12 Ekim 2018 Cuma

TANZİMAT SONRASI OSMANLI DEVLETİNDE KAZA., İlçe YÖNETİMİ BELEN ÖRNEĞİ BÖLÜM 1

TANZİMAT SONRASI OSMANLI DEVLETİNDE KAZA., İlçe YÖNETİMİ BELEN ÖRNEĞİ BÖLÜM 1 


Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 
The Journal of InternationalSocial Research Cilt:9 Sayı:42 Volume:9 Issue:42 
Şubat 2016 February 2016 
www.sosyalarastirmalar.com
Issn: 1307-9581 


Naim ÜRKMEZ* 

* Yrd.Doç.Dr, Erzurum Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.
naimurkmez@erzurum.edu.tr 

Özet; 


1516 yılında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine giren Belen, 19.yüzyıla kadar Halep’e bağlı kalmıştır. Belen,Halep’indoğal limanı olan İskenderun’u art bölgesine bağlayan bir geçit olması münasebetiyle daha çok Halep’i ilgilendiren bir muhitti. Buna rağmen, 1815 yılında yapılan değişiklikle Adana eyaletine bağlanan bu yer, bölgedeki eşkıya olaylarının ve şikâyetlerin artması üzerine,1857 yılında tekrar Halep eyaletine bağlanarak sancak merkezi şeklinde teşkilatlandırılmıştır. 


Belen, vilayet nizam namesi 26 Şubat 1866 tarihinde Halep’e tatbik edildiği zaman, Halep’in Payas sancağına tabi bir kazaya dönüşmüştür.


1870yılında Adana’nın vilayet olarak örgütlenmesi ve Payas’ın sancak olarak buraya bağlanması sonrasında da Halep vilayetinin, Halep sancağına bağlı kaza 

merkezi olmuştur. 

1. Giriş 

Güney Anadolu’nun hiç şüphesiz en stratejik noktalarından biri Belen’dir. Bu yer Akdeniz ile art bölgesi olan Amik Ovası ve Halep’i duvar gibi birbirinden 
ayıran Amanos (Cebel-i Bereket/Gavur) Dağ silsilesinin en düşük irtifalı yeri olması hasebiyle bölgenin tek geçit noktasıdır. Sıfin denilen başlangıç 
noktasından, Topboğazı denilen bitiş yerine kadar üç saat süren büyük bir derbendin ortasında bulunmasından dolayı (HVS, 1324: 329), Suriye Kapısı, 
İskenderun Kapısı, Amanos Kapısı gibi adlarla isimlendirilmiştir (Müderrisoğlu, 1994: 238). Onun bu hususiyeti, tarih boyunca büyük orduların bölgede 
hakimiyet kurmak istediklerinde, Belen’i denetim altında tutmalarını gerektirmiştir. Pers İmparatoru Darius, Büyük İskender’i bu bölgede karşılamıştır 
(Ürkmez,2012:5). 
   Haçlılar çağında da orduların denizden ikmali için elde tutulması gereken bir mevki olarak varlığını sürdürmüştür (İbn Kalânisî, 2015: 2). 
   Osmanlıların, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındak iordusunu, 28 Temmuz 1832’de karşıladığı yer de burasıdır 
(Samur, 1995: 34). 
   Belen 19. yüzyılın sonunda 8.622 (Şemseddin Sami, 1306: 1443), I.Dünya Savaşı öncesinde de 12.531(10.380’i Müslüman, 2.151’i    Gayrimüslim) nüfusa sahip, ortahalli  bir yerleşim yeriydi (BOA,DH.EUM.2.Şb:73/69).  

Bu çalışmada, stratejik açıdan önem arz eden Belen’in, özellikle Tanzimat sonrasındaki mülkî durumu üzerinde durulacaktır. 


Çalışmanın zaman dilimi konu bütünlüğü oluşturması açısından Tanzimat (1839)’dan başlatılarak bölgenin 1918’de Fransızlar tarafından işgaline kadar 

getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına katıldıktan sonraki sürece de kısaca değinilmiştir. Bir yerleşim yerinin idarî yapısının muhafaza ve değişim nedenleri, pratikteki gayeler ekseninde incelenecektir. Ayrıca aynı dönemdeki Belen idarecilerinin hususiyetleri, şikâyetleri, idare ettikleri yere ne gözle baktıkları ve onlara karşıyapılan ithamlar ile şikâyetler değerlendirilecektir. Osmanlı Devleti’nin bölgeye yönetici atarken bir politikasının olup olmadığı, yöneticileri neye göre seçtiği ve Belen’in idarî yapısının hangi durumlarda devlet tarafından değiştirilmek istendiği irdelenecektir. 
Bu sayede Osmanlı Devleti’nin kaza yönetiminde, yönetici seçimi, azli ve değişikliğinde nelerden etkilendiği ortaya konularak bu örnekten hareketle Osmanlı Devleti ’nin kaza yönetimine dair politikası ortaya konmaya çalışılacak tır. 

2. Belen’in Mülkî Durumu 



Yavuz Sultan Selim (saltanatı1512-1520) zamanında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine giren Belen’e, Kanunî Sultan Süleyman (saltanatı 1520-1566), 

zamanında ahali yerleştirilip, han, hamam ve imaret inşa edilmiştir. Kanunî tarafından ihya edilen ve daha önceleri Bakrasbeli ve Aynet-tel, Arab kayıtlarında da Mozik Bakras ve Bâb-ı İskenderun isimleriyle yad edilen mahal, bu tarihten itibaren “iki dağın arasında alçakta bulunan mahal, yokuş yer” anlamına gelen Beylan, Bilan ve Belen isimleriyle anılmıştır (Evliya Çelebi, 1999: 33; Şemseddin Sami, 1306: 1443; HVS, 1316: 271-271). 
Bu sebepledir ki 1530 ve 1536 tarihli yazımlarda Belen ismine rastlanılmamakta  dır. Çünkü, Memlûkler (Tozlu, 2007: 153) ve sonraki dönem ki yerleşim, Belen Boğazı’nın Amik Ovası tarafında bulunan ve Arap (Şam) beylerbeyiliği nin Halep sancağına bağlı olan Bakras kazasıydı. Bu kaza, Bakras ve Derbisak isimli iki nahiye, 80 köy ve 118 mezradan oluşmaktaydı (998 Numaralı Muhâsebe Defteri, 1998:293,haritaiçins.167;397 Numaralı Tahrir Defteri, 2010: 11).

Arap (Şam) beylerbeyiliği 1568’ de ikiye bölünmüş  güneyde kalan kısmı Şam, kuzeyde kalan kısmı ise Halep eyaleti ismiyle teşkilatlandırılmıştı. 

Halep daha sonra aynı yüzyılda ikiye bölünmüş, kuzeyinde Adana eyaleti tesis edilmişti. Yeni teşkilatlanmada Belen, Halep eyaletine tâbi Üzeyr sancağı dahilinde kalmış ve bu konumunu 19.yüzyıla kadar sürdürmüştü (Baykara,1988:88,106,197). 

Görüleceği üzere Belen,19.yüzyıla kadar idarî olarak Halep eyaleti dahilinde kalmıştır (BOA,HAT: 1449/9;Bayraktar,2004:14-15). Ancak 1815 ve 1816 yıllarında yapılan düzenlemelerle, Adana eyaletine gelir getirmesi ve bölgedeki eşkıyaların önünü almak için, Halep eyaletinden ayrılarak Adana eyaletine bağlı bir sancak haline getirilmişti1. Belen sancak olmasına rağmen Üzeyr sancağı ile birlikte idare ediliyordu.Buraya müstakil bir yönetici/mütesellim tayin edilmemişti. Bunun temel sebebi, özellikle Belen havalisinde bulunan eşkıyanın bertaraf edilmesi maksadıyla muktedir bir yöneticinin tayini içindi. Şayet yönetici sadece Belen’e tayin edilmiş olsa, buranın geliri son derece yetersiz kalacaktı. 

Belen, Üzeyr ile birleştirilmiş ve mirimiran veya kapıcıbaşılık rütbesiyle de bir mütesellim atanarak bu sorun aşılmış oldu (BOA, HAT: 1273/493822). 
Belen sancağı düzenlemeden sonra Belen ve Bakras ile birlikte, İskenderun ve Arsuz nahiyelerinden oluşmaktaydı (Baykara,1988:98). 

Aynı yıllarda Belen’de tacirlerin ve hacıların güvenliğinin sağlanması için menzil teşkil edilmesi kararlaştırılmıştı (BOA,HAT:732/34756-B). 

Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın, Osmanlı Devleti’ne karşı, bölgeyi hakimiyet altına almak için ileri harekata giriştiği sırada, Belen’in idaresi, 
Üzeyr sancağıyla birlikte, güvenilir addedilen ve bölgenin hanedan ailesi olan Küçük Alioğullarına bırakılmıştı (BOA,HAT: 347/19748-E). 

Ancak,Küçük Alioğullarının Adana valisi ile arası iyi değildi. Bölgenin yönetimi ve güvenliği açısından zafiyet oluşturan durum, Mısır meselesi sırasında daha 

belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştı (Efe, 2011:51-54;Tozlu,2009:65-67).
Aslında Belen,Halep’in Akdeniz’e doğal bir çıkışı idi.  Bunun yanında hac yolu güzergâhında bulunuyordu (BOA, HAT: 732/34756-B). Tabiî olarak Belen’de yaşanan herhangi bir aksaklık, emniyetsizlik Adana’dan ziyade Halep ticareti ve hac trafiğini olumsuz yönde etkilemekteydi ( BOA, HAT: 1449/9 ). 

Adana eyaletine gelir getirmesi için yapılan idarî düzenleme, bölgedeki sorunları arttırmıştı. Özellikle eşkıyaların kontrol altına alınamayışı ve İskenderun 

İskelesi’nin güvenliğinin sağlanamaması, Belen’in tekrar Halep’e bağlanmasını gündeme getirmiş, ancak busırada yaşanan bazı siyasî gelişmeler buna 
imkan vermemişti. 

İdari manada yapılan bu hataya dikkat çekmek ve tekrar eski gelirine kavuşmak isteyen Halep eyaleti yönetimi, konuyu ara ara gündeme getirmişti. 


Bu doğrultuda Halep Valisi, 5 Ocak 1832’de Belen’in Halep’e bağlanmasının daha iyi neticeler doğuracak bir düzenleme olacağıyönünde Babıaliye müracaatta 

bulunmuştu. Yapılacak düzenleme ile zafiyet sona erecek, İskenderun İskelesi’nin muhafazası ve yolların güvenliği sağlanmış olacaktır. 

Ancak İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusunun 29 Temmuz 1832 tarihinde, Osmanlı ordularını Belen’de yenilgiye uğratması, bu önerinin ötelenmesine 

neden olmuştu. Çünkü Belen’in hakimiyeti 1840 yılına kadar İbrahim Paşa’nın elinde kalmıştı (Samur,1995:34,113-115 ). 

Belen tekrar Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine geçtikten sonra sancak olarak teşkilatlanmış ve 1866 yılına kadar bu konumunu sürdürmüştür. 

Ancak Sanayi Devrimi’nin tesiriyle buharlı gemilerin dünya ticaret hacmini arttırması, liman kentlerini ön plana çıkarmıştı.  Netice itibariyle bataklık bir 
mahalle kurulan İskenderun, gelişmeler neticesinde hızla büyümeye, Belen ise küçülmeye başlamıştı. Ters istikametteki bu gelişim, birtakım sorunları 
beraberinde getirmiştir ( Ürkmez, 2012:410-415 ). Belen’in Adana’yabağlı olarak teşkilatlanmasıda ayrı bir sorun teşkilediyordu. 9 Haziran 1847’de İngiltere’nin 
İskenderun konsolos vekili bölgenin Halep’e bağlanmasının birçok fayda sağlayacağı yönünde hükümete müracaatta bulunmuştur. 

Çünkü bölgede ticaret hacminin ciddi bir kısmını elinde tutan devletler Fransa ile İngiltere idi. Belen’in Adana eyaletine bağlı olması yolu emniyetsiz hale 

getiriyor ve Avrupalı tüccarlar bundan zarar görüyorlardı. İskenderun’da yaşanan herhangi bir anlaşmazlık davanın Belen’de veya Adana’da görülmesini 
gerektiriyordu. Oysa tüccarlar, konsoloslarının bulunduğu ve ticaret bağlantılarının olduğu Halep’te muhakeme edilmeyi talep ediyordu (BOA, MVL: 297/71)3. 

Konsolosların müracaatına rağmen Belen’in tekrar Halep’e bağlanması işi akamete uğramıştır ( Ürkmez, 2012:23). 


   1850’li yıllarda bölgedeki otorite boşluğunu değerlendiren Avrupalı tüccarlar, özellikle Belen’e bağlı olan İskenderun İskelesi’nde kendilerine göre bir düzen tesis etmişlerdi. Hükümet durumdan haberdar olunca, İskeledeki otoriteyi ele alabilmek için oraya bir müdür ve iskelede çıkacak davalara bakması için bir naibin atanmasını uygun görmüştü. Buna binaen 8 Eylül 1852 tarihinde İskenderun İskelesi, Belen’e bağlı müstakil bir müdürlük haline dönüştürülmüş tü  (Ürkmez, 2012: 24-25). 


Hem bu hadise hem de aynı tarihlerde Belen’de yaşanan asayişsizlikler Belen’in tekrar Halep’e bağlanmasını gündeme getirmişti. 

Çünkü Belen’de yaşanan uygunsuzluk ve asayişsizlik, Belen’in Adana eyaletine tâbi olmasına bağlanmaktaydı. 

Oysa daha öncede ifade edildiği gibi burada yaşanan asayişsizlikten en çok etkilenen Halep idi. Bu sebeple Halep eyaleti yönetimi, iki seçenekli bir öneri ile 

buradaki asayişsizlik sorununun önüne geçileceğini düşünmekteydi. Bu önerilerden ilki, Belen kazasının Halep’e bağlanması ve buranın yönetimine muktedir bir kaymakamın atanması, diğeri ise Belen’in Reyhaniye kazasıyla birleştirilerek müstakil bir kaymakamlıkla idare edilmesi ve zaptiye askerinin de 
Halep’ten gönderilmesiydi (BOA,A.MKT.NZD:81/87). 

Halep Valisi Süleyman Paşa, bu hususta ısrarcı olmuş ve 16 Ekim 1853 (13 Muharrem 1270) tarihinde, Belen’in Halep’e bağlanması için Babıaliye tekrar 

müracaatta bulunmuştu (BOA, İ. MVL: 294/11862). Ancak Maliye Nezareti, Belen’in Halep’e bağlanmasının herhangi bir fayda sağlamayacağını, aksine, değişikliğin kayıtlarda karışıklığa sebebiyet vereceğini beyan ederek talebi reddetmiştir (BOA, İ. MVL: 294/11862). Daha ileriki tarihlerde de Belen’in 
Reyhaniye kazasıyla birleştirilerek müstakil bir kaymakamlık merkezi yapılıp Halep eyaletine bağlanması düşünülmüş ancak de hayata geçirilmesi 
mümkün olmamıştır. 

Bütün bu teşebbüslere rağmen aksi bir gelişme yaşanmıştı. Adana Eyaleti İdare Meclisi daha önce oluşturulan İskenderun İskele Müdüriyetini lağv etmek 

istemişti. Gerekçe olarak da Belen sancağının ve ona tâbi olan İskenderun İskelesi’nin, iki ayrı idareci tarafından idare edilmesinin uygun olmadığını ileri 
sürmüştü. Onlara göre, İskenderun İskele Müdüriyeti lağv edildikten sonra iskele müdürünün maaşı olan 500 kuruşun Belen sancağı yöneticisinin maaşına 
ilave edilip, zayıf iki idareci yerine, sadece Belen’e dil bilen, siyasetten anlayan, liyakat sahibi bir kişinin atanması daha doğru idi. 

Netice itibariyle bu karar uygun bulunmuş ve İskenderun İskele Müdüriyeti lağv edilerek, Belen Sancağı idaresi ile birleştirilmiştir (Ürkmez, 2012:25). 


Ancak bu idarî düzenleme herhangi bir soruna çözüm olmamış aksine şikâyetleri daha da arttırmıştı.


Belen’in Adana’ya bağlı olması Halep ile ticaret yapan tüccarların Belen havalisinde soyguna uğrayanları mağdur etmekteydi. 


Çünkü Adana valisi bölgeyle çok fazla ilgilenmemekteydi. Adana valisinin Belen ile ilgilenmeme gerekçesi ise İskenderun İskelesi’nden gelen ticarî emtianın vergisinin Halep’te alınmasıydı.


Şikâyetler üzerine lağvedilen İskenderun İskelesi Müdürlüğü tekrar ihdas edilmişti. Haydutluk olaylarının artması ve yaşanan mağduriyetlerin gün geçtikçe çoğalması, Belen’in Halep’e bağlanması fikrini iyice güçlendirmişti. 1856 senesinde bu fikri artık Adana valisi de olumlu karşılamaktaydı. Aynı sene Belen

Sancağı İdare Meclisinin, bölgenin Halep’e bağlanması hususundaki mazbatası Babıaliye ulaştıktan sonra Belen, 13 Mart 1857 tarihinden itibaren 
Halep eyaletine bağlanmıştır (BOA, İ. MVL: 367/16102; Ürkmez 2012: 26).

Belen’in, Halep eyaletine bağlanması İskenderun’un konumunu yükseltmişti. 

Bu sebeple 1860 yılında Belen kaymakamı Edip Efendi, Belen kaymakamlığının 
aynı miktar maaşla İskenderun’a nakledilmesini talep etmişti. Edip Efendi’nin muhtemel gayesi yeni ihdas edilecek kazanın kaymakamlığına daha yüksek 
maaşla tayin edilmekti. Muhtemelen Halep yönetimiyle de ilişkileri iyi değildi, ya da mahalli yönetimin, talebine karşı çıkacağını veya kendini yeni ihdas 
edilecek yere yönetici olarak atamayacaklarını düşünüyordu. Bu sebeple Belen kaymakamlık merkezinin İskenderun’a taşınması fikrini Halep vilayetine
değil de doğrudan Babıaliye yazmıştı. Bu tavrından dolayı Babıali tarafından uyarılmıştır. 

Çünkü mevcut kurallara göre fikrini öncelikli olarak Halep vilayetine yazması gerekmekteydi (BOA, A. MKT. UM: 431/14; Ürkmez, 2012: 28). 

Onun bu talebi, mevcut durumda Belen’in, Karamurt Derbendi ile Bereket Dağı civarında olması nedeniyle reddedilmiştir. 
Çünkü bahsi geçen muhit eşkıya yatağıydı (BOA, A. MKT. UM: 127/42)4.

Bu eşkıya takımı İskenderun’dan Halep’e gidip Halep’ten İskenderun’a gelen tacirleri vergiye tâbi tutmakta ve bölgede soygunlar gerçekleştirmekteydi. 

Bölgede güvenliği sağlayabilmenin yollarından biri, Belen’in idarî anlamda kaza statüsünün devam ettirilmesiydi. Bu sayede asker sayısı kâfi miktarda 
tutulacaktı. Aksi halde asker sayısı azalacağı için emniyet sağlanamayacaktı (BOA, A. MKT. UM: 443/86; BOA, A. MKT. UM: 443/87). 

Aynı tarihlerde Amerikalı bir papazın, eşkıya tarafından öldürülmesi ve cinayeti işleyenlerin yakalanamaması gözleri bölgedeki idarecilere çevirmişti. 

Hadisenin yaşandığı sırada Üzeyr kaymakamı olan Mustafa Paşa’nın görevden alınması düşünülmüş, ancak Reyhaniye’deki idarî boşluk ve Belen Kaymakamı
İzzeti Efendi’nin hasta ve yaşlı olması bunu engellemiştir. 
Bu sebeple 1862 senesinin Eylül’ünde Reyhaniye’nin, Belen ile birleştirilerek buranın kaymakamlığına 3.000 kuruş maaşla Mürsel-zade Ahmed Paşa’nın getirilmesi kararlaştırılmıştı (BOA, MVL: 763/57).

Nam salmış Cebel-i Bereket yani daha eski ismiyle Gavur Dağı eşkıyası, sürekli İskenderun’dan Belen’e giden yola taarruz etmekteydi. 

Bu sebeple yolcular on, on beş kişi olmadıkça İskenderun’dan Belen’e hareket etmiyorlardı (Cevdet Paşa, 1991: 132). 

Bazen gurup halinde hareket etmek de çözüm olmuyordu. Mesela Cebel-i Bereket eşkıyası, 1862 senesinde Belen ile Reyhaniye arasında ikisi Osmanlı, 

sekizi ise yabancı devlet tebaasından olan on tüccardan 170.000 kuruş gasp etmişti. Gasp edilenler arasında İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya 
Devletlerine mensup tacirlerin bulunması, meseleyi diplomatik bir hüviyete dönüştürmüştü. İlgili devletlerin konsolosları, Halep valisi nezdinde girişimde 
bulunarak gasp edilen paranın tazmin edilmesini istemiş, Halep Valisi de olayın açığa çıkarılması ve gasp edilen paranın ele geçirilmesi için bölgeye asker 
göndermişti. Netice itibariyle vali, gasp edilen paranın yarısını ele geçirerek tekrar tüccarlar arasında taksim etmişti (BOA, A. MKT. MHM: 241/27).

Otoritenin zayıfladığı bu dönemde devletin daha önce Kırım Harbi ile meşgul olması da eşkıyaya rahat bir ortam hazırlamıştı. Eşkıyalık yapan aşiret 

mensuplarının göçebe olmaları kontrol altına alınmaları önündeki diğer bir engeldi. Kırım Harbi sırasında 1853-1856 yıllarında devlet asker ihtiyacını 
karşılamak için Cebel-i Bereket ile Kozan Dağı arasındaki aşiretlerden asker temin etmek istemiş ancak aşiretlerin muhalefeti ile karşılaşmıştı. 
Savaştan sonra hem bahsedilen asayişsizliği ortadan kaldırmak, hem de aşiretleri kontrol altına alıp, yeni askerî kaynaklar temin etmek isteyen hükümet, bölgeye bir operasyon planlamıştı. Bu gaye ile 1865 yılında aşiretleri ıslah edecek “Fırka-i Islahiye” ismiyle bir ordu kurulmuş, başına da Derviş ve
Ahmed Cevdet Paşalar tayin edilmiştir. Ordunun başlangıçta kondurulduğu yer Belen ve civarıydı (Cevdet Paşa, 1991: 139; Yavuz, 2012: 114, 115, 120, 122). 

Yapılan operasyon neticesinde yöredeki aşiretler itaat altına alındığı gibi bölgede yeni bir idarî düzenlemeye de gidildi. Bu sırada vilayet nizamnamesiyle, 

eyaletler vilayetlere dönüştürülmekteydi. Halep ve Adana eyaletlerindeki dönüşüm de bu operasyon sonrasında hayata geçirilmiştir. 

Bu çerçevede 26 Şubat 1866 (10 L 1282)’da Halep eyaleti de vilayete tahvil edilmiştir (BOA, İ. MVL: 548/24602).5


Yeni tesis edilen Halep vilayetinin başına da Fırka-i Islahiye komutanı Ahmed Cevdet Paşa, vali olarak tayin edilmişti. İdari düzenleme neticesinde Halep vilayeti; Adana, Halep, Maraş, Urfa, Kozan, Payas olmak üzere yedi sancağa bölündü. Taksimattan anlaşıldığı üzere Adana artık Halep’e bağlı bir sancak olmuştu, Belen ise sancak olmaktan çıkarılmış Payas sancağının Payas, Osmaniye ve Belen isimli üç kazasından biri olmuştu. Payas sancağı, 

kaza sayısı açısından en zayıf olanıydı. İdari düzenlemeden zararl çıkan yerlerden biri, hiç şüphesiz Belen’di. Ancak düzenleme uzun ömürlü olmadı. 
1870-1871’de Adana vilayetinin teşkiliyle birlikte Payas ve Osmaniye kazalarından oluşan Payas sancağı buraya bağlanmıştı (Efe, 2013b: 184). 
Son düzenlemeden önce Payas sancağına tâbi olan Belen ise Halep vilayetinin Halep sancağına bağlı bir kaza merkezi haline getirilmişti (HVS, 1287: 44).

İskenderun’un Belen’in aleyhine büyümesi, bu idarî birime güç kaybettirecekti. Buradaki ticaret hacminin sürekli artması, İskenderun İskelesi’nde ticaret 

yapan tacirlerin Belen aleyhinde şikâyetlerine neden olmaktaydı. Çünkü İskenderun, kaza merkezi olan Belen’e tâbiydi ve kadı, yani mahkeme Belen’de
bulunmaktaydı. En küçük bir uyuşmazlıkta mahkemeye başvurmak için İskenderun’dan Belen’e gidilmesi gerekmekteydi. Bu sebeple 22 Nisan 1876 tarihli bir mahzar ile 9 tüccar, 7 esnaf ve 8 idareci İskenderun’un kaza merkezi yapılmasını talep etmişlerdi. Onlara göre İskenderun kaza yapıldıktan sonra Belen’de kaymakamlık makamının olmasına gerek kalmayacak, buradan sağlanacak tasarrufla İskenderun’un idarî personelinin masrafları karşılanabilecekti  (BOA, ŞD: 2887/14)6. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder