ülkelerinin petrolü euro üzerinden satma tehdidini 
sürekli ensesinde hisseden ABD, Irak rezervlerini, Körfez Krizi’nden 
sonra daha net şekilde uydu ülke konumuna geçen Kuveyt rezervleri ile 
birlikte değerlendirmek isteyecek; bu sayede dünya petrol rezervlerinin 
yaklaşık % 20’sini kontrol ederek, ki Suudi rezervlerine eşit bir miktardır, 
OPEC’in Arap üyeleri üzerinde baskı kuracak ve ödemelerin ABD doları 
üzerinden yapılmasını garanti altına almaya çalışacaktır. Suudi Prensi ile 
Bush’un birlikte el ele çekilen fotoğrafı, hem Suudilerin füzelerden 
kurtulma yolunda olduğunun hem de Suudilerin desteğiyle petrol–dolar 
bağlantısının eski günlerdeki gibi kurulacağının işareti gibidir. Belki de 
Usame Bin Ladin teslim edilmek üzeredir, hatta çoktan adrese 
ulaştırılmıştır. 

j. Irak’a yerleşmiş ve Kuveyt sahalarına da göz dikmiş bulunan ABD, bu sayede Suudiler tarafından yıllardır petrol şirketlerine açılmayan büyük petrol sahalarının üretime alınmasını kolaylaştıracak yasal değişiklikler yapılmasını da zorlayacaktır. Esasen BOP, OPEC’in sonunu getirecek etkiler yaratabilecektir. 

k. Musul–Hayfa boru hattı canlandırılmak ve İsrail oyuna aktif şekilde dâhil edilmek istenmektedir. Bu hattın gerek mevcut Irak-Türkiye veya Kerkük-Ceyhan (ITP) boru hattı nedeniyle Türkiye ile ilişkileri zedeleme ihtimali, gerekse İsrail ile ülkemizi karşı karşıya getirme potansiyeli vardır. Yine bu hat sayesinde Basra Körfezi–Süveyş Kanalı egemenliğine de son verilecek, Orta Doğu petrolü İsrail kontrolünde Akdeniz’e açılacaktır. 

l. Türkiye, I. Körfez Krizi’nden bu yana ITP hattının düzgün işletilememesinden dolayı büyük zarara uğramıştır. Son savaş ve devamında hattımız neredeyse günlük ve rutine bağlanmış izlenimi veren sabotajlara maruz kalmıştır. Üstelik hattın güvenliği konusunda yapılan iş birliği tekliflerimiz sürekli cevapsız bırakılmıştır. Son dönemde gerçekleştirilen saldırı ve sabotajlar tamiri oldukça güç noktalara gerçekleştirilmekte, Irak petrolünün ITP hattından ihracatı mümkün olamamaktadır. Kerkük bölgesi petrollerinin kontrolünü ABD yardımıyla ele geçireceği anlaşılan Kürtler kullanılarak Musul-Hayfa hattının 
gündemde tutulacağı, hatta bir adım daha ileri gidersek; Türkiye–ABD 
ilişkilerinin önümüzdeki 2 yıl içinde düzeltilememesi durumunda en 
önemli şantaj malzemesi hâline geleceği düşünülmektedir. Türkiye 
tarafından istekleri yerine getirilmeyen ABD, ITP hattının kuşkusuz kısa 
vadede (ITP anlaşmasının sona ereceği 2007 Temmuz’una kadar) Irak 
petrolü taşımaması için elinden gelen her şeyi yapacak ve Musul-Hayfa 
seçeneğini isteklerin karşılanma düzeyine göre bir ısıtıp bir soğutacaktır. 
Ancak, her durumda Irak’ta kalıcı olacağı anlaşılan ABD, en büyük müttefiki İsrail’i bölgedeki denge oyununda bir adım öne geçirecek olan bu hattı, bizzat BOP’u tasarlayan Yahudi kökenli danışmanlar ekibinin baskısıyla orta vadede devreye alacaktır. 

m. Irak’ta güvenliğin tesisinden sonra karşımıza çıkacak en 
önemli gelişme, Saddam döneminde, muhtemelen ABD’ye karşı BM 
kanalıyla güvenlik şemsiyesi oluşturmak maksadıyla BM Güvenlik 
Konseyi üyesi ülkelere ait firmalara verilen üretim paylaşım kontratlarının 
gündeme gelmesi olacaktır. Bilindiği gibi, bu kontratlar başta Rusya, 
Fransa, Çin gibi ülkelere verilmiştir. Yine bu döneme ait dış borçların 
büyük bir kısmı ABD tarafından “odious debt” yani illegal bir devletin 
borcu şeklinde gösterilerek sildirilmiştir. Bu konuda en ağır fatura 9-12 
milyar $ alacağı bulunan Rusya’ya çıkartılmış bulunuyor. Esasen, eski 
döneme ait üretim-paylaşım kontratlarının da aynı mantıkla geçersiz 
sayılması gerekir. Zamanı geldiğinde bu esasa dayalı ama o zamanki 
menfaatlere göre çok ilginç bir paylaşım yarışı söz konusu olacaktır. Her 
ne kadar, eski devirlerdeki imtiyaz anlaşmaları yerini gelirin büyük bir 
kısmının devlete bırakıldığı üretim-paylaşım anlaşmalarına bırakmışsa 
da, hatırı sayılır bir gelirin paylaşımı meselesi ciddi bir kapışmaya 
gebedir. Böylesine bir ortamdan pay almak için Türkiye’nin de bugünden 
gerekli hazırlıkları yapması göz ardı edilemeyecek stratejik bir konudur. 

Kuşkusuz, tüm bunlar ABD açısından küçümsenecek kazanımlar 
değildir. Ayrıca, ABD'nin muhtemel kazanımlarının sadece bunlarla 
sınırlı kalmayacağını da ifade etmek gerekir. 

Bu noktada, piyon olmaktan çıkıp oyuncu olacak kapasite ve 
donanıma sahip Türkiye’nin, özellikle boru hattı politikalarında bu 
gerçekleri göz önünde bulundurması, kısır döngüyü kıracak iyi dizayn 
edilmiş stratejiler ve yeni açılımlar geliştirmesi, enerji gibi uzun vadeli 
hedef ve planların senkronize işletilmesi gereken hassas bir alanda 
tepkilerini anlık olmaktan kurtarması, daha makro bir bakışla süreci aktif 
olarak yönlendirmesi çok ciddi bir zorunluluk olarak önümüzde 
durmaktadır. ABD, Irak’tan çıkmayacaktır; yakın komşularımız da bu 
girdaba kapılmak üzeredir. Türkiye, bu sürecin olumsuz etkilerini 
minimize edecek tek bölge ülkesidir. 

KAYNAKLAR: 

BİROL, Fatih , “Küresel Enerji Talebi:Uzun Vadeli Bir Bakış”, Enerji 
Politikaları ve Planlama, Dünya Enerji Konseyi Türkiye 7. Enerji 
Kongresi Ankara, 3-8 Kasım,1997, s. 1-6. 

BOROMBAEVA, E.,“ABD’nin Irak ve Orta Doğu Politikası”, AÜ SBF, 
Doktora Dersi İçin Hazırlanan Not. 

BP (2004), Statistical Review of World Energy, June, London. 

ENERGY INFORMATION ADMINISTRATION (EIA), Country 
Reports, (www.eia.doe.gov)“Iraq”, “OPEC”, “Russia”, “Iran”. 

IIASA/WEC Global Energy Perspectives, N. NAKICENOVIC, A. 
GRUBLER ve A. McDONALD (Eds.), International Institute for 
Applied System Analysis (IIASA) and World Energy Council (WEC), 
Cambridge University Press.,1998 

IMBODEN, D. M. ve C.C. JAEGER (1999), “Towards a Sustainable 
Energy Future”, OECD Energy: The Next Fifty Years, OECD Pub., 
Paris: 63-94. 

International Energy Agency (IEA) 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

World Energy Outlook-1998 Edition, OECD/IEA Pub., Paris. 

Caspian Oil and Gas-The Supply Potential of Central Asia and 
Transcaucasia, OECD/IEA Pub., Paris. 

World Energy Outlook: Assessing Today’s Supplies to Fuel 
Tomorrow’s Growth, 2001 Insights, OECD/IEA Pub., Paris. 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

NELAN, B. (1998), “The Great Oil Grab”, TIME, June 29. 

PALA, Cenk, 20. Yüzyılın Şeytan Üçgeni: ABD-Petrol-Dolar: Petrol 
Krizlerinin Perde Arkası, Kavram Yayınları, İstanbul. 

“21. Yüzyıl Dünya Enerji Dengesinde Petrolün ve Hazar Petrollerinin 
Yeri ve Önemi”, PetroGas, Sayı 11, Mart-Nisan, Ankara: 20-5. 

2000a “Boru Hattı Taşımacılığının Geleceği ve Türk Boğazları’nın 
Durumu”, SDD Dergisi, Sayı 15, Ocak, İstanbul. 

2000b “Kafkasya Boru Hattı Oyununda Yeni Perde: Rusya ve İran’ın 
Muhtemel Tepkileri Üzerine Bir Deneme”, İşletme ve Finans, Sayı 
171, Haziran, Ankara: 38-49. 

2001a “Boru Hattı Oyununda Bitmeyen Senfoni: Hazar’ın Hukuki 
Statüsü”, PetroGas, Sayı: 23, Mayıs-Haziran, Ankara: 43-8. 

2001b “Afganistan Savaşı’nın Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: 
Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde”, PetroGas, Sayı 26, Kasım-
Aralık, Ankara: 38-43. 

2001c, Sanayileşme Sürecinde Enerjinin Yeri ve Önemi, 
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Hacettepe Üniversitesi Sosyal 
Bilimler Enstitüsü İktisat Bölümü, 25 Ocak, Ankara. PALA, C. ve ENGÜR, E. 

1998a “Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatlarının Bugünü, Geleceği ve 
Türkiye’nin Genel Stratejisi”, Enerji Dünyası, Dünya Enerji Konseyi 
Türk Milli Komitesi Bülteni, Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. Yılı ve 
Enerji, Sayı 20, Ekim, Ankara: 13-5. 

1998b “Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye”, İşletme ve Finans, Sayı 152, Kasım, Ankara: 21-39. THE ECONOMIST 

“Environmental Scares: Plenty of Gloom”, 20 December: 21-3. 

“A Caspian Gamble”, A Survey of Central Asia, Feb. 7. 

“Cheap Oil:The Next Shock?”, 6-12 March :21-3. 
WALSH, C. (1999), “Oil Security Remaining Focus of U.S. Military 
Policy”, Dow Jones, Sept. 3. 
WEC (1996), Yarının Dünyası İçin Enerji, World Energy Council, 
Ankara. 
KÖNİ, Hasan (2005); “Ekonomik Güvenlik, Uluslararası İlişkiler ve 
Türkiye”, Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, 
Editör, Gamze Güngörmüş Kona, IQ Yayınları, İstanbul, ss. 391-401. 
ITC-Interactive Trade Map, 2004 

ÖZCAN, Gencer (2004), “Doksanlı Yıllar Boyunca ABD’nin Orta 
Doğu’da Değişen Konumu”, Editör, Fulya Atacan, Değişen 
Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Orta Doğu, Bağlam Yayınları, 
İstanbul, ss. 349-377 
ÖZTÜRK, Osman Metin (2005), “ABD, Büyük Orta Doğu Projesi ve 
Türkiye”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Yorum Mart Ayı Bülteni, ss. 6-8 
STANSFIELD, Gareth R.V. “Çarpışan Milliyetçilikler ve Irak 
Devleti’nin Çöküşü, Editör, Fulya Atacan, Değişen Toplumlar 
Değişmeyen Siyaset: Orta Doğu, Bağlam Yayınları, İstanbul, ss. 181-
191. 
The Economist Intelligence Unit, 2003 Country Report, (Iraq) 
The World Factbook 2003, CIA 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder