2 Ekim 2018 Salı

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 2,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 2,

KIM PHILBY
Esas adı Harold Adrian Russell PHILBY (1912-1988) olup, sömürge Hindistan’da İngiliz yönetici sınıflarından bir ailenin ferdi olarak doğmuş ve İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI6’da Karşı Koyma (Kontr-Espiyonaj) Bölümünün Şefliğine dek yükselmiştir. Ayrıca PHILBY, Washington’da İngiliz ve Amerikan istihbarat servisleri arasındaki bağı yürüten en yüksek İngiliz istihbarat subayı olarak görev yapmıştır. PHILBY, Rudyard Kipling’in romanındaki İngiliz casusu çocuk Kim’in adını almış ve tüm dünyada Kim PHILBY olarak tanınmıştır.
Kim PHILBY Şubat 1947’de Türkiye’deki İngiliz İstihbaratının başı olarak tayin edilmiş, İstanbul’a ikinci eşi Aileen ve diğer aile fertleri ile yerleşmiştir. PHILBY, İngiliz Konsolosluğu’nun Birinci Sekreteri pozisyonundadır. Ancak gerçekte işi Türk Güvenlik servisleri ile birlikte çalışarak Sovyet Ermenistanı, Sovyet Gürcüstanı ve Enver Hoca’nın Arnavutluğu’na yönelik, operasyonlar yönetmektir. Bu çalışmalar sırasında, PHILBY’nin Türk İstihbaratı tarafından Gürcistan sınırına götürülüp sınırı geçen iki ajanının kısa bir süre sonra öldürüldükleri öğrenilmiştir.
PHILBY 1949 yılında, soğuk savaşın zirvede olduğu bir dönemde Washington’a MI6’nın (SIS) Baş Temsilcisi olarak atandı. Burada CIA ile birlikte komünistlere karşı çalışacaktı. Bu esnada Amerikan Atom Enerji Komisyonu gibi birçok yere girip çıktığı ve birçok teknolojik sırrı Ruslara gönderdiği sonradan anlaşıldı. PHILBY Sovyetlere sığınana kadar Moskova’ya devamlı bilgi aktardı, İngiltere’deki Sovyet casuslarını perdeledi. 1951’de BURGESS ve MACLEAN’e, kendilerinden şüphelenildiğini ve kontrol altında olduklarını bildirdi. Her ikisi de Sovyetler Birliği’ne sığındılar. PHILBY de, 1963’de Sovyetlere sığındı. Orada "My Silent War – Sessiz Savaşım" isimli bir kitap yayınlayan PHILBY, 1988’de ölümünden önce "Lenin Nişanı" ile ödüllendirildi, ölümünden sonra Rus’lar PHILBY’nin hatırasına posta pulu bastılar.
Alkolik bir kişi olan BURGESS, BBC’de yayıncılık yaptıktan sonra MI6’ya katıldı. Esasında, MI6’e Kim PHILBY’den önce girdi ve PHILBY’nin girişine de yardımcı oldu. Daha sonra İngiliz Dışişlerine katıldı. Dışişleri Bakan Yardımcısının özel kalem müdürlüğünde bulundu ve Washington’da görev yaptı.
Anthony BLUNT, özel Fransızca hocalığı, sanat tarihçiliği yaptı. Kraliçe Elizbet’in özel sanat danışmanı oldu, Kraliyet Müzesi Müdürlüğüne getirilerek "şövalye" ünvanı aldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Güvenlik Servisi MI5’de çalıştı. 1979’da Margaret Thatcher BLUNT’un Rus Ajanı olduğunu deklare etti. Bunun üzerine "şövalye" unvanı kaldırıldı. 4 yıl sonra 1983’de öldü.
MACLEAN, İngiliz Dışişlerine girdi, Paris, Washington ve Kahire’de görev aldı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Sekreterliği’nde bulundu. Bu dörtlü, ülkelerinde en üst noktalarda görevlere gelerek, uzun yıllar Sovyetlere hizmet verip, İngiliz ve ABD menfaatlerine büyük darbe vurdular. Böylece "Cambridge Casus Ağı"nın mensupları, istihbarat tarihinin en önemli kişileri arasında yerlerini aldılar.
Şimdi, meslek hayatını bilinen 4 Cambridge’li casus dışındaki diğer casusları bulmaya çalışarak geçiren, 5’nci Cambridge’li casus eski şifre uzmanı John CAIRNCROSS’u, Anthony BLUNT’u sorgulayarak ortaya çıkaran Peter WRIGHT’ın hatıratına dönelim:
“İstanbul’da Konstantin VOLKOV adında üst seviyede bir NKVD görevlisi vardı. İstanbul İngiliz Konsolosluğuna ulaşmış ve para karşılığı İngiltere’deki Sovyet casusların isimlerini vereceğini söylemişti. Elçilik görevlisine casusların çalıştığını iddia ettiği bölümlerin bir listesini vermişti. Maalesef VOLKOV’un listesi Kim PHILBY’in masasına gitmişti. PHILBY o tarihte MI6’nın Sovyet Kontr-Espiyonaj bölümünün başındaydı. PHILBY, bağlı olduğu direktörü, kendisinin Türkiye’ye gidip VOLKOV’un sığınma işlemini bizzat takip etme konusunda ikna etti. PHILBY sonra seyahatini iki gün kadar erteledi. Sığınmacı bir daha hiç görülmedi. Türkler, VOLKOV ve karısının sedyelere sarılı olarak Türkiye’den uçup gittiğini düşünüyordu. VOLKOV’un casusunun birinin PHILBY’in kendisi olduğu anlaşılıyordu ama VOLKOV’un belirttiği İran’da görev yapmış olan MI6 çalışanı Sovyet casusu gibi birçok diğerleri hiçbir zaman tespit edilemediler.
Önce Konstantin VOLKOV’un verdiği bilgileri inceledik. Bütün belgelerin İngilizcesi vardı. Fakat ben bunları bir kez de çok iyi Rusça bilen Geoffrey Sudbury’e çevirtmeyi uygun buldum. VOLKOV’un bir sözü beni şaşırtmıştı. Adam Londra’daki önemli resmi dairelerdeki Rus ajanlarından söz ederken «Kod adlarından anladığıma göre yedi kişiler» demişti. «Onlardan beşi İngiliz Haber Alma Örgütleri’nde. İkisi de Dışişleri’nde».
1951’de PHILBY aleyhindeki dosya hazırlanırken MI5 bu belgeden de yararlanmıştı. VOLKOV, «Bu ajanlardan birinin İngiliz Karşı Casusluk Örgütü’nün şefinin yerine baktığını anladım,» diyordu. O sırada PHILBY gerçekten MI6’nın Karşı Casusluk Şubesi’ne vekâlet ediyordu. Dolayısıyla da herkes sözü edilen kimsenin PHILBY olduğuna inanmıştı. Sudbury’e VOLKOV belgelerini vermemden birkaç gün sonra telefon çaldı. Arayan Sudbury’du ve çok da heyecanlıydı. «Çeviri yanlışmış. Belgede NKVD’ye özgü deyimler var. Yazanın üst düzeyden olduğu da belli. Şimdi sana çevirinin doğrusunu okuyorum. ‘Bu arada o ajanlardan biri, İngiliz Karşı Casusluk Örgütü’nün şubelerinden birine vekâlet ediyor’. Böyle olması gerek. Anlamıyor musun? Ruslar için İngiliz Karşı Casusluk Örgütü M16 değil M15’tir!»
Bunun anlamı açıktı. Sudbury haklıysa bu köstebek PHILBY veya Blunt olamazdı. 1944-45’de sadece bir tek adam İngiliz Karşı Casusluk Örgütü’nün şefine vekâlet etmişti. Onun adı da Roger HOLLIS’di.” (NOT: MI5’in başı olan Roger HOLLIS, Peter WRIGHT’ın da amiri idi. WRIGHT, onunla ilgili şüphelerini, çeşitli belgelere dayanarak, hep muhafaza etti ama ispat etmesine fırsat verilmediği için sonunda pes edip emekliliği seçti.)
KOSTANTIN DIMITRYEVICH VOLKOV
Konstantin Dimitryevich VOLKOV İstanbul Sovyet Konsolosluğunda Konsolos Vekili ve Türkiye’deki NKVD Şefinin Yardımcısıydı. İstanbul’daki İngiliz Konsolosu’na 4 Eylül 1945’de şahsen gidip, 50,000 Pound verilmesi ve eşi ile birlikte siyasi iltica hakkı tanınması halinde İngiltere ve Türkiye’deki üst düzey Sovyet casusları açıklayacağını belirtti. Bilgi düzeyini belirtmek için İngiltere’deki üst düzey ajanların 2’sinin Dışişleri Bakanlığı’nda (Burgess ve Maclean olduğu anlaşılıyor), diğer 7’inin ise Londra’daki İngiliz Karşı Casusluk biriminin başı dahil İstihbarat Teşkilatları içinde olduğu gibi ön bilgiler verdi. Bunların İngiltere’ye mesajla gönderilmemesini, Rusların tespit edebileceğini de belirtti. 19 Eylül’de VOLKOV’un raporu PHILBY’in önündeydi. 21 Eylül’de Moskova’daki Türk Konsolosluğu’ndan 2 iri NKVD personeli, “Diplomatik Kurye” vizesi aldı. 24 Eylül günü VOLKOV ve eşi bir Sovyet uçağı ile Moskova’ya götürüldüler. 26 Eylül’de PHILBY İstanbul’a geldiğinde, VOLKOV ve eşi Moskova’da sorgulanıyorlardı. İnfaz edilmeden önce VOLKOV itirafta bulundu ve 314 Sovyet ajanının ismini vermeyi planladığını belirtti. (The Mitrokhin Archive And The Secret History of KGB)
Şimdilik bu kadar, ilginç “Casusluk Hikâyelerine” devam edeceğiz…
“CIA, devşirdiği mülteci elemanları kullanarak Ukrayna, Arnavutluk, Doğu Almanya ve sair ülkeler üzerinden Moskova’ya sızmak için sayısız girişimde bulundu. Ajanlar, gözü pek Polonyalı pilotların kullandığı işaretsiz uçaklarla demir perde gerisine indiriliyor ama çoğu Sovyet yetkililerince teker teker yakalanıyordu. Komünistler esirlerine zorla ‘Her şey yolunda, daha para gönderin, daha silâh gönderin’ diye mesajlar göndertiyor, gönderilen ganimete el koyduktan sonra da onları öldürüyordu”.
Bu anlatım, yirmi altı yıldan beri Amerikan istihbarat servisleriyle ilgili yazılar yazan Pulitzer ödüllü bir New York Times muhabiri olan Tim WEINER’e ait. Bu kitap, CIA tarafından düzenlenen operasyonları izlemek için Afganistan dahil birçok ülkeye seyahat etmiş olan yazarın üçüncü kitabıdır.
JAMES J. ANGLETON
“İşin iç yüzü yıllar sonra ortaya çıktı. CIA teşkilâtındaki gizli operasyonların güvenliğinden sorumlu şef James J. ANGLETON (Doğum 1917 – ölüm 1987), tüm bu operasyonları, Pentagon’daki oda arkadaşı, İngiliz istihbarat görevlisi Kim PHILBY ile birlikte düzenliyordu. PHILBY ise, Moskova hesabına da çalışan çift taraflı bir casustu ve CIA tarafından görevlendirilmiş paraşütçülerin indirilecekleri noktaların koordinatlarını Sovyetlere veriyordu.
KİM PHİLBY
Alkolik ANGLETON’un, yakın dostu PHILBY’nin yaptıklarından haberi olmadığı gibi Amerikan hükümeti içinden de bu kayıpların neden verildiği hakkında fikri olan yoktu. Yıllar sonra CIA, bu mültecilerin Sovyetler aleyhine kullanılmasının gerçekçi bir fikir olmadığını kabul etti ama 1950’ler boyunca, demir perde arkasına sızmaya çalışan yüzlerce CIA ajanının esir düşüp öldürülmesinin hesabı hiç sorulmadı. ANGLETON ise yararlı (!) hizmetleri nedeniyle terfi ettirilip yirmi yıl daha görevini sürdürdü.” (Tim Weiner)
ANGLETON’UN ‘AYNALARIN VAHŞETİ’ KİTABI
Bu kötü tecrübeyi yaşayan CIA karşı istihbarat bölümünün şefi James Jesus ANGLETON’un, geri kalan meslek hayatında, herkesten şüphelenen, herkesi KGB ajanı gibi gören bir kişi haline geldiği söylenir. Nitekim onun hayatını anlatan ’Wilderness of Mirrors – Aynaların Vahşeti’ isimli kitapta, bir aşamada istisnasız her insandan şüphelenmeye başladığı, herkesi takip ettirdiği, soruşturmalar açtırdığından bahsedilmektedir. Görevden alınıp, işi bırakırken bile şirketteki gizli KGB ajanlarından bahsediyormuş…
Biz tekrar MI5’in ikinci adamı, ‘Casus Avcısı’ Peter WRIGHT’ın anlatımına dönerek, enteresan sahnelere, ilginç ilişkilere göz atalım:
PETER WRIGHT WASHINGTON’DA
“Capitol binası, mavi gökyüzü, pembe çiçekler, beyaz mermer ve ışıltılı altın bir kubbeden oluşan bir fresk gibiydi. Washington’u ziyaret etmek her zaman hoşuma gidiyordu. Londra çok renksizdi. MI5’de ise paralar peni-peni hesaplanıyordu ve Büro’ya sınıf sistemi hakimdi. Entelijansa savaştan sonra giren bütün gençler gibi ben de Amerika’nın tek umudumuz olduğuna inanıyordum. 1950’lerin sonunda İngiliz ve Amerikan Entelijans Servislerinin ilişkileri iyice bozulmuştu. Tabii bütün bu karmaşanın asıl nedeni BURGESS ve MACLEAN’in Rusya’ya kaçmaları ve PHILBY’nin de resmen temize çıkarılmasıydı. M16 artık her zaman şüpheyle karşılanacaktı. Çünkü önemli memurlarının hepsi de PHILBY’nin yakın arkadaşlarıydılar. MI5’in bu üç casusu yakalayamaması da Amerikalılara beceriksizlik gibi gözüküyordu. Sadece GCHQ’nun (Government Communications Headquarters – Genel Muhabere Merkezi), Amerikan karşıtı olan NSA (National Security Agency – Milli Güvenlik Teşkilatı) ile resmi bir anlaşması vardı. Bu yüzden de savaş zamanında çok sıkı olan İngiliz – Amerikan entelijans bağlarını sarsan akıntılar bu birimleri pek etkilemiyordu.
FBI İLE İLİŞKİLERİ DÜZELTMEK
HOLLIS, Genel Müdürlüğe (MI5) getirildiği zaman FBI’la olan ilişkileri düzeltmek için çok çabaladı. Ama HOOVER savaştan beri İngilizlere düşmandı. BURGESS ve MACLEAN olayı HOOVER’ın peşin yargılarını daha da güçlendirdi. Bir ara M16 ajanlarını FBI binasına bile sokmadılar. MI5’in FBI entelijans raporlarını görmesine de izin verilmedi. HOLLIS 1956’da ilişkileri düzeltmek için HOOVER’a gitti İşin garibi bu iki adam birbirleriyle iyi de anlaştılar. HOOVER da ondan sonra beni FBI’ya davet etti. Teknik araç ve gereçlerini görmemi istiyordu.
Bu yolculuk benim için önemliydi. Çünkü MI5’e ilk adımımı attığım günden beri uzun vadeli başarının, Amerikalılarla eski ilişkilerin yeniden kurulmasına bağlı olduğuna inanıyordum. Ama fikirlerim pek beğenilmiyordu. Leconfield House’da bazı kimseler hâlâ eski İmparatorluğun hayaliyle yaşıyorlardı. Mesela, Cumming MI5’in teknik bölümünün başıydı, ama Amerika’ya hiç gitmemişti. Gitmeye gerek de görmüyordu.
FBl’ın teknik kaynaklarının genişliği beni çok etkiledi. Ama onlardan pek de iyi yararlanamıyorlardı. Kendi aletlerini oluşturmuyor, piyasada satılan makinelerden yararlanıyorlardı. Teknik araştırmaların başında Dick MILLEN vardı. Ve o bir fenci değil, bir avukattı. Bu da etkinliğini azaltıyordu.
TISLER OLAYI
FBI’ya ‘TISLER Olayı’ (Frantisek TISLER – FBI tarafından ele alınmış olan, Washington’daki Çekoslovak Sefaretinde Şifre memuru. FBI’a verdiği bilgilerden, ‘İngiliz gizli servislerinde Sovyetlere çalışan ajanlar’ gibi İngiltere ile ilgili konular, FBI tarafından MI5’e bildiriliyordu) hakkında bilgi vermek fikri hiç hoşuma gitmiyordu. HOOVER’ın olayla ilgileniş tarzından MI5’in içendeki casusla ilgili sorunu çözemeyeceğimizi umduğu anlaşılıyordu. Böylece Başkan’a İngilizlerle yapılan entelijans alış verişinin sona erdirilmesini önermek için bir bahane bulmuş olacaktı. HOLLIS’in ve benim daha önce yaptığımız ziyaretlerin, durumu düzeltmeme yardım edeceğini umuyordum.
Bana MI5’in Washington’daki irtibat memuru Harry STONE refakat ediyordu. Harry cana yakın bir adamdı. Herkes hoşlanıyordu ondan. Bunun en önemli nedeni, Harry’nin görevini temelde toplumsal bir şey saymasıydı. Ama aslında zekâ ve karakter bakımından 1950’lerin sonunda Washington’da başlayan uydu ve kompüter entelijansı çağına uyacak bir insan değildi. Harry, HOOVER’la konuşmaktan hiç hoşlanmıyordu. Bundan kaçamayacağını anlayınca basit bir çare buldu. ‘Peter dostum, beni dinle. Bırak o konuşsun. Sakın sözünü keseyim deme. Ve sözleri sona erince, ‘Çok teşekkür ederim Mr. HOOVER’, demeyi de unutma… Öğle yemeği için güzel bir masa ayırttım. Buna ihtiyacımız olacak’.
Haşmetli FBI binasına girdiğimiz zaman bizi İç Entelijans Bölümü şefi Al BELMONT ve Komünizm Şubesi’ne bakan yardımcısı Bill SULLIVAN karşıladı. SULLIVAN 1970’lerin ortasında New England’da ördek avlarken ölü bulundu. (Not-1977’de Parlamento Cinayetleri Soruşturma Komisyonu tarafından dinlenmesinden birkaç gün önce şüpheli bir av kazası ile öldü.) Onun cinayete kurban gittiğine karar verildi. BELMONT, Büro kurulduğundan beri FBI’daydı. Sert, eski tip bir G.-Man’di. BELMONT güçlü, SULLIVAN da akıllıydı. Ama tabii BELMONT da aptal değildi. BELMONT’un pek çok düşmanı vardı ama ben onunla her zaman iyi geçiniyordum. O da benim gibi zor bir çocukluk çağı geçirmişti. Çalışkanlığı ve ‘ihtiyara olan sadakati’ yüzünden FBI’da iyice yükselmişti. Yüksek mevkideki bu iki ajan her şeye rağmen HOOVER’dan çekiniyorlardı. Ben bu kadar büyük bir sadakatin anormal bir şey olduğunu düşünüyordum. Tabii HOOVER’ın başlangıçtaki başarılarına hayranlık duyuyorlardı. O beceriksiz ve bozuk bir örgütü etkili ve korkulan bir güç haline getirmişti.
***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder