2 Ekim 2018 Salı

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 4,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 4,

MAKARIOS’UN SARAYINA MİKRAFON YERLEŞİYOR
GRİVAS’ın hiçbir zaman teslim olmaya yanaşmayacağını biliyorduk. Ordunun bir süre önce sıkıştırdığı iki yardımcısı gibi çarpışma sırasında ölmeyi tercih edecekti. 17 Ocak 1959’da Lefkoşe’deydim ve hemen Özel Şube’ye gittim. MAGAN’ın dosyalarla ilgili analizini inceledim. Sonra planımı yaptım.
Önce Makarios’un sarayına mikrofonlar yerleştirmeye karar verdik. Bunu başardık da. Ama ‘GÜNEŞ IŞIĞI’nın asıl amacı GRİVAS’ın yerini bulmaktı. Onun İngiliz Ordusu’nun haberleşmesini dinlemek için alıcılardan yararlandığından emindim. O yüzden kendisini aramaya çıkaracaklarını hemen öğreniyordu. Önce GRİVAS’ın alıcısının antenini bulmaya çalışacaktık. Sonra da yön bildiren bir alıcıdan yararlanacaktık.
Sonunda anteni bulabildik. Ancak yön bildirecek olan cihazın üzerinde çalıştığım sırada Sömürge Bakanlığı Kıbrıs sorununu Lancaster House’da yapılan bir toplantıda alelacele çözümledi. Bu MAGAN’ı çok öfkelendirdi. Özellikle GRİVAS tahmin ettiğimiz bölgede ortaya çıkarak Yunanistan’a uçtuğu zaman. Orada adayı kötü bir biçimde etkilemesini sürdürecekti. MAGAN çözümün en iyi ihtimalle geçici olduğuna inanıyordu. Önemli sorunlardan hiçbiri çözümlenememişti.
MAGAN’a göre Sömürge Bakanlığı’nın kısa vadeli çözümü, uzun vadeli sıkıntılara neden olacaktı. Sonradan MAGAN’ın haklı olduğu da kanıtlanacaktı.
HARVEY, Kıbrıs’la ilgili açıklamalarımı dikkatle dinledi. İki problemin birbirine benzediğini düşünüyordu. Bana, ‘İngilizler Küba’da ne yaparlardı?’ diye sordu. Aslında Küba meselesine karıştırılmayı istemiyordum. ‘Her halde diğer siyasi liderlerin üzerinde dururduk…’
HARVEY sabırsızca, ‘Biz bunu yaptık,’ dedi. ‘Ama şimdi hepsi de Florida’dalar. Domuz Körfezi çıkarmasından sonra içerideki her şeyimizi kaybettik…
CASTRO KONUSUNDA NE YAPARDINIZ?
Peki, Castro konusunda ne yapardınız?’ ‘Onu yalnız bırakmaya, halkı aleyhine döndürmeye çalışırdık sanırım…’ HARVEY sözümü kesti. ‘Onu öldürtür müydünüz?’ ‘Son zamanlarda böyle yollara başvurduğumuzu sanmıyorum’. ‘Neden?’ ‘Süveyş’ten beri böyle şeyler yapmıyoruz, Bill’. Süveyş krizi baş gösterdiği zaman MI5, Nâsır’ı sinir gazı kullanarak öldürmeyi planlamıştı. Başbakan Eden önce buna razı olmuş ama Fransa’yla İsrail birlikte askeri harekâta girişme konusunda söz verince vazgeçmişti. HARVEY, beni Süveyş operasyonu konusunda uzun uzadıya sorguya çekti. Sonra da, ‘Büro’da bu tür problemleri çözümlemeleri için yeni bir tim oluşturuyoruz,’ dedi. ‘Bu alanda uzmanlara ihtiyacımız da var.’ HARVEY, ciddileştiği zaman sesi hafifliyor ve tekdüzeleşiyordu.
Onu en çok SAS timlerinin ilgilendirdiği belliydi. ‘Onlar serbestçe çalışmıyorlar, Bili,’ diye hatırlattım. ‘Ama emekliye ayrılmış olanlarla anlaşmaya çalışabilirsin.’ HARVEY, sanki mahsus yardım etmekten kaçınıyormuşum gibi öfkeyle yüzüme baktı. ‘Stephenson’la konuştun mu?’ diye sordum. ‘Eskilerin çoğu onun savaş sırasında New York’ta öyle bir timi yönettiğini söylüyor.’ Nakliye işleriyle ilgilenen bir Alman casusunu durdurmanın başka yolunu bulamayınca bir İtalyan’dan yararlanmış. Her halde adam Mafia’dandı. ANGLETON hemen not aldı. Sonra da anlamsız bir yüzle beni süzdü. O not defteri sinirime dokunuyordu. İki Amerikalının Castro’yla ancak bu biçimde başa çıkabileceklerine inandıkları anlaşılıyordu. Onlara bu bakımdan yardım edemediğim için de sinirleniyorlardı. HARVEY birdenbire, ‘Bizden hâlâ bir şeyler gizliyorsun değil mi?’ dedi. ‘Sana söyledim ya, Bili. Biz artık öyle oyunlar oynamıyoruz. Neticede biz ikinizin de söylediği gibi bu anlaşmada önemsiz olan tarafız. Önemli şeyler sizin sorumluluğunuz’. HARVEY, bir şakaya gülecek tipte bir adam değildi. Aslında ANGLETON da öyleydi ya”.
“Türkiye, Batı istihbarat örgütlerinin bağlantı merkeziydi." Bu sözler Bulgar İstihbaratının eski şefi Dimo STANKOV’un ülkesinde yayımlanan ve Türkiye’de de yakın dostu Refik Erduran tarafından tercüme edilerek "Yeter Sustuğum" adıyla tanınan kitabından. Dimo STANKOV kitabında, uzun süre sessiz kaldıktan sonra, hasımlarla çarpışırken kendi safının bürokrasisi ile de boğuşmak zorunda kaldığı o dönemde yaşadıklarını ve gördüklerini açıklıyor. Anlattıklarının içinde Türkiye ile ilgili birçok şey var.
Kitap; «Saf köy çocuğunun zehir hafiye oluşu,» «Avrupalılık peşinde çekilenler,» «İngilizlerin astığı Lord Ho-Ho,» «Görev gereği Don Juan’lık,» «Bir pardesü karşılığında ABD Başkanı’na bağışlanan trilyon dolarlık sır,» «Casuslar Kralı PHILBY’in Türkiye’de dağıttığı rüşvetler,» «Çıplak kız karşısında istihbarat yenilgisi,» «Ağca olayını bir de Bulgar istihbaratından dinleyin,» «İsmail Erez’le yenilemeyen yemek,» «İlk hava korsanı, Türkiye’de Fahişe olan kızı» gibi başlıkları taşıyor.
CASUSLAR KRALI KİM PHILBY
Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için,Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için, "İngilizlere sempatimi fark etmesi yakınlaşmamızı kolaylaştırdı" diyor.
İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNİN BAĞLANTI MERKEZİ
Dimo STANKOV’un kitabından pasajlarla ve onun anlatımıyla devam edelim. “kısa sürede dost olduk ve anılar kitabında yer vermediği ayrıntıları anlattı. Benimle konuşurken sık değindiği konulardan biri de Türkiye idi. Onun gibi bir uzmandan o ülkeye ilişkin değerlendirmeler dinlemek çok ilginç ve yararlıydı. Türkiye komşumuzdur ve tarihsel yazgımız beş yüzyıl boyunca o komşuya bağlı kalmıştır.”
PHILBY KRALİÇE’YLE RANDEVUSUZ GÖRÜŞEBİLİYOR
“Kim PHILBY, din değiştirip İslam’ı seçen Suudi Arabistan Kralı’na danışman olan eksantrik bir İngiliz diplomatının oğlu. 1912 Hindistan doğumlu olan PHILBY İngiltere’nin en seçkin okullarında eğitiliyor; Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Yunanca, Arapça ve Türkçe konuşabiliyor. Cambridge’de okurken oradaki pek çok parlak öğrenci gibi komünist görüşlü eğitim üyelerinden etkileniyor ve Sovyet istihbaratçılarının önerisiyle KGB’ye katılıyor. Sovyetler için, gazeteci kimliğine bürünerek önce Avusturya ve İspanya’da, sonra İngiltere’de istihbaratçılık yapıyor.
Çalışmaları ve kişiliği İngiliz gizli servisinin dikkatini çektiğinde Sovyet meslektaşlarının talimatıyla hemen İngiliz servisine giriyor. Orada hızla yükselerek 1944’te Sovyetlere karşı istihbarat bölümünün başına getiriliyor. Dilediği zaman Başbakan ve Kraliçe’yle randevusuz görüşebilen PHILBY’in aktardığı bilgiler sayesinde İngiltere’nin Sovyetler Birliği’nde başarılı casusluk yürütmesi olanaksız hale geliyor. İstanbul’a 1945 Ağustos’unda atanan Rus konsolosu [Not. Konstantin VOLKOV adında üst seviyede bir istihbarat görevlisi] ülkesine ihanete karar verip kentteki İngiliz diplomatlarla temasa geçiyor ve 27 bin sterlin ve sığınma karşılığında bir öneride bulunuyor: "Size Türkiye’deki Sovyet istihbarat sırlarının tümünü bildiririm. Ayrıca Londra’da çok önemli Sovyet ajanları var. Onların adlarını da açıklarım." İngiltere’ye haber iletilmesinin ardından mesaj doğrudan PHILBY’in önüne geliyor. Londra’daki en önemli Sovyet ajanı, kendisi! Açıklanacak adların başında da kendininki geliyor! PHILBY hemen İstanbul’a uçuyor.”
İLK HAVA KORSANI TÜRKİYE’DE
"30 Haziran 1948 günü Varna’dan Sofya’ya uçmakta olan Bulgar Havayolları JU-52 tipi uçağında dört kişilik mürettebat vardı: Pilot Şaroplev, iki yardımcısı Nedalkov ve Maznev, bir de General Ganev. Bu sonuncusu kurumun baş yöneticisiydi; katıldığı bir törenden dönüyordu. 16 yaşındaki kızıyla birlikte yolcular arasında bulunan emekli Albay MIHALAKEV [Not – Hava Albay Strahil veya Strashimir MIHALAKEV, Bulgaristanın Romanya Askeri Ataşesi.] silahlıydı. Eski rejime bağlılığı bilinen bu sağcı subay ordudan çıkarılmıştı. Sinirli görünüyordu… MIHALAKEV kalktı, ateş edip Nadelkov’u öldürdü. Sonra koşarak pilot kabinine girdi. Arkadaşları da fırlayıp silahlarını yolculara çevirdiler. Kabinde MIHALAKEV General Ganev ile Maznev’e de ateş ettikten sonra tabancasını pilotun kafasına dayayıp ‘Türkiye’ye!’ dedi. General Ganev de tüm çabalara karşın öldü. Türkiye’de iyi karşılanacağını ummuştu. Ama hesabı tutmadı. Ağır sorgulardan geçirildikten ve bildiği her şeyi anlattıktan sonra da uzun süre cezaevinde kaldı.
Tek başına kalan 16 yaşındaki kızı Türkiye’de görevli Amerikalı subaylarla düşüp kalkmaya başladı. Biriyle evlendi, ama evlilik yürümedi. Sonunda fahişe oldu. Çok geçmeden de öldü. MIHALAKEV mahpusken ve cezasını çekip çıktıktan sonra yetkililere ‘Bana istihbaratçılık eğitimi verin, size hizmet edeyim’ dedi. O isteğinin geri çevrilmesinin nedenini kestiremiyorum. Sonra çıkmış aflardan yararlanarak ülkesine dönmek istedi. Aldığı yanıt şöyleydi: ‘Dönebilirsin. Ama uçak kaçırdın, iki kişiyi öldürdün. Bundan sorumlu tutulacaksın.’ Vazgeçti dönmekten. Kızının acı ve utanç verici sonu oldu MIHALAKEV’i asıl yıkan. İlk hava korsanı üzüntüye dayanamadı, bir süre sonra bir Türk mülteci kampında o da öldü."
DOSTUM REFİK ERDURAN
"1960’lı yılların ortalarında tanıma fırsatını bulduğum Türk gazeteci ve oyun yazarı Refik Erduran’dı. O dönemde ülkenin önemli gazetesi Milliyet’te günlük sütunu, en üst düzeyde yöneticilerle sürekli teması, kamuoyunda saygınlığı ve etkisi vardı… Ben Erduran’ın görüşleriyle kendiminkiler arasında şaşırtıcı paralellikler görüyordum. Sanki konuşup, anlaşıp, birlikte kaleme alıyorduk çoğu yazısını…
Ekonomik durumumuzu ve Bulgar halkının yaşamını yakından görmesi için Erduran, Dışişleri Bakanlığımızca birkaç günlüğüne davet edilince sevindim. Tanışınca hemen kaynaştık; sözünü sakınmadan konuşması, sivri sorular sormaktan çekinmemesi, benim sorduklarımı da dürüstçe ve açık sözlülükle yanıtlaması dostluğumuzu hızla pekiştirdi. Diyaloğu sürdürmek için fırsat buldukça buluşmaya karar verdik. Ama nasıl yapacaktık bunu? Türkiye’de komünizm paranoyası vardı. Bir Bulgar istihbaratçısıyla görüşmek insanın başını derde sokardı kesinlikle. ‘Yolculukların belli olunca bana bildir. Denk düştükçe Bulgaristan’da yahut senin gittiğin yerlerde buluşup konuşuruz’ dedim. Aklı yattı. Öyle yaptık. Rejim değişinceye kadar fırsat buldukça diyaloğu sürdürdük."
İSMAİL EREZ’LE YİYEMEDİĞİM YEMEK
"Paris’te güneşli bir sonbahar günü Romanya Büyükelçiliği öğle ziyafeti veriyordu. Daha önce birkaç kez görüşmüş olduğum Türkiye Büyükelçisi İsmail Erez idi. Hemen yanına gittim… Uzun uzun konuştuk… ‘En yakın zamanda elçilikler dışında, başka bir çevrede buluşalım’ dedi Erez. Birlikte dışarı çıktık. Erez Türk bayrağının dalgalandığı elçilik arabasına bindi, ‘Görüşmek üzere’ dedi, uzaklaşırken pencereden el salladı. Bizim elçilik yakın olduğu için ben yürüyerek gittim, Erez’den edindiğim bilgi ve izlenimleri şifreli telgrafla merkeze gönderdim. O işi yeni bitirmiştim ki görevlilerden biri geldi, ‘Biraz önce nehir üstündeki bir köprüden arabasıyla geçerken Türk elçisi öldürülmüş’ dedi. İnanamadım. Buluşmamızın yer ve tarihine ilişkin not bugün de durur defterimde. Baktıkça yanarım."
***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder