23 Ekim 2018 Salı

ABD STRATEJİLERİ IŞIĞINDA IRAK’TA DİNÎ VE ETNİK ÇELİŞKİLER BÖLÜM 1

ABD STRATEJİLERİ IŞIĞINDA IRAK’TA DİNÎ VE ETNİK ÇELİŞKİLER BÖLÜM 1 

Yazan: Araştırmacı-Yazar Suat PARLAR 


1. Giriş 

Irak coğrafyasında ABD işgaliyle gündeme gelen politikaların temel dinamikleri parçalayıcı, kışkırtıcı, eriticidir. İngiltere’nin 1. Dünya Savaşı ertesinde uyguladığı siyasetlerin oluşturduğu birikim, küresel ideolojinin tek yanlı iktidar süreçlerine akmaktadır. İngiltere’nin sömürgelerinde uyguladığı ve kalıcı bir işgalin kurumlarını dayandırdığı stratejik dizge, Amerikan çıkarları doğrultusunda yenilenerek yürürlüğe konuluyor. Bu dizgeye göre; İşgal edilen bölgenin dinî, etnik, kültürel azınlıklarını kendi hedefleri doğrultusunda örgütleyerek, çoğunlukta olan unsurlara karşı kışkırtmak ve idari erkin bir kısmını bu azınlıklara aktarmak esastır. Ayrıca çoğunlukta bulunan unsurun dinî, sosyal, 
siyasal açıdan potansiyel çatışma dinamiklerini açığa çıkarmak yine söz konusu dizgenin esaslı düzenleme ve uygulamaları arasında yer alır. 

Irak’ta yaşanan sürecin tarihsel geçmişinde ayrımcılığı, bölünmeyi sistemleştiren Manda döneminde yaşananlar, günümüzün karmaşık tablosunda ön plana çıkan dinî, sosyal, siyasal, etnik çelişkilere ve çatışmalara ışık tutuyor. İngiliz işgali döneminde manda politikalarının koordinatları şöyledir: 

a. Irak’ın kuzeyinde yaşayan ve çoğunluğu meydana getiren Türkleri, Türkiye ile birleşmekten alıkoyacak bir etnik ve dinî kuşatmaya tabi tutmak. 

b. Kürtleri Araplara karşı örgütlemek ve kullanmak. 

c. Araplar arasında mezhep çelişkilerini körükleyen bir siyaset izlemek. 

ç. Sünni ve Şii kesimleri birbirine karşı kullanmak ve kırdırmak. 

Günümüzün siyasi ve ekonomik koşulları çerçevesinde, bu politik 
koordinatların işlevsel özünden vazgeçilmeksizin yeni çatışma unsurları 
ekseninde, Irak’ın dağıtılma süreci yürürlüktedir. Demokrasi, insan 
hakları ve serbest piyasa ideolojisinin kamufle ettiği süreç, toplumsal 
birlik hedefi ile yüceltilirken, her etnik unsur, dinî topluluk özerk 
örgütlenme ve gelecek stratejileri ekseninde ayrışmakta, yönetsel 
kurumları, geçici bir denge durumunun diplomatik zorunluluğu 
çerçevesinde değerlendirilecek güç adına kullanılacak merkezler olarak 
görülmektedir. 


Toplumsal meşruiyet kaynakları çürümekte, dinî temellere dayalı 
yapılar, aşiretler, tarikatlar, cemaatler dışındaki devlet kurumlarının ve 
sosyal ilişkilerin tahribi bölünme dinamiklerini büyütmektedir. Gelişmeler, 
komprador bir ekonominin ılımlı İslam adı altında savunulmasına yönelik 
bir programın yürürlüğe konulduğuna işaret etmektedir. Diğer yandan 
Irak toplumunun laik bir eğitim, kültürel birikim, sosyal kurumlaşmada kat 
ettiği mesafe, geriye dönük güçlerin tehdidi altındadır. 

Irak’ta gelişen patlayıcı sürecin yaratacağı sonuçlar, tüm Batı 
Asya’da etkisini gösterecektir. Bu nedenle ülkenin dinî, etnik, siyasal 
yapısının ve çelişkilerinin incelenmesi; iç bağlantılarının, örgütlenme 
biçimlerinin ortaya çıkardığı sorunlar ile bölgenin diğer ülkelerine 
etkilerinin sürekli ilgi konusu yapılması zorunludur. Çığrından çıkmış bir 
dünyanın çelik çekirdeği Batı Asya’da Irak’tadır. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 


2. Şiiler: 

Irak’ta Şiilik, Şiiler ve Şii İslamcılık, sosyolojik birer kategorinin ayrılmaz, yekpare, bütünlüklü çerçevesi içinde değerlendirilir. Bu sosyo-kültürel varlık temelinde dinî öz, kendi başına toplumsal ve siyasal bir dünyaya ilişkin birleştirici bir alan yaratıyormuş gibi tek biçimci bir niteliğe bürünür. Şiiler içindeki toplumsal ve kültürel çeşitliliği ihmal eder. Şii 


İslamcılığı ve Şii cemaatçiliği farklı cemaat gruplarına, siyasi örgütlenmelere mensup, değişik ideolojik yapılanmaların söylemlerini kapsayan çok sayıda kesimi içerir. Bu nedenle Şia, belli bir grubu bir diğerinden dinî terimlerde farklı kılabilen, ama bu grubun içerisindeki toplumsal, kültürel bakımdan ayrışan yönleri hiçbir zaman özgün yanlarıyla ele almayan bir adlandırmadır. Oysa Irak Şiileri; toplumsal örgütlenme biçimleri, ekonomik faaliyet tarz ve çıkarları, zengin-yoksul ulema kesimleri, köyde, kentte yaşayanlar, aşiret bağlantısı bulunanlar, Mellaklar (yani devlet tarafından toprak sahibi yapılanlar), Arap olanlar ve olmayanlar gibi birçok özellikleri ile ayrışmaktadırlar. Necef, Kerbela, 
Samara ve Kazimeyn gibi önemli Şii merkezlerinde oturan ulema arasındaki ayrım çizgileri yanında bu şehirlerin kendilerine has haklara sahip konumları da dikkate değer çelişkili noktalardır. Irak Şiileri, Farisiler, Türkmenler, Araplar üzerinden etnik çizgilerle de farklılaşıyorlar. Irak Şiiliği, İran’da olduğu gibi aşiret hayatı ile şehirli kesimleri harekete geçirecek ölçüde güçlü ibadethane ağları, camiler, mali şebekelere sahip olmadı. Şii ulema, aile ve şehir gibi kadim 
dayanışma odaklarınca da bölünmüştür. Müçtehitler arasında geçici dönemler dışında birlik yoktur. Irak’ta devletin yürüttüğü modernizasyon programı, önceleri özerk din adamları sınıfının tekelinde olan yasanın, eğitimin ve vergilerin toplanması işlevlerinin tümünü üstlendi. Irak’ta art arda gelen rejimler, dinî kültürel alanları denetim altında tutmak ve devletin dinden kontrollü bir biçimde ayrılmasını sürdürmek için büyük çaba gösterdiler. Sünni dinî müessese devlet denetimine alınırken, laikleştirme ilkesi temelinde tüm özerk Şii yapılanmaları sert uygulamalarla devlet karşısında etkinliklerini yitirdiler. Tüm kutsal Şii 
kentlerinin mali özerkliği ve zenginliği denetim altına alındı. Aynı zamanda din adamları sınıfı politika alanının dışına çıkarıldı, toplumsal statüleri ve itibarları zayıflatıldı. 

1958’de Monarşi’ye son verilmesinden sonraki dönemde Şiiler Davet-i İslamiyye’yi veya yaygın adıyla Davet Partisi’ni kurdular. El-Sadr’ın kurduğu bu partiye Büyük Ayetullah kabul edilen Ayetullah Muhsin El-Hekim destek vermedi. Günümüze akan çizgide bu en önemli Şii siyasi örgütü genç bir reformcu müçtehitler kuşağı ve din adamı olmayan çeşitli Şii gruplarına dayanır. 

Şiiler, Irak’ta 1963’ten itibaren Baas’tan dışlandılar. Baas’ın tüm örgüt cihazı ve önemli devlet kurumları yoğun biçimde Sünni Arapların denetimine girdi. Bu temelde büyüyen tepki ve çelişkiler 1968-1970’de, 1974-1975’te ve 1977’de çatışmalara neden oldu. İran İslam Devrimi sonrasında Irak’ta meydana gelen olaylar ise Irak–İran Savaşı’nın gerekçeleri arasındaydı. 1991’deki Şii ayaklanması da rejim tarafından sert bir biçimde bastırıldı. 

Şiiler açısından önemli bir dönemeç de 17 Kasım 1982’de Muhammed Bakır El-Hekim tarafından, Tahran’da “Irak İslami Devrim Yüksek Meclisi”nin ilanı oldu. Bu örgüt ile Irak’taki İslamcı eylemcilik adına, kuşatıcı bir yapı oluşturmak planlanıyordu. Bu örgütün oluşumunda İran’ın etkisi ve belirleyici rolü büyüktü. Ancak Iraklı Şii grupları birleştirmeye yönelik hiçbir İran girişimi başarılı olamadı. 

Ulema grubu içindeki güç dengesi, siyasi örgütler arasındaki fiili güç ilişkileriyle örtüşmüyordu. Bu nedenle “Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi” parçalanmış Iraklı İslamcı grupların idari birliğini gerçekleştiremeyen, İran destekli bürokratik bir yapıya dönüştü. Iraklı Şii İslam grupları, İran’dan gelen baskılara rağmen, eylem biçimlerini ve stratejilerini kendi ulusal gerçekliklerine göre tanımlama ve yürütmedeki özerkliklerini öne sürerek tepki gösterdiler. Iraklı Şii grupların İran’da üslenmiş olmaları onları zayıflatan bir unsur oldu. Dirençleri kırıldı ve 
İran savaş aygıtıyla iş birliği, İran’ın Irak topraklarını işgaliyle birlikte ulus 
karşıtı bir niteliğe büründü. Davet Partisi ve Irak İslami Devrim Yüksek Meclisi, İran–Irak Savaşı boyunca Şii kimliğine ideolojik bir içerik kazandırdı. 
Bu ideolojik–politik öz, Şiiliği ulusal temellerden kopardı ve yaptırımlar döneminde bu kimlik kurumsallaştı. 

Şii din adamları sınıfı gelenekçiler ile reformcular arasında, yani modern örgüt çağrısında bulunanlar ile merci–mürit ilişkilerinin yeniden güçlendirilmesini savunanlar arasında bölünmüştür. Şii ulema soy çizgisi, şehir, etnik hatlarla dilim dilim parçalanmıştır. Şiiliğin özünü teşkil eden Merciyye Kurumu darmadağındır. Bu dağınıklık Kerbela, Necef, Kazımiye kentleri uleması veya müçtehitlerin Arap, Farsi kökenlerine ilişkin vurgular ile ideolojik, siyasal bölünmelerde tezahür etmektedir. Şii kimliğinin kültürel alanları ve kitle hareketliliğini besleyen araçları dağınıktır. Şii merci kurumu ile Davet Partisinde simgelenen siyasal alanı denetim altına alamamıştır. İran Devrimi’nin, harekete geçirme ve örgütleme araçları, din adamı şebekeleri Irak Şii hareketi açısından söz konusu değildir. Irak’ta güçlü temellere dayalı bir Şii kimliği oluşmamıştır. 
Farklı Şii sınıflar, katmanlar ve gruplar yani din adamları, tüccarlar, modern orta sınıf, köylüler, toprak ağaları hepsi de farklı hayat tarzlarına, değer sistemlerine, ekonomik çıkarlara, siyasal yönelimlere sahiptirler. 

Şii olma duygusu varlığını korumakla birlikte, asıl modern toplumsal biçimlenmeler, işgalin dağıtıcı etkilerinin belirdiği döneme kadar varlığını korumuştur. Dinî kültürlerinde bile farklı Şii kesimleri 
değişik dindarlık biçimlerine sahip bulunmaktadırlar. Şiilerin imtiyazsız alt 
orta sınıflarının kırdan kente göç sonucunda yarattığı toplumsal değişim 
dikkate değer. Bu unsurlar Şii hareketleri içinde hâlen önderlik özlemi 
çekiyorlar. Toplumsal, ideolojik, ekonomik imtiyazlarını koruyan ulema ile 
bu kesim arasındaki ittifak kapsamlı çelişkileri barındırmaktadır. 

Yaptırımların tahripkâr etkileri neticesinde, Şii gücünün bölünmesi 
yoğunlaştı. Cemaat şebekelerine sahip yeni dinî güç merkezleri ve 
Mukteda el Sadr gibi ağırlıklı olarak yoksul kesime dayalı liderler ortaya 
çıktı. Yaptırımlar ve işgal süreci, Şii kimliğini alabildiğine siyasallaştırdı. 
İran tarzında toplumsal ve siyasi dinamiklere dayalı bir Şiiliğin Irak’ta 
bulunmaması Mukteda Sadr dışındaki Şii grupların ABD ile uzlaşmasını 
getirdi. Irak Şiilerinin İran’la ilişkileri bu ülkenin uzantısı oldukları 
anlamına gelmiyor. Irak Şiileri arasında modern toplumsal, siyasal, 
sosyal kurumlar ve laik eğitim kurumlarının yıkılması sonucunda güç 
kazanan ulema, Amerikan karşıtlığına ideolojik bir muhteva 
kazandırmadı. Irak Şiileri arasında ABD işgaline yönelik tepkiler 
mezhepsel ve ideolojik temellerde gelişmiyor. Geleneksel gücünü 
toplumsal denetim, eğitim, sosyal yaşam üzerindeki etkinliğini yeniden 
elde ederek sağlamaya çalışan Şii ulema başta Ali Sistani olmak üzere 
siyasal çatışmaların dışında kalmayı yeğlemektedir. Necef ve 
Kerbela’nın Şii ulemasının politik sürece aktif katılımın dışında kalmaları, 
ABD’nin Irak’taki işini kolaylaştırmıştır. Bu kesimler uzun süre aktif 
siyasetin dışında kalmayacaklardır. Ulemanın önemli isimleri Irak’ta 
oluşturulan yönetsel yapıda görev almamakla birlikte anayasal süreci 
etkilemeye çalışmaktadırlar. Gelenekselci Şii kesimlerin İran etkisi 
altında olduğuna inanan ABD, savaş sürecinde İran’ın nüfuzunu kırma 
adına bu grupları dışladı. Ancak zaman içinde bu gruplar ABD işgal 
yönetimi ile iş birliği yaptılar ve Irak Geçici Yönetim Konseyi’nin temel 
unsurları oldular. Süreç içinde dinî temellere dayalı bir devlet ve toplum 
programı bulunan bu gruplar ile ABD arasında sıkı bağlar oluştu. 
Aşağıdan yukarıya örülecek bir “ılımlı” planla Irak Şiiliğini ABD’nin lideri 
olduğu küreselleşmeye bağlayacak bu gruplar, radikal Şiilerle de 
çatışma hâlindedir. Bu radikal hareketlerin en önemli temsilcisi Mukteda 
Sadr, Iraklı Şii din adamları ve partileri tarafından desteklenmezken, 
yoksul Şiiler arasında büyük bir taraftar kitlesine sahiptir. Sadr ile ABD 
arasındaki gergin ilişki Iraklı Şiilerin genel strateji ve politikalarına terstir. 
Başlangıçta Sadr’a destek veren İran da ABD ile ciddi gerginliklere 
neden olacağı ve Iraklı Şiilerin yönetimden dışlanmasını getireceği için 
Sadr’a desteğini iyice sınırlandırmıştır. Mukteda Sadr’ın taklit merci 
olarak kabul ettiği ve hâlen İran’da yaşayan Ayetullah Kazem Haryiri de 
ondan desteğini çekmiştir. 

Iraklı Şiiler dinî anlayışlar yanında liberalizm, sosyalizm, 
komünizm, Siyasal İslam akımları arasında parçalanmıştır. Yıllar süren 
savaş, yaptırımlar, işgal sonucunda dağılan toplumsal yapılar geleneksel 
Şii din adamlarının gücünü yoğunlaştırmaktadır. Sorun çözme kapasitesi 
gelişmiş, ortak karar alma yeteneğine, laik toplum görüşüne sahip ordu–
bürokrasi ve politikacılar kesiminin dağıtılmasının açtığı boşluğu 
geleneksel–mezhepsel güç odakları doldurmaktadır. Din adamlarının 
artan toplumsal ve siyasal nüfuzu, Irak’ın sosyal yapısının çelişkilerini 
keskinleştirmektedir. 

Davet, Irak İslami Devrim Yüksek Meclisi, Mithak el-Şia, Muvafak 
el-Rubai gibi Şii İslami partiler arasındaki ortak noktalar sınırlıdır ve 
hâlen Sadr kampına karşı Ayetullah Sistani’nin desteğine ihtiyaç 
duymaktadırlar. 

Irak’ta 1921’den beridir ülkede varolan tüm siyasal-ideolojik 
yönelimler yeniden ortaya çıkmıştır. Eski ve yeni tüm unsurların karşı 
karşıya geldiği bu dinamik yapı belirsizliği arttırırken şimdilik yoğun bir 
anti-laik yönelim içinde olmayan Şii ulema toplumsal iktidarını 
artırmaktadır. 

Kaynak:www.globalsecurıty.net 




3. Sünniler: 

Irak’ta nüfusun %97’si Müslüman, %3’ü Hıristiyan ve diğer dinlere 
mensuptur. Müslümanların %60-65’i Şii, %32-37’si Sünni’dir. Sünniler 
Araplar arasında azınlıkta, Kürtlerde ise çoğunluktadırlar. Baas (Diriliş) 
Partisinin önde gelen kadroları Sünni idi. Sünni Arap azınlığın iktidarı, 
Baas ideolojisinin tüm Arap dünyasında kabul görmesini engellemiştir. 
Baas Partisi, Sünni azınlığa dayanmakla birlikte dinî temelleri ön plana 
çıkaran bir ideolojik yaklaşımı benimsememiştir. Parti ideolojisi özde 
laiktir. Dinî otoriteler devletin modernleşme süreçlerine müdahale 
araçlarından yoksun kılınırken, akılcı değerlerin sistematik savunusu 
temel ilke sayılmıştır. Kişisel düzeyde kabul edilen dinî hakların kamu 
alanına müdahalesi önlenirken, devlet stratejisinin zorunlu kıldığı 
durumlarda bir meşruiyet rezervi olarak dinden yararlanılmıştır. İslami 
değerler temelinde Sünnilik, Arap milliyetçiliğinin ötesinde Irak 
milliyetçiliği ile kaynaştırılmıştır. Baas, Irak milliyetçiliğini antik tarih ve 
İslami mecazlarla bütünleştirmiştir. Aşiret ilişkileri ile iç içe gelişen Sünni 
dayanışması, devletin üst düzey askerî–sivil bürokrasisini birleştiren 
ideolojik harcın temel unsurları arasında idi. Saddam Hüseyin rejimi; İran 
İslam Devrimi’nin yarattığı basınç, İran’la ve ABD ile savaş, yaptırımlar 
temelinde ortaya çıkan krizlere dinî vurguları ön plana çıkaran 
söylemlerle cevap vermiştir. Saddam Hüseyin’i Peygamberlerle aynı soy 
ağacında gösteren biyografiler hazırlanmış, kendisi 1980’de hacı 
olmuştur. İran’la savaş sürecinde, rejim propagandası içindeki İslami 
vurgu giderek genişleyip güçlenmiştir. Ancak savaşın doğurduğu insan 
gücü ihtiyacı ve erkeklerin cepheye gitmesi kadınların aktif yaşama 
girmesini hızlandırmıştır.1980’de öğretim görevlilerinin %46’sını, diş 
doktorlarının yine %46’sını, eczacıların %70’ini kadınlar oluşturuyordu. 
1979 yılında yürürlüğe konulan zorunlu eğitim yasası laik içerik 
taşıyordu. 

İşgal sonrasında kültürel, siyasal, ekonomik dokusu parçalanan 
Irak’ta Baas rejimi ile özdeş görülen Sünni Araplar hızla idari aygıtlardan 
dışlanmıştır. ABD’nin stratejik inisiyatifleri temelinde ulus-devlet 
hayatiyetine son verilen ve “sen küçül ben büyüyeyim” mantığı 
çerçevesinde tüm silahlı kuvvetleri tasfiye edilen Irak’ta, Sünnilik 
direnişin ideolojik etiketine dönüştürülmüş ve tüm iletişim araçları bu 
mezhepsel ayrımı ön plana çıkararak sürecin gerçek dinamiklerini 
örtmüşlerdir. 385 bin kişilik düzenli ordu, 285 bin kişilik polis ve yerel 
güvenlik birimleri, içişleri, istihbarat bürokrasisi ile 50 bin Cumhuriyet 
Muhafızı tek seferde ihraç edilirken; güvenlik kuvvetlerinin nüfusa oranı, 
bir gecede 1000 kişi başına düşen 43 görevliden, 1000 kişi başına 
düşen 3 görevliye düşmüştür. Aşiret bağları ile pekişen mezhepsel 
dayanışma, Sünni kökenli güvenlik kuvvetleri ve bürokrasiyi direnişin 
temel gücüne dönüştürürken, laik devlet programı, strateji ve gelecek 
kurgularının yerini kuşatılmış bir mezhep kimliğinin mağduriyeti 
almaktadır. 

Kürt Sünni kesimler arasında tarikatlar yaygın olmakla birlikte 
eskisi kadar güçlü konumda değildirler. Nakşibendi ve Kadiri tarikatları, 
Kürtler arasında Sünni kökenli başlıca dinî örgütlenmelerdir. Iraklı Kürt 
liderler Mesud Barzani ve Celal Talabani aşiretsel kökenlerinin yanında 
güçlü tarikat yapılarına dayanmaktadırlar. Körfez Savaşı’nın 
başlangıçından itibaren İran, Irak Kürtleri arasında dinî örgütler kurmaya 
çalışmış ancak başarılı olamamıştır. “Irak İslam Devrimi Yüksek 

Meclisi”nin tek Kürt üyesi Şeyh Muhammed Necib Berzenci oldu. 
Özellikle İran’la iyi ilişkilerin olduğu dönemde Celal Talabani, 1980’de 
“Kürt Müslüman Ordusu” adlı bir örgüt kurdurdu. Silahları KYB 
tarafından sağlanan bu örgütün başında Abbas Şabak bulunuyordu. Kürt 
liderlerin gerek duyduklarında dinî temellere dayalı silahlı örgütler 
kuracağına ilişkin bu örnek Talabani’nin ilkesel laiklik açıklamaları ile 
birlikte değerlendirilmelidir. 

İdris ve Mesud Barzani’nin kuzenleri olan Barzan Şeyhi 
Muhammed Halid, 1985 yazında sahneye çıkarak kendini “Kürt 
Hizbullahı” ilan etti. İran’ın silahlı desteğini alan bu örgüt oldukça iyi 
silahlanmıştır ve Bahdinan’da etkilidir. Aşiret düzeni ile bütünleşen 
tarikat şebekeleri, liderler açısından hâlen bir meşruiyet kaynağı olduğu 
gibi bölge ülkelerine karşı stratejik bir koz olarak kullanılmaktadır. Ortak 
tarikat mensubiyetleri, bölge ülkelerinin sosyal yapılarında hatta 
parlamentolarında Kürt milliyetçiliğini kamufle eden bir işleve sahiptir. 

Sünni Araplar tüm iktidar kurumlarının, bürokrasinin dışına itilirken 
Sünni Kürtlerin ön plana çıkması, radikal-mezhepsel direnişi körüklediği 
ölçüde ABD’nin “ılımlı İslam” politikasının gündeme gelmesi ve bunun 
Irak’ı parçalayacak bir iç savaşa dönüşmesi ihtimal dâhilindedir. Dine 
karşı din stratejisinin tüm bölgeye yayacağı zehirleyici ortam ise “ılımlı” 
bir siyasi model ile göğüslenemeyecek boyutlara ulaşabilir. 

Irak’ta Baas rejimini yıpratma kampanyaları sırasında farklı dinî 
grupların kendi içlerinde örgütlenmesi ABD tarafından desteklenmiş, bu 
ise söz konusu grupların bilincini geliştirmiştir. Irak’ın bütünlüğü 
açısından patlayıcı bir dinamik gelişmektedir. Bu örgütlenme ve 
bilinçlenme, ABD safında yer alan Kürtlerle diğer Sünniler arasındaki 
zaten zayıf olan dayanışmaya darbe vurmuştur. Iraklı Kürt liderler, 1. 
Dünya Savaşı sonrası geliştirilen Venizelos modeline uygun bir biçimde 
oluşturulan siyasetlerle Irak’ın dağılma riskini arttırmaktadırlar. Dini 
gelenek, kurum, ilişkiler zinciri Irak’ta laik temellerin dağıtılması ile 
birlikte toplumsal dokuları parçalayan ve işgali sürekli kılacak çelişkileri 
besleyen bir içerik kazanmaktadır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder